Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
“Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın.” Sokrates
MEB'e bağlı okullarda eğitim alan yaklaşık 21 milyon öğrenci ve 1 milyon 200 bin civarındaki öğretmen 2024-2025 Eğitim Öğretim yılını 9 Eylül Pazartesi günü yaptıkları törenlerle açtılar. Eğitim sektörü öğrenci, veli, öğretmen dâhil tüm paydaşlarıyla tüm ülke insanını doğrudan ya da dolaylı olarak etkiliyor, bu nedenle okulların açılışı büyük bir kitleyi sosyal, kültürel ve ekonomik yönden olmak üzere farklı açılardan etkiliyor. Yeni eğitim ve öğretim yılına umutla ve heyecanla başlanırken eğitimin paydaşları olan öğrenci, öğretmen, veli ve okul/sisteminden beklentiler de az değil. Bu beklentilerin açıklanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, ile karşılanabilmesi mümkün müdür elbette zaman gösterecek.
Sosyal, kültürel ve politik anlamda pek çok değişimin yaşandığı günümüzde en göz alıcı devrim bilişim teknolojileri alanında yaşanmaktadır. Üretim hızının ve türünün çok hızla değiştiği, geliştiği ve kullanımının baş döndürücü biçimde yaygınlaştığı günümüz dünyasında anne-babalar üzerinde çocuk yetiştirmenin dayanılmaz bir ağırlığı ve sorumluluğu bulunmaktadır.
Devlet ya da özel, hangi okul seçilirse seçilsin çocuğun okul yaşamı sırasında ailelerin beklentilerinin tümünün karşılanması da pek olası olamamaktadır. Anne-babanın yetiştiği çevre, eğitim seviyesi, iş hayatı ve edindiği yaşam tecrübesi bu beklentilerin kaynağını oluşturmakladır. Bu zor koşullarda iyi değerlere sahip ve sorumluluk sahibi çocuklar yetiştirmek de gittikçe güçleşmekledir.
Bu güçlüklerin en başında yaşam koşullarının getirdiği ekonomik zorlanmalar gelmektedir. Son yıllarda çalışan anne-babalar, çocuklarıyla farkında olmadan gittikçe daha az zaman geçirmektedirler. İş ortamlarının yarattığı fiziksel ve psikolojik yorgunluk anne-babalar için kaygı ve depresyonu yaşamlarının bir parçası haline getirmekte, bırakın çocuklarına zaman ayırmayı eşlerin birbirlerine zaman ayırmasını bile güçleştirmektedir. Çocuklar için yaratılan kısıtlı zamanlar ise genellikle yorgun, bıkkın ve tükenmişliğin getirdiği stresli ortamlara dönüşmektedir.
MEB verileri ve İstatistikler ise okul öncesi de dâhil tüm kademelerde eğitime erişimin sayısal olarak arttığını gösteriyor. Her yıl eğitim başlangıçları yeni uygulamalar ile bir önceki yılın süreçlerine artılar katmak üzere planlanıyor. Bu yıl da okulöncesinde, 1., 5. ve 9. sınıflarda “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile hazırlanan yeni müfredat uygulanmaya başlıyor ayrıca meslek liselerinin içerisinde ilk kez ortaokullar açılıyor ve 2024-2028 stratejik planında geleceğe yönelik hedefler konuyor.
Eğitime erişimin artmasına rağmen okul dışında kalan çocuklar da bir sorun olmaya devam ediyor. ERG’nin raporlarına bakıldığında yaş büyüdükçe ve okul seviyeleri arttıkça okullaşma oranı düşüyor, buna bir de okula devam etmeyenlerin sayısı eklendiğinde zorunlu eğitim çağında 500 bine yakın öğrencinin eğitimine devam etmediği/edemediği anlaşılıyor.
LÜKS DEĞİL AMA PAHALI!
Eğitim lüks olmasa bile pahalı bir yatırım. Üstelik bunu ülkemizin içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız olmadığını da biliyoruz. Her yıl ülke ekonomisindeki dalgalanmalar olumlu ya da olumsuz ülke insanının cebine, yaşam standartlarına, alım gücüne, sosyal kültürel hayata katılımına, işine ve aşına her şeyine etki ediyor. Tabii burada çocukların eğitimine de sirayet eden bir durum da kendiliğinden oluşuyor.
Örneğin TÜİK, hanehalkı tüketim harcaması 2023 verilerine göre hanehalkı eğitim harcamalarının yüzde 63,1’ini en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapıldığını yüzde 1,5’unun da en düşük gelire sahip yüzde 20’lik bir kesim tarafından yapıldığını açıkladı.
Bu da bize Türkiye’de okulların ve öğrencilerin aynı tip homojen bir yapının içerisinde eğitim aldığını gösteriyor. Yani anne babanın geliri, eğitim durumu, sosyal kültürel özellikleri ne ise öğrencilerin de devam ettikleri okullarda okuyan diğer öğrencilerin de durumu üç aşağı beş yukarı birbirlerine benziyor demektir. Eğitim görenler maalesef çan eğrisinin orta göbeğine yerleşmişlerdir. Türkiye’nin en pahalı okulunda bile maddi gücünüz yoksa isterseniz zekâ açısından dâhi olun okuma şansınız binde bir ya vardır ya yoktur yani işiniz şansa kalmıştır, mümkün değildir. Devlet okullarında ya da özel okullarda da benzer bir yapı vardır. Aileleri birbirine benzeyenlerin çocukların okullarıdır o okullar, eğitim olanakları açısından çok kısıtlı olan okullarda hiç olanağı olmayan vatandaşların çocukları okur.
Veriler de bunu gösteriyor. ERG’nin TÜSİAD işbirliğiyle hazırladığı “Geleceğin Dünyasına Hazırlanırken Eğitime Bakış: PISA 2022 Bulguları Işığı’nda Türkiye’de Eğitimin Durumu Araştırması”na göre Türkiye’de öğrencilerin akademik ve sosyoekonomik olarak ayrışmaları önemli bir sorun olarak dikkat çekmeye devam ediyor. Sosyal kapsayıcılık endeksinde Türkiye 36 OECD ülkesi arasında 32. sırada yer alıyor. Bu durum, OECD ülkelerine kıyasla Türkiye’de öğrencilerin devam ettikleri okulların sosyo-ekonomik olarak ayrıştığını ortaya koyuyor. Türkiye, akademik kapsayıcılık endeksinde ise 37 OECD ülkesi arasında 35. sırada yer alıyor. Bu durum, benzer akademik başarıya sahip çocukların benzer okullarda okuduğunu ve farklı akademik başarıya sahip çocukların aynı okulda olma ihtimalinin daha düşük olduğunu gösteriyor.
Maalesef MEB de bu durumun farkında. Ülkemizde okullar arası geçiş dönemlerinde uygulanan ulusal sınavların gerçekleştirilmesi amacı da bu durumun pekiştirilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor. LGS’de sadece sayıları onları belki yüzleri bulmayan devlet veya özel okullar için bir milyonu aşkın öğrencinin girdiği sınavlar düzenliyoruz. Okulları nitelikli niteliksiz diye sınıflandırıyoruz, eski Milli Eğitim Bakanımız İsmet Yılmaz tarafından söylenen bu söz aslında hiç unutulmuyor çünkü sözün özünde bir gerçeği dile getirmiştir.
Eğitim bu nedenle pahalı bir yatırım. Ünlü filozof Sokrates ‘’Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın.” demiş. Atatürk de zamanında “Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.” Bu iki söz de eğitimin neden önemli olduğunu dile getiren dün bugün ve yarına önemli veciz mesajlardır. Eğitime bu kadar önem verilmesini söylerken eğitimin niteliğinin artması yolunda gerçekleşecek her adımın çok büyük etkiler farklar yaratacağını da biliyoruz. Ancak o zamandır ki ulusal sınavların gerekliliklerini LGS ve YKS sınavlarının zorunluluğunu, bu sınava giren öğrencilerin başarıları ya da başarısızlıklarını konuşmaktan vazgeçebiliriz.
Ticaret sanırım böyle bir şey. Eğer kar edemeyecekseniz o işe girip ticaret yapmazsınız. O düşünce ile işe/ticarete atıldınız diyelim ama işler yolunda gitmedi siz de durumdan ders çıkarıp yine o işi sonlandırırsınız. Görüyoruz ki toplum vicdanını sarsacak biçimde kısa yoldan, belki ahlak dışı veya yasa dışı yollardan güzel hayatlar kurulabiliyor. Sosyal medya aracılığıyla gözümüzün içine baka baka sergilenen lüks ve şatafatlı hayatlar çocuklarımızı gençlerimizi kandırabiliyor ve bunda da ciddi oranda başarılı oluyorlar. Konuşmasını becermeyen, medyatik ama para ve güç sahibi insanlar görmeye alışmak ve buna duyarsızlaşmak durumunda kalmak “Eğitimin Değeri/Ederi Nedir?” diye sormayı olağan hale getiriyor.
Geçen sayıdaki yazımda yer vermiştim tekrar kısaca alıntıladım:
Genelde okulların durumu; Okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirilememesi, nitelikli ve niteliksiz algısına mahkûm edilen Liselerimiz, Anadolu liseleri, imam hatip liseleri, meslek liseleri, teknik meslek liseleri vb okul türlerinin çokluğu. Yetersiz mali ve insan gücü kaynağı, eğitimin niteliğini artıracak nitelikli öğretmen eksikliği, sosyal ve kültürel faaliyetlerin gerçekleştirileceği fiziki alanların eksikliği. Ortalama öğrenci sayısı, derslik ve okul sayılarının yetersizliği, birleştirilmiş sınıf uygulaması, bir öğün yemek veya beslenme desteği, okula devam edemeyen öğrenciler, okul öncesi eğitimin zorunlu olmayışı, öğretmen atamaları, deprem bölgesinde çalışan öğretmenlerin durumu, okulların depreme karşı hazırlık durumları, okulların yeterli dijital altyapıya sahip olmaları, özel okullarda çalışan öğretmenlerin çalışma koşulları.
Mesleki eğitim; Tüm bakanlar aslında mesleki eğitimin önemine vurgu yapmaktadırlar ama adeta mesleki eğitimi yıllar içerisinde birikimli olarak yok edilmiştir. Çıraklık, kalfalık, çiftçilik, el sanatları çeşitli nedenlerle cazipliğini kaybetti. MESEM’ler aracılığıyla da çocuk işçiliğine göz yumulduğu ifade ediliyor.
Özel okullar; Okul ücretlerinin ekonomik koşulların karşılamayacağı kadar artması, özel okul sahiplerinin içerisinde bulundukları ekonomik kriz, sürdürülebilirliğin imkânsız hale gelmesi, öğretmenlerin ekonomik sorunları ve çalışma koşulları, ücretsiz okuyacak öğrencilerle ilgili mevzuat.
Üniversiteler; Her ile bir hatta daha fazla üniversite, plansız bir üniversite yapılanması, YÖK’ün varlığı ve iş dünyasıyla kopuk bir üniversite hayatı, istihdam fazlası mezunlar vb. 2022-2023 Öğretim Yılı Yükseköğretim İstatistiklerine göre, 129’u devlet 75’i Vakıf ve 4’ü de Vakıf MYO olmak üzere ülkemizin 81 ilinde toplam 208 üniversite bulunuyor. Toplamda 7 milyon 81 bin 289 öğrenci öğrenim görüyor. Buna karşılık öğretim elemanlarının toplamı 184.566. Ancak tüm bu verilere göre içerisinde 6 bini aşkın bölümün 1453’ünde yaklaşık ¼’ünde hiç profesör yok, 1050 bölümde ise doçent de bulunmuyor.
Öğretmenler; Öğretmen yetiştirme, atama sayıları ve atanamayan öğretmenler, kariyer sistemi, mülakat, liyakat, yönetici seçimi, öğretmen yetiştiren kurumlardan mezun olanların sayısının her yıl atanan öğretmenlerden çok daha fazla olması. Stratejik planlama hataları. Özel okul öğretmenlerinin yasal ve sosyal haklarının geri planda kalması. Ekonomik koşullarının elverişsizliği, pek çoğunun asgari ücrete mahkûm edilmeleri. Devlette çalışan meslektaşlarına göre hem maaş hem de çalışma koşulları açısından daha geride kalmaları.
Eğitim Fakültelerinin öğretmen yetiştirmede yetersiz kalması, bakanlığın getirmeyi planladığı “Öğretmen Akademileri”. Öğretmenler kendi aralarında kadrolu, sözleşmeli, ücretli diye sınıflandırılmaları, tıpkı piramidin basamakları gibi. En alttakiler ücretli öğretmenler ücret karşılığı derse giriyorlar. Sigortaları eksik yatıyor, emekli olmaları ise hayal.
Sınavlar; Bitmeyen ve gençlerin önünde heyecanlarını, motivasyonlarını ve umutlarını korumak zorunda oldukları sınavlar. Liseye geçiş - LGS, Yükseköğrenime geçiş – YKS ve mesleğe adım atmak, işe yerleşmek için ise – KPSS. Öğrencilerin ya da mezunların sırtındaki yük okudukları okullardan mezun olmakla bitmiyor asıl sıkıntılar bu sıkıntıların çözümü olarak görülen sınavların omuzlarındaki ağır baskısı.
Öğrencilerin durumu; Mutsuz bir öğrenci kitlesi, hazır oluşluğu olmadan bir üst sınıfa geçmek, yap boza dönen sınavlar, değişen müfredatlar, ölçme ve değerlendirme sistemleri, sınıf geçme/kalma meseleleri, disiplin, akran zorbalığı, kılık kıyafet serbestliği, çocukluk ve ergenlik problemleri ve daha fazlaları.
Müfredat ve yönetmelik değişiklikleri; Yeni hazırlanan müfredat, daha önceden hazırlanan yeni müfredat, yine daha daha önceden hazırlanan yeni müfredat. Yöntem hep aynı az sayıda iç paydaşlarla ve kısa sürede gerçekleştirilen müfredat değişiklikleri.
Eğitim ve sağlık sosyal devlet anlayışının vazgeçilmez iki sacayağıdır. Bunlar her vatandaşın istediği ve ihtiyaç duydu anda erişebilmesi gereken iki kavramdır. Ülkemizde maalesef fırsat eşitsizliği kavramı revaçtayken sınıfsal ve sosyal adalet önemli hale geliyor.
Vatandaş için eğitim pahalı olmamalıdır.
Eğitim hem pahalı hem gerekli değil algısı bir ülkenin geleceği ve gerçeği haline dönüşmemelidir. Direnen ebeveynler olmak çocukları korumak durumundayız.
YASAL UYARI:
Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.