Logo

MAHALLE BASKISI!

Kategori: Alparslan Dartan
Cumartesi, 22 Ağustos 2020 12:27 tarihinde oluşturuldu



Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

Okulun taşıdığı anlam, ifade ettiği değer tanımından çok daha büyüktür. 

alpaslan dartanArtı Eğitimin Temmuz sayısında yer alan “okulların açılmasını hem isterim hem istemem” başlıklı yazıma Ağustos sayısında da biraz devam etmek istiyorum. Ulusal basında bir gazetemizin eğitim editörü olan bir arkadaşım bu yazıyla ilgili düşüncelerini paylaşırken Türkiye’de eğitim gören öğrenci sayısını yanlışlıkla 14 milyon olarak yazdığımı oysa yaklaşık 18 milyon öğrencimiz bulunduğunu hatırlatarak beni uyarmıştı. Evet, sehven yapılmış bir yazım hatası idi ama dile getirmek istediğim eğitime olan ilginin neden bu denli büyük olduğunu idi. Evet, bir milyonu aşkın öğretmen ve 18 milyona yakın öğrenci sayısıyla büyük bir aileden söz ediyoruz. Sadece öğrencilerin anne ve babalarını bu sayıya dâhil etsek toplumun en az ¾’ ü eğitim ile ilgili doğrudan ilgili görünüyor. Doğal olarak okulların açılıp açılmaması meselesi hepimizin ilgi odağı olmuş ve alınacak kararlar da merkezimize oturmuştur.
Eğitim öyle bir kavram ki yüzyıllar boyu insanlar üzerinde fikir yürütmüş ve yürütmeye devam ediyor. Eğitimin nasıl olması gerektiği üzerine ünlü filozoflar, eğitim bilimciler, sosyal bilimciler, memuru, işçisi, bürokratı, sporcusu, sanatçısı yani halkın bizatihi kendisinin her zaman söyleyecek bir sözü olmuştur. Yani bizler için hayatın kendisi olmuştur eğitim, şimdi birileri çıkmış fikri olan da olmayan da eğitim ile ilgili konuşuyor diyor. Okullar açılsın diyenler için de bu böyle, korku ve kaygıları nedeniyle ertelensin diyenler için de kullanılıyor bu söz. Elbette insani ve medeni sınırlar içerisinde herkes konuşacak ve fikrini söyleyecek. Size, bana ya da bir başkasına nerede durmamız gerektiği, nerede oturmamız gerektiği ya da ne söyleyip ne söyleyemeyeceğimiz bile dikte edilir hale geldik.
Lise ve üniversite hayatını 1980’li yıllara sığdıranlardanım. Bu dönem politik ve a-politik yaşam biçimlerinin ve çatışmalarının dayatıldığı yıllardı. Üniversitede okurken iyi birkaç insanın-akademisyenin etkisi ile kendime ve mesleğime yönelik pozitif bir tutum geliştirebildim. Bu nedenle görüşünüz ne olursa olsun bu görüşünüzü dile getirme özgürlüğüne sahip olmanızın size tanınan bir ayrıcalık olmadığını hayatın, bir birey olmanın ve demokrasinin doğal bir sonucu olduğunu biliyorum.
Bugün okulların açılması ile ilgili hemen herkesin bir fikri var ve her konuşan kendi adına öznel ve kişisel görüşlerini ifade ediyor. Okulların açılması gerekir diyenler ile açılmasın diyenlerin arasında son zamanlardaki fikir ayrılığı neredeyse toplumsal bir ayrışmaya dönüşüverdi.

Mahalle baskısı
Mahalle baskısı da burada devreye girmeye başladı. Anne-babalar, öğrenciler, devlette çalışan ya da özelde çalışan öğretmenler, dernekler, sendikalar, otorite gördüğümüz bilim kurulu üyeleri, sağlık bakanı, milli eğitim bakanı, özel okul sahipleri yani hemen hemen herkes kendi temsil ettiği grubun çıkarına uygun olanı savunur hale geldi ve toplumsal yarar ve fayda göz ardı edilir oldu. Siz de hangi mahallede iseniz mahallenizin çıkarına uyanı savunur olmaya başlıyorsunuz. Toplumun tüm renklerine, aynı toplumda farklı düşüncelere sahip olsak da ortak değerlerimiz ve çıkarlarımız için birlikte hareket etmeyi başarabilmeliyiz.
Sağlık, eğitim ve ulaşım gibi üç temel konuda devletlerin halkına sunduğu olanakların eşit ve adaletli dağıtımı önemlidir, bu da bir bütünsellik içerisinde ele alınabilirse başarabilir. Okullar ve eğitimin geleceği ile ilgili alınacak her karar küçük bir grubu ilgilendirmiyor, doğrudan ya da dolaylı tüm ülke insanını ilgilendiriyor. Olaya sadece özel okullar ayakta kalsın diye okulların açılması isteniyor savı da bü düşüncelerden biri. Sayıca fazla olmak sayıca az olanın hak ve hürriyetini yok saymak onlar adına konuşmak veya yarattıkları katma değeri görmezden gelmek anlamına gelmiyor elbette. Adında Milli kelimesi geçen Milli Eğitim Bakanlığın da diğer tüm paydaşların da görmesi ve bilmesi gereken hizmet edilen 18 milyona yakın öğrencinin ve 1 milyon civarındaki öğretmenin nerede okuduklarına ve çalıştıklarına bakılmaksızın sunulan hizmetin niteliğinin ve kalitesinin artırılması uğraşısı olmalıdır.
Toplumun bir kesimince devlette çalışan öğretmen ve eğitim gören öğrenci ile özel sektörde eğitim gören ve çalışan öğrenci ve öğretmenler arasında yaratılan suni ayrımlar ve mevcut sorunları özel okulların mevcudiyeti ile ilişkilendirmeler okulların açılıp açılmaması tartışmaları ile gündemi daha da bir meşgul etmeye başladı.

Hepimize iyi gelecek olan nedir?
Bugün kime sorsanız uzaktan eğitimin örgün eğitimin yerini tutmadığını, öğrenci ile öğretmen arasında güçlü bir bağ kurulamadığını ve iletişimin zayıfladığını, uzaktan eğitim için herkesin eşit olanaklara/imkânlara sahip olmadığını, okuldan ayrı kalınan zamanda her sınıf düzeyinde müfredatın tümüyle verilemediğini, okul öncesi ve küçük yaş gruplarında eğitimin daha zor yapılabildiğini söyleyecektir. Aynı zamanda özel okullarda uzaktan eğitimin daha verimli olduğunu, özel okulların daha hazırlıklı göründüğünü, ama sınava hazırlık gruplarında MEB’in EBA destek programı ile öne çıktığını da söyleyecektir.
Peki, tüm bunlara rağmen okulların açılması konusunda neden daha çok ortak bir fikre sahip değiliz? Elbette temel endişe Covid19 salgınının halen devam ediyor olması, yaşanan belirsizlikler ve okullarda alınacak önlemlerin hem yetersiz kalabileceği hem de öğrenci ve öğretmenlerin alınacak önlemlere ne ölçüde riayet edeceklerinin bilinmemesidir.
Okulların açılmaması durumunda ise çocuklarımızın eğitim ve öğretim olanaklarından geri kalmaları, bu yıl gerçekleştirilen LGS ve YKS sınavlarında karşımıza çıkan tablolar öğrencilerin sınava hazırlanma süreçlerinin yeterli olamayacağı, okul öncesi ve ilkokul çocuklarının hem bilişsel gelişimlerinin hem de sosyalleşme ve akran ilişkilerini geliştirebilmelerinin güçleşeceği gibi kaygılarımızın varlığı olacaktır.
Her alanda normalleşme adımları ile hızla yeni bir normal hayata adım atarken, çocuklarımızın geleceğinin sağlık mı? eğitim mi? ikileminden kurtarılması gerekiyor. Okulların açılması ya da bir süre daha kapalı kalması konusunda doğru, akılcı ve bilimin ışığında bir çözüm bulunamazsa korkarım ki eğitimden daha fazlasını kaybeden bir gençlikle karşı karşıya kalacağız.
Dünyada, özel istisnaları bir kenarda bırakırsak gelecek nesillerin, ekonomilerin, sivil insiyatiflerin, sosyal ve ekonomik anlamda gelişmesinin en önemli aracı eğitimdir. Bireylerin kendilerini geleceğe taşıyacak hedeflerine ulaştıracak bir araç olarak gördükleri eğitim sisteminin geleceği kişilerin bireysel ve keyfi kararlarına bırakılamayacak kadar önemlidir.

Okulun taşıdığı anlam, ifade ettiği değer tanımından çok daha büyüktür.
Hal böyleyken pandemi nedeniyle ev ile iş arasına sıkıştırılmış yetişkinlerden oluşan bir toplum ile ev ile sokak arasına sıkıştırılmış 4-18 yaş arası sayısı da oldukça çok genç/öğrenci kesimi bugün olmasa da gelecekte sosyal patlamaların odağında hedef bir kitle haline dönüşebilir. Okul, her ne kadar akademik öğrenmelerin asıl hedef olarak konduğu bir yaşamsal alan olsa da taşıdığı anlam ifade ettiği değer çok daha büyüktür.
İleride yapılandırılmış bir okul yaşamından uzakta, doğal halinden yapay hale evrilmiş bir evrene sıkıştırılmış eğitim ile sosyal ilişkilerinden koparılmış yalnızlığa itilmiş, a-sosyal bir gençlikten fazlasını göremeyiz. Bugünün tartışmalarında hedeflenen okul öncesinden üniversiteye, uzaktan eğitimle ya da sertifika programlarıyla baş başa bırakacağımız gençliğin sorununa nasıl çözüm bulunacağı olmalıdır.
Son zamanlarda okulların açılması ve 4-18 yaş grubunun bulaş olma özellikleri ile ilgili bilgiler, gençlerle yapılan araştırmalarla ve mevcut durum analizi içeren çalışmalarıyla hızla artmaya başladı. Burada amaç özellikle veriye dayalı bilgiler ile alınacak kararlara yol gösterici olabilmektir. Bakanlık da salgın nedeniyle okullarda alınması gerekli tedbirleri içeren kılavuzlar yayımlamakta, üniversiteler kendi çözümlerini üretmeye çalışmaktadırlar.
Bu çerçevede tüm paydaşlar okula dönmek konusunda istekli olsalar da endişelidirler. Bu endişelerin temelinde okullar açıldığında pandemi sürecinin nasıl kontrol altına alınacağı konusundaki kaygılardır. Bu kaygıyı yaşayan büyük çoğunluk haksız değildir. Ama her gün açıklama yapan bilim insanlarının yanında periyodik bilgilendirmeler yapması gereken bakanlığın suskunluğu sürecin yönetilmesini bana göre zorlaştırmaktadır.
Okulların açılması yönünde hazırlıklar yapan resmi-özel tüm eğitim kurumlarının, öğrencilerin, veli ve öğretmenlerin beklentisi “gerekli her koşula göre hazırlıklarımız var” cümlesinden daha fazlasıdır ve Milli Eğitim Bakanımızın da teşkilatın buna gücü vardır. Ancak bilgi eksikliğinin ve belirsizliklerin olduğu bir yerde kaygı artar. Toplumun beklentisi eğitim kurumlarının açılmasına yönelik bilgilendirici ve tatmin edici açıklamalar yapılmasıdır. “Bakanlık da bilmiyor gelişmelere bakıyor” sokaktaki benim sizin cümleleriniz olabilir ama bakanlığın olamaz.
Okula dönüş tüm dünyada istenen ama içerisinde pek çok belirsizliği de barındıran bir durumdur. Buna rağmen hepimize iyi gelecek olanın A-B-C-D-E senaryolarının da açıklandığı, tartışıldığı daha şeffaf bir iletişimin tercih edildiği bir okula dönüş senaryosunun güçlü bir şekilde konuşulduğu ortamdır. Zaman daralıyor, okulların açılmasına az bir zaman kaldı. Vatandaşlarımız bakanlığımızdan daha somut ve gerçekçi açıklamalar bekliyor.

 

 

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.