Logo

Dershaneleri değil okulları kapatın

Kategori: Gündem
Cuma, 14 Eylül 2012 09:56 tarihinde oluşturuldu



Zaman Gazetesi’nden Atilla Yayla’nın bugünkü yazısı

Kanun nedir? Doğa kanunlarına benzer beşerî kanunlar var mıdır? Kanunları kim yapar? Hukuk kanunları doğa kanunlarına benzer mi? Ya iktisadî kanunlar? İktisadî kanunlar hukuktaki kanunlar gibi zorla uygulanabilir mi? Hükümet-devlet-parlamento, kanunları istediği zaman dilediği şekilde değiştirilebilir mi?

Şüphe yok ki, tabiat kanunlarıyla sosyal hayatta zuhur eden ve bazen kanun adı verilen davranış kalıpları, birbirinin tıpkısının aynısı değil. Bu yüzden, belki de, her ikisinin de aynı terim kullanılarak "kanun'' olarak adlandırılması hatalı. Tabiat kanunları beşerî hayat için bir veridir. İnsanlara dışlarından verilir. Başka bir şekilde ifade edilirse, insan kendini tabiat kanunlarının tanzim ettiği bir ortam içinde bulur ve bu kanunları keyfince tadil veya iptal etme gücünden mahrumdur. Tabiat kanunları insanın iradesinden bağımsızdır. Zayıf da şişman da, uzun da kısa da, fakir de zengin de yerçekimi kanununa aynı şekilde tabidir. Bu bakımdan insanlar arasında mutlak bir eşitlik bulunur.

Buna karşılık, beşeri dünyanın kanun adı verilebilecek davranış düzenlilik ve kalıpları, insanın eseridir. İnsanlar belli şekillerde davrandığı için veya bu sayede doğar ve yaşarlar. Ancak burada düşünce tarihi boyunca birçok filozofun -meselâ Rousseau'nun- gözden kaçırdığı mühim bir nokta var. Sosyal davranış kuralları insan davranışının eseri olmakla beraber, bilinçli ve amaçlı insan dizaynının ürünü değildir. Deneme yanılmayla ilerleyen; genel fayda kuralı tarafından rehberlik edilen; hiçbir somut tekil iradenin kontrol, denetim ve yönlendirmesinde olmayan; anonim olan ve davranışların milyonlarca defa tekrarına dayanan; başarıların doğmasıyla kurumsallaşan ve başarıların taklit edilmesiyle kurumsallaşmayı yayan bir beşerî akışın ürünüdür. Bu yönüyle sosyal kurallar kanun yapan otoritenin -parlamentonun veya monarkın- iradesinin ötesinde ve üstündedir. Kimileri bunu doğal hukuk kavramıyla açıklar. Benim bağlı olduğum felsefî gelenekse evrim, tekâmül, inkişaf, kendiliğinden doğan düzen terimlerini bu beşerî akış ve oluşumu izah etmek için kullanır.

Bu yaklaşımı iktisadî hayata uygularsak karşımıza ne çıkar? Kısaca cevap vereyim: İktisadî hayatın kendine mahsus kurallarının ve işleyişinin olduğu ve bunlara keyfî şekilde müdahale edilmeyeceği. Bir örnek vereyim: Bir malın fiyatı onun arzı ile talebinin buluştuğu noktada oluşur. Böyle olması, bir siyasî emrin veya pozitif hukuk kanununun sonucu değildir. Bundan dolayı da bir siyasî emir veya pozitif hukuk kanunuyla ortadan kaldırılamaz, değiştirilemez. Bu, bazı kimselere insanın acizliği gibi görünür, ama uzun vadeli incelendiğinde uygarlığın ve özgürlüğün temeli olduğu anlaşılır. Bir başka iktisadî hayat kuralı, bir mala veya hizmete ihtiyaç-talep varsa piyasa aktörlerinin mutlaka onu üretmenin ve sunmanın bir yolunu bulacak olmasıdır.

ZENGİN-FAKİR-EĞİTİM

Dershaneler de bu çerçevede görülebilir. Üniversitelileşme oranı nispeten düşük olan ülkemizde üniversite eğitimine büyük bir talep var. Buna karşılık, arz sınırlı. Sebep, eğitimde piyasanın işlemesine müsaade edilmemesi, devletin bu alanda katı bir tekel olmayı on yıllardır sürdürmesi. Arz ile talep arasındaki dengesizlik ister istemez sınav yaparak üniversiteye girmek isteyen öğrenciler arasında bir eleme yapılması mecburiyetini doğuruyor. Bu yüzden lise öğrencileri neredeyse daha ilk yıllarından itibaren çılgın bir sınav kazanma yarışına başlıyor. Dershaneler, işte bu eğitim sisteminin ürünü. Her öğrenci yarışta daha avantajlı konuma gelmek için formel eğitim sisteminin dışında bilgi ve ders kaynağı aramaya başlayınca, ilave ve formel yapı dışı ders almanın kurumsallaşmış ve ticarileşmiş yapılanması olarak dershaneler ortaya çıktı. Ve dershaneler toplumdan çok ilgi gördü, çok da iyi işler yaptı. Bunu nereden anlıyoruz? Ayakta kalmalarından, gelişmelerinden ve devamlı "müşteri'' bulabilmelerinden. Üniversitede okumuş ve okuyan pek çok öğrencinin yolunun dershanelerden geçmiş olmasından.

Son açıklamalarına bakılırsa Başbakan, dershanelere kötü bakışı sanki kafasında sabit fikir hâline getirmiş. Üslubu da yakışıksız, kırıcı ve otoriteryen tınılı. "Dershaneler kapanacak!" diyor. Niye? Dershanelerden insanlar ne zarar gördü? Dershanelere gidenler kendileri için, dershanelere çocuklarını gönderenler çocukları için neyin iyi olduğunu bilmiyorlar mı? Dershaneleri kapatmak fakire yararlı olur zannediyorsanız tamamıyla yanılıyorsunuz. Devlet tekelini kırıp yükseköğretim piyasasını serbestleştirsek ve böylece arz ile talebi dengelesek bile, özel-ek-formel eğitim sistemi dışı ders ihtiyacı ortadan kalkmaz. Bazı okullar her zaman daha çok ilgi göreceği için yarış sürer. Zengin çocukları, en pahalı hocalar kiralanarak sınavlara hazırlanırken fakir çocukları ilave dersin maliyetlerini kendileri gibi fakirlerle paylaşarak karşılanabilir miktara indiremeyeceği için, yarışta geri kalmaya mahkûm olur. Bana sorarsanız, dershaneleri değil Milli Eğitim okullarını kapatmak daha doğru ve faydalı. Baksanıza, okulların 10 senede kazandıramadığını dershaneler bir senede kazandırıyor. Bu başarının izahı da gayet basit. Herkes MEB okullarına zorla gidiyor. Yani okula gidiş gönüllülüğe dayanmıyor. Öğretmenler, iş garantisine sahip. İşe hangi donanımla başladılarsa onunla, hatta daha azıyla, emekli olabilirler. Rekabet yok denecek kadar az. Öğrenciler ve veliler eğitimin maliyetini hissetmiyor ve üstlenmiyor. Böyle bir sistem etkin ve verimli olabilir mi? Dershanelerde bunların tam tersi söz konusu. Gönüllülük esas. Maliyeti müşteri ödüyor. Her bakımdan rekabet müthiş. Kaynaklar çok daha etkin kullanılıyor. MEB kaynakları dershanelere aktarılsa, dershaneler eğitim sistemini uçurur.

Başbakan'ın dershanelere karşı anlaşılmaz tavrının başka implikasyonları da var. Dershanecilik, bir özel teşebbüs işi. Dershaneleri siyasî güçle ve hukuku araçsallaştırarak budama, girişim özgürlüğüne darbe indirir. Kâr etmeye çalışmak ahlâklı ve meşru, elde edilen kâr da müteşebbisin anasının ak sütü kadar helâldir. Ayrıca müesseselerin kâr etmesi topluma çok faydalıdır. Kâr eden kurumlar kaynakları etkin şekilde kullanıyor ve topluma arzu edilen bir hizmet veya mal arz ediyor demektir. Keşke, kamu kurumlarının çalışmalarını ve performanslarını da kâr açısından düzenlemek ve denetlemek mümkün olsaydı.

Dershanelerle uğraşmak, sanal bir probleme zaman ve enerji harcamaktır. Bir sürü ağır ve acil problemi olan bir ülkede bunu yapmanın ne lüzumu, ne gereği ne de yararı var.(zaman)

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.