Logo

Üniversiteler 4+4+4'e karşı seslerini yükseltti

Kategori: Gündem
Salı, 20 Mart 2012 18:37 tarihinde oluşturuldu



Milli Eğitim Komisyonu’nda kabul edilen 4+4+4 zorunlu eğitim modeli önümüzdeki hafta Meclis’te görüşülecek. Türkiye’nin en köklü üniversitelerinin Eğitim Fakülteleri Ve Akademisyenleri tarafından hazırlanan  4+4+4 Kanun Teklifine İlişkin Görüşler’in tamamını burada bulacaksınız.

4+4+4 eğitim sistemi hakkında görüş bildiren üniversiteler sırasıyla Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi, ODTÜ Eğitim Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Maltepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi.

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin Görüşü

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne İlişkin Görüşü

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Fakülte Kurulu olarak TBMM Başkanlığına sunulan, 5.1.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nden büyük endişe duymaktayız. Kanun teklifi, insan hakları, eğitim bilimleri ve psikolojinin temel ilke ve bulguları ile çağdaş eğitim anlayışı açısından aşağıda belirtilen sakıncaları ve sorunları içermektedir:

1. Önerilen 4+4+4 modeli eğitim hakkına erişimi engellemektedir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre temel eğitim, her Türk vatandaşının yasal hakkıdır ve devlet eliyle parasız verilir. Bu eğitim, Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 4., 5., 6., 7., 8., 9. ve 12. Maddelerinde ifade edilen “genellik ve eşitlik”, “ferdin ve toplumun ihtiyaçları”, “yöneltme”, “eğitim hakkı”, “fırsat ve imkan eşitliği”, “laiklik” ve “süreklilik” ilkelerine uygun olmalıdır. Oysa kanun teklifi ile farklı toplumsal gruplar ve tabakalardan çocukların eğitim hakkı engellenmekte, eğitimde eşitlik ilkesi zedelenmektedir. Kanun teklifi, 8 yıllık temel eğitimi fiilen 4 yıla indirerek kız çocuklarının, yoksul çocukların, köy çocuklarının ve engelli çocukların üst öğrenime devam etme olanaklarını ortadan kaldırmaktadır. Tasarı, çocuk işçiliğini, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayırımcılığı, sınıfsal ayrışmayı, köy-kent kutuplaşmasını teşvik etmekte, çocukların toplumsallaşarak bütünsel ve çok yönlü gelişiminin önünü kapatmaktadır. Genel olarak tasarı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Uluslararası Çalışma Örgütünün çocuk işçiliğinin önlenmesine dair kararları, UNESCO Eğitimde Ayrımcılığa Dair Sözleşme’nin birçok hükmünü göz ardı ederek insan hakları ihlallerine yol açmaktadır.

2. Zorunlu ilköğretime başlama yaşının 1 yıl erkene alınması ve bunun sonucu olarak okulöncesi eğitimin zorunlu eğitimin dışına çıkarılması çocuğun gelişim ve eğitimine ilişkin bilimsel verilere uygun değildir. Bu yaş çocuklarının çoğu öz bakım gereksinimlerini bile kendi kendilerine karşılayabilecek, temel eğitime hazır olmalarını sağlayan fiziksel ve zihinsel gelişimi gösterecek düzeyde olmayabilir. Daha önce denenmiş ve sakıncaları nedeniyle vazgeçilmiş olan bu yaklaşımın yeniden gündeme getirilmesi uygun değildir. Okul öncesi eğitime verilen önem ve sağlanan gelişmeler göz ardı edilmeyerek okul öncesi eğitim (60-72 ay) zorunlu temel eğitim kapsamında ele alınmalı, ancak 72. ayını tamamlamış çocuklar ilköğretime başlamalıdır.

3. Mesleki yöneltmenin erkene alınması sakıncalıdır. Erken mesleki yönlendirme çocukların temel eğitim ile hedeflenen “bütünsel gelişimi”ni engelleyicidir. Çocukların yetenek, ilgi, özellik ve değerlerini tanıyarak yaşam hedefleri ve beklentilerinin belirgin ve tutarlı hale gelmesi ancak ergenlik döneminin sonunda gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle erken tercih sakıncalıdır. Gelişim psikolojisi alanında yapılan araştırmaların bulguları, ergenlik ve gençlik dönemlerinin giderek daha ileri yaşlara kaydığı yönündedir. Son yıllarda “gecikmiş ergenlik”, “uzatılan gençlik” gibi kavramlar ile işaret edilen bu durum, kariyere yönelik belirleyici meslek seçimi ve tercihlerin 17-18 yaşlarına kaydırılmasını gerekli kılmaktadır.

Ayrıca iş yaşamı artık tek bir alanda “uzmanlaşma”yı değil, transfer edilebilir becerileri ve genel yeterlikleri talep etmektedir.

4. Önerilen yeni sistem mevcut öğretmen yetiştirme koşullarına uygun değildir. Mevcut öğretmen yetiştirme sistemi içinde okul öncesi dönem, 1-5. sınıflar, 6-8. sınıflar, 9-12. sınıfların öğretmenleri farklı bölümlerde ve farklı pedagojik ilkelerle yetiştirilmektedir. Kanun teklifinin getireceği sistemde, öğretmenler lisans düzeyinde aldıkları eğitimin hedeflediği yaş grubundan farklı bir grubun eğitimini üstlenmek zorunda kalacaklardır. Her yaş kümesinin özellikleri farklı pedagojik ilkeleri gerektirmektedir. İlk dört sınıfın öğretmeninin hem okul öncesi hem sınıf öğretmeni olarak görev yapması sakıncalıdır.

5. Yaygın Eğitimin örgün ortaöğretim kapsamında yer alması temel eğitim ve zorunlu eğitim yaklaşımına uygun değildir. Kanun teklifinde Hayatboyu Öğrenme kapsamında yer alması gereken yaygın eğitim, zorunlu ortaöğretimin bir parçası olarak ele alınmıştır. Oysa yaygın eğitim çeşitli nedenlerle örgün eğitimin dışında kalanlara sağlanan eğitimdir. Yaygın eğitimin örgün ortaöğretimin içinde düşünülmemesi gerekir. Zorunlu eğitimi bu şekilde esnekleştirmek –örgün veya yaygın eğitim kurumları yoluyla sunmak- eğitimde eşitliği zedelediği gibi bu teklifte zorunlu eğitim gerçekte 12 yıla çıkarılmamaktadır.

6. Yüksek Öğretim kurumlarına giriş ile ilgili maddeler çelişkili ve bilimsellikten uzaktır. Kanun teklifinde “ortaöğretim bitirme başarı notu” ve “başarı puanının yüzdesi” gibi ayrıntıları belirleyen maddeler kanunla düzenlenmektedir. Bu durum bir diğer maddede belirtilen “Yüksek öğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemlerine ilişkin usul ve esasların Yüksek Öğretim Kurulu’nca belirleneceği” ifadesi ile çelişkilidir. Ayrıca yüksek öğretim kurumlarına giriş ve ortaöğretim başarı puanının belirlenmesine ilişkin maddeler bilimsel temelden yoksundur.

7. Kanun Teklifinde FATİH Projesinin Kamu İhale Kanununun kapsamı dışına çıkarılması yanlıştır ve etik değildir. FATİH Projesi kapsamında yapılacak mal ve hizmet alımlarının Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında bırakılması, kamu yararına uygunluk ve devlet bütçesini koruma konularında denetime ve hesap verilebilirliğe uygun olmayan uygulamalara yol açacaktır. Ayrıca, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamının dışında tutulmasını gerektirecek yasal ve kuramsal bir gerekçe yer almamaktadır. Kamu İhale Kanunu dışında tutulacak bir mal ve hizmet alımı, yüksek bütçeli “FATİH” Projesinde şaibelere neden olabileceğinden ve kamu vicdanında rahatsızlık yaratacağından bu tekliften kesinlikle vazgeçilmelidir. Projenin niteliği ve pedagojik değeri yeterince tartışılmadan ve denenmeden gelecek 15 yılın denetim dışı biçimde ipotek altına alınması, kamu yararı açısından giderilmesi mümkün olmayan maddi ve manevi olumsuz sonuçlara yol açacaktır.

Sonuç olarak, yukarıda belirtilen gerekçe ve nedenlerle 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi geri çekilmelidir. Eğitim sistemimizdeki tüm yeniden düzenleme çalışmaları “sistem yaklaşımı” çerçevesinde, bilimsel bakış açısıyla ve özellikle eğitim bilimlerinin ışığı altında Milli Eğitim Bakanlığı, Üniversiteler ve demokratik kitle örgütleri başta olmak üzere bütün ilgili tarafların etkili bir işbirliğine dayalı olarak ele alınmalıdır.

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin Görüşü

Konu: 5.1.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi

Bir ülkedeki eğitim sistemi ve bunun uygulanmasını içeren model değişiklikleri, ancak daha önceki sistem ve uygulamalar bilimsel değerlendirmelerle ele alınıp gelişim ve değişimin zorunlu olduğu saptanırsa, gerekli olabilir. Böyle bir bilimsel değerlendirmeye dayanmayan değişiklikler, insan gücü açısından olduğu kadar ekonomik açıdan da savurganlığa neden olur. Bu çerçeve içinde, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi aşağıdaki gerekçelerle ilgili Kanun Teklifi’nin geri çekilmesini önermektedir.

1. İlköğretim öncesi verilen okulöncesi eğitim, insan gücü açısından etkin olan ülkelerde zorunlu olup çağ nüfusunun % 100’ünü kapsamaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı 2010-2011 istatistiklerine göre Türkiye’de bu oran % 43.10’dur. Hedefimizin bu oranı % 100’e ulaştırmak olması gerekir. Okulöncesi eğitimin amacı,

a. Tüm çağ nüfusuna, ilköğretime ön koşul oluşturan bilgi ve becerileri kazandırmak b. Uluslararası ve ulusal araştırmaların 50 yıldır gösterdiği üzere eşitlik ilkesi çerçevesinde, sosyo-ekonomik düzey farklarını ortadan kaldırarak okullaşmaya ön koşul oluşturan becerilerde çocukları eşit hale getirmektir. Okulöncesi eğitimin tüm çağ nüfusuna zorunlu olarak iletilmemesi, okullaşma süreçlerine hazırlık açısından alt sosyo-ekonomik düzeyden gelen çocuklar aleyhine, onarılması güç eşitsizlikler oluşturacaktır.

2. Önerilen 4+4+4 modelinin ilk kademesi olan 4 yıllık eğitim kavramı hiçbir bilimsel temele dayanmamaktadır. Bilimsel araştırmalara göre çağ nüfusu bilişsel gelişim açısından ayrıştırıldığında, 7-11 yaş somut işlemler, 12 yaş üstü ise soyut işlemler dönemleri olarak belirlenmiştir. Dördüncü sınıftaki bir çocuğun, somut işlemler döneminin tam ortasındayken ilköğretimin ikinci kademesine geçmesi, bilimsel veriler ve bulgulara ters düşmektedir. Ayrıca, çocukların soyut işlemler dönemine girmeden bir öğretim kademesini tamamladığı hiçbir gelişmiş ülke bulunmamaktadır.

3. İlköğretim birinci kademeden sonra, öğrencilerin açık öğretim ve evde eğitim gibi olanaklarla da öğretim görebilme önerisi, özellikle alt sosyo-ekonomik düzeyden gelen kız ve erkek çocuklarını okullaşma süreci dışına çıkaracak ve şu anda çağ nüfusunun % 98’inin yer aldığı ilköğretim eğitimi içinde bulunma oranını, bu gruplar aleyhine düşürecektir. Bir ülkenin insan hakları açısından görevi, ilköğretimde çağ nüfusunun tümünü kapsaması iken önerilen modelde bu ilke büyük tehlike altına girmektedir. Böyle bir eşitsizlik, insan hakları açısından olduğu kadar insan gücü niteliğinin düşmesi açısından da eleştiriye açıktır.

4. Ayrıca, okullaşma yalnız bilişsel gelişimin ‘olmazsa olmazı’ değil, aynı zamanda sosyalleşme süreçlerinin gerçekleştiği, çocuğun birey olarak toplum içinde etkin iletişim ve etkileşimi öğrendiği süreçleri kapsar. Sosyal ve duygusal gelişim, okullaşma süreci içinde önemli yer tutar. Bu nedenle, erken dönemde bu sosyal ortamın dışındaki seçenekler yalnız bilişsel gelişime değil, aynı zamanda da sosyal ve duygusal gelişime de ket vuracaktır.

5. Farklı özellikleri olan çocukların kaynaştırma kavramı içinde eşit ortam ve eğitim olanakları ve içeriğine sahip olmaları amaçlanırken, önerilen modelde bu çocukların da büyük çoğunluğu ilk 4 yıl sonunda okullaşma sürecinden mahrum olabilir. Bu durumun, yukarıda sözü edilen insan hakları ve eşitlik ilkelerinde sorunlar oluşturması beklenir.

6. Önerideki ikinci 4 yılın mesleki ve teknik yönlendirmeyi içermesi, bilimsel açıdan kabul edilir bir seçenek değildir. On yaşındaki bir çocuğun ilgi, yeti, bilgi ve becerileri, kalıcı bir hale gelmemiştir. Bilimsel veriler, bu alanlardaki değişmezliğin ergenlik dönemi sonunda bile oluşmadığını açıkça göstermiştir. On yaşındaki çocukları ömür boyu çalışacakları alanlara yöneltmek, bilimsel açıdan olası değildir. Bilimsel veriler ilgi, bilgi, yeti ve becerilerin 15 yaşlarında bile kararlılık göstermediğini ve kaygan bir zeminde olduğunu saptamıştır. Bu nedenle 9-10 yaş gibi bir gelişim döneminde, çocukları bu tür seçimleri yapmaya zorlamak, hiç bir bilimsel veri ve sonuçla bağdaşmamaktadır.

7. On iki yıllık zorunlu eğitim bu taslağın bilimsel temellere dayanan ve insan gücü niteliği açısından önem arz eden bir önerisidir. Ancak, bu eğitimin zorunlu olması yanında genel ve çağın gerektirdiği temel eğitim yaklaşımını içermesi, önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Unutulmamalıdır ki en iyi mesleki eğitim etkin bir genel eğitim üzerine kurulabilir. Toplumun çeşitli kesitlerinin farklı tercihleri, zorunlu ve genel eğitim içinde zengin bir seçmeli dersler havuzu çerçevesinde karşılanmalı ve bir insan hakkı olan eğitim, tüm çağ nüfusunu içine alacak bir bütünsellik göstermelidir.

Eğitim sistemimizde yapılacak değişikliklerin bilimsel veriler ışığında gerçekleşmesi, farklılıklar açısından büyük kaynak, enerji ve birikimi içinde barındıran toplumumuzun insan gücünü donanımlı hale getirmemizde etkin olacaktır. Eğitim Fakültesi’nde çalışan bilim insanları olarak bu konudaki duyarlılığımızı, dayandığı bilimsel temeller ışığında iletiyor, bu olguyu gerçekleştirme gücüne toplum olarak sahip olduğumuzu düşünüyoruz.

Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin Görüşü

Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ne İlişkin Görüşü

Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi, 20.02.2012 tarihinde TBMM Başkanlığı’na verilen ve 23.02.2012 tarihinde Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ni değerlendirmiştir. Fakültemiz söz konusu kanun teklifinin, aşağıda belirtilen sakıncaları göz önünde bulundurarak geniş katılımlı bir süreçle yeniden ele alınmasının isabetli olacağı görüşündedir. İlgili kanun teklifi; 1.Temel eğitimi, -dünyadaki örneklerin aksine- 4+4+4 şeklinde, program ve okul türleri açısından farklı öğretim programlarına dayalı olarak yapılandırmaktadır. 2.İlgileri ve yetenekleri henüz ayrışmamış, somut işlemler dönemini tamamlamamış, mesleklere yönelik tutum ve ilgileri gelişmemiş olan öğrencileri dördüncü sınıfın sonunda yönlendirmektedir. 3.İkinci kademe okulları arasındaki nitelik sorunları nedeniyle yeni bir ulusal sıralama sınavı ihtimali oluşturarak, çok küçük yaşlarda özel dershanelere olan talebi artırma riski yaratmaktadır. 4.İkinci kademenin mesleki eğitim programları ve çıraklıkla ilişkilendirilmesi nedeniyle dördüncü sınıfın sonundaki çocukların çıraklığa ve işçiliğe yönlendirilmeleri riski doğurmaktadır. 5.Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitime dayalı olarak yenilenen öğretim programlarının değerlendirilmeksizin yeniden tasarlanmasına yol açmaktadır. 6.Okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla yapılan girişim ve yatırımlara rağmen, okulöncesi eğitimi zorunlu hale getirmemektedir.

Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin Görüşü

05.01.1961 Tarih 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne İlişkin Görüşler Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fakülte Kurulu, TBMM ilgili Komisyonu’nca ve kamuoyunca tartışılan ve 4+4+4 Kesintili Eğitim olarak bilinen “05.01.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” teklifini, bilimsel ve mesleki sorumlulukları gereği değerlendirerek, değerlendirme sonuçlarını paylaşmaya karar vermiştir. Değerlendirmelerde, bilimsellik, çocukların gelişim özellikleri ve kamu yararı esas alınmıştır. Görüşlerimiz özetle aşağıda sunulmuştur: 1. Sekiz yıllık zorunlu eğitim ilk defa 1974 yılında 9. Milli Eğitim Şurası’nda önerilmiş ancak 1997 yılında uygulamaya konulabilmiştir. 2. Mevcut eğitim sistemimizin birçok sorunu vardır ve geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır: Okul öncesi eğitim süreci de dahil olmak üzere her kademede okullaşma oranları yetersizdir. Eğitim hedefleri istenen düzeyde gerçekleştirilememektedir. Öğrenciler, dershane ve okul arasında sıkışıp kalmıştır. Sınav odaklı eğitim sisteminde gerek ortaöğretime, gerek yüksek öğretime geçiş sınavlarına hazırlanan öğrenciler, oldukça zorlanmalı bir süreç yaşamaktadırlar. Bu zorlanmalı süreçte öğrencilerin ruh sağlığının olumsuz etkilendiği, bazı davranış ve uyum sorunları ile yüksek sınav kaygısı yaşadıkları görülmektedir. 3. İlgili Kanun teklifinde, ilköğretime başlama yaşı bir yıl öne (beş yaş = 60 ay) alınmakta ve okul öncesi eğitime vurgu yapılmamaktadır. İlköğretim sürecinden önce ve bu sürecin dışında yapılanan okul öncesi eğitimin temel amacı, çocukları ilköğretime hazırlamak ve ilköğretim için gerekli becerilerin kazandırılmasında önemli fırsatlar sunmaktır. Yurtiçi ve yurtdışında yapılan bilimsel çalışmaların sonuçları, okul öncesi eğitim almış çocukların, bu eğitimi almamış akranlarına kıyasla hem ilköğretime daha iyi uyum sağladıklarını hem de üst öğrenim basamaklarında daha başarılı olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla, genel olarak dünyadaki birçok ülkede en az 72 aylık çocukların ilköğretime başlatılmaları ve ilköğretim öncesinde okul öncesi eğitim uygulamaları bir tesadüf

Değildir. Kaldı ki; 1983-1985 eğitim-öğretim yıllarında beş yaş çocuklarının ilköğretime alınmalarının denendiği ve bu uygulamanın başarısızlıkla sonuçlandığı da bilinmektedir.

4. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre, her yıl yaklaşık 1.400.000 çocuk ilköğretime başlamaktadır. Çocukların ilköğretime beş yaşında başlaması, yasanın uygulamaya konulacağı öğretim yılında yaklaşık 2.800.000 çocuğun ilköğretim birinci sınıfa başlaması anlamına gelmektedir. Aynı sayı giderek üst sınıflara yansıyacaktır. Bu durumun birçok sorun yaratacağı ve eğitimin niteliğini de düşüreceği açıktır. Ayrıca bu uygulama, birinci sınıfta 60 ve 72 aylık çocukların aynı sınıfta eğitilmelerini de gerektirecektir. Oysa, 60 ve 72 aylık çocuklar zihinsel, bedensel, sosyal - duygusal ve kişilik özellikleri bakımından birbirinden oldukça farklıdır ve çocuğun, bütün yönleriyle hızla gelişmekte olduğu çocukluk yıllarında, çocuklar arasındaki üç ay gibi bir süre bile çok önemli bir farklılık olarak görülmektedir.

5. Temel eğitim her yurttaşın hakkıdır ve her yurttaşa temel eğitim sunmak da devletin görevidir. Temel eğitim, her çocuğa okuma yazma öğretme, güzel yazı yazma becerisi kazandırma, dört işlemi yapabilme; problem çözme, bilimsel, analitik ve eleştirel düşünme becerileri kazandırma, soru sormayı ve sorgulamayı öğretme; okula, okumaya ve kitaba karşı olumlu tutum geliştirmeye yardımcı olma, kitap okuma alışkanlığı kazandırma; iletişim becerileri kazandırma, kendisine, başkalarına ve farklılıklara saygı duyma, önyargısız olma; ulusal ve evrensel değerleri benimseme, temel insan haklarına saygı duyma; çalışmanın erdem ve emeğin önemli bir değer olduğuna inanma; her bireyin kendi özelliklerinin farkında olmasını sağlama, meslekleri ve üst öğretim kurumları ile programlarını tanıtma vb. niteliklerinin kazandırıldığı bir eğitim sürecidir. Başka bir deyişle, temel eğitim, iyi bir yurttaş yetiştirme, bireylere yurttaşlık kültürü kazandırma sürecidir. Bu nedenle, temel eğitim kesintili olamaz, tüm bireyler için ortak olmalı ve örgün eğitim kurumlarında gerçekleştirilmelidir. 6. Önerilen kesintili 4+4+4 eğitim sürecinde, ilköğretimin ikinci kademesinde okul türlerinin çeşitlenmesi birinci kademeden sonra bir seçme ve

yerleştirme sınavının da yapılacağı anlamına gelmektedir. Böylece çocuklarımız sınav kaygısını daha erken yaşlarda yaşayacaklar ve bu sınava hazırlanmak için dershanelerle daha erken tanışacaklardır. 7. Meslek tercihi ve meslek eğitimi, temel ve genel eğitimden sonra

yapılmalıdır. Sağlıklı bir meslek tercihi, çocuğun kendi ilgisini, yeteneklerini, değerlerini, kişilik özelliklerini tanıması; meslekleri, mesleğin gerektirdiği eğitimi, istihdam olanaklarını ve koşullarını tanımasıyla mümkündür. Yapılan araştırmalar, ergenlerin ilgilerinin 17-18 yaşlarında kararlılık göstermeye başladığını, bununla birlikte sürekli değiştiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla gelişmiş birçok ülkede ve özellikle Avrupa ülkelerinde mesleki yönlendirmenin orta öğretimin son yıllarında yapılması bir tesadüf değildir. 8. 4+4+4 Kesintili Eğitim modeliyle ilgili yasa teklifinin gerekçesi olarak, mevcut sekiz yıllık kesintisiz eğitim sisteminde “… birinci sınıf öğrencilerinin üst sınıflardaki öğrencilerin olumsuz davranışlarına maruz kaldıkları…” bu nedenle böyle bir yasa teklifine ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir. Bu iddiaları kanıtlayan bir araştırma bulgusu olmamakla birlikte, iddiaların doğru olduğu kabul edilse bile, bu iddialar önerilen yasa teklifinin gerekçesi olamaz. Zira, küçük yaştakilerin üst sınıflardaki öğrencilerin olumsuz davranışlarına maruz kalmalarını önlemek amacıyla, tüm bireyler için ortak, zorunlu ve kesintisiz sekiz yıllık eğitim sistemi içinde, ilköğretim 1.- 5. sınıflar ile 6.-8. sınıflar eğitimlerini farklı mekanlarda sürdürebilir.

9. Eğitim; bir ülkenin, bir toplumun kaderini tayin eder. Eğitim, gündelik siyasi tartışmalar içinde heba edilecek bir alan değildir. Eğitimde yapılacak yeni düzenlemeler, reformlar, başta siyasi partiler olmak üzere, eğitimciler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, medya vb.

tüm toplum kesimleri tarafından yeterince tartışıldıktan sonra olabildiğince geniş bir mutabakat ile yapılmalıdır. 4+4+4 Kesintili Eğitim ile ilgili yasateklifinin henüz kamuoyunca yeterince tartışılmadığı, çok farklı görüşlerin ve eleştirilerin olduğu izlenmektedir. Bu durum ülkemizin geleceği ile ilgili çeşitli kaygıları beraberinde getirmektedir. 10.Sonuç olarak, bilimsel temellerden uzak ve çocukların gelişim özelliklerine uygun görünmeyen, fırsat eşitliğine ve kamu yararına aykırı görünen söz konusu yasa teklifinin geri çekilmesi gerektiği, bunun yerine, eğitimin temel sorunlarının çözülmesi için daha çağdaş, daha demokratik, insanodaklı bir eğitim sisteminin yapılandırılması amacıyla tüm tarafların sürece katılması ve geniş bir mutabakata varılması gerektiği düşünülmektedir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fakülte Kurulu

ODTÜ Eğitim Fakültesi'nin Görüşü

“İLKÖĞRETİM VE ORTAÖĞRETİMİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI”

ODTÜ EĞİTİM FAKÜLTESİ GÖRÜŞÜ

20 Şubat 2012’de TBMM Başkanlığı’na sunulan ve 23 Şubat 2012’de Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” üzerinde toplumun çeşitli kesimlerinden yoğun görüş ve öneriler gelmiş ve önce teklifin sevk edildiği alt komisyonda, daha sonra da genel komisyon toplantılarında teklif çeşitli değişikliklere uğramıştır. Bu süreçte mesleki eğitime yönlendirme, zorunlu eğitime başlangıç yaşı, ilköğretimin ikinci yarısında ayrıştırılmış programlar ve eğitim süreçleri üzerinde yoğun tartışmalar olmuş ve teklif bu konularda yeniden biçimlendirilmiştir. Eğitim Fakültesi olarak teklifin ilk kapsamı ve daha sonra değişen kapsamı üzerinde bilimsel ilkeler ışığında değerlendirmeler yaptık; kamuoyuna ve ilgili makamlara duyurduk. Kanun teklifinin bütünü ve çeşitli maddeleri üzerinde yaptığımız değerlendirmeye ek olarak, ilköğretimin ve ortaöğretimin yeniden yapılandırılması ve eğitim niteliğinin arttırılması konusunda bir öneri ortaya koymanın önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Aşağıda bu önerinin ana hatları gerekçeleriyle birlikte sunulmaktadır.

1. “5 yaş grubu için okul öncesi eğitim zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır.” Okul öncesi eğitim, ülkemizdeki sosyoekonomik eşitsizlik ve farklılıkların azaltılması, özellikle düşük sosyoekonomik çevrelerden gelen çocukların okulda daha fazla kalmasının sağlanması ve okuldaki başarısının arttırılması, yükseköğretime devam etmesi ve iş yaşamlarında daha etkili ve verimli olmaları için gereklidir. Beyin araştırmaları, okul öncesi eğitimin çocukların beyin kapasitelerini geliştirdiğini, çocukların duygusal, zihinsel, motor ve dil gelişimlerine önemli katkı sağladığını, çocukların ilköğretime daha kolay uyum sağlayarak ileriki eğitim aşamalarında daha başarılı olmalarına yardımcı olduğunu göstermektedir. Her çocuğun okul öncesi eğitime devam etmesi, çağdaş toplumlarda bir insan hakkı olarak görülmektedir ve bu karar aileye bırakılmayacak kadar önemlidir. Beş yaşını (60 ay) bitiren her çocuk okul öncesi eğitimden yararlanmalı ve bu eğitimin maliyeti sosyal devlet ilkesi gereği devlet tarafından karşılanmalıdır. Okul öncesi eğitimin fayda-maliyet analizleri bu yatırımın karşılığının ekonomik açıdan kat kat alındığını göstermektedir. Bu nedenle 5 yaşından küçük çocukların da kademeli olarak okul öncesi eğitimden yararlanmalarını sağlamaya yönelik stratejilerin de geliştirilmesi gerekmektedir.

2. “İlköğretime başlama yaşı 6 yaş (72 ay) olmalıdır.” Kanun teklifinde ilköğretime başlama yaşının 5 olması öngörülmüş ancak daha sonra bundan vazgeçildiği belirtilmiştir. Her ne kadar artık kanun teklifinde yer almasa da ilköğretime başlama yaşının neden en az 6 yaş (72 ay) olması gerektiği konusunda bilimsel verilere dayalı açıklamalar yapmakta yarar vardır. Çocukta hafızayı öğrenme amacıyla etkili kullanma, mantıklı düşünme, yorum, bir işi başından sonuna gerçekleştirebilme yetileri altı yıldan sonra gerçekleşir. Altı yaş öncesi çocuğun beynindeki bilişsel yapılar okul temelli akademik öğrenme için henüz gelişmiş değildir. Altı yaş öncesi dönemde dikkat süresi kısa olduğu için okullardaki 40 dakikalık derslerde bu çocukların oturmaları ve dikkatlerini derse vermeleri mümkün değildir. Bu nedenle çocukların dikkat dağınıklığı, disiplinsizlik, dinleme bozukluğu gibi etiketlendirmelere maruz kalmaları ve bu durumun sonraki eğitim yaşantılarını derinden etkilemesi olasıdır. İlköğretime başlama yaşının belirlenmesi konusunda çocuğun zihinsel gelişimi yanında fiziksel, sosyal ve psikolojik gelişimini de dikkate almak gerekir. Zihinsel olarak gelişmiş olmanın yanında sosyal yönden kendini ifade edebilmesi, diğer çocuklarla üretken ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesi, gerektiğinde bir takımın parçası olabilmesi, gerektiğinde liderlik yapabilmesi ve haklarını koruyabilmesi gerekir. 6 yaş öncesi çocukların okumayı öğrenmeleri, bu çocukların ilköğretime başlamak için yeterli zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olgunluğa ulaştığı anlamına gelmez. Literatür erken yaşta ilköğretime başlayan çocukların ilk yıllarda olmasa bile 4. ve 5. sınıftan itibaren akademik gelişme açısında sorunlar yaşadığını ortaya koymaktadır. Dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğunda çocuklar ilköğretime 6 yaşında başlamaktadır. İskandinav ülkelerinde çocuklar 7 yaşında (84 ay) ilköğretime başlarlar ve eğitimde aldıkları başarılı sonuçlar ortadadır. Az sayıda ülkede ilköğretime başlangıç yaşı 5’tir. Bu ülkelerden İngiltere’de ilköğretime başlama yaşının 6’ya çıkarılması yönünde ciddi öneriler vardır ve bunlar meclis gündeminde de tartışılmaktadır. Erken yaşta ilköğretime başlayan çocukların okula uyum ve sağlıklı sosyal ve psikolojik gelişim açısından sorunlar yaşamaktadırlar. Sonuç olarak, ülkemizde ilköğretime başlama yaşı 6 (72 ay) olarak yıllardır uygulanmaktadır ve bununla ilgili bir sorun yaşandığı konusunda bilimsel veriler yoktur. Bu nedenle okula başlama yaşının 6 olarak devam etmesi önerilmektedir.

3. “İlköğretimin ilk kademesi en az 5 yıl olarak düzenlenmelidir.” Kanun teklifinde 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim 4 yıllık iki kademeye ayrılmaktadır. İlk kademenin neden 4 yıl olduğuna ilişkin teklifte bir gerekçe yer almamaktadır. Bu sürenin 4 yılla sınırlandırılmasının bilimsel bir temeli olmadığı gibi, gelişmiş ülkelerde de görülen yaygın bir uygulama değildir. Birçok ülkede ilköğretimin kademelendirilmesinde 5+3, 6+2, 6+3 modelleri kullanılmaktadır. Bu tür bir kademelendirme gelişimle ilgili bilimsel ilkelere de aykırıdır. Gelişimle ilgili bilimsel veriler çocukların somut işlem dönemini 6-11 yaş olarak ortaya koymaktadır. 12 yaştan itibaren çocuklar soyut işlem dönemine geçtikleri için öğrendikleri kavramların ve becerilerin düzeyinde bir farklılık olması doğaldır. 4+4 modelinin ilk kademesi çocukların somut işlem döneminin ortasına denk gelmektedir. Bu modele bir de zorunlu eğitime başlama yaşının 5’e alınması teklifi eklendiği zaman çocukların gelişimsel olarak bir dönemi tamamlayamadan ilk kademeden mezun olmaları (9 ya da 10 yaşında) ve daha soyut ve üst düzey eğitim vermeyi amaçlayan ikinci kademeye gitmeleri anlamına gelecektir. Bu nedenle 8 yıllık zorunlu eğitimin uygulamada karşılaşılan sorunlar nedeniyle iki ayrı kademeye ayrılması gerekirse, ilk kademenin en az beş yıl sürmesi, gerek gelişimle ilgili bilimsel ilkelere gerekse gelişmiş ülkelerdeki kademelendirmeye uygun olacaktır.

4. “İlköğretimin 9 ve ortaöğretimin 3 yıl olarak düzenlenmesi seçeneği tartışılmalı ve değerlendirilmelidir.” Ortaöğretimin 4 yıla çıkarılması ile ilk yıl (9. sınıf) ortak bir program çerçevesinde tüm öğrenciler için standart hale getirilmiştir. Bu ilk yılın programı ortak olduğundan ilköğretim kapsamına alınması ve böylece ortaöğretimin ilk yılından itibaren

farklı programlara ya da okullara ayrışmanın gerçekleşmesi sağlanabilir. Bu durumda ilköğretimin 9. yılı aynı zamanda bir yönlendirme yılı olacaktır. Ortaöğretim ise üst düzey akademik eğitim sağlayan 3 yıllık kurumlar haline gelecektir.

5. “İlköğretim düzeyinde eğitim programları dil, matematik, fen ve sosyal bilimler, sanat, spor gibi alanlara dayalı olarak tanımlanan ve eğitilmiş bireyden beklenen temel yeterlikler çerçevesinde düzenlenmeli ve çocukları bu yeterliklere uygun olmayan programlara ayrıştırmadan kaçınılmalıdır.” Her çocuğun kendi potansiyelini, becerilerini ve özgüvenini geliştirmek, toplumun üretken bir bireyi olmak ve aynı zamanda bağımsız düşünebilen, sorgulayabilen ve sorun çözebilen bir birey olabilmek için bilimsel bilgiler ve ilkeler doğrultusunda düzenlenmiş derslerden ve etkinliklerden oluşan bir temel eğitim ihtiyacı ve hakkı vardır. Kanun teklifinin ilk taslağında ilköğretimin ikinci kademesinde farklı programlar ve eğitim alternatifleri öngörülmüş ve bu şekilde çocukların açık öğretim, mesleki eğitim, evde eğitim gibi alternatiflere olanak sağlanması amaçlanmıştır. Taslağın daha sonraki metinlerinde ikinci kademe düzeyinde ayrıştırmadan vazgeçilmiş ve öğrencilerin farklı ihtiyaçlarının, özelliklerinin ve tercihlerinin seçmeli dersler ve programlar yoluyla karşılanması öngörülmüştür. Programlarda seçmeli dersler yoluyla esneklik olması ve öğrencilerin ihtiyaçlarına ve özelliklerine göre farklı ilgi alanlarında seçmeli dersler alması doğaldır ve günümüzdeki uygulamada bu tür seçmeli derslere yer verilmektedir. Ancak ikinci kademede öğrenci ilgilerine ve özelliklerine cevap veren seçmeli derslerin ötesinde kapsamlı alternatif programlara yer verilmesi durumunda bu zorunlu temel eğitim ilkesine aykırı bir durum ortaya koyacaktır. Bu nedenle kanun teklifinde yer alan “seçmeli dersler” kavramının ne anlama geldiği açık hale getirilmeli ve çocukların alacağı seçmeli derslerin sayısına bir sınırlama getirilmelidir. Bu konuda bizim önerimiz her dönem 2 seçmeli dersi geçmeyecek biçimde bir düzenlemenin yapılması ve bu şekilde temel ve sürekli zorunlu eğitim ilkesinin seçmeli dersler yoluyla ihlal edilmemesidir.

6. “Mesleki eğitim ortaöğretimin ikinci yarısına ve ortaöğretim sonrasına ötelenmelidir.” En iyi mesleki eğitim kapsamlı ve nitelikli bir genel eğitimin üzerine verilen mesleki eğitimdir. Artık günümüzün meslekleri sabit becerilerden çok değişen teknolojiye ve koşullara uyum sağlayabilen ve kendini sürekli geliştirebilen bireylere ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle geleneksel olarak ortaöğretim düzeyinde 3 ya da 4 yıl olarak verilen mesleki eğitimin geçerliliği azalmıştır. Nitekim bu okulların mezunlarının kendi meslek alanlarındaki istihdamı düşük (%7) düzeydedir. Bu nedenle mesleki eğitimin, kanun teklifinin ilk taslağında olduğu gibi daha erken yaşlara (ilköğretimin ikinci kademesi gibi) alınması mesleki eğitimdeki gelişmelere de ters bir durumdur. Artık eğitim dünyasında hemen hemen herkes 10-11 yaşlarında bir çocuğu mesleki eğitim ya da genel eğitim dışı bir kanala yönlendirmenin en temel insan hakkına aykırı olduğu konusunda birleşmektedir. Mesleki eğitim açısından ön planda gelen Almanya ve Avusturya’da bile erken yaşta ayrıştırmanın sınıfsal ayrımları derinleştirdiği ortaya çıkmış ve bu ayrıştırmanın daha geç yaşlara alınması yönünde ciddi çalışmalar başlatılmıştır. Sonuç olarak tüm gelişmiş ülkelerde mesleki eğitimin başlangıç yılını geciktirme doğrultusunda bir eğilim varken genel eğitimden taviz verecek biçimde

çocukları erken yaşlarda mesleki eğitime yönlendirmek doğru değildir. Bu öneri ortaöğretim düzeyinde mesleki eğitime hiç yer verilmeyeceği anlamına gelmez. Aşağıda 8. maddede önerildiği gibi bazı mesleklere ilişkin beceriler ortaöğretim düzeyinde seçmeli programlar, dersler ve işyerinde eğitim uygulamalarıyla öğretilebilir ve ortaöğretim sonrası iş yaşamına atılmayı düşünen öğrencilere temel eğitimin ana unsurlarından yoksun kalmadan iş becerilerinin kazandırılması sağlanabilir. Bu uygulamaların sanayi ile işbirliği içinde modüler olarak düzenlenmesi ve çağın gerektirdiği bilgi ve becerilere yer vermesi gerekir.

7. “Okullar arasındaki nitelik farklılıklarının giderilmesi gerekmektedir.” Ortaöğretim düzeyinde yer alan kurumlar arasındaki nitelik farklılıkları ortaöğretime geçiş konusunda yaşadığımız sorunların temelini oluşturmaktadır. Aynı durumun iki kademeye ayrılması durumunda ilköğretimin ikinci kademesinde de ortaya çıkması olasılığı büyüktür. Bu durumda birinci kademeden mezun olan öğrenciler daha nitelikli ikinci kademe okullarına gitmek için bir yarışma içine girecekler ve ortaya çıkan yüksek talep SBS gibi sıralama sınavlarının uygulanmaya başlamasına neden olacaktır. Bu tür sınavların öğrencileri dershane yönlendirdiği ve sınav odaklı eğitimi ön plana çıkardığı bilinmektedir. Böyle bir durumun ilköğretimin birinci kademesini de sınav odaklı hale getirmesi ve öğrencileri küçük yaşlarda dershanelere yönlendirmesi mümkündür. Bu nedenle ilköğretimi iki kademeye ayırmanın önündeki en büyük risklerden biri okullar arasındaki potansiyel nitelik farklılıklarıdır. Bu tür bir sorunun yaşanmaması için ilköğretimi iki kademeye ayırmayı belirli bir plan çerçevesinde yapmak ve bu süreçte ikinci kademe okulları arasındaki nitelik farklılıklarını azaltmak önemli bir strateji olmalıdır. Aynı durum ortaöğretim kurumları için de söz konusudur. Ortaöğretim kurumları arasındaki büyük nitelik farklılıkları, daha iyi kurumlara olan talebi arttırmış ve bu kurumlara gidecek öğrencileri belirlemek için OKS, SBS türü sınavlar uygulanmaya başlanmıştır. Bu tür bir seçme sistemi eğitimin sınav odaklı olması ve öğrencilerin yoğun biçimde dershaneye gitmeleri sonucunu doğurmuştur. MEB SBS’den vazgeçileceğini belirtmektedir. Bu ancak ortaöğretim kurumları arasındaki nitelik farklılıklarının giderilmesi ile mümkündür.

8. “Ortaöğretim düzeyindeki okullar arasındaki çeşitliliğin azaltılması gerekmektedir.” Ortaöğretim düzeyinde 50’den fazla okul türü vardır. Her bir alan için ayrı bir okul açmak yerine farklı ilgilerin ve tercihlerin seçmeli dersler yoluyla karşılandığı çok programlı ortaöğretim yaklaşımı benimsenerek ortaöğretim kurumları arasındaki çeşitlilik azaltılabilir. Böylece aynı okulda okuyan öğrenciler için de farklı seçmeli derslerin ve etkinliklerin sunulduğu zengin öğretim ortamları oluşacaktır. Bu düzeydeki çeşitliliğin mesleki eğitimi de kapsaması ve genel eğitim kapsamında seçmeli dersler yoluyla öğrencilerin belirli mesleklere ilişkin beceri kazanmalarının sağlanması gerekir. Böylece üniversiteye devam etmeyecek olan öğrenciler ek bir mesleki eğitim kursu ile bir işe yerleşebilirler. 1980’li yıllarda uygulanan Lise Mezunlarına Meslek Edindirme (LIMME) Projesi lise mezunlarına kısa sürede meslek kazandırabileceğine ilişkin önemli bir gösterge olmuştur. Genel eğitim üzerine bu becerileri kazanan öğrenciler çeşitli iş sektörleri tarafından meslek lisesi mezunlarına göre daha fazla tercih edilmişlerdir. Bu tür bir program

zenginliği çok amaçlı lise kavramına uygundur ve ortaöğretim kurumları arasındaki ayrışmayı da azaltacaktır. Bu kapsamda ortaöğretim kurumları genel liseler, çok amaçlı liseler (mesleki ve teknik eğitimi kapsayan) ve fen liseleri biçiminde üç kategori altında yeniden yapılandırılabilir.

9. “Yükseköğretime geçiş, ilköğretim ve ortaöğretimde niteliği arttırmaya katkıda bulunacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.” Kanun teklifinde yükseköğretime geçişte ortaöğretim başarı puanının doğrudan (ağırlıklandırılmış ortaöğretim başarı puanı yerine) yükseköğretime giriş sınav puanına eklenmesi önerisi yer almaktadır. Ortaöğretim kurumları arasındaki nitelik farklılıkları azaltıldığı takdirde öğrencilerin bitirme notlarının birbiriyle karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi mümkün olacaktır. Bu anlamda kanun teklifinde getirilmek istenen kural yerindedir ancak bu kuralın uygulamaya konması için belirli bir zaman dilimi belirlenmeli ve bu süreçte okullar arası nitelik farklılıklarının en aza düşürülmesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Ortaöğretim kurumları arasındaki farklılıklar giderilinceye kadar ağırlıklandırılmış başarı puanlarının kullanılması daha sağlıklı olacaktır. Yükseköğretime girişte uygulanana testler, ortaöğretim süreçlerini ve anlamlı öğrenmeyi olumsuz etkilemektedir. Öğrenciler kendilerini teste daha iyi hazırlayacağı düşüncesiyle dershanelere yönelmekte ve okula verilen önem azalmaktadır. Uygulanan test öğrenci seçimini güvenilir bir süreçte yapmayı başarmaktadır ancak ortaöğretim programlarının kazanımları ve eğitilmiş bireyden beklentiler dikkate alındığı zaman geçerliliği oldukça düşük bir sınavdır. Bugün uygulandığı biçimiyle bu testlerin götürüsü getirisinden çok daha fazladır. Bu nedenle yükseköğretime girişte uygulanan testlerde köklü değişikliklere gidilmesi kaçınılmazdır. Bu testlerde sınırlı kazanımları ölçen çoktan seçmeli sorular yerine PISA testindeki sorulara benzer üst düzey düşünme becerilerini ölçen sorulara yer veren testler geliştirilmesi ve bunların ortaöğretim programlarının kazanımlarıyla yakından ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Daha geçerli testler oluşturma yanında ortaöğretim başarı puanını daha yüksek oranda dikkate almak (ortaöğretim kurumları arasındaki nitelik farklılıklarının giderilmesiyle birlikte) ve böylece okul eğitimine verilen önemi yeniden tesis etmek gerekmektedir.

10. “Eğitim sistemindeki değişiklikler bilimsel veriler ışığında gerçekleştirilmelidir.” Eğitim sistemindeki yapısal değişiklikler tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Gerek ortaöğretime gerekse yükseköğretime giriş konusunda yapılan değişiklikler (OKS, SBS, ÖSS, LYS, vb.) teste ve ezbere dayalı eğitim sistemi sorununun çözümü konusunda hiçbir ilerleme kaydedememiştir. Yapılan her değişiklik öncesi bu tür gerekçeler öne sürülmüş ve sistemdeki sorun kullanılarak yeni uygulamalara geçilmiştir. Ancak yapılan bu değişiklikler de sorunun bir parçası olmaktan ve sorunu büyütmekten başka bir işe yaramamıştır. 2004 yılında başlatılan öğrenci merkezli yeni programlar ise her ne kadar arkasında yer alan kavramlar çerçevesinde olumlu ise de sistemde söz verilen köklü değişim gerçekleşmemiştir. Tüm bu sorunların arkasında bilimsel araştırmalara dayanmayan ve eğitimcilere güvenmeyen reform çabaları yer almaktadır. Bu tür değişimler ilgili çevrelerde bilimsel araştırma sonuçlarına göre ayrıntılı bir biçimde çalışılmalı, tartışılmalı ve ortaya konan önerilerin olgunlaşmasına zaman

verilmelidir. Eğitim sisteminde iyileşme önemli ölçüde öğrenme ve öğretme sürecinin değiştirilmesine bağlıdır ve bu da sistemde yer alan tüm aktörlerin (politikacılar, yöneticiler, öğretmenler, veliler ve öğrenciler gibi) kapsamlı ve uzun soluklu bir çabasını gerektirmektedir.

Sonuç olarak, eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasında aşağıdaki öneriler dikkate alınmalıdır.

1. 5 Yaş grubu için okul öncesi eğitim zorunlu olmalıdır.

2. İlköğretime başlama yaşı 6 yaş (72 ay) olmalıdır.

3. İlköğretim dokuz yıl olup 6+3 veya 5+4 şeklinde düzenlenmelidir ve ortaöğretim üst düzey akademik eğitim sağlayan 3 yıllık kurum olarak yeniden organize edilmelidir.

4. İlköğretimin ikinci kademesinde seçmeli dersler olmalı ancak, her dönem 2 seçmeli dersi geçmeyecek biçimde düzenlenmelidir.

5. Mesleki eğitim ortaöğretimin ikinci yarısına veya ortaöğretim sonrasına ötelenmelidir.

6. Okullar arasındaki nitelik farklılıklarının giderilmesi gerekmektedir

7. Ortaöğretim kurumları genel liseler, çok amaçlı liseler (mesleki ve teknik eğitimi kapsayan) ve fen liseleri biçiminde üç kategori altında yeniden yapılandırılmalıdır.

8. Yükseköğretime geçiş, ilköğretim ve ortaöğretimde niteliği arttırmaya katkıda bulunacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.

Saygılarımızla,

ODTÜ-Eğitim Fakültesi

16 Mart 2012

Maltepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nin Görüşü

Okul Yaşının İndirilmesine İlişkin Görüşler

Prof. Dr. Ayla Oktay

Maltepe Üniversitesi –Eğitim Fakültesi

İlköğretimin yeniden yapılanmasına ilişkin kanun teklifinin görüşüldüğü ve tartışıldığı bu günlerde gazete televizyonlarda okula başlama yaşının indirilmesine ait tekliflerin de yer almaya başladığı ve bunun da komisyonda görüşüldükten sonra kanunlaşacağına dair bilgiler gelmeye başladı.

İlköğretime başlama insan yaşamındaki en önemli dönüm noktalarından biridir.

Çocuk, eğer anaokuluna gitmemişse, evden ilk kez ayrılacak, anne ve aile dışındaki yetişkinlerle ilk kez gün boyu birlikte olacak, daha önemlisi kendi yaşıtı çocuklarla birlikte olmayı ve onlarla baş etmeyi öğrenecektir. Buna birinci sınıfta öğretilecek olan okuma –yazma ve hayat bilgisi, matematik konularını da eklersek, birinci sınıfta çocuktan beklenenlerin onun için hiç de kolay görevler olmadığını söyleyebiliriz. Burada çocuktan dinlemesi, anlaması ve söylenenleri yeri ne getirmesi beklenmektedir. Ayrıca insanlar arası ilişkiler açısından yapması gerekenler ve uyması gereken kurallar da vardır. Artık vaktinde okula gelme, ödev yapma, gün boyu kendisinden beklenenleri yerine getirme sorumluluğunu da kazanmak durumundadır.

Genelde dünya ülkelerine baktığımızda çocukların programlı öğretime başlama yaşı 5 ile 7 arasında değişmektedir. Erken okullaşma yapılan ülkelerde (örnek; İngiltere) programlar, sınıf ortamları ve öğretmenlerin kullandıklar yöntemler, çocuğun zorlanmadan 1-2 yıl içerisinde okuma yazmayı öğrenmesine fırsat verecek şekilde düzenlenmiştir. Bireysel eğitim ön plandadır. Çocuğun öğrenirken herhangi bir kırıklığa, uğramasını önleyecek esnek yaklaşımlar benimsenmiştir. Okula başlama kriterleri ise ülkenin nüfus yapısına, ekonomik durumuna, iklim ve coğrafi koşullara, çocuğa verilen değere, çocuğun özelliklerine göre değişmektedir.

Ancak en yaygın okula başlama zamanı 6 yaş olarak görünmektedir. Bu 6 yaşın gelişimsel olarak özel bir dönem olması kadar, çocuğun ilköğretimin taleplerine cevap vermek için gerekli yeterlilikleri kazanmış olması ile de ilgilidir. Zira yapılan araştırmalar, programlı öğretime hangi yaşta başlanırsa başlansın okul için yeterli ön hazırlığa ulaşmamış çocukların varlığına işaret etmektedir.

Çocukların ilköğretimin başlangıcında sahip olması beklenen yeterlilikler de ülkeden ülkeye bazı değişiklikler gösterse de, genelde evden ve anneden gün boyu ayrılabilme, başka çocuklarla bir arada çatışma olmadan birlikte olabilme, gün boyu yabancı bir yetişkinle birlikte olabilme ve onun dediklerini dinleme, anlama ve yerine getirmeyi başarabilme çoğunlukla öne çıkmaktadır. Bunların başarılabilmesi de kuşkusuz çocuğun evde ve okul öncesi kurumda aldığı eğitime çok bağlıdır. Bu nedenle, günümüzde çocukların okul öncesi eğitim hizmetinden yararlanmaları da ülkelerin kalkınmışlık kriterleri arasında yer almaktadır.

Türkiye okul öncesi eğitimin gelişmesine yönelik çalışmalarını özellikle 1992 (Okul öncesi Eğitim Genel Müdürlüğü kurulması) yılından bu yana giderek arttırdı. Bu gün gelinen noktada, 60-72 aylık çocukların %60’ını okullaştırmayı da başardı.

Milli Eğitim Bakanlığı, stratejik planında 2013 yılında bu alandaki okullaşmanın %100’e çıkarılacağını hedeflemiştir. Bu hedefin gerçekleşmesi, çocuklar arasında fırsat eşitliği konusunda ortaya çıkabilecek farklılıkları da büyük ölçüde dengeleyecektir. Bu da tüm çağ nüfusunun yakın fırsatlarla okula başlamasına neden olacaktır. Bir alt yaşın okul öncesi eğitimden yararlanma oranları henüz %20’lerin üzerine çıkabilmiş değildir. Okul yaşının bir yıl erkene alınması, ilköğretimin beklediği ön yeterlilikleri kazanma konusunda istenen düzeye henüz gelememiş çocukların okula gönderilmelerine sebep olacaktır. Bu da ilköğretime uyumu, okul başarısını, daha da önemlisi çocuklarda ortaya çıkabilecek okul korkusu, vb psikolojik sorunların artmasına ve çocukların okulla ilgili ilk tecrübelerinin başarısızlık olmasına neden olabilecektir.

Günümüz dünyasında çocuklar doğdukları andan itibaren çeşitli uyaranların etkisi altındadırlar. Bilgisayarlar, televizyonlar, çevrede yer alan yazılı ve görsel malzemeler erkenden çocuğun yaşamına girmektedir. Bu nedenle çocukların okula daha erken başlamaları düşünülebilir. Ancak çocuklarda herhangi bir kırıklık yaratmadan onların ilköğretime uyumlarını hedefliyorsak, mevcut koşulların mutlaka değiştirilmesi çocuğun başarılı olması için gerekli düzenlemelerin de yapılması şarttır. Bu düzenlemeler, okul programlarının yenilenmesinden, okul ve sınıf ortamlarının, bu çocukların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmesini, öğretimin küçük grup veya bireysel yapıya dönüşmesini olduğu kadar, öğretmenlerin bu yaş çocuklarının özellikleri hakkında bilgilendirilmelerini, dolayısı ile öğretmen eğitimi programlarının da değişmesini gerekli kılmaktadır. Bunlar da bir günde olup bitecek konular değildir. Bu yolda yapılacak planlamalar uyarınca zaman içinde gerçekleşebilecek konulardır.

Hatırlanacak olursa Türkiye geçmişte de böyle bir uygulamayı kısa zamanda gerçekleştirmeyi denedi ve başarısız oldu. O dönemde Altı yaş uygulaması olarak adlandırılan uygulamada da aileler, okullar, öğretmenler ve çocuklar için hiçbir hazırlık yapılmadığı gibi, yeni ders programları da ancak II. yarıyıldan sonra hazırlanabildi. Sonuncunda pek çok aile çareyi çocuklarını okuldan almakta buldu. Bundan da en çok yıl okula erken başlatılan çocuklar zarar gördü. Önümüzde böyle bir olumsuz örnek varken aynı uygulamayı yeniden gündeme getirmenin kime ne yarar sağlayacağının düşüldüğünü anlamak mümkün görünmemektedir. Bu nedenle önerimiz, okul öncesi eğitimin zorunlu olması uygulamasının devam ettirilmesi ve 60-72 aylık çocukların tümü bu hizmetten yararlanmaya başladıktan sonra, bir alt yaş için de okullaşmanın arttırılması çalışmalarına hız kesmeden devam edilmesidir. Ancak her iki yaş grubunun okullaşması tamamlandıktan sonra ilköğretime başlama yaşının değiştirilmesi ile ilgili önlemler üzerinde düşünülebilir.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.