Logo

Cumhuriyet’ten günümüze Türkiye’de öğretmen yetiştirme sorunu

Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Salı, 21 Ekim 2014 09:58 tarihinde oluşturuldu



Cumhuriyet’ten günümüze Türkiye’de öğretmen yetiştirme sorunu

Ülkemizde öğretmen eğitimi toplumumuzdaki siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmelere paralel bir yol izlemiş ve önemli sorunların yaşandığı bir alan olmuştur. Cumhuriyet dönemine geçilirken de öğretmen yetiştirme konusu çok önemli bir sorun olarak acil çözümler bekleyen alanlardan birisi olmuştur. Öğretmen eğitiminin yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önünde önemli bir sorun olarak bulunmasının temel nedeni geçmişte bu konuda bir kalıtın yok denecek kadar az olmasıydı. Örneğin 1923'te 10102 ilkokul öğretmeni bulunuyordu. Bunların 1081'i kadın, 9021'i erkekti. Mesleki öğrenim görmüş olanların 378'i kadın, 2356'sı erkek olmak üzere toplam 2734 idi. Bunların önemli bir kısmı da medreselerin alt sınıflarından ayrılmış, yarım yamalak bir öğrenimle 1-2 senelik Darülmuallimin’lerden mezun olmuş, çoğu imamlık ve müezzinlikle de görevli kişilerden oluşmaktaydı. Geri kalan 7368 öğretmenden 1357'si ancak ilköğrenim görmüş, 711'i doğrudan medreseden ayrılmış, 152'si düzenli bir öğrenim görmemiş, 2107'si hiçbir öğretmenlik ehliyeti taşımayan kişilerden oluşmaktaydı (Akyüz 2001: 344).

Ülkemiz son 150 yıldır değişik (bazen çelişik) öğretmen eğitim sistemlerinin geliştirildiği, uygulamaya konulduğu ülkelerden birisi olmuştur. 150 yıllık bir geçmişe sahip öğretmen yetiştirme uygulamalarımız tarihsel bir bakışla değerlendirildiğinde, Osmanlı döneminde gençliğin eğitimi önemli bir konu olarak görülmekle birlikte ordu ve dini kuruluşlar tarafından gereksinim duyulan kişilerin eğitimine ağırlık verildiği anlaşılmaktadır. Cumhuriyet döneminde öğretmen yetiştirme sorunu oldukça karmaşık olmuştur (Akyüz 1989: 421). 1924-1925 öğretim yılından itibaren Darulmuallimin adı Muallim Mektebi ve 1935'lerden itibaren de öğretmen okulu olarak değiştirilmiştir. Sayıları çok fakat öğrencileri az ve öğretimi yetersiz ilköğretmen okullarının sayıları azaltılıp öğrenci mevcudu ve öğretiminin niteliği yükseltilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte 1940'ta köy enstitüleri kuruluncaya kadar ilköğretmen okulları ile gereksinim duyulan öğretmeni sayısal olarak dahi yetiştirmek mümkün olmamıştır.

Cumhuriyet yönetimi, ilk yıllarında öğretmenliği bir meslek haline getirmek için yasal çaba harcamıştır. 13 Mart 1924 tarihli Orta Tedrisat Kanununun 1. maddesine göre "muallimlik devletin umumi hizmetlerinden talim ve terbiye vazifesini üzerine alan, müstakil sınıf ve derecelere ayrılan bir meslektir”. 22 Mart 1926 tarihli ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanunun 12. maddesinde de "maarif hizmetlerinde aslolan muallimliktir" ifadesi yer almaktadır. Yasal düzenlemelerde yer alan bu ifadelerin anlamı şudur: (a) Öğretmenlik, devletin bir kamu görevi olan öğretim ve eğitimi üstlenen' bir meslektir, (b) Öğretmenliğin öğretim ve eğitim hizmetleri arasında, önceliği ve üstünlüğü vardır (Akyüz 2001: 344). Eğitim öğretim hizmetlerinde öğretmenliğin öncelikli olarak değerlendirilmesine rağmen öğretmen olma ölçütlerinde bu yasal düzenlemelerin gerektirdiği veya ön gördüğü titizliğe uyulmamıştır. Öğretmenlik mesleği Osmanlıdan devrolunan uygulamalar doğrultusunda kapısı açık girişi kolay bir meslek olmadan öteye gidememiştir

Eğitim Bakanlığı, yasal metinlerde, öğretmenliği bir "uzmanlık" mesleği olarak tanımlamış, fakat doğru olan bu görüş kağıt üzerinde kalmış, Bakanlık bu mesleğin "uzmanlık" değil , "herkesin yapabileceği bir iş" olduğunu gösteren politikalar izlemiştir. Böylece, ilköğretimde öğretmenlerin geldiği kaynak sayısı günümüzde 433'e çıkmıştır.

Öğretmen yetiştirme uygulamalarımızda 1996 yılına kadar toplumun gereksinimi olan ve öğretmenden toplumun beklentilerine uygun olarak- bu beklentiler toplumun gelişmişlik düzeyiyle ilgilidir- “her şeyi bilen öğretmen” ‘i yetiştirme amaçlanmaktaydı. 1923’ten beri yetiştirmeye çalıştığımız öğretmenlerden toplumsal kalkınma doğrultusunda toplumun itici gücü olmaları beklenmiştir. Öğretmenlerden yetiştirmeye çalıştığı öğrencilerin ve içinde bulunduğu çevrenin ekonomik, siyasal, hukuksal, sağlık, beslenme, psikolojik vb. alanlarındaki gereksinimlerine cevap vermesi beklenmekteydi. Bu beklentinin eğitimin toplumdaki işlevlerinden kaynaklandığı görülmektedir. 

Öğretmen yetiştirme Türkiye eğitim sisteminin en önemli sorun alanlarından birisi olmuş ve bugün dahi bu alan bir sorun olmaktan çıkamamıştır. Yukarıda öğretmen yetiştirme tarihimize kısaca bakmaya çalıştık. Bu tarihsel gerçekliği vermemizin amacı öğretmen yetiştirme uygulamalarımızın çok çeşitli, çok sorunlu ve çoğu zaman kendisinden istenileni veremeyen bir nitelikte olmasıydı. Bu durumu, Akyüz, eğitim tarihimizden öğretmen yetiştirme konusuyla ilgili hangi dersleri çıkarmamız gerektiğini yanıtlarken şöyle özetlemektedir: (a) Genellikle niteliğe önem verilmeyen bir eğitim politikası izlenmiştir, (b) Eğitimin doğasına uygun kişilikte ve yapıda öğretmenler yetiştirilememiştir, (c) Milli bilinçten yoksun öğretmenler yetiştirilmiştir, (d) Doğaya ve çevreye karşı duyarsız bir öğretmen kitlesi yetiştirilmiştir, (e) Toplumun büyük çoğunluğu öğretmenin çabasını desteklemekten uzak kalmıştır, (f) Bir eğitim sorunu olarak öğretmen yetiştirme bir model, para sorunu değil, ciddi olarak ele alınması gereken devletin temel sorunudur (M.E.B., 1992, 116).

Türkiye’de bir çocuğun geleceğinin ne olacağını belirlemede, o çocuğun ilkokul öğretmeninin kim olduğu anne-babasının kim olduğundan daha belirleyici olmaktadır. Bir X öğretmeninin Anadolu'nun herhangi bir köyünde bir sınıfta öğretmenlik yapması, öğretmenlik yaptığı sınıftaki çocukların belki de yaşamlarında yakalayabildikleri en büyük şans ya da en büyük şanssızlık olacaktır. Biz yetiştirdiğimiz öğretmenlerin, bütün çocuklarımızın en büyük şansları olmalarını sağlamalıyız. Kendi çocuklarımızı gönül rahatlığıyla teslim edebileceğimiz öğretmenleri yetiştirmeliyiz. Kartal (2002) bu noktayı yaptığı bir benzetme ile şöyle açıklamaktadır: "Baharın başlangıcında, tam da filizlerin yeni yeni kendilerini gösterdikleri dönemde bir fırtına olur. Bu fırtına şiddetli eser, buram buram eser ve Anadolu'nun pek çok yerini kasıp kavurur. Halk bu fırtınaya "filizkıran fırtınası" adını koymuştur. Bu fırtına taze ve gevrek filizleri kırar, ağaçlara zarar verir. Çocukları ve gençleri bu taze gevrek filizlere benzetirsek öğretmenlerin onlara özenle davranmalarını ve filizkıran fırtınasına maruz kalmamalarını istemekteyiz". Öğretmenlerimizin filizkıran fırtınası olmamaları onların hizmet öncesi öğretmen eğitimlerine bağlıdır. Filizkıran olmayan öğretmeni yetiştirici bir öğretmen eğitimi ve yapılanmasına gidilmesi artık zorunluluktur.

Öğretmen yetiştirme uygulamalarına bir göz attığımızda özellikle “ortaöğretim alan” öğretmenlerinin yetiştirilmesi uygulamalarında bir kargaşanın ve niteliksizliğin yaşanmakta olduğunu görmekteyiz. 2014 Yılı içerisinde Yükseköğretim Yürütme Kurulu kararları çerçevesinde Eğitim Fakültesi dışındaki fakültelerden mezun olan yaklaşık 90.000 öğrenciye Pedagojik Formasyon Eğitimi Sertifikası verilmesi planlanmış, bu öğrencilerden bir kısmı halen 2015 Ocak ayında mezun olacak şekilde 78 üniversitenin eğitim fakültelerinde eğitim almaya devam etmektedir. Bu eğitimler bu öğrencilere verilirken nitelik ve bir ideal geri planda kalmış öğrenci talebi ve üniversitelerin bu uygulamaları bir gelir kaynağı olarak görmeleri ön plana çıkmıştır. 2014-2015 öğretim yılı güz yarıyılında da bu programlara öğrenci alınması için çalışmalar yapılmakta ve büyük bir olasılıkla 30-40 bin civarında bir öğrenci grubu daha programlara alınacaktır. Eğitim Fakültesi dışındaki fakültelerden mezun olan öğrenciler öğretmen olabilir mi? Elbette olabilir, ancak hali hazırdaki uygulandığı biçimde olmaz. Bu programlar öğretmen yetiştirmiyor, öğretmen olabilmek için yasal bir zorunluluk olan gerekli sertifikayı veriyor. Geçmişte okumaya/okutulmaya çalışılan çocuklar için bir umut ifadesi olarak söylenen “okusun/okutalım hiçbir şey olmazsa öğretmen olur” söylemi bu günlerde “Her Türk Öğretmen Doğar” sloganına dönüşmüş gözüküyor.

Doç. Dr. Mehmet Üstüner

İnönü Üniversitesi

Eğitim Fakültesi

Eğitim Bilimleri Bölümü

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.