Logo

Şehirli olabilmek mi yoksa köylü kalmak mı?

Kategori: Gündem
Pazar, 20 May 2012 13:56 tarihinde oluşturuldu



Hamza Aydoğdu – MEB İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısı

hamza aydoğduİçinde yaşadığımız dünya sürekli değişim ve dönüşüm içerisindedir. Bu değişim ve dönüşüm nedeniyledir ki bir dakika önce yaşadığımız dünya ile bir dakika sonra yaşadığımız dünya aynı değildir. Ünlü Filozof Herakleitos “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü ile her şeyin değiştiğini, sabit kalmadığını çok güzel özetlemiştir. Etrafımıza baktığımızda her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini görmemiz mümkündür. O hâlde, her şey değişirken insanın değişmemesi, etrafında meydana gelen değişimlere karşı gözlerini kapatması hayret edilecek bir durum değil midir?

Geçmişten günümüze genel bir bakış, toplumsal hayatımızda da birçok değişim meydana geldiğini gösterecektir. İlk olarak tarım toplumu dediğimiz bir dönem yaşanmış, ardından fabrikaların gelişimi ile sanayi toplumuna geçilmiş daha sonra ise bilginin önem kazanması ile birlikte şu anda içinde bulunduğumuz bilgi toplumuna geçilmiştir. Bu geçişler sırasında köy olarak nitelendirdiğimiz yerleşim yerlerinde hayatını sürdüren insanlar, sanayi toplumu ve bilgi toplumu sürecinde şehirlere göç etmeye başlamıştır. Bunun sonucunda toplumlar genel olarak şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar şeklinde ayrılırken, şehirde yaşayan insanlara şehirli, köyde yaşayan insanlara ise köylü denilmiştir.

Peki, şehirli ya da köylü ayrımı yapmak bu kadar kolay mıdır? Yaşamını devam etirmek için şehir dediğimiz yerlere gittiği zaman şehirli, köye gittiği zaman da köylü mü olur her insan? Şehirli ve köylü arasındaki fark mekânsal mıdır yoksa zihinsel midir? Belki farkında olarak ya da olmayarak kurduğumuz cümlelerde şehirli veya köylü derken ne demek istediğimizi, neyi kastettiğimizi düşündük mü hiç?

Köy ve şehirler genel olarak gelişmişlik düzeyine göre birbirinden ayrılan yerleşim yerleridir. Köylerde doğa ile daha iç içe bir yaşam hâkim iken şehirlerde daha çok sanayi ve teknoloji ile iç içe bir yaşam hâkimdir. Bu açıdan ele alındığında köy kavramı çoğu zaman geri kalmış, modernleşmemiş yerler olarak algılanırken; şehirler bunun tam tersi olarak algılanmaktadır. 

Şehir, üretken, yenilikçi, bilim, sanat, kültür, özgün düşünce gibi değerlerin filizlenip yeşerdiği, modern ve medeni yer; şehirli ise sorun üretmek yerine çözüm üreten, sürekli değişen ve kendini yenileyen ama öz değerlerini de asla inkâr etmeyen, fikri hür insan demektir. Peki gerçekler öyle mi? Şehir yaşantımız uymakta mıdır tanımlara? Beton yığınları arasına sıkışmış hayatlar ve boğucu trafik şehirleşme midir? Sürekli şikayet eden, yeniliğe kapalı, alışkanlıkları kendine düstur edinen, kendi gibi olmayanı kabul etmeyen, şehirli midir? 

“Elbette Hayır”… 

Birçok şehir ve bu şehirli, medeniyet krizi içerisindedir. Ne şehirler şehir gibidir ne de şehirliler şehirli gibi.… İçi bomboş kavramlar olmuştur artık şehir ve şehirlilik. Oysa ruhun ve zihniyetin, öz değerlerini inkâr etmeden sürekli ve yeniden imar edilmesidir şehirlilik… Şehirde yaşamakla şehirli olunmuyor işte. Çok eğitim almakla da şehirli olunmuyor. Siz hiç şehirde yaşayan ama hala köylü kafası taşıyan akademisyen, eğitimci, doktor görmediniz mi?

Şehirlilik olgusu bir zihniyet meselesidir. Hz. İsa “Köyden peygamber çıkmaz” derken bir zihniyete vurgu yapar, biyolojik bir varlığa değil… O hâlde kimdir bu köylü kafalar? Onlar köylülük zihniyetinin müdavimleridir. Başarıyı çekemez, kültürel iletişime kapalıdır, hasettir, bencildir, ben merkezlidir, övünmeyi sever, egosu Ağrı Dağı gibidir. Dış görünüşü şehirli ve medenidir; iç dünyası ortaçağ karanlığında seyr-ü süluk etmektedir… Kolektif şuuru sevmez; davranışları yapmacık, ruhu estetiklidir, doğal değildir ve gösteriş düşkünüdür. Yeniliğe ve yeni fikirlere kapalıdır, alışkanlıklarına sorgusuz sualsiz bağlıdır ve tutucudur. Kendisinden aşağıda olanı ezerken kendisinden güçlüye boyun eğer, bedeni medeni bir ortamda yaşasa bile ruhunu köylülüğe köle etmiştir. Bu da yetmezmiş gibi kendisini çağdaş ve süslü sözcüklerin arkasına saklar. Herkes onları şehirle evli bilir, ama onlar şehirle flört bile etmiyordur. Şehir onlar için yaşamsal bir alandır, bir yaşam biçimi ve hayat tarzı değildir.

Şehirli olmak ya da köylü olmak mekânsal bir tabir olmayıp zihinsel bir aktivitedir. Asla öteki oluşturmak değildir. Bir insan şehirde köylü gibi, bir başka insan da köyde şehirli gibi yaşayabilir. Şehirlilik ve köylülük bir kast sistemi olmamakla birlikte iki kavram arasındaki geçiş imkansız değildir ve köyden şehre göç etmekten daha kolaydır. Gerekli olan tek şey zihniyet değişikliğini istemek ve hayata geçirmektir. Daha sonra da kendisini o şehre ait hissetmeli ve şehirle bütünleşmelidir. Şehirle bütünleşme duygusu şehre hâkim olan kültürel değerleri, gelenekleri, genel yaşam biçimlerini ve bunların etrafından gelişen alışkanlıkları paylaşmayı beraberinde getirmektedir. Eğer bir insan yaşadığı şehirle bütünleşmemiş ise diğerlerine karşı yabancıdır. Sorsanız aslında hayatından da gayet memnundur ancak farkında değildir bedeni hür iken fikrini, düşüncelerini prangalara vurduğundan…

Köyde yaşamak ne kabahattir ne de bir suç. Köylerin de kendine göre bir yaşam tarzı vardır. Mesele köyde hayatını sürdürmek değil, mesele hayatı boyunca köyü ve köylülüğü içinden söküp atamamaktır. Ülkemiz açısından bu konuyu düşündüğümüzde belki de birçok sorunun kaynağının burada yattığını söyleyebiliriz. Şehirde de yaşasak köyde de yaşasak kendimize has orijinal şehir kültürü oluşturamıyoruz. Bunu toplumsal bir hamleye dönüştüremiyoruz… Oysaki Ülke olarak, Dünya ülkeleri arasında varlığımızı sürdürmek ve güçlü olmak için vakit kaybetmeden bu kültürel evrimi tamamlamalıyız. En önemlisi de eğitimde şehirli olabilmeyi, şehirli gençler, şehirli zihniyetler yetiştirebilmeyi başarmalıyız. Belki de en temel problemimiz budur…

Eğitim, davranışları yönlendirme ve biçimlendirme ise bunun öncelikle zihniyet değişimi ile mümkün olacağını bilmeliyiz. Değişmeden, zihinlerimizi yeniden imar etmeden kendimize has bir kimlik oluşturmadan birey olamayacağımız gibi şehirli hiç olamayız. Çünkü üretici olmak, yeni fikirler ortaya koymak, çözümler aramak, yeni fırsatlar oluşturmak ve başarıya ulaşmak bireyin şehirli olmasıyla mümkündür. Bu durumda birey ile şehir etle tırnak gibidir. Birey şehre ait olmalı şehir de bireye ait olmalıdır. Bunun en güzel örneği, bir şehir insanı olan Socrates’in hayatında gizlidir. Socrates idama mahkum edilir, üstelik kendini ait hissettiği şehir olan Atina’da… Öğrencileri Socrates’i kaçırmak ister ama o, Atina’daki ölümü, Atina dışındaki hiçliğe tercih eder. Çünkü Socratesler ancak şehirlerde yaşar ve ölürler… 

Gel ne olursan ol yine gel diyerek herkese kucak açan Mevlana “Köyü mesken tutmak aklı mezara koymaktır” derken ne güzel bir söz söylemiştir. Aklını mezara koyan bir insanın yaşamasının ne anlamı vardır? Şehirlilik, bir yaşam tarzıdır, bir kültürel devrimdir, bir kolektif şuurdur. Bir bilinç ve zihniyet değişimidir. Gelecek nesilleri yetiştirecek kilometre taşlarıdır. Bu taşların köylücülük zihniyeti ile döşenmesinin sancılarını çekiyoruz bugün; belki de farkında değiliz…

İlk başta söylediğimiz gibi sürekli değişim içinde olan dünyaya ayak uydurmak değişimi ve gelişimi kabul etmek gerekir. Ama değişimler içselleştirilmedikçe , zihniyetler algılanmadıkça insan üzerinde de hayatımız üzerinde de eğreti duracaktır. Hayatın her alanında ve özellikle eğitimde başarı ve davranış modlarının sistematik ahengi “şehirli bir eğitimle ve kültürle” mümkündür desem; çok mu büyük laf etmiş olurum…


YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.