banner

Nazmi Arıkan: Eğitimde yeni bir yapılanmaya ihtiyaç var




artı eğitim Dergisi, 2020’ye önemli bir yenilikle giriyor. Eğitim Gazetecileri ve Yazarları Derneği ile birlikte Eğitim Masası’nı kuruyoruz. Her ay farklı bir eğitimci ile eğitimin gündemindeki konuları, sorunları Eğitim Masası’nda tartışacağız. Ocak 2020 sayısı ile başlattığımız bu çalışmanın ilk konuğu Fen Bilimleri Eğitim Kurumları Kurucusu Sayın Nazmi Arıkan oldu. Eğitim Gazetecileri ve Yazarları Derneği Başkanı Cem Kaçmaz ve Yönetim Kurulu Üyeleri Alpaslan Dartan ve Hayati Oktay’ın sorularını yanıtlayan Arıkan, gündemle ilgili önemli açıklamalar yaptı. 

nazmi_arikan_topluCem Kaçmaz: Özel okulculuk sektöründe son zamanlarda olumsuz bir tablonun yaşandığını söyleyebiliriz. Bazı önemli markaların battığını ya da el değiştirdiği gözlemliyoruz. Sektörde uzun yıllardır bulunan bir yatırımcı ve kurucu olarak bu gelişmeler sizi ve eğitim camiasını nasıl etkiliyor?  
Nazmi Arıkan: Yaşanan bu süreç bizi maddi olarak hiç etkilemedi. Sektörde yaşanan böyle olumsuz olaylar sadece moralimizi bozuyor. Çünkü bütün bunlar insanların özel okullara güvenini azaltmaktadır. Ancak selin önünden kütük kapar gibi batan okulların öğrencilerinin pazarına çıkmak da özel okullara hiç yakışmıyor, biz o pazara hiç çıkmadık. Bazı eğitimci arkadaşlar ticarette böyle bir beklenti içindeler. Yani “1 öğretmen alalım bize 20 öğrenci getirir, bir tane daha alalım o da 20 öğrenci getirebilir.” şeklinde hesap yapıyorlar. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Peki sektörde bunlar niçin yaşanıyor? Bunun birkaç sebebi var. Bunların başında Türkiye ekonomisinde yaşanan dar boğaz geliyor. 2 yıl önce ayda 8-10 bin lira kazanan birisi bugün itibariyle bu parayı kazanamıyor. Ekonomik kriz insanların satın alma gücünü zayıflattı. Ancak sözünü ettiğim bu kriz okulların batmasının tek sebebi değil. Sorun daha çok kendimizden kaynaklanıyor.
İkinci sebep okul açan kişilerin geçmişlerinin incelenmemesidir. Büyük okullar batarken hangileri olduğunu yakından biliyoruz, fakat küçük bir okul batmışsa ancak medyaya yansıdığında haberimiz oluyor. Zaten sorun da daha çok küçük okullarda yaşanıyor. Okul açan kişilerin geçmişte neler yaptıklarına maalesef çok iyi bakılmıyor. Oysa okul açmak için bazı kriterlerin olması gerekiyor. Bunların başında da okulun işletme sermayesinin olup olmadığı geliyor. Velilerden alınan peşinatla okul kurmaya çalışan cesaretli girişimcilerimiz var. Bu belki dershanecilik yıllarından kalma bir alışkanlık olabilir ama okul kurmak ve işletmek çok farklıdır. Zahmetli ve masraflı bir iştir.
Üçüncü sebep olarak ise şunu söylemek isterim. Ben her şeyi devletten bekleyen biri değilim ancak birilerinin de bir şeyler demesi lazım. Eğer bir okul bina cephesine “KDV sizden gerisi bizden” şeklinde bir tabela asıyorsa, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu okulu daha ilk günden sorgulaması gerekir. “KDV sizden gerisi bizden” nasıl olacak? Böyle bir şey olabilir mi? Yani bu tabelayı asan okul öğretmenine maaş vermeyecek mi, mal sahibine kirasını vermeyecek mi? Bizim en büyük ortağımız devlettir. Devlete vergisini, KDV’sini, stopajını ödemeyecek mi? Dolayısıyla bir taban fiyatın belirlenmesi lazım. Özel eğitim bir maliyet işidir. Eğer o maliyeti veliden karşılayacak kaliteyi yaratamıyorsanız sürdürülebilir bir eğitim hizmeti sunamazsınız. Dolayısıyla bu işe başlayan kişilerin 8 yıl, 10 yıl, 12 yıl gibi süreçlerde bu işi sürdürebiliyor olmaları lazım.
Çocuğunu özel okula vermek isteyen bir velinin kendine “Özel okula ödeyeceğim para benim yaşam standardımı düşürür mü?” diye sormasında fayda var. Eğer ödeyeceği para yaşam standardını düşürecekse o veli çocuğunu özel okula vermesin. Çünkü bir süre sonra bedeli ödeyemediği için sistemi aşağıya çeken yeni faktörler ortaya çıkıyor. 

nazmi_arikanBİR ÖĞRENCİNİN MALİYETİ ASGARİ 25 BİN TL’DİR
Cem Kaçmaz: Tek bir okulda da 100’ün üzerinde kurumu olan zincir eğitim kurumunda da aynı sorunlar yaşanabiliyor. Her ikisini buluşturan nokta nedir?
Nazmi Arıkan: Bunları buluşturan ortak unsur her ikisinin de ucuz öğrenci almasıdır. Örneğin İstanbul’da 10-15 bin TL’ye alınan öğrenciyle yılın sonuna kadar faaliyetinizi sürdüremezsiniz. Çünkü maliyetler çok yüksek. Bakıldığında sorun çıkan okulların maliyet hesabını iyi yapmayan okullar olduğunu görüyoruz. Benim her zaman söylediğim bir söz var: “Okulları öğrencisizlik batırmaz, çok sayıda düşük ücretli öğrenci almak batırır.” 

Hayati Oktay: Sektörde bir kırılma başladı. Kasım ayı itibariyle zincir olmayan bazı okullar kepenk kapatmak zorunda kaldı. Arkasından büyük bir zincir okul da bu sıkıntıyı yaşadı. Önümüzdeki döneme ilişkin öngörünüz nedir? Bu dalgalanma sürer mi?
Nazmi Arıkan: 30 – 50 bin bandında öğrencisi olan okullar için kârlılık yüzde 5-6 seviyelerindedir. Eğer siz özel okuldan kazandığınız parayı başka sektörlere harcıyorsanız zincir değil, halka değil en sağlam güç de olsanız batarsınız. Çünkü az önce de belirttiğim gibi karlılık son derece düşük. Örneğin eğitimden kazanılan parayla inşaat sektörüne giremezsiniz. Bu doğru değildir. Eğitimden kazanılan para yine eğitime harcanmalı. 

DENETİMLER EKONOMİK, İDARİ VE EĞİTSEL BOYUTTA YAPILMALI
Alpaslan Dartan: “Eğitimi bilenler bu sektörün içinde olsun, eğitimi bilmeyenler bu işin içinde olmasın.” şeklinde son dönemlerde çok sıkça kullanılan bir söz var. Sadece eğitimciler mi bu işin içinde olmalı, siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bunun yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz Eylül ayında yayınladığı faaliyet raporunda devletin özel okulculuk sektörünü büyütmeye çalışacağı ve sayısal verilerden çok, niteliksel süreçlerin öne çıkacağı belirtildi. Ancak Bakanlığın uygulamalarının pek de bu yönde olmadığını görüyoruz (teşviklerin ve sağlanan bazı kolaylıkların kaldırılması gibi). 2023 Eğitim Vizyonunda da özel okulların oranının yüzde 15’e yükseltilmesi hedefleniyor. Bu kadar çelişki içinde bu nasıl gerçekleşecek?
Nazmi Arıkan: Öncelikle kişilerin girişim yapma isteğine “sen eğitimcisin ya da değilsin” diye ket vurmamak gerekiyor. Ayrıca yeni kurumların eğitim sektörüne girmemesi bizi atalete götürür. Çünkü rekabet olmaz. Oysa özel sektörün her zaman için bir itici gücü olmalı. Bu da rekabetten gelmektedir. Burada belirttiğim şey “Şurada bir binam var hadi bunu okul yapayım.” biçimiyle değil, “buranın donanımının tümünü karşılayacağım, şu eğitimcilerle çalışacağım, şöyle destek alacağım ve bu işi götüreceğim,” derken bir işletme sermayesinin olup olmadığının sorgulanmasını kastediyorum. Bu sorgulamayı yapacak kurum da MEB’dir. Ben hiç param yokken bir bina tutup okul açmak istediğimde hiçbir sorguya tabi olmuyorum. Sadece sicilimde yüz kızartıcı bir suç işleyip işlemediğime bakılıyor. Bakanlık bazı kişilerin okul açmasını yasaklıyor, onlar babalarının ya da yakınlarının adına okul açıyorlar. Bu noktada Bakanlığın da yapacağı fazla bir şey olmuyor. Yani yasakların da bir sınırı var. Dolayısıyla devletin denetim görevini çok iyi yerine getirmesi gerektiğini düşünüyorum. Özel okullarda yeterli denetimler maalesef yapılmıyor. Biri şikayet etmediği sürece denetim olmuyor. Denetimler ekonomik, idari ve eğitsel boyutta yapılmalı. Siyasi bir denetim olmamalı ve hiçbir cemaatin okulu olmamalı. Eğitim kurumlarının şeffaf olmaları ve kamuoyu tarafından bilinmeleri gerekiyor. 

Cem Kaçmaz: FETÖ ile mücadele sürecinde bu sorun ortadan kalkmaya başladı mı?
Nazmi Arıkan: Kimsenin vebalini almak istemem ama söz konusu eğer bir tarikatsa sadece din işleriyle ilgilenmeli ve insanları o konuda bilgilendirmeli, ticari hayata ve siyasete hiç bulaşmamalı. Bunun yasaklanması en önemlisi de vicdanlarımızda yasaklanması gerekiyor. Bir okula “acaba hangi cemaate ait” sorusuyla bakmamızı engelleyecek bir şeyler olmalı. 

nazmi_arikan_topluÖZEL OKULLAR ODASI KURULMALI
Cem Kaçmaz: Özel okulculukta yaşanan bu sıkıntılı süreçle ilgili bazı derneklerin açıklamaları oldu. Bunlardan biri 3 yıl boyunca hiçbir özel okulun açılmamasını ve ruhsat verilmemesini gündeme getirdi. Bununla ilgili neler düşünüyorsunuz?      
Alpaslan Dartan: Ben de bu soruya ek olarak şunu sormak istiyorum. Özel okullarla ilgili meslek kuruluşlarının yapması gerekenler özellikle bu süreçte yeteri kadar yerini buluyor mu?
Nazmi Arıkan: Sonuçta sözünü ettiğiniz kurumlar birer dernek. Bu masada bir araya gelen bizler de yarın bir dernek kurabiliriz. Bunda yasal hiçbir sıkıntı yok. Ancak derneklerin üyeleri üzerinde herhangi bir yaptırım gücü yoktur. Tek bir yaptırımları olabilir o da üyeyi dernekten atmak. Onun için yaşadığımız bu sorunların çözümü dernekçilik değildir. Rahmetli İbrahim Arıkan Bey yıllarca özel öğretim kurumları odası kurmaya çalıştı. Döndük dolaştık yine aynı yere geldik. Yani kendi meslek odamızın olması şart. Çünkü oda denetleyecek ve yaptırım gücünü kullanabilecek. Dolayısıyla dernek başkanlarımızın eğitim sektörüyle ilgili söyledikleri önemlidir ancak hiçbir yaptırım güçleri bulunmamaktadır. Bu sebeple söyledikleri hükümsüz sayılıyor. Sayın Bakanımız olumlu bir insan olduğu için “bu değişiklikleri yaparken masanın çevresine toplayacağız” dedi. Benim önerim 60 bin nüfusu olan bir yere 24 derslik deyip onun üzerinden gitmek şeklinde. Ancak bu okullar da sıkı bir biçimde denetlenerek çürük elmaların ayıklanacağı bir düzenin tesis edilmesi şarttır. Yani bazı kriterlerin belirlenmesi ancak bunların siyasi olmaması gerekiyor. 

İKTİDAR İÇİNDE BAKANI ŞİDDETLE ONAYLAYAN VEYA ŞİDDETLE KARŞI ÇIKAN YAPILAR VAR
Alpaslan Dartan: Bir günde TEOG’u kaldırdık. 2023 Eğitim Vizyonu çerçevesinde lise programları değişiyor bir de üniversite programı var. Üniversitelerarası Kurul da şimdilik böyle bir hazırlıklarının olmadığını söylüyor. Bakan Ziya Selçuk da 1 yıl 7 ay gibi kısa bir süre önce göreve başladı. Sizin cephenizde bu hedefleri gerçekleştirebilecek ve ulusal sınavları düzene sokabilecek bir öngörü var mı?
Nazmi Arıkan: Sayın Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasına eğitim camiasındaki herkes sevindi. Eğitime ilişkin çok şey de söylüyor. Ben, Türk eğitim tarihini iyi kötü bilenlerden biri olduğumu düşünüyorum. Hangi bakanın arkasında topyekün bir hükümet desteği varsa o bakanın başarılı olduğu görülmüştür. Aklımıza gelen ilk isim Hasan Ali Yücel’dir. Bu doğrudur ama Saffet Arıkan olsun, Avni Akyol olsun bu isimler de son derece başarı çalışmalara imza atmışlardır. Bu bakanlar tüm kabinenin hatta tüm meclisin desteğini almışlardı. Şu anki Bakanımızın iktidarı oluşturan tüm grupların desteğini alamadığını düşünüyorum. Yani iktidar içinde Ziya Bey’in yaptıklarını şiddetle onaylayan veya şiddetle karşı çıkan yapılar var. Bu hepimizin üstesinden gelmesi gereken bir problem. Tek başına Sayın Bakan’ın baş edemeyeceği bir sorun. Kamuoyu desteği tek başına yeterli olmuyor. 

Hayati Oktay: Meslek odası öneriniz çok değerli fakat biz aynı zamanda eğitimci ve öğretmenlerin meslek kanununu tartışıyoruz. Bu konuya bir katkınız oldu mu, son durum hakkında bilginiz var mı?  
Nazmi Arıkan: Meslek kanunuyla ilgili olarak, Maliye Bakanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın her meslek grubu için bir ücret skalası oluşturmaya çalıştığını biliyorum. Bunun yakın bir zamanda hayata geçeceğini düşünüyorum. Ama meslek kanunu noktasında bizden görüş alınmadı. Şunu belirtebilirim ki Türkiye’de öğretmenler şu anda bir yanıyla memur bir yanıyla işçi konumundalar. Çünkü 5580 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na ilişkin bir maddenin bulunmaması durumunda İş Kanunu hükümleri geçerli oluyor. Dolayısıyla izin günleri İş Kanunu’na göre düzenleniyor. İş Kanunu öğretmenin 2 hafta tatili var dese ona göre davranacağız. Ama şu anda öğretmen 1 yıldır kurumunuzda çalışıyorsa 1 haftalık izin hakkı bulunuyor. Geri kalan süresinde göndermeyip kurumunuzda çalıştırabilirsiniz. Öğretmen yazın 3 ay maaş alıyor ve tatil yapıyor, bir işveren olarak bu maaşı vermeyip normal tatil izninin ücretini ödeyerek, “kalanını ücretsiz izin yapsın” şeklinde dememi gerektirecek keskin uçlar var. Bunun için bir meslek kanununa ihtiyaç var ya da 5580 sayılı kanunda İş Kanunu’na yönlendirilen çıktıların azaltılması lazım. 

ÇAĞDAŞ BİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME POLİTİKASI GELİŞTİRMEMİZ GEREKİYOR
Cem Kaçmaz: Siz kendi eğitim kurumunuzda çalışacak niteliklere sahip öğretmeni bulabiliyor musunuz, bulamıyorsanız bunun sebepleri nelerdir? Öğretmen yetiştirme politikasındaki sorunlara değinerek çözüm önerilerinizi paylaşabilir misiniz?
Nazmi Arıkan: Eğitim sistemimizin en sıkıntılı olduğu husus öğretmen yetiştirme konusudur. Ben, önce öğretmen okulundan mezun olup arkasından eğitim enstitüsünü bitirmiş biri olarak bunu söylüyorum. Bizden sonra eğitim enstitülerinden mezun olanlara hep küçümseyerek baktım. Çünkü öğretmenliği siyasallaştırdılar. Olayın sağ ya da solla ilgisi yok. 1975 yılından sonra gelen Milli Eğitim Bakanları ve hükümetleri hatayı yaptılar ve öğretmenliği çok basite indirgediler. Yani “Okullarda siyasal karışıklıklar var. Biz bunları okula getirmeden nasıl öğretmen yaparız”ın yoluna baktılar. Oysa mühendislik için bunu yapamadılar. Halbuki öğretmenlik mühendislikten çok daha önemli. Öğretmenin yaptığı bir hata 20 yıl sonra ortaya çıkıyor, mühendisin hatası 1 yıl sonra fark edilebiliyor. Öğretmen yetiştirmeyi okula gelmeden mezun etme biçimine dönüştürdüler. 1976-1980 yılları arasında mezun olan öğretmen sayısı, o döneme kadar meslekte bulunan öğretmen sayısından daha fazladır.
1999 yılında kesintisiz eğitime geçiş şeklinde bir uygulama yapıldı. Bunun kararı 1972 yılında yapılan eğitim şurasında alınmıştı. 1998 yılının sonunda kesintisiz eğitimde görev yapacak sayıda öğretmen olmadığına karar verildi ve üniversite mezunu olmak kaydıyla mezun olduğu alana bakılmaksızın herkesin öğretmen olabilmesinin yolunu açtılar ve bunları sınıf öğretmeni olarak atadılar. Ziraat mühendisi bu ülke için çok önemli ama ziraat mühendisini öğretmen olarak atamak doğru mu? Diş hekimi olup sınıf öğretmenliği yapan var. İTÜ Makine mezunu bir arkadaşım Taksim’de bir okulda sınıf öğretmenliği yapıyor. Bunlar için meslek içi eğitim yapıp hiçbir eleme yapılmadı. Süreç içinde hiçbir öğretmen meslekte başarısız olması sebebiyle görevden alınmadı. Tek bir örnek yok. Bu kişiler binlerce öğrenciyi yanlış eğitimle adeta sakatladı.. Bunu önlemek için siyasi, dini vb. bütün düşüncelerin dışına çıkılarak çağdaş bir öğretmen yetiştirme politikası geliştirmemiz gerekiyor. Öncelikle mevcut öğretmenler çok ciddi biçimde meslek içi eğitimden geçirilmeli ve yapılacak sınavda başarısız olanlar sınıflardan uzaklaştırılmalı. Ayrıca meslek içi eğitimleri herkesin bulunduğu şehirde yapılmalı ve devlete maliyeti düşürülmeli. Bunun yanı sıra yazın öğretmen 3 ay tatil yapacağına 1 ay tatil yapıp 2 ay çalışmalı ve kendini geliştirmeli. Bunun için de bu değişimi yapacak bakanlığın arkasında siyasi kadroların topyekün durulması gerekmektedir. 

ÖĞRETMEN KENTLERİ OLUŞTURULMALI
Alpaslan Dartan: Az önce meslek içi eğitimlerin verilmesi gerektiğinden söz ettiniz. Peki yetiştirme aşamasında 4 yıllık süreç yeterli değil mi?Nazmi Arıkan: Biraz önce sizlere farklı alanlardan öğretmenlerin olduğundan bahsetmiştim. Oysa çok basit uygulanabilecek şeyler vardı. Belki de Ziya Hoca’nın sayesinde YÖK bu noktaya yeni geldi. Örneğin her üniversitede bir fizik bölümü bir de fizik öğretmenliği bölümü var. Bir ülkenin fizik bilim insanına ihtiyacı maksimum 10 civarındadır. Çünkü 24. tercihinden fizik bölümüne giden bir kişiden bilim insanı olmaz. Fiziği gerçekten isteyen kişi bunu ilk tercihine koymalı ve üst düzey bir devlet memur maaşı kadar burs almalıdır. Fizik bölümüne 20 öğrenci alınmalı ve bir merkezde toplanarak onlara en iyi eğitim verilmeli. Çünkü ülkenin ihtiyacı olan fizik buluşunu bu insanlar yapabilir. Bu sebeple ülkemizde bölüm sayısı azaltılmalı ve ihtiyaca göre yeniden organize edilmeli. Fizik bölümünden her mezun olan bilim insanı olamayacağına göre öğretmen olabilmek için formasyon peşine düşüyor. Halbuki formasyon lisans eğitiminde verilmeli ve gerçek bir öğretmen gibi yetiştirilmeli. Ayrıca öğretmen yetiştirme işi üniversitelerden ayrılmalı. Üniversitenin içinde öğretmen yetişmez. Mümkünse büyük ve yatılı öğretmen kentleri oluşturulmalı. Bu sayede öğretmen yetiştirebiliriz. 

Alpaslan Dartan: 12 yıllık kesintisiz eğitim ve bununla bağlantılı liselerin 4 yıl olması hakkında ne düşünüyorsunuz? Uzun olduğunu düşünüyor musunuz?
Nazmi Arıkan: 12 yıllık kesintisiz eğitim teorik olarak var ama pratikte yok. 12 yıllık eğitime devam etmek isteyen devam ediyor, istemeyenler ise açık liseye yazılıyor. Açık liselere giden öğrencilere bakın, çoğu okumak istemediği için sınavlara bile girmiyorlar. Çok iddialı laf etmek istemem ama rakamlara bir bakmak lazım. Özellikle bu 12 yıllık süreç tamamlandığında meslek edindirmeyi amaçlayan okullardan mezun olanlar, o mesleği edinmeden okullarını bitiriyorlar. En büyük acı burada. Onlar da üniversite peşinde koşuyorlar. Size şöyle bir şey söyleyeyim at nalbantlığı yapan biri öğretmenin 2 katı para kazanıyor.

 Hayati Oktay: Geçtiğimiz günlerde orta öğretimle ilgili bir çalıştay yapıldı. Orta öğretimin yeniden tasarlanması, ders saatlerinin azaltılması, kariyer ofislerinin açılması gibi konular tartışıldı. Ama süresiyle ilgili net bir ifade kullanılmadı. Bu konuyla ilgili düşünceleriniz ne yönde?Nazmi Arıkan: Eskiden “Fizik bilmeyen biri başarılı olamaz” diye bir düşüncem vardı. Zamanla bunun yanlış olduğunu anladım. Liselerde fizik dersini neden okutuyoruz? Cevabı kişinin düşünme gücünü sonuna kadar zorlamak. Eğitimdeki temel amacımızın bu olması gerekiyor. Yani derslerin hepsi araç. Bu yüzden ders sayısının artması ya da azalmasının hiçbir önemi yok. Eğer yönteminizi değiştirmezseniz doğru sonuç alamazsınız. Bu işin sırrı yöntem değişikliğinden geçiyor, yani mantığımızı değiştirmeliyiz. 

Cem Kaçmaz: Nazmi Hocam son olarak da bize Fen Bilimleri ve gelecek hedeflerinden bahsedebilir misiniz?    
Nazmi Arıkan: Az önce konuştuğumuz öğretmen seçimi ve yetiştirme konusu bana göre Fen Bilimleri’nin farklılığını yaratan ana unsurlardır. Biz her yıl üniversitelerin öğretmenlik bölümlerinin üst gruplarda mezun olmuş öğretmen adaylarının meslek hayatlarına adım atarken topluyoruz. Örneğin İstanbul Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği Bölümü’nden ilk 10 içinde mezun olan öğrencilerin isimlerini alıyorum ve onları görüşmeye davet ediyorum. Onlara hayatın bir yatırım işi olduğunu ve bunun için birlikte hareket etmemiz gerektiğini söyleyerek bu öğretmenlerimizi en az 2 yıl boyunca kurum müdürlerimize teslim ediyorum. 2 yıl boyunca eksiklerini tamamlıyorlar ve müdürlerimize yardımcı oluyorlar. Hiçbirine de stajyer muamelesi yapılmıyor. Her birine öğretmen olarak hitap ediyoruz. Ayrıca bir ders öğretmenine emanet ediyoruz. Bu genç öğretmenler ders öğretmenlerimizle derslere giriyorlar ve onlara yardım ediyorlar. Genç öğretmenimize o sınıfın ders programını da veriyoruz. 1 saat devamsızlık yapmaması gerektiğini telkin ediyoruz.
Daha sonra bölüm başkanına teslim ediyoruz. Bölüm başkanımızdan onlara soru yazmayı, soru düzeltmeyi öğretmesini ve sınavlarda hazırladıkları soruların çıkmasını sağlamalarını istiyorum. Bu, onlar için büyük bir motivasyon oluyor. Sınavlarda soruları çıkan genç öğretmenlerimizi tek tek arayarak kendilerine teşekkür ediyorum. Aralık ayına kadar Fen Bilimleri yayınlarının dışında hiçbir yabancı kaynaktan soru çözmemelerini istiyorum. Çünkü o genç öğretmenin öğrencinin önünde örselenmesini istemiyorum. Bu sürede onlar da ustalaşıyor. Böylece 2 yıl boyunca devam ediyoruz ve bu sürenin sonunda öğretmenlerimize sınıf veriyoruz. Sınıf veremediğimiz öğretmenler ise gittikleri kurumlarda yıldız gibi parlıyor. Büyük bir bölümü çok iyi okullarda çalışıyorlar ve çok başarılılar. Şu anda kadromuzun yüzde 60’ını bizim öğretmen akademimizde yetişen öğretmenler oluşturuyor.       

Alpaslan Dartan: Velilerin memnuniyetleri ne seviyede?
Kurslarda veli memnuniyeti yüzde 95 – 98 civarında. Çünkü öğrenciyi sınava hazırlayacağımız için söz verdiğimiz şeylerin sayısı çok az ve o işi çok iyi biliyoruz. Okullarda ise kıyafetinin kalitesinden servise kadar hizmet boyutunda pek çok detay öne çıkıyor. Kurumlarımızda eğitime ilişkin hemen hemen hiç şikayet almadım. Ama hizmet kısmında şikayet alıyoruz. Bu şikayet konuları veliden veliye değişkenlik gösterebiliyor. Kimi etli yemeği., kimi otlu yemeği beğeniyor. Bunu kontrol etme şansımız yok. Çünkü sonuçta biz Türkiyeyiz.

OKULLARIMIZ SOKAKLARA BENZİYOR
Cem Kaçmaz: Geçtiğimiz ayın gündeminde PISA sonuçları vardır. Bakanlık sonuçlardan oldukça memnun kaldığını açıkladı. Siz PISA sonuçları hakkında bir değerlendirme yaptınız mı? Yaptıysanız bunları bizimle paylaşabilir misiniz?
Nazmi Arıkan: PISA’da en üstlerde bulunan Güney Kore ve Finlandiya’dan söz etmek istiyorum. Her iki ülkeyi de ziyaret ettim. Kore’de sınıflarda 10 metrelik beyaz bir perde ve birinci kalite bir projeksiyon cihazı var. Sınıflarda 45 öğrenci ve sınıfın içinde kütüphane mevcut, ama akıllı tahta yok. Büyük bir perde, 10 metre uzunluğunda tahta ve tebeşirle eğitim veriliyor. Bahsettiğim bu okul en üstteki özel okullardan biri. Okulun müdürüne sınıf tekrarının nasıl olduğunu sorduğumda müdür sorumu anlamadı. Yani o kadar başarılı bir okuldan söz ediyorum. Daha sonra sorumu yeniden sorduğumda bana “Neden sınıf tekrarı olsun ki bunlar öğrenci. Çalışmak zorundalar” dedi. Bu 45 kişilik sınıflarda öğrenciler günde 9 + 4 olmak üzere toplamda 13 saat eğitim görüyorlar. Çok sıkı bir eğitim söz konusu. Türkiye’de ise özel okullarda öğrenci 9 saat eğitim görüyor. Çocuk 10 saat okulda kalsa kıyamet kopar.
Finlandiya’da ise günlük 6 saat eğitim veriliyor ve çok gevşek bir ödev sistemi var. Öğrenci ödevini yapmadığında mazeretini söylediğinde inanıyorlar. Çünkü öğrenci olsun öğretmen olsun yalan söylemiyor. Biri çok disiplinli diğeri çok gevşek eğitim yapan bu iki ülke nasıl oluyor da üst sıralarda buluşuyor? Üstelik her ikisinde de akıllı tahta yok. Bunun sebebi hem Güney Kore’de hem de Finlandiya’da öğretmenlik en zor elde edilen mesleklerin başında geliyor. Öğretmen olabilmek için çok çaba harcıyorlar ve iyi para kazanıyorlar.
Dolayısıyla şu değerlendirmeleri yapabilirim: Okullarımız sokaklarımıza benziyor, sokakta ne varsa okullarımız da oraya benziyor. Sokak derken aile, çevre, arkadaş, memura bakış gibi birçok faktörü içine alıyor. Güney Kore ve Finlandiya’da sokak ne istiyorsa okullar onu yapıyor. Çünkü sokak böyle... PISA’da bir, iki derece almak beni hiç ilgilendirmiyor. Her iki ülkedeki ortamı sağlayamadıktan sonra Bakan Sayın Ziya Selçuk’un da yapabileceği çok fazla bir şey yok.

İYİ ÖĞRETMENİN 3 KRİTERİ
Alpaslan Dartan: Size göre iyi bir öğretmenin taşıması gereken özellikler nelerdir? Ben de yüksek lisansımı öğretmen yetiştirme üzerine yaptım. Önceden eğitim enstitüsü ve öğretmen okuluna geçişte öğretmenlerden de referans alınırmış. Bugün ise üniversiteye giriş sınavında alınan puanlara göre öğretmenlik mesleği tercih edilebiliyor. Ancak araştırmalar öğretmenliğin motivasyonunu sadece aldığı ücretin belirlemediğini gösteriyor. Peki bu motivasyonu ne belirler?
Nazmi Arıkan: Ben öğretmen okulunda okurken 5. sınıfta -yani bugünkü lise 2. sınıfta- en başarılı öğrenciler lise öğretmeni olmaları için yüksek öğretmen okullarına gönderilirdi. Ayrıca onlarla ilgili referans mektubu verilirdi. Sonradan ülkenin her yerinde olduğu gibi yüksek öğretmen okulları da politize oldu ve buralara öğrenci gönderilemez hale geldi. Çünkü buralarda da karışıklıklar vardı. Sorunuzun ilk kısmına gelecek olursak, ben iyi öğretmeni tanımlarken birinci sıraya iletişim becerisini koyuyorum. Mesela iş görüşmesi yaptığım bir öğretmenle samimi bir muhabbet kurarım ve herhangi bir konu hakkında görüşlerini düzgün bir biçimde ifade edip edemediğine dikkat ederim. Eğer öğretmende iyi bir iletişim becerisi varsa geriye kalanlar zamanla tamamlanabiliyor. Öğretmende dikkat ettiğim ikinci husus ise alan bilgisinin iyi olması ve öğretmenlik formasyonuna sahip biri olmasıdır. Çünkü elitist bir öğrenci grubuna hizmet veriyoruz ve öğretmenin de onların dilinden anlayabilmesi, onun için de iyi bir alan bilgisinin olması çok önemli. Üçüncü dikkat ettiğim konu giyim kuşamının düzgün olması.
Ben kendi isteklerimi söyledim bir de öğretmenin cephesinden olaya bakılmalı. Hayatta üzüldüğüm bir şey vardır. Bir gün Öğretmen Ali Bey ile konuşurken ona “Hayatta en çok zorlandığın şey nedir?” diye sormuştum. O da bana “Pazarda çorap satarken öğrencilerimden birinin annesi cebime para sıkıştırdı. Bu durumdan hiç hoşlanmadım ve kendimden nefret ettim” cevabını vermişti. Ali Bey’in okul çağında 5 çocuğu var. Tek maaşlı ve pazarda çorap satıyor. Yani öğretmenlerle ilgili yaşam standartlarının tek tip maaşla değil ama kişiye özgü çalışmayla düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü öğretmenlik çok önemli bir meslek. Tabii az önce niteliklerini sıraladığım öğretmenlerden bahsediyorum.
Sorunuzu eksik bırakmayayım öğretmeni neyin motive ettiğini sormuştunuz. Bir öğretmeni en çok başardığını görmesi ve bundan ötürü takdir edilmesi motive ediyor. Yani mesleki tatmin paradan daha kıymetlidir. Bunun dışında öğretmenin maaşı yokluk sınırının üzerinde, ek iş aratmayacak hatta özel ders için öğrencileri zorlamayacak bir seviyede olmalı.

 

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.