Logo

Eğitim Sistemi mi yoksa Sistemin Eğitimi mi?

Kategori: Kayhan Karlı - Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
Salı, 04 Aralık 2018 15:44 tarihinde oluşturuldu



Kayhan Karlı - YÖM Okulları Kurucusu

kayhan_karliEğitim sistemi hakkında şu günlerde herkes 2023 vizyon belgesini konuşuyor. Bundan yaklaşık altı ay önce kadar eğitim sistemimiz hakkında bir küçük değerlendirme yazısı yazdığımı ve kapalı bir grupta paylaştığımı hatırladım. Bu belgenin kapsadığı ve kapsamadığı alanları konuşurken benim görüş ve önerilerimi de paylaşmak istedim.
Türkiye nüfusunun %16,9’u, 15-24 yaş arasında ve bu genç nüfusun %24’ü ne okuyor, ne de çalışıyor (TÜİK, 2016). Oysa bu gençler hem ülkenin geleceğini şekillendirecekler, hem de dünyanın… Oy verme yaşının da 18 olduğu göz önüne alındığında, bu oranların ne kadar önemli olduğu açıkça görülüyor. Özetle, bu gençler için acil bir eylem planı yapılmazsa, ülkemizin savrulmaya devam edeceğini söylemek abartılı olmayacaktır. Ülkemizde özellikle orta öğretim dönemi yani lise yılları tam anlamıyla boşa geçirilen yıllar haline geldi. Lise çağındaki çocuklara üniversiteye gitmek için lise diplomasının gereksiz olduğunu söylesek, büyük bir çoğunluğu liseye devam etmez. Bu dönemde okul talebi, veliler ve bir üst öğretime devam etmek isteyen gençlerden geliyor. Ancak yine de okul terk oranları ile açık liselere devam eden öğrencileri birlikte ele aldığımızda, okula olan talebin nasıl ortadan kalktığını görebiliriz. Eğitim sistemini ele alırken, gençlerin okul taleplerini artırmanın yolunu bulmanın öneminin, sınav sistemleriyle uğraşmaktan daha fazla olduğunun altını çizmek gerekir. Yapılan sınav sistemi değişiklikleri yoluyla gençlerin okula talebi oluşturulmaya çalışılıyor ancak bu durum yetişkinlerin gençleri tehdit etmesinden başka bir şey olmadığı için, gün geçtikçe gençlerde yetişkinlere karşı bir kızgınlık artarak büyüyor.

Gençler açısından bir diğer önemli nokta ise eğitim aldıktan sonra istihdam kapasitesinin artmamasıdır ki bu durum açıkça çaresizliklere yol açıyor. Özellikle alt ve orta gelir grubundaki anne-babalar, tarım toplumu ile bağları koptuğu ve şehirde yaşama tutunmaya çalıştıkları için, çocuklarının tek geleceğinin iyi eğitim olduğunu biliyor ve düşünüyorlar. Yine aynı grup için iyi eğitimin tarifi, iyi okulları kazandıran ve en sonunda istihdam yaratan okullar… Çünkü kendilerinden daha fazla ve daha iyi eğitim almazlarsa çocuklarının mevcut durumda kendilerinin yaptığı işleri dahi bulamayacağını açıkça görüyorlar. Diğer yandan teknolojinin hızlı gelişimi, sosyolojik olarak toplumları büyük bir hızla değiştiriyor. İnsan gücüne bağlı işler hızla yok olurken, bu işlerin pek çoğunu artık robotlar-programlı makineler yapıyor. Bir otomobil fabrikasında, bant sistemiyle seri üretim yapan her türlü üretim mekanında artık insan gücü yerine otomasyon ve robotlar devreye giriyor. Bu durum, eğitimin hem niteliğini, hem sürelerini, hem de yöntemlerini değişime zorluyor. Sınavlar üzerinden yapılan tartışma, güncel gündemi başka noktaya çevirerek esas sorunu göz ardı etmeye devam etmek demektir.

Beyin araştırmaları bize gösteriyor ki, 15 yaşından sonra gençlerin üst düzey düşünme becerilerinin gelişimi zirve yapmış oluyor. Bu nedenle de artık lise ve üniversite yıllarında bu gençlerin kişiliklerine saygı duymayı öğrenen yetişkinlerle ilişki kurmaya ihtiyaçları var. Bu dönemin en kritik gerçeği ise artık onlara öğretmeye çalışmanın çok fazla anlamı yok çünkü sadece içsel motivasyonla öğreniyorlar. İçsel motivasyon oluşturmanın üç temel gerekliliğinden ilki karar verme otonomisidir. Gençlerimize ne kadar karar verme otonomisi kazandırdığımız ve/veya okullarda bu durumun nasıl olduğunu düşününce, gençlerin okula olan taleplerinin kaybolmasını anlamak hiç de zor değil. TEOG ve üniversite seçme sınavlarında derece yapan, Tunceli vb. imkanları kısıtlı bölgelerden ve ailelerden gelen çocukların hepsinde bu içsel motivasyonu görebiliriz. Bu çocuklardan bazılarını özellikle basın röportajlarını okuduğumuzda, ebeveynlerinin onların içsel motivasyonunu geliştirecek şekilde davrandıklarını görmek şaşırtıcı gelmiyor.

Diğer yandan temel eğitim incelendiğinde, çağ nüfusunun kalabalıklağı yanında eğitimin kalitesini artırmak yerine sadece bir sınav sistemi üzerinden yapılan değişiklikler ve sistem tartışması yürütülüyor. Oysa ne bu tartışmalar, ne de tartışılanın kendisi eğitim sistemine hiçbir katkı sağlamayacaktır. Herkesin bildiği esas ve büyük sorun, okullarımız arasında nitelik farklarının uçurum haline gelmiş olduğudur. Her türlü sistem tartışmasının ötesinde, öncelikle okullarımız arasındaki nitelik farklarını en aza indirmeliyiz. 4+4+4 sistem değişikliği sonrası yaşanan temel sorunlardan biri ilkokulun kısalması ve erkene alınan okula başlama yaşı, çocukların olgunlaşma sürecini hızlanmaya zorluyor ki bu durum çocukların okuldan kopmasına neden oluyor. ERG ve TEGV’in birlikte hazırladığı 4+4+4 İzleme Raporu’nda, sistem değişikliği yaşanmadan önce (2011-2012 dönemi) 5. sınıfta okuyanlar ile yeni sistemde (2012-2013 dönemi) 5. sınıfta okuyan öğrenciler karşılaştırıldığında; akran zorbalığının % 30’a yakın artış gösterdiği, okulu bırakmayı düşünen öğrenci sayısının %5,6’dan %9,1’e yükseldiği sonuçlarıyla karşılaşıyoruz. Henüz hazır olmadan 5. sınıfı ortaokula dahil etmek hem ortaokulun niteliğini zorlamış hem de ilkokul için aceleci bir dayatma olmuştur. Beraberinde ortaokullarımızın kimliksizleşerek sadece liseye geçiş sınavları için bir okul türüne dönüşmüş ve pek çok il-ilçede yöneticiler yoluyla bu okullar dershaneler gibi çalışmaya zorlanmıştır. Bu durum veli kaygısıyla birleşince, bir kamuoyu baskısı haline gelmiştir. Oysa ortaokul yılları, çocukların gençlik yılları öncesinde sosyal ve duygusal becerilerini geliştirebilecekleri en önemli dönemdir. Bu dönemde geliştirilecek tutum ve beceriler, onların üst eğitim kurumlarındaki hem akademik başarıları hem de mesleki yönelim ve tercihlerini belirleyecektir. Bu nedenle bugün kimliksizleşmiş olan ortaokulların acilen program ve süreç yönetimi açısından ele alınması gerekmektedir.

Temel eğitim sisteminde bir diğer önemli alan, okul öncesi eğitimdir. Araştırmalar gösteriyor ki özellikle eleştirel düşünme, üst düzey düşünme becerilerinin en çok geliştiği 3-5 yaş dönemini çocuklar okulda geçirmeliler. Çocukların gerek akademik anlamda başarılı olması, gerekse sosyal-duygusal becerilerinin gelişmesi açısından okul öncesi eğitimin yadsınamaz bir önemi var. Prof. Dr. Mehmet Kaytaz’ın 2005 yılında AÇEV için hazırladığı okul öncesi eğitimde fayda maliyet analiziyle ilgili raporu bize bir kez daha gösteriyor ki, okul öncesi eğitimi alan çocuklarda sınıf tekrarı oranı düşüyor, bu çocukların üniversiteye devam etme ve yüksek maaşlı iş bulma oranları artıyor. Tüm bunlar hesaplandığında ise 1’e 7 kâr getiren bir yatırım ortaya çıkıyor! Yani okul öncesi alanına yapılan 1 TL’lik yatırım 7 TL olarak geri dönüyor. Okul öncesi eğitime yapılan yatırımın önemi bu kadar ortadayken, ülkemizde öğrenci başına yapılan harcamanın en düşük olduğu kademe okul öncesidir.

Okul öncesi eğitimde gelişmesi gereken alanlardan biri okullaşma oranlarıdır. Bu oranlara baktığımızda, ülkemizdeki durum hiç de iç açıcı değil. 2016-17 yılı verilerine göre, Türkiye genelinde okul öncesinde net okullaşma oranları 3-5 yaş için %36, 4-5 yaş için %46, 5 yaş için %59’dur. Okullaşma oranlarının düşük olmasının yanı sıra diğer bir sorun da okul öncesi eğitimin çoğunlukla öz bakım becerilerinin gelişimine yönelik bir alan olarak algılanması. Oysa ki bu dönemde beyindeki müthiş gelişimi de göz önünde bulundurarak, kaliteli bir okul öncesi eğitimde sosyal ve duygusal becerilerin gelişimine odaklanmak gerekir.

Özetlemek gerekirse, ne yapmalı sorusuna cevap olabilecek birkaç öneriyi şöyle sıralayabilirim:

1. Belediyeler ve yerel yönetimler aracılığıyla okul öncesi eğitim seferberliğine başlanmalı, bu kademedeki eğitimin sorumluluk ve koordinasyonunun yerel yönetimlere devredilmelidir.
2. Ülke genelinde sayıları bir milyona yaklaşan öğretmenlerimizin mesleki gelişimlerinin acil olarak sağlanması için ÖRAV | Öğretmen Akademisi Vakfı ve YÖM | Yenilikçi Öğrenme Merkezi vb. kurumlar oluşturulmalıdır.
3. Yerel farklılıklara göre gelişim ve izlemeyi sağlamak için, ülkeyi en az dört bölgeye ayırarak eğitim araştırma laboratuvarları oluşturmalı ve veri temelli uygulamalar geliştirmeliyiz.
4. Özellikle kentlileşen nüfusumuzun yeni dinamiklerini göz önünde bulundurarak, okulları sadece geleneksel anlamda okul olarak değerlendirmek yerine, bulunduğu mahallenin öğrenme merkezi haline getirecek şekilde yeniden yapılandırmak gerekir.
5. Okullarımızın bilişsel alanlara odaklanmasının yanı sıra, bireyin sosyal-duygusal gelişimi için de çalışması, bunu gözlem ve değerlendirme yoluyla velilerle paylaşması sağlanmalıdır. Okul binalarının, farklı amaçları gerçekleştirebilir ve geniş oyun alanları sağlar şekilde düşünülmesi gerekir.
6. Okullarda yöneticilik sorunu için acil bir yönetim ve liderlik akademisi oluşturulmalıdır. Bu yolla mevcut yöneticilerin gelişimi sağlanırken, yeni yetişeceklerin en az yüksek lisans düzeyinde bir eğitim alan kişilerden oluşması sağlanmalıdır.
7. Ortaokulun yapı ve sürecinin yeniden düzenlenmesi, geçiş döneminin çocuklar açısından verimli hale getirilmesi gerekir. Ortaokulun dört yıl olması mantıklıysa da +1 yılı ilkokul değil liseden almalıdır. Eğitim sistemi, okul öncesini de içine alacak şekilde, 1+5+4+3 şeklinde revize edilmelidir.
8. Lise eğitimi sıfırdan tasarlanmalıdır. Süre açısından 3 yıl son derece doğru olur ancak okul türleri açısından dikkatle ve az sayıda tür oluşturmak önemli olacaktır. Bu dönemdeki çocuklara neredeyse hiç karar aldırmayan mevcut yapı yerine, kademeli olarak ders programını öğrencinin oluşturabildiği seçme ve kredi modeli lise yıllarında daha uygun olacaktır. Örneğin öğrencilerin bir haftalık 36 saat ders programını yapılandırıp takip etmelerini dayatmak yerine, okulda bulundukları zamanı verimli kullanmak ve hatta okulun farklı mekanlarını kullanmak adına en azından 16 saatlik bölümünü kendi tercihlerine bırakabiliriz.
9. Lise yıllarında gençlere girişimcilik, sosyal girişimcilik ve liderlik gibi becerilerini geliştirecek bir ekosistem oluşturmak gerekir. Bu yolla yaratıcı fikirlerin erken yaşta istihdam yaratması sağlanabilir.
10. Herkes kod yazan olmayacak! Erken yaşlarda kodlama öğretmenin esas amacı olan algoritmik düşünme becerisini geliştirmeyi sadece kodlamayla değil farklı yollarla da geliştirelim. Eğilimi olan gençler ve çocuklar için dijital ekosistemi güçlendirerek yerel kod yazan sayılarımızı artıracak lise içinde atölyeler modeline geçiş yapmak gereklidir.
11. Özellikle ülkemizde eğitim hakkında velilerin talebi yok! Velilerin bilinçlenmesi için ulusal bir seferberlikle sadece sınavın değil esas olarak nitelikli okulların çocuklarımızın geleceğini değiştireceğini anlatarak talep etmeleri için motive edilmelidirler.
12. Arada kalmış genç işsizlerimize yol açarak sertifika programları yoluyla onları topluma hizmet noktasına taşımalıyız. Bu noktada okullarımızı öğrenme merkezleri haline getirmek işe yarayacaktır. Ayrıca atanamayan öğretmen adayları da bu projelerde değerlendirilebilir.
13. Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi, ortaokuldan başlayarak 21. yüzyıl becerilerini her okulun kendi modeli içinde kazandırması için bir inisiyatif verilmelidir.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.