banner

Satı Bey’den Bakan’a mektup!




Dr. Ali Akdoğan

ali_akdogan_tasHavaların soğuduğu, rüzgârın soğuğun etkisini artırdığı aralık ayının son günlerinde tarihi bir gezinti amacıyla Fatih Çarşamba’daki Saip Paşa Konağı'na gittim. 1910-1911 döneminde Dârülmuammilat-ı Aliye (Öğretmen Okulu) olarak kullanılan ama şimdilerde pastane olarak hizmet veren konakta, hemen hemen hiç boş yer yoktu. Neredeyse tamamen ıslanmış kabanım beni ısıtmaktan çok üşütüyordu. Bu halimle yer bulmaya çalışırken, durumumu fark eden yaşı haylice ilerlemiş birinin beni masasına davetiyle karşılaştım. Oturduktan sonra bu ahşap masa ve tek bir boş sandalyeden başka oturacak yer olmadığını fark ettim. “Merhaba” dedim ve yer için teşekkür ettim.
Bir iki sohbetten sonra ne iş yaptığımı ve burada ne aradığımı sordu. Ben de öğretmen olduğumu aylık yayınlanan bir eğitim dergisi için yılı değerlendiren bir yazı yazmam gerektiğini düşünerek gezintiye çıktığımı söyledim. Kendisinin de eğitimci bir kişi olduğunu 1880’de Yemen’in Sana şehrinde doğduğunu , II. Meşrutiyet döneminde eğitimle ilgilendiğini, eğitimle ilgili eserleri bulunduğu ve önemli görevler yaptığını belirtti. Aradan geçen bunca zamana rağmen halen eğitimin sorunlarının değişmemesinden, önerdiklerinin ve yaptıklarının değer görmemesinden yakındı. Ve benden bir ricada bulundu. Sonradan Satı Bey olduğunu öğrendiğim bu kişinin dönemin bakanına iletmek üzere verdiği mektubunu dilerse eğitim dergisinde yayınlayabileceğimi belirtti. Aşağıda kendisinin eğitimle fikirlerini yansıtan mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Sayın Bakan,
Öncelikle Türk milli eğitiminin sorumluluğunu üstlenen zat-ı alinizin, nedenli önemli, gerekli ve zor bir görevi üstendiğinizi belirtmek isterim. Bizim dönemde Osmanlılar pek çok devletten ve kavimden geri kalmış, üstelik ilerleme ve yenileşmeye uymayıp karşı durarak bunu sürdürmüşlerdi. Bütün bunlara rağmen yaşadığımız dönemin sorumluluğunu üstlenerek bir toplumun gelişmesinin ancak eğitimle mümkün olacağını, Batıya ulaşmanın çağdaş medeniyeti kavramanın yolunun ancak Yeni Mektepten geçeceğini savunmuştum. Zira bundan biraz söz etmemin sebebi hem yaşadığımız dönemde neler olduğunu anlatmak hem de bunun ışığında bugünü anlamaya ve geleceğe ilişkin bazı söylemlerde bulunmak içindir. Bizim yaşadığımız dönemde yenileşme hareketlerinden önce ülkemizde Ortaçağ Avrupası’nın zihniyeti vardı. Medreseler kelime ve mantık oyunlarıyla me’lub bir zümre aydın; tekke ve tarikatlarda mutasavvıf (geri) kafalı başka bir zümre yetiştiriyordu. Ben o zamanlar toplumun dünkü ve bugünkü sorunlarını inceliyor, batılı bir anlayış içerisinde o zihniyetle çareler arıyordum. Batılıların yanlış yolda olmadıklarını ancak eksikleri olabileceğini daima savunuyordum. Bu dönemde batılıların zeka ve yetenekler bakımından bizden daha fazla üstünlükleri olmadığına, onların başarılarının çalışma tarzları ve düzenlerinden, eğitimlerinden geldiğine inanmaktaydım. Benim yaşadığım dönemde aydınlarımızın bir kısmı ümitsiz ve azimsizdi. 1910 Yılında çıktığım Avrupa gezisinde en büyük kazancım ümit oldu. Avrupa’da yaptığım gezinin çoğunu araştırma ve incelemelere ayırdım. Tecrübelerimden Avrupa medeniyetini iktibas ve temsile çalışmak, ümran ve irfana müteallik icraat (bilmeyle ilişkili eylem) ve ıslahata (yenileşmeye) önem vermek ve bu hususlarda fikri takip ve faaliyet göstermek gerektiğine inandım. Tam da bu sırada Balkan’larda bozguna uğradıktan sonra vatan fikrinin eğitimin ne denli önemli bir unsur olması gerektiğine kanaat getirdim. Halkımızın savaşın topsuz, tüfeksiz olanına, fikri ve içtimai (sosyal) savaşa girmeleri gerektiğine öncülük etmek istedim. Beşiği sallayan el atiyi (geleceği) hazırlar düşüncesiyle vatan eğitiminin aile kucağına kadar inmesi gerektiği yönünde çalışmalar yaptım.
O günlerde eğitimimizin en önemli açmazlarından birisi mektep ve medrese ikiliği idi. Her ne kadar tarihsel olarak bu ikilik doğal görülse de medrese öğretimi bir gelenek halini almıştı. Gelenekten kurtulabilmek, 100 yılın birikimini yıkmak kolay olmayacaktı. Tam da bu zamanda Avrupa bizden çok önde olduğu halde birçok başarı elde etmesine karşın, hala okul, yenileşme, eğitim diye bağırıp çağırıyor, biz ise geri olduğumuz halde hiçbir çalışma gösteremiyorduk. Oysa ben eğitimi bir hayat memat meselesi olarak görüyor, esasen çok çalışılan ama ihmal ve kayıtsızlıkla birlikte düzensiz bir dönemi de acı tecrübelerle geçirdim.
Bu arada sizlerin de bugünlerde çeşitli yeniliklerle meşgul olduğunuzu düşünerek bazı önerilerde de bulunmak isterim. Eğitimdeki her gelişme sistemli olmalıdır. Her şeyden önce mevcut okullar düzeltilmeli, öğretmeni, binası ve sosyal donatıları olmadan yeni okullar açılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, mektepler milletlerin mazisini aks (geçmişinden denge alan), halini temsil, atisini izhar (geleceğini oluşturur) ederler. Sürekli değişmeler ancak okullar yoluyla olmalıdır. Okula girmeyen, okula dayanmayan değişimler kalıcı olamaz. Yarınki geleceğimiz, bugünkü mekteplerimizde hazırlanmalıdır. Avrupa Birliği ile yakın bir çalışma içinde olduğunuzu görüyorum. Avrupa eğitiminin aynen taklit edilmesi mahsurludur. Her ülkenin eğitimi incelenmeli, ancak kendimize uygun olanını almamız gerektiğini unutmamalıyız.

Sayın Bakan,
Bugün gördüğüm bir temel eksiklik de eğitim konusundaki tartışmaların sığ ve yetersiz olmasıdır. Daha doğrusu eğitim konusunda tarihsel, felsefik ve bilimsel bir tartışmanın yeterince yapılmamış olmasıdır. Bugün üniversitelerde profesör kadrosundan emekli olmuş, ancak bir kitap bile yayınlamamış olanları görmek içimi acıtmaktadır. Üniversitelerde görevli olmak ile devlete memur olmak karıştırılmamalıdır. Ben Maarif Nazırımız Emrullah Efendi ile bu konularda çok büyük tartışmalar yaptım. Acaba sizin görevlendirdiğiniz bir müsteşar, maarif müdürü böyle bir tartışmayı yapabilir mi? Doğrusu bunu çok isterim. Zira Maarif Nazırının da, benim de eğitime dair derin düşüncelerimiz ve önermelerimiz vardı. İşin doğası gereği bunların bazen çatışıp, bazen bileşecek düşüncelerden oluşmasıydı. Her ne kadar Emrullah Efendi’nin Tuba Ağacı Nazariyesine karşı çıktıysam da Emrullah Efendi’nin muallimlerin yetişmesindeki ilkelerinin Türk öğretmen yetiştirme politikasına kaynaklı etmesini de memnuniyetle karşılamaktayım. Ama bugün bile eğitimin temelden başlaması gerektiğini şiddetle hatırlatmak isterim.
Size o zamanlar İçtihat’ta yayınladığım tahsil-i ibtidaiye (temel eğitim) hakkında yayınladığım görüşümü hala koruduğumu da söylemeliyim. “Eğitimde en doğru görüş sağlayan iptidai (temel) tabakasıdır; bütün eğitim bu tabakaya dayanmalı, bu tabakadan kuvvet ve ruh almalıdır. Maarif temelden başlar. Bizim bu tür okullarımız genel eğitimin gelişmesine hizmet etmiyor, edemiyor. Buradaki eğitim usulü fena, öğretim yolsuz ve gayesizdir. Bu okullarımızın hala ne öğrettikleri belirsizdir; kitap, gazete okumayı öğretemiyorlar. İlköğretimde önce eğitim usulünde bir devrim yapılmalı, sonra programlara bir gaye verilmelidir. Bunlar yapılmadan eğitimin süresini uzatmak hiçbir işe yaramaz.” Bu görüşler size ne kadar tanıdık geliyor, merak ediyorum.

Bu arada öğretmen yetiştirmeye dair görüşlerimi de paylaşmak isterim. Hiç şüphe yoktur ki, eğitimimizin ve okullarımızın en büyük eksikliği talim ve terbiye yöntemlerine vakıf öğretmenlerin yokluğudur. Şimdiye kadar oluşmuş birikimin, bir program değişikliği ile alel acele ortadan kaldırılması, öğretmenlerin bu değişikliklere intibakının sağlanmadan uygulamayla yüz yüze bırakılması önemli bir eksikliktir. Öğretmen yetiştirmede eğitim fakültelerinin yanı sıra program, ders kitaplarının iyileştirilmesi, öğretmenlere rehber olacak açık yönergelerin düzenlenmesine de özen gösterilmesini beklerdim. Bu kısmın eksik olmasından üzüntü duymaktayım.

Sayın Bakan,
Bu vesileyle yayınlarla ilgili bazı görüşlerimi de paylaşmak isterim. Benim Darülmuallim’de müdürlüğe gelmeden önce yazdıklarım, eğitimle ilgili görüşlerim, devrin aydın ve yöneticilerinin dikkatini çekmişti. Esasen konuya dair eleştirilerim beni müdürlüğe getirmişti. Yani yazının, görüş ortaya koymanın ve öneriler getirmenin sistem üzerinde ne denli etkili olduğunu gösteren önemli bir kanıtın bizzat örneği olduğumu belirtmek isterim. Müdürlüğüm sırasında okuldaki niteliksiz öğretmenleri ayırdığım ve çok güçlü bazı öğretmenleri kadroya aldığım herkesçe bilinmektedir. Hamdullah Suphi, Fazıl Ahmet, Ruşen Eşref, Tevfik Fikret, Mustafa Suphi, Muallim Cevdet, Ahmet Cevat, İsmail Hakkı gibilerini bilmem hatırlıyor musunuz? Aslında eskiden muallimler düşünürlerden, düşünürler de muallimlerden oluşurdu. Ya da iyi yazarlar öğretmenlerden, iyi öğretmenler genelde yazarlardan çıkardı. Bugün de böyle mi? Siz de bana gününüzün büyük şair, yazar, düşünürlerinin öğretmen kimliğinden söz edebilir misiniz?

Ayrıca eğitim tarihinde ilk kez öğretmenleri orduya benzeten bendim. Sanırım benden sonra da Mustafa Kemal olmuştur. Bunda kastım eğitimin toplu hareketi gerektiren dayanışma içinde yürütülecek boyutuna vurgu yapmaktı. Benim yürüttüğüm öğretmen yetiştirme çabalarımdan siz ve yeni kuşak ne denli haberdardır? Doğrusu merak etmekteyim. Bu çabalarım nedeniyle geçmişte büyük takdir gördüm, Türk Frobel’i diye adlandırıldım ama bugün bunun, sizin için bir anlamı var mıdır? Benim adıma bir öğretmen okulu açılmış mıdır? Ya da benim yaptıklarımın düşüncelerimin bugün için anlamı nedir? Bunu da merak etmekteyim.

Sayın Bakan,
Güncel bir başka tartışma olan özel okullarla ilgili de bir iki şey söylemek isterim. Bilmem haberdar mısınız? -yanılmıyorsam- Şişli’deki ilk özel okul benim tarafımdan Yeni Mektep adıyla açılmıştır. Ve bilmenizi isterim ki, bu Yeni Mektep’e Tevfik Fikret’ten bir şiir yazmasını istemiş ve benim bu isteğim, Şermin adlı edebiyatımızın ilk eğitsel çocuk kitabının yazılmasına neden olmuştur. Acaba bu kitap bugün basılıyor mudur? Bugünkü çocuklar duru bir dille, 8’li hece ölçüsüyle yazılan bu şiirleri biliyorlar mıdır? Ayrıca bir ilkten daha söz etmek isterim. Ülkemizde yayınlanmış Fenni Terbiye (fen eğitimi) adlı eserimden, pedagoji ve eğitim ilmindeki ilk kitap olma özelliğine sahip bu eserimden eğitim camiası, zat-ı aliniz haberdar mıdır?

Sayın Bakan,
Sizleri, yapacağınız tüm çalışmalarda tarihimize bakmaya, sizden önceki tartışmaları incelemeye, gelecek için geçmişten yararlanmaya davet etmek, bunca görüş, düşünce, yazı, ürün ortaya koymuş biri olarak hakkımdır diye düşünüyorum. Kaldı ki, bunun hem milli eğitimimize, ulusumuza hem de şahsınıza katkı sağlayacağına eminim.

Tarlalarda hoşa giden
Sarı, turuncu, pembe, mor
Birçok güzel çiçek olur;
Bence güzeldir hepsinden
Güzel yüzlü papatyalar
Altın gözlü papatyalar.

Fikret’in altın gözlü papatyaya benzettiği çocukları, bu şiirindeki dörtlüğüne uygun şekilde yetiştirmenizi ve papatyaları soldurmamanızı dilerim.
Mustafa Satı Bey ‘’

Yukarıdaki yazı eğitim tarihimizde müstesna bir yere sahip Satı Bey’in (1880-1969), günümüzde de geçerli olabilecek görüş ve önerileri esas alınarak kurgulanmıştır. Yazıda geçen tanımlamalar Satı Bey’e ait olup kaynaklardan alıntıdır. Kanaatimiz odur ki bugün yaşadığımız pek çok eğitsel sorunun çözümünde tarihten yararlanmak mümkündür.

Kaynakça

Caner, İbrahim Türk, II. Meşrutiyet Dönemi Eğitimcisi Satı Bey ve Coğrafya Öğretimi, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 40, Erzurum 2009

Ergün, Mustafa. Satı Bey: Hayatı ve Türk Eğitimine Hizmetleri, inönü üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 1,1987. 4-19.

Ergün, Mustafa. "Prens" Sabahattin Bey’in Eğitim Üzerine Düşünceleri, Kuramsal Eğitimbilim Dergisi, 2008, Cilt 1, Sayı 2

Sever, Sedat. Tevfik Fikret ve Çocuk Şiirleri, A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt 29, Sayı 1

"http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Satı Bey"

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.