Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), özel yetenekli öğrencilerin okullarda farklılaştırılmış eğitim almaları ve uygun merkezlere yönlendirilmeleri için okul öncesi ve sınıf öğretmenleriyle eğitim fakültelerinin son sınıflarında öğrenim gören öğretmen adaylarına eğitim vermeye başladı.  

Bakanlık, yetenekli bireylerin erken yaşta fark edilmeleri ve ihtiyaç duydukları eğitime ulaşmaları amacıyla mayıs ayının sonuna kadar 21 ilde 10 bin öğretmene eğitim vermiş olacak.

Özel yetenek kavramı içerisinde, genel zihinsel yetenek, özel akademik yetenek, dil, matematik, fen bilimleri, sosyal bilimler, liderlik, yaratıcılık, görsel ve işitsel sanatlar ve psiko-motor gibi yetenekler yer alıyor.  

MEB tarafından özel yetenekli bireylerin kendi ilgi alanlarını, yeteneklerini, yaratıcılıklarını geliştirmelerine yönelik fırsatları artırmak, ülkeye ve dünyaya yararlı birer vatandaş olmalarını sağlamak için 2013-2017 yıllarını kapsayan Özel Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı hazırlandı. Program, 15 Ocak 2013 tarihinde toplanan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kuruluna (BTYK) sunularak uygulamaya kondu.

Bakanlık, temel eğitim ve ortaöğretim kurumlarında görev yapan sınıf ve branş öğretmenlerinin ve eğitim fakültelerinin son sınıflarında öğrenim gören öğretmen adaylarının, özel yetenekli bireyler ve eğitimleri konusunda farkındalık kazanmalarını sağlamak için eğitim programı hazırladı. Bu kapsamda yetenekli bireylerin en erken yaşta fark edilmeleri ve bu bireylerin ihtiyaç duydukları eğitime ulaşmaları hedefleniyor.

7 bölgede harekete geçildi

Bakanlık, bu strateji planı çerçevesinde Adana, Afyonkarahisar, Burdur, Bursa, Denizli, Eskişehir, Gaziantep, Kırşehir, Malatya, Manisa, Mersin, Muş, Ordu, Rize, Sakarya, Siirt, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ, Van ve Zonguldak illerini kapsayan toplam 21 ilde öğretmen eğitimleri için hazırlıklarını tamamlandı. Bu kapsamda eğitim programlarının ilki 7 Nisan 2014 tarihinde Zonguldak'ta yapıldı. Şanlıurfa, Mersin ve Muş olmak üzere 3 farklı ilde daha eğitimler tamamlandı. 

Bakanlık, mayıs sonu itibariyle 21 farklı ilde planladığı eğitimlerde, "Çocuk ve Yetenek" temasını öğretmenlere aktarmayı hedefliyor. Böylece, özel yetenekli öğrencilerin Türkiye için birer katma değer haline gelmeleri amaçlanıyor.

Öğretmenlere yönelik seminerlerde öğretmenin özel yetenekli bir öğrenciyle karşılaştığında yapacakları anlatılıyor. Eğitimlerde, özel yetenekli öğrencilerin rehberlik ve araştırma merkezleriyle bilim sanat merkezlerine nasıl yönlendirilecekleri, sınıf içinde bu öğrencilere yönelik farklılaştırılmış eğitimin nasıl verilebileceği aktarılıyor.

> Öğretmenlere ‘üstün yetenekliler’ eğitimi

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), özel yetenekli öğrencilerin okullarda farklılaştırılmış eğitim almaları ve uygun merkezlere yönlendirilmeleri için okul öncesi ve sınıf öğretmenleriyle eğitim fakültelerinin son sınıflarında öğrenim gören öğretmen adaylarına eğitim vermeye başladı.  

Bakanlık, yetenekli bireylerin erken yaşta fark edilmeleri ve ihtiyaç duydukları eğitime ulaşmaları amacıyla mayıs ayının sonuna kadar 21 ilde 10 bin öğretmene eğitim vermiş olacak.

Özel yetenek kavramı içerisinde, genel zihinsel yetenek, özel akademik yetenek, dil, matematik, fen bilimleri, sosyal bilimler, liderlik, yaratıcılık, görsel ve işitsel sanatlar ve psiko-motor gibi yetenekler yer alıyor.  

MEB tarafından özel yetenekli bireylerin kendi ilgi alanlarını, yeteneklerini, yaratıcılıklarını geliştirmelerine yönelik fırsatları artırmak, ülkeye ve dünyaya yararlı birer vatandaş olmalarını sağlamak için 2013-2017 yıllarını kapsayan Özel Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı hazırlandı. Program, 15 Ocak 2013 tarihinde toplanan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kuruluna (BTYK) sunularak uygulamaya kondu.

Bakanlık, temel eğitim ve ortaöğretim kurumlarında görev yapan sınıf ve branş öğretmenlerinin ve eğitim fakültelerinin son sınıflarında öğrenim gören öğretmen adaylarının, özel yetenekli bireyler ve eğitimleri konusunda farkındalık kazanmalarını sağlamak için eğitim programı hazırladı. Bu kapsamda yetenekli bireylerin en erken yaşta fark edilmeleri ve bu bireylerin ihtiyaç duydukları eğitime ulaşmaları hedefleniyor.

7 bölgede harekete geçildi

Bakanlık, bu strateji planı çerçevesinde Adana, Afyonkarahisar, Burdur, Bursa, Denizli, Eskişehir, Gaziantep, Kırşehir, Malatya, Manisa, Mersin, Muş, Ordu, Rize, Sakarya, Siirt, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ, Van ve Zonguldak illerini kapsayan toplam 21 ilde öğretmen eğitimleri için hazırlıklarını tamamlandı. Bu kapsamda eğitim programlarının ilki 7 Nisan 2014 tarihinde Zonguldak'ta yapıldı. Şanlıurfa, Mersin ve Muş olmak üzere 3 farklı ilde daha eğitimler tamamlandı. 

Bakanlık, mayıs sonu itibariyle 21 farklı ilde planladığı eğitimlerde, "Çocuk ve Yetenek" temasını öğretmenlere aktarmayı hedefliyor. Böylece, özel yetenekli öğrencilerin Türkiye için birer katma değer haline gelmeleri amaçlanıyor.

Öğretmenlere yönelik seminerlerde öğretmenin özel yetenekli bir öğrenciyle karşılaştığında yapacakları anlatılıyor. Eğitimlerde, özel yetenekli öğrencilerin rehberlik ve araştırma merkezleriyle bilim sanat merkezlerine nasıl yönlendirilecekleri, sınıf içinde bu öğrencilere yönelik farklılaştırılmış eğitimin nasıl verilebileceği aktarılıyor.

Son Güncelleme: Pazar, 04 May 2014 13:03

Gösterim: 1417

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, sınav sistemiyle ilgili "Eğitimde pek çok değişiklik yaptık. Bizden önce de yapıldı. Biz de yaptık. Bundan sonra da yapacağız. Değiştireceğiz, sürekli değiştireceğiz. Bunun yolu yöntemi, konusunda yapılan eleştiriler haklı olabilir. Daha çok istişareye açık, daha geniş katılımlı daha çok uzmanın bir şekilde işin içinde olduğu süreçlerden geçerek bu değişiklikleri yaparsak tabii daha iyi olur. Biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak bu istişare çevresini olabildiğince genişletmeye çalışıyoruz"  diye konuştu.

Avcı, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezince (ESAM) "Türkiye'nin Milli Eğitim Sistemi: Dünü, Bugünü ve Geleceği" konulu sempozyumda, dün olduğu gibi bugün de çocukları bir yandan yaşadığı dönemin ihtiyaçlarına göre eğitirken, diğer yandan milli ve manevi değerlere haiz şahsiyetler olarak yetiştirmeyi amaçladıklarını söyledi.  

Çocukları geleceğe hazırlarken dünyanın eğitim ve bilim sisteminde aldığı mesafelerin görmezden gelinemeyeceğini vurgulayan Avcı, "Ancak bunu gözetmek, Batı kaynaklı bir eğitim sistemi anlayışına mahkum olduğumuz anlamına da gelmez. Bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat döneminin dayatması olarak devraldığımız 8 yıllık zorunlu eğitimden, 12 yıllık kademeli eğitime geçişimizi özellikle bu açıdan değerlendirmenizi istiram ederim" diye konuştu.

Bu dönemde bir yandan, güzel sanatlar ve sosyal bilimler liseleri kurarken diğer yandan da imam hatip liselerini yeniden canlandırdıklarını kaydeden Avcı, bugün bu okulların yeniden vatandaşların teveccühüne mazhar olduğunu belirti.

Avcı, "Kılık kıyafet dayatmalarıyla insanımızın eğitim ve çalışma hakkının engellendiği bir düzenden, inançlara saygılı demokratik bir eğitim sistemine geçişte epey bir mesafe aldığımızı hatırlatmak isterim" dedi.

Konuşmasının bu kısmınında resmi görüşlerini ifade ettiğini dile getiren Avcı, kendisinden önceki konuşmacıların bahsettiği konulara değinmek için metne bağlı kalmadan konuşmak istediğini söyledi. "Epey Milli Eğitim Bakanlığına dokandırıldı, onun için ben de biraz dokandırarak başlayayım, müsaade ederseniz. Önce biz de burada biraz küçük şapka devrimi yapalım. Milli Eğitimi uzun süredir biz şapkalı yazmaya çalışıyoruz. Milli derken ikinci i'nin üzerine uzatma işaretimizi koyuyoruz. ESAM'dan da sempozyumu düzenleyen arkadaşlardan da şapkamızı geri vermelerini rica ediyoruz" diye konuştu.

"Alman Hitler'in Propoganda Nazırı Goebbels'in bir konuşmasında "Ne zaman kültür kelimesi duysam elim tabancama gidiyor' dediğini anımsatan Avcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ben de epeydir ama özellikle Milli Eğitim Bakanlığı vazifesine tayin edildikten sonra ne zaman sistem kelimesini duysam, tabancamız olmadığı için elimiz kalemimize gidiyor. Bu sistem kelimesi çok tehlikeli bir kelime çünkü hemen arkasından, benim konuşmamda da var sistem bazılarını düzenleme olarak düzelttim ama... Bu sistem diye başlayan konuşmaların hemen arkasından artık çok yaygın bir klişe haline gelmiş olan 'eğitim yaz boz tahtasına döndü' cümlesi geliyor. Mecliste'ki bir tartışmada da muhalefet milletvekili arkadaşlar da benzer söylemleri dile getirince eğitimin yaz boz tahtası olduğuna dair söylemler fazla söylenince şunu söyleme ihtiyacı duymuştum, 'Aranızda önce bir anlaşın, çünkü bazı arkadaşlar diyorlar ki 'eğitimde şunlar şunlar şunlar yanlış.' Peki. 'Bunlar, bunlar bunlar düzelmeli mi? 'Evet düzelmeli' Demek ki eğitimde, epey bozulacak ve yapılacak şey var. Bunları yapmaya kalktığımız zamanda diyorsunuz ki 'sistemle bu kadar oynanmaz.' O zaman bir karar verelim. Ya mevcut sistemden memnunuz, olduğu gibi devam etsin, hiçbir şeye dokunmayalım veya bunların bazılarının yanlış, bazılarının tashihe muhtaç, bazılarının tasfiyeye muhtaç olduğunu kabul ediyorsak o zaman lütfen yaptığımız düzenlemeleri, 'canım eğitimle bu kadar da oynanmaz ki' diye biraz insaf sınırlarını zorlayarak eleştirmeyelim. Bunları yapmak zorundayız. Bir bu nedenle geriye doğru yanlışlar var. Halıların altında çok süpürülmüş şey var. Bunların düzelmesi lazım "

"Değiştireceğiz, sürekli değiştireceğiz"

Eğitim teknolojilerinin, bilişim teknolojilerinin çok hızlı değiştiğini dile getiren Avcı, herkesin cep telefonları, bilgisayarları olduğunu, kimsenin iletişimdeki değişimden şikayet etmediğini söyledi. 

Bakan Avcı, "Eğitimde pek çok değişiklik yaptık. Bizden önce de yapıldı. Biz de yaptık. Bundan sonra da yapacağız. Değiştireceğiz, sürekli değiştireceğiz. Bunun yolu yöntemi, konusunda yapılan eleştiriler haklı olabilir. Daha çok istişareye açık, daha geniş katılımlı daha çok uzmanın bir şekilde işin içinde olduğu süreçlerden geçerek bu değişiklikleri yaparsak tabii daha iyi olur. Biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak bu istişare çevresini olabildiğince genişletmeye çalışıyoruz"  diye konuştu. 

Eğitimin paydaşları sayılansendikalar, öğretmen ve yöneticilerle istişarelerini sürdürdüklerini anlatan Avcı, bunun herkesin her söylediğinin, her yerde kabul edildiği anlamına gelmediğini ifade etti.

Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak'ın konuşmasında eğitimdeki sorunlara işaret ederek "Benim bulunduğum konum bu soruları sormaya müsaade etmiyor" dediğini anımsatan Avcı, "Benim bulunduğum konum da bu cevapları vermeye müsaade yetmiyor. Ama o soruların ne olduğunu ben biliyorum. O cevapların da ne olduğunu siz biliyorsunuz" diye konuştu.

Bakanlık olarak yaptıkları güzel şeyler için biraz yüksek sesle "aferin" denilmesini isteyen Avcı, "Camiamızın buna ciddi manada ihtiyacı vardır. Çünkü Türk milli eğitim sisteminin yaşadığı en büyük sıkıntı öz güven sıkıntısıdır" dedi.

Bakan Avcı, özellikle öğretmenlerin teşvike ve takdire ihtiyaçları bulunduğunu dile getirdi.

"Öğrenciler memnun, biz de"

Avcı, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin de çocuğunun liselere giriş sınavından hareketle eleştiri yönelttiğini belirterek, "Evladınızla konuşsam ama başbaşa konuşsam çok farklı şeyler duyacağımdam eminim. İyi yaptık o sınavları, çok güzel yaptık. Çok güzel değiştirdik. Çok güzel bozduk ve yaptık. SBS iyi bir düzenleme değildi. Çocuklarımız, öğretmenlerimiz, ailelerimiz, çok zorlanıyorlardı" diye konuştu. 

Düzenlemeyle yazılıların merkezden kontrolle yapıldığını dile getiren Avcı, öğrencilerin  5, 6 ve 7. sınıfta okudukları derslerden eskiden ne kadar sorumluysa şimdi de o kadar sorumlu olduğunu söyledi. 

Sınava ilişkin 10 bin öğrenci üzerinde yaptıkları araştırmada çocukların yeni düzenlemeden memnun olduğunun görüldüğünü belirten Avcı, "Biz de memnunuz. Bunu daha da geliştireceğiz. Alt sınıflara da indireceğiz. Okulda yapılan bütün yazılıları denetimli yapacağız. Liselerde de yapacağız. Böylece adil bir not sistemini oluşturduğumuzda okullara yerleşme konusunda da daha adaletli geçişleri sağlayabileceğiz.  Daha henüz bir yıl oldu. Bir yıl bile olmadı evvelki gün yaptık sınavları ama aldığımız geri dönüşler çok sağlıklı" şeklinde konuştu.

"Dershaneler konusuna girmesek iyi olur"

"Dershaneler konusuna girmesek iyi olur. Bu da sistemden sonra hani Gobels'in dediği gibi...O konuda mümkün olan en geniş istişare halkasını oluşturmaya çalıştık" diyen Avcı, dönüşüme ilişkin teşvik yönetmeliklerinin Maliye Bakanlığı ile hazırlandığını, bitince özel okula dönüşecek dershane işletmecileri için olumlu bir zemin oluştuğunun görüleceğini belirtti.

MEB'de bir gecede kadroların değiştiği iddiasının da doğru olmadığını dile getiren Avcı, "Şu kadar senelik müdür öğretmenliğe mi dönsün" şeklindeki söylemlerin kendisini, arkadaşlarını ve öğretmenleri üzdüğünü belirtti. Avcı, öğretmenlik ikinci sınıf bir iş, müdür yardımcılığı, müdürlüğün ise daha itibarlı bir iş olarak yansıtıldığını oysa öğretmenliğin daha itibarlı bir meslek olduğu kaydetti.

 "Yarın gelir onlar, milli eğitim müdürü olmak için belki" 

Milli Eğitim Bakanı olarak kendisini üzen şeylerden birinin de bugüne kadar, kendisine il ve ya ilçe milli eğitim müdürlerinden 'beni öğretmenliğe verin' şeklinde bir talep gelmemesi olduğunu aktaran Avcı,  "Ben öğretmen olmak isteyen şube müdürü arıyorum yok. Yarın gelir onlar. Daha sonra milli eğitim müdürü olmak için belki" dedi. 

Bazı kişilere ilişkin yakınları üzerinden "falanca arkadaşımız çok başarılı bir öğretmen onu filanca yerde il milli eğitim müdürü olarak değerlendirelim" şeklinde kendisine talepler geldiğini anlatan Avcı, bu talepleri ileten bazı kişilere "Çok başarılı mı gerçekten? O zaman niye onu öğrencilerden mahrum edelim " dediğini aktardı.

İmam hatip liselerinin sayısını artırdıklarını ancak nitelikli, idealist öğretmen ihtiyaçları bulunduğunu ifade eden Avcı, ilçe, il milli eğitim müdürlerine ihtiyaçları olmadığını, işini seven, idealist, her yerde vazife yapmaya hazır öğretmenlere ihtiyaç duyduklarını vurguladı.  

Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin "Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" dediğini anımsatan Avcı, Emrullah Efendi'nin belli bir mektep türünü kastettiğini söyleyerek, "Şu sendikalar olmasa biz, bu maarif ve şu muhalefet olmazsa...Bu maarifi daha güzel idare edemezdik. Katkılarınız için teşekkürler" diye konuştu.

> Milli Eğitim Bakanı Avcı’dan sınav sistemi açıklaması

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, sınav sistemiyle ilgili "Eğitimde pek çok değişiklik yaptık. Bizden önce de yapıldı. Biz de yaptık. Bundan sonra da yapacağız. Değiştireceğiz, sürekli değiştireceğiz. Bunun yolu yöntemi, konusunda yapılan eleştiriler haklı olabilir. Daha çok istişareye açık, daha geniş katılımlı daha çok uzmanın bir şekilde işin içinde olduğu süreçlerden geçerek bu değişiklikleri yaparsak tabii daha iyi olur. Biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak bu istişare çevresini olabildiğince genişletmeye çalışıyoruz"  diye konuştu.

Avcı, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezince (ESAM) "Türkiye'nin Milli Eğitim Sistemi: Dünü, Bugünü ve Geleceği" konulu sempozyumda, dün olduğu gibi bugün de çocukları bir yandan yaşadığı dönemin ihtiyaçlarına göre eğitirken, diğer yandan milli ve manevi değerlere haiz şahsiyetler olarak yetiştirmeyi amaçladıklarını söyledi.  

Çocukları geleceğe hazırlarken dünyanın eğitim ve bilim sisteminde aldığı mesafelerin görmezden gelinemeyeceğini vurgulayan Avcı, "Ancak bunu gözetmek, Batı kaynaklı bir eğitim sistemi anlayışına mahkum olduğumuz anlamına da gelmez. Bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat döneminin dayatması olarak devraldığımız 8 yıllık zorunlu eğitimden, 12 yıllık kademeli eğitime geçişimizi özellikle bu açıdan değerlendirmenizi istiram ederim" diye konuştu.

Bu dönemde bir yandan, güzel sanatlar ve sosyal bilimler liseleri kurarken diğer yandan da imam hatip liselerini yeniden canlandırdıklarını kaydeden Avcı, bugün bu okulların yeniden vatandaşların teveccühüne mazhar olduğunu belirti.

Avcı, "Kılık kıyafet dayatmalarıyla insanımızın eğitim ve çalışma hakkının engellendiği bir düzenden, inançlara saygılı demokratik bir eğitim sistemine geçişte epey bir mesafe aldığımızı hatırlatmak isterim" dedi.

Konuşmasının bu kısmınında resmi görüşlerini ifade ettiğini dile getiren Avcı, kendisinden önceki konuşmacıların bahsettiği konulara değinmek için metne bağlı kalmadan konuşmak istediğini söyledi. "Epey Milli Eğitim Bakanlığına dokandırıldı, onun için ben de biraz dokandırarak başlayayım, müsaade ederseniz. Önce biz de burada biraz küçük şapka devrimi yapalım. Milli Eğitimi uzun süredir biz şapkalı yazmaya çalışıyoruz. Milli derken ikinci i'nin üzerine uzatma işaretimizi koyuyoruz. ESAM'dan da sempozyumu düzenleyen arkadaşlardan da şapkamızı geri vermelerini rica ediyoruz" diye konuştu.

"Alman Hitler'in Propoganda Nazırı Goebbels'in bir konuşmasında "Ne zaman kültür kelimesi duysam elim tabancama gidiyor' dediğini anımsatan Avcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ben de epeydir ama özellikle Milli Eğitim Bakanlığı vazifesine tayin edildikten sonra ne zaman sistem kelimesini duysam, tabancamız olmadığı için elimiz kalemimize gidiyor. Bu sistem kelimesi çok tehlikeli bir kelime çünkü hemen arkasından, benim konuşmamda da var sistem bazılarını düzenleme olarak düzelttim ama... Bu sistem diye başlayan konuşmaların hemen arkasından artık çok yaygın bir klişe haline gelmiş olan 'eğitim yaz boz tahtasına döndü' cümlesi geliyor. Mecliste'ki bir tartışmada da muhalefet milletvekili arkadaşlar da benzer söylemleri dile getirince eğitimin yaz boz tahtası olduğuna dair söylemler fazla söylenince şunu söyleme ihtiyacı duymuştum, 'Aranızda önce bir anlaşın, çünkü bazı arkadaşlar diyorlar ki 'eğitimde şunlar şunlar şunlar yanlış.' Peki. 'Bunlar, bunlar bunlar düzelmeli mi? 'Evet düzelmeli' Demek ki eğitimde, epey bozulacak ve yapılacak şey var. Bunları yapmaya kalktığımız zamanda diyorsunuz ki 'sistemle bu kadar oynanmaz.' O zaman bir karar verelim. Ya mevcut sistemden memnunuz, olduğu gibi devam etsin, hiçbir şeye dokunmayalım veya bunların bazılarının yanlış, bazılarının tashihe muhtaç, bazılarının tasfiyeye muhtaç olduğunu kabul ediyorsak o zaman lütfen yaptığımız düzenlemeleri, 'canım eğitimle bu kadar da oynanmaz ki' diye biraz insaf sınırlarını zorlayarak eleştirmeyelim. Bunları yapmak zorundayız. Bir bu nedenle geriye doğru yanlışlar var. Halıların altında çok süpürülmüş şey var. Bunların düzelmesi lazım "

"Değiştireceğiz, sürekli değiştireceğiz"

Eğitim teknolojilerinin, bilişim teknolojilerinin çok hızlı değiştiğini dile getiren Avcı, herkesin cep telefonları, bilgisayarları olduğunu, kimsenin iletişimdeki değişimden şikayet etmediğini söyledi. 

Bakan Avcı, "Eğitimde pek çok değişiklik yaptık. Bizden önce de yapıldı. Biz de yaptık. Bundan sonra da yapacağız. Değiştireceğiz, sürekli değiştireceğiz. Bunun yolu yöntemi, konusunda yapılan eleştiriler haklı olabilir. Daha çok istişareye açık, daha geniş katılımlı daha çok uzmanın bir şekilde işin içinde olduğu süreçlerden geçerek bu değişiklikleri yaparsak tabii daha iyi olur. Biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak bu istişare çevresini olabildiğince genişletmeye çalışıyoruz"  diye konuştu. 

Eğitimin paydaşları sayılansendikalar, öğretmen ve yöneticilerle istişarelerini sürdürdüklerini anlatan Avcı, bunun herkesin her söylediğinin, her yerde kabul edildiği anlamına gelmediğini ifade etti.

Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak'ın konuşmasında eğitimdeki sorunlara işaret ederek "Benim bulunduğum konum bu soruları sormaya müsaade etmiyor" dediğini anımsatan Avcı, "Benim bulunduğum konum da bu cevapları vermeye müsaade yetmiyor. Ama o soruların ne olduğunu ben biliyorum. O cevapların da ne olduğunu siz biliyorsunuz" diye konuştu.

Bakanlık olarak yaptıkları güzel şeyler için biraz yüksek sesle "aferin" denilmesini isteyen Avcı, "Camiamızın buna ciddi manada ihtiyacı vardır. Çünkü Türk milli eğitim sisteminin yaşadığı en büyük sıkıntı öz güven sıkıntısıdır" dedi.

Bakan Avcı, özellikle öğretmenlerin teşvike ve takdire ihtiyaçları bulunduğunu dile getirdi.

"Öğrenciler memnun, biz de"

Avcı, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin de çocuğunun liselere giriş sınavından hareketle eleştiri yönelttiğini belirterek, "Evladınızla konuşsam ama başbaşa konuşsam çok farklı şeyler duyacağımdam eminim. İyi yaptık o sınavları, çok güzel yaptık. Çok güzel değiştirdik. Çok güzel bozduk ve yaptık. SBS iyi bir düzenleme değildi. Çocuklarımız, öğretmenlerimiz, ailelerimiz, çok zorlanıyorlardı" diye konuştu. 

Düzenlemeyle yazılıların merkezden kontrolle yapıldığını dile getiren Avcı, öğrencilerin  5, 6 ve 7. sınıfta okudukları derslerden eskiden ne kadar sorumluysa şimdi de o kadar sorumlu olduğunu söyledi. 

Sınava ilişkin 10 bin öğrenci üzerinde yaptıkları araştırmada çocukların yeni düzenlemeden memnun olduğunun görüldüğünü belirten Avcı, "Biz de memnunuz. Bunu daha da geliştireceğiz. Alt sınıflara da indireceğiz. Okulda yapılan bütün yazılıları denetimli yapacağız. Liselerde de yapacağız. Böylece adil bir not sistemini oluşturduğumuzda okullara yerleşme konusunda da daha adaletli geçişleri sağlayabileceğiz.  Daha henüz bir yıl oldu. Bir yıl bile olmadı evvelki gün yaptık sınavları ama aldığımız geri dönüşler çok sağlıklı" şeklinde konuştu.

"Dershaneler konusuna girmesek iyi olur"

"Dershaneler konusuna girmesek iyi olur. Bu da sistemden sonra hani Gobels'in dediği gibi...O konuda mümkün olan en geniş istişare halkasını oluşturmaya çalıştık" diyen Avcı, dönüşüme ilişkin teşvik yönetmeliklerinin Maliye Bakanlığı ile hazırlandığını, bitince özel okula dönüşecek dershane işletmecileri için olumlu bir zemin oluştuğunun görüleceğini belirtti.

MEB'de bir gecede kadroların değiştiği iddiasının da doğru olmadığını dile getiren Avcı, "Şu kadar senelik müdür öğretmenliğe mi dönsün" şeklindeki söylemlerin kendisini, arkadaşlarını ve öğretmenleri üzdüğünü belirtti. Avcı, öğretmenlik ikinci sınıf bir iş, müdür yardımcılığı, müdürlüğün ise daha itibarlı bir iş olarak yansıtıldığını oysa öğretmenliğin daha itibarlı bir meslek olduğu kaydetti.

 "Yarın gelir onlar, milli eğitim müdürü olmak için belki" 

Milli Eğitim Bakanı olarak kendisini üzen şeylerden birinin de bugüne kadar, kendisine il ve ya ilçe milli eğitim müdürlerinden 'beni öğretmenliğe verin' şeklinde bir talep gelmemesi olduğunu aktaran Avcı,  "Ben öğretmen olmak isteyen şube müdürü arıyorum yok. Yarın gelir onlar. Daha sonra milli eğitim müdürü olmak için belki" dedi. 

Bazı kişilere ilişkin yakınları üzerinden "falanca arkadaşımız çok başarılı bir öğretmen onu filanca yerde il milli eğitim müdürü olarak değerlendirelim" şeklinde kendisine talepler geldiğini anlatan Avcı, bu talepleri ileten bazı kişilere "Çok başarılı mı gerçekten? O zaman niye onu öğrencilerden mahrum edelim " dediğini aktardı.

İmam hatip liselerinin sayısını artırdıklarını ancak nitelikli, idealist öğretmen ihtiyaçları bulunduğunu ifade eden Avcı, ilçe, il milli eğitim müdürlerine ihtiyaçları olmadığını, işini seven, idealist, her yerde vazife yapmaya hazır öğretmenlere ihtiyaç duyduklarını vurguladı.  

Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin "Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" dediğini anımsatan Avcı, Emrullah Efendi'nin belli bir mektep türünü kastettiğini söyleyerek, "Şu sendikalar olmasa biz, bu maarif ve şu muhalefet olmazsa...Bu maarifi daha güzel idare edemezdik. Katkılarınız için teşekkürler" diye konuştu.

Son Güncelleme: Cumartesi, 03 May 2014 17:18

Gösterim: 1274

Türkiye genelindeki misafirhanelere bugün yürürlüğe giren tebliğle, kısmen öğrenci yurdu özelliği kazandırıldı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın cemaate ait yurtlardan ayrılmaları için öğrencilere yaptığı çağrının ardından önemli bir adım atıldı. Aralarında öğretmenevi, polisevi gibi çok sayıda kamu kuruluşu ve belediyeye ait sayıları binlerle ifade edilen Türkiye genelindeki misafirhaneye bugün yürürlüğe giren tebliğile, kısmen öğrenci yurdu özelliği kazandırıldı.

Başbakan Erdoğan, cemaat yurtlarında kalan öğrencilere seslenerek, "Devlet yurtlarında boş yerleri tespit ettik. Hemen başvurun. Eğer Kredi Yurtlar Kurumu yurtlarında yer yoksa sizleri otellerde ağırlayacağız. Bunların zulmüne siz asla muhatap etmeyeceğiz" demişti. 30 Mart'ta yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından kamu misafirhaneleriyle ilgili atılan adım dikkat çekti.

Maliye Bakanlığı, kamu sosyal tesisleri tebliğinde dikkat çekici bir değişiklik yaptı. Bugün yürürlüğe giren tebliğdeki bu basit cümle değişikliğini, iktidarın Gülen cemaatine ait yurtlardan ayrılmaları için öğrencilere ve ailelerine yaptığı çağrı çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Ayrıca bu cümle ile ifade edilen hüküm, sosyal tesislerin Türkiye genelindeki durumu nedeniyle binlerce öğrenciyi ilgilendiren bir boyut içeriyor. Türkiye'de sayıları binlerle ifade edilen kamu kuruluşları ve belediyelere ait misafirhane bulunuyor.

Önce nasıldı?

Kamu sosyal tesislerine ilişkin tebliğin öğrencilerle ilgili hükmü; "Misafirhane hizmetlerinin aksatılmaması ve diğer personelin bu tesislerden faydalanmasına engel teşkil etmemesi kaydıyla boş kapasite bulunduğu hallerde yükseköğrenim gören öğrenciler de bu tesislerden faydalanabilirler" şeklindeydi.

Yurt ücreti alınacak

Maliye Bakanlığı'nın, 3 Mayıs 2014 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek tebliği ile bu hüküm şöyle değiştirildi:

"18/1/2014 tarihli ve 28886 sayılı Resmî gazete’de yayımlanan Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ (Sayı: 2014-3)’in Ortak Hususlar başlıklı bölümünün 10'uncu maddesinin (d) fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

Sosyal tesis kapasitelerinin kullanımında, ihtiyaç bulunan yerlerde boş kapasitenin öncelikle yükseköğrenim öğrencilerine kullandırılması için gerekli her türlü tedbir alınacak ve sosyal tesislerdeki boş kapasiteler ivedilikle Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (Yurtkur) bildirilecektir. Yurtkur tarafından sosyal tesislere yerleştirilen yükseköğrenim öğrencilerinden standart yurt ücreti tahsil edilecektir. Ayrıca sosyal tesisin yemek hizmetlerinden faydalanan öğrencilere sağlanacak beslenme yardımı, takip eden ay içerisinde Yurtkur tarafından ilgili sosyal tesis hesabına yatırılacaktır. Bu Tebliğ hükümleri yayımı tarihinden geçerli olmak üzere uygulanır. Tebliğ olunur."

(Aydın Hasan/milliyet.com.tr)

> Hükümetten Cemaat yurtlarına karşı kritik hamle!

Türkiye genelindeki misafirhanelere bugün yürürlüğe giren tebliğle, kısmen öğrenci yurdu özelliği kazandırıldı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın cemaate ait yurtlardan ayrılmaları için öğrencilere yaptığı çağrının ardından önemli bir adım atıldı. Aralarında öğretmenevi, polisevi gibi çok sayıda kamu kuruluşu ve belediyeye ait sayıları binlerle ifade edilen Türkiye genelindeki misafirhaneye bugün yürürlüğe giren tebliğile, kısmen öğrenci yurdu özelliği kazandırıldı.

Başbakan Erdoğan, cemaat yurtlarında kalan öğrencilere seslenerek, "Devlet yurtlarında boş yerleri tespit ettik. Hemen başvurun. Eğer Kredi Yurtlar Kurumu yurtlarında yer yoksa sizleri otellerde ağırlayacağız. Bunların zulmüne siz asla muhatap etmeyeceğiz" demişti. 30 Mart'ta yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından kamu misafirhaneleriyle ilgili atılan adım dikkat çekti.

Maliye Bakanlığı, kamu sosyal tesisleri tebliğinde dikkat çekici bir değişiklik yaptı. Bugün yürürlüğe giren tebliğdeki bu basit cümle değişikliğini, iktidarın Gülen cemaatine ait yurtlardan ayrılmaları için öğrencilere ve ailelerine yaptığı çağrı çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Ayrıca bu cümle ile ifade edilen hüküm, sosyal tesislerin Türkiye genelindeki durumu nedeniyle binlerce öğrenciyi ilgilendiren bir boyut içeriyor. Türkiye'de sayıları binlerle ifade edilen kamu kuruluşları ve belediyelere ait misafirhane bulunuyor.

Önce nasıldı?

Kamu sosyal tesislerine ilişkin tebliğin öğrencilerle ilgili hükmü; "Misafirhane hizmetlerinin aksatılmaması ve diğer personelin bu tesislerden faydalanmasına engel teşkil etmemesi kaydıyla boş kapasite bulunduğu hallerde yükseköğrenim gören öğrenciler de bu tesislerden faydalanabilirler" şeklindeydi.

Yurt ücreti alınacak

Maliye Bakanlığı'nın, 3 Mayıs 2014 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek tebliği ile bu hüküm şöyle değiştirildi:

"18/1/2014 tarihli ve 28886 sayılı Resmî gazete’de yayımlanan Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ (Sayı: 2014-3)’in Ortak Hususlar başlıklı bölümünün 10'uncu maddesinin (d) fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

Sosyal tesis kapasitelerinin kullanımında, ihtiyaç bulunan yerlerde boş kapasitenin öncelikle yükseköğrenim öğrencilerine kullandırılması için gerekli her türlü tedbir alınacak ve sosyal tesislerdeki boş kapasiteler ivedilikle Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (Yurtkur) bildirilecektir. Yurtkur tarafından sosyal tesislere yerleştirilen yükseköğrenim öğrencilerinden standart yurt ücreti tahsil edilecektir. Ayrıca sosyal tesisin yemek hizmetlerinden faydalanan öğrencilere sağlanacak beslenme yardımı, takip eden ay içerisinde Yurtkur tarafından ilgili sosyal tesis hesabına yatırılacaktır. Bu Tebliğ hükümleri yayımı tarihinden geçerli olmak üzere uygulanır. Tebliğ olunur."

(Aydın Hasan/milliyet.com.tr)

Son Güncelleme: Cumartesi, 03 May 2014 13:10

Gösterim: 1079

Başbakan Yardımcısı Arınç, "Büluğa erme yaşı çok küçülmüştür Türkiye'de. Yani uyarılma yaşı eskiden kızlarımızda 13-14 iken gençlerde 15 iken şimdi 8-9-10'lara kadar gerilemiştir. Bu, iyi bir şey midir? Fizyolojik bir şeydir belki bunun önüne geçilemez ama çocuklarımızı, bu çocuk yaşlarında cinsel açıdan uyaran pek çok etken var." dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, son günlerde yaşanan çocuk cinayetleri ve failleri hakkında idam cezasının uygulanıp uygulanmamasına ilişkin tartışmalara değindi.

Bu olayların can yakıcı olduğunu vurgulayan Arınç, "Herkes kendi çocuğuna, kendi ailesine, kendi torununa bakarak bu olaylarda ne kadar büyük bir üzüntü duyacağını bilmeli" değerlendirmesinde bulundu.

Herkesin öpmeye doyamadığı, kıyamadığı yavrularının feci bir akıbetle hayatlarını kaybetmesine, içinde insanlık taşıyanların isyan etmesinin doğal olduğuna işaret eden Arınç, şöyle konuştu:

"Maalesef belki son olaylar, hepimizin dikkatlerini yine çocuklar için kaçırılma ve cinayet olayları dikkatimizi çekti. Fevkalade üzgünüz. Bu evlatlar, bizim çocuklarımız, memleketimizin insanları. Onların her birinin anneleri, babaları, kardeşleri var. Kim olursa olsun çocuklarımızın böyle gözümüzün önünden götürülmesine, bir cinayete kurban edilmesine hiçbirimizin vicdanı razı olmaz. Bu tür olaylar karşısında özellikle çok yakınlarının şiddet, isyan, göz yaşı dökmesi çok tabiidir ve o sırada 'Bunlar asılsın', 'Bunlar idam edilsin', elbette istekler ve talepler olabilir ama bilelim ki 10 seneyi geçti, Türkiye'de idam cezası kaldırıldı. Öncelikle Abdullah Öcalan yakalandıktan ve hüküm giydikten sonra biliyorsunuz ki Anavatan, DSP ve MHP hükümetinin bulunduğu koalisyon, idam cezasını sınırlı olarak kaldırdı, sonra da tamamen kaldırdı. Tamamen kalkmasının da ölçüsü, o zaman parlamentoda konuşulduğu kadarıyla AB üyesi ülkelerinin hiçbirinde idam cezasının kalmamasıydı. Aslında Abdullah Öcalan hakkında o tarihlerde AİHM'de başka suçlarla ilgili olarak da yaşam hakkının ortadan kaldırılamayacağını, dolayısıyla bu infazın durdurulması için bir karar da vermişti. Şimdi Türkiye'de idam cezasını gerektiren suçlarda ağırlaştırılmış müebbet var veya müebbet hapis var. Eğer çocuklar hakkında işlenen cinayetler, caydırıcı olma vasfını taşımayan bugünkü Türk Ceza Kanunundaki maddelerle engellenemiyorsa elbette cezalarını daha çok artırmak gerekli olur. Bu konuda Adalet Bakanlığımızın bir çalışması vardır. Şu andaki hükümlerin bile bu tür cinayetleri işlemiş olanlar için en azından müebbet ağır hapis verdiğini biliyorum. Aslolan, bu cezalar ne kadar ağır ve caydırıcı olursa olsun, bu olaylara sebebiyet veren ortamı değiştirmektir."

"Nasıl canavarlaşıyor bu insanlar?"

Bülent Arınç, çocuk cinayetlerin altında, sosyal, psikolojik, ahlaki, eğitimle ilgili bazı nedenler bulunduğuna işaret etti.

Türkiye'de suçlu üreten bir bataklığın olduğunu herkesin bilmesi gerektiğini söyleyen Arınç, "Aslında bu sebepleri ortadan kaldıracak topyekun bir seferberliğe ihtiyaç var. Neden bazı insanlar, bu kadar canavarlaşıyor? Neden bazı insanlar, küçük çocuklarımızın canına kastedebiliyor. Onları bu suça iten sebepler nedir? Bu konularda medya ile ilişkilerimizden tutun eğitimle ilişkilerimize kadar her şeyin yeniden gözden geçirilmesinde fayda var" ifadesini kullandı.

Sigara, alkol ve uyuşturucuya başlama yaşlarının çok küçüldüğüne dikkati çeken Arınç, bunun bir alarm olduğunu anlattı.

Anayasada, ailenin ve gençliğin korunması bakımından devlete bazı görevler verildiğini belirten Arınç, şunları kaydetti:

"Gençliği uyuşturucu, alkol bağımlılığı gibi zararlı, fena, kötü alışkanlıklardan kurtaracak tedbirleri hükümetlerimizin alması gerekir. Bu yüzden alkol, her insanın ulaştığı yerden alınabilecek bir meta olmaktan çıkarılmalı ama hükümet, bu düzenlemeleri yaptığı zaman kendisini ilerici, çağdaş görenlerin hepsi feryada başlıyor 'Artık bundan sonra içemeyecek miyiz?' diye Türkiye'yi neredeyse Ortaçağ karanlığına götürdüğümüzü iddia ediyor. Maalesef okulların çevresinde bile uyuşturucularla mücadele ediyoruz. Aslolan, bunun kaynağından itibaren takip etmek ve içiciye ulaşmasını mutlaka engellemektir fakat kanunlarımızda son yıllarda yapılan değişikliklerde bir yanlış oldu. Yani birisinde bir esrar, bir eroin, bir marijuana yakaladığınız zaman, 'Ben içiciyim kardeşim' diyor. 'İçiciyim' dediği zaman da adeta cezası yok. Satıcının cezası var ama elinde bir iki poşet bulunur, 'Ben kendim için aldım, ben içiciyim' dediği zaman dışarı çıkıyor. Pek çok sanatçının, şarkıcının, dizilerde oynayanların, pek çok bunların dışında kalan insanın bir şekilde buna alışkanlık haline getirildiği, sonra bunların hastalıklara yol açtığı hatta insanların beynini dumura uğrattığı için adeta ona bir esir haline geldiğini hepimiz biliyoruz. Yani mesela bugün bu çocuklarımızın hayatlarının ne kadar hiçe sayıldığı ve kadına karşı gösterilen şiddeti de bundan ayrı tutamayız. Nasıl canavarlaşıyor bu insanlar? Bu insanlarla toplum nasıl mücadele edecek? Sadece bunun için idam cezasını düşünmek gerekmez, toplumsal bazı sebepleri ve dikkatleri de ön plana almamız lazım."

 "Büluğa erme yaşı çok küçülmüştür Türkiye'de"

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile basından da sorumlu olduğunu hatırlatan Arınç, pek çok televizyon kanalında dizi furyası başladığını belirtti.

Bazı dizilerde gördüğü yanlışlıklara dikkati çeken Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Çok eleştirileceğimizi biliyorum. Eleştirsinler, ben buna alışkınım. Pek çok televizyonumuzda diziler furyası başladı. Yani lise çağındaki gençlere yönelik diziler, okul sıralarında öğretmenlerine karşı hitapları, arkadaşlarıyla ilişkileri, kız yüzünden kavga etmeleri, çok genç yaşta bazı özentilere gitmeleri, lüks hayat özlemleri, bu çocukların, ailesi, baba ve annesiyle olan ilişkileri o kadar büyük bir dejenerasyon halinde topluma naklediliyor ki ben Türkiye'nin yaşadığı bu sosyal bunalımda bu tür dizilerin, eğer eğitici ve öğretici olmuyorsa çok büyük payının olduğuna inanıyorum. Maalesef ki bazı televizyonlar, bütün gelir kaynaklarını bu dizilere aktarıyor. Mesela Avrupa'da bunun örneklerini göremezsiniz. ABD'de böyle televizyon dizileri göremezsiniz. Bizde gençlere yönelik, kravatı buralara kadar gelmiş, dizlerine kadar çıkmış etekleri ve birbirleriyle sadece argo konuşan, 25 kelimeyle hayatlarını sürdüren ama her şeyin içinde cinsellik içeren bir türlü programlar, Türkiye'deki cinsel hayatı sınırsız ve sorumsuz hale getiriyor. Eleştireceklermiş, varsın eleştirsinler. Toplumdaki bunalım kaynaklarından bir tanesi de budur. Ondan sonra da RTÜK, bazı dizilerdeki bazı görüntülere ceza verdiği zaman, 'Vay, RTÜK, Kanuni Sultan Süleyman zamanına döndü, her şeye yasak getiriyor' diyorlar. Gençlerimizi korumak zorundayız. Gençlerimizi korurken şüphesiz bu yaşantı içinde de evden kaçanlar, annesine babasına isyan edenler, genç yaşta cinselliği tatmak isteyenler...

Bakın bu bir gerçektir; çok özür diliyorum, bu hayatın bir gerçeğidir, büluğa erme yaşı çok küçülmüştür Türkiye'de. Yani uyarılma yaşı eskiden kızlarımızda 13-14 iken gençlerde 15 iken şimdi 8-9-10'lara kadar gerilemiştir. Bu, iyi bir şey midir? Fizyolojik bir şeydir belki bunun önüne geçilemez ama çocuklarımızı, bu çocuk yaşlarında cinsel açıdan uyaran pek çok etken var. Bu etkenlerin hangisi sonuca bizi götürüyor? Ülkemizin çok ünlü pedagogları var. Onların, bunları konuşması lazım. Yani cinayet, sadece bir cinayetten ibaret değil. Hrant Dink'in karısı Rakel Dink, Hrant Dink'in ölümünde pencereye çıktı, muhteşem bir konuşma yaptı. Orada dedi ki 'Bir çocuktan bir katil yaratan bu karanlığı teşhis etmemiz lazım.' Bir çocuktan katil yaratan zihniyet... Maddi anlamda ülkemize çok büyük hizmetler yaptık. Türkiye, birkaç yüzyılda yapamadığını, göremediğini, AK Parti'nin 12 yıllık hükümetleri döneminde gördü ama aynı gelişmeyi, aynı yüksek orantıyı, manevi alanda, sosyal alanda yaşayıp yaşayamadığımızı tekrar gözden geçirmemiz lazım." 

> Arınç: Büluğa erme yaşı çok küçülmüştür Türkiye'de

Başbakan Yardımcısı Arınç, "Büluğa erme yaşı çok küçülmüştür Türkiye'de. Yani uyarılma yaşı eskiden kızlarımızda 13-14 iken gençlerde 15 iken şimdi 8-9-10'lara kadar gerilemiştir. Bu, iyi bir şey midir? Fizyolojik bir şeydir belki bunun önüne geçilemez ama çocuklarımızı, bu çocuk yaşlarında cinsel açıdan uyaran pek çok etken var." dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, son günlerde yaşanan çocuk cinayetleri ve failleri hakkında idam cezasının uygulanıp uygulanmamasına ilişkin tartışmalara değindi.

Bu olayların can yakıcı olduğunu vurgulayan Arınç, "Herkes kendi çocuğuna, kendi ailesine, kendi torununa bakarak bu olaylarda ne kadar büyük bir üzüntü duyacağını bilmeli" değerlendirmesinde bulundu.

Herkesin öpmeye doyamadığı, kıyamadığı yavrularının feci bir akıbetle hayatlarını kaybetmesine, içinde insanlık taşıyanların isyan etmesinin doğal olduğuna işaret eden Arınç, şöyle konuştu:

"Maalesef belki son olaylar, hepimizin dikkatlerini yine çocuklar için kaçırılma ve cinayet olayları dikkatimizi çekti. Fevkalade üzgünüz. Bu evlatlar, bizim çocuklarımız, memleketimizin insanları. Onların her birinin anneleri, babaları, kardeşleri var. Kim olursa olsun çocuklarımızın böyle gözümüzün önünden götürülmesine, bir cinayete kurban edilmesine hiçbirimizin vicdanı razı olmaz. Bu tür olaylar karşısında özellikle çok yakınlarının şiddet, isyan, göz yaşı dökmesi çok tabiidir ve o sırada 'Bunlar asılsın', 'Bunlar idam edilsin', elbette istekler ve talepler olabilir ama bilelim ki 10 seneyi geçti, Türkiye'de idam cezası kaldırıldı. Öncelikle Abdullah Öcalan yakalandıktan ve hüküm giydikten sonra biliyorsunuz ki Anavatan, DSP ve MHP hükümetinin bulunduğu koalisyon, idam cezasını sınırlı olarak kaldırdı, sonra da tamamen kaldırdı. Tamamen kalkmasının da ölçüsü, o zaman parlamentoda konuşulduğu kadarıyla AB üyesi ülkelerinin hiçbirinde idam cezasının kalmamasıydı. Aslında Abdullah Öcalan hakkında o tarihlerde AİHM'de başka suçlarla ilgili olarak da yaşam hakkının ortadan kaldırılamayacağını, dolayısıyla bu infazın durdurulması için bir karar da vermişti. Şimdi Türkiye'de idam cezasını gerektiren suçlarda ağırlaştırılmış müebbet var veya müebbet hapis var. Eğer çocuklar hakkında işlenen cinayetler, caydırıcı olma vasfını taşımayan bugünkü Türk Ceza Kanunundaki maddelerle engellenemiyorsa elbette cezalarını daha çok artırmak gerekli olur. Bu konuda Adalet Bakanlığımızın bir çalışması vardır. Şu andaki hükümlerin bile bu tür cinayetleri işlemiş olanlar için en azından müebbet ağır hapis verdiğini biliyorum. Aslolan, bu cezalar ne kadar ağır ve caydırıcı olursa olsun, bu olaylara sebebiyet veren ortamı değiştirmektir."

"Nasıl canavarlaşıyor bu insanlar?"

Bülent Arınç, çocuk cinayetlerin altında, sosyal, psikolojik, ahlaki, eğitimle ilgili bazı nedenler bulunduğuna işaret etti.

Türkiye'de suçlu üreten bir bataklığın olduğunu herkesin bilmesi gerektiğini söyleyen Arınç, "Aslında bu sebepleri ortadan kaldıracak topyekun bir seferberliğe ihtiyaç var. Neden bazı insanlar, bu kadar canavarlaşıyor? Neden bazı insanlar, küçük çocuklarımızın canına kastedebiliyor. Onları bu suça iten sebepler nedir? Bu konularda medya ile ilişkilerimizden tutun eğitimle ilişkilerimize kadar her şeyin yeniden gözden geçirilmesinde fayda var" ifadesini kullandı.

Sigara, alkol ve uyuşturucuya başlama yaşlarının çok küçüldüğüne dikkati çeken Arınç, bunun bir alarm olduğunu anlattı.

Anayasada, ailenin ve gençliğin korunması bakımından devlete bazı görevler verildiğini belirten Arınç, şunları kaydetti:

"Gençliği uyuşturucu, alkol bağımlılığı gibi zararlı, fena, kötü alışkanlıklardan kurtaracak tedbirleri hükümetlerimizin alması gerekir. Bu yüzden alkol, her insanın ulaştığı yerden alınabilecek bir meta olmaktan çıkarılmalı ama hükümet, bu düzenlemeleri yaptığı zaman kendisini ilerici, çağdaş görenlerin hepsi feryada başlıyor 'Artık bundan sonra içemeyecek miyiz?' diye Türkiye'yi neredeyse Ortaçağ karanlığına götürdüğümüzü iddia ediyor. Maalesef okulların çevresinde bile uyuşturucularla mücadele ediyoruz. Aslolan, bunun kaynağından itibaren takip etmek ve içiciye ulaşmasını mutlaka engellemektir fakat kanunlarımızda son yıllarda yapılan değişikliklerde bir yanlış oldu. Yani birisinde bir esrar, bir eroin, bir marijuana yakaladığınız zaman, 'Ben içiciyim kardeşim' diyor. 'İçiciyim' dediği zaman da adeta cezası yok. Satıcının cezası var ama elinde bir iki poşet bulunur, 'Ben kendim için aldım, ben içiciyim' dediği zaman dışarı çıkıyor. Pek çok sanatçının, şarkıcının, dizilerde oynayanların, pek çok bunların dışında kalan insanın bir şekilde buna alışkanlık haline getirildiği, sonra bunların hastalıklara yol açtığı hatta insanların beynini dumura uğrattığı için adeta ona bir esir haline geldiğini hepimiz biliyoruz. Yani mesela bugün bu çocuklarımızın hayatlarının ne kadar hiçe sayıldığı ve kadına karşı gösterilen şiddeti de bundan ayrı tutamayız. Nasıl canavarlaşıyor bu insanlar? Bu insanlarla toplum nasıl mücadele edecek? Sadece bunun için idam cezasını düşünmek gerekmez, toplumsal bazı sebepleri ve dikkatleri de ön plana almamız lazım."

 "Büluğa erme yaşı çok küçülmüştür Türkiye'de"

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile basından da sorumlu olduğunu hatırlatan Arınç, pek çok televizyon kanalında dizi furyası başladığını belirtti.

Bazı dizilerde gördüğü yanlışlıklara dikkati çeken Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Çok eleştirileceğimizi biliyorum. Eleştirsinler, ben buna alışkınım. Pek çok televizyonumuzda diziler furyası başladı. Yani lise çağındaki gençlere yönelik diziler, okul sıralarında öğretmenlerine karşı hitapları, arkadaşlarıyla ilişkileri, kız yüzünden kavga etmeleri, çok genç yaşta bazı özentilere gitmeleri, lüks hayat özlemleri, bu çocukların, ailesi, baba ve annesiyle olan ilişkileri o kadar büyük bir dejenerasyon halinde topluma naklediliyor ki ben Türkiye'nin yaşadığı bu sosyal bunalımda bu tür dizilerin, eğer eğitici ve öğretici olmuyorsa çok büyük payının olduğuna inanıyorum. Maalesef ki bazı televizyonlar, bütün gelir kaynaklarını bu dizilere aktarıyor. Mesela Avrupa'da bunun örneklerini göremezsiniz. ABD'de böyle televizyon dizileri göremezsiniz. Bizde gençlere yönelik, kravatı buralara kadar gelmiş, dizlerine kadar çıkmış etekleri ve birbirleriyle sadece argo konuşan, 25 kelimeyle hayatlarını sürdüren ama her şeyin içinde cinsellik içeren bir türlü programlar, Türkiye'deki cinsel hayatı sınırsız ve sorumsuz hale getiriyor. Eleştireceklermiş, varsın eleştirsinler. Toplumdaki bunalım kaynaklarından bir tanesi de budur. Ondan sonra da RTÜK, bazı dizilerdeki bazı görüntülere ceza verdiği zaman, 'Vay, RTÜK, Kanuni Sultan Süleyman zamanına döndü, her şeye yasak getiriyor' diyorlar. Gençlerimizi korumak zorundayız. Gençlerimizi korurken şüphesiz bu yaşantı içinde de evden kaçanlar, annesine babasına isyan edenler, genç yaşta cinselliği tatmak isteyenler...

Bakın bu bir gerçektir; çok özür diliyorum, bu hayatın bir gerçeğidir, büluğa erme yaşı çok küçülmüştür Türkiye'de. Yani uyarılma yaşı eskiden kızlarımızda 13-14 iken gençlerde 15 iken şimdi 8-9-10'lara kadar gerilemiştir. Bu, iyi bir şey midir? Fizyolojik bir şeydir belki bunun önüne geçilemez ama çocuklarımızı, bu çocuk yaşlarında cinsel açıdan uyaran pek çok etken var. Bu etkenlerin hangisi sonuca bizi götürüyor? Ülkemizin çok ünlü pedagogları var. Onların, bunları konuşması lazım. Yani cinayet, sadece bir cinayetten ibaret değil. Hrant Dink'in karısı Rakel Dink, Hrant Dink'in ölümünde pencereye çıktı, muhteşem bir konuşma yaptı. Orada dedi ki 'Bir çocuktan bir katil yaratan bu karanlığı teşhis etmemiz lazım.' Bir çocuktan katil yaratan zihniyet... Maddi anlamda ülkemize çok büyük hizmetler yaptık. Türkiye, birkaç yüzyılda yapamadığını, göremediğini, AK Parti'nin 12 yıllık hükümetleri döneminde gördü ama aynı gelişmeyi, aynı yüksek orantıyı, manevi alanda, sosyal alanda yaşayıp yaşayamadığımızı tekrar gözden geçirmemiz lazım." 

Son Güncelleme: Cumartesi, 03 May 2014 13:44

Gösterim: 1107

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, ülkenin muhtelif yerlerinde yalnız yaşayan, özel bakıma ihtiyaç duyan yaşlı veya kıdemli emekli öğretmenlere destek verecek yeni yaşam alanları oluşturacaklarını söyledi.

Avcı, Mili Eğitim Vakfı (MEV) 34. Olağan Genel Kurulu'ndaki konuşmasına başlarken basın mensuplarının mikrofonları konuşma metninin üzerine koyduklarını belirtti. Bunun için basın mensuplarına şükran borçlu olduklarını dile getiren Avcı, "Böylece sizi uzun ve sıkıcı bir konuşma metni dinlemekten kurtarmış oldular" dedi. 

Vakfı kuranlara ve yardımlarıyla destek veren hayırsever eğitim gönüllülerine teşekkür eden Avcı, genel kurulun ardından vakfın hizmetlerine hızla devam edeceğini dile getirdi.

Avcı, genel kurul vesilesiyle yeni seçilecek yönetim kurulundan bir hedefi gerçekleştirmelerini arzu ettiğini vurgulayan Avcı, "Emekli öğretmenlerimiz, özellikle yalnız yaşayan emekli yaşlı öğretmelerimiz için yaşamevi oluşturacağız. Birlikte zaman geçirebilecekleri ve her türlü sağlık sorunlarını kolaylıkla çözebilecekleri ortamları oluşturmalıyız. Başlangıç olarak Van, Eskişehir, Ankara ve İstanbul'da pilot uygulamalar başlatacağız. Bunları inşallah yurt geneline yaygınlaştıracağız" diye konuştu.

Cumhurbaşkanlığı sorusua verdiği cevap

Avcı, genel kurulun ardından gazetecilerin cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin soruları üzerine "Sizi üzmek istemem. Çok işinize yarayacak bir şey söylemeyeceğim" yanıtını verdi.

Katıldıkları programların gölgede kalmaması için konunun dışında konuşmamaya gayret gösterdiğini kaydeden Avcı, şöyle konuştu:

"Mili Eğitim Vakfının 34. Olağan Genel Kurulu'nu açtık. İnşallah hayırlara vesile olsun. Bu genel kuruldan en büyük beklentimiz özelikle yaşlı ve yalnız yaşayan emekli öğretmenlerimiz için yeni yaşam evleri oluşturmaları. Bununla ilgili vakıf yöneticilerimizle görüş birliği içerisindeyiz. İnşallah vakfımızın da imkanlarıyla yurdumuzun muhtelif yerlerinde yalnız yaşayan, özel bakıma ihtiyaç duyan yaşlı veya kıdemli emekli öğretmenlerimize destek verecek yeni yaşam alanları oluşturacağız. Bence bu genel kurulun en güzel müjdelerinden birisi bu oldu."

Projenin ne zaman hayata geçirileceğinin sorulması üzerine Avcı, yeni yönetim kurulunun oluşturulmasının ardından çalışmaların başlayacağını vurguladı.

Avcı, ilk olarak Ankara, İstanbul, Van ve Eskişehir'de emekli öğretmenlerin her türlü bakım ve sağlık hizmetlerinini görülebileceği yaşam evlerinin kurulacağını sözlerine ekledi.

> Bakan Avcı'dan öğretmenlere yaşamevi müjdesi

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, ülkenin muhtelif yerlerinde yalnız yaşayan, özel bakıma ihtiyaç duyan yaşlı veya kıdemli emekli öğretmenlere destek verecek yeni yaşam alanları oluşturacaklarını söyledi.

Avcı, Mili Eğitim Vakfı (MEV) 34. Olağan Genel Kurulu'ndaki konuşmasına başlarken basın mensuplarının mikrofonları konuşma metninin üzerine koyduklarını belirtti. Bunun için basın mensuplarına şükran borçlu olduklarını dile getiren Avcı, "Böylece sizi uzun ve sıkıcı bir konuşma metni dinlemekten kurtarmış oldular" dedi. 

Vakfı kuranlara ve yardımlarıyla destek veren hayırsever eğitim gönüllülerine teşekkür eden Avcı, genel kurulun ardından vakfın hizmetlerine hızla devam edeceğini dile getirdi.

Avcı, genel kurul vesilesiyle yeni seçilecek yönetim kurulundan bir hedefi gerçekleştirmelerini arzu ettiğini vurgulayan Avcı, "Emekli öğretmenlerimiz, özellikle yalnız yaşayan emekli yaşlı öğretmelerimiz için yaşamevi oluşturacağız. Birlikte zaman geçirebilecekleri ve her türlü sağlık sorunlarını kolaylıkla çözebilecekleri ortamları oluşturmalıyız. Başlangıç olarak Van, Eskişehir, Ankara ve İstanbul'da pilot uygulamalar başlatacağız. Bunları inşallah yurt geneline yaygınlaştıracağız" diye konuştu.

Cumhurbaşkanlığı sorusua verdiği cevap

Avcı, genel kurulun ardından gazetecilerin cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin soruları üzerine "Sizi üzmek istemem. Çok işinize yarayacak bir şey söylemeyeceğim" yanıtını verdi.

Katıldıkları programların gölgede kalmaması için konunun dışında konuşmamaya gayret gösterdiğini kaydeden Avcı, şöyle konuştu:

"Mili Eğitim Vakfının 34. Olağan Genel Kurulu'nu açtık. İnşallah hayırlara vesile olsun. Bu genel kuruldan en büyük beklentimiz özelikle yaşlı ve yalnız yaşayan emekli öğretmenlerimiz için yeni yaşam evleri oluşturmaları. Bununla ilgili vakıf yöneticilerimizle görüş birliği içerisindeyiz. İnşallah vakfımızın da imkanlarıyla yurdumuzun muhtelif yerlerinde yalnız yaşayan, özel bakıma ihtiyaç duyan yaşlı veya kıdemli emekli öğretmenlerimize destek verecek yeni yaşam alanları oluşturacağız. Bence bu genel kurulun en güzel müjdelerinden birisi bu oldu."

Projenin ne zaman hayata geçirileceğinin sorulması üzerine Avcı, yeni yönetim kurulunun oluşturulmasının ardından çalışmaların başlayacağını vurguladı.

Avcı, ilk olarak Ankara, İstanbul, Van ve Eskişehir'de emekli öğretmenlerin her türlü bakım ve sağlık hizmetlerinini görülebileceği yaşam evlerinin kurulacağını sözlerine ekledi.

Son Güncelleme: Cumartesi, 03 May 2014 12:11

Gösterim: 1830

Diğer Makaleler...

  1. Erken yaşta evliliğe 4+4+4’lü çözüm
  2. LYS’ye şu ana kadar 824 bin 835 aday başvuru yaptı
  3. Merkezi sınavlar nasıldı? Öğrenciler değerlendirdi
  4. Merkezi ortak sınavların (TEOG) ilk oturumu nasıldı? İşte uzman yorumları