Logo

MEB’de kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine doğru

Kategori: Prof. Dr. İrfan Erdoğan
Cuma, 07 Şubat 2014 12:12 tarihinde oluşturuldu



Bu yazıyı okumadan TTK’yı kapatmayın! MEB’de kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine doğru

MEB, her şeye rağmen demokratik bir sistem gibi çalışan bir bakanlıktı. Talim ve Terbiye Kurulu ve Teftiş Kurulu gibi organları yoluyla kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir şekilde oluşturulmuştu adeta.

Talim ve Terbiye Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın teşkilat yapısı, yönetmelik ve yönergeler çıkararak, müfredatları ve ders kitaplarını onaylayarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın adeta bir yasama birimi gibi görev yapmaktaydı.  Buna göre Genel Müdürlükler görev alanlarıyla ilgili icraatlarla yürütme, Teftiş Kurulu da denetimler yaparak yargı işlevini yerine getirmekteydi. 

Bu özgün yapı iki yıl kadar önce Teftiş Kurulu’nun yapısı ve statüsü değiştirilerek bozulmaya başladı. TTK ile ilgili düşünülen son düzenlemeyle de MEB, “kuvvetler ayrılığı”na dayalı yapısı tamamen sona ermiş olacak.   Ne demek istediğimi ifade etmek için TTK’nın tarihi seyri ile ilgili biraz bilgi vermek istiyorum.

Umarım yüce meclisin üyeleri bu yazıyı okuyarak Talim ve Terbiye Kurulu’nu ilgilendiren kısmı tekrar gözden geçirir.

Talim ve Terbiye Kurulu, 22 Mart 1926’da çıkarılan ve 3 Nisan 1926’da yürürlüğe giren Maarif Teşkilatına Dair Kanun’la Millî Eğitimin niteliksel gelişimini düzenlemek ve yürütmekle görevli bilimsel bir danışma ve karar organı olarak Talim ve Terbiye Dairesi adıyla kurulmuştu. Türk Milli Eğitim Sistemi içinde özel bir konuma sahip olan bu Dairenin kuruluşu, “Memlekette talim ve tedris esaslarını ilmî ve müstakil bir merkezden sevk ve idare maksadıyla tasavvur edilen Talim ve Terbiye Dairesi tesis edilmiştir.” sözleriyle Gazi Mustafa Kemal tarafından duyurulmuştu. 

Talim ve Terbiye Dairesinin kuruluş amacını, dönemin Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati şöyle açıklamaktadır: “Maarif teşkilâtımızı ilmî esaslar üzerine kurmak, terbiye ve tedris sistemlerimizi memleketin ihtiyaçlarına ve çağdaş uygarlık gereklerine uygun olarak düzenlemek için en yetkili kişilerle bizim böyle bir teşkilat vücuda getirmemize kâfi ihtiyaç vardır. Maarif Vekâleti için kişilerin değişmesinden müteessir olmayacak maarifin esas şartlarını, programını uzun tetkiklerle ancak böyle bir heyet hazırlayabilir. Bu heyet hakkında Heyet-i Vekile tarafından kabul edilen ve TBMM’ye sevk edilen kanunda özel madde vardır. Bu heyete şahsım namına bir ehemmiyet-i mahsusa vermekte olduğunu söylemeyi zait görmem. Genel eğitimimizde bizi usullerle muayyen hedefe götürecek, ancak böyle kuvvetli bir teşkilatın düşünerek, okuyarak, tetkik ederek vereceği kararlardır.

Eğitim sistemi içinde TTK gibi danışma ve karar organları, Tanzimat’ın ilanından itibaren var olmuştur. Nitekim 1838’de kurulan Meclis-i Umûr-ı Nâfia, 1845'te kurulan Maarif-i Meclis-i Muvakkat, 1846’da kurulan Maârif Meclisi, 1851’de kurulan Encümen-i Daniş, 1865’te oluşturulan Tercüme Cemiyeti ve 1869'da kurulan Meclis-i Maarif-i Kebir, işlevleri itibarıyla TTK’na benzeyen kurumlar olarak tarihe geçmişlerdir. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan Ders Programı Heyeti’ni (1920) ve Telif ve Tercüme Dairesini (1922) de Talim ve Terbiye Kurulu’nun öncülü olan kurullar olarak görmek gerekir.

Türk eğitim tarihindeki eğitime yön veren önemli düzenlemeler bu kurullar tarafından yapılmıştır. Yönetmelik ve yönerge gibi belli düzenlemeler, müfredatların ve ders kitaplarının hazırlanması gibi önemli çalışmalar bu kurullarca yapılmıştır.

Ayrıca “istişari” nitelikteki ülkenin önde gelen eğitimcilerinin ve yetkililerinin katıldıkları çok önemli toplantılar da bu kurullar tarafından düzenlemiştir. Nitekim 1912 Maarif Nizamnamesiyle birlikte yapılan toplantılar (Senevi Kısım), 1923 ve 1925 yılları arasında düzenlenen Heyet-i İlmiye’ler ve 1939 yılından itibaren düzenlenen Milli Eğitim Şuraları bu çerçevede gerçekleştirilmiştir.

Bu kurullarda Münif Efendi (Paşa), Selim Sabit Efendi, Emrullah Efendi, Selim Sırrı, Ali Haydar,  Aristokli Efendi gibi eğitimciler başkan ve üye olarak görev yapmışlardır. Cumhuriyetle birlikte başlayan dönemde de Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura ve Mahmut Esat Bozkurt gibi isimler Talim ve Terbiye Kurulu’nun çekirdeğini oluşturan Tercüme Dairesinin ilk üyeleri olarak görev yapmışladır. Daha sonraları ise İbrahim A. Gövsa, Mithat Enç, Rüştü Uzel, Selman Erdem, Halil Fikret Kanat, Fatma Varış, Nevzat Ayas, Ferhan Oğuzkan, Sebattin Eyüboğlu, Hıfzı Doğan, Enver Ziya Karal, Kemal Güçlüol, Faik Reşit Unat, Feriha Baymur, Ahmet Kutsi Tecer, Turhan Oğuzkan, İsmail Hakkı Tonguç, Orhan Çaplı, Necdet Sakaoğlu gibi uzman ve otoriteler görev yapmışlardır.

Eğitim sistemine yön veren bu kurullarda görev yapacak kişilerin seçiminde gösterilen özen Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devam etmiştir.

Aynı özen milli eğitime yön veren toplantılarda da gösterilmiştir.  Nitekim 15 Temmuz 1923’de toplanan Birinci Heyet-i İlmiyeye İsmail Safa, Ziya Gökalp, Mustafa Şekip Tunç, Nafi Atuf Kansu, Refet Ülgen, Cemal Hüsnü, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Fuat Köprülü, İhsan Sungu, Selim Sırrı, Mustafa Rahmi, İbrahim Alaaddin katılmıştı. Yaklaşık bir yıl sonra toplanan İkinci Heyeti İlmiye’ye de Vasıf Çınar, Ali Haydar, Refet Ülgen, Nafi Atuf, Fuat Köprülü, Mehmet Emin, İbrahim Alaattin, Ali Canip, İhsan Sungu, Reşat Nuri katılmıştı.

Talim ve Terbiye Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın teşkilat yapısı, yönetmelik ve yönergeler çıkararak, müfredatları ve ders kitaplarını onaylayarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın adeta bir yasama birimi gibi görev yapmaktaydı.  Buna göre Genel Müdürlükler görev alanlarıyla ilgili icraatlarla yürütme, Teftiş Kurulu da denetimler yaparak yargı işlevini yerine getirmekteydi. 

Talim ve Terbiye Kurulu’nun, milli eğitim sistemi içinde ülke genelindeki TBMM’ninkine benzer bir fonksiyonu yerine getirebilmesi için dönemin Maarif Vekili Mustafa Necati’nin, Talim ve Terbiye Dairesi kurulurken 1926 yılında Maarif Teşkilatına dair Kanunla ilgili Mecliste yaptığı aşağıdaki konuşma çok önemlidir.

 “Talim ve Terbiye Heyetini kurduğum zaman bunun nizamnamesini kendim yapabilirdim. Fakat düşündüm, Talim ve Terbiye müstakil bir heyet olacaktır. Büyük meselelerle meşgul olacaktır.  Bunun nizamnamesini kendim yaparsam hata etmek ihtimali vardır. Bunlar toplandığı vakit kendilerinin hudut ve vazifelerini kendileri tayin etsinler. İlme olan, ihtisasa ait olan işlerde mütehassıslara söz vermek, onları kendi halinde çalıştırmak mecburiyeti ve ihtiyacı vardır.”

Demokrasilerdeki “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin bir yansıması olan bu sözleri takiben Talim ve Terbiye Dairesinin özellikle kurulduğu yıllarda Bakanla uyuşmazlığa düşmesi hallerinde fikir birliğine varılamayan konularda milli eğitim şuralarına başvurmak bir teamül haline gelmişti. 

Talim ve Terbiye Kurulu’nun en temel görevleri arasında müfredatların onaylanması, okullarda okutulacak eğitim araçları ve ders kitaplarının, çeşitli yönetmelik ve yönergelerin onaylanması gelmekteydi. Bundan başka eğitime dair yurtiçi ve yurt dışı gelişmeleri takip etmekte ve Bakanlığa çeşitli konularda öneriler sunmaktaydı.

Talim ve Terbiye Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın örgütsel şeması içinde eğitimi en fazla etkileyebilecek güce ve konuma sahipti.  Bakanlığın genel politikalarını belirleme, eğitim sisteminin vizyonunu oluşturma, uluslar arası çalışmaları takip ederek iyi örnekleri ülkemize taşıma ve yapımıza uygun olanları sisteme yansıtmak gibi görevleri vardı. Eğitim öğretim kurumlarımızın standartlarını geliştirici önlemler almak, eğitim yönetiminin yapı ve işleyişiyle ilgili ilke ve esasları oluşturmak, eğitimde uygulamanın temellerini oluşturacak felsefi ve sosyolojik etütler yaptırmak ve bunlara ilişkin projeler geliştirmek gibi hizmetleri yerine getirmek Talim ve Terbiye Kurulu’nun görevleri arasındaydı.

Ancak bu görevleri uluorta sıradan bir kurum yerine getiremez. Bu nedenle Talim ve Terbiye Kurulu’nun yukarıdaki görevleri yerine getirebilmesi için güçlü bir kurum haline gelmesi gerekirdi. Bunun için de Talim ve Terbiye Kurulu’nun adeta vitrini olan üst yapısının yani Başkan ve üyelerinin de özenle seçilmesi gerekirdi.

Talim ve Terbiye Kurulu’nda 1926 yılından buyana birçok tanınmış eğitimci, şair, yazar ve bilim insanı görev yapmıştır. TTK’nın Osmanlı dönemindeki öncülleri sayılan kurullarda da aynı özen gösterilmişti. TTK’nın işlevlerini Osmanlı Döneminde yerine getiren İlmi Daireye üye olarak seçilebilmek için Arapça, Yunanca ve Latince gibi dillerden veyahut Batı ülkelerin dillerinden birini bilmeleri gerekliydi Üyelerin bir ilim alanında mahareti olması ve Türkçe yazı ve kitabet yazma ve çevirme gücünde, bilgi sahibi insanlardan seçilmesi gerekmekteydi.

Nitekim bu ölçüye hem mevzuat gereği hem de teamül gereği dikkat edilmiştir. Ancak son dönemlerde bu konuya gerektiği kadar özen gösterilmedi. Bunun için kurul üst yapısının her halükarda eğitime yön verebilecek yeterliliğe sahip olmasını sağlayacak şekilde bazı yapısal düzenlemelere gidilmesi gerekirdi. 

Durum buyken MEB’in, TTK ile ilgili, tarihi kurulun kapatılması sayılabilecek nitelikte bir düzenleme gündeme geldi. Yasa taslağının TTK ile olan kısmını Türkiye’deki eğitimin geleceği açısından iyi görmüyorum. TTK’nın mevcut fonksiyonu ile devam etmesi gerekir.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.