Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanBir eğitimci, okul yöneticisi, psikolojik danışman ve bir baba olarak bu sorunun bana özel kişiselleştirilmiş cevabı olarak önceliğim ruh sağlığını korumak derim. Sınav başarısını önemsemediğimden değil ama bir öncelik sıralaması yaptığım için böyle söylerim. Peki sizce, ya sınav başarısı diyenler de ya da her ikisi de olabilir diyen yok mudur aramızda, elbette vardır. Hatta bu üçüncü yolun (hem ruh sağlığı hem de sınav başarısı) bireyler için gerçekleşebilir kılabilmek mümkün ise bu yolu benimseyenlerin de büyük çoğunluk olacağını da bilenlerdenim.

Pandemi koşulları bizleri, ilişkilerimizi sosyalleşme becerilerimizi kısacası alışa geldiğimiz doğal hayatımızı tersine çevirdi. Maalesef şimdi yediden yetmişe insanlık olarak hep birlikte hayata tutunmanın ve uyum sağlamanın yollarını arıyoruz. Biz yetişkinler bile uyumlama yeteneğimizi kaybederken okul çağındaki çocukların yaşadıklarını anlamanın pek de kolay olmayacağını düşünüyorum.

Çocukların kişisel yeterlilikleri, yetkinlikleri alışkanlıkları, öğrenme biçimleri, ilişkileri yönetme süreçleri, okul iklimi gibi pek çok değişken onların hayat başarılarını ve akademik gelişimlerini etkiliyor. Ancak bunlar içerisinde anne baba tutumları içerisinde en belirleyici olanı idi. Araştırmalar başarılı öğrencileri diğerlerinden ayıran en önemli etkenin Anne-baba desteği ve ilgisi olduğunu gösteriyordu. Şimdi ise başarı ve başarısızlık nedenleri arasına bu okulsuz öğretim ikliminin yarattığı “okulsuz eğitim” ’in bilgi eksikliklerini ve kayıplarını da eklemek gerekecek.

Okul sınavları ya da LGS ve YKS gibi ulusal sınavlarda alınan sonuçlar, özellikle okula gidemeyen, gitse bile tedirgin olan çocuklar için ya da aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Eskiden olsa sınavların ve sınav sonuçlarının doğru okunması halinde bir fırsat olduğunu, sınavların bir süreç değerlendirme işlevi olduğunu söylerdik. Peki, bugün bu koşullarda girilecek olan sınavların ya da sınav sonuçlarının çocuklar ve aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Üstelik sınavların hürmetine son bir yılda ara ara açılıp kapanmalar olsa da sınava hazırlanan 8 ve 12. Sınıf öğrencileri yüz yüze eğitim alabildiler, ancak öğrenci devamsızlıkları nedeniyle bu eğitimin ne kadar verimli olduğu da tartışılırken.
İnsanın doğasında var, çoğumuz başarısızlığı üstlenmek istemeyiz, savunma mekanizmaları geliştiririz hayatımıza devam edebilmek için, bu nedenle de genelde sorunları dışsallaştırma yoluna gideriz. Pandeminin en çok eğitimi ve çocukları etkilediği bu dönemde yaşları gereği yaşadıkları pek çok sıkıntının yanında bir de ite kalka hazırlandıkları bu sınavlarda gösterilecek olan performanslara anne ve babalar nasıl bakacaklar acaba? Her koşulda çocuklarının yanlarında mı duracaklardır yoksa karşılarında mı duracaklardır?

Milli Eğitim Bakanlığı özellikle ortaokul öğrencilerinin Liselere Giriş Sınavlarına hazırlanırken yaşadıkları pek çok olumsuzluğu ve bunlara bağlı oluşan sınav kaygısını ortadan kaldırılmak için bundan üç yıl önce ancak öğrencilerin %10’nun girebileceği %90’nının da sınavsız yerleşeceği bir sistem getireceğini söylemişti. LGS işte böyle yapılandırılmıştı, bu çerçevede de öğrencilerin en yakın okullara gideceğinden sınavlara az kişinin gireceğini hedeflemişlerdi. Aradan geçen üç yıl gösterdi ki her yıl en az yaklaşık bir milyon öğrenci sınava giriyor.

Hedeflenen ile gerçekleşen arasındaki uçurum, eğitimin nihai hedeflerini sınavlar yolu ile giderme yanlışlığından kaynaklanıyor. Bilinen ve görünen o ki iyi yurttaş yetiştirme hedefi sınavlara endeksli bir eğitim anlayışıyla mümkün değildir. Artı sınavlar yolu ile kazandıramayacağımız o kadar çok değer ve özellik olduğunu bilmemize rağmen yanlışı düzeltme konusunda çok da başarılı değiliz.

Hayat başarısı ile sınav başarısı arasında sıkışmışlık eğitimin genel bir problemi maalesef. Covid 19 pandemisi nedeniyle son 1,5 yıl eğitim sistemi açısından oldukça zorlu geçti. Belirli sınıf düzeylerinde hiç okula gidememek, arkadaşlarıyla birlikte olamamak, sınıfın ve okulun havasını teneffüs edememek, sürekli ekran karşısında olmak ve üstüne zaten kendisi de ayrı bir dert olan sınav gerçeğiyle yüz yüze olmak.

İşte bu ve benzeri pek çok nedenler öğrenci, veli ve öğretmenlerde görülen psiko-sosyal pek çok sorunun nedeni olarak ortada duruyor. Hala aşı, maske ve mesafe üçgeninde tüm dünyanın bu hastalıktan bir an önce kurtulacağı zamanın gelmesini bekliyoruz. Eskiden öğrencilerimize öğretmenleri ya da ebeveynleri olarak sıkça yapma dediğimiz şeyleri bugün koşullar gereği izin verir olduk. Kendi çelişkilerimizi yaşarken bu çelişkileri çocuklara izah etmek hiç de kolay olmadı.

Ergenlik bir Yolculuk
Ergenlik çocukluğa veda ve bununla birlikte dönüşüm ve başkalaşım sürecidir. Bu süreçte ergenler hem büyürler hem değişirler, hayal kurar ve hayallerinde geleceği inşa ederler ama bu yolculuklarında da hep yalnız, hassas ve kırılgandırlar, sorunları göründüğünden daha derinlerde yer alır. Yetişkinler olarak çocuklarımızın yanında olduğumuzu hissettirmenin, onları koşulsuz sevdiğimizi ve değer verdiğimizi hissettirmenin tam zamanı hem de eskisinden daha fazla. Pek çok çocuk için, buz dağının altında yatan duyguların farkında olmak bile yeterli olabilir.

İşte sınavlara hazırlanma dönemi sadece çocuğu değil, aileyi ve yakın çevreyi etkiliyor. Hem LGS hem de YKS için sınava girilecek yıldan bir yıl hatta iki yıl öncesinde hazırlıklar başlıyor, planlar programlar yapılıyor, beklentiler artıyor. Hazırlık süreci yoğunlaştıkça da hedefler büyüyor ve çocukların üzerinde yük gittikçe artıyor.

Çünkü bu dönem sınav stresinin yanı sıra fiziksel ve duygusal değişimler, yoğun duygusal iniş çıkışlar, artan sinirlilik, dürtüsellik, saldırganlık ve depresif duygu hali gibi ergenlik sürecinin yansıyan etkileriyle birlikte stresin çifte katlandığı bir dönem. Bu yaş gurubu ile iletişim kurmak çok daha zor evde, ekran karşısında okul, kurs programları ve özel ders arasında koşturan ve yorulan çocuklar dokunsan ağlayacak hale geliyorlar. Onlar bu duyguları yaşarken anne babalar da yıpranıyorlar. Bu zor süreçte çocuklarla iletişim kurmak onları dinlemek ve gelecek ile ilgili kaygılarını azaltmak anne babalara düşüyor.

Son söz, çocuklar neredeyse 1,5 yıl okuldan uzak, uzaktan eğitim ile ve mevcut koşulların getirdiği noksanlıklarla eğitimlerini sürdürürlerken bir de sınava hazırlanma uğraşılarında oldukça yıprandılar. Çocukların sırtlarında taşıyamayacakları kadar yük bindirmenin çok da anlamı yok artık. Sınav ülkemizin gerçeği olabilir ama sınav performansları çocuklarımızın gerçeği olmayabilir. Her koşulda güven ve koşulsuz sevgi şart, işte o zaman üçüncü yol için doğru zemin yaratılmış olur.

 

> Ruh sağlığını korumak mı? Sınav başarısını kovalamak mı?

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanBir eğitimci, okul yöneticisi, psikolojik danışman ve bir baba olarak bu sorunun bana özel kişiselleştirilmiş cevabı olarak önceliğim ruh sağlığını korumak derim. Sınav başarısını önemsemediğimden değil ama bir öncelik sıralaması yaptığım için böyle söylerim. Peki sizce, ya sınav başarısı diyenler de ya da her ikisi de olabilir diyen yok mudur aramızda, elbette vardır. Hatta bu üçüncü yolun (hem ruh sağlığı hem de sınav başarısı) bireyler için gerçekleşebilir kılabilmek mümkün ise bu yolu benimseyenlerin de büyük çoğunluk olacağını da bilenlerdenim.

Pandemi koşulları bizleri, ilişkilerimizi sosyalleşme becerilerimizi kısacası alışa geldiğimiz doğal hayatımızı tersine çevirdi. Maalesef şimdi yediden yetmişe insanlık olarak hep birlikte hayata tutunmanın ve uyum sağlamanın yollarını arıyoruz. Biz yetişkinler bile uyumlama yeteneğimizi kaybederken okul çağındaki çocukların yaşadıklarını anlamanın pek de kolay olmayacağını düşünüyorum.

Çocukların kişisel yeterlilikleri, yetkinlikleri alışkanlıkları, öğrenme biçimleri, ilişkileri yönetme süreçleri, okul iklimi gibi pek çok değişken onların hayat başarılarını ve akademik gelişimlerini etkiliyor. Ancak bunlar içerisinde anne baba tutumları içerisinde en belirleyici olanı idi. Araştırmalar başarılı öğrencileri diğerlerinden ayıran en önemli etkenin Anne-baba desteği ve ilgisi olduğunu gösteriyordu. Şimdi ise başarı ve başarısızlık nedenleri arasına bu okulsuz öğretim ikliminin yarattığı “okulsuz eğitim” ’in bilgi eksikliklerini ve kayıplarını da eklemek gerekecek.

Okul sınavları ya da LGS ve YKS gibi ulusal sınavlarda alınan sonuçlar, özellikle okula gidemeyen, gitse bile tedirgin olan çocuklar için ya da aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Eskiden olsa sınavların ve sınav sonuçlarının doğru okunması halinde bir fırsat olduğunu, sınavların bir süreç değerlendirme işlevi olduğunu söylerdik. Peki, bugün bu koşullarda girilecek olan sınavların ya da sınav sonuçlarının çocuklar ve aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Üstelik sınavların hürmetine son bir yılda ara ara açılıp kapanmalar olsa da sınava hazırlanan 8 ve 12. Sınıf öğrencileri yüz yüze eğitim alabildiler, ancak öğrenci devamsızlıkları nedeniyle bu eğitimin ne kadar verimli olduğu da tartışılırken.
İnsanın doğasında var, çoğumuz başarısızlığı üstlenmek istemeyiz, savunma mekanizmaları geliştiririz hayatımıza devam edebilmek için, bu nedenle de genelde sorunları dışsallaştırma yoluna gideriz. Pandeminin en çok eğitimi ve çocukları etkilediği bu dönemde yaşları gereği yaşadıkları pek çok sıkıntının yanında bir de ite kalka hazırlandıkları bu sınavlarda gösterilecek olan performanslara anne ve babalar nasıl bakacaklar acaba? Her koşulda çocuklarının yanlarında mı duracaklardır yoksa karşılarında mı duracaklardır?

Milli Eğitim Bakanlığı özellikle ortaokul öğrencilerinin Liselere Giriş Sınavlarına hazırlanırken yaşadıkları pek çok olumsuzluğu ve bunlara bağlı oluşan sınav kaygısını ortadan kaldırılmak için bundan üç yıl önce ancak öğrencilerin %10’nun girebileceği %90’nının da sınavsız yerleşeceği bir sistem getireceğini söylemişti. LGS işte böyle yapılandırılmıştı, bu çerçevede de öğrencilerin en yakın okullara gideceğinden sınavlara az kişinin gireceğini hedeflemişlerdi. Aradan geçen üç yıl gösterdi ki her yıl en az yaklaşık bir milyon öğrenci sınava giriyor.

Hedeflenen ile gerçekleşen arasındaki uçurum, eğitimin nihai hedeflerini sınavlar yolu ile giderme yanlışlığından kaynaklanıyor. Bilinen ve görünen o ki iyi yurttaş yetiştirme hedefi sınavlara endeksli bir eğitim anlayışıyla mümkün değildir. Artı sınavlar yolu ile kazandıramayacağımız o kadar çok değer ve özellik olduğunu bilmemize rağmen yanlışı düzeltme konusunda çok da başarılı değiliz.

Hayat başarısı ile sınav başarısı arasında sıkışmışlık eğitimin genel bir problemi maalesef. Covid 19 pandemisi nedeniyle son 1,5 yıl eğitim sistemi açısından oldukça zorlu geçti. Belirli sınıf düzeylerinde hiç okula gidememek, arkadaşlarıyla birlikte olamamak, sınıfın ve okulun havasını teneffüs edememek, sürekli ekran karşısında olmak ve üstüne zaten kendisi de ayrı bir dert olan sınav gerçeğiyle yüz yüze olmak.

İşte bu ve benzeri pek çok nedenler öğrenci, veli ve öğretmenlerde görülen psiko-sosyal pek çok sorunun nedeni olarak ortada duruyor. Hala aşı, maske ve mesafe üçgeninde tüm dünyanın bu hastalıktan bir an önce kurtulacağı zamanın gelmesini bekliyoruz. Eskiden öğrencilerimize öğretmenleri ya da ebeveynleri olarak sıkça yapma dediğimiz şeyleri bugün koşullar gereği izin verir olduk. Kendi çelişkilerimizi yaşarken bu çelişkileri çocuklara izah etmek hiç de kolay olmadı.

Ergenlik bir Yolculuk
Ergenlik çocukluğa veda ve bununla birlikte dönüşüm ve başkalaşım sürecidir. Bu süreçte ergenler hem büyürler hem değişirler, hayal kurar ve hayallerinde geleceği inşa ederler ama bu yolculuklarında da hep yalnız, hassas ve kırılgandırlar, sorunları göründüğünden daha derinlerde yer alır. Yetişkinler olarak çocuklarımızın yanında olduğumuzu hissettirmenin, onları koşulsuz sevdiğimizi ve değer verdiğimizi hissettirmenin tam zamanı hem de eskisinden daha fazla. Pek çok çocuk için, buz dağının altında yatan duyguların farkında olmak bile yeterli olabilir.

İşte sınavlara hazırlanma dönemi sadece çocuğu değil, aileyi ve yakın çevreyi etkiliyor. Hem LGS hem de YKS için sınava girilecek yıldan bir yıl hatta iki yıl öncesinde hazırlıklar başlıyor, planlar programlar yapılıyor, beklentiler artıyor. Hazırlık süreci yoğunlaştıkça da hedefler büyüyor ve çocukların üzerinde yük gittikçe artıyor.

Çünkü bu dönem sınav stresinin yanı sıra fiziksel ve duygusal değişimler, yoğun duygusal iniş çıkışlar, artan sinirlilik, dürtüsellik, saldırganlık ve depresif duygu hali gibi ergenlik sürecinin yansıyan etkileriyle birlikte stresin çifte katlandığı bir dönem. Bu yaş gurubu ile iletişim kurmak çok daha zor evde, ekran karşısında okul, kurs programları ve özel ders arasında koşturan ve yorulan çocuklar dokunsan ağlayacak hale geliyorlar. Onlar bu duyguları yaşarken anne babalar da yıpranıyorlar. Bu zor süreçte çocuklarla iletişim kurmak onları dinlemek ve gelecek ile ilgili kaygılarını azaltmak anne babalara düşüyor.

Son söz, çocuklar neredeyse 1,5 yıl okuldan uzak, uzaktan eğitim ile ve mevcut koşulların getirdiği noksanlıklarla eğitimlerini sürdürürlerken bir de sınava hazırlanma uğraşılarında oldukça yıprandılar. Çocukların sırtlarında taşıyamayacakları kadar yük bindirmenin çok da anlamı yok artık. Sınav ülkemizin gerçeği olabilir ama sınav performansları çocuklarımızın gerçeği olmayabilir. Her koşulda güven ve koşulsuz sevgi şart, işte o zaman üçüncü yol için doğru zemin yaratılmış olur.

 

Son Güncelleme: Salı, 25 May 2021 13:37

Gösterim: 1090

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanToplumun hemen her kesiminin eğitim ve eğitim sistemi ile ilgili kendine özgü bir görüşü bulunuyor, 83 Milyon nüfuslu ülkemizde eğitim ile ilgili görüşü olmayan tek bir aile ve birey bulamazsınız. Doğal olarak eğitim hem eğitim bilimi ile ilgili uzmanların hem de toplumun birer üyesi olarak bizlerin günlük hayatında önemli bir yer tutuyor. Bu nedenle günümüzün eğitim anlayışını toplumların geleneksel kültüründen bağımsız ele alamadığımız gibi küreselleşen bir dünya düzeninde gelişen ve değişen dinamiklerden de bağımsız düşünemiyoruz.

Özellikle ülkemizde her kademede okullar arasında eğitimin kalitesi açısından niteliksel farklılıkların olduğunu artık hepimiz kabul ediyoruz. Zaman zaman Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk’un dile getirdiği “sınav gerçeğinin ortadan kaldırılabilmesi için okullar arasındaki nitelik farkının azaltılması/daraltılması gerekir” sözü de bu pandemi döneminde içimizi çokça acıtan bir gerçek olarak ortada duruyor.

Pandemi döneminin tüm dünyadaki etkisiyle birlikte ülkemizde zaten kırsal bölgelerde var olan eğitime erişim sorununun giderek daha fazla artmasına, büyük şehirlerde de eğitimin nitelik sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmasını olabildiğince zorlaşmıştır. Eğitim sisteminin bütününe ve geneline ilişkin sorunlara çözüm üretebilmek için eğitimi bütünsel bir bakış açısı ile ele almak, eğitimin tüm toplumun tüm paydaşlarının ortak bir anlayışa sahip olmalarıyla mümkün olabilir ancak ülkemiz gerçeklerinde bunu görebilmek de mümkün görünmüyor.

Başarı kavramı, öğrencilerin okulda uygulanan müfredat kapsamında ele alınan konuları ne dereceye kadar öğrendikleriyle ilgili değildir. Gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yetenekleriyle ilgilidir. Biz de bugüne kadar yetiştirdiğimiz öğrencilerin niteliğini sorguluyor, okul öncesinden üniversiteye birbirini izleyen tamamlayan eğitim politikaları geliştiremediğimiz için de öğrencilerimizi ezberci anlayışla hazırlanan müfredata mahkûm ediyor, okul-öğretmen ve veli işbirliğinin kalitesini artıramıyorduk. Bugün ise geldiğimiz noktaya baktığımızda küresel salgının öğrencilerin eğitime erişim ve eğitimde fırsat eşitliği açısından ülkemiz tüm dünya ülkeleri içerisinde en fazla olumsuz etkilenen ülkeler arasında gösteriliyoruz.

Okullar açısından bakıldığında bu pandemi sürecinde velilerle güven ilişkisine dayalı iletişim kurulabilmesi, öğrencilerin duygusal süreçlerinin anlaşılmasına ve akademik başarılarının doğru yorumlanmasına katkı sağlayabilir. Veliler açısından da tüm dünyayı etkileyen bir sıkıntının giderilmesinde özellikle de çocukların ruh sağlıklarının korunabilmesi için okul ve öğretmenlerle daha sık iletişim kurulmasını gerekli kılmakta ve onların ilgileri, yetenekleri ve duygusal süreçleri hakkında daha bir farkındalık edinmeleri anlamına gelir.

Okullarımızda uzaktan ve çevrim içi yapılan öğretimin başarılı olması ve amaçlarına ulaşabilmesinde öğrencinin ailesinin ilgi ve desteği oldukça önemlidir. Veli ile doğru şekilde ve doğru zamanda kurulan iletişim ve işbirliği becerisi bir okulun önemli artılarındandır. Sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri öğrenci başarısını artırmakta, sosyal ve duygusal güven ortamını pekiştirmektedir. Gerektiği kadar açık ve şeffaf eğitim kurumu sorumlulukların eşit paylaşımını da önemser ve gerektiği ölçülerde yerine getirir.

Öğrenci başarısında, okulların yapısı veya sosyo-ekonomik koşulların yanında aile-okul işbirliği ile arttığı yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Ülkemizde yapılan pek çok sosyo-ekonomik araştırma maddi durumu yerinde olan ailelerin çocuklarının, diğer öğrencilere oranla akademik olarak daha başarılı sonuçlar elde ettiklerini gösteriyor. Türkiye’nin OECD ülkeleri içerisinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) düşük olduğu ülkeler arasında yer aldığını biliyoruz.

Okul-aile işbirliği öğrencilerin başarısında oldukça önemli bir yer tutuyor bunu biliyoruz. Yapılan tüm araştırmalar çocukları ile ilgilenen, sorunlarını çözmeye çalışan, okulla iş birliğini geliştiren ailelerin çocuklarının başarısının ilgilenmeyen ailelere göre çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Yine ülkemizde okul öncesi ve ilkokul düzeyinde okul veli ilişkisinin velilerce daha fazla önemsendiği, yaş düzeyi arttıkça özellikle ortaokul ve lise düzeyinde velilerin okula uğrama ve öğretmenlerle temas etme sıklıklarının azaldığı yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır.
Okul aile işbirliğinin güçlü olması öğrencide önemsendiği ve değer verildiği duygusunu geliştirirken bütünsel olarak gelişiminin takibi yine öğrencinin hem okul başarısını ve hayat başarısını desteklemektedir. Okulun çocuğun tüm özellikleriyle tanınması ve bilinmesine yönelik izlediği yol, yöntem ve gerçekleştirdiği bilgi paylaşım toplantıları da okulun güvenilir ve geliştirici özelliğinin bilinmesine yol açacaktır. Bu koşullarda bu nasıl mümkün olabilir tartışılır elbet ama nasıl sorusu kadar bunu gerçekleştirme arzusu da önemlidir.
Bunu sağlayabilmenin temelinde de eğitim kurumlarına, kurumun yönetici ve öğretmenlerine, çocuklarını geliştirecek bir program ve yapı bütünlüğüne inanarak güven duygusu geliştirmekten geçiyor. Her çocuğun kişilik özellikleri, karakteristik yapıları, ilgi ve yetenekleri, sosyal duygusal özellikleri birbirinden farklıdır. Salgın dönemlerinde veli olarak okuldan beklentilerimizi çocuğumuzun özelliklerini de düşünerek doğru bir şekilde konumlandırabilmek gerekir.

Okul ve veli işbirliğinde karşılıklı olarak sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri gerekir. Bu zor dönemde veli çocuğuna destek olurken, okulun eğitim uygulamalarına, öğretmen ve yöneticilerinin alan uzmanı olarak yetkinliklerine değer vermeli ve önemsemelidir.

Milli Eğitim Bakanlığı bir İzleme Ve Değerlendirme Raporu 2020 kapsamında geçtiğimiz aylarda bir anket çalışması gerçekleştirdi. “Küresel Salgın Döneminde Uzaktan Eğitim” başlığı ile yapılan bu çalışmanın sonuçları da yakın zamanda açıklandı.
Bakanlığın yürüttüğü bu çalışmaya 41.430 öğrenci, 25.667 öğretmen, 2.197 okul yöneticisi ve 24.489 veli olmak üzere toplamda 93.783 kişi katılım sağlamış. Çalışma kapsamında TRT-EBA TV Lise kanalında yayınlanan ders videolarının takip edilme durumu incelendiğinde; öğrencilerin yaklaşık %20’sinin dersleri takip edemediğini ve yoksunluk yaşadığını göstermektedir.
Ders anlatım videoları ile ilgili görüşler genel olarak dikkate alındığında içeriklerin ders özelinde tekrar gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi ihtiyacı olduğu, araştırmaya katılan öğrencilerin %1,5’i televizyon veya internet erişimi olmadığı için ders anlatım videolarını takip etmediklerini, diğer yandan internete erişimi olmadığı için canlı derslere katılamadığını belirten öğrenci oranın da %7,1 düzeyinde olduğu görülmüş. Öğrencilerin, %31’i ders anlatım videolarını televizyondan, %18’i telefondan, %11’i bilgisayardan, %1’i tabletten ve %39’u da birden çok kaynaktan takip ettiklerini belirtmişlerdir.
Salgın süreciyle ilgili olarak, uzaktan eğitim sürecinin devam etmesi durumunda televizyona veya internete erişim imkânı olmayan çocuklara bu imkânların sunulması, içerik zenginleştirilmesine ihtiyaç olduğu çok açık olarak ortaya konmuş görünüyor.
Öğrencilerin akademik başarılarını, sosyal ve duygusal gelişimlerini etkileyen faktörlerin neler olduğu üzerine yapılan pek çok farklı araştırma sonuçları da en çok eğitim ve öğretim kurumları ile aile çevresinin etkili olduğunu gösteriyor. İki önemli yapı okul ve aile çocukların gelişimi üzerinde bu kadar etkili iken birbirlerini destekleyen ilişki geliştirmelidirler.

Okul ve veli işbirliğinde her iki taraf da öğrencinin yararına ve gelişimine katkı anlamında birbirlerine yeterince ve gerektiği kadar açık ve şeffaf olmalıdırlar. Karşılıklı geri bildirim verme daha sık yapılmalı, çocuğun bireyselliği ve ruh sağlığı korunduğu kadar toplumun, okulun ve ailenin tutum, davranış ve değer yargıları da göz önünde bulundurulmalıdır. Girdisi ve çıktısı insan olan ve bir hizmet alanı olarak görülen okul, temel bir yapı taşı rolü üstlenirken bu yapı taşına değer veren destekleyen unsur olarak da aile çocukların her alanda gelişimine destek olmalıdır.

Velilerin örgün eğitimin daha çok tercih ettiği bu araştırma sonuçları tüm dünyada olduğu gibi uzaktan eğitimin de bir an önce yerini yüz yüze eğitime bırakması gerektiğini bize gösteriyor. Ama bu gerçekleşene kadar okul veli ve öğrenci arasında mümkün olan en doğru iletişim ağı çalışmalı bişrbirini çocuklar üzerinden destekleyen ve koruyan bir anlayışa bırakmalıdır. Yapıcı ve destekleyici eleştirinin herkesi geliştireceğini bilen MEB yetkilileri de kendi yaptıkları araştırma sonuçlarına uygun toplumu hazırlayıcı ve yönlendirici bir rol üstlenmelidir, en az öğrenci ve velileri kadar.
Kaynak. http://covid19.meb.gov.tr/assets/files/02-rapor-yayin-bilgilendirme/04-raporlar/01.pdf

> Pandemi Döneminde okullar, öğrenciler ve veliler

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanToplumun hemen her kesiminin eğitim ve eğitim sistemi ile ilgili kendine özgü bir görüşü bulunuyor, 83 Milyon nüfuslu ülkemizde eğitim ile ilgili görüşü olmayan tek bir aile ve birey bulamazsınız. Doğal olarak eğitim hem eğitim bilimi ile ilgili uzmanların hem de toplumun birer üyesi olarak bizlerin günlük hayatında önemli bir yer tutuyor. Bu nedenle günümüzün eğitim anlayışını toplumların geleneksel kültüründen bağımsız ele alamadığımız gibi küreselleşen bir dünya düzeninde gelişen ve değişen dinamiklerden de bağımsız düşünemiyoruz.

Özellikle ülkemizde her kademede okullar arasında eğitimin kalitesi açısından niteliksel farklılıkların olduğunu artık hepimiz kabul ediyoruz. Zaman zaman Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk’un dile getirdiği “sınav gerçeğinin ortadan kaldırılabilmesi için okullar arasındaki nitelik farkının azaltılması/daraltılması gerekir” sözü de bu pandemi döneminde içimizi çokça acıtan bir gerçek olarak ortada duruyor.

Pandemi döneminin tüm dünyadaki etkisiyle birlikte ülkemizde zaten kırsal bölgelerde var olan eğitime erişim sorununun giderek daha fazla artmasına, büyük şehirlerde de eğitimin nitelik sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmasını olabildiğince zorlaşmıştır. Eğitim sisteminin bütününe ve geneline ilişkin sorunlara çözüm üretebilmek için eğitimi bütünsel bir bakış açısı ile ele almak, eğitimin tüm toplumun tüm paydaşlarının ortak bir anlayışa sahip olmalarıyla mümkün olabilir ancak ülkemiz gerçeklerinde bunu görebilmek de mümkün görünmüyor.

Başarı kavramı, öğrencilerin okulda uygulanan müfredat kapsamında ele alınan konuları ne dereceye kadar öğrendikleriyle ilgili değildir. Gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yetenekleriyle ilgilidir. Biz de bugüne kadar yetiştirdiğimiz öğrencilerin niteliğini sorguluyor, okul öncesinden üniversiteye birbirini izleyen tamamlayan eğitim politikaları geliştiremediğimiz için de öğrencilerimizi ezberci anlayışla hazırlanan müfredata mahkûm ediyor, okul-öğretmen ve veli işbirliğinin kalitesini artıramıyorduk. Bugün ise geldiğimiz noktaya baktığımızda küresel salgının öğrencilerin eğitime erişim ve eğitimde fırsat eşitliği açısından ülkemiz tüm dünya ülkeleri içerisinde en fazla olumsuz etkilenen ülkeler arasında gösteriliyoruz.

Okullar açısından bakıldığında bu pandemi sürecinde velilerle güven ilişkisine dayalı iletişim kurulabilmesi, öğrencilerin duygusal süreçlerinin anlaşılmasına ve akademik başarılarının doğru yorumlanmasına katkı sağlayabilir. Veliler açısından da tüm dünyayı etkileyen bir sıkıntının giderilmesinde özellikle de çocukların ruh sağlıklarının korunabilmesi için okul ve öğretmenlerle daha sık iletişim kurulmasını gerekli kılmakta ve onların ilgileri, yetenekleri ve duygusal süreçleri hakkında daha bir farkındalık edinmeleri anlamına gelir.

Okullarımızda uzaktan ve çevrim içi yapılan öğretimin başarılı olması ve amaçlarına ulaşabilmesinde öğrencinin ailesinin ilgi ve desteği oldukça önemlidir. Veli ile doğru şekilde ve doğru zamanda kurulan iletişim ve işbirliği becerisi bir okulun önemli artılarındandır. Sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri öğrenci başarısını artırmakta, sosyal ve duygusal güven ortamını pekiştirmektedir. Gerektiği kadar açık ve şeffaf eğitim kurumu sorumlulukların eşit paylaşımını da önemser ve gerektiği ölçülerde yerine getirir.

Öğrenci başarısında, okulların yapısı veya sosyo-ekonomik koşulların yanında aile-okul işbirliği ile arttığı yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Ülkemizde yapılan pek çok sosyo-ekonomik araştırma maddi durumu yerinde olan ailelerin çocuklarının, diğer öğrencilere oranla akademik olarak daha başarılı sonuçlar elde ettiklerini gösteriyor. Türkiye’nin OECD ülkeleri içerisinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) düşük olduğu ülkeler arasında yer aldığını biliyoruz.

Okul-aile işbirliği öğrencilerin başarısında oldukça önemli bir yer tutuyor bunu biliyoruz. Yapılan tüm araştırmalar çocukları ile ilgilenen, sorunlarını çözmeye çalışan, okulla iş birliğini geliştiren ailelerin çocuklarının başarısının ilgilenmeyen ailelere göre çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Yine ülkemizde okul öncesi ve ilkokul düzeyinde okul veli ilişkisinin velilerce daha fazla önemsendiği, yaş düzeyi arttıkça özellikle ortaokul ve lise düzeyinde velilerin okula uğrama ve öğretmenlerle temas etme sıklıklarının azaldığı yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır.
Okul aile işbirliğinin güçlü olması öğrencide önemsendiği ve değer verildiği duygusunu geliştirirken bütünsel olarak gelişiminin takibi yine öğrencinin hem okul başarısını ve hayat başarısını desteklemektedir. Okulun çocuğun tüm özellikleriyle tanınması ve bilinmesine yönelik izlediği yol, yöntem ve gerçekleştirdiği bilgi paylaşım toplantıları da okulun güvenilir ve geliştirici özelliğinin bilinmesine yol açacaktır. Bu koşullarda bu nasıl mümkün olabilir tartışılır elbet ama nasıl sorusu kadar bunu gerçekleştirme arzusu da önemlidir.
Bunu sağlayabilmenin temelinde de eğitim kurumlarına, kurumun yönetici ve öğretmenlerine, çocuklarını geliştirecek bir program ve yapı bütünlüğüne inanarak güven duygusu geliştirmekten geçiyor. Her çocuğun kişilik özellikleri, karakteristik yapıları, ilgi ve yetenekleri, sosyal duygusal özellikleri birbirinden farklıdır. Salgın dönemlerinde veli olarak okuldan beklentilerimizi çocuğumuzun özelliklerini de düşünerek doğru bir şekilde konumlandırabilmek gerekir.

Okul ve veli işbirliğinde karşılıklı olarak sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri gerekir. Bu zor dönemde veli çocuğuna destek olurken, okulun eğitim uygulamalarına, öğretmen ve yöneticilerinin alan uzmanı olarak yetkinliklerine değer vermeli ve önemsemelidir.

Milli Eğitim Bakanlığı bir İzleme Ve Değerlendirme Raporu 2020 kapsamında geçtiğimiz aylarda bir anket çalışması gerçekleştirdi. “Küresel Salgın Döneminde Uzaktan Eğitim” başlığı ile yapılan bu çalışmanın sonuçları da yakın zamanda açıklandı.
Bakanlığın yürüttüğü bu çalışmaya 41.430 öğrenci, 25.667 öğretmen, 2.197 okul yöneticisi ve 24.489 veli olmak üzere toplamda 93.783 kişi katılım sağlamış. Çalışma kapsamında TRT-EBA TV Lise kanalında yayınlanan ders videolarının takip edilme durumu incelendiğinde; öğrencilerin yaklaşık %20’sinin dersleri takip edemediğini ve yoksunluk yaşadığını göstermektedir.
Ders anlatım videoları ile ilgili görüşler genel olarak dikkate alındığında içeriklerin ders özelinde tekrar gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi ihtiyacı olduğu, araştırmaya katılan öğrencilerin %1,5’i televizyon veya internet erişimi olmadığı için ders anlatım videolarını takip etmediklerini, diğer yandan internete erişimi olmadığı için canlı derslere katılamadığını belirten öğrenci oranın da %7,1 düzeyinde olduğu görülmüş. Öğrencilerin, %31’i ders anlatım videolarını televizyondan, %18’i telefondan, %11’i bilgisayardan, %1’i tabletten ve %39’u da birden çok kaynaktan takip ettiklerini belirtmişlerdir.
Salgın süreciyle ilgili olarak, uzaktan eğitim sürecinin devam etmesi durumunda televizyona veya internete erişim imkânı olmayan çocuklara bu imkânların sunulması, içerik zenginleştirilmesine ihtiyaç olduğu çok açık olarak ortaya konmuş görünüyor.
Öğrencilerin akademik başarılarını, sosyal ve duygusal gelişimlerini etkileyen faktörlerin neler olduğu üzerine yapılan pek çok farklı araştırma sonuçları da en çok eğitim ve öğretim kurumları ile aile çevresinin etkili olduğunu gösteriyor. İki önemli yapı okul ve aile çocukların gelişimi üzerinde bu kadar etkili iken birbirlerini destekleyen ilişki geliştirmelidirler.

Okul ve veli işbirliğinde her iki taraf da öğrencinin yararına ve gelişimine katkı anlamında birbirlerine yeterince ve gerektiği kadar açık ve şeffaf olmalıdırlar. Karşılıklı geri bildirim verme daha sık yapılmalı, çocuğun bireyselliği ve ruh sağlığı korunduğu kadar toplumun, okulun ve ailenin tutum, davranış ve değer yargıları da göz önünde bulundurulmalıdır. Girdisi ve çıktısı insan olan ve bir hizmet alanı olarak görülen okul, temel bir yapı taşı rolü üstlenirken bu yapı taşına değer veren destekleyen unsur olarak da aile çocukların her alanda gelişimine destek olmalıdır.

Velilerin örgün eğitimin daha çok tercih ettiği bu araştırma sonuçları tüm dünyada olduğu gibi uzaktan eğitimin de bir an önce yerini yüz yüze eğitime bırakması gerektiğini bize gösteriyor. Ama bu gerçekleşene kadar okul veli ve öğrenci arasında mümkün olan en doğru iletişim ağı çalışmalı bişrbirini çocuklar üzerinden destekleyen ve koruyan bir anlayışa bırakmalıdır. Yapıcı ve destekleyici eleştirinin herkesi geliştireceğini bilen MEB yetkilileri de kendi yaptıkları araştırma sonuçlarına uygun toplumu hazırlayıcı ve yönlendirici bir rol üstlenmelidir, en az öğrenci ve velileri kadar.
Kaynak. http://covid19.meb.gov.tr/assets/files/02-rapor-yayin-bilgilendirme/04-raporlar/01.pdf

Son Güncelleme: Cuma, 19 Şubat 2021 11:53

Gösterim: 1774

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan dartanYOK… YOK... YOK… YOK … YOK... YOK!!!

Okul yok, bina yok, sınıf yok, kantin yok, yemekhane yok, oyun yok, arkadaş yok, öğretmen yok öğrenci yok…

 

Milli Eğitim Bakanlığının, uzaktan eğitime geçme kararı alması ile eğitimin klasikleşmiş hali ortadan kalkmış oldu. Okul yok, bina yok, sınıf yok, kantin yok, yemekhane yok, oyun yok, arkadaş yok, öğretmen yok, öğrenci yok kısaca hayatımıza anlam katan pek çok şey yok.

Devletin eğitim, sağlık ve ulaşım gibi halka hizmet açısından sorumlu olması gereken bu üç alanda özel sektörü az ya da çok desteklemessi ve teşvik etmesi gerekmektedir. Bugün bu üç büyük hizmet alanı içerisinde en zorda olanı eğitim hizmeti sunan ve bir yandan devletin de yükünü paylaşan özel okullardır.

Covid19 pandemizi nedeniyle yüz yüze eğitime verilen zorunlu aranın ağır ekonomik faturasını en çok özel okullar çekmektedirler. Bugün okul öncesinden liseye kadar eğitim gören 18 milyonu aşkın öğrencinin yaklaşık 1,5 milyonu özel okullarda okuyor. 1 milyonu aşkın öğretmen Resmi okullarda görev yaparken 175 bin öğretmen de özel okullarda da görev yapıyor. 

DİLİN SÖYLEDİĞİNİ AKIL KABUL ETMEDİ

Hastalık nedeniyle hayatın kendisinin işlevsel hali olan “OKUL” yok olurken aynı zamanda ama farklı mekânlarda aynı eğitimin verilebileceği varsayımıyla uzaktan eğitime geçildi. Burada uzaktan eğitime geçişte 18 milyon öğrencinin aşağı yukarı birbirine benzer olanaklara sahip olduğu ve uzaktan eğitime erişim konusunda birbirine yakın olduğu varsayımıyla hareket edildi. Ancak görüldü ki aradan geçen zaman diliminde yapılan araştırmalar maalesef dilin söylediğinin aklın kabul etmediğini gösterdi.

Sonuçta ülkemizde uzaktan eğitim araçlarına erişim bakımından öğrencilerimiz arasında ciddi bir uçurumun olduğu farklı mekânlarda aynı zaman dilimi içerisinde gerçekleştirilmeye çalışılan eğitimin özellikle de devletin resmi okullarında bekleneni veremediğini gördük. Bu kısa dönemde yaşananlar bildiğimiz ama bildiğimizi kendimize bile söyleyemediğimiz bazı acı tabloları bize gösterdi.

Ülke nüfüsunun neredeyse tamamını yakından ilgilendiren okulların açılıp açılmaması kararı da hem bu gerçeklerin gölgesinde hem de ülke ekonomisinin hali hazır durumunda tartışılır oldu. Tüm Türkiye’de eğitim açısından kaynaklara erişimin kısıtlılığına rağmen büyük bölümü devlet eliyle yürütülen eğitim faaliyetleri 21 Eylülde başlıyor olacak ve okullar kısmi de olsa açılacak. Tüm resmi ve özel okullara tanınan kurs düzenleme yetkisiyle de halen devam eden 8. ve 12. sınıf öğrencilerine yönelik kursların da 2021 Haziran ayına kadar sürdürüleceği anlaşılıyor. Kısaca okul öncesi, ilkokul 1. Sınıflar, 8. sınıflar ve 12. sınıflar eğer isterlerse okullarında öğretmenleriyle yüz yüze eğitim yapabilecekler.

 

VELİLER NE İSTEDİKLERİNİ BİLİYOR MU?

Yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin okuduğu özel okullar da bu dönemde velilerin talepleri ve kamuoyunun özel ilgisi nedeniyle hep gündemde kaldı. Yüz yüze yapılamayan eğitim sürecinde önce yemek ve servis ücretlerinin iadesi isteği ile başlayan veli talepleri yeni eğitim yılına girerken koşulların net olmaması, okulların açılma sürecinin uzama ihtimali gibi nedenlerle yemek ve servis ücretleriyle başlayarak son olarak okulların eğitim ücretlerinde indirim isteklerine dönüşmüştür. KDV oranlarının %1’e düşürülmesi ise çocuğu özel okullarda okuyan velilere yönelik devletin ilk resmi desteği oldu.

Özel okulların sayısının 14 bine yaklaştığı günümüzde velilerin bu talepleri güçlü ekonomik yapıya sahip kurumlar için zorlayıcı bir yanı olmasa da özellikle küçük ve butik eğitim veren binlerce okul için ciddi bir darboğaza neden olmuştur. Bu taleplerin yanında özellikle madem yüz yüze eğitim yapmıyorsunuz biz neden bunca para verelim de özel okulda kalalım mantığıyla kayıtlarını geri alma noktasına gelmiş binlerce örnek durum ile karşılaşılmaya başlanmıştır.

Özellikle okul öncesi ve ilkokul düzeyinde velilerin haklı sayılabilecek bu gerekçeleri nedeniyle okulların kapatıldığını, azalan sınıf sayıları nedeniyle sınıf birleştirmelerinin yaşandığını bu gerekçe ile de öğretmenlerin işlerinden olduğunu görüyor, duyuyoruz. Bu da küçük sermayeli özel okul sektörünü yangın yerine dönüştürdü.

ÖZEL OKULLAR NEDEN BU KADAR TARTIŞILIYOR

Devletin resmi kurumları ile ilgili verilen eğitimin niteliğini etkileyen pek çok değişken üzerinden yapılmış araştırma sonuçlarına göre hem nitelik hem de niceliksel olarak pek çok eleştiri konusu var iken, özel okulların neden bu kadar tartışılır olduğunu masaya yatırmak gerekiyor.

Özel okullar dinî, kültürel, ekonomik vb. nedenleri de içerisinde barındıran gerekçelerle, geçmişte varlıklı kişilerin, çocuklarına özel hocalardan ders aldırma geleneğinden hareketle ortaya çıkmıştır. Özel okullar genel olarak giderleri devlet bütçesinden karşılanmayan bir ücret karşılığında örgün eğitim-öğretim veren kurumlardır ve diğer resmi kurumlar gibi Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetimi altında aynı yasal düzenlemelere tabidirler. Böyle olunca bu hizmeti talep eden birkitlenin bulunması da çok doğaldır.

 

BATIDA ÖZEL VE ÖZERK OKULLARIN GELIŞIMI

Dr. Selçuk Uygun’un “Türkiye’de Dünden Bugüne Özel Okullara Bir Bakiş (Gelişim Ve Etkileri)” isimli araştırmasında genel eğitimin bir kamu görevi olarak görülmeye başlanması Osmanlı İmparatorluğu’nda, 19. Yüzyılın ortalarına rastladığı ifade edilmektedir. Önceleri devlet yalnızca küçük bir zümrenin, askeri sınıfın ve yöneticilerin bir kısmının eğitimini üstlenmiş, bunun dışında kalan geniş halk kesiminin eğitimini vakıf vb. şeklinde diğer özel ve tüzel kişilerin kurduğu kurum ve kuruluşlara veya kişilere bırakmıştır.

Batıda bugünkü anlamda kamu ve özel okul kavramlarının gelişmesinde, Sanayi Devriminin tetikleyici bir rolü vardır. Burjuvazinin gelişmesiyle üst ve orta sınıf ailelerin çocukları, özel okullar aracılığıyla daha seçkin bir eğitim-öğretim alırken, genel olarak ihtiyaç duyulan iş gücünün yetiştirilmesi için de devlet eliyle kamu okulları oluşturulmuştur. Toplumsal kaynaklarla oluşturulan ve tüm çocuklara düzenli okuma fırsatı sağlayan kamu okullarının yanında, zaman zaman devlet bütçesinin de desteğini alan özel okullar, toplumsal seçkinlerin yetiştirilmesinde çoğu zaman öncülük etmiştir.

Dr. Selçuk Uygun’un araştırmasında Türkiye’de özel okulların, batılılaşma hareketinin başlangıcı sayılan Tanzimat’la (1839) birlikte yaygınlaşmaya başladığı, Türk eğitim tarihinde, 1856 Islahat Fermanına göre azınlıklara, cemaat olarak, okul açma ve geliştirme izni verildiği belirtilmiştir. Ayrıca Anadolu’da yeterli sayıda Türk okulunun olmayışı, olanların da bireyleri hayata hazırlayamaması nedeniyle yabancılara ait özel okulların yürütülen sade ve yararlı bilgiler nedeniyle müslüman topluluk tarafından da tercih edildiğine değinmektedir.

 

ÜLKEMIZDE GELIŞIM

Türkiye’de 1961 Anayasasının 21. maddesinde, eğitim ve öğretimin devletin gözetim ve denetimi altında serbest olduğu belirtilerek özel okullar kabul edilmiş, 18 Aralık 1965’te yürürlüğe giren Özel Öğretim Kurumları Kanunuyla da Türk, yabancı, azınlık vb. tüm özel okullar bu kanun çerçevesinde ele alınmıştır.

Günümüzde olanağı olan aileler genellikle çocuklarını özel okullarda okutmayı tercih etmektedir. Bu tercihin en önemli nedeni ise bu okulların resmi okullara göre akademik, sosyal ve duygusal gelişimleri için bir alan yaratmış olmasından kaynaklanmaktadır. Özel okulların zaman zaman devlet tarafından da teşvik edilmesiyle çok sayıda özel okul açma girişimi gerçekleşmiş ve uzun zaman %3-5 dolaylarında olan özel okul oranı son açıklanan MEB verilerine göre %20 lere kadar gelmiştir.

SAYILARDA ÖZEL OKULLAR

Sayılara bakıldığında 1985’de Türkiye’de 300 özel Türk okulu bulunurken bu sayı 2001-2002 öğretim yılında 1780 ’e, 2019-2020 eğitim yılında da   13 870’e çıkmıştır.

Ortaöğretimde Özel Okulların Tür, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları (MEB, 2002)

Okul Türü

Okul Sayısı

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

Özel Türk Okulları

1 780

253 281

23 627

Özel Azınlık Okulları

70

4237

426

Özel Yabancı Okullar

25

7560

748

Özel Uluslararası Okullar

12

592

71

Toplam

1 887

265 670

24 872

 

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul,
Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı
- 2019/'20

2019/'20 öğretim yılı
Eğitim kademesi
GENEL

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı    

Öğretmen Sayısı    

Toplam                        

Resmi/Özel %

Toplam  

Örgün Eğitim (Resmi)                                                                                        

54 715

79,77%

588 010

15 189 878

83,27%

942 936

Örgün Eğitim (Özel)                                                                                

13 870

20,22%

139 337

1 468 198

8,05%

174 750

Örgün Eğitim (Açıköğretim)      

   4

0,01%

-

1 583 805

8,68%

-

Örgün eğitim toplamı

68 589

100%

727 347

18 241 881

100%

1 117 686

Eğitim ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının gerçeklerştirdiği pek çok araştırma sonuçlarında "Düşük sosyoekonomik altyapıdan gelen çocukların daha az kaynağın ve yetersiz fiziki şartların bulunduğu okullara erişeblidiği daha yüksek sosyo-ekonomik altyapıdan gelen çocukların da hem başarı düzeyi hem de fiziki şartlar açısından daha iyi koşullara sahip okullarda eğitim alabildiğini görebiliyoruz. Bu resmi devlet okulları açısından da benzer sonuçlar vermekte ve okullar arasındaki nitelik farkları azaltılmaya çalışılmaktadır.

 

Türkiye’de özel okul sektörü geçmişten bugüne bir ihtiyaç olarak gelişimini sürdürmüş ve yaklaşık sektördeki payı %20 lere kadar çıkmıştır. Her bir eğitim kurumunun benzer özellikler gösterdiğini söylemek doğru olmayabilir, özellikle dershanelerden dönüşen özel okulların pek çoğunun nitelik açısından yeterli olmadığı da söylenebilir. Ama bu sürecin devletin verdiği destekler ve teşviklerle ilerlediğini söyleyebiliriz.

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul, Öğrenci,
Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
Okul Öncesi

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

Toplam

Resmi/Özel %

Toplam

Okul öncesi eğitim (resmi)    

5 830

51%

21 764

1 340 507

82%

33 502

Okul öncesi eğitim (özel)                        

5 655

49%

29 067

289 213

18%

22 716

Toplam

11 485

100%

50 831

1 629 720

100%

56 218

 

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul, Öğrenci,
Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
İlkokul

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

Toplam

Resmi/Özel %

Toplam

İlkokul (resmi)    

22 808

92%

231 895

5 005 927

95%

275 733

İlkokul (özel)                                                            

1 982

8%

29 980

274 018

5%

33 514

Toplam

24 790

100%

261 875

5 279 945

100%

309 247

 

Ülkemizde orta ve üst gelir düzeyindeki aileler maddi koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okula göndermeye çalışmaktadırlar. Çocuklarının daha iyi bir eğitim alması için pek çok fedakârlık yapan velilerin girdikleri maddi manevi yükün hafifletilmesi gerekir.
MEB İstatistiklerine bakıldığında devletin resmi kurumlarında özel okullara benzer sayıdaki eğitim kurumlarına rağmen öğrenci sayılarının 2’ye 3‘e katlandığını görebiliyoruz. Kalabalık sınıflar ve fiziksel olanakları eksik resmi kurumlar bu sebeple velilerin tercihlerinde ilk sırayı alamıyorlar.

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul,
Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
Ortaokul

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı  

Öğretmen Sayısı  

Toplam                        

Resmi/Özel %

Toplam  

Ortaokul (resmi)

16 918

88%

166 247

5 576 707

94%

328 646

Ortaokul (özel)

2 351

12%

28 887

347 495

6%

42 944

Toplam

19 268

100%

195 134

5 924 202

100%

371 590

 

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul,
Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
Ortaöretim

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı  

Öğretmen Sayısı  

Toplam                        

Resmi/Özel %

Toplam  

Genel ortaöğretim (resmi)                                                                                                

3 444

49,73%

66 254

2 964 010

86,86%

120 219

Genel ortaöğretim (özel)

3 481

50,27%

42 728

448 554

13,14%

66 695

6 925

100%

108 982

3 412 564

100%

186 914

Meslekî ve teknik lise (resmi)                                                                      

4 069

91,03%

66 045

1 499 163

93,23%

135 374

Meslekî ve teknik lise (özel)                                                                        

401

8,97%

8 675

108 918

6,77%

8 881

Toplam

4 470

100%

74 720

1 608 081

100%

144 255

Anadolu İmam Hatip Lisesi                                                                                                        

1 650

99,94%

35 805

502 847

82,43%

49 462

Açıköğretim İmam Hatip Lisesi

1

0,06%

-

107 160

17,57%

-

Toplam

1 651

100%

35 805

610 007

100%

49 462

Genel Toplam

13 046

219 507

5 630 652

380 631

Resmi okullarda sınıftaki öğrenci sayılarının fazlalığı, öğretmen ve yöneticilerin yetersizlikleri, verilen eğitimin kalitesindeki önemli farklılıklar, sosyal ve kültürel anlamda ilkelere bağlılık, öğretmen-okul veli iletişiminin yetersizliği özel okul tercihlerinde anne babaların tercihlerini etkilemektedir.

Özel eğitim kurumlarında da fen bilimleri eğitimine verilen önem ve labaratuvar zenginliği, İngilizce öğretiminin güçlü olması, teknolojik araçların kullanımı, daha demokratik bir okul kültürünün varlığı, sosyal ve kültürel etkinliklerin çeşitliliği sportif faaliyetlerin zenginliği, ulusal sınavlardaki akademik başarı göstergeleri, müfredat zenginliği ve çeşitliliği, eğitim ve öğretim ilkelerinin birlikte önemsenmesi, öğretmenler yönelik hizmet içi eğitimler ve gelişime verilen önem, güvenlikli bir okul arayışları velilerin tercihlerini etkilemektedir.

Merkezden yönetilen ve 55 bin kurumda 16,5 milyon öğrencinin sorumluluğunu taşıyan Milli Eğitim Bakanlığının uzaktan eğitim sürecini istediği gibi yönetmesi de güçtür. Pandemi döneminde özel okulların da eğitimin niteliğini korumak için yaptıkları pek çok yatırım bulunmaktadır. Ancak özel okulların da tümünün bu süreci yönetecek bilgi ve deneyiminin yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bunlara rağmen zaten zorda olan eğitim sektöründe Özel okullar üzerinden yüklenmenin de doğru olmadığını düşünüyorum.

Kaynakça:

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/141/999.pdf

https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-e%C4%9Fitim-%C3%B6zel-ile-devlet-aras%C4%B1nda-kalan-veliler/a-48745622

> Özel Okulların Dünü, Bugünü; Mevcut Durum

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan dartanYOK… YOK... YOK… YOK … YOK... YOK!!!

Okul yok, bina yok, sınıf yok, kantin yok, yemekhane yok, oyun yok, arkadaş yok, öğretmen yok öğrenci yok…

 

Milli Eğitim Bakanlığının, uzaktan eğitime geçme kararı alması ile eğitimin klasikleşmiş hali ortadan kalkmış oldu. Okul yok, bina yok, sınıf yok, kantin yok, yemekhane yok, oyun yok, arkadaş yok, öğretmen yok, öğrenci yok kısaca hayatımıza anlam katan pek çok şey yok.

Devletin eğitim, sağlık ve ulaşım gibi halka hizmet açısından sorumlu olması gereken bu üç alanda özel sektörü az ya da çok desteklemessi ve teşvik etmesi gerekmektedir. Bugün bu üç büyük hizmet alanı içerisinde en zorda olanı eğitim hizmeti sunan ve bir yandan devletin de yükünü paylaşan özel okullardır.

Covid19 pandemizi nedeniyle yüz yüze eğitime verilen zorunlu aranın ağır ekonomik faturasını en çok özel okullar çekmektedirler. Bugün okul öncesinden liseye kadar eğitim gören 18 milyonu aşkın öğrencinin yaklaşık 1,5 milyonu özel okullarda okuyor. 1 milyonu aşkın öğretmen Resmi okullarda görev yaparken 175 bin öğretmen de özel okullarda da görev yapıyor. 

DİLİN SÖYLEDİĞİNİ AKIL KABUL ETMEDİ

Hastalık nedeniyle hayatın kendisinin işlevsel hali olan “OKUL” yok olurken aynı zamanda ama farklı mekânlarda aynı eğitimin verilebileceği varsayımıyla uzaktan eğitime geçildi. Burada uzaktan eğitime geçişte 18 milyon öğrencinin aşağı yukarı birbirine benzer olanaklara sahip olduğu ve uzaktan eğitime erişim konusunda birbirine yakın olduğu varsayımıyla hareket edildi. Ancak görüldü ki aradan geçen zaman diliminde yapılan araştırmalar maalesef dilin söylediğinin aklın kabul etmediğini gösterdi.

Sonuçta ülkemizde uzaktan eğitim araçlarına erişim bakımından öğrencilerimiz arasında ciddi bir uçurumun olduğu farklı mekânlarda aynı zaman dilimi içerisinde gerçekleştirilmeye çalışılan eğitimin özellikle de devletin resmi okullarında bekleneni veremediğini gördük. Bu kısa dönemde yaşananlar bildiğimiz ama bildiğimizi kendimize bile söyleyemediğimiz bazı acı tabloları bize gösterdi.

Ülke nüfüsunun neredeyse tamamını yakından ilgilendiren okulların açılıp açılmaması kararı da hem bu gerçeklerin gölgesinde hem de ülke ekonomisinin hali hazır durumunda tartışılır oldu. Tüm Türkiye’de eğitim açısından kaynaklara erişimin kısıtlılığına rağmen büyük bölümü devlet eliyle yürütülen eğitim faaliyetleri 21 Eylülde başlıyor olacak ve okullar kısmi de olsa açılacak. Tüm resmi ve özel okullara tanınan kurs düzenleme yetkisiyle de halen devam eden 8. ve 12. sınıf öğrencilerine yönelik kursların da 2021 Haziran ayına kadar sürdürüleceği anlaşılıyor. Kısaca okul öncesi, ilkokul 1. Sınıflar, 8. sınıflar ve 12. sınıflar eğer isterlerse okullarında öğretmenleriyle yüz yüze eğitim yapabilecekler.

 

VELİLER NE İSTEDİKLERİNİ BİLİYOR MU?

Yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin okuduğu özel okullar da bu dönemde velilerin talepleri ve kamuoyunun özel ilgisi nedeniyle hep gündemde kaldı. Yüz yüze yapılamayan eğitim sürecinde önce yemek ve servis ücretlerinin iadesi isteği ile başlayan veli talepleri yeni eğitim yılına girerken koşulların net olmaması, okulların açılma sürecinin uzama ihtimali gibi nedenlerle yemek ve servis ücretleriyle başlayarak son olarak okulların eğitim ücretlerinde indirim isteklerine dönüşmüştür. KDV oranlarının %1’e düşürülmesi ise çocuğu özel okullarda okuyan velilere yönelik devletin ilk resmi desteği oldu.

Özel okulların sayısının 14 bine yaklaştığı günümüzde velilerin bu talepleri güçlü ekonomik yapıya sahip kurumlar için zorlayıcı bir yanı olmasa da özellikle küçük ve butik eğitim veren binlerce okul için ciddi bir darboğaza neden olmuştur. Bu taleplerin yanında özellikle madem yüz yüze eğitim yapmıyorsunuz biz neden bunca para verelim de özel okulda kalalım mantığıyla kayıtlarını geri alma noktasına gelmiş binlerce örnek durum ile karşılaşılmaya başlanmıştır.

Özellikle okul öncesi ve ilkokul düzeyinde velilerin haklı sayılabilecek bu gerekçeleri nedeniyle okulların kapatıldığını, azalan sınıf sayıları nedeniyle sınıf birleştirmelerinin yaşandığını bu gerekçe ile de öğretmenlerin işlerinden olduğunu görüyor, duyuyoruz. Bu da küçük sermayeli özel okul sektörünü yangın yerine dönüştürdü.

ÖZEL OKULLAR NEDEN BU KADAR TARTIŞILIYOR

Devletin resmi kurumları ile ilgili verilen eğitimin niteliğini etkileyen pek çok değişken üzerinden yapılmış araştırma sonuçlarına göre hem nitelik hem de niceliksel olarak pek çok eleştiri konusu var iken, özel okulların neden bu kadar tartışılır olduğunu masaya yatırmak gerekiyor.

Özel okullar dinî, kültürel, ekonomik vb. nedenleri de içerisinde barındıran gerekçelerle, geçmişte varlıklı kişilerin, çocuklarına özel hocalardan ders aldırma geleneğinden hareketle ortaya çıkmıştır. Özel okullar genel olarak giderleri devlet bütçesinden karşılanmayan bir ücret karşılığında örgün eğitim-öğretim veren kurumlardır ve diğer resmi kurumlar gibi Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetimi altında aynı yasal düzenlemelere tabidirler. Böyle olunca bu hizmeti talep eden birkitlenin bulunması da çok doğaldır.

 

BATIDA ÖZEL VE ÖZERK OKULLARIN GELIŞIMI

Dr. Selçuk Uygun’un “Türkiye’de Dünden Bugüne Özel Okullara Bir Bakiş (Gelişim Ve Etkileri)” isimli araştırmasında genel eğitimin bir kamu görevi olarak görülmeye başlanması Osmanlı İmparatorluğu’nda, 19. Yüzyılın ortalarına rastladığı ifade edilmektedir. Önceleri devlet yalnızca küçük bir zümrenin, askeri sınıfın ve yöneticilerin bir kısmının eğitimini üstlenmiş, bunun dışında kalan geniş halk kesiminin eğitimini vakıf vb. şeklinde diğer özel ve tüzel kişilerin kurduğu kurum ve kuruluşlara veya kişilere bırakmıştır.

Batıda bugünkü anlamda kamu ve özel okul kavramlarının gelişmesinde, Sanayi Devriminin tetikleyici bir rolü vardır. Burjuvazinin gelişmesiyle üst ve orta sınıf ailelerin çocukları, özel okullar aracılığıyla daha seçkin bir eğitim-öğretim alırken, genel olarak ihtiyaç duyulan iş gücünün yetiştirilmesi için de devlet eliyle kamu okulları oluşturulmuştur. Toplumsal kaynaklarla oluşturulan ve tüm çocuklara düzenli okuma fırsatı sağlayan kamu okullarının yanında, zaman zaman devlet bütçesinin de desteğini alan özel okullar, toplumsal seçkinlerin yetiştirilmesinde çoğu zaman öncülük etmiştir.

Dr. Selçuk Uygun’un araştırmasında Türkiye’de özel okulların, batılılaşma hareketinin başlangıcı sayılan Tanzimat’la (1839) birlikte yaygınlaşmaya başladığı, Türk eğitim tarihinde, 1856 Islahat Fermanına göre azınlıklara, cemaat olarak, okul açma ve geliştirme izni verildiği belirtilmiştir. Ayrıca Anadolu’da yeterli sayıda Türk okulunun olmayışı, olanların da bireyleri hayata hazırlayamaması nedeniyle yabancılara ait özel okulların yürütülen sade ve yararlı bilgiler nedeniyle müslüman topluluk tarafından da tercih edildiğine değinmektedir.

 

ÜLKEMIZDE GELIŞIM

Türkiye’de 1961 Anayasasının 21. maddesinde, eğitim ve öğretimin devletin gözetim ve denetimi altında serbest olduğu belirtilerek özel okullar kabul edilmiş, 18 Aralık 1965’te yürürlüğe giren Özel Öğretim Kurumları Kanunuyla da Türk, yabancı, azınlık vb. tüm özel okullar bu kanun çerçevesinde ele alınmıştır.

Günümüzde olanağı olan aileler genellikle çocuklarını özel okullarda okutmayı tercih etmektedir. Bu tercihin en önemli nedeni ise bu okulların resmi okullara göre akademik, sosyal ve duygusal gelişimleri için bir alan yaratmış olmasından kaynaklanmaktadır. Özel okulların zaman zaman devlet tarafından da teşvik edilmesiyle çok sayıda özel okul açma girişimi gerçekleşmiş ve uzun zaman %3-5 dolaylarında olan özel okul oranı son açıklanan MEB verilerine göre %20 lere kadar gelmiştir.

SAYILARDA ÖZEL OKULLAR

Sayılara bakıldığında 1985’de Türkiye’de 300 özel Türk okulu bulunurken bu sayı 2001-2002 öğretim yılında 1780 ’e, 2019-2020 eğitim yılında da   13 870’e çıkmıştır.

Ortaöğretimde Özel Okulların Tür, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları (MEB, 2002)

Okul Türü

Okul Sayısı

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

Özel Türk Okulları

1 780

253 281

23 627

Özel Azınlık Okulları

70

4237

426

Özel Yabancı Okullar

25

7560

748

Özel Uluslararası Okullar

12

592

71

Toplam

1 887

265 670

24 872

 

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul,
Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı
- 2019/'20

2019/'20 öğretim yılı
Eğitim kademesi
GENEL

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı    

Öğretmen Sayısı    

Toplam                        

Resmi/Özel %

Toplam  

Örgün Eğitim (Resmi)                                                                                        

54 715

79,77%

588 010

15 189 878

83,27%

942 936

Örgün Eğitim (Özel)                                                                                

13 870

20,22%

139 337

1 468 198

8,05%

174 750

Örgün Eğitim (Açıköğretim)      

   4

0,01%

-

1 583 805

8,68%

-

Örgün eğitim toplamı

68 589

100%

727 347

18 241 881

100%

1 117 686

Eğitim ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının gerçeklerştirdiği pek çok araştırma sonuçlarında "Düşük sosyoekonomik altyapıdan gelen çocukların daha az kaynağın ve yetersiz fiziki şartların bulunduğu okullara erişeblidiği daha yüksek sosyo-ekonomik altyapıdan gelen çocukların da hem başarı düzeyi hem de fiziki şartlar açısından daha iyi koşullara sahip okullarda eğitim alabildiğini görebiliyoruz. Bu resmi devlet okulları açısından da benzer sonuçlar vermekte ve okullar arasındaki nitelik farkları azaltılmaya çalışılmaktadır.

 

Türkiye’de özel okul sektörü geçmişten bugüne bir ihtiyaç olarak gelişimini sürdürmüş ve yaklaşık sektördeki payı %20 lere kadar çıkmıştır. Her bir eğitim kurumunun benzer özellikler gösterdiğini söylemek doğru olmayabilir, özellikle dershanelerden dönüşen özel okulların pek çoğunun nitelik açısından yeterli olmadığı da söylenebilir. Ama bu sürecin devletin verdiği destekler ve teşviklerle ilerlediğini söyleyebiliriz.

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul, Öğrenci,
Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
Okul Öncesi

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

Toplam

Resmi/Özel %

Toplam

Okul öncesi eğitim (resmi)    

5 830

51%

21 764

1 340 507

82%

33 502

Okul öncesi eğitim (özel)                        

5 655

49%

29 067

289 213

18%

22 716

Toplam

11 485

100%

50 831

1 629 720

100%

56 218

 

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul, Öğrenci,
Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
İlkokul

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

Toplam

Resmi/Özel %

Toplam

İlkokul (resmi)    

22 808

92%

231 895

5 005 927

95%

275 733

İlkokul (özel)                                                            

1 982

8%

29 980

274 018

5%

33 514

Toplam

24 790

100%

261 875

5 279 945

100%

309 247

 

Ülkemizde orta ve üst gelir düzeyindeki aileler maddi koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okula göndermeye çalışmaktadırlar. Çocuklarının daha iyi bir eğitim alması için pek çok fedakârlık yapan velilerin girdikleri maddi manevi yükün hafifletilmesi gerekir.
MEB İstatistiklerine bakıldığında devletin resmi kurumlarında özel okullara benzer sayıdaki eğitim kurumlarına rağmen öğrenci sayılarının 2’ye 3‘e katlandığını görebiliyoruz. Kalabalık sınıflar ve fiziksel olanakları eksik resmi kurumlar bu sebeple velilerin tercihlerinde ilk sırayı alamıyorlar.

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul,
Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
Ortaokul

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı  

Öğretmen Sayısı  

Toplam                        

Resmi/Özel %

Toplam  

Ortaokul (resmi)

16 918

88%

166 247

5 576 707

94%

328 646

Ortaokul (özel)

2 351

12%

28 887

347 495

6%

42 944

Toplam

19 268

100%

195 134

5 924 202

100%

371 590

 

Eğitim Kurumlarının Kademelere Göre Okul,
Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı

2019/'20 öğretim yılı
Ortaöretim

Okul/
Kurum

Resmi/
Özel %

Derslik

Öğrenci Sayısı  

Öğretmen Sayısı  

Toplam                        

Resmi/Özel %

Toplam  

Genel ortaöğretim (resmi)                                                                                                

3 444

49,73%

66 254

2 964 010

86,86%

120 219

Genel ortaöğretim (özel)

3 481

50,27%

42 728

448 554

13,14%

66 695

6 925

100%

108 982

3 412 564

100%

186 914

Meslekî ve teknik lise (resmi)                                                                      

4 069

91,03%

66 045

1 499 163

93,23%

135 374

Meslekî ve teknik lise (özel)                                                                        

401

8,97%

8 675

108 918

6,77%

8 881

Toplam

4 470

100%

74 720

1 608 081

100%

144 255

Anadolu İmam Hatip Lisesi                                                                                                        

1 650

99,94%

35 805

502 847

82,43%

49 462

Açıköğretim İmam Hatip Lisesi

1

0,06%

-

107 160

17,57%

-

Toplam

1 651

100%

35 805

610 007

100%

49 462

Genel Toplam

13 046

219 507

5 630 652

380 631

Resmi okullarda sınıftaki öğrenci sayılarının fazlalığı, öğretmen ve yöneticilerin yetersizlikleri, verilen eğitimin kalitesindeki önemli farklılıklar, sosyal ve kültürel anlamda ilkelere bağlılık, öğretmen-okul veli iletişiminin yetersizliği özel okul tercihlerinde anne babaların tercihlerini etkilemektedir.

Özel eğitim kurumlarında da fen bilimleri eğitimine verilen önem ve labaratuvar zenginliği, İngilizce öğretiminin güçlü olması, teknolojik araçların kullanımı, daha demokratik bir okul kültürünün varlığı, sosyal ve kültürel etkinliklerin çeşitliliği sportif faaliyetlerin zenginliği, ulusal sınavlardaki akademik başarı göstergeleri, müfredat zenginliği ve çeşitliliği, eğitim ve öğretim ilkelerinin birlikte önemsenmesi, öğretmenler yönelik hizmet içi eğitimler ve gelişime verilen önem, güvenlikli bir okul arayışları velilerin tercihlerini etkilemektedir.

Merkezden yönetilen ve 55 bin kurumda 16,5 milyon öğrencinin sorumluluğunu taşıyan Milli Eğitim Bakanlığının uzaktan eğitim sürecini istediği gibi yönetmesi de güçtür. Pandemi döneminde özel okulların da eğitimin niteliğini korumak için yaptıkları pek çok yatırım bulunmaktadır. Ancak özel okulların da tümünün bu süreci yönetecek bilgi ve deneyiminin yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bunlara rağmen zaten zorda olan eğitim sektöründe Özel okullar üzerinden yüklenmenin de doğru olmadığını düşünüyorum.

Kaynakça:

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/141/999.pdf

https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-e%C4%9Fitim-%C3%B6zel-ile-devlet-aras%C4%B1nda-kalan-veliler/a-48745622

Son Güncelleme: Salı, 06 Ekim 2020 14:54

Gösterim: 1226

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan dartan"Umut tuz gibidir, insanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir..."

Hayat = okuldur derken inandığımız bu gerçeğin altını doldurmak gerekiyor. Bugün geçmişten farklı bir dünyada yaşıyoruz, geçmiş derken de yakın geçmişten söz ediyorum elbette. 2019 Eylül ve Ekim ayları hatta biraz daha yakına gelirsek Kasım-Aralık 2019 dönemine kadar sadece ülkemizde değil tüm dünyada insanlar bugün yaşananları akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı. Çin’de başlayan VE bugün tüm dünyayı etkisi altına alan Covid 19 salgını maalesef bizleri izlediğimiz korku ve gerilim filmlerindeki bir dünyaya götürdü. Bugün bu salgının görüldüğü 213 ülke ve sayısı 2 milyona yaklaşan ölüm vakası bulunuyor. Aradan neredeyse bir yıl geçti ve bu virüs tüm insanlık için hala büyük bir tehlike olmaya devam ediyor. Bu nedenle eğitimde kısa, orta ve uzun dönemli planlı programlı bir değişim hareketine ihtiyaç bulunuyor.
Bu öngörülemeyen felaketin yarattığı tahribat, dünyada olduğu gibi ülkemizde de başta ekonomi alanında olmak üzere sağlık, gıda üretimi, enerji, işsizlik, iklim değişikliği, sosyal hayat ve eğitim-öğretim gibi pek çok alanda günlük hayatımızı etkileyen büyük sıkıntılara neden oldu. Bizleri evlere sıkıştırmış ve bir tür yalnızlığa itmiştir.
Dünyamızda eskinin ne olduğunu bilen ama geleceğin ne olacağını bilemeyen ancak tahminler yürütebilen bir çoğunluğuz. Politikacılar, iş ve bilim insanları pek çok taşın yerinden oynamasına neden olan bu virüsten kurtulduktan sonra dünyada ve ülkemizde yaşamın nasıl dizayn edileceği üzerine kafa yoruyorlar. Pek çoğumuz da hayatta kalma uğruna bu dizaynın içerisinde bizlere biçilecek rolü yerine getireceğimiz günleri bekliyoruz.
Ekonomi, sağlık ve sosyal hayata dair tüm sorunlu alanların bütünsel etkisi hepimizin günlük yaşantısını etkiliyor. Biz eğitimcilerin öncelediği ise pandemi sonrasında eğitimin nasıl şekilleneceği konusundaki tartışmalar ve ileri sürülen görüşler oluyor, bu da çok normal. Üniversite öğrencileri dâhil 20 milyonu aşkın öğrenci sayısı neredeyse toplumun üçte birine karşılık geliyor ve eğitimdeki gelişimler toplumun neredeyse ¾’ü nü ilgilendiren önemli bir hizmet alanı olarak karşımıza çıkıyor.
İşte burada eğitim dünyasının 2021 ajandası gündemi nasıl şekillenecek. İçerisinde bulunduğumuz sıkıntılı süreçten “aşı” lanma ve alınan tedbirler sayesinde biraz rahatlayacağımızı varsayarak bir sonraki eğitim ve öğretim yılında eğitimi nelerin beklediği önemli bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkıyor.

NE YAŞADIK, NE ÖĞRENDİK?
Bu tartışmaya iki pencereden bakmak gerek. Birincisi bu salgının başladığından bu güne ne yaşadığımız ve ne öğrendiğimiz, ikincisi de bu öğrendiklerimizin bize gelecekte nasıl bir kılavuzluk edeceğidir.
Salgının ülkemizde hayatımızı etkilemeye başladığı Mart 2020 tarihi bizlerin bildiği tüm ezberlerin yok edildiği bir sürecin başlangıcı oldu. Önce okullarda yüz yüze eğitime ara verildi ve kısa sürede uzaktan eğitime geçildi hemen ardından arka arkaya gelen sosyal yaşamın kısıtlılıkları ve karantinalarla devam eden bir süreç yaşadık ve hala yaşıyoruz. Dolayısıyla ciddi biçimde alıştığımız konfor alanlarımızın iyice daraldığını gördük, sosyalleşmenin ancak belirli koşullarda gerçekleşebildiği hayatta kalma korkumuzun ve yakınlarımızı koruma içgüdümüzün her şeyin önüne geçtiği zor bir yıl yaşadık.
Neler yaşadık ve neler gördük derseniz?
Okulun eve dönüştüğü,
Anne babanın evde öğretmene evrildiği,
Uzaktan eğitim araçlarına çok çabuk uyum sağlandığını,
MEB’in evde uzaktan eğitim adına EBA ve TRT işbirliği ile kısa zamanda adımlar atmasını,
TMM (Temizlik-Maske-Mesafe)’nin haytamızın merkezine oturduğunu,
Çocuklarda ekran bağımlılığını artıyor derken ekrana bağlılığı zorunlu hale getirdiğimizi,
Neredeyse hiç kullanmadığımız teknolojik platformlar hakkında epey bilgili ve becerikli olduğunuzu,
Öğretmenlerin önemini ve değerini,
Okulun = hayat olduğunu,
Okulun başka anlamlar da taşıdığını,
Eğitimin en az öğretim kadar değerli ve önemli olduğunu,
Yaratıcılığın zor koşullar altında daha kolay sergilenebildiğini,
Teknolojinin kolaylaştırıcı olduğunu ve daha çok kullanılması gerektiğini,
Eğitim ve öğretimin bütünlüğünü,
Sosyalleşmenin, dokunmanın ve göz göze bakabilmenin önemini,
Her şeye rağmen uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimin yerini tutmadığın,
Okul başarısının her şey olmadığını,
Psikolojik iyi olma halimizin değerli olduğunu,
Çocukların, gençlerin ve yaşça büyük olanların eve sıkışmışlıklarını daha çok hissettiklerini,
Telafi eğitimi kavramını,
Sınavların çevrimiçi yapılabildiğini,
Sınava hazırlanan grupların yaşadıkları sıkıntıları,
Performans değerlendirmelerin önemini ve çeşitliliğini,
Evde çalışma kavramını,
Yüz yüze eğitim-çevrim içi eğitim-hibrit eğitim kavramlarını ve anlamlarını,
Belirsizliklerin kaygılarımızı artırdığının farkındalığına erişimizi,
Eğitim saatlerinin az mı olduğu çok mu olduğu kısır tartışmaları,
Okulların bir kapatılıp bir açıldığını, aç kapa aç kapa yaptığımızı,
Bugün söylediğimizi üç gün sonra değiştirebildiğimizi,
Zamandan ve mekândan bağımsız işlerin yürütülebileceğini,
Eğitime erişimde dezavantajlı büyük bir kesimin var olduğunu ve pandeminin bunu daha da arttığını,
Hayata tutunma azmimizi…
Ve daha pek çok şey... Tüm bunları eğitim süreçleri açısında sıraladım, burada yer almayan pek çok husus da atlanılmış olabilir. Ekonomi, sosyal hayat, işsizlik vb diğer yaşam alanlarında yaşanan sıkıntılardan söz etmiyorum bile.

EĞİTİM BİR ÜLKE MESELESİDİR
Bu tartışmaların bir diğer boyutu da bu öğrendiklerimizin bize gelecekte nasıl bir kılavuzluk edeceğidir. Eğitim sistemimiz de toplumumuz gibi hassas ve kırılgan bir yapıya sahip. Bir ülkenin eğitim politikası ne sadece MEB’e bırakılacak kadar yalnızlaştırılabilir ne de siyasetin gölgesinde geliştirilmeye çalışılan bir alan olabilir. Bizzat Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un dediği eğitim bir ülke meselesidir, tüm toplumun tüm eğitimcilerin ortak akılla ele alması gereken bir alandır ve partiler üstüdür. Bu çerçevede bakıldığında pandemiyle geçen bir yıllık tecrübe milli eğitim sisteminde bundan sonra bilimin gösterdiği yolda bir ortak akılla kaybedilen zamanı da telafi edebilecek adımların atılması gerekiyor.
Genelde de hemen her toplum, çocuklarına ve gençlerine yerel anlamda yaşadığı veya yaşatmak istediği değerlerin yanında evrensel anlamda da bir dünya vatandaşı yetiştirmek içinde yaşına, kavrama ve anlama düzeyine göre ileri düzeyde eğitim ve öğretim vermeyi hedefler. Fen ve matematik okuryazarlığı yanında yerel ve evrensel düzeyde 21. Yüzyıl becerileri ile donanmasını coğrafyayı, tarihi, felsefeyi bilmesini önemser. Ülkemizde de eğitim alanında toplum yapısına uygun tasarımlar geçmişte denenmiştir ve bundan sonra da denenecektir. Köy enstitüleri de bu tasarımlar içerisinde en başarılı olan model olma özelliğini taşıyor.
1944'lü yıllarda Amerika’da Kızılderili kabile liderleri ile ABD’li yetkililerin Kızılderili erkek öğrencilerin eğitimi konusundaki tartışmaları sırasında ABD’li yetkililer, Kızılderililerin erkek çocuklarını üniversiteye göndermeleri halinde masrafları devletin üstleneceğini söylüyorlar. Ancak Kızılderililer teşekkür ederek bu teklifi reddediyorlar ve “Biz gençlerin eğitimi konusunda sizden farklı düşünüyoruz. Bazı gençlerimiz kuzey eyaletlerinizde üniversite eğitimi gördü; her türlü bilgiyi aldılar, ama geri döndüklerinde onların iyi koşamadıklarını, ormanı tanımadıklarını, avcılık ve savaşçılık konularında hiçbir şey bilmediklerini gördük. Yani ABD’nin eğittiği erkeklerimiz bizim hiçbir işimize yaramıyor” diyerek cevaplıyorlar. Hatta ABD’lilere şükranlarının ifadesi olarak “bazı Virginia’lı gençleri eğitim için bize gönderirseniz biz Onlara bildiğimiz her şeyi öğretir, birer erkek olarak sizlere geri göndeririz.” bile diyorlar.
Bugün teknoloji ve bilimsel veriler üzerinden gelişmişlik ve refah düzeyine bakıldığında çoğunlukla batının fen ve matematiği iyi kavramış ve bunu öğrencilerine öğreten toplumlar öne çıkıyor. Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un açıkladığı ve toplumun da heyecanla karşıladığı eğitimde “2023 Vizyonu ve Yeni Ortaöğretim Tasarımı” ile ortaya konulan hedeflerin en önemli referans kaynağı Köy Enstitüleri modeline benzer “Tasarım Beceri Atölyeleri” idi. Dünya genelinde hibrit eğitim modeli esas hale gelir ise Kızılderililerin beklediği, zamanında Köy Enstitülerinden yetişenlerin elde ettiği becerilerin iş dünyasında karşılık bulması da mümkün olacaktır.
Bugün zamanın ruhuna uygun olarak pek çok şey sorgulanıyor. Eski normale dönüş mümkün mü? Yeni normal kalıcı mı? Eğitim yüz yüze sürdürülebilecek mi? Eğitim sadece uzaktan ve çevrim içi mi gerçekleşecek? Öyleyse eğitim nasıl olacak? Eğitimde Hibrit bir modele mi geçilecek? Bugün 2021’in eğitimde ne getireceği tartışılırken gerçekçi bir yaklaşım ile bu tartışmaların doğru bir zemine oturtulması da gerekiyor kanımca.
Eğitimde dönüşüm kısa zamanda gerçekleşebilecek bir durum değildir. İyi bir planlama ve zaman yönetimiyle ve toplumun büyük bir bölümünün ortak tutum ve desteğini alarak ancak gerçekleştirilebilir ve bu epey bir zaman alır. Yukarıda söz edilen soruların cevabı bugünden verilebilir mi sanmıyorum. Kısa, orta ve uzun dönemlik cevaplar elbette mümkün. Benim görüşüme göre sağlık koşulları izin verir ve yüz yüze eğitime tam zamanlı geçebilmek mümkün olur ise (bunu zaman gösterecek) eğitim kısa süreliğine de olsa eski normaldeki eğitime dönüşecektir.
Sağlık koşulları ancak tam zamanlı eğitime izin vermez ise hibrit eğitim öne çıkacaktır. 2 ya da 3 gün yüz yüze, diğer günler uzaktan çevrim içi sürdürülecektir. İşte tam bu çerçevede teknoloji ve uzaktan eğitimin diğer tüm platformları öğrenci-öğretmen ve veli başta olmak üzere tüm paydaşlar tarafından oldukça benimsenir ve kullanılır olacaktır. Hayatımızın da ayrılmaz bir parçasına dönüşeceklerdir.
Tamamen uzaktan eğitimi ise olası görmüyorum. Bu durum ancak daha da hayal edemeyeceğimiz gelişmeler yaşanırsa (salgının büyümesi ve daha bir kontrolden çıkması vb. durumlarda) mümkün olabilir.
"Umut tuz gibidir, insanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir..."
Eğitimde umutlu olma zamanı!

> 2021'de eğitimde ne yaşadık ne öğrendik?

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan dartan"Umut tuz gibidir, insanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir..."

Hayat = okuldur derken inandığımız bu gerçeğin altını doldurmak gerekiyor. Bugün geçmişten farklı bir dünyada yaşıyoruz, geçmiş derken de yakın geçmişten söz ediyorum elbette. 2019 Eylül ve Ekim ayları hatta biraz daha yakına gelirsek Kasım-Aralık 2019 dönemine kadar sadece ülkemizde değil tüm dünyada insanlar bugün yaşananları akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı. Çin’de başlayan VE bugün tüm dünyayı etkisi altına alan Covid 19 salgını maalesef bizleri izlediğimiz korku ve gerilim filmlerindeki bir dünyaya götürdü. Bugün bu salgının görüldüğü 213 ülke ve sayısı 2 milyona yaklaşan ölüm vakası bulunuyor. Aradan neredeyse bir yıl geçti ve bu virüs tüm insanlık için hala büyük bir tehlike olmaya devam ediyor. Bu nedenle eğitimde kısa, orta ve uzun dönemli planlı programlı bir değişim hareketine ihtiyaç bulunuyor.
Bu öngörülemeyen felaketin yarattığı tahribat, dünyada olduğu gibi ülkemizde de başta ekonomi alanında olmak üzere sağlık, gıda üretimi, enerji, işsizlik, iklim değişikliği, sosyal hayat ve eğitim-öğretim gibi pek çok alanda günlük hayatımızı etkileyen büyük sıkıntılara neden oldu. Bizleri evlere sıkıştırmış ve bir tür yalnızlığa itmiştir.
Dünyamızda eskinin ne olduğunu bilen ama geleceğin ne olacağını bilemeyen ancak tahminler yürütebilen bir çoğunluğuz. Politikacılar, iş ve bilim insanları pek çok taşın yerinden oynamasına neden olan bu virüsten kurtulduktan sonra dünyada ve ülkemizde yaşamın nasıl dizayn edileceği üzerine kafa yoruyorlar. Pek çoğumuz da hayatta kalma uğruna bu dizaynın içerisinde bizlere biçilecek rolü yerine getireceğimiz günleri bekliyoruz.
Ekonomi, sağlık ve sosyal hayata dair tüm sorunlu alanların bütünsel etkisi hepimizin günlük yaşantısını etkiliyor. Biz eğitimcilerin öncelediği ise pandemi sonrasında eğitimin nasıl şekilleneceği konusundaki tartışmalar ve ileri sürülen görüşler oluyor, bu da çok normal. Üniversite öğrencileri dâhil 20 milyonu aşkın öğrenci sayısı neredeyse toplumun üçte birine karşılık geliyor ve eğitimdeki gelişimler toplumun neredeyse ¾’ü nü ilgilendiren önemli bir hizmet alanı olarak karşımıza çıkıyor.
İşte burada eğitim dünyasının 2021 ajandası gündemi nasıl şekillenecek. İçerisinde bulunduğumuz sıkıntılı süreçten “aşı” lanma ve alınan tedbirler sayesinde biraz rahatlayacağımızı varsayarak bir sonraki eğitim ve öğretim yılında eğitimi nelerin beklediği önemli bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkıyor.

NE YAŞADIK, NE ÖĞRENDİK?
Bu tartışmaya iki pencereden bakmak gerek. Birincisi bu salgının başladığından bu güne ne yaşadığımız ve ne öğrendiğimiz, ikincisi de bu öğrendiklerimizin bize gelecekte nasıl bir kılavuzluk edeceğidir.
Salgının ülkemizde hayatımızı etkilemeye başladığı Mart 2020 tarihi bizlerin bildiği tüm ezberlerin yok edildiği bir sürecin başlangıcı oldu. Önce okullarda yüz yüze eğitime ara verildi ve kısa sürede uzaktan eğitime geçildi hemen ardından arka arkaya gelen sosyal yaşamın kısıtlılıkları ve karantinalarla devam eden bir süreç yaşadık ve hala yaşıyoruz. Dolayısıyla ciddi biçimde alıştığımız konfor alanlarımızın iyice daraldığını gördük, sosyalleşmenin ancak belirli koşullarda gerçekleşebildiği hayatta kalma korkumuzun ve yakınlarımızı koruma içgüdümüzün her şeyin önüne geçtiği zor bir yıl yaşadık.
Neler yaşadık ve neler gördük derseniz?
Okulun eve dönüştüğü,
Anne babanın evde öğretmene evrildiği,
Uzaktan eğitim araçlarına çok çabuk uyum sağlandığını,
MEB’in evde uzaktan eğitim adına EBA ve TRT işbirliği ile kısa zamanda adımlar atmasını,
TMM (Temizlik-Maske-Mesafe)’nin haytamızın merkezine oturduğunu,
Çocuklarda ekran bağımlılığını artıyor derken ekrana bağlılığı zorunlu hale getirdiğimizi,
Neredeyse hiç kullanmadığımız teknolojik platformlar hakkında epey bilgili ve becerikli olduğunuzu,
Öğretmenlerin önemini ve değerini,
Okulun = hayat olduğunu,
Okulun başka anlamlar da taşıdığını,
Eğitimin en az öğretim kadar değerli ve önemli olduğunu,
Yaratıcılığın zor koşullar altında daha kolay sergilenebildiğini,
Teknolojinin kolaylaştırıcı olduğunu ve daha çok kullanılması gerektiğini,
Eğitim ve öğretimin bütünlüğünü,
Sosyalleşmenin, dokunmanın ve göz göze bakabilmenin önemini,
Her şeye rağmen uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimin yerini tutmadığın,
Okul başarısının her şey olmadığını,
Psikolojik iyi olma halimizin değerli olduğunu,
Çocukların, gençlerin ve yaşça büyük olanların eve sıkışmışlıklarını daha çok hissettiklerini,
Telafi eğitimi kavramını,
Sınavların çevrimiçi yapılabildiğini,
Sınava hazırlanan grupların yaşadıkları sıkıntıları,
Performans değerlendirmelerin önemini ve çeşitliliğini,
Evde çalışma kavramını,
Yüz yüze eğitim-çevrim içi eğitim-hibrit eğitim kavramlarını ve anlamlarını,
Belirsizliklerin kaygılarımızı artırdığının farkındalığına erişimizi,
Eğitim saatlerinin az mı olduğu çok mu olduğu kısır tartışmaları,
Okulların bir kapatılıp bir açıldığını, aç kapa aç kapa yaptığımızı,
Bugün söylediğimizi üç gün sonra değiştirebildiğimizi,
Zamandan ve mekândan bağımsız işlerin yürütülebileceğini,
Eğitime erişimde dezavantajlı büyük bir kesimin var olduğunu ve pandeminin bunu daha da arttığını,
Hayata tutunma azmimizi…
Ve daha pek çok şey... Tüm bunları eğitim süreçleri açısında sıraladım, burada yer almayan pek çok husus da atlanılmış olabilir. Ekonomi, sosyal hayat, işsizlik vb diğer yaşam alanlarında yaşanan sıkıntılardan söz etmiyorum bile.

EĞİTİM BİR ÜLKE MESELESİDİR
Bu tartışmaların bir diğer boyutu da bu öğrendiklerimizin bize gelecekte nasıl bir kılavuzluk edeceğidir. Eğitim sistemimiz de toplumumuz gibi hassas ve kırılgan bir yapıya sahip. Bir ülkenin eğitim politikası ne sadece MEB’e bırakılacak kadar yalnızlaştırılabilir ne de siyasetin gölgesinde geliştirilmeye çalışılan bir alan olabilir. Bizzat Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un dediği eğitim bir ülke meselesidir, tüm toplumun tüm eğitimcilerin ortak akılla ele alması gereken bir alandır ve partiler üstüdür. Bu çerçevede bakıldığında pandemiyle geçen bir yıllık tecrübe milli eğitim sisteminde bundan sonra bilimin gösterdiği yolda bir ortak akılla kaybedilen zamanı da telafi edebilecek adımların atılması gerekiyor.
Genelde de hemen her toplum, çocuklarına ve gençlerine yerel anlamda yaşadığı veya yaşatmak istediği değerlerin yanında evrensel anlamda da bir dünya vatandaşı yetiştirmek içinde yaşına, kavrama ve anlama düzeyine göre ileri düzeyde eğitim ve öğretim vermeyi hedefler. Fen ve matematik okuryazarlığı yanında yerel ve evrensel düzeyde 21. Yüzyıl becerileri ile donanmasını coğrafyayı, tarihi, felsefeyi bilmesini önemser. Ülkemizde de eğitim alanında toplum yapısına uygun tasarımlar geçmişte denenmiştir ve bundan sonra da denenecektir. Köy enstitüleri de bu tasarımlar içerisinde en başarılı olan model olma özelliğini taşıyor.
1944'lü yıllarda Amerika’da Kızılderili kabile liderleri ile ABD’li yetkililerin Kızılderili erkek öğrencilerin eğitimi konusundaki tartışmaları sırasında ABD’li yetkililer, Kızılderililerin erkek çocuklarını üniversiteye göndermeleri halinde masrafları devletin üstleneceğini söylüyorlar. Ancak Kızılderililer teşekkür ederek bu teklifi reddediyorlar ve “Biz gençlerin eğitimi konusunda sizden farklı düşünüyoruz. Bazı gençlerimiz kuzey eyaletlerinizde üniversite eğitimi gördü; her türlü bilgiyi aldılar, ama geri döndüklerinde onların iyi koşamadıklarını, ormanı tanımadıklarını, avcılık ve savaşçılık konularında hiçbir şey bilmediklerini gördük. Yani ABD’nin eğittiği erkeklerimiz bizim hiçbir işimize yaramıyor” diyerek cevaplıyorlar. Hatta ABD’lilere şükranlarının ifadesi olarak “bazı Virginia’lı gençleri eğitim için bize gönderirseniz biz Onlara bildiğimiz her şeyi öğretir, birer erkek olarak sizlere geri göndeririz.” bile diyorlar.
Bugün teknoloji ve bilimsel veriler üzerinden gelişmişlik ve refah düzeyine bakıldığında çoğunlukla batının fen ve matematiği iyi kavramış ve bunu öğrencilerine öğreten toplumlar öne çıkıyor. Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un açıkladığı ve toplumun da heyecanla karşıladığı eğitimde “2023 Vizyonu ve Yeni Ortaöğretim Tasarımı” ile ortaya konulan hedeflerin en önemli referans kaynağı Köy Enstitüleri modeline benzer “Tasarım Beceri Atölyeleri” idi. Dünya genelinde hibrit eğitim modeli esas hale gelir ise Kızılderililerin beklediği, zamanında Köy Enstitülerinden yetişenlerin elde ettiği becerilerin iş dünyasında karşılık bulması da mümkün olacaktır.
Bugün zamanın ruhuna uygun olarak pek çok şey sorgulanıyor. Eski normale dönüş mümkün mü? Yeni normal kalıcı mı? Eğitim yüz yüze sürdürülebilecek mi? Eğitim sadece uzaktan ve çevrim içi mi gerçekleşecek? Öyleyse eğitim nasıl olacak? Eğitimde Hibrit bir modele mi geçilecek? Bugün 2021’in eğitimde ne getireceği tartışılırken gerçekçi bir yaklaşım ile bu tartışmaların doğru bir zemine oturtulması da gerekiyor kanımca.
Eğitimde dönüşüm kısa zamanda gerçekleşebilecek bir durum değildir. İyi bir planlama ve zaman yönetimiyle ve toplumun büyük bir bölümünün ortak tutum ve desteğini alarak ancak gerçekleştirilebilir ve bu epey bir zaman alır. Yukarıda söz edilen soruların cevabı bugünden verilebilir mi sanmıyorum. Kısa, orta ve uzun dönemlik cevaplar elbette mümkün. Benim görüşüme göre sağlık koşulları izin verir ve yüz yüze eğitime tam zamanlı geçebilmek mümkün olur ise (bunu zaman gösterecek) eğitim kısa süreliğine de olsa eski normaldeki eğitime dönüşecektir.
Sağlık koşulları ancak tam zamanlı eğitime izin vermez ise hibrit eğitim öne çıkacaktır. 2 ya da 3 gün yüz yüze, diğer günler uzaktan çevrim içi sürdürülecektir. İşte tam bu çerçevede teknoloji ve uzaktan eğitimin diğer tüm platformları öğrenci-öğretmen ve veli başta olmak üzere tüm paydaşlar tarafından oldukça benimsenir ve kullanılır olacaktır. Hayatımızın da ayrılmaz bir parçasına dönüşeceklerdir.
Tamamen uzaktan eğitimi ise olası görmüyorum. Bu durum ancak daha da hayal edemeyeceğimiz gelişmeler yaşanırsa (salgının büyümesi ve daha bir kontrolden çıkması vb. durumlarda) mümkün olabilir.
"Umut tuz gibidir, insanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir..."
Eğitimde umutlu olma zamanı!

Son Güncelleme: Cumartesi, 23 Ocak 2021 13:14

Gösterim: 880

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan dartanOkulların açılması kararı sonrası “Hem İsterim Hem İstemem”, yaklaşımına örnek olan yaklaşma-kaçınma duygusunu yaşıyoruz toplum olarak. Bir yandan okulların açılmasını çocuklarımızın eğitim ve öğretimlerinden geri kalmamaları için isterken diğer yandan Covid 19 nedeniyle yaşanabilecek bir olumsuz durumun hem çocuklarımızın hem de aile bireylerimizin sağlığını olumsuz etkileyebileceği kaygısını yaşıyoruz.
Nasreddin Hoca’nın komşularından ileri gelenler, düşünüp taşınıp, Hoca'ya çok zor bir soru sormaya karar verirler ve Hoca'ya: “Hoca efendi sabah olduğu zaman insanların yarısı bir tarafa diğer yarısı da öbür tarafa gitmektedir. Bunun hikmeti nedir?” diye sorarlar. Hoca: “İnsanların hepsi bir tarafa gitseydi, maazallah, dünyanın dengesi bozulurdu”, diye cevap verir.
Nasreddin hocanın bu hoş fıkrası bizlerin bugününe biraz uyuyor. Elbette hepimiz aynı düşünüp aynı şeyleri söylemeyeceğiz dünyanın dengesini bozmamak için ama özellikle eğitim alanında içerisinde bulunduğumuz bir realite varken alınan her kararın mutlak bir destekleyicisi ya da mutlak bir karşıtlığı da olmak zorunda değiliz kanımca.
Bugün eğitim ile ilgili alınan her kararın ya da söylenen her sözün arkasında duran ve savunan bir grup olduğu kadar karşısında durup eleştiren de farklı bir grup var. Toplum olarak ikiye bölünmüş bir durumdayız, alınan her kararın neredeyse topyekûn ya yanında duruyoruz ya da karşısındayız. Milli eğitim Bakanı ve bürokratları da bu kutuplaşmanın karşısında yaptıklarıyla neredeyse kimseye yaranamıyorlar.
Sağlık Bakanı özellikle son pandemi sürecinde günlük bildirimleri, insancıl yaklaşımı, küçüğü büyüğü, genci yaşlısı demeden mesajlarını mizahi yaklaşımıyla vermesiyle ve gece gündüz çalışma temposuyla iyi bir iletişim stratejisi yürüterek en fazla sempati toplayanların başında geldi.
Buna karşılık toplumun önemli bir kesimini direkt ya da dolaylı olarak ilgilendiren eğitim söz konusu olduğunda iyi ve çok başarılı bir eğitimci ve iletişimci olma özelliği bulunan Milli Eğitim Bakanımız, toplumla bu kadar iyi bir iletişim mekanizması kuramadı. Bu konuda özellikle kişisel çabası yeterli olmadı da denilebilir. Her gün ekran karşısında olmak zorunda olmasa da belirsizliklerin hâkim olduğu bu dönemde kendisini ve yapılanları anlatabilmesinde bürokratlarından yeterli desteği göremediği de söylenebilir.
İnsanoğlu, sosyal duygusal ve bilişsel özellikleriyle karmaşık yapıya sahiptir. Aynı anda birçok uyaranın/güdünün etkisinde kalır ve karar vermekte güçlük çekebilir. Psikolojide zaman zaman aynı anda ortaya çıkan farklı özelliklerdeki güdülerin birbirlerini tamamladıkları ya da birbirlerini zıdladıkları durumlarla karşılaşabiliyoruz. Aynı anda iki şeyi de birden isteyebileceğimiz gibi aynı anda hiç istemediğimiz iki durumdan birini tercih etmek durumunda kalabiliyoruz. Ya da aynı anda hem istediğimiz hem de istemediğimiz iki durum bizi çelişkiye hatta bazen iç çatışmaya sürükleyebilir.
Okulların açılması ve normale dönüş
Farklı duyguların bireyi ya da toplumu aynı anda iç çatışmalara götürmesi, psikolojinin temel kavramları içerisinde yer alan uyum/savunma mekanizmaları içerisinde kendine yer edinmiştir. Yukarıda sözü edilen örnek durumlar özellikle MEB’in okulların açılması yönünde açıklandığı takvim ile yeniden bizi birbirimizle karşı karşıya getirdi.
Okulların açılması kararı sonrası “Hem İsterim Hem İstemem”, yaklaşımına örnek olan yaklaşma-kaçınma duygusunu yaşıyoruz toplum olarak. Bir yandan okulların açılmasını çocuklarımızın eğitim ve öğretimlerinden geri kalmamaları için isterken diğer yandan Covid19 nedeniyle yaşanabilecek bir olumsuz durumun hem çocuklarımızın hem de aile bireylerimizin sağlığını olumsuz etkileyebileceği kaygısını yaşıyoruz.
Bu, Aralık 2019’dan beri yaşadığımız ve tüm dünyayı etkileyen bir ölümcül bir salgının halen devam eden etkileri nedeniyle duyduğumuz bir kaygı. Peki, bu kaygı gerçek olarak ortada iken ve sonuçlarının ölümcül olma ihtimali ortadan kalkmamışken eğitim gibi neredeyse 40-50 milyona yakın insanımızı ilgilendiren bir konuda ilgililerden çok net, çok kesin açıklamalar beklemek haksızlık değil midir?
Kriz yönetimi önünü görmeden kararlar almak ve uygulamak mıdır? Ya da kesin olarak hayırcı ya da evetçi olmak mıdır? Veli ya da işveren olarak sizlerin bizlerin alamadığı kesin kararlar da ortada iken büyük kitleleri ilgilendiren bu konularda Milli Eğitim Bakanlığının aldığı kararları siyah ya da beyaz diye aklamak ya da karalamak nedendir. Elbette eleştiri tabii hakkımızdır. Bunu da epey sert bir dille de yapıyoruz sanırım.
Aristo oğlunu uyarırken şöyle demiş: “Eğer doğru konuşursan insanlar, yanlış konuşursan Tanrı senden nefret edecek”. Çok sık karşılaştığımız karar vermenin çok güç olduğu bir duruma işaret ediyor Aristo. Okulların açılması ya da geç hatta hiç açılmaması gibi iki hatta üç alternatifli seçenek arasında karar almanın güçlüğü anlaşılır olmalıdır. Hele hele seçeneklerin daha cazip olanı yoksa iş daha da zorlaşır. Burada toplumun yararı gözetilerek karar verilmesi en doğrusu. Bu da şimdilik okulların belirlenen tarihte açılması olarak duruyor.
Özellikle küçük yaş gruplarında kontrollü bir başlangıcın çocukların sosyal ve duygusal gelişimlerine etkisi yadsınamayacak kadar çoktur. Ayrıca büyük yaş grupları ve özellikle de sınava hazırlanan grupların bu süreçte akran iletişimine ve yüz yüze eğitime ihtiyaçları giderek de artmaktadır.
Tüm bunların yanında, toplumda bu çatışmayı bilerek ya da bilmeyerek destekleyen eğitim bilimciler ve eğitim yazarlarımızın olduğunu da görüyoruz. Özellikle Sağlık Bakanlığının son açıkladığı okullarda alınacak tedbirleri de içeren “COVID-19 SALGIN YÖNETİMİ VE ÇALIŞMA REHBERİ Bilimsel Danışma Kurulu Çalışması”’nda yer alan bazı ifadelere gösterilen tepkileri anlamakta gerçekten zorlandığımı belirteyim.
Dediğim gibi ilk açıklandığında da gayet net ve anlaşılır olan bazı ifadelerin (4 metrekareye bir kişi düşecek şekilde personel ve öğrenci planlaması // Sınıf, çalışma salonları kişiler arasındaki sosyal mesafe en az 1 metre olacak şekilde düzenlenmelidir.) bilerek ve biraz da zorlanarak amacından saptırıldığını gördük. Aşağıda bakanlığın açıkladığı ilgili bölüme bakıldığında bu daha net anlaşılabilecektir.
Okullarda Alınması Gereken Genel Önlemler
COVID-19’un ana bulaşma yolu damlacık ve temas yoluyladır. Okullar toplu bulunulan yerlerden olduğu için COVID-19 bulaşma açısından risklidir. Okullarda COVID-19 bulaşma riskini en aza indirmek için yapılacaklar bir süreç yönetimidir. Bu süreç yönetiminde okul yönetimi, öğretmenler, aileler, öğrenciler ve okul çalışanlarının üzerine düşen görev ve sorumluluklar bulunmaktadır. Süreç, yatılı olmayan öğrenciler ve tüm çalışanlar için sabah evde başlar ve yine akşam evde tamamlanır.
Yatılı olanlar ve akşamları görevli öğretmen ve çalışanlar için, bu süreç okuldaki tüm süreyi içerir. Okul binasının girişleri ve içerisinde uygun yerlere kurallar, sosyal mesafe, maske kullanımı, el temizliği ve öğrencilerin hangi koşullarda okula gelmemesi gerektiğini açıklayan bilgilendirme afişleri asılmalıdır. Okul binası girişleri ve içerisinde uygun yerlerde el antiseptiği bulundurulmalıdır. COVID-19 bulaşma riskini en aza indirmek için aşağıdaki önlemlere uyulmalıdır.
• COVID-19’dan sorumlu bir okul yöneticisi görevlendirilmelidir.
• Eğitim faaliyetine başlamadan önce okul binasının genel temizliği su ve deterjanla yapılmalıdır.
• Okullarda temassız ateş ölçer, maske, sıvı sabun ve el antiseptiği veya en az %70 alkol içeren kolonya bulundurulmalıdır. Kullanılmış maskeler için kapaklı çöp kutuları temin edilmelidir.
• Okullarda en az 4 metrekareye bir kişi düşecek şekilde personel ve öğrenci planlaması yapılmalı, içeriye alınması gereken kişi sayısı buna göre düzenlenmelidir.
• Sınıf, çalışma salonları, işlikler, yemekhane, kantin vb. toplu kullanım alanları bulunması durumunda kişiler arasındaki sosyal mesafe en az 1 metre olacak şekilde düzenlenmelidir.
• COVID-19 kapsamında alınacak önlemler okulun varsa web sayfasında yayımlanmalı; okul açılmadan önce veliler e-okul, e-posta, SMS vb. iletişim kanalları ile bilgilendirilmelidir.
Yaklaşık 18 milyon öğrenci ve 1 milyonu aşkın öğretmeni ile büyük bir topluluğun önce sağlık hizmetlerinden eksiksiz yararlanmaları ardından da arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle bir araya gelebilecek önlemleri alınarak okullar açılmalıdır. Okulların açılması veya kısıtların kaldırılması belirsizliklerle dolu, faydaları kadar riskleri de olan bir karar. Bu kararın öğrencilerin sağlık ve güvenliğini riske atmadan öğrenme ihtiyacının karşılanması gerekiyor.
Olası gelişmelerin göz ardı edilmeden ve tedbirlerin de alınmış olduğu koşullarda okulların açılması doğası gereği herkese iyi gelecektir. Devlet okullarında daha zor gibi görünen koşulların da teminatı devlettir ve sorumlulukları olduğu gibi farkındalıkları da olmalıdır.
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi okulların açılmasıyla öğretmen ve öğrencilerin, ailelerin ve hatta diğer tüm çalışanların iyi olma hallerinin sosyal ve psikolojik hazıroluşluklarının desteklenmesi önemlidir ve unutulmamalıdır.
Kaynaklar.
https://pdfs.semanticscholar.org/5bec/4299da92342da2e53e1aa4766f66e4d215a6.pdf
https://covid19bilgi.saglik.gov.tr/depo/toplumda-salgin-yonetimi/salgin-yonetimi-ve-calisma-rehberi/COVID-19_SALGIN_YONETIMI_VE_CALISMA_REHBERI.pdf

> Okulların açılmasını hem isterim hem istemem

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan dartanOkulların açılması kararı sonrası “Hem İsterim Hem İstemem”, yaklaşımına örnek olan yaklaşma-kaçınma duygusunu yaşıyoruz toplum olarak. Bir yandan okulların açılmasını çocuklarımızın eğitim ve öğretimlerinden geri kalmamaları için isterken diğer yandan Covid 19 nedeniyle yaşanabilecek bir olumsuz durumun hem çocuklarımızın hem de aile bireylerimizin sağlığını olumsuz etkileyebileceği kaygısını yaşıyoruz.
Nasreddin Hoca’nın komşularından ileri gelenler, düşünüp taşınıp, Hoca'ya çok zor bir soru sormaya karar verirler ve Hoca'ya: “Hoca efendi sabah olduğu zaman insanların yarısı bir tarafa diğer yarısı da öbür tarafa gitmektedir. Bunun hikmeti nedir?” diye sorarlar. Hoca: “İnsanların hepsi bir tarafa gitseydi, maazallah, dünyanın dengesi bozulurdu”, diye cevap verir.
Nasreddin hocanın bu hoş fıkrası bizlerin bugününe biraz uyuyor. Elbette hepimiz aynı düşünüp aynı şeyleri söylemeyeceğiz dünyanın dengesini bozmamak için ama özellikle eğitim alanında içerisinde bulunduğumuz bir realite varken alınan her kararın mutlak bir destekleyicisi ya da mutlak bir karşıtlığı da olmak zorunda değiliz kanımca.
Bugün eğitim ile ilgili alınan her kararın ya da söylenen her sözün arkasında duran ve savunan bir grup olduğu kadar karşısında durup eleştiren de farklı bir grup var. Toplum olarak ikiye bölünmüş bir durumdayız, alınan her kararın neredeyse topyekûn ya yanında duruyoruz ya da karşısındayız. Milli eğitim Bakanı ve bürokratları da bu kutuplaşmanın karşısında yaptıklarıyla neredeyse kimseye yaranamıyorlar.
Sağlık Bakanı özellikle son pandemi sürecinde günlük bildirimleri, insancıl yaklaşımı, küçüğü büyüğü, genci yaşlısı demeden mesajlarını mizahi yaklaşımıyla vermesiyle ve gece gündüz çalışma temposuyla iyi bir iletişim stratejisi yürüterek en fazla sempati toplayanların başında geldi.
Buna karşılık toplumun önemli bir kesimini direkt ya da dolaylı olarak ilgilendiren eğitim söz konusu olduğunda iyi ve çok başarılı bir eğitimci ve iletişimci olma özelliği bulunan Milli Eğitim Bakanımız, toplumla bu kadar iyi bir iletişim mekanizması kuramadı. Bu konuda özellikle kişisel çabası yeterli olmadı da denilebilir. Her gün ekran karşısında olmak zorunda olmasa da belirsizliklerin hâkim olduğu bu dönemde kendisini ve yapılanları anlatabilmesinde bürokratlarından yeterli desteği göremediği de söylenebilir.
İnsanoğlu, sosyal duygusal ve bilişsel özellikleriyle karmaşık yapıya sahiptir. Aynı anda birçok uyaranın/güdünün etkisinde kalır ve karar vermekte güçlük çekebilir. Psikolojide zaman zaman aynı anda ortaya çıkan farklı özelliklerdeki güdülerin birbirlerini tamamladıkları ya da birbirlerini zıdladıkları durumlarla karşılaşabiliyoruz. Aynı anda iki şeyi de birden isteyebileceğimiz gibi aynı anda hiç istemediğimiz iki durumdan birini tercih etmek durumunda kalabiliyoruz. Ya da aynı anda hem istediğimiz hem de istemediğimiz iki durum bizi çelişkiye hatta bazen iç çatışmaya sürükleyebilir.
Okulların açılması ve normale dönüş
Farklı duyguların bireyi ya da toplumu aynı anda iç çatışmalara götürmesi, psikolojinin temel kavramları içerisinde yer alan uyum/savunma mekanizmaları içerisinde kendine yer edinmiştir. Yukarıda sözü edilen örnek durumlar özellikle MEB’in okulların açılması yönünde açıklandığı takvim ile yeniden bizi birbirimizle karşı karşıya getirdi.
Okulların açılması kararı sonrası “Hem İsterim Hem İstemem”, yaklaşımına örnek olan yaklaşma-kaçınma duygusunu yaşıyoruz toplum olarak. Bir yandan okulların açılmasını çocuklarımızın eğitim ve öğretimlerinden geri kalmamaları için isterken diğer yandan Covid19 nedeniyle yaşanabilecek bir olumsuz durumun hem çocuklarımızın hem de aile bireylerimizin sağlığını olumsuz etkileyebileceği kaygısını yaşıyoruz.
Bu, Aralık 2019’dan beri yaşadığımız ve tüm dünyayı etkileyen bir ölümcül bir salgının halen devam eden etkileri nedeniyle duyduğumuz bir kaygı. Peki, bu kaygı gerçek olarak ortada iken ve sonuçlarının ölümcül olma ihtimali ortadan kalkmamışken eğitim gibi neredeyse 40-50 milyona yakın insanımızı ilgilendiren bir konuda ilgililerden çok net, çok kesin açıklamalar beklemek haksızlık değil midir?
Kriz yönetimi önünü görmeden kararlar almak ve uygulamak mıdır? Ya da kesin olarak hayırcı ya da evetçi olmak mıdır? Veli ya da işveren olarak sizlerin bizlerin alamadığı kesin kararlar da ortada iken büyük kitleleri ilgilendiren bu konularda Milli Eğitim Bakanlığının aldığı kararları siyah ya da beyaz diye aklamak ya da karalamak nedendir. Elbette eleştiri tabii hakkımızdır. Bunu da epey sert bir dille de yapıyoruz sanırım.
Aristo oğlunu uyarırken şöyle demiş: “Eğer doğru konuşursan insanlar, yanlış konuşursan Tanrı senden nefret edecek”. Çok sık karşılaştığımız karar vermenin çok güç olduğu bir duruma işaret ediyor Aristo. Okulların açılması ya da geç hatta hiç açılmaması gibi iki hatta üç alternatifli seçenek arasında karar almanın güçlüğü anlaşılır olmalıdır. Hele hele seçeneklerin daha cazip olanı yoksa iş daha da zorlaşır. Burada toplumun yararı gözetilerek karar verilmesi en doğrusu. Bu da şimdilik okulların belirlenen tarihte açılması olarak duruyor.
Özellikle küçük yaş gruplarında kontrollü bir başlangıcın çocukların sosyal ve duygusal gelişimlerine etkisi yadsınamayacak kadar çoktur. Ayrıca büyük yaş grupları ve özellikle de sınava hazırlanan grupların bu süreçte akran iletişimine ve yüz yüze eğitime ihtiyaçları giderek de artmaktadır.
Tüm bunların yanında, toplumda bu çatışmayı bilerek ya da bilmeyerek destekleyen eğitim bilimciler ve eğitim yazarlarımızın olduğunu da görüyoruz. Özellikle Sağlık Bakanlığının son açıkladığı okullarda alınacak tedbirleri de içeren “COVID-19 SALGIN YÖNETİMİ VE ÇALIŞMA REHBERİ Bilimsel Danışma Kurulu Çalışması”’nda yer alan bazı ifadelere gösterilen tepkileri anlamakta gerçekten zorlandığımı belirteyim.
Dediğim gibi ilk açıklandığında da gayet net ve anlaşılır olan bazı ifadelerin (4 metrekareye bir kişi düşecek şekilde personel ve öğrenci planlaması // Sınıf, çalışma salonları kişiler arasındaki sosyal mesafe en az 1 metre olacak şekilde düzenlenmelidir.) bilerek ve biraz da zorlanarak amacından saptırıldığını gördük. Aşağıda bakanlığın açıkladığı ilgili bölüme bakıldığında bu daha net anlaşılabilecektir.
Okullarda Alınması Gereken Genel Önlemler
COVID-19’un ana bulaşma yolu damlacık ve temas yoluyladır. Okullar toplu bulunulan yerlerden olduğu için COVID-19 bulaşma açısından risklidir. Okullarda COVID-19 bulaşma riskini en aza indirmek için yapılacaklar bir süreç yönetimidir. Bu süreç yönetiminde okul yönetimi, öğretmenler, aileler, öğrenciler ve okul çalışanlarının üzerine düşen görev ve sorumluluklar bulunmaktadır. Süreç, yatılı olmayan öğrenciler ve tüm çalışanlar için sabah evde başlar ve yine akşam evde tamamlanır.
Yatılı olanlar ve akşamları görevli öğretmen ve çalışanlar için, bu süreç okuldaki tüm süreyi içerir. Okul binasının girişleri ve içerisinde uygun yerlere kurallar, sosyal mesafe, maske kullanımı, el temizliği ve öğrencilerin hangi koşullarda okula gelmemesi gerektiğini açıklayan bilgilendirme afişleri asılmalıdır. Okul binası girişleri ve içerisinde uygun yerlerde el antiseptiği bulundurulmalıdır. COVID-19 bulaşma riskini en aza indirmek için aşağıdaki önlemlere uyulmalıdır.
• COVID-19’dan sorumlu bir okul yöneticisi görevlendirilmelidir.
• Eğitim faaliyetine başlamadan önce okul binasının genel temizliği su ve deterjanla yapılmalıdır.
• Okullarda temassız ateş ölçer, maske, sıvı sabun ve el antiseptiği veya en az %70 alkol içeren kolonya bulundurulmalıdır. Kullanılmış maskeler için kapaklı çöp kutuları temin edilmelidir.
• Okullarda en az 4 metrekareye bir kişi düşecek şekilde personel ve öğrenci planlaması yapılmalı, içeriye alınması gereken kişi sayısı buna göre düzenlenmelidir.
• Sınıf, çalışma salonları, işlikler, yemekhane, kantin vb. toplu kullanım alanları bulunması durumunda kişiler arasındaki sosyal mesafe en az 1 metre olacak şekilde düzenlenmelidir.
• COVID-19 kapsamında alınacak önlemler okulun varsa web sayfasında yayımlanmalı; okul açılmadan önce veliler e-okul, e-posta, SMS vb. iletişim kanalları ile bilgilendirilmelidir.
Yaklaşık 18 milyon öğrenci ve 1 milyonu aşkın öğretmeni ile büyük bir topluluğun önce sağlık hizmetlerinden eksiksiz yararlanmaları ardından da arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle bir araya gelebilecek önlemleri alınarak okullar açılmalıdır. Okulların açılması veya kısıtların kaldırılması belirsizliklerle dolu, faydaları kadar riskleri de olan bir karar. Bu kararın öğrencilerin sağlık ve güvenliğini riske atmadan öğrenme ihtiyacının karşılanması gerekiyor.
Olası gelişmelerin göz ardı edilmeden ve tedbirlerin de alınmış olduğu koşullarda okulların açılması doğası gereği herkese iyi gelecektir. Devlet okullarında daha zor gibi görünen koşulların da teminatı devlettir ve sorumlulukları olduğu gibi farkındalıkları da olmalıdır.
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi okulların açılmasıyla öğretmen ve öğrencilerin, ailelerin ve hatta diğer tüm çalışanların iyi olma hallerinin sosyal ve psikolojik hazıroluşluklarının desteklenmesi önemlidir ve unutulmamalıdır.
Kaynaklar.
https://pdfs.semanticscholar.org/5bec/4299da92342da2e53e1aa4766f66e4d215a6.pdf
https://covid19bilgi.saglik.gov.tr/depo/toplumda-salgin-yonetimi/salgin-yonetimi-ve-calisma-rehberi/COVID-19_SALGIN_YONETIMI_VE_CALISMA_REHBERI.pdf

Son Güncelleme: Salı, 04 Ağustos 2020 11:57

Gösterim: 2071


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.