banner

Çocuklarınızı Milli Eğitim Bakanlığı’ndan koruyunuz!




Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Türkiye’nin eğitim tarihi bir ‘reformlar çöplüğü’dür” dedi. Reform adı altında, ‘akıl dışı’ uygulamalarla öğrencilerin ve Türkiye’nin geleceğinin çalındığını ifade eden İnce, “Velilerden ricam; çocuklarınızın üzerine daha fazla düşünüz ve çocuklarınızı Milli Eğitim Bakanlığından lütfen koruyunuz!” açıklamasında bulundu.

muharrem inceCumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce ile özel röportaj

Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Türkiye’nin eğitim tarihi bir ‘reformlar çöplüğü’dür” dedi.

Reform adı altında, ‘akıl dışı’ uygulamalarla öğrencilerin ve Türkiye’nin geleceğinin çalındığını ifade eden Muharrem İnce, “Velilerden ricam; çocuklarınızın üzerine daha fazla düşünüz ve çocuklarınızı Milli Eğitim Bakanlığından lütfen koruyunuz!” dedi.

İlk ve orta öğretimde geçen yıl uygulanmaya başlayan değişikliklerin ardından, yeni eğitim-öğretim yılına da ortaöğretime geçiş sistemini önemli ölçüde değiştiren düzenleme ve onu tamamlamak üzere TBMM Genel Kurulu’na gelmesi beklenen, dershanelerin geleceğini belirleyecek yasa tasarısı hazırlıklarıyla giriliyor… Eğitim camiasında yoğun şekilde tartışılan bu ve diğer güncel konularla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Yalova milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, kaldırılan Seviye Belirleme Sınavı (SBS) yerine uygulamaya konacak yeni sistemde dershanelerin - umulanın tersine - daha da önemli hale geleceğini söylüyor.

BİR ÖLÇÜDE ESKİ SİSTEME DÖNÜLDÜ

Geniş öğrenci kitlelerini etkileyen zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması düzenlemesinin hedeflediği dönüşümün sancısız biçimde hayata geçirildiği, öğrenci/veli uyumu temelindeki sıkıntıların giderildiği değerlendirmelerine katılıyor musunuz?

Elbette buna katılmam mümkün değil. Getirilen sistemin her aşamasında sorunlar devam ediyor. Okula başlama yaşıyla ilgili sorunda önemli geri adımlar atıldı. Aslında bir ölçüde eski sisteme dönüldü. Çıkarılan kanun önce genelgeyle, daha sonra da yönetmelikle ortadan kaldırılmış oldu. Bir Bakanın imzasıyla geçerlik kazanan genelge ve yönetmeliklerle Meclis iradesinin değiştirilebildiği bir ülke olduk. Şimdi gelelim sorunlara… Geçen öğretim yılında kanundan önce okula başlaması gereken öğrenci sayısı 1 milyon 404 bini buluyordu. Kanun çıktıktan sonra bu sayının 2 milyon 800 bini bulacağı açıklanmıştı. Oysa bu kadar öğrenci okula başlamadı. 66 ay genelgesiyle ve duyarlı velilerin çocuklarını okula göndermemeleri nedeniyle – ki, bunların 70 bin 861 kadarı rapor aldı - 2012-2013 eğitim öğretim yılında öğrenci sayısında 465 bin 848 artış oldu ve 1. sınıfa giden öğrenci sayısı olması gerekenin üzerinde artarak 1 milyon 870 bin 705’e çıktı. Bu durum okullarda birkaç sorunu birden getirdi. Birinci sorun kalabalık sınıflar, ikinci sorun çocuklar arasındaki gelişmişlik düzeylerinin yarattığı sorunlar, üçüncü sorun okulların fiziki donanımlarının yetersizliği, dördüncü sorun öğretmenlerin pedagojik yeterlilikleri idi. Çünkü onlar 69-72 aylık çocuklara yönelik donanımlara sahipti. Ve son olarak da müfredata bağlı sorunlar ortaya çıktı.  Bir de alınan kararın yarattığı başka sorunlar var: Okulların dönüştürülmesiyle ortaya çıkan sorunlar ile ilkokulun 4 yıl olmasıyla 5’inci sınıf okutan öğretmenlerin norm fazlası olması, velilerin daha önce belirledikleri okulların ortaokul olması sorunu gibi. Bu sorunların aşıldığına dair hiçbir emare yok. Sadece başlama yaşına ilişkin sorun aşılmış gibi gözüküyor. Gözüküyor diyorum, çünkü şu anda 69 aydan küçük çocukların okula başlamalarında veli takdiri yeterli görülüyor. Halbuki okula başlama veli takdiriyle olabilecek bir iş değil. Bir çocuğun okula başlaması, onun okul olgunluğuna ulaşıp ulaşmadığı, uzman kararı gerektirecek bir durumdur. Oysa yeni yönetmeliğe göre veli takdiri yeterli görülüyor. Bu doğru bir uygulama değildir.

YAPILACAK OLAN ‘DİNİ EĞİTİM’ DEĞİL, DİNİ TELKİN!

Yeni öğretim yılına ilişkin öngörü ve beklentilerinizi, önerilerinizle birlikte alabilir miyiz?

Bu konuda iki şeyi ayırmak gerekiyor. Birincisi değişmez sorunlarımız, ikincisi Bakanlığın aldığı kararlar dolayısıyla yaşanan sorunlar. Örneğin kalabalık sınıflar, boş geçen dersler, eğitim harcamalarındaki fiyat artışları bizim geleneksel sorunlarımızdı. Öyle olmaya da devam ediyorlar. Bu sorunları çözmesi gereken Bakanlık, çözme adına aldığı kararlarla yeni sorunları da beraberinde getirdi. 4+4+4 uygulaması gibi sistemde köklü değişiklik getiren uygulama ise bu sorunlara ilave bonus olmuştur. Benim bu iktidarın 11 yıllık icraatlarına bakarak eğitime dair hiçbir sorunu çözemeyeceklerine dair kanaatim, kanaat olmaktan çıkıp inanca dönüşmüştür. O nedenle kendilerinden bir beklentim yoktur.

Biz bu uygulamalar öncesinde sayısız öneri getirdik. İlköğretimin 4+4 biçiminde kademelendirilmesinin yanlış olduğunu söyledik. Ama İmam-Hatip eğitimini öne çekmek için böyle bir uygulamaya girdiler. Bunun ne imam-hatiplere faydası olur, ne de diğer çocuklarımıza. Veliler şimdi her dört yılda bir çocuklar için okul arama derdine düşüyorlar. Halbuki 8 yıllık ilköğretimi koruyarak, kendilerinin başlattığı anaokullarını zorunlu eğitim kapsamına alınmasına devam edilmesi ve liselerin zorunlu eğitim içine alınması daha doğru olurdu. Zorunlu eğitimde kademeler arasında geçiş, sınavla olmaz. Hem zorunlu bir eğitimden bahsediyorsunuz, hem de sınavla öğrenci alıyorsunuz. Zorunluluk var ise eleme ya da seçme sınavı olmaz. Kademeler arasında geçiş öğrencilerin yönelimlerinin desteklenmesiyle olur. Ortaokul adıyla çocukların önüne genel ortaokul ve dini eğitim ortaokulu koymuş iseniz burada öğrencilerin ilgilerinin desteklenmesinden bahsedebilir misiniz? Bu uygulamayla zorunlu eğitim dini olan ve olmayan biçimde iki eğitim biçimine indirgenmiştir. Bu yanlıştır, dini eğitim çocukların soyut düşünme yeteneklerinin iyice geliştiği 11-12 yaş aralığında olmalıdır. Bundan önceki yaş gruplarına yapılacak dini eğitim, dini eğitim değil, dini telkindir. Dini eğitimi, dinin telkinine indirgeyen bir zihniyet var karşımızda. Siyasi kaygısı pedagojik kaygısından daha fazla olan bir anlayış bu. Böyle oldukları için de önerilere kapalı bir yönetim anlayışına sahipler.

SORUNUN TEMELİ, OKULLAR ARASINDAKİ NİTELİK FARKI

Milli Eğitim Bakanlığı’nın SBS ile ilgili adımları hakkında neler söylersiniz? Öğrencilerin geleceğini tek bir sınava endekslemenin yanlışlığı düşüncesiyle, “dershanelerde kazanılan test becerileri yerine, okulda edinilen bilgi ve becerileri öne çıkarmayı” hedeflediği vurgulanan bu yeni yol, beklenen sonuçları verebilecek, gençleri rahatlatabilecek midir? MEB’in merkezi denetim ve gözetiminde yapılacak sene içi sınavların değerlendirmeye esas oluşturması, böylece “daha adil”  bir genel not havuzu ortaya çıkacağı değerlendirmesi hakkında düşüncenizi alabilir miyiz?

Bu konuda söylenecek ne var ki? LGS’yi OKS yapmak reform, OKS’yi SBS yapmak reform, bir olan sınavı üçe çıkarmak reform, üç sınavı aynı gerekçelerle bire indirmek reform, kaldırıyormuş gibi yapıp sayısı belli olmayan sınavlara mahkum etmek reform!.. Her tarafı yanlış uygulama için öneri getirmenin anlamı yok. Önce sorunu kavrayışımızı değiştirmeliyiz: Liselere geçişi neden sınavla yapıyoruz? Önce bunu doğru anlamalıyız. Bunun temel nedeni, okullarımız arasındaki nitelik farkıdır; bunları kaldırmak varken neden sınavlara yöneliyoruz?

İkinci neden, lise türlerinin çokluğu… Bugün bu kadar çeşitli lisenin bir anlamı yok. Örneğin Fen Liselerinin birincil amacı, fen alanında bilim adamı yetiştirmek... Yönetmelikte bu hüküm olduğu gibi duruyor. Oysa bizim bilim adamı kaynağımız liseler değil, yüksek lisansını bitirmiş, bu alanlarda doktora yapan öğrenciler. İyi öğrenciler bir tarafa, kötü / işe yaramaz / başarısız öğrenciler bir tarafa mantığıyla işleyen bir mekanizma başarılı olamaz. Ayrıca meslek liselerini de yeniden düşünmeliyiz. Biz çocuklarımızın kişisel gelişimlerini mi destekleyeceğiz, yoksa onların kişisel gelişimlerini dikkate almadan belli bir alanda uzmanlaşmalarını ortaöğretim olarak mı göreceğiz? Biz fabrikalara, işyerlerine ara elaman mı yetiştireceğiz, yoksa yaşam ve zihinsel becerilerini en üst seviyeye getirmeyi mi amaçlayacağız? 18 yaş altı gruptan, kanun karşısında hala çocuk sayılanlardan söz ediyoruz. Onlara meslek dayatmak başka; onların ilgilerini desteklemek, eğitimleri süresince bu ilgileri yönünde gelişmelerini desteklemek başka bir şeydir. Birisi bana Meslek Yüksek Okulları ile Meslek Liseleri arasındaki farkı açıklasın. Lisede dört yıl boyunca tuttuğum öğrenciye verdiğim eğitimi, yetişkin olduğu için kişilik gelişimini tamamlamış, yaşam becerisi yüksek bir gruba iki yılda verebiliyorum… Şöyle bir yanlışımız var; “Mesleki eğitim başarısız öğrencinin işidir.” gibi... Oysa tam tersi... Siz fizik, matematik bilgisi yeterli olmayan bir öğrenciye nasıl makine anlatacaksınız, elektronik anlatacaksınız? İş dünyasına girmiş ama kendi yaşadığı dünyadan haberi olmayan, sosyal gelişimi yetersiz bir insan bizim arzuladığımız insan tipi olamaz. Zorunlu eğitim, meslek edindirme eğitimi olamaz; zorunlu eğitim kişisel ve sosyal gelişimi esas alan bir eğitim olmalıdır.

Mesleki eğitimi, “ara eleman” üzerinden yapılandırmak, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında az gelişmiş ülkelerde ve savaşta yıkıma uğramış ülkelerde geçerli bir anlayıştı. Bu anlayışın gereği olarak, kalkınmada bir geç kalmışlık düşüncesi hemen her şeyi yönlendirmiştir. Bugün bu noktada değiliz. Üniversite mezunlarımıza dahi iş bulamayan bir ülkeyiz. O halde yapmamız gereken çocuklarımızı erken yaşta meslek sahibi yapmak değil, onların kişisel ve sosyal gelişimlerini en üst seviyeye çıkarmaktır. Onların meslek seçimleri ve mesleklerindeki başarıları için sağlam bir altyapıya sahip olmalarını sağlamaktır. Spor ve sanat liseleri hariç diğer ortaöğretim kurumlarının hiçbir anlamı yoktur. Öğretmen liselerinden öğretmen, fen liselerinden fen bilim adamı, sosyal bilim liselerinden sosyal bilimci, meslek liselerinden meslek sahibi, imam-hatipten imam ve hatip yetiştirmediğimize göre bunların varlığını sorgulamak durumundayız. Ayrıca bütün liseleri Anadolu Lisesi yapmanın çocuklarımızı ve kendimizi aldatmaktan başka bir anlamı yok.

Sizce SBS mevcut haliyle mi korunmalıydı?

SBS liselere giriş için esas alınmayan, ama mutlaka yapılan bir sınav olmalı. Çünkü SBS ile biz okullarımız hakkında sağlıklı veriler toplayabilir ve sağlıklı karşılaştırmalar yapabiliriz. Örneğin Manisa’daki bir lise ile Hakkâri’deki bir lisedeki matematik başarısını sistem üzerinden görebiliriz. Bu sınav bize tek tek okullarımız hakkında kesin olmasa da sağlıklı bilgi verebilecek bir içeriğe sahip. Ama biz bu sınavı okul seçmeye indirgediğimiz için bu yönünü hiç tartışmadık.

ELEME” VARSA, DERSHANE DE OLACAK!

Dershanelerin sadece “test becerisi” kazandırdığı ifadesi doğru mudur? Kapatılmaları veya özel eğitim kurumlarına dönüştürülmelerinin artıları / eksileri; dershane sektörü, öğrenciler ve dershane öğretmenleri üzerinde olası etkileri neler olur?

Dershanelerle ilgili Hükümetin ve Bakanlığın tutumunun mantıklı bir gerekçesi yok. Dershaneler kalkmaz. Siz sınavları kaldırsanız dahi dershaneler kalkmaz. Eğer eğitimde kademeler arasındaki geçişte bir eleme var ise bu elemede her zaman öne geçmek isteyenler olacaktır ve bunu yapabilmek için öğrenci ve veli, okul dışında bir arayışa girecektir. Daha iyi bir meslek için daha iyi olmak zorundaysanız ve okul buna yeterli değilse, bu arayış kendi kurumunu mutlaka yaratır. Bugün bunun adı dershane olur, yarın başka bir şey olur. Bugünkü dershane modelini biçimlendiren, merkezi sınavlardır. Bu sınavların yapısı test olduğu sürece bu kurumlardaki eğitim de test üzerinden yürür, bundan daha doğal bir şey olamaz. Dershaneleri özel okula dönüştürmek, ya da dershane sahiplerine özel okul açtırmak bugünün meselesi değil. Geçmişten beri uygulanmaya çalışılıyor. Zaten büyük dershanelerin bazıları zamanla özel okul da açmaktadır. Ancak bütün dershaneleri okula dönüştürmek mümkün değil. Çünkü fiziki konumları buna uygun olmadığı gibi, özel okul çok daha büyük ve riskli bir yatırım. Ne kadar teşvik ederseniz edin, bütün dershanelerin bu riski alması gerçekçi değildir. Bugün dershanelerde kadrolu çalışan öğretmen sayısı 60 bine yaklaşıyor. Bu sayıyı 4 ile çarparsanız, 240 bin kişi yaşamını buradan kazanıyor. Buna burada çalışan hizmetli, sekreter, kantin işletmecilerini ve sahiplerini aileleriyle birlikte katarsanız bu sayı 600 bini geçmektedir. Ayrıca dershane yayıncılığını da unutmamak gerek, oralarda çalışanları da bu sayıya ilave edin. Kapattım dediğinizde bu 600 bin kişi için bir çözümünüz var mı? Bunu konuşan bile yok. Geçmişte, 2007 seçimlerinde benim üniversite sınavlarına yönelik bir önerim oldu. Sistem içinde kalarak bugünkü sorunu aşmanın en akılcı yolu budur. Bakınız çözüm demiyorum, çünkü elemesiz bir yükseköğretime geçiş mümkün değil. Ama bugünkü yapısını değiştirerek liselerimizi kurtarabiliriz ve ortaöğretimde nicelik tartışmaktan nitelik tartışmaya geçebiliriz.

ÜNİVERSİTEYE GİRİŞ ÖNCESİ “ARA İSTASYON”…

Üniversiteye giriş sisteminde değişiklik yapılması kararı, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısından sonra Bakan Nihat Ergün tarafından açıklandı. Bakan, öğrencinin stresini azaltmayı hedefleyen, bilgiyi sınamaktan ziyade, öğrencinin birtakım işleri yapma becerisinin olup olmadığını ölçen bir sistem hedeflediklerini söyledi. Bu açıklama, üniversite giriş sisteminin 2014 sonrası şekli konusunda size bir fikir veriyor mu? Bu konudaki eleştiri ve önerileriniz?

Nihat Ergün’ün önerisini basına yansıyabildiği kadar biliyorum. Dediği biçimde olması mümkün değil. Projesini tam olarak açıklarsa ayrıntılı tartışmamız mümkün olabilir. Ama yanlış yerden başladığını düşündüğüm için baştan düşüncem olumsuzdur. Madem bu konuyu açtık, 2007 seçimlerine girerken geliştirdiğim projenin içeriğini burada kısaca anlatayım, çünkü gelen sorulara verilen cevaplarla 20 sayfalık bir rapordu. Biz çözümü “Lisans Ön Hazırlık Okulları” olarak adlandırdık ve yeni bir eğitim kurumunu öngördük. Bu modeli tamamen kendi eğitim modelimiz içerisinden çıkardık. Önerimizin nasıl ortaya çıktığının öyküsünü anlatırsak önerdiğimiz çözüm, kafalarımızda daha somut bir hal kazanabilir: Dershaneler üzerine çalışırken, diğer dershanelerden tümüyle farklı bir yapı ve özellik gösteren Açık Öğretim Dershanelerini ziyaret etmiştik. Açık Öğretim Fakültelerinde okuyan öğrencilere hizmet veren bu dershaneler, bir üniversitenin lisans ya da ön lisans programlarındaki derslere öğrenci hazırlıyor. Aslında bir bakıma garip ama üniversite eğitimi yapıyor. Ziyaretimiz sırasında, tıpkı üniversite kantinlerinde olduğu gibi, öğrencileri kantinde, biraz önce gördükleri derste tamamlanmamış bir tartışmayı hararetle sürdürürken gördük. Kamu yönetimi okuyan birinci sınıf öğrencileriydi. Aralarındaki ilişkiler tıpkı üniversite kampuslarında tanık olduğumuz türdendi. Bir bakıma öğrenciler bu dershanelerde üniversitenin kültür ortamını, havasını tam olmasa da yaşıyorlardı. Lisans eğitimi yapılan, üniversite ortamı yaşanılan bu eğitim kurumu, ilginçtir ki Bakanlığa bağlı çalışıyor. Bunun yanlış olduğunu, bu kurumların ilgili üniversitenin denetiminde olmasının, koşullarını ilgili üniversitenin belirlemesinin daha iyi olacağını düşündük. Bunu düşünürken aklımıza birdenbire dershanelerin üniversitelerin denetiminde olması fikri geldi ve ardından üzerinde biraz daha düşünerek Lisans Ön Hazırlık Okulları fikrine ulaştık. Lisans eğitimine hazırlık açısından biraz da ODTÜ Yabancı Dil Hazırlık Okulları modelinden yararlandık. Bu modelde öğrenci, üniversite öğrencisi statüsüne sahip olmasına rağmen lisans programını okumak için sahip olması gereken dil bilme koşulunu yerine getiriyor. Orada yapılan sınavlarda elde ettiği başarıdan sonra ancak lisans programını okuyabiliyor. Aslında ÖSS’yi kazanarak lisans eğitimi hakkını kazanmış olmuyor. ODTÜ o hakkı hazırlık sınıfından sonra veriyor.

“Lisans Ön Hazırlık Okulları”nın temel özelliklerini biraz açar mısınız?

Tabii. Öncelikle bu okulların üniversitelerin bünyesinde kurulmasını öngörüyoruz. Bütün il ve ilçe merkezlerinde ihtiyacı karşılayacak biçimde okul ve şubeler açılabilir. Bu okulların amacı, üniversitelerin lisans programlarına alınacak öğrencileri, lisans programlarına geçiş sınavları için hazırlamaktır. Lisans Ön Hazırlık Okullarının eğitim- öğretim süresi bir yıldır. Herhangi bir orta öğretim kurumundan mezun olmuş ve sadece üniversitelerin 4 yıllık lisans ve daha uzun süreli eğitim veren fakülte ve yüksekokullarının ilgili bölümlerinde eğitim- öğretimlerine devam etmek isteyenler istedikleri ilde kayıt yaptırabilir ve bu okulun hizmetlerinden yararlanabilir…  Bu okullarda eğitim, lisans programlarına kayıt için bugün kabul edilen Sayısal, Sözel, Eşit ağırlık ve Yabancı dil alanlarıyla ilgili lise derslerinin sınava hazırlık biçiminde tekrarından oluşur. Ayrıca bu derslere ilave olarak öğrencilerin Türkçeyi kullanma ve kendilerini ifade etmelerine dönük çeşitli sosyal etkinliklerden ibaret bir program uygulanır. Eğer öğrencilerin girecekleri lisans programları bu okula kayıt aşamasında belirlenir ve geçiş sınavı bu programların her biri için ayrı ayrı yapılır ise, aday öğrencilere kayıt yapacakları programın temel becerilerini içeren ilave ders ya da dersler konabilir ve geçiş sınavlarında aday öğrencilere bu derslerden de sorular sorulur.

Lisans Ön Hazırlık Okulları, hazırlık ders programlarının yürütülmesinde üniversitelerin kendi imkanlarından yararlanabileceği gibi, önceden belirlenmiş koşullara sahip MEB’e bağlı ortaöğretim kurumlarından, onların personelinden ve özel öğretim kurumları olan dershanelerden yararlanabilir. Bu okullara kayıt yaptıran öğrencilere, hazırlık öğrenimlerini gündüz, gece ve hafta sonu örgün eğitim biçiminde sürdürme gibi seçeneklerin yanında açık öğretim, interaktif eğitim ya da sadece sınava katılmak biçiminde seçenekler de sunulur ve bunların maliyetine göre bir ücret alınır. Ekonomik durumunun iyi olmadığını belgeleyenlerden her hangi bir ücret alınmaz. Üniversiteler, belediyeler, çeşitli sivil toplum kuruluşları, bu okula kayıt yaptırmış öğrencilere burs verebilir veya tercih edilen hizmet türüne göre öğrencinin ücretini karşılayabilirler. Ücretlerin belirlenmesinde Açık Öğretim Fakültesinin ücretlendirme yönteminden yararlanılır. Lisans Ön Hazırlık Okuluna kayıt yaptıran öğrencilerin bilgileri ÖSYM’de toplanır ve orada değerlendirilir. Bir hazırlık eğitimi döneminde en az bir ya da en fazla bugünkü biçimde dört sınav yapılır ve şu anda uygulanan sistemde olduğu gibi lisans programlarına öğrenciler, aldıkları başarı puanına göre kayıt yaptırma hakkını kazanır. Bir lisans programını kazandığı halde bu programa kayıt yaptırmayanlar, lisans programına giriş hakkını yeniden elde edebilmek için aynı yıl tekrar kaydını yenilemek durumundadır. Kayıt yaptırdıkları dönemde bir lisans programını kazanamayan aday öğrenciler için kayıt yenileme süresi iki yıldır. Bu okullardan mezuniyet, lisans programlarına kayıt için yapılan merkezi sınavı kazanmakla mümkündür. Bunun dışında adaylar, yukarıda belirtilen koşullar içinde kayıtlarını her yıl dönem başında yenilerler. Kayıt yenilemeyenler üniversite öğrencisi sayılmazlar. Sonraki yıllarda da kayıt yenilemeyi tercih edebilirler. Kayıt yenilememe sadece üniversite öğrencisi olma hakkını kaybettirir. Aday öğrencilerin girecekleri lisans programını kayıt yaparken tercih etmeleri gibi bir uygulama yoluna gidilirse, lisans programları ortak özelliklerine göre gruplandırılır ve sınavlar, bu programların hazırlık derslerinin içeriğine göre her bir program için en az bir, en fazla dört sınav olarak yapılır.

SINAVSIZ ÜNİVERSİTE, BU SİSTEMLE MÜMKÜN…

Önerdiğiniz sistemde mevcut sistemden neler kalkacak, neler kalacak? Önerdiğiniz sistemin temel faydalarını nasıl özetlerseniz?

Önerdiğimiz sistem kabul edilirse, yukarıda sıralanan ilkeler doğrultusunda lise son sınıfta merkezi sınava girilmesi ortadan kalkacak, ancak sınavsız öğrenci alan meslek yüksek okullarına kayıt yaptırmak devam edecek. Açık Öğretim Fakültesi için de bu okula kayıt yaptırmak zorunlu olacak. Aynı durum, eğer devletlerarası bir anlaşma kapsamında ülkemize gelmemişse yabancı öğrenciler için de geçerli olacaktır. Onlarda Ön Hazırlık Okuluna kayıt yaptırmak durumundadırlar.

•             Lisans Ön Hazırlık Okullarının uygulamaya geçirilmesiyle merkezi sınav nedeniyle orta öğretime yansıyan olumsuzlukların önemli bir bölümü ortadan kalkacak, lise eğitimi ilgili mevzuatta belirtilen amaçlar doğrultusunda merkezi sınav baskısından uzak biçimde yapılabilecektir.

•             Öğrenci aileleri orta öğretim boyunca sınav nedeniyle karşılaştıkları ekonomik zorluklardan kurtulacaktır. Bugün ortalama her yıl için öğrenci başına 6 bin TL olarak ödenen sınav hazırlık ücreti sadece bir yıl için 500 YTL seviyesine inebilecektir. Ücretlendirmede Açık Öğretim Fakültesi’nin örnek alınmasını öneriyoruz.

•             Bugüne kadar eğitimin niteliği ve niceliğine katkısı tartışmalı olan sınav hazırlık harcamalarını daha verimli kullanmanın yolunu açmış; böylece üniversitelerimize yeni bir gelir kaynağı, ayrıca çok sayıda öğretmenimiz için yeni ve güvenilir bir iş alanı yaratmış oluyoruz.

•             Bugüne kadar getirilen önerilerin tümünde dershanelerin kaldırılması öngörülmekte idi. Biz doğrudan kaldırma yoluna gitmeyerek, burada çalışan 60 bin öğretmen ve diğer personelini sokağa atmıyoruz. Bizim önerimizde dershaneler kendilerinde aranan koşullara sahip iseler Lisans Ön Hazırlık Okullarının şubesi ya da anfisi olarak ilgili üniversite adına hizmet vermeye devam edecektir. Üniversitelerin kendilerinden talep ettiklerini yerine getirmeyen dershaneler, hiçbir biçimde üniversiteye hazırlık kursu açamayacak. Hizmet satın alınan birimlerde denetim ve gözetimi, ilgili üniversite yapacak.

Bu öneriye ne tür eleştiriler geldi?

İki eleştiri geldi: Birincisi liselerin dört yıl olmasından dolayı bu çocuklara bir yıl kaybettirilmesiydi. Bunu liseleri eskisi gibi üç yıla indirerek aştık. İkinci eleştiri üniversitelerin yükünü artırmak biçimindeydi. Evet, üniversitelerin örgütlenme yapısında bir genişleme söz konusu olacak. Ancak bu belirtildiği biçimde üniversitenin asli işi olan akademik faaliyeti doğrudan etkilemeyecek bir durum. Çünkü bu okullar, zaten akademik birimlerle aynı anda, aynı yerde, aynı hocalarla eğitim-öğretim yapan kurumlar olmayacak. Önerimiz, üniversite ile lise eğitimi arasında yaşanan kopukluğu ortadan kaldırmaya dönüktür. Lise, lise olarak eğitim verecek. Üniversitede, üniversite eğitimi verilecek. Bu okullar, bir ara istasyon işlevi üstlenecek. Yönetim ve denetimin üniversitelerce yürütülmesinden amaç, üniversitelerin kendi lisans programlarına alacakları öğrenciler için koyduğu, koyacağı kriterlerin liseye yansımasını önlemektir. Sistem içinde kalarak gerçekçi çözümün bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıntılarını herkesle tartışmaya hazırım.

ÖĞRETMEN ATAMALARINA FRANSIZ MODELİ

Öğretmen atamaları, yol açtığı mağduriyetler nedeniyle eğitim camiasında sürekli yakınma konusu… İlkokul - ortaokul ayrışması sonrasında ortaya çıkan norm kadro güncelleme işlemlerinde “norm fazlası” durumuna düşen öğretmenlerin durumu da yeni bir konu olarak gündeme geldi. Alan değişikliği işlemleri de bir başka konu... Aday öğretmenlerin gözü de KPSS puanına dayalı ilk atamalarda… Tüm bu süreçlerin öğretmen ve öğretmen adayları açısından daha sıkıntısız yürüyebilmesi için neler yapılabilir?

Siz ilköğretimi 4+4 yaptığınızda, 53 bin beşinci sınıf şube öğretmenini açığa çıkarıyorsunuz. Ayrıca okulları ilkokul ve ortaokul olarak dönüştürdüğünüzde diğerlerine kapıyı gösteriyorsunuz. Bunlar insan, bunların da ailesi var, kurulu bir düzenleri var. Bakınız, bir öğretmenin gerçek başarısı, o okulun öğretim süresinin bir yıl fazlasıyla ortaya çıkar. Eğer siz ilkokul 4 yıl diyorsanız, o öğretmenin o okulda beş yıl kalmış olması gerekir, 5 ise 6 yıl. Oysa bizim öğretmenlerimiz sürekli göç halinde. 30 yıllık hizmetlerinde 15-20 okul değiştirenler var. Bir öğretmen çocukları ikinci sınıfa getiriyor, gidiyor. Öğretim süresi bittiğinde başarı ya da başarısızlık hangi öğretmenindir, bunu belirlemeniz mümkün olmuyor. Nakil ve yer değiştirme sistemi tümüyle yanlış. Bu yanlışa bir de bakanlığın aldığı kararlar ekleniyor. Atanamayan öğretmenlere gelince, bunların sorununun çözümü eğitim yatırımlarından geçiyor. İkili eğitimi, birleştirilmiş sınıfları, taşımalı eğitimi, birleştirilmiş branşları (örneğin felsefe grubu gibi) bunları çözerseniz, şu an atanamayanlardan daha fazla öğretmene ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Öğretmen yetiştirme ve atama sistemini KPSS ile değil, Fransa’daki modele benzer bir model ile aşabiliriz. YÖK ve MEB bu konuyu düşünmeli ve bunun üzerinde çalışmalı.

Bakanlığın düşündüğü sistemin sonuçları bakın neler olur?

Bir: Dershaneler kalkmaz daha önemli hale gelir. Dershaneleri yasaklarsanız kayıt dışı eğitim kurumları çoğalır, evlerde özel ders dönemleri başlar.

İki: Boş geçen dersler olduğunda öğrenci MEB’e dava açabilir. Başarısızlığından Bakanlığı sorumlu tutabilir.

Üç: Beden eğitimi, Resim, Müzik gibi temel dersler yapılmaz, yapılamaz.

Dört: Öğrenci üzerindeki baskı azalmadığı gibi artar ve sınav dönemleri yaklaşan haftalarda ders yapılamaz. Sahte raporlar havada uçuşur. Okulun değil, sınava hazırlayan kurumların önemi artar.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.