Logo

Hükümet din eğitiminin önünü mü açıyor?

Kategori: Spot
Cuma, 23 Mart 2012 16:11 tarihinde oluşturuldu



Mümtaz’er Türköne Zaman Gazetesi’ndeki bugünkü yazısında hükümetin eğitim politikası ve zorunlu eğitim yasa tasarısıyla ilgili çok çarpıcı bir iddia ortaya attı. Türköne, “Bu projenin eğitimle bir alâkası yok. Hükümet din eğitiminin önünü açıyor” dedi.

Hükümet din eğitiminin önünü mü açıyor?"Reel ihtiyaçlar üzerine oturmayan demokratikleşme talebinin karşılığı olmaz" diyen Osman Can tamamıyla haklı. İlerlemenin anası ihtiyaçlardır. O zaman siyaset piyasasına talep olarak yansıyan daha fazla demokrasi ihtiyacının olması gerekir. Markar Esayan'ın demokratikleşme için "bu değerler bütünüyle ancak buraya kadar" diye verdiği karamsar hükme Osman Can, "100 yıllık militarizasyon ve milliyetçilik kirlenmesi"ni mazeret olarak ileri sürüyor. Peki, bu karamsarlık ve toplumun demokratikleşme kapasitesinin aşıldığı tezi gerçeklere uyuyor mu?

AK Parti hükümeti askerî vesayet düzenini, AB standartlarını alıp uygulayarak tasfiye etti. Evrensel standartlar açık olunca, kat edilen mesafeyi anlamak kolay; ve neden yerimizde saymaya başladığımızı sormak mantıklı. Ancak bu siyasal sistemin demokratikleşmesi idi. Toplumun demokratikleşmesi ve demokrasiyi biçimlendirme talebi hakkında hüküm vermek için ihtiyaçlarına bakmamız lâzım. Teoriyle değil pratikle yüzleşmeliyiz. Halkın pratik ihtiyaçları ve sorunlara getirilen çözüm arayışları bize yol göstermeli.

Hükümetin birdenbire gündeme getirdiği "kesintili eğitim" projesi, özünde bir demokratikleşme sorunu. Altını çizelim: Bu projenin eğitimle bir alâkası yok. Hükümet din eğitiminin önünü açıyor. Peki demokrasi ile ilgisi? Toplumun din eğitimi ihtiyacı var. Bu ihtiyaç, arzu edildiği ölçüde karşılanamıyor. Çünkü devlet din eğitimini tekeline almış durumda. Bu yüzden bir demokratikleşme sorunu ortaya çıkıyor. Bu talep din eğitiminin özgürleşmesi talebi olarak siyaset piyasasına yansıyor. AK Parti bu talebin bir kısmını, aynı tekel mantığı içinde karşılamak için imam hatip ortaokullarını devreye sokacak bir proje geliştiriyor. Siyaset piyasası hemen gündeme gelen bu talep üzerinden rekabete girişiyor. MHP liderinin AK Parti'ye yaptığı "İmam-hatip ortaokullarını birlikte açalım" önerisi, aynı mantıkla bu talebe verilen bir cevap niteliği taşıyor. Bu sorunun eğitim üzerinde de, siyaset üzerinde de ağır bir yük oluşturmasını engellemenin ve sorunu kökünden çözmenin tek yolu var: Din eğitimi talebinin demokratik ölçülerde karşılanması. Alın size bir demokratikleşme sorunu. Herhangi demokratik bir ülkede bu işler nasıl düzenleniyorsa, neden aynısını talep eden aydınlarımız yok?

Bu somut sorun, yani din eğitimi talebi AK Parti arkasındaki halk desteğinin dinamiğini anlamak için canlı bir misal. MHP demokratik ölçülerde rekabet ediyor. Bu canlı tartışmada demokratikleşmenin sınırını, bu ihtiyaca gözlerini kapatan CHP tayin ediyor.

"Erdoğan diktatör mü?" sorusunun yanına hiç olmazsa, "arkasındaki halk desteğinin sırrı nedir?" sorusunu yerleştirmemiz lâzım. Tabii peşinden halktan aldığı desteğin ona verdiği gücün sınırlarını sorgulamanın da bir demokratikleşme sorunu olduğunu hatırlayarak.

"Güç, bulduğu boşluğu doldurur" demiştik. Demokrasiler gücü hukuk ile kontrol eder. Yine somut bir sorun: Yargı ile hükümet arasında çıkan MİT krizi, gücün sınırlarını gösteren bir tecrübe olarak okunmalı. "Hükümet tasarrufları" denilen politik kararların olduğu kategori dışında, devletin hiçbir eylem ve işlemi yargı denetimi dışında olamaz. Yasama, MİT soruşturmasını engellemek için kanun çıkartırken, bu soruşturmayı engellemenin mümkün olmadığını yazmıştım. Yargı sakin ve yavaş işler. Sıcak gündemler, soğuk yargı kararları olarak önümüze gelir. Birlikte takip edelim. Şayet bir hükümet tasarrufu değil de, işlenmiş suçlara dair somut deliller varsa yargı görevini mutlaka yapar. Hukuk devleti mantığı içinde bu soruşturmanın sonuçlanmaması mümkün değil. Cumhuriyet savcılarının, hâkimlerin odalarının kapısında isimleri yazmaz. Yargı kişilerle değil, kurallarla işler. Bu kurallar ise diktatörlüğe izin vermez.

Gücün zaafı gücüdür. "Erdoğan diktatör mü?" sorusuna cevap ararken, "demokratikleşmenin limitlerini" tayin ederken müracaat edeceğimiz tek ölçü halkın kendisi. Demokratik rekabet yolları açık olduğu sürece, ihtiyaçlarımız hem siyaseti hem de siyasî sistemi adam etmeye devam edecek. Öyleyse "halk hata yapmaz" düsturu, siyasetçinin ve aydının hatayı kendisinde aramasına yol açmalı. Hukuk devleti prensibinin koyduğu kayıtlar dışında demokrasinin sınırı yoktur.

(Mümtaz'er Türköne-zaman)

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.