Logo

İbrahim Taşel’den Eğitim Masası’na önemli açıklamalar

Kategori: Gündem
Çarşamba, 18 Mart 2020 14:39 tarihinde oluşturuldu



ibrahim_taselCem Kaçmaz: İbrahim Bey, öncelikle Eğitim Masası’na konuk olduğunuz için teşekkür ederim. 5580 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasasında, özel okulların kuruluş süreçleriyle ilgili yeni düzenlemelerin yapılması söz konusu. Hatta bununla ilgili bir tasarının hazırlandığını biliyoruz; söz konusu bu yasa tasarısıyla yapılması planlanan düzenlemeler nedir, bununla başlayalım…

 

“AMAÇ OKULLARIN GELİŞMESİNİ ENGELLEMEDEN DENETİM
VE KONTROLÜNÜ YAPMAK OLMALI”
İbrahim Taşel: Ben de davetinize çok teşekkür ediyorum. 5580 sayılı yasa, özel öğretim kurumlarını düzenleyen bir yasa, geçmiş dönemlerde de çeşitli güncellemeler yapılmıştı. Şimdi de son zamanlarda bazı özel okullarda yaşanan maddi sıkıntıları da içeren bir takım değişiklikler yapılması planlanıyor. Burada amaç; okulları korumak, okulların gelişmesini sağlamak ve özel okullardan hizmet alan öğrenci ve velilerin herhangi bir sorun yaşamaması için bazı tedbirler almak. Tabii bu özel sektörle ilgili bir düzenleme olduğu için, hayata geçirilmesi çok da kolay görünmüyor. Burada hassas olan husus şudur; öyle bir düzenleme yapılması gerekir ki hem öğretmenin özlük haklarının hem okulun kurumsal yapısının hem de oradan hizmet alan öğrenci ve velilerin korunması sağlansın. Bunları yaparken de Türkiye’de özel okullaşmanın önü kapanmamalı. Yani özel okulculuk sektörünü sıkıntıya sokacak durumlar yaratılmamalıdır. Burada çok hassas bir denge var. Bazı yasaklayıcı kuralların çıkarılması özel okulların gerilemesine yol açar, sayıları oransal olarak küçülür ve eski Türkiye’ye dönmüş oluruz. Hâlbuki ülkemizde son birkaç dönemdir hükümetlerin hepsi özel okulların sayısının artması için bizleri teşvik ediyor.

Bugün özel okullar, ülkemizdeki mevcut öğrenci sayısının yüzde 15’ini okutabilecek kapasiteye sahip, ancak şu anda yüzde 8-9’unu okutabiliyorlar. Yani şunu söylemek mümkün; özel okulların tam kapasiteyle çalışması durumunda, öğrencilerin %15’i bu kurumlarda eğitim görme imkânına sahip olacak. Bu durumun gerçekleşmesi sadece özel okullara giden öğrencileri değil, aynı zamanda devlet okullarında okuyan öğrencilerimizi de rahatlatacaktır. Çünkü böylelikle devlet okullarındaki öğrenci sayısında rahatlama ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısında da azalma olacak. Bunun yanı sıra özel eğitim kurumları arasında oluşacak tatlı rekabet, dünya eğitim sektöründe yaşanan gelişmeleri, son teknolojileri ülkemize de daha hızlı taşıyacaktır. Bu da inovatif çalışmaların daha fazla yapılmasını sağlayacak ve böylelikle resmi okullarımız için de model teşkil edebilecek çalışmalar gerçekleştirilecek. Örneğin robotik eğitim, yabancı dil eğitimi, çocukların sosyal faaliyetlerinin günlük yaşam içinde geliştirilmesi gibi önemli konularda kalite artışı gerçekleştirilebilir. Bunların ön çalışmaları özel okullar tarafından yapılmaktadır. Yani eğitim camiası pilotlama çalışması yapmak yerine, özel okulların yaptığı çalışmaları dikkate aldığında bu başarı kendiliğinden artacaktır. Bunların sağlanabilmesi, özel okulların yozlaşmaması ve inovatif çalışmaların hayata geçirilmesi için de özel okulların gelişmeleri önem teşkil ediyor. Özel okul sayısının yüksek olduğu ülkelere baktığımızda eğitim kalitesinin daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu nedenle devletimizin özel okulların sayısını düşürmemesi, tersine bu okullara giden öğrenci sayısını artırması gerekiyor. 

YÜKSEK TEMİNATLAR GETİRİLİRSE KARŞILANAMAYABİLİR
Cem Kaçmaz: TÖDER olarak bu konuda somut önerileriniz var mı?
İbrahim Taşel: Tabii ki var. Örneğin dernek olarak, bir okul açılırken coğrafi ve bölgesel kontrollerinin yapılması gerektiğini savunuyoruz. Bunun için sivil akreditasyon kurumları oluşturulabilir ve bu kurumlarca akreditasyonu yapılmayan okulların açılmasına izin verilmeyebilir. Resmi yapıyla sivil toplum kuruluşlarının ortak oluşturdukları akreditasyon kurumları kurulabilir. Bu kurumlarda MEB, sivil toplum ve hatta velilerin temsilcileri bulunabilir. Yine bu kurumlar okulların kalitelerini denetleyebilir. Ayrıca okullar mali yeterlilikleri bakımından da denetlenmelidir. Mesela bir okulun bitirmiş olduğu eğitim – öğretim döneminin sonunda öğretmenlerine borcu olup olmadığı çok kolay biçimde denetlenebilir. Aynı biçimde SGK ve vergi ödemeleri de çok kolayca denetlenebilir. Bu denetimler sonunda, sorun yaşadığı belirlenen okullara bir sonraki dönem için çıkarabilecekleri ölçüde bir teminat konulabilir. Ancak bütün okullara çok yüksek teminatlar konulursa bunlar karşılanamayabilir. 

Cem Kaçmaz: Bu kuralı bütün okullara mı yoksa yeni kurulacak olan okullara mı getirmek istiyorlar?  
İbrahim Taşel: Yeni kurulacak okullara getirilmek isteniyor, ama belirli bir zaman dilimi içerisinde eskiden beri faaliyet gösteren kurumlar için de böyle bir teminat istenirse, bu birçok okulu olumsuz etkiler. Yani ağrısız yaraya kurt düşürmüş olursunuz. Özel okul sahibi olan kişi, kurumunun büyüklüğüne göre teminat mektubuyla uğraşmak durumunda kalabilir. Bankaların yeterlilikleri göz önüne alındığında teminat alamama durumu söz konusu olabilir. Yani bir teminat uygulanabilir, ama çok dikkatli olunması gerekmektedir. Hatta nakit dışındaki unsurların da teminat olarak kabul edilmesi lazım ki okul sahibine ya da kurucusuna çok fazla ek yük gelmesin. Kısacası burada amaç, okulların gelişmesini engellemek değil, denetim ve kontrolünü düzgün bir şekilde yapmak olmalı. Amaç bu olursa, bizler de gereken tedbirleri alırız. Hiç teminat olmasın demiyoruz, teminatın makul, ölçülü ve uygulanabilir olması gerektiğini savunuyoruz. Yani eğitim kökenli bir grup insanın bir araya gelerek bir okul kurması gibi güzel bir şey yoktur. İlla sermaye sahibinin okul kurması istenirse, onun adı başka bir şey olur. 

ibrahim_tasel

Yaşar Özay: Özel okullardaki öğretmen maaşlarının devlet okullarında görev yapan öğretmenlerden daha az olamayacağı şeklinde bir konu var gündemde. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İbrahim Taşel: Özel okullarımızın birçoğunda, belki de %70’lik bölümünde, öğretmenlere verilen maaş, devlet okullarında verilenlerin altında değildir. Hatta yönetici düzeyindekilerin maaşları çok daha yüksek. Burada şöyle bir sorun var; devlet hiçbir meslek grubunda çalışanların ücretlerinde alt limit belirlemiyor. Örneğin “Avukatların, eczacıların veya doktorların maaşları şundan aşağı olamaz.” diye bir kural yok. Ne var ki öğretmenlik mesleğinde böyle bir kural getiriliyor. Her şeyden önce bu serbest piyasa ekonomisine uymuyor. Ama bunu istismar edenler de maalesef sektörümüzde yok değil. Bir öğretmenin geçinebileceği düzeyde maaşı onlara vermemiz gerekiyor. Aksi durumda öğretmen verimli çalışamaz. Zaten özel okullar da verimsiz öğretmeni çalıştırmaz.

Devletin belli bir oranda öğretmen alması söz konusu olduğundan, pek çok öğretmen atanamıyor ve boşta. Biz de bu öğretmenleri mesleklerini öğrenebilmeleri için stajyer olarak okullarımıza alıyoruz. Tecrübeli bir öğretmenin yanında derslere giriyor, onlara yardımcı oluyorlar sadece. Bu öğretmenler için de devlet okullarındaki öğretmenlerden “daha az maaş alamaz” denildiğinde, okulların stajyer öğretmen çalıştırması ve fazla öğretmen istihdam etme politikaları ortadan kalkar. Burada şöyle bir probleme de değinmek istiyorum; devlet okulunda çalışan öğretmenin net maaşı ile brüt maaşı arasındaki oranla, bir özel okul öğretmeninin net maaşıyla brüt maaşı arasındaki orana bakın. Mesela devlette brüt maaş 5 bin – 5 bin 500 lirayken, özel okullarda brüt maaş 7 bin lirayı buluyor. Dolayısıyla ellerine geçen net maaş aynı, ama devletin kesintisi özel okullarda daha fazla oluyor. Yani bir öğretmenin mali yükü, devlet okulunda çalıştığında daha az, ama özel okulda daha fazla olabiliyor. Eğer maaşlarla ilgili bir düzenleme yapılacaksa, devletteki öğretmene uygulandığı gibi özel okullarda da SGK ve vergi indirimleri sağlanmalı. 

DEVLETİN YÜKÜ İLE ÖZEL OKULLARINKİ AYNI OLMALI
Alpaslan Dartan: Bugün bazı okullarda asgari ücretin altında bile maaş olan öğretmenler ve yöneticiler var. Bunun önüne geçmek için maaşlarda bir taban ücret belirlenemez mi? 
İbrahim Taşel: Bu sadece eğitim için değil her sektör için yapılmalı. Bugün hak ettiği ücreti alamayan doktor, avukat da vardır veya başka bir meslek grubunda da bu tür sorunlar yaşanabiliyor. Mutlaka bir taban ücretin olması gerekiyor, ancak ülkemizin ekonomik yapısı da belli. Günümüzde asgari ücret ya da işsizlik maaşı ülkelerin gelişmişlik düzeyleriyle ilgilidir. Mesela Almanya’da çalışmayanlara 700-800 Euro işsizlik parası veriliyor. Maalesef Türkiye bunu yapamaz. Bizim istediğimiz şey, böyle bir standardın oluşturulması durumunda, bizim yükümüzle devletin yükünün aynı olması. Bu olursa, özel sektör çok rahatlar. Örneğin bugün Japonya’da özel okulların belgeledikleri masrafların yüzde 40’ı onlara geri ödeniyor, bu da eğitim kurumunun gelişmesine yol açıyor. Mesela bizde teşvikler vardı, ama kaldırıldı. Teşvik uygulaması değiştirilerek yeniden getirilebilir. Veliyi rahatlatacak uygulamalardan biri de KDV oranıdır. Bugün kitapta KDV nasıl kaldırıldıysa eğitim sektöründe de KDV’nin kaldırılması gerekiyor. Bunun gerçekleşmesi okulların yüzde 8 ucuzlaması anlamına gelir. 

Cem Kaçmaz: Teşvik önerileriniz var mı? Örneğin, TCDD’nin yolcu kısmının özelleştirilmesi gündemde ve devlet ulaştırmayı kamu hizmeti olarak kabul ettiğini belirterek firmaya belli oranda katkı payı vereceğini açıkladı. Özel eğitim sektörü kamu hizmeti olarak görülmüyor mu?
İbrahim Taşel: Özel okul sektörü bence çok önemli kamu bir hizmetidir. Belki çoğu zaman yolculuk zorunlu olmayabilir, ama ülkemizde 12. sınıfa kadar zorunlu eğitim var. Dolayısıyla bundan devlet sorumludur. Ben özel eğitim sektöründe faaliyet gösteren biri olarak, olaya bir öğrencinin devlete olan maliyetini hesaplayarak bakarım. Yapılan hesaplamalara göre bu rakam 8 ila 10 bin lira arasında değişiyor. Buna okulların kira bedelleri dahil değil, biz bu rakamı 8 bin lira olarak kabul edelim. Çocuğunu devlet okulundan özel okula götüren bir velinin devletten bu 8 bin lirayı alması gerekir. Çünkü bu rakam hepimizin vergilerinden karşılanıyor. Veli de bu masrafı devlete yaptırmıyorsa vergi iadesi olarak alması lazım. Devletin olaya şöyle bakmasında yarar var; 50 bin kişilik dersliğe mi ihtiyaç var, bunun maliyeti ne kadar? Biz bunun maliyetini özel sektörü desteklemek için verelim ve 50 bin kişilik derslik yaptırmayalım, çocuk da özel okula gitsin ve kaliteli bir eğitim alsın. Özel okullara destek verilmesi dünyanın birçok ülkesinde var ve doğru bir uygulamadır. Özellikle öğrenci sayısının çok yüksek olduğu ülkelerde teşvik sistemi bulunuyor. Özetlemek gerekirse, özel okullara verilecek teşviğin devlet açısından asla bir yük olmadığını düşünüyorum. 

ibrahim_taselAlpaslan Dartan: Kaldırılmasının gerekçesi neydi? Çünkü kamuoyu çok net algılayamadı.
İbrahim Taşel: Aslında kanundan çıkarılmadı, sadece verilmemesi yönünde karar alındı, yani durduruldu. Dolayısıyla teşvik uygulamasının yeniden başlatılması ihtimali var. Ama teşviklerin daha adil ve düzenli olması gerektiğini söyleyebilirim. Mesela ‘teşvikleri zengin ailelerin çocukları alırken fakir ailelerin çocukları alamıyor’ şeklinde bir iddia var. Bunun zengini, fakiri yok ki. Çocuğunu özel okula gönderen herkesin teşvik alması gerekiyor. Ama rakam ülkenin gücüne göre değişebilir. 

Alpaslan Dartan: Teşvikler kaldırılırken Bakanlığın, “Devlet okulları dururken biz özel okulları neden destekleyelim?” diye bir argümanı vardı. Bu konuda değerlendirmeniz nedir?
İbrahim Taşel: Bu söylediğinize bazı radikal düşünceye sahip çevrelerin söylemleri gerekçe gösteriliyor. Oysa bunu söylerken daha dikkatli hesaplama yapılması gerekiyor. Çünkü özel okullara yaptığınız her destek devlete de dönüyor. Öğrenci ve öğretmen istihdamı yaratarak devletin yükünü azaltıyoruz. Bu da ülkenin kazanmasını ve eğitim sektöründe öncülük yapacak kurumların gelişmesini sağlıyor. 

EĞİTİME YATIRIM YAPAN HERKES KAHRAMANDIR
Cem Kaçmaz: Devlet, teşvikler konusunda niçin ikna edilemiyor?
İbrahim Taşel: Ben katıldığım her programda bu konuyu somut olarak ortaya koyuyorum. Ancak üzülerek görüyorum ki ülkemizde hamasi nutuklar daha geçerli. İktidarda farklı, muhalefette farklı şeyler söyleniyor. Bunların çoğu da ayağı yere basmayan nitelikte. Bunun yanı sıra sosyal medya, tam anlamıyla linç mecrasına dönüşmüş durumda. Bu konular hakkında bilgi sahibi olmayan kişiler çokça yazıp çiziyorlar, siyaset kurumu da doğal olarak bundan etkileniyor. Oysa doğru biçimde okunduğu zaman, teşviğin çok kıymetli bir model olduğu rahatlıkla görülebilir. Geçmişte, “Vereceğimiz para şu mihraklara gider.” şeklinde bir endişe vardı. O mihraklar artık yok, yani mesele çözüldü.
Eğitim sektörü çok büyük sermaye sahiplerinin girdiği ve çalıştığı bir alan değildir. Türkiye’de en yüksek vergi ödeyen kuruluşlara bakarsanız bunların içinde eğitim kurumlarının olmadığını görürsünüz. Yani vergi kaçırdıklarından değil, kazanamadıkları için yoklar. Dolayısıyla bu iş, para kazandıran bir sektör değil. Zor ve meşakkatli bir iştir, büyük bir sorumluluğu vardır. Bu yüzden eğitim sektörüne gerçekten yüreği olan insanlar giriyor. Bunu açık bir şekilde belirtmek isterim, eğitime yatırım yapan herkes kahramandır. 

NASIL BİR İNSAN MODELİ YETİŞTİRMEK İSTİYORUZ?
Cem Kaçmaz: Eğitimde reform konusu her bakana göre farklılık arz edebiliyor ve bir sistem oluşturamıyoruz. Bunu sebepleri nelerdir, bu durumdan nasıl çıkabiliriz?
İbrahim Taşel: Burada aslında Bakanlığımızın nereden başlayacağını bilmesi çok önemli. En başta eğitimin felsefesinden yola çıkmak gerekiyor ki 2023 Eğitim Vizyonu’nda bunun izlerini gördüm. ‘Nasıl bir insan modeli yetiştirmek istiyoruz?’ bu sorunun cevabı çok önemli. Yetiştirdiğimiz insanın; ailesine, ülkesine ve dünyaya katkısı neler olabilir? Her şeyden önce kendisini nasıl gerçekleştirebilir? Bir insanın kendini gerçekleştirmesi en önemli husus, çünkü olabileceği en iyi noktaya varması demektir. Eğitim felsefesinin “Nasıl bir birey yetiştirmek istiyoruz?” sorusuna cevap vermesi gerekiyor. Ayrıca bize uygun olan insan modeli, başka bir ülke için uygun olmayabilir. Bu sebeple, eğitim sisteminin mutabakatla ve bilimsel bir temelle oluşturulması çok kıymetlidir. Çok dar bir düşünceden yola çıkarak oluşturulamaz.
Eğitim felsefesi belirlendikten sonra, bunun yöntemleri üzerine çalışmak lazım. Türkiye’nin Tanzimat’tan beri yaşadığı en büyük sıkıntı, başka eğitim modellerini kendi sistemi gibi kabul etmesi olmuştur. Bu olmasın demiyorum, elbette dünyada geçerli bütün sistemler incelenebilir ve bize özgü bir eğitim modeli oluşturulabilir. Mesela, Cumhuriyet’in kurduğu Köy Enstitüleri, siyasi tartışmalar yüzünden kapanmasaydı, zaman içinde evrimleşerek şehirleşmeyle birlikte farklı boyutlar kazanabilirdi. Oysa gelişmiş ülkelerde eğitim üzerinden siyasi tartışmalar yapılmıyor. Günümüzde taassupla hareket eden ülkelerin hiçbirinin eğitimde başarılı olduğu görülmemiştir. Bundan sebeple eğitimin, toplumu bütün olarak kapsayan ve temel ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bir yapı kazanması şarttır. Sayın Bakan Ziya Selçuk’un “Eğitim bir toplum ödevidir.” sözünü çok önemserim. 

Cem Kaçmaz: Aslında eğitimde bir kırılma FETÖ ile yaşandı değil mi?
İbrahim Taşel: Türkiye’de okulların bir dönemi de insan devşirme şeklinde oldu. Bu da tabii ki çok ciddi bir kırılma noktası oldu. Ben 40 yıldır eğitimle uğraşıyorum ve yetiştirdiğimiz insanları Türkiye Cumhuriyeti’ne hediye ediyoruz. Bunu yaparsak sorun yok, ama “Ben sadece kendi ekolüme ya da kendi camiama göre insan yetiştiririm.” denilirse bu çok ciddi sorunlara yol açabiliyor. Türk milli eğitim sistemi içinde bu türden davranışların bir daha olmaması gerektiğini düşünüyorum. Eğitim ahlaklı, düzgün, çevre bilinci olan, teknolojiye hakim, dünyayla entegre olabilen, adalet duygusuna sahip ve vicdanlı insanların yetiştirilmesini sağlamalıdır. 

Alpaslan Dartan: Bu iktidar döneminde pek çok sektörde önemli çalışmalar yapıldı, fakat sanki eğitim biraz geri planda kaldı. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?
İbrahim Taşel: Eğitim sistemiyle ilgili planlamaların ve uygulamaların, siyasi görüşlerin üzerinde tutulması ve süreklilik göstermesi gerekiyor. Örneğin, hükümetler değişse bile dış politikamızda çok fazla değişiklik olmuyorsa, eğitimde de buna benzer bir bakış açısının geliştirilmesi gereklidir. Yani milli olması lazım eğitimin. Ülke olarak, insan yetiştirme modelimizi iktidarlara göre değiştirirsek, çok ciddi sıkıntılar yaşarız. 

Cem Kaçmaz: PISA’da Türkiye çok gerilerde. Fakat Güney Kore ve Finlandiya gibi başarılı olan ülkelere baktığımızda ortak bir eğitim modellerinin de olmadığını görüyoruz. O zaman başarı kriterini neye göre belirleyeceğiz?
İbrahim Taşel: PISA bir veridir ve dikkate alınması gereklidir. Fakat PISA, bir ülkenin kaderini belirleyecek ya da eğitim modelini şekillendirecek bir ölçüt olarak kabul edilemez. Çünkü ölçülebilen ve yüzde 100 ölçülemeyen hususlar var. Bunu dikkate aldığımızda, bir ülkede hiçbir sınavın tek başına iyi bir ölçüm yaptığını söyleyemeyiz. Mesela yıllardır, ÖSYM sınavlarının doğru bir şekilde insan seçemediği yönünde bir tartışma vardır. Ben ise tam tersine, bu sınavların çok doğru bir şekilde insan tercih ettiğine inanıyorum. Onların ölçütü yok, ama ben 40 yıldır üniversite sınavlarında başarılı olmuş öğrencilerin, bugün bulundukları konumlarını takip ediyorum. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok önemli yerlerdeler. Burada amaca ulaşan doğru bir seçim var. Türkiye’de çocuklar, derste öğrendiklerinin hayatlarında ne işe yarayacağını bilmeden öğreniyorlar. Mesela modern matematik dersi alanlar önermeleri görmüştür. Günümüzde kodlamanın temeli bunlardır. Çocuk bu bilginin kodlamaya yarayacağını bilmeden öğrenmiştir. Matematiksel mantığın ne işe yarayacağını öğrenmemiştir ve bu yüzden de yeterli ilgiyi göstermemiştir. Benim geçmişte verdiğim en zor derslerden biridir sembolik mantık, bugün bilgisayar teknolojisinin temel mantığını oluşturur. Ama öğrenci o dönemlerde bunu anlayamıyordu ve bu sebeple derse soğuk bakıyordu. Bu sebeple, yani öğrencilere öğretilenlerin anlamlandırılması adına PISA önemli. Bu sınavda ayrıca okuma ve anlama yetileriyle ilgili bir bölüm var, bunu çok değerli buluyorum. Çünkü okuduğunu anlamamak gerçekten çok sıkıntılı sonuçlara sebep olabilir, fakat bu geliştirilebilir.
Finlandiya ve Güney Kore PISA’da başarılı iki ülke, ama ikisi de birbirinin zıttı iki model. Güney Kore’de sert ve disiplinli, Finlandiya’da ise gevşek bir eğitim sistemi uygulanıyor. Burada dikkat edilmesi gereken ana husus, bir şeyi yapıyormuş gibi değil de gerçekten yapmak. Yani matematiği, İngilizceyi öğretmek ve öğrenmek ana hedef olmalı. 

Alpaslan Dartan: Sizin de bildiğiniz gibi okullar arasında nitelik farklılıkları var. Bakan Ziya Selçuk, bu nitelik farklarını yok etmeden sınavları kaldıramayız, dedi. Siz bu nitelik farklarına ne kadarlık bir ömür biçiyorsunuz? İkinci soru olarak da şunu sormak isterim. Dershanelerin ortadan kalkmasıyla, dershaneleşen okulları ya da okullaşan dershaneleri gözlemliyoruz. Ama bir yandan da kurslar devam ediyor. İyi bir okulla, sınava hazırlayan okul arasında eşitlik sağlanabilir mi?
İbrahim Taşel: Eğitimde bütün bireylerin eşit hale getirilmesi mümkün değildir. Çünkü her insanın kendine has özellikleri vardır. Birisi bir kez dinlediği konuyu hemen anlarken, bir diğeri ise ikinci hatta üçüncü anlatımda öğrenebilir. Dolayısıyla bizler -bunun adına eşitlik değil de adalet diyelim- eğitimde adalet yaratmak istiyorsak, dersi iki defa dinlediğinde öğrenen çocuğa konuyu iki defa anlatacak öğretmeni sağlamamız gerekiyor. Okulların belli düzeyde olan öğrencileri alma politikalarını sürdürmeleri durumunda, sözünü ettiğiniz niteliksel fark hiçbir zaman kapanmaz. Bunun yanı sıra, ben okul dışındaki desteklere hiç karşı değilim. Bugün birçok ülkede, okul dışında eğitime destek kaynaklar aktif olarak kullanılıyor. Almanya’da 3-4 bin civarında kurs var. Bu kurslarda geri kalmış çocuklara 7-8’er kişilik sınıflarda eğitimler veriliyor ve devlet de bu kursları destekliyor. Kurslar olmalıdır, ancak okulların yerini almamalıdır. Fakat şunu söylemek isterim, bahsettiğimiz eğitim kaynaklarının hepsini kendi bünyesi içinde verebilen okullar varsa, bu çok daha güzel bir şeydir, bunları da desteklemek lazım. Devletin sadece belirli okullardan ya da eğitim kaynaklarından yararlanılması konusunda bir sınırlamasının olmaması, serbest bir ortamı mümkün kılması çok önemlidir. Çünkü yakın geçmişte bu konuda acı deneyimler yaşadık. 

PES ETMİŞ DEĞİLİZ!
Alpaslan Dartan: 40 yıldır bu sektörün içindesiniz, birçok bürokratla iletişiminiz oldu. Fakat eğitimin sorunları bir türlü çözülmüyor. Hâlbuki güçlü bir paydaşsınız ve o gücünüz fazlasıyla var. Sesinizi neden yeterince duyuramıyorsunuz ya da istediğiniz algıyı niçin yaratamıyorsunuz?

İbrahim Taşel: Türkiye’de siyasi ya da popüler yoz tartışmalar, eğitimin sorunlarının kamuoyuna yansımasını engelleyebiliyor. Bugün televizyonlarda eğitim ile ilgili programlara baktığınızda, neredeyse olmadığını görürsünüz. Sadece kayıt dönemlerinde, kurumlar ekranlara çıkarak kendilerini ifade etmeye çalışırlar. Esasında biz çeşitli zamanlarda televizyon programlarına katılarak düşüncelerimizi anlatmaya çalıştık. Ama televizyonların reyting kaygıları bunu engelliyor. Tabii ki biz bu teşebbüslerimizden vazgeçmiş değiliz, pes etmedik ve kanallarla zaman zaman görüşüyoruz. TÖDER olarak programlar yapıyoruz, kamuoyunu bilgilendirmek amaçlı bilgi ekranları yapıyoruz. Ama bunu yapmak gerçekten kolay değil. Bir de insanlara bunların anlatılabileceği programlara ihtiyaç var, tartışma ortamındaki programlarda doğru mesajı vermek çok zor. 

İBRAHİM TAŞEL’E GÖRE EĞİTİM?
İbrahim Taşel: Bana göre eğitim, insanın kendini tanıması ve kendi yeteneklerini ortaya çıkarması, bunu kendisi, ailesi ve ülkesine yararlı hale getirmesi için geçen süreçtir. Yani davranış değişikliklerinin daha disiplinli şekilde gerçekleşmesi sürecidir. Eğitim, insanın önce kendisini değiştirmesini hedeflemeli, ardından ülke, dünya ve çevre yararına kullanılabilecek bilgilerle donanması sürecidir.  

İŞ İLE ÖZEL HAYATI BİR ARADA YAŞAYABİLİYORUM
Cem Kaçmaz: İbrahim Taşel ismi eğitim camiasında önemli bir yere sahip. İbrahim Taşel, isminin içinde neleri barındırır?
İbrahim Taşel: İbrahim Taşel ismi, en başta öğretmen ve eğitimci kimliğini barındırıyor içinde. Çünkü ben 27 yıl bilfiil öğretmenlik yaptım. Yani bu işe bir işletmeci olarak değil, öğretmen olarak başladım. İkinci olarak Anadolu insanının hiçbir maddi gücü olmadan neleri başarabildiğini barındırıyor. Girişim ruhunu barındırıyor, temel ilke ve değerleri barındırıyor, bunu sağladığımı düşünüyorum. Bunun dışında diyaloğu barındırıyor, çünkü bizim eğitim kurumlarımıza her düşünceden insan gelmiş ve bünyemizde yer almıştır. Vatanın bütünlüğü ve Cumhuriyete bağlılığımız, yine bizim vazgeçilmez değerlerimizdir. Ülkemizin gittiğimiz farklı coğrafyalarında insanlar bizi bağrına bastı. Biz Türkiye’yi temsil eden bir yapıya sahibiz. Bundan sonra da aynı çizgide ilerleyeceğiz. İlk kurulduğumuz günden bugüne Türkiye’nin en pahalı okulu ya da dershanesi olmayı hiçbir zaman hedeflemedik. Her kesimin çocuğunu rahatlıkla özel okula gönderebileceği bir ortamı sağlamak istedik, böyle bir model oluşturmaya çalıştık. 

Hayati Oktay: Final Okulları’nın bundan sonraki hedefi/hedefleri nedir?
İbrahim Taşel: Kurum sayısını çoğaltmak kadar mevcut olan kurumların içyapılarını düzeltmeyi ve kalitelerini artırmayı da çok önemsiyorum. Eğitim işi bisiklete binmek gibidir, pedal çevirmeyi bıraktığınızda düşersiniz. Onun için eforumuzun büyük bir kısmını çalışarak harcıyoruz. Bu arada bulunmadığımız şehirlerde ve yurt dışında da kurumlarımızın olmasını isteriz. Üniversitemizin güçlenerek dünyanın önemli üniversiteleri arasında yer almasını hedefliyoruz, ayrıca Türkiye’de de bir vakıf üniversitesi açmak hedeflerimiz arasında. Anlayacağınız, eğitimin her alanında var olmayı amaçlıyoruz. 

Cem Kaçmaz: Final Eğitim Kurumları’nın bugünkü büyüklüğü nedir?
İbrahim Taşel: Şu anda 210 okulumuz, yaklaşık 230 tane de kursumuz var. Bunların bir kısmı bizim bünyemizde, bir kısmı ise franchise’dır. Burada homojen bir yapı kurmak en büyük hedefimiz. Yani Şırnak’ta bir okulumuza giden öğrencinin, kendisini İstanbul’da eğitim veren bir okulumuza gittiğini hissetmesini isteriz. 

Alpaslan Dartan: 40 yıl önceye döndüğünüzde bugün geldiğiniz noktayı hayal edebiliyor muydunuz?
İbrahim Taşel: İlk eğitim kurumumuzu açtığımızda bunu ülke geneline yayma hayalini kuruyordum. Bu fikir kafamda vardı. Ama boyutlarını, gelişimini bizim kader çizgimizin belirlediğine inanıyorum. Eğitimci olduğum için son derece mutluyum. Çok saygın bir iş olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar bizim kurumlarımızda 4 milyon 370 bin öğrenci eğitim görmüş. Yani 4 milyon 370 bin kişinin hayatına dokunmuşsunuz. Bundan daha büyük bir servet olamaz. 

Cem Kaçmaz: Bu kadar okul ve kursunuz varken, zamanınızın ne kadarını seyahatte geçiriyorsunuz? Kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?
İbrahim Taşel: Yılın üçte ikisini seyahatte geçiriyorum. Ama bundan yorulmuyorum çünkü bunu severek yapıyorum. Ömrün insanlara sunulan bir hazine olduğunu ve yine insanlara faydalı olmak için harcanması gerektiğine inanıyorum. İşimle hayatı bir arada yaşayabiliyorum ve bundan da büyük keyif alıyorum. Mesela, hizmet içi eğitim toplantılarımızı yaptığımız yerlerde akşam vakitlerinde türkü faslı yapıyoruz. Televizyon ve radyolarımız vardı, hatta radyoda dj’lik bile yapmışlığım var. Final Gençlik adında bir spor kulübümüz var. Ayrıca fotoğraf çekmeyi ve atları çok severim. 4 tane atım var, ikisinin ismi Final ve Sadettin. Sadettin kayınpederimin adı, o da atları çok severdi...
Eğitim seminerleri veriyorum. Deneme türünde yazmayı seviyorum, ama yoğunluktan ötürü 5 yıldır yazamıyorum maalesef. “Sizin Dünyanız Hangisi “ ve “Düşüncenin Canı” adında iki kitabım var. Tüm bunların yanında aileme mutlaka vakit ayırıyorum.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.