Logo

Öğretmen atamaları 3-4 yılda çözüme kavuşacak

Kategori: Öğretmenler Odası
Perşembe, 17 Eylül 2015 16:11 tarihinde oluşturuldu



Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürü Hamza Aydoğdu,  yeni öğretim yılı öncesi Bakanlığın ve öğretmenlerin gündeminde yer tutan önemli konu başlıkları üzerine değerlendirmelerini aktardı ve sorularımızı yanıtladı.

hamza_aydogdu_mebEğitim sisteminde en önemli ve temel unsurun “öğretmen” olduğunu belirten Aydoğdu, öğretmen kadrolarının niteliksel gelişiminin sağlanmasına yönelik çalışmaların sürdüğünü, öğretmenlerin özlük haklarında da kayda değer iyileştirmeler yapıldığını söylüyor.

Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürü Hamza Aydoğdu, atama bekleyen çok sayıda öğretmen adayının ziyaret için geldiği ve kendisiyle görüşmek için sıra bekledikleri bir günde, yoğun çalışma trafiği arasında sorularımızı yanıtladı:

Öğretmenlerin mesleki gelişimlerinin sağlanması ve özlük haklarının geliştirilmesi için yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?

Öğretmenlerimiz toplamda 860 bini bulan sayılarıyla dün olduğu gibi bugün de milli eğitim sistemimizin yükünü omuzlarında taşıyor. Halen %99’u üniversite mezunu olan öğretmenlerimizin niteliği açısından hem Öğretmen Yetiştirme Genel Müdürlüğü, hem de İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğümüz her yıl hizmet içi eğitim programları gerçekleştiriyor. Hızla değişen dünya şartlarında teknolojiler sürekli değişir ve yenilenirken çocuklarımızın algısı da değişiyor. Bu durumda öğretmenlerimizin çocuklarımızdan bilgi ve birikim olarak geri kalmaması için Bakanlığımız üzerine düşen her şeyi yapmaktadır. Bu çerçevede Öğretmen Yetiştirme Genel Müdürlüğü’nün her yıl yaptığı programlar kapsamında öğretmenlerimizi hizmet içi eğitim kurslarına alıyoruz. Fakat 860 bin öğretmenin sadece MEB kaynaklarıyla hizmet içi eğitim kursuna alınması, yetiştirilmesi zor bir şey. O nedenle öğretmenlerimize yönelik olarak hem interaktif, hem de internet üzerinden Öğretmen Yetiştirme Genel Müdürlüğü bazı çalışmalar yapıyor, bu kapsamda hizmet içi eğitim seminerlerimiz devam ediyor… Diğer taraftan Bilgi İşlem Daire Başkanlığımızla birlikte, alınan tüm eğitimlerin sonucundaki sertifikaların doğrudan e-okula yansıtılması için çalışmalarımız da devam ediyor. Bununla ilgili olarak sivil toplumla birlikte öğretmenlerin yetiştirilmesi ve geliştirilmesi için programlar yapıyoruz. Peki bunlar yetiyor mu? Yetmiyor. Milli eğitimde en temel unsur, öğretmendir. Biliyorsunuz, OECD raporlarında eğitimin niteliğinin artırılması konusunda, yani bir ülkede eğitimin nitelikli bir eğitim olabilmesi için iki faktörden söz ediliyor: Birincisi “kurum kültürü”, ikincisi ise “öğretmen”dir... Şu anda görevde olan 860 bin öğretmenimizin %70’ten fazlasının 40 ve altı yaş grubunda yer aldığını göz önüne aldığımızda, genç bir öğretmen kitlemiz olduğunu, dolayısıyla öğretmenlerimizin niteliklerinin geliştirilmesi konusunda büyük bir avantaja sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu konuda hem sivil toplum örgütleriyle hem de kendi öz kaynaklarımızla çalışmalar yapıyoruz. Bunun yanında Milli Eğitim Müdürlüklerimiz kendi illerinde bulunan üniversitelerle çok iyi koordine olarak her yıl oradaki hocalarımız eşliğinde öğretmenlerimize bir haftalık, 15 günlük eğitimler yapıyorlar ve bunları da bize de rapor ediyorlar. Sonuç olarak, öğretmen niteliğinin geliştirilmesi konusunda MEB’in geçmişe nazaran çok önemli bir mesafe kat ettiğini söyleyebilirim.

Özlük ile ilgili yapılan çalışmalardan da söz eder misiniz?
 
Biliyorsunuz MEB’de özlük ile önemli çalışmalar yapıldı. Şu anda biliyorsunuz, ders saat ücretlerinde çok ciddi bir artış oldu. Ayrıca yetiştirme kurslarımızda ders veren öğretmenlerin ücretleri de normal öğretmenlere nazaran %100 artırıldı. Ayrıca bir nöbet problemi vardı biliyorsunuz. Bu problemle ilgili olarak Sayın Bakanımız bize bir çalışma yapılması talimatı verdi. Biz bunu Maliye Bakanlığı’na yazdık ve daha sonra toplu sözleşme görüşmelerinde sivil toplum örgütleriyle Bakanlığımızın uyumlu çalışmasıyla, Bakanlığımız bünyesindeki öğretmenlerimizin tümünün, haftalık tuttukları nöbet karşılığında brüt olarak bir ücret almaları konusu netliğe kavuşturuldu. Eskiden bu ücrete tabi değildi, şimdi ücrete tabi oldu; 2015-2016 eğitim-öğretim yılından itibaren geçerli olacak. Dolayısıyla öğretmenlerimizin özlük haklarıyla ilgili, eldeki imkanlar çerçevesinde en iyisi yapılmaya çalışılıyor. Şunu itiraf etmemiz lazım: Sayın Bakanımız göreve başladığı günden bugüne öğretmenlerle ilgili gelen bütün olumlu tekliflere hep sıcak bakmış, bunlarla ilgili gerekli bütün çalışmalar yapılmış ve bazılarından da çok ciddi anlamda sonuç alınmıştır. Nöbet ücreti bunlardan biridir.

PERFORMANS SİSTEMİ, BAKANDAN BAKANA DEĞİŞMEYECEK!

Performans Yönetim Sistemi ve Toplam Kalite Sistemi gibi öğretmen kalitesini artırmaya yönelik politika ve uygulamalarda süreklilik sağlanamadığı, Bakan değişimlerine bağlı olarak bu konudaki politikanın farklılaştığı eleştirileri geliyor…

Toplam Kalite Sistemi devam ediyor. Strateji Geliştirme Başkanlığı’na devredilen sistem hem kurum bazlı, hem de kişi bazlı olarak devam ediyor. Her sene Haziran ayında Ankara’da ödül törenleri yapılmakta… Performans Yönetim Sistemi’ne gelecek olursak; biliyorsunuz Milli Eğitim Bakanlığımız bünyesinde, eğitim ve öğretim alanının temelinde öğretmenin yer aldığı gerçeği ve bilincinden hareketle “Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü” adı altında bir genel müdürlük oluşturuldu. Performans Yönetim Sistemi’ni bu genel müdürlüğümüz yürütüyor ve uyguluyor. Bu çerçevede performans konusu kanuna bırakıldı, o yüzden bu konunun bir daha bakandan bakana değişiklik göstereceğini düşünmüyorum. 40 bin öğretmenimiz bu yıl performans testinden geçti. Hatırlarsınız, performans uygulaması yürürlüğe girdiğinde, “Siyasi kıyımlar olacak, şu olacak, bu olacak!” denilmişti. Ancak unutulmamalı ki, performans sisteminde en temel kriter şudur: Bir öğretmenle ilgili eğer olumsuz bir şey yazılacaksa bu mutlaka belgeye dayandırılacak. Yani sübjektif olarak, “Bu öğretmenin kaşını gözünü beğenmedim, yürüyüşünü beğenmedim!” diye öğretmene geçersiz not verme gibi durumumuz söz konusu değil. Şimdi illerde bu performans değerlendirmesi tamamlandı ve %99’un üzerinde bir başarı olduğu görüldü. Yani kamuoyunun beklediği gibi, “Bir kıyım olacak; siyasi mülahazalar olacak!” gibi bir şey yaşanmadı. Çünkü netice itibarıyla öğretmenlerimizin gelişmesi, değişmesi, çağa ayak uydurması, entelektüel bir birikim sahibi olmaları, eğitimin niteliğini, kalitesini, öğrencilerin de nitelik ve seviyelerini yükseltecektir.

Siz öğretmenlik yaptınız mı, yoksa idarecilikten mi geliyorsunuz?

Ben altı yıl devlette Edebiyat ve Türkçe öğretmenliği yaptım. Öğretmenlikten gelen bir genel müdürüm. Siz de bugün burada tanık oldunuz; atanamayan öğretmenlerimiz geliyor, onlarla da iletişimimiz devam ediyor. Öğretmenlikten geldiğimiz için sahayı biliyoruz, sahadan gelen talepleri de biliyoruz. Elimizden geldiği kadar öğretmenlerin mutluluğu ve huzuru için çaba sarfediyoruz.

Bugün görevde bulunan öğretmenlerin olanak ve olanaksızlıklarını sizin fiilen öğretmenlik yaptığınız günlerdeki durumla kıyasladığınızda nasıl bir fotoğrafla karşı karşıya kalıyorsunuz?

Bu sadece öğretmenler için geçerli olan bir konu da değil. Sizin bizim okul yıllarımızı, ya da sizden ve bizden önceki iki kuşağın okul yıllarını göz önüne aldığımda, ben şöyle düşünüyorum: Eskiden imkanlar kıttı, başarı yüksekti… Bugün ise imkanlar çok iyi, ama imkanlara oranla beklediğimiz başarı daha düşük. Her alanda bunu söyleyebilirim.

ÇOCUKLARIMIZI TATMİNSİZ YETİŞTİRİYORUZ!

Bunun sebebi nedir sizce?

Bunun sebebini sadece eğitime bağlamamız mümkün değil. Bileşik kaplar teorisi gibi düşünebiliriz; yani bir ülkenin postanesi neyse, hastanesi de o; ekonomisi neyse eğitimi de o diye düşünüyorum. En önemlisi ise bana göre çocuğun ailede aldığı eğitim… Hep şunu düşünmüşümdür; ekonomi ile eğitim çok içiçe kavramlar… Sizin ekonominiz  iyi olursa, öğretmenlerin özlük haklarında, maaşlarında iyileştirme yaparsanız, daha çok yüksek gelirli ailelerin çocukları öğretmenliği tercih ederse ve en zeki çocuklar öğretmenliğe gelirse istediğiniz seviye bir anda yükseliyor, dolayısıyla konunun ekonomiyle ilişkisi olduğunu söyleyebilirim. İkincisi, kendimi de problemin bir parçası olarak düşünerek şunu söyleyebilirim: Biz çocuklarımızı çok tatminsiz yetiştiriyoruz. Çocuklarımız hiçbir emek sarfetmeden birşeylere ulaşıyor. Biz çocuklarımızın yerine üzülüyor, çocuklarımızın yerine seviniyor, onların yerine stres çekiyoruz. Onların yerine yeniliyor, onların yerine sınava giriyoruz. Yani bir birey olarak çocuk zorluklar karşısında kendi bireysel ve kişisel yeteneklerini ortaya koyamıyor. Böyle olunca da mutsuz, kendini geliştirmekten aciz, zorluklar karşısında dirayet gösteremeyen ve en ufak sarsıntıda sallanan, ruh dünyasında alaboralar olan bir nesil yetişiyor. Geçmişte internet yoktu, teknoloji bu kadar gelişmemişti, ama çok nitelikli öğretmen ve öğrenci profili vardı. Ama şu anki teknolojinin getirdiği bir tembelleşme var. Hem bireyde var, hem eğitim sisteminde, hem bizlerde var. Her şey teknoloji üzerinden bize geldiği için bazen öyle bir hale gelebiliyoruz ki, yazmayı bile unuttuğumuz oluyor.  Ama bir taraftan da teknolojinin avantajları var. Onu iyi kullanabilirseniz, inanılmaz bir avantaj… Artık bilgiye ulaşmak çok kolay. Türkiye’nin en uç köşesindeki Hakkari’de yaşayan bir çocuk ile İstanbul’da yaşayan bir çocuğun dünyaya bakış açıları değişik olabilir, ama Hakkari’deki çocuk interneti kullanabiliyor ve bilgiye en hızlı şekilde ulaşabiliyorsa, bu defa İstanbul’daki çocukla seviye farkı çok aza inebiliyor. Bu imkanı çok ciddi kullanmamız gerekiyor. Bununla ilgili olarak biliyorsunuz, okullarımıza elektronik tahta, tablet, her şeyi dağıttık. Ama buna rağmen en önemli unsur öğretmendir. ODTÜ biliyorsunuz “teknolojinin eğitim üzerindeki etkileri” diye bir araştırma yaptı; sonuçta teknolojinin etkisinin %7’yi geçmediği görüldü. Ama öğretmen eğitim öğretim üzerinde ne ölçüde etkili diye bakıldığında %50’nin üzerinde çıktı. Yani öğretmen eğer kendini yetiştirmiş ve donanımlı ise, en alt seviyedeki bir öğrenciyi alıp en üst seviyeye getirebiliyor.

Bence öğretmenlerimizin dünyaya bakışı, teknolojiyi algılamaları, dünyaya entegre olmaları noktasında geçmişten çok çok iyi noktadayız; ama gelenekleri devam ettirme, değişerek devam etme, devam ederek değişme, geçmişi geleceğe taşıma noktasında çocuklara içsel, ruhsal ve derinleşme noktasında bir şeyler öğretme konusunda ise geçmişe nazaran biraz daha gerideyiz. Bunun teknolojinin getirdiği dezavantajlardan kaynaklandığını düşünüyorum ben. Ve aile yapımızdan kaynaklanan çok ciddi bir erozyon olduğunu düşünüyorum. Bu konularda yapılacak çalışmalarla gelişmişlik noktasında elde ettiğimiz imkânları, kaybettiklerimizi tamir ederek ileriye taşıyabilirsek bu problemleri de çözeceğimize inanıyorum.

DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE EŞ ATAMASI YOK!

Rotasyon meselesi… Niye gündeme alındı ve sonradan niye iptal edildi?

Bakın, biz eş durumu atamaları yapıyoruz. Eğer Ankara’da açık varsa, gelebiliyor, yoksa gelemiyor. Gelmeyince arkadaşlar haklı olarak, “Yahu biz Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışıyoruz. Eşimizin yanına neden gidemiyoruz?!” diye sitayişte bulunuyorlar. Ama bir taraftan da bakıyorsun, Ankara merkezde yer yok. Ne yapmamız lazım? Bu arkadaşlarımızı eşlerine kavuşturmak için norm üstü atama yapmamız gerekiyor. Norm üstü atama dediğimiz ne? İlçe emri ve il emrine getirmeniz gerekiyor. Şimdi siz bir taraftan Ankara’da ilçe emri ve il emri yapıp öğretmeni oraya getiriyorsunuz, oysa öte taraftan Ankara’nın ilçelerinde öğretmen ihtiyacı var. Eğer hepimiz bu ülkenin insanıysak, bu ülkenin sevdalısıysak, bu dengeyi de korumamız gerekiyor.

Bakın, öğretmenlerimizin en yoğun olarak bulunduğu yerler 33 il merkezimizdir. Branşlarda merkezlerde ciddi bir doluluk var. Mesela Ankara’da, Bursa’da, merkez ilçelerde %150’nin üzerinde doluluk oranı söz konusu. Yani dışardan buralara öğretmenler gelemiyor. Biliyor musunuz, dünyanın hiçbir yerinde eş ataması yok. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı il içi atama yapıyor, iller arası atama yapıyor, eş durumundan atama yapıyor, eş durumunu da hem il içi hem de iller arası yapıyor. Biraz geriye doğru gidip bakacak olursanız, geçmişte eşler arasında bu mesafelerin hiç önemi olmadığını görürsünüz. Ama artık insanlar teknolojiyle birlikte rahata kavuştukları için kimse zorluk istemiyor. Biz öğretmenlerimizin mağdur olmaması için uğraşırken, öğrencilerimizin derslerinin boş geçmemesini de düşünmek zorundayız idare olarak… Ve bir taraftan da genç öğretmenlerin merkezlere gelmesini de düşünmemiz ve sağlamamız gerekiyor. Yani 41 yıldır aynı okulda olan öğretmenimiz var... Ona şunu söylüyoruz: “Sizi yan okula alalım, gençler de buraya gelebilsin!”

O halde niye vazgeçildi bu uygulamadan?

Rotasyon konusunda bu niyetlerle yola çıkmamıza rağmen simülasyon çalışması yaptık ve sonucunda ciddi bir mağduriyet olacağını düşündük. Sayın Bakanımız da bu konuyu Başbakanımıza taşıdı ve rotasyonu iptal ettik…

SABAHA KADAR UYUYAMADIĞIMIZ ZAMANLAR OLUYOR

Toplam 417 bir öğretmen adayı atama bekliyor. Buna karşılık şu an açılmış kadro miktarı 37 bin… Bu 37 binlik kadroya şu günlerde atamalar yapılacak. Geriye kalacak olan 380 bin öğretmen adayı ne olacak? Bu sorun kalıcı olarak nasıl çözülecek?

Bizim sistemimizde şu anda 860 bin öğretmenimiz bulunuyor ve 120 bin öğretmene ihtiyacımız var. Bu yılki ÖSYM verilerine göre de sınava giren öğretmen adaylarının sayısı 417 bin kişi… Şimdi şöyle bir açılım yapalım: Devlet her yıl kamuya verdiği kadronun %50’sini bize, Milli Eğitim Bakanlığı’na veriyor. Yani 24 bakanlık varsa kadronun %50’sini 23 bakanlığa, öteki %50’sini ise sadece Milli Eğitim Bakanlığı’na veriyor.  Buna göre biz her yıl 50-55 bin öğretmen alımı gerçekleştiriyoruz. Bu şu demektir: Üç yıl veya dört yıl içerisinde biz öğretmen atamalarını bitirmiş olacağız. Yani açığı kapatmış olacağız.

Diğer taraftan, nüfus artışında da bir düşme var. Dolayısıyla 2023’e, 2025’e geldiğimizde okullarımızda bazı boşluklar olacak. Artı, Türkiye genelinde norm fazlası öğretmenlerimiz var. Biraz daha açık ifadeyle söylemek gerekirse; diyelim ki Ankara’nın merkezinde 500 tane sınıf öğretmeni fazlamız var, buna karşın Erzurum’da da 500 tane sınıf öğretmenine ihtiyacımız var. Ama Ankara’daki fazlalığı Erzurum’a gönderemiyoruz. Gönderebilsek sorun kalmayacak. Gönderemediğimiz için Ankara’daki öğretmen yerinde dururken, Erzurum’un ihtiyacı için sıfırdan öğretmen almak gerekiyor! Bu açıdan baktığımızda şöyle bir resim çıkıyor karşımıza: Biz 120 bin öğretmen adayını– devlet bize imkan verse - bir anda alsak bile yine 300 bine yakın adayımız dışarda beklemek durumunda olacak. Dolayısıyla burada altını çizerek söylemek istiyorum: Bu konu sadece MEB’in tek başına çözeceği bir problem değildir, bu bir sosyal yaradır. Bu konunun içinde YÖK var, Eğitim Fakülteleri var, sivil toplum örgütleri var, MEB var… Herkesin çok ciddi anlamda düşünmesi gerekiyor. Hal böyleyken, uzaktan eğitim yoluyla pedagojik formasyon veriyor, açık öğretimi bitirenlere pedagojik formasyon veriyoruz. Sonucunun ne olacağını bilmeden bunları yapıyoruz.

Burada samimi bir şey söylemem gerekiyor: Öğretmen adayı arkadaşlarımız bizlere rahatlıkla ulaşabildikleri için bütün problemi Bakanlığımıza aktarıyorlar. Ve mesela bizim hiç ilgimiz olmayan konularda da arkadaşlarımızın Bakanlığa sitemleri oluyor. Bunun sebebi, eğitim camiasının mütevazı olması ve bütün öğretmen adaylarının Bakanlığımıza çok kolay ulaşmalarıdır. Fakat tekrar altını çizmek isterim: Bu problem sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın çözeceği bir problem değil. Artık zihinsel mantalitemizi de değiştirmemiz gerekiyor. Üniversite dünyanın hiçbir yerinde iş bulmak için okunmaz. Üniversite insanın akademik ve bireysel gelişimini tamamlamak için yapılan bir iştir. Ama bizde aile baskısı, çevre baskısı, beklentiler, çocuklarımızın psikolojisini bozuyor. Bakın burada öyle hayatlar, öyle hikayeler var ki, size samimiyetle itiraf etmem gerekir, bazen sabaha kadar uyuyamıyoruz. Çünkü genç, 22-23 yaşında, okulunu bitirmiş, ailesi ondan iş bekliyor. Evlenecek, bir gelecek hayali kuramıyor, arada sıkışmış. Diğer taraftan bazı arkadaşları işe başladığında ailesi, “O atandı, sen niye atanamıyorsun, biz sana bu kadar emek verdik!” dediği zaman bu arkadaşların yerine kendimizi koyduğumuzda içimiz parçalanıyor. Konuyu YÖK’e de iletiyoruz: “Bizim şu kadar öğretmene ihtiyacımız var. Her yıl ancak bu kadar alabiliriz.” diyoruz. Bazı branşlarda bizim sadece 300-400 öğretmene ihtiyacımız varken, şu anda mezun sayısı 25 bin olan alanlar var… İşte o yüzden, “Bu problem sadece MEB’in problemi değildir.” diyorum. MEB şu anda mevcut bütün öğretmen ihtiyacını bir anda alsa dahi, dışarda 300 bine yakın aday olacak. Bunun ne yapılması gerektiği konusunda hepimizin, bütün tarafların çok ciddi kafa yorması lazım.

Sizin bir projeniz, öneriniz var mı?

Bununla ilgili özel okulları çok ciddi anlamda teşvik etmemiz, bu okullarda öğretmenleri çalıştırma usullerini çok kolaylaştırmamız gerekiyor. Bunun dışında sadece devlete öğretmen almakla bizim bu bekleyen öğretmen adaylarına iş bulma olanağımız yok gibi görünüyor. Bekleyen adayların özel okullarda, kurslarda, temel liseler gibi kurumlarda öğretmen olmalarıyla ilgili teşvikleri yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Hakikaten İnsan Kaynakları Genel Müdürü olarak bu arkadaşlarımızı gördüğüm zaman çok ciddi üzüntü duyuyorum. Yine de şunun altını bir kez daha çizmem gerekir: Milli Eğitim Bakanlığı olarak biz bütün bakanlıkların bir yıl içinde yer değiştirdiği personelden daha çok işe yeni personel alıyoruz. Burada bir de, “Bu kadar ihtiyaç var mı?” bir de ona bakmak lazım. Bence gelen kaynağı düzenli ve rantabl işletmek lazım. Yani biz mezun ettiğimiz kişiyi eğer öğretmen yapmayacaksak, kontenjan vermememiz gerekiyor diye düşünüyorum. Bununla ilgili çalışmalar yapılıyor; YÖK de yapıyor, hatta Sayın Bakanımız YÖK’e bununla ilgili yazılar da yazdı. Diğer taraftan, atama bekleyen mevcut öğretmen adaylarını nasıl kurtarabiliriz, nasıl istihdam ederiz konusu üzerinde çalışmalar sürüyor. Bugünden yarına çözülecek bir konu değil,  daha uzun vadeye yayılacak bir konu diye düşünüyorum ben…

 

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.