banner

Eğitimde başarıyı yakalamak için 15 yıllık plan




ABD’li tanınmış eğitim ekonomisti Eric Hanushek, Ankara’da, TED Üniversitesi’nde verdiği, “Beceriler ve Ulusların Ekonomik Geleceği” başlıklı konferansında, Türkiye’nin “eğitim kalitesini artırarak” elde edeceği kazanımların inanılmaz derecede yüksek olacağını vurguladı.

eric_hanushekTürk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu TEDMEM tarafından düzenlenen 21 Eylül tarihli “TEDMEM Kürsü” etkinliğine konuk Eric Hanushek, eğitim gündeminin son 30 yılında önemli tartışmalara yön veren pek çok çalışmaya imza atmış bir isim… Halen Stanford Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdüren Hanushek, 1980’li yıllardan bu yana eğitim çevrelerinin ilgiyle takip ettiği ve yararlandığı kritik konu başlıkları üzerine analizleriyle tanınıyor. Eğitim harcamalarıyla öğrenci performansı arasındaki ilişki, sınıf büyüklüğünün azaltılması, öğretmen niteliğinin ölçülmesi, becerilerin ekonomideki karşılığı gibi çalışmalarıyla eğitim politikalarını etkileyen öncü isimlerden biri olan Hanushek, Ankara’da, TED Üniversite’sinde verdiği konferansta, ekonomik büyüme - eğitim ilişkisi üzerine görüşlerini sayısal veriler eşliğinde aktardı. Türkiye dahil çok sayıda dünya ülkesinden öğrencilerin PISA ve diğer uluslararası sınavlarda aldığı sonuçları, bu ülkelerin ekonomik büyüme oranlarıyla ilişkilendirerek değerlendiren Hanushek, vardığı sonucu özetle şu başlıklar altında aktardı:
* Günümüzde insanların okula devam ettiği sürelerle ülkelerinin “ekonomik büyüme” oranı arasında belirleyici bir ilişkiden söz edemeyiz. Ekonomik büyüme ile asıl bağlantısı olan, insanların matematik ve bilimle ilgili bilgi düzeyleri… Geçmiş dönemde Birleşmiş Milletler’in hedefi, herkesin ilkokulu bitirmesini sağlamaktı. Böylelikle bütün dünyada insanların en azından düşük seviyede bir eğitim almasının sağlanması arzulanıyordu. Ama insanlar okula gidiyor, buna karşın bir şey öğrenmiyorlardı. Türkiye’deki durum da bu şekildeydi…
* İktisatçılar çok uzun bir süre ekonomik büyümeyi incelediler. 1960 – 2000 döneminde insanların eğitim alma süresi uzadıkça ülkelerinin ekonomik büyüme oranlarının da artmış olduğu görülmekte… İnsanların zorunlu eğitime devam ettiği yılların uzunluğu ile ülkenin ekonomik büyüme oranı arasında, belirttiğimiz dönem için, pozitif bir ilişki görülüyor. Ama kurmamız gereken doğru ilişki bu değil. Günümüzde sadece okul yıllarına değil, eğitim kalitesine de bakmamız gerekiyor. Türkiye’ye baktığınızda insanların zorunlu olarak eğitim aldığı yıllar süre olarak uzamış, fakat daha büyük problem okulların kalitesinin iyileştirilememesi…
* PISA sistemini biliyorsunuz; OECD bir matematik problemini alıyor, bütün dünyada okula devam eden 15 yaşındaki öğrencilerin çözmesini istiyor. Ve ona göre bir değerlendirme yapıyor. Bu sınavın sonuçlarından hareketle öğrencilerin temel matematik beceriler konusundaki durumuna bakıldığında görülüyor ki; Türkiye’de sınava katılan öğrencilerin %36’sı basit sorulara cevap verememiş… Mesela “Kaliforniya’dan İstanbul’a uçak bileti 2500 dolardır. Dolar ve Euro arasındaki değişim oranı 1’e 1.2 olarak alındığında, bilet fiyatı kaç Euro eder?” gibi basit bir matematik sorusunu 15 yaşındaki öğrencilerin %36’sı yanıtlayamamış. Tabii, okula devam etmeyen 15 yaş çocukları daha da büyük sıkıntı yaşayabileceklerdir böyle bir soru karşısında. Okullardaki eğitimin kalitesi iyileştirildiğinde, insanlar böyle basit bir problemi rahatlıkla çözecek seviyeye getirildiklerinde, bu gelişme Türk ekonomisinin gelişmesine katkı yapacak mı, bunlar arasında bir nedensellik ilişkisi gerçekten var mıdır, büyüme oranları bu gibi konulardan da etkileniyor mu diye düşünenler mutlaka vardır. Bu konuda yanıt olarak şu tabloyu göstermek isterim: Bir dizi ülke var bunda: Uzun vadede uluslararası sınavlara, testlere katılmış, öğrencileri başarılı olmuş ve diğer taraftan kayda değer ekonomik büyüme yaşamış ülkeler… İlk iki sırada Japonya ve Kore var. Uluslararası sınavlarda yıllar içinde çok yüksek puanlar elde etmişler. Keza, eğitim kalitesini yükseltmekten söz edildiğinde bütün dünyanın kahramanı Finlandiya, ön sıralarda… Evet, okullarınızı iyileştirdiğiniz zaman ekonominizi de iyileştirmiş olursunuz. Son 50 yıllık gelişmeler ve sayısal veriler bunu bize kanıtlıyor…
* Ülkelerin ekonomik büyüme oranları ve öğrencilerinin uluslararası sınavlarda elde ettiği puanlar geleceğe ışık tutuyor… Peki Türk öğrencilerin elde ettiği test sonuçları önümüzdeki 80 yıl içerisinde elde edilecek GSYİH konusunda ne anlatır bize? Önümüzdeki süreçte Türkiye’de herkes ortaokulu bitirir ve ortaokulu bitiren herkes de - az önce örnek verdiğim türden - basit matematik problemlerini çözebilir seviyeye getirilebilirse gayrı safi yurt içi hasılada %8,5’luk bir artış elde etmek mümkün. Bu çok büyük bir gelir artışıdır ve böyle bir iyileşme ülkeyi alıp yüksek gelirli ülkeler arasına sokar.

* Bir başka basit örnek vereyim: 2015 yılı PISA matematik sonuçlarında Bulgaristan ve Romanya, Türkiye’nin birkaç basamak yukarısında yer alıyor. Yani PISA sonuçlarına göre Bulgaristan ve Romanyalı çocuklar matematik problemlerini Türk yaşıtlarından biraz daha iyi çözebiliyor. Türkiye’nin eğitim kalitesini Bulgaristan ve Romanya seviyesine getirdiğini varsayalım. Bu gelişmeyle Türkiye’nin GSYİH’sında sağlayabileceği artış %5.4 gibi ciddi bir orandır.
* Okullarda sözünü ettiğimiz türde bir iyileştirmenin başarılabilmesi için 15 yıllık bir plana ihtiyaç var. Yani elleri göğe açıp “Durum iyileşsin!” diye beklemekle olmayacak. Politika seçeneklerine bakacak olursak, bunlardan ilki, nispeten geleneksel bir seçenektir… Buna göre, bütün Türk çocuklarının okula kaydedilmesi ve ortaöğretimi bitirmeleri gerekiyor. İkincisi, halihazırda okula devam eden çocukların eğitim kalitesinin yükseltilmesi, bir başka deyişle, az önce konu ettiğimiz Dolar/Euro problemini çok kolay bir şekilde çözebilecekleri seviyeye getirilmeleri, yani temel beceriler bakımından eşitlenmeleridir.
* İnsanların hem matematikte, hem okuryazarlıkta, hem bilimde daha fazla bilgiye sahip olduklarında daha fazla gelire sahip oldukları bilinen bir gerçek. OECD’nin “Uluslararası Yetişkin Becerileri Değerlendirme Programı” araştırması da bu gerçeği doğruluyor. Bu program kapsamında 30’dan fazla ülkede 15-65 yaş arası yetişkinlerin durumu incelenmiş... Aynı PISA testinde olduğu gibi, bu insanların matematik ve okuma testlerini çözüp çözemediklerine bakılıyor, gelir seviyeleri de dikkate alınarak şu sonuca varılıyor. Ülke nüfuslarını oluşturan bireyler daha bilgili olduklarında gelir seviyeleri de yükseliyor.
* Matematik sayısal bilgi ve becerinin getirisi, insanları yeniliğe, yeni şeylere daha kolay adapte olabilir hale getirmesi… Dolayısıyla eğitimli insanlar, dünyada bir değişiklik olduğunda, yeni bir dünya oluştuğunda buna adapte olabiliyorlar. Türkiye büyüdükçe, ekonomik büyümeyle gelen değişikliklere adapte olabilmek için Türk insanının daha fazla bilgiye, daha fazla beceriye sahip olması gerekiyor.

NELER YAPILABİLİR?
* Dünyada eğitimle ilgili bir tartışma olduğunda ilk duyduğumuz tümcelerden biri şu oluyor: “Eğer okulları geliştirmek istiyorsak, okullara daha fazla kaynak sağlamalıyız.” Ancak dünyadaki uygulamalarla ilgili veri ve sonuçlara baktığımızda sadece okullara daha fazla para vermenin okul kalitesini değiştirmediğini görüyoruz. Esas olan, okullara daha fazla kaynak ayırmak değil, bu paranın nasıl harcandığıdır. Daha fazla para harcandığında öğrenciler otomatikman daha başarılı hale gelmiyor. Burada çok dikkat etmemiz gereken bir şey var: “Para harcamanın kesinlikle hiçbir etkisi yoktur, olamaz” demiyorum. Demek istediğim şu: Okullarınız için mevcut teşvik sistemlerini doğru biçimde geliştirmezseniz etkili bir değişiklik bekleyemezsiniz. Tüm uluslararası deneyimlerin bize kanıtladığı bir diğer gerçek de şu: Okul kalitesini etkileyen en önemli unsurlardan başında öğretmen kalitesi geliyor. Bu konuda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde benzer bir durum gözlüyoruz: Okullardaki öğretmen kalitesinin çok iyi olmadığını söyleyebiliriz. Öğretmenin belli bir yüksek lisans derecesine sahip olması sınıfta daha kaliteli olacağını garanti etmiyor. Tecrübeli olması, bir iki yıldan sonra çok önemli bir etkiye sahip olmuyor sınıftaki etkinliği konusunda… ABD’de biz öğretmenleri becerilerine, eğitimlerine göre belli sertifikasyonlara tabi tutuyoruz. Ancak bunun da yine çok önemli bir etki yarattığını göremiyoruz. Bazı öğretmenler diğerlerinden daha farklı oluyor. Dolayısıyla bir öğretmenin özelliklerine göre sınıflandırılması da çok yanlış olur. Bakanlıkta oturup bir yasa yazamayız bununla ilgili: “Öğretmenin özelliği budur, dolayısıyla bu sınıfa dahil edilmelidir”, diyemeyiz.
* Tüm araştırmalarla doğrulanan bir gerçek: Daha iyi öğrencilerin olduğu ülkelerde daha iyi öğretmenler var. Aslında dünya çapında öğretmenleri karşılaştırma imkanımız da var. OECD tarafından yapılan PIAAC Testi gibi çalışmalar sayesinde her ülkedeki öğretmenlerin matematik problemlerini ne kadar iyi ve kolay çözebildiğini görebiliyoruz. Çeşitli ülkelerdeki üniversite mezunlarının sayısal becerilere göre sıralanışı ve öğretmenlerin tüm üniversite mezunları arasında sayısal beceriler açısından hangi noktaya düştüğü konusuna odaklanmış araştırma sonuçları bize şunu gösteriyor: Liste başında yer alan Finlandiya’daki öğretmenlerin büyük çoğunluğunun, matematik sayısal becerileri açısından geride kalan 30 ülkenin öğretmenlerinden çok daha iyi seviyede olduğu görülüyor. Bu kategoride Japonya, Almanya, Belçika, İsveç, Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Singapur, Norveç ve Fransa sırasıyla ilk onda yer tutan diğer ülkeler… Türkiye, üniversite mezunları ve öğretmenlerinin sayısal becerileri bakımından Rusya Federasyonu ve İsrail’in hemen gerisinde, 30. sırada, Şili’nin bir basamak üstünde yer alıyor. Dolayısıyla Türkiye gibi listenin aşağı sıralarında yer alan ülkelerde ortalama bir üniversite mezununun ve ortalama bir öğretmenin Finlandiya’daki meslektaşları kadar kaliteli eğitim almamış olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Bu çalışmanın gösterdiği Türkiye’yle ilgili bir diğer sonuç da, tüm üniversite mezunlarına ait skor dağılımları sonucunda Türk öğretmenlerinin orta seviyede bir yer edindiği gerçeği… Tabii bu kısmi bir ölçüt… Yine de politika oluştururken öğretmen kalitesinin ve dolayısıyla eğitim kalitesinin yükseltilmesi amacıyla kullanılabilecek bir veri…
* Eğitim kalitesini artıran şeylerden birinin merkezi sınav olduğu, bunun yararı ve etkinliği uluslararası araştırmalar ve kanıtlarla da destekleniyor. Çünkü bütün ülkedeki okullarda öğrencilerin ne durumda olduğunu görebiliyoruz bu şekilde... Ve bunun şeffaf bir şekilde yapılması halinde okullara gerekli teşvikleri vermek mümkün olabiliyor. Bununla bağlantılı olarak yine, insanları performansları konusunda sorumlu kılan bir sistem oluşturulabilir. Üçüncü bir reform, uluslararası ölçekte yine yapılan bir uygulama: Yerel düzeyde, hatta okul düzeyinde karar verme mekanizmasının oluşturulması… Bu kapsamda insanlara nasıl eğitim vereceklerini söylemek yerine, onlara ne yapacaklarını söylüyoruz ve onların yerel düzeyde bunu nasıl yapacaklarını kendilerinin belirlemesine izin veriyoruz.

“ÖĞRENCİSİZ SİSTEMDE HİÇ SORUN KALMAYACAK!”
Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, “Son günlerde yaşadığımız tartışmalarda açıkça gördüğümüz gibi, ülkemizde eğitimin bir sorun olmaktan çıkması için fazla bir sürece ihtiyacımız kalmadı. Tahmin ediyorum ki ülkemizi yönetenler – bugün ve dün farketmez – eğitim sistemine yaklaşımları noktasında ortaya koydukları gerçeklikle yakında öğrencileri de eğitim sisteminin dışına çıkarmayı deneyecekleri için, öğrencisiz bir sistemde hiçbir sorun kalmayacağına eminim.” dedi.
Eric Hanushek’in “Beceriler ve Ulusların Ekonomik Geleceği” Konferansı’nın açış konuşmasında eğitim süreçlerinin nitelikli insan yetiştirmedeki önemine vurgu yapan Pehlivanoğlu, “21. yüzyılda ülkelerin gücü ‘kaç bin yıllık geçmişe sahip oldukları’ veya ne kadar petrol kaynağına sahip bulunduklarıyla değil, nitelikli nüfuslarıyla ölçülüyor.” diye konuştu. “Beceri” kavramının 21’inci yüzyıl ekonomilerinde geçerli küresel para birimi olarak tanımlanır hale geldiğini kaydeden Selçuk Pehlivanoğlu, “Bilgiye erişimin böylesine kolaylaştığı bir zaman diliminde bireylerin ne kadar bilgiye sahip oldukları değil, bildikleriyle neler yapabildikleri hem sosyal hem de ekonomik açıdan önemli hale gelmiştir.” diye sürdürdü. Tüm iş türlerinde mesleklerin gerektirdiği temel becerilerin yaklaşık %35'inin 2020 yılına kadar değişeceği ya da tamamen yenileneceği yönündeki öngörüleri anımsatan TED Genel Başkanı, son yıllarda gündemden düşmeyen yapay zeka, artırılmış gerçeklik, robot bilimi, nanoteknoloji, nesnelerin interneti, malzeme bilimi, 3 boyutlu yazıcılar ve sürücüsüz araçlar gibi gelişmeleri de anımsatarak şunları söyledi: “Bu gelişmelerle şimdiye kadar bir araya gelmesi ya da bir arada işlemesi mümkün olmayan sistemler yeni iş kolları yaratacaktır. Bu noktada, bireylerin ve ekonomilerin dönüşümün beraberinde getirdiği bu yeni olasılıklardan akıllıca yararlanabilmelerinin tek yolu ‘beceriler’e odaklanmaktır. Becerilere, yani insana yatırım yapan sistemlerin değişikliklere hızla uyum sağlayan ve geleceğe en çok hazır olan sistemler olduğu tartışma götürmeyen tarihi bir gerçek. Ancak ülkemizde maalesef, 15 yaş grubu öğrencilerimizin ve yetişkinlerimizin önemli bir bölümü hayata etkin katılım göstermek için gerekli temel beceriler konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadır. Ülke olarak bir taraftan eğitim sistemimizdeki temel sorunları çözmeye çalışırken diğer taraftan da önemli dönüşüm süreçlerine gençlerimizi nasıl hazırlayabileceğimizi düşünmeliyiz.”

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.