Logo

Nazmi Arıkan yönetimi 3. kuşağa devrediyor

Kategori: Öne Çıkanlar
Salı, 19 Aralık 2017 14:13 tarihinde oluşturuldu



“İbrahim Arıkan gibi bir ustanın çıraklığını yaptım, İzzettin Silier gibi bir ustanın mirasını devraldım” diyen Fen Bilimleri Okulları Kurucusu Nazmi Arıkan, 50 yıllık eğitim yolculuğunu, ikinci kuşağa devretmeye hazırlanıyor. artı eğitim dergisinin düzenlediği 4. Yılın Eğitimde Başarı Ödülleri’nde Yılın Yaşam Boyu Eğitimi Ödülü’nü alan Arıkan ile eğitimin güncel sorunlarını konuşurken, gelecek planlarını da dinledik.

nazmi_arikan_fen_bilimleriYeni müfredatla başlayan, bu yıl da TEOG ve üniversite sınav sistemiyle devam eden eğitimde değişiklikler manzumesiyle karşı karşıyayız. Bu değişiklikler hakkında neler düşünüyorsunuz, bu değişikliklerin yapılması doğru muydu? Özel öğretim kurumları olarak bunlardan nasıl etkileniyorsunuz?
Toplum, toplumdaki bilgi birikimi ve teknoloji çok hızlı değişmesine rağmen eğitim modellemelerindeki değişim çok yavaş seyrediyor. Bilgi çağına geçtik diyoruz ama sınıfta hala kara tahta, silgi ve oturak var. Aslına bu sadece Türkiye’nin değil dünyanın problemi. Şu anda dünyada “Eğitimle ilgili nereye gidelim?” şeklinde bir arayış var. Hepimize en iyi model olarak sunulan Finlandiya’da da, ABD’de de, Türkiye’de de arayış olduğunu görüyoruz. Günümüzde okullarda verilen eğitim toplumun ihtiyaçlarını karşılamıyor. Geleceği okuyanlar, önümüzdeki 20 yıl içinde bugünkü mesleklerin pek çoğunun olmayacağını belirtiyorlar. Bu kadar hızlı değişen bir çağda eğitimin de aynı hızla değişiyor olması gerekiyor. Ne yazık ki ne müfredatlarda, ne kitaplarda, ne de okul yapılaşmasında bu hızlı değişimi yakalayacak durum oluşmadı. Hatta bilgisayarda oyun oynamaktan tutun yine bilgisayarda bilgiye erişmeye varan süreçleri bile eğitimle bütünleştirmek henüz başarıya ulaşmadı. Elektronik ortamda birçok eğitim programı yapılmasına rağmen hiçbiri 1-2 milyon öğrenciye aynı anda ulaşamıyor. Eğitim ve toplumun gidiş hızı birbirine denk düşmüyor. Bu da kaçınılmaz olarak yeni arayışlara sebep oluyor. Bir gün eğitimin, toplumun ihtiyaçlarına göre kökten değişeceğine inanıyorum.
Ben birçok ülkenin ders kitaplarını inceledim. Küçük nüanslar dışında aslına bakarsanız içerikleri birbiriyle aynı. Eğitim; toplumun istediği insan tipini oluşturmaya ve bu insan tipinin ihtiyacı olan üretimi yaptırmayı zorluyor. İkisinde de maalesef başarılı değiliz. Eğitimde program değiştirmek, sınav değiştirmek, şekil değiştirmek şarttır ve bundan sonra daha hızlı gelişeceğini düşünüyorum.

AKŞAM YATIP SABAH “BUNU DEĞİŞTİRDİM” DEMEK DOĞRU DEĞİL
Peki bu değişiklikler sizin biraz önce bahsettiğiniz hedeflere ulaşmak için mi yapılıyor? Bu değişimleri tasarlarken belli verilere dayanmak gerekmez mi?
Yapılan değişikliklerle ilgili tabii ki söyleyeceğimiz şeyler var. Mesela bugün getirilen sistemler de 2 yıl sonra ihtiyaca cevap veremeyecek çünkü bilgi eskiyor. Buradaki sıkıntı değişikliklerin günlük ihtiyaçlara göre yapılması. Halbuki değişiklikler yapılırken 5, 10 ve 20 yıllık ihtiyaçların göz önünde bulundurulması gerekiyor. 50 yıl diyeceğim ama kimse 50 yıl sonrasını göremiyor. 50 yıl önce bunu yapabiliyorduk ama bugün itibariyle tahmin süreçlerimiz kısaldı. Sabah yatıp akşama “bunu değiştirdim” demek doğru değil. Ayrıca hiçbir acelemiz de yok. Eğitimde sınavlar olarak adlandırdığımız kademeler arası geçişlerin değiştirilmesi söz konusu ise, bunu eğitim bilimcilerin tartışması sağlıklı ve daha doğru olur. Bu tartışmalar uzun yapılmalı ve konunun olumlu – olumsuz tarafları masaya yatırılmalıdır.

EĞİTİM SİSTEMİMİZİN İKİ ÖNEMLİ SORUNUNU ÇÖZMELİYİZ
Yapılan değişikliklerin İstanbul’daki yansımalarıyla Muş’taki yansımaları aynı olmuyor. Bu ciddi bir sorun değil mi?
Türkiye çok büyük bir ülke ve her bölgenin ihtiyacı da farklı. Örneğin gençliğimizde seçmeli dersler vardı. Köylerde yaşıyorsak tarım dersi seçerdik, şehirlerde ise ticaret dersini tercih ederdik. Tarım dersinde arıcılık da okutulurdu süt inekçiliği de. Şehirlerde okutulan ticaret dersinde ise defter tutmak, vergi dairesi vb. konular anlatılırdı. Yani günlük hayatımıza dokunan şeyler öğretilirdi. Günümüzde pek çok çeşitliliğin olduğu bir ülkede herkese tek tip programı dayatmak her yerde yüzde 100 sağlıklı sonuç vermiyor. Aynı anda 4 mevsimin yaşandığı bir ülkedeyiz. Deniz kıyısında da, 2 bin metre yükseklikte de yerleşim yerlerimiz var. Bu sebeple ihtiyaçlarımız da farklılaşıyor. Dolayısıyla merkezi bir sınav sistemini dayatmak yerine kademeler arası geçişi sağlayacak ve bölgeler arası eşitsizlikleri giderecek toplu bir model yaratmamız gerekiyor. Bu noktada da eğitim sistemimizin iki önemli sorununu halletmemiz önem teşkil ediyor. Birincisi öğrencilerimizin barınacağı yurtlar, diğeri ise öğretmenlerimiz. Çünkü iyi bir program kötü bir öğretmenin elinde hiçbir ise yaramaz. Kaliteli bir öğretmen kötü bir programa rağmen iyi bir insan yetiştirebilir.

TEMEL LİSELER 11 VE 12. SINIFLAR İÇİN İYİ OLDU
Bu yıl resmi rakamlara göre 1700 civarında okul açıldı. Bu artışın sektöre etkisi nasıl oldu, sektörün bugün geldiği yer nedir?
Özel okulculuk oranında artış var denmesinin en önemli sebebini şöyle açıklayabilirim: Kapatılma sürecinde var olan dershanelerin yarıya yakını temel liselere dönüştü. Temel liseler Milli Eğitim Bakanlığı’nın istatistiklerinde özel lise olarak gözüküyor. Şu anda Türkiye’de 1500 – 1600 temel lise çalışır vaziyette. Ben bunların temel lise olarak işlevinin nasıl olacağını çok merak ediyordum. 11 ve 12. sınıflar için çok iyi oldu. Çünkü eskiden çocuk okul ile dershane arasında koşturup duruyordu şimdi ise her ikisini birleştirdik. Temel liseler olarak dershane ihtiyacının yüzde 100’ünü, okul ihtiyacının ise yüzde 50’sini karşılıyoruz. 9 ve 10. sınıflar için çok uygun ortamı sunmuyorlar. Çünkü bizim temel liselerimizde çocukların tiyatro oynayabilecekleri konferans salonları yok. Buralarda görev yapan birkaç becerikli öğretmenin çocukların ufkunu açmasıyla eğitim süreci devam ediyor. Söz konusu bu 1600 okul özel okul oranını yükseltti. Bilindiği üzere yasada bir değişiklik yapılmazsa 2019 sonunda bu okullar kapanacak.

Bir kesim temel liselerin başarılı olduğunu ve sistemin içinde devam etmesi gerektiğini savunuyor. Bu konuda düşünceleriniz ne yönde?
Dershanelerin kapanma sürecinde “Dershaneleri böyle pat diye harcanmayalım, akademik lise diye bir tanım koyalım ve akademik liselere dönüştürelim” demiştim. Adı temel lise oldu belki ama akademik liselerin görevini yerine getiriyor. Şu an iyi görünüyor ama az önce de belirttiğim üzere 9 ve 10. sınıflar için uygun ortamlar değil. Bu okulların fiziki yapılarının yeniden elden geçirilmesi gerekiyor. Ama sorun yaşayan temel lise sayısı çok az. Özel okullara gelirsek; bilindiği üzere cemaatin yaklaşık 1700 okulu kapatıldı. Kapatılan okulların yerine de özel okullar açıldı. Yani birbirini sayı olarak karşıladı.

“ELİMDE OLSA DERSHANECİLİKTEN FARKLI BİR İŞ YAPMAZDIM”
Fen Bilimleri olarak gelişiminizi ve geldiğiniz yeri nasıl görüyorsunuz? Bu süreçte şaşırdığınız ya da tahmin etmediğiniz şeyler yaşadınız mı?
Üniversite dışında eğitimin her alanında varız. Vakıf üniversitesi kurmayı düşünmüyorum. Çünkü zor bir iş vakıf üniversitesi yönetmek. Bu üniversitelerin kurucularını kutluyorum gerçekten güzel işlere imza atıyorlar. Bir gün hükümetimiz “özel şirketler üniversite kurabilirler” şeklinde bir kanun çıkarırsa o zaman olabilir. Fen Bilimleri Okulları’nın 50 yıllık mazisi var, ben son 20 yılında aktif olarak bulunuyorum. Sorunuzdaki yer alan beni şaşırtan durum ise Türkiye’nin yaşadığı çalkantılı dönem ve dershanelerin kapatılması süreci oldu. Gülen cemaatinin eğitimle güçlenip devlet kurumlarını kuşatacağını bu kadar tahmin etmiyordum. Evet bazı şeyleri görüyordum ama 15 Temmuz gibi hain bir kalkışma içine girebileceklerini hiç düşünmezdim. Çünkü cemaatten tanıdığımız insanlar vardı ve hepsi dinine bağlı, ülkesini seven insan profili çiziyordu. Demek ki görünen kısmıyla buz dağı misali görünmeyen kısmı aynı değilmiş. Bu süreç bizim de işlerimizi farklı yönlere kaydırdı. Çünkü elimde olsa dershanecilikten farklı bir iş yapmazdım. Çünkü bu işi biliyorum.
Dershanelerin kapatılmasıyla temel liselerimiz oldu. Yasa izin verince etüd merkezleri ve özel öğretim kursları açtık. Bizim en büyük sermayemiz insan, çok sayıda öğretmenimiz var. Bu kadar insanı istihdam etmek için okulculuğa başlamaya karar verdik. Önümüzdeki dönemde daha fazla okul yatırımı yapacağız. Her yıl 1-2 okul açmayı ve 3-4 okula ise franchise vermeyi planlıyoruz. Sermayesiyle bize ortak olan kimse yok. Ortaklarımız emeğini ortaya koyuyorlar. Örneğin Tekirdağ’da 5 öğretmen, Edirne’de 3 öğretmen ortağımız olabiliyor. Bu ortaklık yüzde 10 ile 60 arasında değişebiliyor. Buna çok büyük önem veriyoruz. İmza yetkimiz olduğundan ötürü denetim mekanizmamız ortaklıklarımızda daha sağlıklı işliyor. Bu bağlamda ortaklık sayımız daha fazla, franchise sayımız daha azdır. Sınırsız ve hesapsız büyüme yerine ölçekli büyümeyi yeğliyoruz.

Eğitimde kaçıncı yılınızı yaşıyorsunuz?
Ben sınıf öğretmenliğinden geliyorum. Oradan başlatırsak 46 yıldır, lise öğretmenliği döneminden hesap edersek ise 43 yıldır eğitim sektörünün içindeyim. Bunun da 42 yılı özel eğitimde geçti.

İBRAHİM ARIKAN’IN ÇIRAKLIĞINI, İZZETTİN SİLİER’İN MİRASINI DERVALDIM
Geride bıraktığınız yıllara dönüp baktığınızda “keşke şunu yapsaydım” dediğiniz şeyler var mı?
Aslında benim geçmişimde 24 yıllık MEF deneyimim var. 30 yıllık da Fen Bilimleri deneyimini devraldım. Yani 50 yıllık bir deneyime sahibim. İbrahim Arıkan gibi bir ustanın çıraklığını yaptım, İzzettin Silier gibi bir ustanın mirasını devraldım. İki yıllık bir iç oluşumdan sonra 2000 yılların başında aşağı yukarı bu yılların hayalini kurdum. Bunları da gerçekleştirdiğimi düşünüyorum. 65 yaşına geldim. Misyonumu tamamladığımı inanıyorum. Gözüm arkada kalmadı. Artık görevi gençlere bırakıyorum.

İŞLERİ ÇOCUKLARIM DEVRALACAK
Hayatınızı eğitime adayan biri olarak artı eğitim Dergisi’nin Yılın Yaşam Boyu Eğitim Ödülü’nü kazandınız. Neler hissediyorsunuz?
Evet bu teveccüh için size mi yoksa oy verenlere mi teşekkür etmeliyim bilemiyorum. Aldığım en değerli ödül oldu. Hatta ilk size söylemek isterim ki önümüzdeki yıldan itibaren faal eğitim hayatına veda etmeye hazırlanıyorum. Çocuklarım işleri devralacak. Ben onursal başkan sıfatıyla bir danışman olarak destek olmak istiyorum. Bir şey danıştıklarında ya da sorduklarında elimden gelen katkıyı vermeyi istiyorum. Tecrübelerimi bir şekilde çocuklarımla paylaşmak isterim. Türkiye’de aile şirketlerinde devir teslim işleri genelde acılı oluyor. Biz de ise tersine çok tatlı olacak.

ÖĞRETMENLERİMİZİ 2 YILLIK EĞİTİME TABİ TUTUYORUZ
Öğrencilik yıllarınızda sizde iz bırakan öğretmenleriniz mutlaka olmuştur. Bugünün öğretmenlerini nasıl buluyorsunuz?
Mutlaka bende iz bırakan hatta hala görüştüğüm öğretmenlerim var. O dönemdeki öğretmeler toplumun öngörüsü en gelişmiş kesimini oluşturuyordu. Belki bu durumu okumuş insan sayısının azlığına bağlayabiliriz. Geleceği iyi okurlardı, insana iyi yatırım yaparlardı. Günümüzde ise öğretmenlerin iyi yetiştirilmesi gerekiyor. Mesela biz üniversiteden yeni mezun öğretmenleri işe alıyoruz ve sınıf sorumluluğu vermeden en az iki yıl boyunca eğitim veriyoruz. Sınıftaki duruşunu, öğrenci karşısındaki duruşunu, öğretmenlik terbiyesini, soru yazmayı öğretiyoruz. Bunun için de öğretmenlerimize birer danışman veriyoruz. İki yılın sonunda bu süreci başarılı şekilde geçirenleri sınıfa alıyoruz. Bu dönemi iyi tamamlayanlar gerçekten iyi öğretmen oluyorlar. Ancak sözünü ettiğim bu iki yıllık süreçte biz öğretmenlerimizin maaşlarını ve sigortalarını ödüyoruz. Yani ciddi bir yatırım yapıyoruz. Bu öğretmenlerimizin sayısı da yıllık 200 – 250 arasında değişiyor. Mevcut öğretmenlerimizin yüzde 50’si kendi yetiştirdiklerimizden oluşuyor. Şu anda İstanbul’da aklınıza gelebilecek bütün büyük özel okullarda bizim yetiştirdiğimiz öğretmenler görev yapıyor. Yılda 100 öğretmen yetiştirdiğimiz düşünülürse 20 yılda bu rakam 2 bin kişi eder.
Fen Bilimleri Okulları olarak biz bunu yapabiliyorsak, devlet de çok kolaylıkla bu işi organize edebilir. YÖK gibi çok büyük bir yapının üniversite gibi büyük bir yapı altında öğretmen yetiştirebilmesi çok kolay görünmüyor. Uzman öğretmen üniversiteleri kurularak öğretmen yetiştirilmesi gerekiyor. Orta öğretim ve lise öğrencileri için devletin iyi yurtlarının olması lazım. Ben bugün sizinle bunları konuşabiliyorsam devlet yurtlarında parasız yatılı okumama borçluyum. Çünkü hayatı orada öğrendim. Onun için devletin eğitim konusunda sosyal olma özelliğini unutmaması lazım.

“Hayatın içinde olan biriyim. Alışverişimi kendim yaparım, arabamı kendim kullanırım. İyi tavla oynarım, arkadaşlarımla sohbet toplantıları yapmayı çok severim. Çok seyahat ediyorum ama bunları not etmemek belki en büyük eksikliğim. Dünyanın yarısını gezdim, seyahat etmeyi sürdüreceğim. Kimsenin gitmeye cesaret edemediği yerlere bile gittim.”

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.