banner

TEOG ilk adım, asıl reform açık uçlu sınav ve diploma notuna geçiş




TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Fikri Işık:  TEOG ilk adım, asıl reform açık uçlu sınav ve diploma notuna geçiş

TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Fikri Işık, Bakanlığın yeni eğitim-öğretim yılı başında SBS’nin yerine uygulamaya aldığı Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi’ni artı eğitim’e değerlendirdi. Işık, uzun hazırlık süreci merakla takip edilen, buna karşın beklentileri karşılamadığı, aldığı eleştirileri yapılan düzenlemeyi, “devamı gelecek olan önemli bir reformun yalnızca ilk adımı” olarak niteliyor.

Birçok olumsuzluğun sorumlusu olarak görülen SBS’nin yerini alan; önce 8’inci sınıflarda, ardından da 6 ve 7’nci sınıflarda, toplam sayısı 36’ya ulaşacak “Bakanlık gözetiminde” sınavlara dayalı yeni düzenlemenin bir “sistem değişikliği” değil, “uygulama değişikliği” olduğunun altını çizen Işık, “Bizim üzerinde asıl durmamız gereken nokta, ‘çoktan seçmeli’ sınavla çocukları seçip sıralayan mevcut yaklaşımdan nasıl uzaklaşacağımız olmalıdır. Asıl reform ‘çoktan seçmeli’ testten, ‘açık uçlu’ sorulara geçmek ve bütün gelişmiş eğitim sistemlerinde olduğu gibi, diploma notunu esas almak olacaktır. Diploma notunun esas alınacağı bir mekanizmaya geçmedikten sonra, ‘uygulama değişiklikleri’ bizim derdimize çare olamaz. Ben bu son düzenlemeyi diploma notunun esas alınacağı, gelişmiş eğitim modellerine yönelik bir ilk adım olarak görüyorum.” dedi.

TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Fikri Işık, sorularımızı şöyle yanıtladı:

SBS yerine MEB gözetiminde çok sayıda sınav getirildi. Öğrenci üzerindeki sınav baskısının azaltılmasından söz edilirken, çoğaltılan sınav sayısıyla bu nasıl mümkün olacak? Yani düzenleme, bir anlamda kendi çıkış noktasını da gölgeleyen bir hal almış olmuyor mu?

Önce şunu ortaya koymamız gerekir: Bu yeni yapı, SBS’nin yerine gelmedi. O nedenle bu eleştiriye katılmam mümkün değil. Neden değil? Çünkü öğrenci normalde zaten girmesi gereken bir sınava girecek. Sadece bu sınavın özelliği şu: Dersin öğretmeninin kendi hazırladığı soruyla veya okuldaki ortak sınavla değil de, ülke genelinde bir ortak sınav şeklinde yapılacak olması… Ha, ideali bu mu? Hayır, değil. Ama bu arzu ettiğimiz açık uçlu, nesnel ölçme değerlendirmeye dayalı sistemin ilk adımıdır… Bunu bilmeyenler için, dile getirilen bu eleştirilerde haklılık payı olabilir, ama bunu bildiğimiz için söz konusu eleştirilerin önümüzdeki süreçte boşa çıkacağını da biliyoruz. Şu anda eğitim sistemimizin en önemli problemi, öğrencileri sadece ‘çoktan seçmeli’ soru tipiyle seçip sıralıyor olmamızdır. ‘Nesnel’ niteliğe sahip bir ölçme ve değerlendirme mekanizmamız bulunmuyor. Eğitim sistemimizde en fazla üzerinde durmamız gereken nokta bu. Ve maalesef uygulama değişiklikleri, sürekli sistem değişikliği gibi yansıtılıyor. Aslında SBS’nin birden üçe çıkması, daha sonra üçten bire inmesi, bunların hepsi, ‘sistem değişikliği’ değil, uygulama farklılıklarıdır… Oysa bizim üzerinde asıl durmamız gereken nokta, ‘çoktan seçmeli’ sınavla çocukları seçip sıralayan yaklaşımdan nasıl uzaklaşacağımız olmalıdır. Asıl mantalite değişimi, asıl reform; ‘çoktan seçmeli’ testten, ‘açık uçlu’ sorulara geçmek olacaktır.

Bakanlıkça yapılan düzenleme, bu ‘mantalite değişimini gerçekleştirmede ne derece etkili olacaktır?

Sistemimizin en önemli sıkıntısı olan, ‘çoktan seçmeli’ sınavla seçip sıralama uygulaması, okulun merkez, öğretmenin de lider olduğu anlayışını gölgeliyor. O nedenle öğrenciler ve veliler okul dışında alternatif aramaya başlıyorlar. Yıllar içinde dershane sayısında ve dershaneye ödenen paralarda ciddi artışlar olduysa, bunun bir sebebi kişi başına milli gelirdeki artış, bir diğeri insanların çocuklarına daha iyi eğitim aldırma kaygıları ve tabii en önemlisi de bizim uygulamada ‘çoktan seçmeli’ sorularla öğrencileri seçip sıralıyor olmamızdır. Sistemin en önemli açmazı bu idi... Buna karşın bu yıl getirilen düzenlemeyi birkaç aşamada uygulanacak bir sistem olarak düşünmek gerekir. Birinci aşaması, öğrenciyi hafta sonu yapılan bir tek sınavla değerlendirmek yerine, öğrencinin zaten girmek zorunda olduğu sınavlara okulunda ve ders saatinde girmesini getiriyor. Bu bir aşamadır.  Ama burada asıl hedef, açık uçlu sorulara dönmektir. Bununla ilgili olarak Bakanlığın yoğun çalışma yaptığını biliyorum. Dolayısıyla eğer biz okulda öğrencilerimizi  açık uçlu sorularla, nesnel notlarla ölçüp değerlendirme imkanına sahip olursak, o zaman ne SBS sınavına, ne de sadece seçme ve sıralama sınavına gerek kalacaktır.  Bütün gelişmiş eğitim sistemlerinde esas olan, diploma notu değil mi? Biz de Türkiye’de diploma notunun esas alınacağı bir mekanizmaya geçmek zorundayız. Bu olmadıktan sonra, uygulama değişiklikleri bizim derdimize çare olamaz. Ben bu son düzenlemeyi diploma notunun esas alınacağı, gelişmiş eğitim modellerine yönelik bir ilk adım olarak görüyorum. Bu, önemli bir reformun ilk adımıdır. Getirilen uygulama, nihai hedef olan ‘açık uçlu’ sorulara, okul ortamında / öğretmen liderliğinde nesnel bir ölçme -değerlendirme yöntemine yönelik bir ilk adım oldu. Bu mantık bütünlüğünü bilmeyenler için bu eleştirilerde belki haklılık payı olabilir. Ama ben Bakanlığın yaptığı çalışmayı yakinen bildiğim için, önümüzdeki sürece yönelik ciddi anlamda ümitvarım.

Öğrencilerin yeni eğitim-öğretim yılının ardından 1 Ekim’de de TBMM’nin yeni yasama yılı başladı. Nasıl bir yeni eğitim-öğretim yılı ve eğitim alanının geleceğiyle ilgili düzenlemeler yönünden nasıl bir yasama yılı bekliyorsunuz?

Geride kalan eğitim-öğretim yılında Türkiye’de 4+4+4 ile çok önemli bir demokratikleşme modelini yürürlüğe koymuştuk. Bununla seçmeli dersleri sistemin önemli bir parçası haline getirdik. Herkese isteği, ilgisi, yeteneği ve tercihine göre bir alan açtık. O da çok önemli bir adım idi. Ama çok fazla tartışılmadı, ideolojik tartışmanın gölgesinde kaldı. Orada bir de öğrencinin her aşamada tercih değiştirmesinin önünü açtık. Modern dünyada verilen eğitimde artık bu çok önemli. Birçok gelişmiş ülke artık bölüm tercihini üniversite üçüncü sınıfa bıraktı. Dolayısıyla biz de 4+4+4 ile getirilen sistem içerisinde, farklı alanlarda kesinlikle farklı katsayı konulamayacağını belirleyerek, öğrencilerin tamamının üniversitelere girerken tam bir fırsat eşitliğiyle yola çıkmalarını garanti altına aldık. Tabii bu noktada bir diğer önemli adım da, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması oldu. Bu adımlar birlikte değerlendiğinde görülür ki, 4+4+4 aslında çok önemli bir reform olmuştur. Ama ideolojik tartışmaların gölgesinde kaldığı için eğitimciler reformun içeriğini çok fazla tartışmadı. Bundan sonra odaklanmamız gereken artık, eğitimde kalite artışını yakalamaktır. Eğitimde kaliteye yönelik adımları atmadan önce de eğitim altyapısını güçlendirmek durumundayız. Nasrettin Hoca’nın üç duvarı olmayan, ama dördüncü duvarında kilit olan türbesi gibi bir mantık, uzun yıllar maalesef eğitimde hakim oldu. Siz bir tarafta 60 kişilik bir sınıfta ve belki de branş öğretmeni olmayan bir öğretmenle ders yapacaksınız, bir taraftan da ‘eğitimde kalite’den bahsedeceksiniz; bu mümkün değil. Dolayısıyla, AK Parti iktidarı döneminde, 2013 yılı itibarıyla aldığımız yeni öğretmen sayısı 412 bini bulmuştur. Ve bu inanılmaz bir rakamdır…

Öğretmenlerin mesleki yeterliliklerinin geliştirilmesi konusu üzerinde de aynı hassasiyetle durulduğu söylenebilir mi?

O konuda da bu sene önemli bir adım atıldı. Uzun yıllar sonra ilk defa  KPSS’de 15 ayrı branşta öğretmen adaylarına “alan bilgisi” soruları da soruldu. Özel Alan Bilgisi Testi’nin uygulandığı bu 15 branşta “Genel Yetenek” ve “Genel Kültür” soruları puan üzerinde %15’şer, “Eğitim Bilimleri” ise %20 etkili olurken “Alan Bilgisi” soruları %50 etkili hale getirildi. Bu son derece önemli bir gelişme. Ama bana göre bazı branşlarda yetenek sınavları da gelmelidir. Beden eğitimi gibi, resim gibi, müzik dersi gibi ve mesela ses güzelliği isteyen Kuran-ı Kerim gibi alanlarda ek yetenek sınavlarının da gelmesi gerekiyor. Artık biz bu atamaları ideolojik tartışma alanı olmaktan çıkarıp, ülkenin geleceğini hazırlayacak olan öğretmenlerin en titiz şekilde seçilmesi ve belirlenmesi noktasında bir mutabakatla yapmamız lazım.

Öğretmenlerin eğitimi sürecinde “açık uçlu” model tasarımına uygun yetiştirilmeleri konusunda neler yapılıyor? Bu yapılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

MEB, bir süre önce Öğretmen Yetiştirme Strateji Belgesi’ni açıkladı. Orada öğretmen olacaklara yönelik, üniversite öncesine dek uzanan bazı yönlendirici ve özendirici öneriler var. Ben bayağı beğendim. Eğitim Fakültelerinin gözden geçirilmesi, alan derslerinin Fen / Edebiyat Fakültelerinde verilmesi gibi… Mesela branş öğretmenlerinin Fen / Edebiyat Fakültelerinde yetiştirilmesi ve eğitim formasyonunu Eğitim Fakültelerinde almaları gibi pek çok öneri var. Bakanlığın o çalışması –nihai şeklini aldı mı bilmiyorum - çok güzel öneriler içeriyor. Bu alanda da ciddi bir gayret var, ama tabii problem şu: Biz eğitimi ideolojinin dışında değerlendirmek durumundayız.  Eğitim ülkenin geleceğidir. ve biz ülkenin geleceğine ancak ve ancak pedagojik yaklaşabiliriz. Onun için de öğretmen yetiştirmekten, öğretmenlerin performansına ve öğretmenlerin sınıfta liderlik yapmalarına kadar birçok konuda kendilerine ciddi anlamda destek olmak durumundayız. Onun için de hizmet içi eğitimlerin içi boş kavramlar olmaktan çıkarılıp, öğretmenimizin sürekli kendilerini yenilemesine fırsat veren, bu noktada onları teşvik eden, destekleyen bir yapının oluşması da son derece önemli görünüyor.

EĞİTİMDE KAST SİSTEMİ OLUŞTU

Öğretmenin sınıf içi performansının, öğrenciye katkısının sağlıklı şekilde ölçümünü sağlayacak mekanizmalardaki eksiklik de sıkça dile getirilen bir eleştiri… Bu konuda neler söylersiniz?

Zaten şu anda sadece öğretmenlerimizin performansıyla ilgili değil, eğitim sistemimiz ile ilgili nesnel bir ölçme-değerlendirme mekanizmamız da yok. Diğer taraftan Türkiye’de tüm okulların puanına göre kategorize edildiği bir sistemi de yanlış buluyoruz. Yani, bizde normalde öğrencilerin %2’si veya en fazla %5’inin ortaokuldan liseye geçişte Fen Liseleri veya Sosyal Bilimler Liselerine gitmesi, geri kalanların tümünün ise kendilerine mahal olarak en yakın liseye gitmesi mutlaka sağlanmalıdır. Bunu çok önemli bir nokta olarak düşünüyorum. … Öğrenci ilkokula başlarken ve ilkokuldan ortaokula geçerken nasıl kendisine en yakın olan okula gidiyorsa, ortaokuldan liseye geçişte de aynı şekilde bir uygulama söz konusu olmalı… Şimdiki uygulamada bütün Anadolu liseleri kategorize edilmiş durumda. Yani Ankara’daki bütün liselerin taban puanları belli, bütün öğrenciler de o taban puanlara göre tercih yapıyor. Bu nedenle eğitimde inanılmaz bir kast sistemi oluşmuş durumda… Bir ülkede gerçekten zeki, özel yetenekli dediğimiz çocukların ayrılması, belirlenmesi ve onlara yönelik ilave birtakım çalışmaların yapılması bütün dünyanın normal karşıladığı ve yaptığı bir iş, ama bütün öğrencileri sıralayıp tasnif ederek, “Sen 200 puan aldın, şu okula git!”, “Sen 220 aldın”, “Sen 400 puan aldın, şu okula git!” demek son derece yanlış. Bundan vazgeçmek durumundayız… Özel yetenekli çocuklar bütün dünyada toplumun %1’i, bilemediniz %2’sidir, biz %100’ünü tasnif ediyoruz.

DİPLOMA NOTU, BİRÇOK SORUNU ÇÖZECEK!

Nedir bunun çaresi, özel yetenekli çocuklar nasıl ayırt edilecek? Nasıl bir model öneriyorsunuz?

Biraz önce önerdiğim sistemi ortaokulda uyguladığımızda çocuğun diploma notu, özellikle belli dersler ağırlıklı olmak üzere dikkate alınır… Özellikle Türkçe, Matematik, Fen bilgisi gibi derslerdeki başarısı eğer 5 üzerinden 4.80’in üzerinde ise, bu çocukta bir potansiyel olduğu zaten anlaşılır. Onu Fen Lisesi’ne veya Sosyal Bilimler Lisesine yönlendirmek hiç zor değil. Çünkü elinizde nesnel bir veri oluşturmakta olan diploma notu ve ayrıca belli derslerdeki başarısı da mevcut olacaktır...

Bu nitelikte öğrencileri Fen veya Sosyal Bilimler liselerine yönlendirmede sınav bile gerekmez, onu mu söylüyorsunuz?

Evet, sınav bile gerekmez. Benim anlattığım bu sistemi oluşturun, ondan sonra da bu çocuğu sınava alın… %0.1 bile sapma olmaz… Dolayısıyla sınav kaldırıldığında örneğin Ankara Fen Lisesi, “Benim 200 kontenjanım var” deyip müracaatları alır, bunlar arasından diploma notu en yüksek olan 200 öğrenciyi alır; kimse de çıkıp “Bana haksızlık yapıldı!” diyemez. Ya da şu da olabilir: “Ben diploma notu 4.80 üzerinde olan öğrenciler arasında sınav yapacağım!” der ve bunu yapar…  O da problem değil. Ve eminim ki, sıralama yine değişmez…

Milli Eğitim Bakanı değişikliklerinde her defasında neredeyse aynı noktadan yola çıkılıp, farklı uygulamalara doğru adım atılması, eğitim camiasında eleştiri konusu oluyor. Bu son adımın kararlı bir kurumsal yönelim olduğu konusunda toplumu ve eğitim camiasını nasıl ikna edeceğiz?

Bir kere şunu söyleyeyim: Türkiye’de özellikle nesnel bir not verme, ölçme/değerlendirme mekanizması olmadığı için merkezi sınavlar ağırlık kazandı. Bu AK Parti iktidarıyla olan bir şey değil, ondan önce de var olan ve ilk çıkışında “Kimse kimsenin hakkını yemesin!” anlayışıyla getirilmiş olan bir yapıdır… Ha, bu neyi getirdi? Sınavların güvenliği veya alınan derecelerin adaleti, eğitimin içeriğinin çok önüne geçti. Ve biz eğitimde ciddi bir içerik kaybı yaşadık. Şu anda konuştuğumuz bu olayın özü şudur:  Bütün gelişmiş eğitim sistemlerinde, özellikle ortaokuldan liseye geçişte ve liseden üniversiteye geçişte en önemli şey diploma notudur.  Yani sınav yapan ülke sayısı çok az artık. Onlar da özel yetenekli çocuklara yönelik olarak yapıyorlar bu sınavları, bütün çocukları kategorize etmek için değil… Dolayısıyla konuştuğumuz konu olan SBS’nin (geçmişte Hüseyin Çelik’in Bakanlığı döneminde) birden üçe çıkarılması, bana göre çok iyi niyetle yapılmış bir şeydi. Siz 15 yaşında, tam ergenlik dönemindeki çocuğu tutuyor, bir tek sınavla bütün geleceğini şekillendiriyordunuz… Bu adil değildi. Bunun üç yıla yayılması, sınav stresini azaltması bakımından doğruydu. Ben o gün savunduğuma bugün yanlış diyemem, ama ne oldu? Bu, ülkenin ekonomik durumundaki gelişmenin de etkisiyle dershaneleri patlattı ve çocuklar 6. Sınıfta dershaneye gitmeye başladılar. Bu konuyla ilgili olarak Hüseyin Bey’e soruşturma önergesi verildiğinde ben savundum kendisini…

Daha sonra Nimet Hanım Bakan olunca üç sınav uygulamasından vazgeçti… Vazgeçti, ama çok akıllı bir uygulama daha yaptı. SBS’nin kapsamını sadece 8. Sınıf konularıyla sınırladı. Yani kimse çocuğunu 6. - 7. Sınıfta dershaneye göndermesin dedi…  Çünkü tam oyun çağında çocuk dershaneye gidiyor. Bu noktada eğitim ile öğretim arasındaki farkı asla gözardı etmemek gerekir. İlkokul, ortaokul, hatta lisenin bir kısmı, eğitimin çok daha ağırlıklı olmasını gerektiren bir dönemdir.  Bildiğiniz gibi, çocuklarda olumlu davranış değişikliğine biz “eğitim” diyoruz. Yoksa bilgi her zaman alınır. Bu anlayış doğrultusunda Türkiye’de sistem değişikliğinin olmazsa olmazı da, ‘açık uçlu’ soruya geçiştir. İşte artık bu yola girildi. Bu sene yapılan düzenleme bunun ilk adımını oluşturuyor. Şu anda imkânlar dolayısıyla, altyapı hazır olmadığı için yine ‘çoktan seçmeli’ sınav yapılıyor, ama hedef açık uçlu sınav yapmaktır. Bunları on yıl önce konuşmuş olsaydık, uygulaması teknolojik açıdan çok kolay olmayabilirdi. Çünkü okullarda internet bağlantısı problemimiz vardı, pek çok konuda sıkıntı olabilirdi. Ama bugün artık teknolojinin önümüze sunduğu imkânları daha rahat kullanabiliyoruz. Onun için bugün çok daha nesnel bir ölçme ve değerlendirme sistemi kurma şansımız daha yüksek

Son söz olarak özellikle vurgulamak istediğiniz bir nokta var mı?

Eğitim, sonuç alma açısından en uzun vadeli alandır. Eğitimde atılan adımlar bugünden yarına meyve vermez. Ak Parti iktidarı döneminde en fazla yatırımı ve bütçeyi eğitime veriyoruz. Eğitim kadromuz 800 bini geçti. “Efendim, çoğu personel!..” İyi işte, personelsiz, öğretmensiz eğitim düşünülebilir mi? Bu 800 binin 700 küsur bini de öğretmen. 2002 yılında 310 bin olan derslik sayısına Türkiye geçen süre içinde 180 bin derslik daha ilave etti. Bu derslikleri ilave etmeden eğitimde kaliteden bahsedemezdik, derslik başına öğrenci sayısını makul bir sayıya indirmeden kaliteden bahsedemezdik. 45-50-60 kişilik sınıflar yok artık. Benim seçim bölgem olan Kocaeli’de derslik başına öğrenci sayısı 30’un altına düştü. Ve hedefimiz bunu 25’e doğru çekmek. Türkiye ortalaması da şu anda 30 öğrenci civarındadır. Ama problem şu: Göç alan şehirlerde bu sayı 30’un üzerinde, göç veren şehirlerde ise 30’un altında bulunuyor. Dolayısıyla eğitimde sonuç almak biraz zaman gerektiriyor. Onun için şu anda atılan adımların meyveye dönmesi biraz zaman alacaktır. Bunu sabırla beklemek zorundayız.  Ben şuna inanıyorum: Sistemin tümünü içine alacak şekilde, ölçme ve değerlendirme noktasında iyi bir mekanizma oluşturursak, ben eğitimde bundan sonra kalite anlamında daha hızlı mesafe alacağımıza; PISA sınavlarında, TIMSS sınavlarında her seferinde birkaç basamak daha yükseleceğimize inanıyorum.

Türkiye’de öğretmenimiz şu anda mutlu değil... Sadece ekonomik sebeplerle değil. Mutlu olmamasının en önemli nedeni, öğrettiği bilgiye çocukların, “Bu benim işime yarar!” diye bakmaması ve çareyi sürekli dışarda aramasıdır. Bu durum bizim okulumuzu eğitim sisteminde merkez olmaktan çıkardı. Öğretmeni de sınıfın lideri olma pozisyonundan çıkarıyor. 

ÖĞRTEMENLERİN YARIŞACAĞI BİR SİSTEM

“Öğretmenin kendisinin merkez olduğu bir sistem, öğretmeni en mutlu eden sistemdir. Böyle bir yapı içinde çalışmak, öğretmen açısından maddi destekten daha önemli olacaktır. Öğretmenin öğrenciyi eğittiği, ama ölçme ve değerlendirmenin öğretmen dışında gerçekleştirildiği bir sisteme geçildiğinde tüm öğretmenler kendi aralarında da ister istemez bir yarışa gireceklerdir. Bu da son derece önemli bir konudur.  O tür bir yapı içerisinde, atıyorum, Mamak’taki bir ortaokulu ele alalım… Bölge çocuklarının devam ettiği, sınıf dağılımlarının rastgele yapıldığı bu okulda bir sınıfın matematik ortalaması diyelim ki 45, bir başka sınıfın ise 60 çıktı… Bu sınıflar arasındaki en önemli fark, sözünü ettiğimiz yapı tam olarak oluştuğunda, öğretmenin öğrencilerine olan katkı düzeyinde kendini gösterecektir. Onun için da öğretmen, diğer öğretmenle mukayese edileceği için daha fazla gayret gösterecektir.”

İLK 100’E GİRMİŞ ÖĞRENCİ, KOMPOZİSYON YAZAMIYOR!

Dershaneye olan talebi düşürmek amacıyla yapılan düzenlemede “merkezi” sınav gibi stres düzeyi yüksek bir yola girilmiş olması, dershanelere yönelimi tam tersine artırmaz mı?

Şöyle: Burada asıl olması gereken noktaya doğru bir ilk adım atıldı. Bizim kesinlikle testten vazgeçmemiz gerekiyor. Olur mu? Olur… Bakın, ben ODTÜ Matematik Eğitimi mezunuyum. Bize orada testin bir sınav sistemi içerisindeki ağırlığının %20’yi geçmemesi gerektiği öğretildi. Sebebi şudur: Test bilgiyi ölçer, ama derinliği ölçemez… ‘Çoktan seçmeli’ uygulama bizim eğitim sistemimizde seçme ve sıralamamızın %100’ünü kapsadığı için öğrencinin derinliğini ölçemiyoruz, yorumunu alamıyoruz, ona bir kompozisyon yazdıramıyoruz. İlk 100’e girmiş öğrencimiz bırakın kompozisyon yazmayı, iki paragrafı bir araya getirmede dahi sıkıntı çekiyor. Ve hep 4-5 şıklı bir dünya oluştu artık. Bu bizim eğitim kalitemizde ciddi yaralar açıyor. Çok basit bir örnek vereyim size: Bir çocukluk arkadaşım şu sıralar öğretmen ve aynı zamanda idareci olarak görev yapıyor. Sohbetimiz sırasında bana dedi ki: “Sosyal bilimlerde bir soru sordum çocuklara: Bir ülkenin ormanları yok olursa ne olur?, Çocuğun cevabı, ‘Çok kötü olur!’ İşte bu bu ‘derinlik’ düzeyi, dört şıktan birini seçme anlayışının sonucu... Bu anlayış eğitim sistemimizde analitik düşünmeyi, yorum yapmayı, analiz/sentez yapmayı, değerlendirme yapmayı büyük ölçüde sınırlayan bir anlayış… . Bu sistemde ne şair yetişir, ne de sanatçı… Onun için şu anda şair yetiştirmekte, edebiyatçı, sanatçı, müzisyen yetiştirmekte, ressam yetiştirmekte zorlanıyoruz.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.