Logo

Eğitimin son on yılı

Kategori: Prof. Dr. İrfan Erdoğan
Çarşamba, 11 Haziran 2014 08:15 tarihinde oluşturuldu



Eğitim sistemimizin son on yılı için değerlendirme yapmak benim için hassas bir durum. Çünkü bu dönemin iki yıllık kısmında sorumluluklar aldım, inisiyatifler kullandım. Yaptıklarım ve yapamadıklarım oldu. 2006 yılının Mayıs ayında başlayan ve 21 ay süren Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olarak görev yaptığım dönemde Türkiye’deki belirli çevrelerin ve kurumların üst düzeyde seyreden vesayeti ile gücü elinde bulunduran erk arasındaki çatışmaların gerginliği altında hayatımın zor ama çok anlamlı yıllarını yaşadım. İlgili olduğum alanlarda yaşanan belli başlı eğitim sorunlarının belirli çevrelerle siyasal erk arasındaki gerginlikleri beslememesi için çaba sarf ettim.

Ancak zamanın Milli Eğitim Bakanı ile yaşadığımız uyuşmazlıklardan dolayı 21 Şubat 2008 tarihinde görevi bırakmak zorunda kaldım.  Görevi bıraktığım zaman Anka Ajansına verdiğim demeçte şu sözleri ifade etmiştim;  “Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı gibi yüce bir görevi yürütürken edindiğim tecrübeleri de kullanarak eğitim sistemimizin iyileştirilmesi için bundan sonra da çaba sarf edeceğim. Talim ve Terbiye Kurulu’ndayken hedeflemiş olduğum bazı çalışmaların hayata geçirilmesinin bir eğitimci olarak takipçisi olacağım. Ayrıca kamuoyuna da eğitime yön verebilme konusunda rolünü daha iyi oynaması için yardım etmeye çalışacağım.” Diyebilirim ki; bu ifadeler bende bir bilinç oluşturdu ve bu doğrultuda tabir caizse bin kez düşünüp bir kez konuşmaya özen gösterdim.

Bu doğrultuda Milli Eğitimin son on yıllık dönemine önemli bir eğitim yayını olarak tanıklık etmiş olan artı eğitim Dergisi’nin özel sayısı için Türkiye’deki Milli Eğitime dair söyleyebileceklerim şunlardır:

Eğitimin son on yılı ile daha önceden atılan bir adımın ilişkili olduğuna inanıyorum. O da şudur ki; Türk eğitim sisteminde 1997’de hayata geçen sekiz yıllık kesintisiz eğitim düzenlemesi işleyişi bozmuştur. Bu düzenleme ilköğretime verdiği zararın dışında hayata geçirdiği ağırlıklı başarı puanı ve katsayı uygulaması ile liseleri de ayrıştırdı. Böylece meslek liseleri ve liselerin önemli bir kısmı iddiasız okullar haline dönüşerek anlamsızlaştı. Ben şahsen bu durumu eğitimde on yıldır yaşanan buhranın ana kaynağı olarak görüyorum.  Bu yanlışlığın düzeltilmesi için gerekli adımların atılması için 2012 yılına kadar beklenmiş olmasını da bir ihmal olarak kabul ediyorum. Muhtemeldir ki; bu durumun son on yılın performansında etkisi olmuştur.

Kısaca eğitimde neler oldu son on yıl içinde? Şimdi de bu soruya cevap arayalım. Son on yılın başlarında müfredatlar değiştirilmeye başlandı. Bu süreçte eğitim, çok geleneksel kaldığı ileri sürülerek “yeniden oluşturma-yapılandırma” söylemeleriyle itibarıyla sığlaştırıldı. Müfredat hem bizim hem de Avrupa pedagojisinin deneyimleri, birikimleri ve büyük otoriteleri ötekileştirilerek değiştirilmeye çalışıldı. Bilgiye, zekaya ve öğrenmeye dair kullanılan sloganlarla eğitimin dili, çerçevesi ve programları belli ölçüde bozuldu. Öğretmenler nezdinde bir mekanikleşme ve yabancılaşma süreci yaşandı.

Tabiki anlamlı çalışmalar da yapıldı. Sayın Hüseyin Çelik ve Müsteşar Sayın Nejat Birinci’nin öncülüğü ile açılan Sosyal Bilimler Liselerini çok önemli bir adım olarak not düşmek gerekir. Sayın Nimet Çubukçu döneminde başlatılan bütün liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesiyle ilgili çalışmalar da çok yerinde oldu. Katsayılarla ilgili iki yıl önce yapılan düzenlemeyi de iddiasını ve heyecanını kaybetmiş olan liseleri tekrar canlandırabilecek nitelikte bir adım olarak görmek gerekir. 

Sayın Ömer Dinçer zamanında gerçekleştirilen ilk, orta ve lise şeklindeki yapılanma da önemli bir adımdır. Okulların bu şekilde yani üçlü evreye göre kademelendirilmesinin kalıcı ve sistemi onarıcı bir değişiklik olarak tarihe geçeceğine inanıyorum.  

Son on yılın son iki yılına damgasını vuran konu tabiî ki dershanelerdir. Dershanelere dair dillendirilen radikal politikaların gündeme gelmesi sayesinde eğitim uzun zaman aradan sonra ülkemizin ilk kez ana gündem maddelerinden biri haline geldi. Zaman içinde ileri sürülen düşüncelerin enerjisiyle eğitim sistemini iyileştirecek çok işlevsel düzenlemeler ortaya çıkabilir. Söylem eksik ve problemli bile olsa “Dershaneler kapatılacak” diye dillendirilen süreçle birlikte dershanelerin bir dönüşüm geçirerek okul sistemi ile daha fazla bütünleşeceğini düşünüyorum.  

Ayrıca bu süreçte özel okulların da “kupon” uygulaması ile devletten alacağı katkıyla birlikte daha çok kamusallaşacağını, diğer taraftan kamu okullarının da üzerindeki talep baskısından kurtulacağını ve eğitimde niteliğin de yükseleceğini tahmin ediyorum. Kısacası dershaneleri tartışırken eğitim sistemi içinde de çok anlamlı ve yaratıcı çözümler ortaya çıkacağına inanıyorum.

Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer ve Nabi Avcı olmak üzere her üç Sayın Bakanın da ortaöğretime geçişle ilgili yaptığı çalışmaları 2007 yılında ilk kez Sayın Hüseyin Çelik zamanında birlikte oluşturduğumuz merkezi sınavlardan çoklu sınavlara geçişe dair vizyon doğrultusunda kaldığı ölçüde başarılı olacağını düşünüyorum. Bilinmelidir ki; kademeler arası geçişte yani ortaöğretime ve yükseköğretime geçişte tek sınava bağlı kalmamaya, ağırlıklı orta öğretim başarı puanının etkisini azaltmaya ve katsayı engelini kaldırmaya dair kararlar o zaman alınmıştı. 2006 yılının Kasım ayında yapılan 17. Milli Eğitim Şurası’nda ilk defa bu yönde kararlar alındı.  

Sonuç olarak kısaca söylemek gerekirse; 2003 yılında başlayan tek parti hükümetleri döneminde eğitimi iyileştirmeye yönelik olarak atılan bazı adımların yanında yeni yapılan okullar, öğretmen sayılarındaki artış, bilişim sınıfları, yeni derslikler ve teknolojik altyapı gibi alanlarda çok önemli gelişmeler sağlandı. Eğitim özellikle niceliksel olarak gelişti. Ancak hakkını teslim etmek gerekirse; en yapısal ve dönüşümsel düzenlemeler Ömer Dinçer’in Bakanlığı döneminde yapıldı.  Bu dönemde rehavete girmiş olan Milli Eğitim Bürokrasisi de büyük ölçüde değiştirildi.

Son yıllara damgasını vuran ancak bu sefer Sayın Nabi Avcı’nın Bakanlığı dönemine denk düşen bir yapısal dönüşüm daha oldu; o da MEB’in teşkilat yapısıyla ilgilidir. Ancak bu dönüşümü çok bilinçsizce yapılan bir çalışma olarak görüyorum. Çünkü bu düzenlemeyle MEB’in yapısı bozulmuştur. MEB, bakandan sonra birbiri üzerinde hiyerarşik bir konumlanma olmaksızın Talim ve Terbiye Kurulu, Müsteşarlık ve Teftiş Kurulu’nda oluşan üçlü bir yapıya sahipti. Bu yapı gereğince Talim ve Terbiye Kurulu, yönetmelik ve yönergeler çıkararak, müfredatları ve ders kitaplarını onaylayarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın adeta bir yasama birimi gibi görev yapmaktaydı. Diğer taraftan Genel Müdürlükler görev alanlarıyla ilgili icraatlarla yürütme, Teftiş Kurulu da denetimler yaparak yargı işlevini yerine getirmekteydi. Bu sistem ve işleyiş iki yıl kadar önce Teftiş Kurulu’nun yapısı ve statüsü değiştirilerek bozulmaya başladı. TTK’nın işlevsizleştirilmesini sağlayan 2014 yılının ilk aylarında gerçekleşen son düzenlemeyle de MEB’in, “kuvvetler ayrılığı”na dayalı yapısı tamamen sona ermiş oldu. Bu değişiklikle yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi olan Bakanlığın teşkilat yapısının bilinçsizce bozulduğunu tekrar ifade etmek istiyorum.

Prof. Dr. İrfan Erdoğan

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.