banner

Öğretmen eğitiminde 165 yıllık tecrübe ve kronik sorunlar




Türkiye’de çağdaş anlamda öğretmen yetiştirme 16 Mart 1848’de açılan Darülmuallimîn(Erkek Öğretmen Okulu)’le başladı. Bu okul 1838’de memur ihtiyacını gidermek amacıyla açılan Rüştiye mekteplerinin öğretmenlerini yetiştirmek gayesiyle oluşturuldu. Modernleşme taraftarı devlet adamları, aydınlar ve ilim adamları tarafından yapılan bu girişimden sonra, ülkemiz birçok kazanımlar elde etti. Yeni değerler, bilgiler, teknik ve teknolojilerle tanışıldı. Ancak bu süreçte yanlış uygulamalar da meydana geldi. Bu süreçte yüksek düzeyli projeler, uygulamalar ortaya çıktı. Elbette ciddi yanlışlar da yapıldı. Üstelik bu yanlışların bazılarında ısrar edildi. Bazılarında ise ısrar bile edilmeden yeni arayışlara geçildi. Belki de Türk Eğitim Sisteminin ve özellikle de çağdaş öğretmen yetiştirme maceramızın en önemli vasfı başladığı günden bu güne deneme yanılma, sürekli kendisi dışından yeni yöntemler arama, günü kurtarma çalışmalarıyla zaman kaybetmesidir. Eğitim sistemimizin bu vasfı bir türlü kurumsallaşamamasına, istikrara sahip olamamasına, güncel sorunlar içinde boğulmasına ve geleceği öngörememesine neden olmaktadır. Bu sebeple aradan geçen bunca zamana karşın, bu gün hâlâ köklü bir öğretmen yetiştirme programına, kurumuna ve felsefesine sahip olunamamıştır. Bütün ciddiyet ve gayri ciddiyetiyle Türkiye 165 yıllık bir öğretmen yetiştirme tecrübesine sahiptir. Bu tecrübenin toplumsal, kültürel ve tarihi dinamiklerden kaynaklanan bazı temel paradoksları vardır.

Darülmuallimîn’le Başlayan Paradoks

İlk modern öğretmen yetiştiren Darülmuallimîn’in ve orada yetişen hocaların, geleneksel eğitim kurumları medreseden ve oradan yetişenlerden ciddi farkları vardı. Her şeyden önce Darülmuallimîn’de (Usul-i Talim ve Terbiye) “Genel eğitim ve Öğretim Yöntemleri” adında bir ders okutuluyordu. Sınavla öğrenci alan bu okulda talebeler atanma garantisiyle okuyor ve ciddi miktarda burs alıyorlardı. Tanzimat döneminin bu vizyoner okulunun tanziminde en büyük emeği geçen şüphesiz Ahmet Cevdet Paşa idi. Okulun ilk nizamnâmesini(yönetmeliğini) hazırlamış ve burada hocalık da yapmıştı. Gerek ders programı, gerekse diğer araç-gereç bina ve personel durumlarıyla ilgili taktire şayan bir başlangıç yapmasına karşın Darülmuallimîn devrin ve geleceğin gelişmelerini öngörememiş ve bir planlama yapılmamıştı. Şöyle ki, memleketin farklı yerlerinde bir taraftan hızla rüştiyeler, orta mektepler açılırken, buna paralel olarak ne Darülmuallimîn’in öğrenci ve hoca kapasitesi hızla arttırıldı ne de başka şehirlerde yeni öğretmen okulları açıldı. Dolayısıyla da kısa süre de yeni rüştiye mektepleri için öğretmen açığı meydana geldi. Doğal olarak alan/meslek dışından ilk atama mecbur hale geldi ve ilk alan dışı atama 1860’ta Darülmuallimîn talebelerinin haklı protestolarını yatıştırmak için “geçici olacağı söylenerek” yapıldı. Ancak bu ne ilk ne de son oldu, zaman içinde zaruretler kaide haline geldi. Öğretmen yetiştirmede, ilk ve orta öğretimdeki nüfus gelişmeleri dikkate alınarak bir planlama yapılmadığı için, ya öğretmen açığı ya da öğretmen fazlalığı bu güne kadar eğitim dünyasının sürekli ve en sıcak sorunlarından biri olarak varlığını devam ettirdi.

Bu konunun bir başka belirgin örneği de, 1914’te Darülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu) bünyesinde açılan ve yaklaşık beş yıl sonra 1918-19’da kapanmak zorunda kalan Ana Muallim Mektebi’dir. Ana okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla dönemine göre hayli erken ve oldukça yüksek düzeyli bir ileri görüşlülükle açılan okul, mezun olan öğretmenlerin çalışacakları anaokulları olmadığı için kısa süre sonra kapanmak zorunda kalmıştır. Aslında benzer durum, Osmanlı’da yüksek öğretim tecrübesinde de yaşanmıştır. Öncelikle alt yapı, bina, araç gereç, personel, kütüphane ve en önemlisi de hazırbulunuşluk düzeyi yüksek öğrenci planlaması yapmadan açılan üniversite defalarca kapanmak zorunda kalmış ve çağdaş anlamda üniversite geleneğinin ve kurumsallaşmasının oluşması gecikmiştir.

Cumhuriyet’in Devraldığı Öğretmen Yetiştirme Mirası ve Sonrası

Cumhuriyet’in devraldığı Osmanlı eğitim mirası ve öğretmen yetiştirme tecrübesi her ne kadar ciddi kurumsal altyapı, program, personel ve araç gereç imkânlarından yoksun idiyse de belli bir düzeyde yerli, uzlaşmacı, sentez kabiliyeti yüksek, geleneksel değerlerin modernleştirilmesine yönelik birikim elde etmiş bir yapıydı. Osmanlı eğitim sisteminde tam anlamıyla merkezileşme sağlanmış değildi. Eğitimde dağınıklık hakimdi.

1924’te “İstanbul Darülmuallimîni”nin adı “İstanbul Erkek Öğretmen Okulu” oldu. Aslında değişen sadece tabela değildi, olumlu ve olumsuz yönleriyle yetmiş yıllık bir gelenek de devralındı. Osmanlı dönemi eğitimcilerinin en çok şikayet ettiği iki konudan biri öğretmenlerin ekonomik durumları ve yetişme sırasındaki niteliktir. Öyle ki, uzun süren savaşlar da araya girince gazeteler “açlığından ölen öğretmen” haberini bile verdi. Keza, hemen her hükümet değişiminde yeni kadrolar geldi, eğitim programları alt üst edildi ve popülist kararlarla yeni okullar açıldı. Siyasî iradenin hiçbir alt yapı ve planlama yapmadan eğitim adına sürekli tasarrufta bulunması temel şikâyet konularından biri olmuştur.

Bu gün eğitimin daha nitelikli olması adına, yeni okulların açılmasından, dershanelerin kapatılma söylemine, akıllı tahta ve tablet bilgisayar uygulamalarından, bedava ders kitabı dağıtımına, okul sütünden, ailelere eğitim yardımına varıncaya kadar pek çok reformun yapıldığı ortadadır. Ancak her nedense 165 senedir hep söylenen ama hep ıskalanan, dikkat edilmeyen bir gerçek, bu gün de aynen devam etmektedir: Kaliteli öğretmen yetiştirilmesi, kaliteli eğitim fakülteleri. Bu konuda Osmanlıdan bu güne bir arpa boyu yol alınmamış, hatta erken dönem idealist Cumhuriyet öğretmenleri, pedagojik nitelikleriyle Köy Enstitüleri ve bazı illerdeki yüksek öğretmen okullarının tarihteki performansı dikkate alındığında bu gün çok daha gerilerde olduğumuz söylenebilir. Nihat Sami Banarlı’nın, Arif Nihat Asya’nın, Ahmet Kabaklı’nın, Orhan Şaik Gökyay’ın, Şukufe Nihal’in ve daha onlar gibi nicelerinin öğretmen olduklarını düşünürsek, böylesi değerlerin mevcut öğretmen yetiştirme düzenimizde yetişebilme şansının neredeyse imkansız olduğu açıktır. Şu halde niteliğin niceliğe feda edildiği, popülerliğin ve vülgerleşmenin (halksallaşma) üst düzeyde olduğu her şeyden bellidir.

Tanzimat’tan bu yana onca vakit geçmesine rağmen, öğretmen eğitiminde gelenekle yoğrulmuş, modern kurumsal bir yapının oluştuğu söylenemez. 165 yıllık öğretmen yetiştirme tarihimize karşın, “Türk Öğretmen Yetiştirme Sistemi” gibi bir teori, uygulama, iddia ortaya çık(a)mamıştır. Yakın coğrafyamızdaki devlet ve toplulukların eğitim sistemlerini etkilemek, onlara eğitim sistemi, programı ve bilgi ihraç etmek şöyle dursun; sürekli olarak eğitim, program, kitap ve hoca ithal eden bir ülke olmaktan bir türlü kurtulamamışızdır. En sonu 2005’te olmak üzere, nerede ise periyodik olarak ABD ve diğer Avrupa ülkelerinden uzmanlar! davet edilerek eğitim sistemi ve öğretmen yetiştirme düzeni yeniden hizaya sokulmak istenmekte, dersler, programlar değişmekte ama ortaya çıkan ürün yine aynı kalmaktadır.

Tanzimat’tan bu güne, yana-yakıla dile getirilen en önemli sorunlardan biri öğretmenlerin hizmet için eğitim uygulamasıdır. Bu gün yapılan hizmet içi eğitim laf ola beri gele kabilindendir. Bir meslek gurubunun gelişmesinde, kendini yenilemesinde ve nitelikli ürün verebilmesinde en önemli unsur kişilerin belli aralıklarla eğitime alınması ve en önemlisi de çalışanla çalışmayanın ayırt edilmesidir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin hemen hepsi uzun süreden beri bu ilkeyi uygulamakta ve bundan taviz vermemektedir. OECD ülkelerinde öğretmen başına harcanan miktar ortalama $500-600 iken, bu miktar Türkiye’de sadece  20! civarındadır. Bu ülkede hâlâ yaz kurslarıyla, mektupla, hızlandırılmış birkaç ay eğitimle 1970’li yıllarda öğretmen olanlar görev başındadır. Hakiki bir hizmet için eğitim uygulansaydı, hiçbir pedagojik ve akademik alt yapısı olmayıp bir şekilde sisteme dâhil olanlar bile nitelikli öğretmene dönüşebilirdi. Oysa bu konuda geliştirilen ne bir düşünce, ne bir proje, ne de bir somut adım söz konusudur. Hepsinin başında 1983’ten sonra öğretmen yetiştirmeyi tamamen uhdesine alan Eğitim fakültelerinin öğretim elemanı kalitesi, kapasitesi, programı, yeterliliği, alt yapı imkânları kimsenin umurunda değildir. Bugün öğretim üyesi başına 700 öğrencinin düştüğü eğitim fakülteleri vardır. Gelişmiş ülkelerde bu oran sadece 20 civarındadır.

Sonuç olarak;

Türkiye 165 yıllık öğretmen yetiştirme eğitimine iyi bir başlangıç yaparken bir taraftan da geleceği öngörememe, yenilikleri günü gününe takip edememe, nicelik uğruna hep niteliği, kaliteyi feda etme hastalıklarından bir türlü kurtulamamıştır. Bu kadar süre içinde öğretmen yetiştirme adına onlarca kuram, proje, program uygulanmış ancak hiç birinde karar kılınmamış, istikrarla yola devam edilmemiştir. En uzun süreli deneme hata ve sevaplarıyla Köy Enstitüleri olmuş, o da ancak on yıl kadar devam ettirilmiştir. Nitelikli bir eğitimin, kültür hayatının ve düşünce üreten kişileri yetiştirmenin tek güvencesi süreklilik sahibi kurumlardır. Büyük değişimler kurumların bünyesinde gerçekleşirse anlamlı ve başarılı olur. Ama her beş ya da on yılda yeni projelerin hayata geçirilmeye çalışıldığı çalkantılı bir yapıda eğitim, kültür, bilim ve düşünce hayatının öncelikle toplumdaki dehaları ve kıymetleri seçip çıkarabilmesi ve diğer insanları da, tarihin ve coğrafyanın hakkını veren, üretken, şuur sahibi geçmişinden güç devşirerek geleceği şekillendiren insanlara dönüştürmesi imkânsızdır.

Doç. Dr. Mustafa GÜNDÜZ

(Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü)

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.