Logo

Türk Eğitim Sisteminin Son 13 Yılında Bir Parantez

Kategori: Prof. Dr. İrfan Erdoğan
Perşembe, 13 Ağustos 2015 14:28 tarihinde oluşturuldu



Prof. Dr. İrfan Erdoğan / Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

irfan erdoğanTürk eğitim sisteminin son on üç yıllık dönemi için tabi ki genel bir değerlendirme yapabilirim. Ancak benim son on üç yıllık dönemin iki yıl kadar süren (12. 05. 2006 - 21. 02. 2008) kısmı için görüşlerim bir tarafa sorumluluklarım da bulunmaktadır. Bu nedenle öncelikle bu dönemde, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olarak gerçekleşmesine öncülük ettiğim bazı çalışmalardan söz etmek istiyorum.

Son on üç yılın en temel icraatlarından biri olarak özellikle ilk yıllarda ilköğretim müfredatında yapılan değişiklik akla gelir. Ben şahsen 2 Haziran 2006 tarihinde TTK kararı haline gelen meslek liselerinin programlarıyla ilgili yapılan çalışmayı daha önemli görüyorum. Çünkü bu değişikle birlikte modüler yapıya dayalı sisteme geçildi. Bir anlamda meslek liselerindeki müfredat içeriği ve işleyişi ilk defa köklü olarak değişmiş oldu.

Bu arada ortaöğretim programlarının değiştirilmesi de önemli bir icraattı. Bu dönemde gerçekleştirilen müfredat çalışmalarında İlber Ortaylı, Nadir Devlet, Çağrı Erhan, Ömür Akyüz, Ömer Asım Saçlı, İzzet Tor, Nilüfer Tapan, Özcan Demirel gibi alanlarında tanınmış olan uzmanlarının katılımını sağladık. Ayrıca ilköğretim ders çizelgelerine Medya Okuryazarlığı, Satranç, Halk Kültürü ve Düşünme Eğitimi adıyla dersler kondu; bu da anlamlı ve başarılı bir adım oldu. Bu derslerden “Medya Okuryazarlığı” dersinin programı Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu ile “Satranç” dersininki de Türkiye Satranç Federasyonu’yla sağlanan işbirliği ile geliştirildi.

On üç yıllık dönemin ilk başlarında açılan Sosyal Bilimler Liseleri de önemli ve özgün bir çalışmadır. Sosyal Bilimler Liselerinin açılması zamanın Bakanı Sayın Hüseyin Çelik ve Müsteşar Sayın Nejat Birinci’nin başarısıdır.  

Ancak bu liselerin, uluslararası bir programın kopya edilmesiyle oluşturulan programı problemliydi. Bu nedenle bu liselerin müfredatını 2006 yılının ikinci yarısında tekrar ela aldık ve değiştirdik. Daha önceden “Sosyal Bilimler” adı altında kes yapıştır mantığı ile bir başlık altında toplanmış olan Tarih, Coğrafya, Psikoloji derslerini kendi özgün adıyla ve çerçevesi ile sunulacak şekilde ayrıştırdık. Ayrıca 10. ve 11. sınıflara da haftada 2 ders saati Psikoloji dersi ekledik. Çizelgede sadece 12. sınıfta iki saat olan felsefe dersine 11. sınıfta da olacak şekilde iki saatlik ders ilavesi yaptık. Ayrıca Antropoloji, Araştırma Teknikleri ve İstatistik adıyla yeni dersler de ilave ettik. Bu arada Araştırma Teknikleri ve İstatistik dersinin Fen Liselerinde de sunulmasına karar verdik.   Her ne hikmetse bu ders sonradan kaldırıldı.

Bu dönemde atılan adımların öğretmeni kalıplayacak şekilde değil özgürleştirecek nitelikte olmasına özen gösterdik. Bu anlamda bütün öğretmenlerin verdikleri derslerle ilgili olarak ders etkinlikleri hazırlamalarını teşvik etmek için 2006 yılının Ağustos ayında “Etkinlik Havuzu” adıyla bir çalışma başlattık. Maksat yapılandırma, oluşturma derken aşırı yapılanan ve özgünlüğünü kaybetme tehlikesi yaşayan öğretmeni özgürleştirmek ve kendine duyduğu güveni arttırmaktı.  

İlköğretim programında yer alan kazanımlar için okul dışı bir mekan olarak müzelerden nasıl yararlanılabileceği ile ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışma da son derece önemlidir. Bu, eğitim ve öğretimi zenginleştirecek, okulun dışına taşıyacak nitelikte de adım oldu. 

Yine okul dışı bir kaynak olarak gazetelerden yararlanabilmeyi sağlayacak bir başka çalışma daha yaptık. Bu doğrultuda derslerde gazetelerden yararlanabilmek için programlardaki kazanımlarla ilişkilendirilen etkinlik örnekleri geliştirdik.

Bir başka çalışma da derslerin sunulduğu dersliklerle ilgili yapıldı. Yayınladığımız 17.08. 2006 tarihli genelgeyle ilk ve ortaöğretim kurumlarında alan-branş derslikleri uygulamasına başladık. Özellikle devlet okullarımız için bu bir ilkti. Bu çalışma daha sonra ülke genelinde kabul gördü ve öğretmen/branş derslikleri yaygınlaştı.

Ayrıca ilköğretime devam eden öğrencilerin velilerinin çocuklarının eğitim ve öğretim çalışmalarına daha etkin olarak dahil olmalarını sağlamak için "İlköğretim Programlarını Anlamaya Yönelik Veli Kı­lavuzu" adlı bir yayın hazırladık. Kılavuzda velilerin çocuklarının izlediği müfredata dair aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi için bilgiler sunulmuştu. Bu çalışma biz görevden ayrıldıktan sonra maalesef kadük kaldı.

Bu dönemde MEB adına düzenlediğimiz 17. Milli Eğitim Şurası’nı da (13-17 Kasım 2006) önemli bir çalışma olarak görmek gerekir. Katılımcı yelpazesi çok geniş olan, her görüşün temsil edildiği bu Şura’da “Kademeler Arası Geçiş ve Avrupa Birliği’ne Giriş Bağlamında Küreselleşme” konuları ele alındı. Zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılması, katsayıların kaldırılması, ortaöğretimdeki okul türlerinin azaltılması gibi daha sonraki yıllarda atılacak adımların esin kaynağı olacak birçok karar alındı. Titiz bir hazırlıkla gerçekleştirdiğimiz bu Şura, aldığı kararlar, katılımcı niteliği, yayınladığı dokümanlar vs. her yönüyle tarihi bir niteliğe sahip olmuştur.

Bu dönemde zamanın Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik’in önderliği ve desteği ile tekli ve merkezi sınavların kaldırılmasına dair bir politika oluşturduk. İlk iş olarak da 2007 yılında Anadolu liselerine giriş için uygulanmakta olan Ortaöğretim Kurumları Sınavları­nı (OKS) kaldırıp yerine sürece dayalı 6.7. ve 8. sı­nıfların sonunda yapılan Seviye Belirleme Sınavlarını içeren okul başarısını da dikkate alan yeni Orta Öğretime Geçiş Sistemini (OGES) getirdik. Orta öğretime geçişi tayin etmek üzere geliştirilen yeni sistem üniversiteye geçişte alanları temel alarak iki aşamalı genel ve özel alanlardaki başarıyı ölçen Yüksek Öğretime Geçiş Sistemi’nin (YÖGES) geliştirilmesi için de model işlevi gördü.

Bu arada ölçme ve değerlendirme uygulamalarına yönelik olarak da 5’lik not sistemi yerine 100’lük puan sistemine geçtik. Bu çerçevede sınavlarda ilköğretimde en az 3, ortaöğretimde 5 soru sor­ma zorunluluğu, dönem içinde en az bir sınavın okul düzeyinde "ortak sınav" şeklinde yapıl­ması, soruların, ders işlenen her haftadan sorulacak şekilde belirlenmesi gibi düzenlemeler yaptık.   

Öğrenci başarısının sürekliliğini sağlamak için üç kez üst üste teşekkür alanlara "başa­rı", takdir alanlara da "üstün başarı" belgesi verilmesine karar verdik. Bu düzenlemenin kısa süre içinde öğrencileri çok iyi motive ettiğine tanık olduk.

Aynı dönemde ilköğretim 4. ve 5. sınıfta okutulmakta olan iki saatlik Yabancı Dil dersini üç sa­ate çıkardık. Yine aynı sınıflarda verilen birer saatlik beden eğitimi dersinin saatini de iki saate çıkardık. Bu arada karnelerle ilgili de çok önemli bir düzenleme yaptık. Bu şekilde karnelerde öğrencinin önceki yıllarda aldığı derslerden elde ettiği başarının gösterilmesine ve öğrencinin okuduğu kitap sayısının belirtilmesine başlandı.  

Yine bu dönemde yurt dışındaki Türk öğrencilerinin bulundukları ülkelerdeki eğitimleri esnasında kullanılmak üzere "Türkçe ve Türk Kültürü Programları" hazırlandı. Ayrıca Batı Trakya'daki Türk ço­cuklarının eğitimi için de ders kitapları hazırlanarak bu kitapların ilk defa kullanılması sağlandı. Bu çalışmaları eğitim için ulusal bir bakış açısına sahip olmanın değersizleştirildiği bir dönemde atılan önemli bir adımlar olarak görmek gerekir.   

Bu dönemin ilk başlarında Personel Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen ve Talim ve Terbiye Kurulu tarafından onaylanan “Kurum Kimliği” çalışmasıyla da Türkiye’deki bütün eğitim öğretim kurumlarında kullanılan yazı, tabela ve sembollerde bir ahenk ve uyum sağlandı.  

Ben bu çalışmaların ardından 21 Şubat 2008 tarihinde görevden ayrıldım. Yukarıda sıraladığım bazı çalışmalara öncü olmanın gururunu yaşadığım etkileşimlere şahit oluyorum. Branş derslikleri, ortak sınavlar, müze ve gazete yoluyla öğretim, yüzlük puan sistemi gibi değişikliklerin olumlu etkisi ile sürekli karşılaşıyorum. MEB’e dair genel değerlendirme içinde kaynayıp gitmesin diye zikretmek istedim. Bu arada yukarıda sıraladığım çalışmaları yapmamıza vesile olan zamanın Sayın Bakanı Hüseyin Çelik’e de şükran duyuyorum. Kendilerini ben şahsen felsefi olarak katılmadığım yönleri olsa da icraatçı başarılı bir bakan olarak görüyorum.

Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in hayata geçirilmesini sağladığı ilkokul, ortaokul ve lise yapılanması da önemli bir adımdır. Ancak özellikle yeni açılan ortaokulların ders çizelgeleri problemlidir ve düzeltilmeye muhtaçtır. Yine Sayın Dinçer’in öncülük yaptığı katsayının kaldırılması da son derece önemlidir.

Diğer taraftan son on üç yıl içinde Anadolu Öğretmen Liselerinin sayılarının arttırılması anlamsız ve gereksiz olmuştur. Dolayısıyla bu liselerin kapatılmasına dair alınan karar da yerindedir.

Son olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın teşkilat yapısında yapılan düzenlemenin ve özellikle Talim ve Terbiye Kurulu’nun bir danışma organı haline dönüştürülmesinin ve Teftiş Kurulu’nun işlevinin değiştirilmesinin doğru olmadığına inanıyorum. 

Bu arada Sayın Nabi Avcı zamanında dershaneler konusuna el atılırken ortaya çıkan özel okulların yaygınlaştırılmasına dair dönüşümün eninde sonunda başarılı olacağını düşünüyorum. Bu sürecin, şu sıralarda bir takım pratik sorunlara yol açsa da, Türkiye’de bir türlü anlaşılamayan özel okul gerçeğinin anlaşılmasına ve kavranmasına yol açması iyi olmuştur. Önümüzdeki yıllarda özel okulculuğun belli savrulmalardan sonra sistem için çekici bir güç odağı olacağı aşikar görünmektedir. Bu, Sayın Nabi Avcı’nın kredi hanesine yazılır mı bilmiyorum ama sonuçta da iyi bir gelişmedir.

Son on üç yıllık dönemde niceliğe dair önemli gelişmeler oldu. Yapılamayanlar da oldu. Yanlış yapılan icraatlar da oldu. Ancak bugün için eğitimde yaşanan sorunlara dair tablonun kolayca bir müsebbip bulup fatura kesecek kadar yalın olmadığını düşünüyorum.      

Mesela eğitim fakülteleri eğitime yabancılaşmıştır ve tablonun olumsuz taraflarından onlar da sorumludur.  Bunca yıl geçmesine rağmen toparlanamayan ve gittikçe de anlamsızlaşan Eğitim Fakültelerinin sınırlarının ve kapasitesinin daraltılarak temel eğitim bilimleri ve öğretmenlik alanlarında bir nevi giriş eğitimi sunması ve akabinde öğretmenliği ve eğitimciliği nihai olarak sağlayacak üst eğitimin MEB tarafından verilmesi bile düşünülebilir.

Bunun dışında eğitimle ilgili kişi, çevre ve kurumlar da eğitimde olup bitenlere tanıktır, hatta bazı başarısızlıklara da ortaktık. Nitekim müfredat yenileme, ders kitaplarının değiştirilmesi, teknoloji kullanımının arttırılması gibi birçok proje ve çalışmalar MEB dışı çevrelerin de enerjisi ve arzusu ile gerçekleştirilmiştir. Eğitimle ilgili sektör temsilcileri de geride kalan on üç yıllık dönem içinde MEB üst düzeyi ile hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler içinde olmuştur.   

MEB’e muhalif olan, itirazlar yapan, duruşlar ortaya koyan sendika, kurum ve kuruluşların kıymeti bilinmelidir.  Çünkü bu çevrelerin itirazları, zaman zaman açtığı davalar MEB için yol gösterici, yararlı ve öğretici olmuştur.  Genellikle “öteki” olarak kalan bu çevreler artık eğitim sistemini besleyen etkili ve işlevsel bir güç kaynağı olarak değerlendirilmelidir.

Bu anlamda önümüzdeki on yıl için iktidarın kimde olduğu önemli değil; eğitimle ilgili çok geniş bir çevrenin katılımının sağlandığı pedagojik temelli bir koalisyon oluşturulmasının ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Nitekim on üç yıllık dönemin ilk beş yılında yaşanan heyecan farklı görüşte olan üst düzey bürokratların, milli eğitim müdürlerinin ve okul yöneticilerinin oluşturduğu enerjiyle gerçekleşmiştir. Tek tipleşmeye geçiş ile birlikte de sistem yorulmuş ve durağanlaşmaya geçmiştir. Bilinmelidir ki; şu saatten sonra sistem sadece para pul, araç gereçle değil, aidiyet duygusu olan bilinçli idarecilerle, eğitimcilerle ve öğretmenlerle canlanır ve dinamikleşir.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.