Logo

Bütün okullar 'EN İYİ' olsa sorun çözülür mü?

Kategori: Gündem
Cuma, 27 Nisan 2012 08:49 tarihinde oluşturuldu



Süleyman Demirel Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Menderes Coşkun'nun Zaman Gazetesi’nde çıkan yazısı.

lys sınavıTürk eğitim sistemiyle ilgili tartışmalar yeniden alevlenmiştir. Bu süreç, sorun çözülünceye kadar devam etmelidir.

Yanlışın farkında olmak ve ondan kurtulmak istemek, yanlışa alışmak ve onu kurumsallaştırmaktan daha iyidir. Ancak Tanzimat'tan beri, yaklaşık yüz elli yıldır, eğitim sistemimizde daima reformlar yapılmaktadır fakat bir türlü sorun çözülememektedir. Zira hep yanlış teşhisler üzerinde kafa yorulmuştur. Üzerinde ciddiyetle düşünülmeden, gelişmiş ülkelerde var olan "ulusal fayda-maaş-meslek-donanım-eğitim müfredatı münasebeti" kavranılmadan yapılan her teşhis ve teklif, yanlışa açıktır. Doğru teşhis için tecrübe, iyi niyet ve dürüstlük önemlidir fakat yeterli değildir.

Eğitim sistemimizin sorunlarıyla ilgili en temel teşhis şudur: Türkiye'de öğrenciler, ilkokuldan üniversiteye kadar, zorlu bir bilgi öğrenme yarışına girmektedirler; gece gündüz, hatta cumartesi pazar bile çalışmaktadırlar ve hayatı sadece kendilerine değil, ailelerine ve öğretmenlerine de zehir etmektedirler. Ancak bu kadar sıkıntılı olan eğitim sistemi, kendi başına, dünya çapında, sanayici, bilim adamı, sanat ve spor adamı yetiştirememektedir. Başarılı Türk bilim ve sanat adamları vardır, fakat bunlar, Türk eğitim sisteminin bir ürünü olarak kabul edilemezler.

Eğitim sistemimizdeki sorunları çözemeyişimizin sebeplerinden birisi, öğretmeniyle, öğretim üyesiyle, siyasetçisiyle bütün toplumun, skolastik, teorik, terminolojik, ansiklopedik, terkipçi, taklitçi ve aktarımcı (ezberci) olan eğitim sistemine alışmış olması ve sorunun çözümünü şekilde aramasıdır. Birçok akademisyen ve öğretmen, liselerde ve üniversitelerdeki müfredatın doğruluğuna inanmaktadır. Bu inanç devam ettiği müddetçe, sorunu çözemeyiz. Sorunu, hâlihazırdaki eğitim sisteminin özünde değil de onun işleyişinde arayan kişilerin teşhisleri, doğru değildir. Bu kişilere göre Türk eğitim sisteminin sorunları arasında öğrencilerin ilgi, zekâ ve disiplin bakımından yetersizlikleri, sınıfların kalabalık oluşu, fizikî imkânların azlığı, derslerin fazlalığı, maaşlara bağlı olarak öğretim elemanlarının sosyal statülerinin düşüklüğü, yönetim sorunları vs. vardır. Öğrenci ve öğretim elemanı profili yüksek olan, maddî imkânları geniş olan lise ve fakültelerde, derslerin daha iyi işlendiği doğrudur. Bu okullarda öğrenciler kuşkusuz daha fazla bilgi öğrenmektedirler. Burada üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken soru şudur: Eğer ülkedeki bütün okullar böyle olsaydı, yani öğrenciler zeki ve ilgili, okulların ve öğretim elemanlarının bütün maddi ihtiyaçları da karşılanmış olsaydı, eğitim sistemimizdeki sorunlar çözülür müydü? Diğer bir ifadeyle, ülkedeki bütün liseler, öğrenci ve öğretmen bakımından en başarılı fen liselerinin seviyesine çıkartılsaydı, bütün fakültelerde yeterli sayıda profesör olsaydı, eğitim sistemimizdeki sorunlar çözülür müydü? Bu sorunun cevabı, kişilerin "sorun algısı"na göre evet olabilir. Birçok akademisyen, idareci, öğretmen, siyasetçiye göre, bu sorunun cevabı, maalesef, 'evet'tir. Zira gerçekten de üniversite sınavlarında yüksek puanlar alan öğrencilerin bulunduğu sınıflarda dersler daha iyi işlenmektedir. Bu öğrenciler kuşkusuz daha ilgili ve sorumludurlar, dolayısıyla bilgi aktarımı daha huzurlu bir ortamda gerçekleşmektedir. Bize göre her öğrenciyi "mevcut" müfredattaki bilgileri itirazsız öğrenmeye hazır hâle getirmek, asla eğitim sistemindeki temel sorunları çözemez. Ortaöğretim ve yüksek öğretimin hâlihazırdaki müfredatında yer alan bütün bilgiler bütün öğrencilere eksiksiz öğretilseydi, yine, dünya çapında bilim adamı, sanayici, sanatçı vs. yetişmezdi. Zira bu bilgiler, öğrencilere onların akıllarını değil hafızalarını kullanmaya dönük olarak verilmektedir; sonuç olarak, onları bilgi üreticisi değil, bilgi tüketicisi veya bilgi pazarlamacısı yapmaktadır. Öğrenci ve akademisyenlerin aralarındaki nitelik farkı, üretilmiş bilgiyi tüketme veya pazarlamada gösterilen cehde göre değişmektedir.

Ülkemizde güya "nitelikli" eğitim veren, yeterli sayıda fen lisesi ve fakülte vardır. Bu okullardan mezun olan öğrenci sayısı, birçok gelişmiş ülkedeki mezunlardan daha fazladır. Yani bu başarılı okul veya fakültelerden mezun olanlar, bir ülkeyi rahatlıkla teknolojik, ekonomik, kültürel, sanatsal vs. açılardan geliştirebilir(di). Nitekim her ülkede milyonlarca üniversite mezunu arasından küçük bir grup, ülkenin gelişimine katkı sağlar. Nitelikli ve donanımlı insanlar yetiştirmek için zahmet, samimiyet ve gayret yeterli değildir; öncelikle takip edilen yolun doğru olması gerekir. Ancak yol doğru olursa, koşturmanın, çok çalışmanın, sıkıntı çekmenin ve önde olmanın bir anlamı olabilir.

Eğitim sistemimizdeki zihniyet, misyon ve kurgu sorunları çözülemediği zaman, Bologna gibi Batı'dan yapılan şekil aktarımlarının ciddi bir faydası olmaz ve kesinlikle olmayacaktır da. Zira Bologna kriterleri Batı'daki eğitim sisteminin bazı şekli kusurlarını/hastalıklarını tedavi etmek için üretilmiştir. Batı üniversitelerinin sorunlarıyla gelişmemiş ülkelerin üniversitelerinin sorunları aynı değildir. Batı'daki eğitim sisteminin maksat (misyon) ve kurgu (müfredat) sorunu yoktur. Eğer bizim eğitim sistemimizin de Batılı ülkelerde olduğu gibi sanayi, ekonomi, siyaset, kültür ve sanatı "fiili olarak destekleyen" bir kurgusu olsaydı, o zaman Bologna gibi şeklî ve pedagojik düzenlemelerin ciddi bir faydası olabilirdi.

Türk çocukları, dünyaya bilgi ve teknoloji satan ülkelerin çocuklarından daha fazla eğitim almaya, bilgi öğrenmeye ve başarılı olmaya hazırdırlar. Batı'da, faydasına inanmadığı binlerce bilgiyi, itirazsız öğrenecek öğrenci bulmak çok zordur. Türkiye'de ise okul, dershane, özel ders ve etüt merkezlerinde, amansız bir bilgi öğrenme işkencesine razı olan/edilen milyonlarca öğrenci bulmak mümkündür. Yani başarıya hazır bir nesil vardır. Ancak biz eğitim sistemimiz vasıtasıyla, genç yetenek ve zihinlerimizi, yani insan kaynaklarımızı, büyük ölçüde heder ve israf etmekteyiz. Batı, manevi ve ailevi sebeplerle nispeten hasarlı olan malzemeden (yani öğrencilerden), akılcı ve faydacı eğitim sistemi vasıtasıyla, üretken nesiller yetiştirirken, biz nispeten iyi olan malzemeden, skolastik, ansiklopedik ve terminolojik eğitim sistemi vasıtasıyla, bilgi yorgunu öğrenciler ve terkipçi ve aktarımcı akademisyenler yetiştirmekteyiz.

Kısaca ifade etmek gerekirse, ilköğretim ve ortaöğretim, öğrenciye, hayatta ve yüksek öğretimde kullanabileceği bazı bilgi ve donanımları kazandırmalıdır. En önemli soru, bu bilgi ve donanımların ne olacağı sorusudur ve bu soruya kanaatimce şimdiye kadar hep yanlış cevaplar verilmiştir. Ortaöğretimde öğrenciler, bir veya iki yabancı dilde yazıp konuşabilme, ihtiyaç duyduğu bir konuda bilgi kaynaklarına hızlıca ulaşabilme, bilgisayarı bilgi sunmak ve yazı yazmak için etkin bir şekilde kullanabilme, ruh ve beden sağlığını hayat boyu koruyabilme, temel matematik, fizik, kimya, edebiyat vs. konularına hakim olma; sosyal, uzlaşmacı, ahlâklı, kültürlü, medenî bir birey olabilme; duygu veya düşüncesini insicamlı bir şekilde sözlü ve yazılı olarak ifade edebilme, eleştirel düşünebilme, fikrî, felsefî ve edebî bir konuyu tartışabilme eğitimi almalıdır. Ayrıca öğrenci; dersler, sınavlar, yarışmalar, etkinlikler, öğretmenler vasıtasıyla kendisine en uygun mesleği ortaöğretimde kısmen belirlemeli ve bu mesleğin gerektirdiği bazı bilgileri iyice öğrenmelidir. Öğrenci müstakbel meslek seçimini doğru yapıp yapmadığını kavrayıncaya kadar sınavlardan geçirilmelidir. Veli, ortaöğretimde, çocuğunun özel yeteneklerinin ve ilgi alanlarının ortaya çıkartılmasını talep etmelidir; çocuğunun hafızasının; sınavlar, salonlar, sınıflar ve bilgi yarışmaları dışında kullanılmayacak bilgilerle doldurulmasına razı olmamalıdır.

Ortaöğretim ve yüksek öğretimdeki zihniyet ve müfredat sorunları tekrar tekrar ele alınmalıdır ve ele alınacaktır. Özellikle ülkemizin ihtiyaç duyduğu alanlarda, dünya çapında otorite insanlar nasıl yetiştirilebilir, sorusu üzerinde düşünülmelidir. Her bir alan için eğitim müfredatı ortaöğretimden doktoraya kadar bütüncül bir bakış açısıyla kurgulanmalıdır. Sonra bütün bu kurgular bir araya getirilmeli ve genel çerçevelere oturtulmalıdır. Aksi takdirde ortaöğretimde ve yüksek öğretimde öğrencileri, ders çalıştırarak heder etmeye devam edeceğiz. Zira hâlâ en itibarlı toplantılarda bile, sistemin özü, kurgusu ve misyonu tartışılmamaktadır. Okulların fiziki ihtiyaçlarının karşılanması, öğrencilerin çalışkan ve ilgili olmaları, öğretim üyelerinin sayı, tecrübe, maaş ve akademik unvan bakımlarından iyi durumda olmaları vs., mevcut eğitim sistemini, daha işlek yapar ve ömrünü uzatır; ancak bütün bunlar, skolastik eğitim tarzını faydacı, rekabetçi, uygulamalı ve üretimci eğitim tarzına dönüştüremez.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.