Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi (TEOG) kapsamında yapılan birinci dönem ortak sınavların sonuçları geçtiğimiz Cuma günü açıklandı. New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Eğitim ve İstatistik Uzmanı Doç. Dr. Selçuk Şirin, TEOG’u, Türkiye eğitim sistemini ve eksikliklerini anlattı.

Taraf Gazetesi'nden Sümeyra Tansel'in sorularını yanıtlayan Şirin, "Merkezi bir sınavın kaldırılması için nasıl bir ön çalışma yapılması gerekir ? Bizde bu süreç nasıl oldu? sorularına şu yanıtı verdi:

Her ülkede bizdeki gibi öyle günde bir milyon insanın girdiği bir sınav yok. Mesela Amerika’da yok. Oradaki merkezi sınavın amacı öğrenci ölçmek değil. Öğretmeni ve okulu değerlendirmek. Örneğin New York’ta öğrencilerin sınavdan aldıkları puanların ortalamaları, eyaletteki diğer okullarla karşılaştırılıyor. Ve en düşük puanı alan 30- 40 okula “Bu öğrencileri eğitemiyorsunuz. Dolayısıyla yeniden başlayalım” deniyor.

“Yeniden başlayalım” deyince ne oluyor?

3 Okul kapatılıyor. Yeni bir kadro göreve geliyor. Öğrenciler başka okullara dağıtılıyor, o okul bitmiş oluyor. Bir anlamda öğretmenler cezalandırılıyor.Peki öğrenciler için hiçbir sınav yok mu? Var. Ama bütün Amerika’da değil, sınavlar eyalet eyalet değişiyor. Bu sınavların bizden farkı ise uygulama odaklı olmaları. Öğrenciler sınav tekniğini öğrenmek için orada da kursa gidiyor ama yalnızca iki haftalık kurslar bunlar. Çünkü sınavlar ezber odaklı değil. Üstelik bir üst eğitim kurumuna geçiş için sınavlar tek kriter değil. Kriterlerden sadece bir tanesi. Bizde ise tek kriter. Yani çocuğun bilimsel çalışmalarının, içinde bulunduğu toplumsal hareketlerin hiçbir katkısı yok.

Liseye girişte merkezi sınav sistemi uygulayan başka bir ülke var mı?

Belki doğuda vardır ama Avrupa’da ve Amerika’da liseye girişte uygulanan merkezi bir sınav yok. Okulların kendi eleme sistemleri var. Ve bu eleme sistemlerinde asla ve asla tek kriter okuldaki başarı değil. Bizim konuşmamız gereken şey seçme değil, seçme sisteminin kriterinin ne olacağı. Sadece sınav mı, sınav artı başka değerlendirme kriterleri mi? Toplumsal sorumluluk projelerine katılım bir kriter olabilir mi? Ya da mesela çocuk çok iyi ressamdır, TÜBİTAK’tan proje başarı ödülü almıştır. Bizde böyle bir sistem deneniyor ama yeterli değil. Bizim eğitimdeki temel sıkıntımız, eğitime ait sorunlarımızın hiçbirinin eğitimden kaynaklanmıyor olması.

Neden kaynaklanıyor?

Merkezi otorite. Ankara’nın her şeye karar verecek konumda olması ve kendini öyle görmesi, yasal olarak da sistemin buna göre kurulmuş olması. Yani Ankara’da bir kişi bir sabah kalkıyor ve “Bundan sonra TEOG olacak” diyor. Bütün bu reformlar kararlaştırılırken bir ön hazırlık, fizibilite çalışması yok. TÜSİAD için “Veriye dayalı eğitim reformu” başlıklı bir rapor hazırlamıştık. 13 tane maddesi vardı. Birinci maddesi ise eğitimde reform yapma yöntemini değiştirmemiz gerektiğiydi.

Reform yapma yönteminde neyi değiştirmeliyiz?

Eğitimdeki değişiklikler hiçbir veriye dayanmadan tamamen ideolojik ya da günübirlik gerekçelerle yapılıyor. Eğitimin sürekli değiştirilmesi çok doğal çünkü insan değişiyor, değişen insana uygun eğitim ortamları sunmamız lazım. Fakat doğru olmayan bu değişikliklerin hiçbirinin veriye dayanmıyor olması.

Veriye dayalı reform derken neyi kastediyorsunuz?

Belirli aşamaları var. Önce tartışma ortamı olacak, yani toplumun farklı kesimlerinden fikir alacaksınız. Ve bu fikirlerin pilot uygulamasının yapılması lazım. Türkiye’de eskiden yapılıyordu. Şu an Türkiye’de çocuklarımız kobay olarak kullanılıyor. İşte 5,5 yaş skandalı yaşandı biliyorsunuz.

Okul öncesi eğitimde yapılan reformdan bahsediyorsunuz…

Evet. Bir yanlış hesaplamadan dolayı çocukları okula erken başlattılar. Göndermeyen ebeveynler rencide edildi. Ondan sonra ne oldu. Eski sisteme geri dönüldü. Ve o aradaki bir sınıf; öğretmen başına öğrenci sayısı anlamında müthiş dezavantajlı bir sınıf oldu. Şimdi yıllar itibariyle bunun daha çok etkisini göreceğiz. O sene okula başlayan birinci sınıf öğrencileriyle bir sürü sorun yaşayacağız. Bunlar ortaokula gelince de sorun olacak liseye gelince de.

Nasıl bir sınav uygulanmalı Türkiye’de?

Amerika’yı yeniden keşfetmemize gerek yok. Dünya’daki en iyi uygulamalara bakmak lazım. Dünya’da PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ve TIMSS (Uluslararası Eğitim Başarılarını Değerlendirme Kuruluşu) diye iki uluslararası test var. Bu iki teste bakarak Türkiye’deki eğitim sistemini dünya eğitim sistemleriyle karşılaştırabilirsiniz. İkisi de ekonomik kalkınma kuruluşları tarafından yapılıyor.

Nedir PISA sınavı?

PISA, sadece çoktan seçmeli değil, açık uçlu soruların da yer aldığı bir sınav. Bu sınavı diğerlerinden ayıran özellik: uygulamalı sorular. Örneğin size bir harita veriyor ve diyor ki “Bu harita da şuradan, şuraya gitmenin en kısa yolunu göster” Yani matematiği biliyor musun değil, matematiği bir soruyu çözerken kullanabiliyor musun? Tamamen bilginin kullanımına yönelik bir test. Eleştirel düşünceyi, problem çözmeyi ve yaratıcılığı ölçüyor. Bunların hiçbiri bizde ölçülmüyor. Nerden biliyoruz çünkü bizim çocuklar PISA’ya girince sonuç ortaya çıkıyor. Bizim çocuklar tökezliyor sınavda.

PISA’dan aldığımız sonuç ne?

Son 12 yıldır yapılan 4 PISA testinin hiçbirinde ilk 40’ta yokuz. 65 ülke giriyor bu sınava bunların 33 tanesi OECD ülkesi, biz ise 46. sıradayız. OECD ülkeleri arasında ise sonuncuyuz. Çünkü bizim eğitim sistemimiz ezbere dayalı. Oysa öğrencilerimiz öğrendikleri hiçbir şeyi yarın hatırlamayacak. Hatırlasalar da bu bilgilerin çoğu işlerine yaramayacak. Çünkü 3- 4 yılda bir bilgi değişiyor. Yani sekizinci sınıf çocuğu 11’e geldiğinde burada öğrendiği çoğu bilgi işlevsiz olacak. Dolayısıyla bizim bu çocuklara bilgiyi değil, bilgiye ulaşmayı ve kullanmayı öğretmemiz lazım. Sınavların da bunu ölçmesi lazım çünkü sınav neyi ölçerse eğitim sistemi de kendisini ona göre organize ediyor.

Sınavlar nasıl şekillendiriyor eğitim sistemini?

Eğer sınavda yaratıcılığı, problem çözmeyi ölçerseniz sistem de ona göre değişir. OECD, PISA’yı Milli Eğitim Bakanlığı aracılığıyla yapıyor. Dolayısıyla PISA sınavları resmi verilerdir. PISA’nın problem çözme testine göre Türkiye’nin sadece yüzde 2,2’sinin en üst düzeyde problem çözme becerisi var. Şimdi yüzde 2,2’si problem çözüyor, yüzde 98’i problem üretiyor.

Problem çözmeyi bilmiyoruz yani…

Evet. Bu test insanların normal hayatta karşılaştıkları problemlere çözümler üretip üretmediğini soruyor. Haritayla, yol bulmayla ilgili sorular var. Bu testte başarılı olan ülkelerde inovasyon (yenilikçilik) yükseliyor. Yeni ekonomi ise yaratıcılığa, problem çözmeye, inovasyona dayanıyor. 2Ya dışarıda üretilenleri burada yapacaksınız ki o zaman da zengin olamıyorsunuz. Ya da yeni bir şey yapacaksınız. Bu da inovasyon, patent demek. Bizim eğitim sistemi yeni ekonomide ihtiyaç olan becerileri çocuklara kazandırmıyor.

PISA’nın yöntemi neden uygulanmıyor bizde?

Bizim sorunumuz eğitim sorunu değil. Türkiye’nin yönetim sorunu. İstanbul’daki bir parkın nereye olacağına Ankara karar veriyorsa herhalde testin nasıl olacağına da biz karar vermeyeceğiz. Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” diye bir kitabı var. Orada tarih boyunca bazı ülkelerin zenginlik ve fakirlik nedenleri anlatılıyor. Kitapta bunları açıklayan bir mekanizma var o da “inclusive institutions” yani toplumdaki farklı fikirlere, toplumsal yönetime kurumlarla, hukukla katılma olanağı veren demokrasi.

Türkiye’de durum nasıl?

Bizde farklı fikir, tartışma deyince hoşlanılmıyor. Oysa şu inovasyon ekonomisinde “düzen, nizam” diyen bir sistemin yaşama şansı yok. Şimdi adam WhatsApp diye bir şey çıkarıyor, 53 kişi çalışıyor, 5 yıllık bir şirket ama 19 milyar dolar. 19 milyar dolar deyince Tüpraş, Türk Hava Yolları, Petrol Ofisi, Türk Telekom dördünü yan yana koy bunların hepsi bir WhatsApp etmiyor. İşte bunu düşünmek lazım. Nasdaq mesela…İleri teknoloji şirketlerinin alınıp satıldığı bir borsa. Sadece New York’ta var.Türkiye’nin ise Nasdaq’a kayıtlı bir tane şirketi yok.

Yakın coğrafyamızdaki ülkelerin var mı?

Yunanistan’ın 17, İsrail’in 70 şirketi var. Nasıl oluyor? Çünkü orada farklı fikirlerin yarışmasına, insanların tahayyül etmesine ödül veren bir eğitim sistemi var.

Ak Parti’nin iktidarı süresince eğitimde nasıl bir yol alındı?

Zaman zaman doğru şeyler oldu. Mesela Nimet Baş döneminde MEB’de okul öncesiyle ilgili ciddi atılımlar yapıldı. Sonra yeni bakan geldi topyekün silindi o reform girişimi. Dünyada eğitimle uğraşan herhangi bir uzmana sorun; çocuklar okul öncesinde bir ya da iki yıl çok kaliteli eğitim aldıkları takdirde lisede çok kaliteli eğitim vermenize gerek yok. Onlar zaten başarılı olurlar. Hatta Heckman isimli bir ekonomist, Nobel ödülü almıştır bu analizden dolayı. Okul öncesi eğitime yatırım yaptığınız zaman her 1 dolarlık yatırım 7 dolar olarak topluma geri döner. Geri dönüşü en yüksek yatırımdır.

Okul öncesi eğitime katılımda Avrupa’da nerdeyiz?

Yüzde 30’la son sırada. Bizim bir üstümüzdeki ülkenin katılımı yüzde 80’in üstünde. Okul öncesi eğitim almış biriyle diğeri arasında PISA’da 60 puanlık fark var. Bu 1,5 yıllık öğrenme demek. Yani okul öncesine giden ve gitmeyen öğrenciyi 15 yaşında lisede ölçtüğünüzde aralarında 1,5 yıllık bir öğrenme farkı olduğu görülüyor. Çok ciddi bir fark. Türkiye’de herkes kaliteli bir şekilde okul öncesine gitse, biz OECD ortalamasına geliyoruz. Yani PISA sıralamasında 46’dan belki 25- 28’inci sıraya geleceğiz. Hatta Amerika’yı yakalayacağız. Türkiye’nin geleceğine yapılacak en büyük katkı bu.

> TEOG Google testi gibi

Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi (TEOG) kapsamında yapılan birinci dönem ortak sınavların sonuçları geçtiğimiz Cuma günü açıklandı. New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Eğitim ve İstatistik Uzmanı Doç. Dr. Selçuk Şirin, TEOG’u, Türkiye eğitim sistemini ve eksikliklerini anlattı.

Taraf Gazetesi'nden Sümeyra Tansel'in sorularını yanıtlayan Şirin, "Merkezi bir sınavın kaldırılması için nasıl bir ön çalışma yapılması gerekir ? Bizde bu süreç nasıl oldu? sorularına şu yanıtı verdi:

Her ülkede bizdeki gibi öyle günde bir milyon insanın girdiği bir sınav yok. Mesela Amerika’da yok. Oradaki merkezi sınavın amacı öğrenci ölçmek değil. Öğretmeni ve okulu değerlendirmek. Örneğin New York’ta öğrencilerin sınavdan aldıkları puanların ortalamaları, eyaletteki diğer okullarla karşılaştırılıyor. Ve en düşük puanı alan 30- 40 okula “Bu öğrencileri eğitemiyorsunuz. Dolayısıyla yeniden başlayalım” deniyor.

“Yeniden başlayalım” deyince ne oluyor?

3 Okul kapatılıyor. Yeni bir kadro göreve geliyor. Öğrenciler başka okullara dağıtılıyor, o okul bitmiş oluyor. Bir anlamda öğretmenler cezalandırılıyor.Peki öğrenciler için hiçbir sınav yok mu? Var. Ama bütün Amerika’da değil, sınavlar eyalet eyalet değişiyor. Bu sınavların bizden farkı ise uygulama odaklı olmaları. Öğrenciler sınav tekniğini öğrenmek için orada da kursa gidiyor ama yalnızca iki haftalık kurslar bunlar. Çünkü sınavlar ezber odaklı değil. Üstelik bir üst eğitim kurumuna geçiş için sınavlar tek kriter değil. Kriterlerden sadece bir tanesi. Bizde ise tek kriter. Yani çocuğun bilimsel çalışmalarının, içinde bulunduğu toplumsal hareketlerin hiçbir katkısı yok.

Liseye girişte merkezi sınav sistemi uygulayan başka bir ülke var mı?

Belki doğuda vardır ama Avrupa’da ve Amerika’da liseye girişte uygulanan merkezi bir sınav yok. Okulların kendi eleme sistemleri var. Ve bu eleme sistemlerinde asla ve asla tek kriter okuldaki başarı değil. Bizim konuşmamız gereken şey seçme değil, seçme sisteminin kriterinin ne olacağı. Sadece sınav mı, sınav artı başka değerlendirme kriterleri mi? Toplumsal sorumluluk projelerine katılım bir kriter olabilir mi? Ya da mesela çocuk çok iyi ressamdır, TÜBİTAK’tan proje başarı ödülü almıştır. Bizde böyle bir sistem deneniyor ama yeterli değil. Bizim eğitimdeki temel sıkıntımız, eğitime ait sorunlarımızın hiçbirinin eğitimden kaynaklanmıyor olması.

Neden kaynaklanıyor?

Merkezi otorite. Ankara’nın her şeye karar verecek konumda olması ve kendini öyle görmesi, yasal olarak da sistemin buna göre kurulmuş olması. Yani Ankara’da bir kişi bir sabah kalkıyor ve “Bundan sonra TEOG olacak” diyor. Bütün bu reformlar kararlaştırılırken bir ön hazırlık, fizibilite çalışması yok. TÜSİAD için “Veriye dayalı eğitim reformu” başlıklı bir rapor hazırlamıştık. 13 tane maddesi vardı. Birinci maddesi ise eğitimde reform yapma yöntemini değiştirmemiz gerektiğiydi.

Reform yapma yönteminde neyi değiştirmeliyiz?

Eğitimdeki değişiklikler hiçbir veriye dayanmadan tamamen ideolojik ya da günübirlik gerekçelerle yapılıyor. Eğitimin sürekli değiştirilmesi çok doğal çünkü insan değişiyor, değişen insana uygun eğitim ortamları sunmamız lazım. Fakat doğru olmayan bu değişikliklerin hiçbirinin veriye dayanmıyor olması.

Veriye dayalı reform derken neyi kastediyorsunuz?

Belirli aşamaları var. Önce tartışma ortamı olacak, yani toplumun farklı kesimlerinden fikir alacaksınız. Ve bu fikirlerin pilot uygulamasının yapılması lazım. Türkiye’de eskiden yapılıyordu. Şu an Türkiye’de çocuklarımız kobay olarak kullanılıyor. İşte 5,5 yaş skandalı yaşandı biliyorsunuz.

Okul öncesi eğitimde yapılan reformdan bahsediyorsunuz…

Evet. Bir yanlış hesaplamadan dolayı çocukları okula erken başlattılar. Göndermeyen ebeveynler rencide edildi. Ondan sonra ne oldu. Eski sisteme geri dönüldü. Ve o aradaki bir sınıf; öğretmen başına öğrenci sayısı anlamında müthiş dezavantajlı bir sınıf oldu. Şimdi yıllar itibariyle bunun daha çok etkisini göreceğiz. O sene okula başlayan birinci sınıf öğrencileriyle bir sürü sorun yaşayacağız. Bunlar ortaokula gelince de sorun olacak liseye gelince de.

Nasıl bir sınav uygulanmalı Türkiye’de?

Amerika’yı yeniden keşfetmemize gerek yok. Dünya’daki en iyi uygulamalara bakmak lazım. Dünya’da PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ve TIMSS (Uluslararası Eğitim Başarılarını Değerlendirme Kuruluşu) diye iki uluslararası test var. Bu iki teste bakarak Türkiye’deki eğitim sistemini dünya eğitim sistemleriyle karşılaştırabilirsiniz. İkisi de ekonomik kalkınma kuruluşları tarafından yapılıyor.

Nedir PISA sınavı?

PISA, sadece çoktan seçmeli değil, açık uçlu soruların da yer aldığı bir sınav. Bu sınavı diğerlerinden ayıran özellik: uygulamalı sorular. Örneğin size bir harita veriyor ve diyor ki “Bu harita da şuradan, şuraya gitmenin en kısa yolunu göster” Yani matematiği biliyor musun değil, matematiği bir soruyu çözerken kullanabiliyor musun? Tamamen bilginin kullanımına yönelik bir test. Eleştirel düşünceyi, problem çözmeyi ve yaratıcılığı ölçüyor. Bunların hiçbiri bizde ölçülmüyor. Nerden biliyoruz çünkü bizim çocuklar PISA’ya girince sonuç ortaya çıkıyor. Bizim çocuklar tökezliyor sınavda.

PISA’dan aldığımız sonuç ne?

Son 12 yıldır yapılan 4 PISA testinin hiçbirinde ilk 40’ta yokuz. 65 ülke giriyor bu sınava bunların 33 tanesi OECD ülkesi, biz ise 46. sıradayız. OECD ülkeleri arasında ise sonuncuyuz. Çünkü bizim eğitim sistemimiz ezbere dayalı. Oysa öğrencilerimiz öğrendikleri hiçbir şeyi yarın hatırlamayacak. Hatırlasalar da bu bilgilerin çoğu işlerine yaramayacak. Çünkü 3- 4 yılda bir bilgi değişiyor. Yani sekizinci sınıf çocuğu 11’e geldiğinde burada öğrendiği çoğu bilgi işlevsiz olacak. Dolayısıyla bizim bu çocuklara bilgiyi değil, bilgiye ulaşmayı ve kullanmayı öğretmemiz lazım. Sınavların da bunu ölçmesi lazım çünkü sınav neyi ölçerse eğitim sistemi de kendisini ona göre organize ediyor.

Sınavlar nasıl şekillendiriyor eğitim sistemini?

Eğer sınavda yaratıcılığı, problem çözmeyi ölçerseniz sistem de ona göre değişir. OECD, PISA’yı Milli Eğitim Bakanlığı aracılığıyla yapıyor. Dolayısıyla PISA sınavları resmi verilerdir. PISA’nın problem çözme testine göre Türkiye’nin sadece yüzde 2,2’sinin en üst düzeyde problem çözme becerisi var. Şimdi yüzde 2,2’si problem çözüyor, yüzde 98’i problem üretiyor.

Problem çözmeyi bilmiyoruz yani…

Evet. Bu test insanların normal hayatta karşılaştıkları problemlere çözümler üretip üretmediğini soruyor. Haritayla, yol bulmayla ilgili sorular var. Bu testte başarılı olan ülkelerde inovasyon (yenilikçilik) yükseliyor. Yeni ekonomi ise yaratıcılığa, problem çözmeye, inovasyona dayanıyor. 2Ya dışarıda üretilenleri burada yapacaksınız ki o zaman da zengin olamıyorsunuz. Ya da yeni bir şey yapacaksınız. Bu da inovasyon, patent demek. Bizim eğitim sistemi yeni ekonomide ihtiyaç olan becerileri çocuklara kazandırmıyor.

PISA’nın yöntemi neden uygulanmıyor bizde?

Bizim sorunumuz eğitim sorunu değil. Türkiye’nin yönetim sorunu. İstanbul’daki bir parkın nereye olacağına Ankara karar veriyorsa herhalde testin nasıl olacağına da biz karar vermeyeceğiz. Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” diye bir kitabı var. Orada tarih boyunca bazı ülkelerin zenginlik ve fakirlik nedenleri anlatılıyor. Kitapta bunları açıklayan bir mekanizma var o da “inclusive institutions” yani toplumdaki farklı fikirlere, toplumsal yönetime kurumlarla, hukukla katılma olanağı veren demokrasi.

Türkiye’de durum nasıl?

Bizde farklı fikir, tartışma deyince hoşlanılmıyor. Oysa şu inovasyon ekonomisinde “düzen, nizam” diyen bir sistemin yaşama şansı yok. Şimdi adam WhatsApp diye bir şey çıkarıyor, 53 kişi çalışıyor, 5 yıllık bir şirket ama 19 milyar dolar. 19 milyar dolar deyince Tüpraş, Türk Hava Yolları, Petrol Ofisi, Türk Telekom dördünü yan yana koy bunların hepsi bir WhatsApp etmiyor. İşte bunu düşünmek lazım. Nasdaq mesela…İleri teknoloji şirketlerinin alınıp satıldığı bir borsa. Sadece New York’ta var.Türkiye’nin ise Nasdaq’a kayıtlı bir tane şirketi yok.

Yakın coğrafyamızdaki ülkelerin var mı?

Yunanistan’ın 17, İsrail’in 70 şirketi var. Nasıl oluyor? Çünkü orada farklı fikirlerin yarışmasına, insanların tahayyül etmesine ödül veren bir eğitim sistemi var.

Ak Parti’nin iktidarı süresince eğitimde nasıl bir yol alındı?

Zaman zaman doğru şeyler oldu. Mesela Nimet Baş döneminde MEB’de okul öncesiyle ilgili ciddi atılımlar yapıldı. Sonra yeni bakan geldi topyekün silindi o reform girişimi. Dünyada eğitimle uğraşan herhangi bir uzmana sorun; çocuklar okul öncesinde bir ya da iki yıl çok kaliteli eğitim aldıkları takdirde lisede çok kaliteli eğitim vermenize gerek yok. Onlar zaten başarılı olurlar. Hatta Heckman isimli bir ekonomist, Nobel ödülü almıştır bu analizden dolayı. Okul öncesi eğitime yatırım yaptığınız zaman her 1 dolarlık yatırım 7 dolar olarak topluma geri döner. Geri dönüşü en yüksek yatırımdır.

Okul öncesi eğitime katılımda Avrupa’da nerdeyiz?

Yüzde 30’la son sırada. Bizim bir üstümüzdeki ülkenin katılımı yüzde 80’in üstünde. Okul öncesi eğitim almış biriyle diğeri arasında PISA’da 60 puanlık fark var. Bu 1,5 yıllık öğrenme demek. Yani okul öncesine giden ve gitmeyen öğrenciyi 15 yaşında lisede ölçtüğünüzde aralarında 1,5 yıllık bir öğrenme farkı olduğu görülüyor. Çok ciddi bir fark. Türkiye’de herkes kaliteli bir şekilde okul öncesine gitse, biz OECD ortalamasına geliyoruz. Yani PISA sıralamasında 46’dan belki 25- 28’inci sıraya geleceğiz. Hatta Amerika’yı yakalayacağız. Türkiye’nin geleceğine yapılacak en büyük katkı bu.

Son Güncelleme: Pazartesi, 12 Ocak 2015 13:47

Gösterim: 3481

‘Hayat Bilgisi’ dizisinde "Var mısın Arif" olarak tanıdığımız oyuncu Ümit Erdim, sonrasında rol aldığı diziler, sunduğu ve katıldığı yarışma programlarındaki başarısı ve sempatik tavırlarıyla milyonların sevgisini kazandı.

Eğitim hayatının disiplinsiz tavırları ve derslerdeki başarısızlığı sebebiyle kötü geçtiğini belirten Ümit Erdim, okuldaki yıldızı sadece tiyatro faaliyetlerinde parlayınca Türkçe öğretmeninin yönlendirmesiyle oyunculuk serüveninin başladığını söylüyor.

Sizi ilk olarak Hayat Bilgisi dizisinde Var mısın Arif olarak tanıdık. 11 yıldır ekranlardasınız, bugüne kadar birçok başarılı işe imza attınız. Ümit Erdim’i daha yakından tanıyabilir miyiz?

29 yaşındayım. İzmit’te doğdum, büyüdüm. 18 yaşımı doldurmadan ‘Hayat Bilgisi’ dizisinde rol almaya başladım. Ama onun öncesinde tiyatro geçmişim de vardı. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndaydım. Oranın tiyatro okulunda yetiştim. Bütün ergenlik dönemim tiyatroda geçti.

Çocukluğunuz nasıl geçti? Nasıl bir ailede büyüdünüz?

33 yıllık ilkokul öğretmeni bir anne ile işçi emeklisi bir babanın çocuğuyum. Üç kardeşiz, iki ağabeyim var. Güzel bir çocukluk geçirdim ama her çocuk gibi yaramazdım. Küçük ağabeyim ile aram hiç yoktu mesela. Ergenlik dönemime kadar ondan çok dayak yedim. Şimdi ise en iyi arkadaşım oldu.

Annem, babam ve büyük ağabeyim İzmit’te yaşıyorlar, küçük ağabeyim Gebze’de oturuyor. Bende fırsat buldukça gidiyorum yanlarına. Dağılmamış, birbirine bağlı bir aile yapımız var.

Eğitim hayatınızdan bahseder misiniz? Hangi okullarda okudunuz? 

Eğitim hayatım 50.Yıl İlkokulu’nda başladı. İlkokuldan sonra Anadolu Lisesi sınavına girdim ve Derince Anadolu Lisesi’ni kazandım. Ancak Lise 1’in birinci döneminden sonra oradan ayrılmak zorunda kaldım ve bir düz lise olan Atılım Lisesi’nde bitirdim liseyi. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı ikinci senemde bıraktım. Dolayısıyla tiyatroda bir eğitimim olduğu için okullu, diplomam olmadığı için de alaylı sayılıyorum.

Konservatuvarı bırakma sebebiniz neydi? İş yoğunluğundan dolayı mı bıraktınız?

O, iş yoğunluğu bahane edilerek bırakılacak bir şey değildi. Kendi isteğimle bıraktım. Dediğim gibi çocukluktan beri okulla aram hiç iyi olmadı.

Okul hayatını mı sevmiyordunuz?

Okulu sevmemek değil. Okulu aksine seviyordum ama dikkat bozukluğu, okulda duramama gibi sıkıntılarım vardı.

İlk girişte mi kazanmıştınız konservatuvarı?

Evet, ilk girişte kazandım. İkinci senemde bıraktım. Dolayısıyla şu an lise mezunuyum.

Şu an bir pişmanlık duyuyor musunuz? Üniversite okumayı düşünüyor musunuz?

Düşünmüyorum galiba. Bazen “Bir üniversite diplomam olsaydı” diyorum. Ama gelin görün ki bugüne kadar meslek hayatımda kimse bana “Diploman var mı?” diye sormadı. Bu yüzden çokta gerekmediği için bu düşüncemden vazgeçiyorum.

LİSEDE EN İYİ ARKADAŞIM RESİM ÖĞRETMENİMDİ

Eğitim hayatınızda unutamadığınız, sizde iz bırakan bir öğretmenleriniz var mıydı?

Unutamadığım iki tane öğretmenim var. Bunlardan biri, Derince Anadolu Lisesi’ndeki resim öğretmenim Füsun Hoca… Lisedeyken en iyi arkadaşım oydu.  Hem okul hem de okul dışında görüşürdük. Halen de kendisiyle görüşürüm. 

Bir diğeri de lisedeki tarih öğretmenim Orhan Hoca... Onunla da çok iyi anlaşırdık. Severdi beni, ben de onu severdim. Eğitim hayatım boyunca öğretmenlerimle bir problemim olmadı zaten hiç benim.

En sevdiğiniz dersler hangileriydi?

Tarihi severdim, zaten sözel öğrencisiydim. Kilolu olmama rağmen beden eğitimi dersiyle de aram iyiydi.

OYUNCU OLMAYA ÇOCUKKEN KARAR VERDİM

Oyunculuğa nasıl yöneldiniz?

Türkçe öğretmenim sayesinde oyunculuğa yöneldim. Biraz problemli bir öğrenciydim, disiplinsiz tavırlarım vardı. Derslerim de çok iyi değildi. Sadece okulun tiyatro faaliyetlerinde çok başarılıydım. Bu başarımı Türkçe öğretmenim fark etmiş ve annemi bir gün okula çağırıp “Bu çocuğu tiyatroya yönlendirin, dersleri çok kötü” demiş. Annem bu duruma çok seviniyor ve beni hemen Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın tiyatro okuluna kaydediyor.

Tam olarak tiyatroya ilginiz hangi yaşlarda başladı?

İlk kez 13 yaşında tanıştım tiyatroyla. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun sınavına girdim ve kazandım. Liseden üniversiteye kadar hep ordaydım. Birçok repertuar oyununda rol aldım. Mesela bir sezon boyunca Shakespeare’in ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ isimli oyununun çocuk versiyonunda oynadım. Şu an başarılı bir şekilde mesleğimi yapabiliyorsam, tamamen orada atılan temeller sayesindedir. 

İlk kez sahneye çıktığınızda neler hissetmiştiniz?

İlk kez sahneye çıktığımda heyecanlanmıştım. Çok garip duyguydu benim için. Yüzlerce insanın aynı anda bana bakması ve o esnada bir şeyler yapmaya çalışmam, oldukça stresliydi. Ama bu durumu çabuk atlattım. Bunda çocuk yaşta bu deneyimi yaşamamın büyük etkisi var. Bu yaşımda sahneye çıkıyor olsaydım, herhalde çok fazla heyecanlanırdım. İyi ki erken yaşta sahne tozunu yutmuşum. Oyunculukta az da olsa başarılıysam, çocuk yaşta başlamam sayesindedir.

Oyuncu olamasaydınız hangi mesleği yapmak isterdiniz?

Oyuncu olmasaydım otomobillerle ilgili bir meslek yapardım.  O kadar çok seviyorum yani. Belki birinin makam şoförü olurdum.

PERRAN KUTMAN İLE ÇALIŞMAK BÜYÜK ŞANSTI

Tiyatrodan ekranlara geçişiniz nasıl oldu?

İzmit’ten bir arkadaşımın vasıtasıyla İstanbul’da bir ajansa kaydoldum. Sonrasında Hayat Bilgisi’ne dahil oldum ve bugünlere geldim.

Hayat Bilgisi’nden sonra hayatınızda neler değişti?  İnsanlar tarafından tanınıyor olmak nasıl bir duyguydu?

Benim için o hadise 10 hafta sürdü. 10. haftadan sonra bugünkü rutin hayatıma döndüm. İlk hafta tabii bir algılama süreci, bir şaşırma durumu oldu. “Sokakta yürürken hiç tanımadığım insanlar, neden yolumu kesip, benimle konuşuyorlar?” diyordum. Perran Kutman’ın desteğiyle anladım zamanla konuyu. Oyunculuğun profesyonel bir iş olduğunu anlattı bana.

Hayatınızda rol modelim dediğiniz, örnek aldığınız kişiler kimler?

Televizyon hayatına ilk ‘Hayat Bilgisi’dizisiyle adım attım. Ve bu kadar toy ve tecrübesizken Perran Kutman’ın yanına düşmek, benim için büyük bir şanstı. Sahne çekerken Perran Hanım öyle bir bakardı ki, gerçekten duvara da öyle baksa duvar bile dile gelirdi. Onunla 3,5 sene karşılıklı oynamak müthiş şeyler kattı bana. Her şeyden önce set disiplini, iş ortamı ne demek onları öğrendim.

Hayat Bilgisi’nden sonra da çok kıymetli sanatçılarla çalıştım. Selena’da Hakan Altıner ile, Cuma’ya Kalsa’da Haluk Bilginer ile çalıştım. Benzemez Kimse Sana’da Seyfi Dursunoğlu ile de bir mesaim oldu. Bu ustaların yanında hiçbir şey yapmasan da bir şey öğrenirsin zaten. O yüzden çok mutluyum. İnşallah tekrar onlarla çalışabilirim.

Bir dönem Pasaport yarışmasında sunuculuk yapmıştınız. Tekrardan sunuculuk yapmayı düşünüyor musunuz? Teklifler geliyor mu?

Evet, sunuculuk teklifleri geliyor. Birkaç program için teklif aldım. Hızlı karar verip, hata yapmak istemiyorum. Pasaport’taki enerjiyi yakalayabileceğim bir teklif gelirse kabul edeceğim.

BABAM İLE KARŞILIKLI OYNAMAK ÇOK ZORDU

Ailenizde sizden başka oyunculukla ilgilenen kişiler var mı?

Annem tiyatro yapmak istemiş ama yeteneksiz olduğu için almamışlar. Büyük ağabeyim Gölcük’te donanmada çalışıyor, küçük ağabeyim ise mühendis. Benden başka kimse oyunculukla ilgilenmedi yani... Ama babam bir bölüm Doksanlar’da oynadı. Küçük bir sahne çektik beraber anı olsun diye.

Babanızın oyunculuğunu nasıl buldunuz?

Babam gayet başarılıydı. Çok rahat bir şekilde gelip, sahneyi çekti. Babamın bu işi yapabileceğine inanıyordum zaten. İşin tuhaf tarafı ben yanında oynayamadım. Çünkü babamla oynama fikrine çok uzağım, babam bir oyuncu değil. Benim için oldukça zor geçen bir sahneydi.

OYUNCULUK YÜKSEK ÖZGÜVEN GEREKTİRİYOR

Oyunculukta eğitim şart mı?

Eğitim almadan da oyuncu olunur. Kişi eğer yetenekliyse oyuncu olur. Olmaz diye bir şey yok. İşte çok eğitir insanı. Bunu bana Haluk Bilginer söylemişti. Haluk Ağabey’le sette ilk tanıştığımda biraz gerildim. Çünkü okulu bırakan bir adamım. Onun yanında bu yüzden kasılmıştım, bana okulu sorar mı diye. Korktuğum çok geçmeden başıma geldi ve bana sordu. “Sen hangi okulu bitirdin?” dedi. Biraz kekeledim o an. “Bıraktım” dedim. Sonra bana şu sözleri söylemişti: “İş eğitir, çalıştıkça öğreneceksin. Bu yüzden çokta üzülme, takıma bu konuya. Sen çalışmaya devam et.” Bende öyle yapıyorum. Her yeni işte yeni şeyler öğreniyorum.

Bir oyuncu hangi özelliklere sahip olmalı? Oyuncu olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?

Oyunculuk her şeyden önce yüksek özgüven gerektiriyor. Kendine güvensizliği çok kaldıran bir şey değil. Kendinle barışık olman lazım… Aynı zamanda hem kendin olup, hem de kendinden uzaklaşman gerekiyor. Bu yüzden de kendi duygularını ve insanların duygularını iyi bilmelisin. Daha önce tecrübe etmediğin ve asla tecrübe etmeyeceğin duyguları da tahlil etmek gerekiyor. Dolayısıyla kendini ve insanları tanımak, yüksek özgüven ve insanlarla ilişki kurabilmek önemli oyunculukta…

Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Neler izlersiniz?

Şu an bütün zamanımı motor sporlarına harcıyorum. Kalan zamanlarımda CrossFit sporu yapıyorum.

Film izlemem çok fazla. Sıkılırım çünkü. Hayatımda izlediğim film sayısı 30’dur. Film izlemeden de mesleğimi yapabiliyorum.

Ara ara üniversite söyleşilerine de gidiyorsunuz. Değil mi?

Evet. Üniversite söyleşilerinden çok keyif alıyorum. Üniversitelilerlebir arada olmak çok güzel. Bir kere çok gerçek bir şey. Gerçek insanlarla, gerçek şeyleri konuşuyorum. Bana sorulmayan şeyler soruluyor. Üniversite salonlarından çok düşünerek çıktığım  zamanlar oldu.

RALLİ YAPMAK İSTANBUL TRAFİĞİNE ÇIKMAKTAN DAHA GÜVENLİ

Ralli sporuna ilginiz  ne zaman ve nasıl başladı?

2002 yılından beri, yani yaklaşık 12 senedir ilgileniyorum ralliyle. Kocaeli ve Antalya rallisinin organizasyon kısmında arkadaşımla beraber gönüllü olarak çalışmaya başladık. Hakemlik, gözetmenlik yaptık. Ara sıra da arabaların peşinden koşturup seslerini dinlerdik. O zamandan bugüne devam eden bir hastalık ralli benim için.

Geçen sene itibariyle arabayı da kullanmaya başladım. Türkiye Ralli Şampiyonası’nı arabamla kovalıyorum. Tabii büyük başarılar beklenemez benden. Çünkü daha öğrenme aşamasındayım, tecrübe kazanıyorum. Şu an için başarılı olup olmamakta umrumda değil. Çocukluk hayalimi yapıyorum, o heyecanı yaşıyorum. Benim için de asıl önemli olan bu.

İlk kez sahneye çıktığımda heyecanlanmıştım. Çok garip duyguydu benim için. Yüzlerce insanın aynı anda bana bakması ve o esnada bir şeyler yapmaya çalışmam oldukça stresliydi. Ama bu durumu çabuk atlattım. Bunda çocuk yaşta bu deneyimi yaşamamın büyük etkisi var. Bu yaşımda sahneye çıkıyor olsaydım, herhalde çok fazla heyecanlanırdım. İyi ki erken yaşta sahne tozunu yutmuşum.

> Türkçe öğretmenim sayesinde oyunculuğa yöneldim

‘Hayat Bilgisi’ dizisinde "Var mısın Arif" olarak tanıdığımız oyuncu Ümit Erdim, sonrasında rol aldığı diziler, sunduğu ve katıldığı yarışma programlarındaki başarısı ve sempatik tavırlarıyla milyonların sevgisini kazandı.

Eğitim hayatının disiplinsiz tavırları ve derslerdeki başarısızlığı sebebiyle kötü geçtiğini belirten Ümit Erdim, okuldaki yıldızı sadece tiyatro faaliyetlerinde parlayınca Türkçe öğretmeninin yönlendirmesiyle oyunculuk serüveninin başladığını söylüyor.

Sizi ilk olarak Hayat Bilgisi dizisinde Var mısın Arif olarak tanıdık. 11 yıldır ekranlardasınız, bugüne kadar birçok başarılı işe imza attınız. Ümit Erdim’i daha yakından tanıyabilir miyiz?

29 yaşındayım. İzmit’te doğdum, büyüdüm. 18 yaşımı doldurmadan ‘Hayat Bilgisi’ dizisinde rol almaya başladım. Ama onun öncesinde tiyatro geçmişim de vardı. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndaydım. Oranın tiyatro okulunda yetiştim. Bütün ergenlik dönemim tiyatroda geçti.

Çocukluğunuz nasıl geçti? Nasıl bir ailede büyüdünüz?

33 yıllık ilkokul öğretmeni bir anne ile işçi emeklisi bir babanın çocuğuyum. Üç kardeşiz, iki ağabeyim var. Güzel bir çocukluk geçirdim ama her çocuk gibi yaramazdım. Küçük ağabeyim ile aram hiç yoktu mesela. Ergenlik dönemime kadar ondan çok dayak yedim. Şimdi ise en iyi arkadaşım oldu.

Annem, babam ve büyük ağabeyim İzmit’te yaşıyorlar, küçük ağabeyim Gebze’de oturuyor. Bende fırsat buldukça gidiyorum yanlarına. Dağılmamış, birbirine bağlı bir aile yapımız var.

Eğitim hayatınızdan bahseder misiniz? Hangi okullarda okudunuz? 

Eğitim hayatım 50.Yıl İlkokulu’nda başladı. İlkokuldan sonra Anadolu Lisesi sınavına girdim ve Derince Anadolu Lisesi’ni kazandım. Ancak Lise 1’in birinci döneminden sonra oradan ayrılmak zorunda kaldım ve bir düz lise olan Atılım Lisesi’nde bitirdim liseyi. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı ikinci senemde bıraktım. Dolayısıyla tiyatroda bir eğitimim olduğu için okullu, diplomam olmadığı için de alaylı sayılıyorum.

Konservatuvarı bırakma sebebiniz neydi? İş yoğunluğundan dolayı mı bıraktınız?

O, iş yoğunluğu bahane edilerek bırakılacak bir şey değildi. Kendi isteğimle bıraktım. Dediğim gibi çocukluktan beri okulla aram hiç iyi olmadı.

Okul hayatını mı sevmiyordunuz?

Okulu sevmemek değil. Okulu aksine seviyordum ama dikkat bozukluğu, okulda duramama gibi sıkıntılarım vardı.

İlk girişte mi kazanmıştınız konservatuvarı?

Evet, ilk girişte kazandım. İkinci senemde bıraktım. Dolayısıyla şu an lise mezunuyum.

Şu an bir pişmanlık duyuyor musunuz? Üniversite okumayı düşünüyor musunuz?

Düşünmüyorum galiba. Bazen “Bir üniversite diplomam olsaydı” diyorum. Ama gelin görün ki bugüne kadar meslek hayatımda kimse bana “Diploman var mı?” diye sormadı. Bu yüzden çokta gerekmediği için bu düşüncemden vazgeçiyorum.

LİSEDE EN İYİ ARKADAŞIM RESİM ÖĞRETMENİMDİ

Eğitim hayatınızda unutamadığınız, sizde iz bırakan bir öğretmenleriniz var mıydı?

Unutamadığım iki tane öğretmenim var. Bunlardan biri, Derince Anadolu Lisesi’ndeki resim öğretmenim Füsun Hoca… Lisedeyken en iyi arkadaşım oydu.  Hem okul hem de okul dışında görüşürdük. Halen de kendisiyle görüşürüm. 

Bir diğeri de lisedeki tarih öğretmenim Orhan Hoca... Onunla da çok iyi anlaşırdık. Severdi beni, ben de onu severdim. Eğitim hayatım boyunca öğretmenlerimle bir problemim olmadı zaten hiç benim.

En sevdiğiniz dersler hangileriydi?

Tarihi severdim, zaten sözel öğrencisiydim. Kilolu olmama rağmen beden eğitimi dersiyle de aram iyiydi.

OYUNCU OLMAYA ÇOCUKKEN KARAR VERDİM

Oyunculuğa nasıl yöneldiniz?

Türkçe öğretmenim sayesinde oyunculuğa yöneldim. Biraz problemli bir öğrenciydim, disiplinsiz tavırlarım vardı. Derslerim de çok iyi değildi. Sadece okulun tiyatro faaliyetlerinde çok başarılıydım. Bu başarımı Türkçe öğretmenim fark etmiş ve annemi bir gün okula çağırıp “Bu çocuğu tiyatroya yönlendirin, dersleri çok kötü” demiş. Annem bu duruma çok seviniyor ve beni hemen Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın tiyatro okuluna kaydediyor.

Tam olarak tiyatroya ilginiz hangi yaşlarda başladı?

İlk kez 13 yaşında tanıştım tiyatroyla. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun sınavına girdim ve kazandım. Liseden üniversiteye kadar hep ordaydım. Birçok repertuar oyununda rol aldım. Mesela bir sezon boyunca Shakespeare’in ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ isimli oyununun çocuk versiyonunda oynadım. Şu an başarılı bir şekilde mesleğimi yapabiliyorsam, tamamen orada atılan temeller sayesindedir. 

İlk kez sahneye çıktığınızda neler hissetmiştiniz?

İlk kez sahneye çıktığımda heyecanlanmıştım. Çok garip duyguydu benim için. Yüzlerce insanın aynı anda bana bakması ve o esnada bir şeyler yapmaya çalışmam, oldukça stresliydi. Ama bu durumu çabuk atlattım. Bunda çocuk yaşta bu deneyimi yaşamamın büyük etkisi var. Bu yaşımda sahneye çıkıyor olsaydım, herhalde çok fazla heyecanlanırdım. İyi ki erken yaşta sahne tozunu yutmuşum. Oyunculukta az da olsa başarılıysam, çocuk yaşta başlamam sayesindedir.

Oyuncu olamasaydınız hangi mesleği yapmak isterdiniz?

Oyuncu olmasaydım otomobillerle ilgili bir meslek yapardım.  O kadar çok seviyorum yani. Belki birinin makam şoförü olurdum.

PERRAN KUTMAN İLE ÇALIŞMAK BÜYÜK ŞANSTI

Tiyatrodan ekranlara geçişiniz nasıl oldu?

İzmit’ten bir arkadaşımın vasıtasıyla İstanbul’da bir ajansa kaydoldum. Sonrasında Hayat Bilgisi’ne dahil oldum ve bugünlere geldim.

Hayat Bilgisi’nden sonra hayatınızda neler değişti?  İnsanlar tarafından tanınıyor olmak nasıl bir duyguydu?

Benim için o hadise 10 hafta sürdü. 10. haftadan sonra bugünkü rutin hayatıma döndüm. İlk hafta tabii bir algılama süreci, bir şaşırma durumu oldu. “Sokakta yürürken hiç tanımadığım insanlar, neden yolumu kesip, benimle konuşuyorlar?” diyordum. Perran Kutman’ın desteğiyle anladım zamanla konuyu. Oyunculuğun profesyonel bir iş olduğunu anlattı bana.

Hayatınızda rol modelim dediğiniz, örnek aldığınız kişiler kimler?

Televizyon hayatına ilk ‘Hayat Bilgisi’dizisiyle adım attım. Ve bu kadar toy ve tecrübesizken Perran Kutman’ın yanına düşmek, benim için büyük bir şanstı. Sahne çekerken Perran Hanım öyle bir bakardı ki, gerçekten duvara da öyle baksa duvar bile dile gelirdi. Onunla 3,5 sene karşılıklı oynamak müthiş şeyler kattı bana. Her şeyden önce set disiplini, iş ortamı ne demek onları öğrendim.

Hayat Bilgisi’nden sonra da çok kıymetli sanatçılarla çalıştım. Selena’da Hakan Altıner ile, Cuma’ya Kalsa’da Haluk Bilginer ile çalıştım. Benzemez Kimse Sana’da Seyfi Dursunoğlu ile de bir mesaim oldu. Bu ustaların yanında hiçbir şey yapmasan da bir şey öğrenirsin zaten. O yüzden çok mutluyum. İnşallah tekrar onlarla çalışabilirim.

Bir dönem Pasaport yarışmasında sunuculuk yapmıştınız. Tekrardan sunuculuk yapmayı düşünüyor musunuz? Teklifler geliyor mu?

Evet, sunuculuk teklifleri geliyor. Birkaç program için teklif aldım. Hızlı karar verip, hata yapmak istemiyorum. Pasaport’taki enerjiyi yakalayabileceğim bir teklif gelirse kabul edeceğim.

BABAM İLE KARŞILIKLI OYNAMAK ÇOK ZORDU

Ailenizde sizden başka oyunculukla ilgilenen kişiler var mı?

Annem tiyatro yapmak istemiş ama yeteneksiz olduğu için almamışlar. Büyük ağabeyim Gölcük’te donanmada çalışıyor, küçük ağabeyim ise mühendis. Benden başka kimse oyunculukla ilgilenmedi yani... Ama babam bir bölüm Doksanlar’da oynadı. Küçük bir sahne çektik beraber anı olsun diye.

Babanızın oyunculuğunu nasıl buldunuz?

Babam gayet başarılıydı. Çok rahat bir şekilde gelip, sahneyi çekti. Babamın bu işi yapabileceğine inanıyordum zaten. İşin tuhaf tarafı ben yanında oynayamadım. Çünkü babamla oynama fikrine çok uzağım, babam bir oyuncu değil. Benim için oldukça zor geçen bir sahneydi.

OYUNCULUK YÜKSEK ÖZGÜVEN GEREKTİRİYOR

Oyunculukta eğitim şart mı?

Eğitim almadan da oyuncu olunur. Kişi eğer yetenekliyse oyuncu olur. Olmaz diye bir şey yok. İşte çok eğitir insanı. Bunu bana Haluk Bilginer söylemişti. Haluk Ağabey’le sette ilk tanıştığımda biraz gerildim. Çünkü okulu bırakan bir adamım. Onun yanında bu yüzden kasılmıştım, bana okulu sorar mı diye. Korktuğum çok geçmeden başıma geldi ve bana sordu. “Sen hangi okulu bitirdin?” dedi. Biraz kekeledim o an. “Bıraktım” dedim. Sonra bana şu sözleri söylemişti: “İş eğitir, çalıştıkça öğreneceksin. Bu yüzden çokta üzülme, takıma bu konuya. Sen çalışmaya devam et.” Bende öyle yapıyorum. Her yeni işte yeni şeyler öğreniyorum.

Bir oyuncu hangi özelliklere sahip olmalı? Oyuncu olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur?

Oyunculuk her şeyden önce yüksek özgüven gerektiriyor. Kendine güvensizliği çok kaldıran bir şey değil. Kendinle barışık olman lazım… Aynı zamanda hem kendin olup, hem de kendinden uzaklaşman gerekiyor. Bu yüzden de kendi duygularını ve insanların duygularını iyi bilmelisin. Daha önce tecrübe etmediğin ve asla tecrübe etmeyeceğin duyguları da tahlil etmek gerekiyor. Dolayısıyla kendini ve insanları tanımak, yüksek özgüven ve insanlarla ilişki kurabilmek önemli oyunculukta…

Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Neler izlersiniz?

Şu an bütün zamanımı motor sporlarına harcıyorum. Kalan zamanlarımda CrossFit sporu yapıyorum.

Film izlemem çok fazla. Sıkılırım çünkü. Hayatımda izlediğim film sayısı 30’dur. Film izlemeden de mesleğimi yapabiliyorum.

Ara ara üniversite söyleşilerine de gidiyorsunuz. Değil mi?

Evet. Üniversite söyleşilerinden çok keyif alıyorum. Üniversitelilerlebir arada olmak çok güzel. Bir kere çok gerçek bir şey. Gerçek insanlarla, gerçek şeyleri konuşuyorum. Bana sorulmayan şeyler soruluyor. Üniversite salonlarından çok düşünerek çıktığım  zamanlar oldu.

RALLİ YAPMAK İSTANBUL TRAFİĞİNE ÇIKMAKTAN DAHA GÜVENLİ

Ralli sporuna ilginiz  ne zaman ve nasıl başladı?

2002 yılından beri, yani yaklaşık 12 senedir ilgileniyorum ralliyle. Kocaeli ve Antalya rallisinin organizasyon kısmında arkadaşımla beraber gönüllü olarak çalışmaya başladık. Hakemlik, gözetmenlik yaptık. Ara sıra da arabaların peşinden koşturup seslerini dinlerdik. O zamandan bugüne devam eden bir hastalık ralli benim için.

Geçen sene itibariyle arabayı da kullanmaya başladım. Türkiye Ralli Şampiyonası’nı arabamla kovalıyorum. Tabii büyük başarılar beklenemez benden. Çünkü daha öğrenme aşamasındayım, tecrübe kazanıyorum. Şu an için başarılı olup olmamakta umrumda değil. Çocukluk hayalimi yapıyorum, o heyecanı yaşıyorum. Benim için de asıl önemli olan bu.

İlk kez sahneye çıktığımda heyecanlanmıştım. Çok garip duyguydu benim için. Yüzlerce insanın aynı anda bana bakması ve o esnada bir şeyler yapmaya çalışmam oldukça stresliydi. Ama bu durumu çabuk atlattım. Bunda çocuk yaşta bu deneyimi yaşamamın büyük etkisi var. Bu yaşımda sahneye çıkıyor olsaydım, herhalde çok fazla heyecanlanırdım. İyi ki erken yaşta sahne tozunu yutmuşum.

Son Güncelleme: Çarşamba, 10 Eylül 2014 14:11

Gösterim: 4387

2002 yılında kurulan Doğa Koleji, öğrenci ve kampüs sayısını her geçen yıl artırıyor. Doğa Koleji, hızlı büyümesini ve gelişimini neye borçlu? Özel okullar sektöründeki tablo nasıl? Sektörde de hızlı bir büyüme söz konusu mu? Doğa Koleji CEO'su Uğur Gazanker'le, Doğa Kolejini, özel okulları ve sektöre yönelik gelişmeleri konuştuk

Doğa Koleji ile birlikte sektöre canlılık, hareket geldiğini dile getiren Doğa Koleji CEO'su Uğur Gazanker, 12 yılda öğrenci sayılarını 50 bine çıkarttıklarını dile getirerek, hedeflerinin 70 bin öğrenciye ulaşmak olduğunu söylüyor. Buna paralel olarak kampüs sayılarını da artıracaklarını ifade eden Gazanker, Türkiye ile değil, dünya ile rekabet ettiklerini vurguluyor.

2002 yılında kurulan Doğa Koleji, öğrenci ve kampüs sayısını her yıl artırıyor. Doğa Koleji, hızlı büyümesini ve gelişimini neye borçlu? Özel okullar sektöründeki tablo nasıl? Sektörde de hızlı bir büyüme söz konusu mu?

Doğa Koleji olarak, 2002 yılında Bir Doğa Nesli Yetiştirmek” amacıyla yola çıktığımızda 100 öğrencimiz bulunuyordu, özel okullarda ise yaklaşık 250 bin öğrenci vardı. 2014 yılı itibariyle 50 bin öğrenciye ulaşmış bulunuyoruz, özel okulların ise şu an yaklaşık 600 bin öğrencisi var. Dolayısıyla,12 yılda öğrenci sayımızı 50 bine çıkartırmışız ama özel okullar da öğrenci sayısını 3,5 kat artırmış.

Doğa Koleji ile beraber sektöre canlılık, hareket, vizyon ve imaj geldi. Eskiden özel okullar sektörü itibarsızdı. Parası olanlara diploma verilen bir kurumların yer aldığı sektör olarak algılanırdı. Hatta sektör bile değildi. Bizle beraber bu sektör oluştu ve o kötü imajı silindi.

Doğa Koleji, çok önemli bir marka algısını oluşturmuş durumda. Devlet ve özel okul velilerinin “Özel Okul tercihleri” araştırmasına göre ilk akla gelen özel okullar arasında yüzde 38 ile birinciyiz. Memnuniyet, tavsiye etme ve gelecek yıl yeniden tercih etme eğilimlerinde ilk sırada yer alıyoruz. Geçen sene 25 bin öğrenci okulumuza kaydoldu. Bu öğrencilerin 17-18 bini devlet okullarından; 5-6 bini ise diğer özel okullardan kurumumuza geldi. Bu yıl da 25 bin öğrenci okulumuza kaydolacak. Yine aynı sayıda devletten ve diğer özel okullardan öğrenci kayıtlarımız olacak.2014-2015 eğitim yılında hedefimiz 70 bin öğrenciye ulaşmak.

Ayrıca 100’den fazla kampüse ulaşmayı hedefliyoruz. Şu an 86 tane kampüsümüz var. Yeni açılacak kampüs sayımız toplam 20 tane olacak.

Büyüklük olarak, Doğa Koleji sektörde yer alan kurumlar arasında kaçıncı sırada yer alıyor?

Sektörün lideriyiz. Büyüklüğümüz 4-5 tane özel okulun toplamına eşit… Çünkü Türkiye’de bizden başka 25 bin öğrencisi olan özel okul yok.

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın da en büyüğü olmak için çalışıyoruz. Şu an istihdam, kampüs ve öğrenci sayımızla dünyanın en büyük eğitim kurumları sıralamasında ilk 3’te yer alıyoruz. Ortaklıkla birlikte 5 yıllık bir fizibilite çalışması yapmıştık, yılsonu ciro hedefimiz ise 500 milyon dolar. En büyük hedefimiz ise k12 alanında dünyanın en değerli markası olmak. 5-6 yıl içinde bu hedefimize ulaşacağımızı düşünüyorum.

Bu denli büyüme sektörde dikkat çekiyor. Diğer özel okullara kıyasla hızlı büyüyorsunuz…

Bize göre oldukça yavaş büyüyoruz. Bu kadar çalışmaya ve bu kadar kaliteli içeriğe göre daha da büyümemiz gerekiyor. Dünya öyle hızlı büyüyor ki, bizim büyümemiz o sebeple gayet normal. Biz Doğa koleji olarak, dünyanın hızla büyüyen şirketlerini örnek alıyoruz, durağan şirketlerini değil.

Bazı okullar yavaş büyümek ister, hemen 50 bin öğrenciye ulaşmak istemez. Planı öyle değildir. Ama bizim planımızda hızlı ilerlemek var.

Ayrıca bazı okullar kazandığını eğitime yatırmıyorlar. Eğer yatırsalardı, öğrenci sayılarını artırırlardı. Biz eğitimden kazandığımızı eğitime yatırıyoruz.

Peki, bir eğitim kurumu şirket mantığıyla yönetilebilir mi?

Şirket mantığıyla yönetilebilir ama eğitim sektörünün argümanlarını mutlaka kullanmanız lazım.

Eğitimdeki sıkıntılarımızdan biri de kaliteyi standartlaştıramamamız. Kampüs sayınız fazla… Her okulunuzu aynı kalitede yönetebiliyor musunuz?

Kampüs sayınızın çok olması bir okulu aynı kalitede yönetemeyeceğiniz demek değildir. Çünkü her okulun ayrı bir müdürü, müdür yardımcısı, yöneticisi; sınıfta ise 50 bin öğrenci değil, 24 öğrenci vardır. Bu yöneticiler ve öğretmenler, öğrencilere Doğa Koleji’nin vizyonunu kazandırıyorlar. Ayrıca genel müdürlüğümüzde 500 kişi çalışıyor. Türkiye’nin en kariyerli, en iyi eğitimli kadrosuna sahibiz. Bu kişiler, okullarımıza hizmet, vizyon ve doküman üretiyorlar.

EN ÇOK ÇALIŞILMAK İSTENEN KURUMUZ

Eğitimci kadronuzu nasıl oluşturuyorsunuz?

En çok çalışılmak istenen kurumuz. Geçen sene bin 200 öğretmen aldık. Müracaat eden öğretmen sayısı da 86 bindi. Biz bu müracaat eden kişilerin arasından en kariyerlilerini, en isteklilerini seçiyoruz.

‘Enneagram’ isimli, Türkiye’de uygulanmayan, kendi ürettiğimiz bir sistemimiz var. Görüşmeler Enneagram modeliyle yapılıyor. Kişilik özelliklerine ve tercihlerine göre öğretmenleri görevlendiriyoruz. Bu model sayesinde daha istekli ve daha başarılı öğretmenler ile çalışmış oluyoruz.

Her öğretmenin bir haritası var yani… Öğretmenlerde belli bir deneyim süresi gözetiyor musunuz?

Bizim için bir öğretmenin verimliliği, heyecanı ve becerisi esastır. İlla 10 yıllık ya da 20 yıllık olacak diye bir standart belirlemiyoruz. Elbette hiç tecrübeli olmayan bir öğretmen başarılı olamaz. Belli bir deneyimi kazanan öğretmenin, heyecanına, isteğine, becerisine bakarız. Buna göre değerlendiririz. Bunun yanında öğretmenlerimize yılda ortalama 50 saatlik bir eğitim aldırarak, kendilerini daha da geliştirmelerini sağlıyoruz.

Öğrencilerinize bir Doğa Koleji kimliği kazandırıyor musunuz?

Öğrenci kendini ifade etme, birlikte bir şey yapma becerisi kazanıyor. Çağımızın da en çok ihtiyacı budur. Kendin çal, kendin oyna durumu yok. Birlikte bir orkestra oluşturmak lazım…

EĞİTİM ARTIK SINIFIN DIŞINA ÇIKIYOR

Dünyada eğitim nereye doğru gidiyor?

Eğitim artık sınıfın dışına çıkıyor. Ders için ayrılan toplam zamanın yarısı sınıfın içinde yarısı sınıfın dışında olmalı… Bunu PISA’da ilk 10’da yer alan ülkeler uyguluyor. En iyi uygulayan ülkelerden biri de Çin…

Velilerin, tabletle verilen eğitim neticesinde çocukların çevresiyle iletişim kopukluğu yaşadığı şeklinde tepkileri oluyor. Doğa Koleji de teknolojiyi yoğun kullanan okullardan biri… Siz de velilerden böyle tepkiler aldınız mı?

Bu çocuklar Z kuşağı… Bu çocuklar, teknolojinin içindeler zaten. Hayatın her yerinde teknoloji var, sadece eğitimde yok. Asıl mesele teknoloji ile eğitim değil, çocuğun teknoloji doğru kullanıp kullanmadığı… Bizim sınıflarımızda 7 yıldır akıllı tahta ile eğitim yapılıyor. Velilerden gelen hiçbir olumsuz tepki yok.

T-MBA EĞİTİM MODELİNİ DÜNYAYA İHRAÇ EDİYORUZ

Doğa Koleji’nin öne çıkan projelerinden bahsedebilir misiniz?

Liselerimizde t-MBA adı altında bir eğitim modeli oluşturduk. Öğrencilerimizi hem iş hayatına hem de üniversiteye hazırlayan bu eğitim modelinin patentini aldık, uluslararası sertifikalandırdık. Bugün t-MBA eğitim modelini dünyaya ihraç ediyoruz. Çünkü girişimcilik ve işletme eğitimiyle öğrencilerimizi daha lise sıralarında tanıştırıyor, çocuklarımız bu özgüven ve vizyon sayesinde yeni sosyal sorumluluk projelerinden yeni iş modellerine kadar pek çok alanda farklı ve rekabetçi fikirler geliştirebiliyor. Bu eğitim modeli ile yetişen çocuklarımızın başarıları gözle görünür olmaya başladıkça t-MBA, velilerin de öğrencilerin de daha fazla talep ettiği bir eğitim modeli haline geliyor.

Doğa Konseptli Eğitim Modelimiz ile de Avrupa Birliği’nden bir kez daha olur aldık. Böylece Avrupa Birliğinden aldığımız toplam fon miktarı yaklaşık 1 milyon 800 bin Avro’yu buldu. AB tarafından kabul görerek fonlanan, Comenius Kataloğuna giren ve Europass sertifikasına sahip olan merkezi proje, bizim  koordinatörlüğümüzde Avrupa ülkelerinde uygulanabiliyor. Ayrıca Comenius’un da aralarında bulunduğu 43 LLP ‘Hayat Boyu Öğrenme Programı’ arasında 2010 - 2013 yıllarında tek bir kurum olarak toplam 1.493.715 Avro fon aldık. Aynı yıllar arasında Türkiye genelinde Doğa hariç alınan toplam fon ise 3 merkezi proje için toplam 905,283 Avro. Dolayısıyla 2010 yılından itibaren fonlanan 8 projeden 5 tanesi Doğa Koleji'ne ait. Düzenlenecek kongre ve seminerlerle uzun yıllara yayılacak proje için toplamda 400 yüz bin Avro fon, Doğa Konseptli Eğitim Modeli projesi ile 5-12 yaş arası öğrencilere ve bu yaş grubu öğretmenlerine yönelik olarak uygulanıyor. Proje, doğayı öğrencilere erken yaşta anlatarak sevdirmeyi, korumayı ve doğa ile kalkınmayı hedef alıyor.

Doğa Konseptli Eğitim Model’inin bilinirliğinin artırılması için yapılacak çalıştay ve sunumlar ile düzenlenecek dört adet “Ulusal İnteraktif Seminer” AB tarafından ayrıca 150 bin Avro ile fonlandı. Proje kapsamında güncel eğitim konularını tartışmak, iyi uygulamaların teşvikini ve paylaşımını sağlamak amacıyla İstanbul’da “Uluslararası Değerlendirme Konferansı ”ve  “Öğretmen Eğitim Kursu” da düzenlenecek.

Çok dilli bütünleşmeyi kültürlerarası boyuta entegre edebilmek adına öğretmenlerin niteliklerini geliştirmek üzere yürüttüğümüz “Çok Dilli Bütünleşme için Öğretmen Yeterliliği Projesi ile de Avrupa Birliği’nden 206 bin Avro destek aldık. AB’den alınan fonlar, öğretmenlerin bu konudaki eksikliklerinin, öğretmen eğitimi kursları ile giderilmesine kaynak sağladı.

Doğa Koleji olarak, 3yıldır da “Fen Bilimleri Eğitiminde Nano Teknolojik Yansımalar” projesini yürütüyoruz. Bu projeyle fen bilimleri öğrenimini daha çekici ve erişilebilir kılmak bilişim ve İletişim Teknolojilerini araç olarak kullanmayı amaçladık. Şimdiye kadar 500 bin Avro hibe alan projemiz, 13 ile 18 yaş arası öğrenciler ile fen bilimleri dersleri alan yüksekokul ve üniversite öğrencilerini kapsıyor.

Şimdiye kadar yaklaşık 474 bin Avro ile en yüksek miktarla fonlanan “Takım Çalışması, Eğitim ve Teknoloji Platformu” projemiz ise 12-18 yaş grubu öğrencilerle fen bilimleri öğretmenlerine yönelik olarak yürütülüyor. Türkiye ile birlikte İtalya, Bulgaristan, Romanya, İspanya, Yunanistan, Norveç ve Rusya Federasyonu’nun da işbirliğinde yürütülen proje gençlere fen bilimlerini ilgi çekici hale getirmek için öğretme pratiklerini bir araya getirerek yenilikçi yaklaşımlar saptamayı hedefliyor. 8 ülkede eş zamanlı ve ortak bir ağ üzerinden yürütülecek olan projede öğretmenlerin tecrübeleri, uluslararası projelerin ve girişimlerin başarıları üzerinden ilerleyecek. Seminerlerin de düzenleneceği projede öğretmenlere, Nisan 2014 ila Temmuz 2016 arasında, hem yöntemsel hem de pratik anlamda derslerini daha aktif, yenilikçi bir şekilde verebilmeleri amacıyla destek verilmesi hedefleniyor.

Ayrıca, “Çok Dilli Bütünleşme İçin Öğretmen Yeterliliği”, “Takım Çalışması, Eğitim ve Teknoloji Platformu” ile “Doğa Konseptli Eğitim Modelini Yaygınlaştırma ”projelerini de Avrupa Birliği ülkeleri ile birlikte yürütüyoruz

YAKINDA KÖRFEZ ÜLKELERİNDEYİZ

2014 eğitim-öğretim yılı hedefleriniz neler?

Kanada’yla başlayan ve Kıbrıs’la devam eden yurt dışı yatırımlarımız büyüme planlarımız dâhilinde. Kanada’da bulunan okulumuz ortaklık şeklinde; Kıbrıs’taki ise tamamen bize ait. Çok yakında Körfez ülkelerinde de yer almayı planlıyoruz. Bu bölgelerdeki okullar uluslararası eğitim veren okullar olacak ve profesyonel iş dünyasının çocuklarına hitap edecek. 

Uzun vadede hedefimiz ise; “Çocuk Üniversitesi”, ‘’Doğa Konsepti’’, “SOES” ve “t-MBA” gibi 4 farklı kendine özgü eğitim modeli ile dünyaya referans veren, yurt dışında yüzlerce, Türkiye’de binlerce ödül alan ve şuan 50 binin üzerinde öğrencisiyle, Türkiye’nin en büyük okulu olmayı fazlasıyla hak eden Doğa Koleji’nin, dünyaya örnek olan bu başarılı eğitimden daha çok öğrencinin faydalanabilmesi için çalışmaya devam etmek. Vizyonumuzu ve kalitemizi sürekli arttırarak, sadece sayısal olarak değil marka olarak da bu hızda büyüyerek Türk eğitim sistemi adına daha büyük başarılara imza atmayı hedefliyoruz.

> ‘Eğitimden kazandığımızı eğitime yatırıyoruz’

2002 yılında kurulan Doğa Koleji, öğrenci ve kampüs sayısını her geçen yıl artırıyor. Doğa Koleji, hızlı büyümesini ve gelişimini neye borçlu? Özel okullar sektöründeki tablo nasıl? Sektörde de hızlı bir büyüme söz konusu mu? Doğa Koleji CEO'su Uğur Gazanker'le, Doğa Kolejini, özel okulları ve sektöre yönelik gelişmeleri konuştuk

Doğa Koleji ile birlikte sektöre canlılık, hareket geldiğini dile getiren Doğa Koleji CEO'su Uğur Gazanker, 12 yılda öğrenci sayılarını 50 bine çıkarttıklarını dile getirerek, hedeflerinin 70 bin öğrenciye ulaşmak olduğunu söylüyor. Buna paralel olarak kampüs sayılarını da artıracaklarını ifade eden Gazanker, Türkiye ile değil, dünya ile rekabet ettiklerini vurguluyor.

2002 yılında kurulan Doğa Koleji, öğrenci ve kampüs sayısını her yıl artırıyor. Doğa Koleji, hızlı büyümesini ve gelişimini neye borçlu? Özel okullar sektöründeki tablo nasıl? Sektörde de hızlı bir büyüme söz konusu mu?

Doğa Koleji olarak, 2002 yılında Bir Doğa Nesli Yetiştirmek” amacıyla yola çıktığımızda 100 öğrencimiz bulunuyordu, özel okullarda ise yaklaşık 250 bin öğrenci vardı. 2014 yılı itibariyle 50 bin öğrenciye ulaşmış bulunuyoruz, özel okulların ise şu an yaklaşık 600 bin öğrencisi var. Dolayısıyla,12 yılda öğrenci sayımızı 50 bine çıkartırmışız ama özel okullar da öğrenci sayısını 3,5 kat artırmış.

Doğa Koleji ile beraber sektöre canlılık, hareket, vizyon ve imaj geldi. Eskiden özel okullar sektörü itibarsızdı. Parası olanlara diploma verilen bir kurumların yer aldığı sektör olarak algılanırdı. Hatta sektör bile değildi. Bizle beraber bu sektör oluştu ve o kötü imajı silindi.

Doğa Koleji, çok önemli bir marka algısını oluşturmuş durumda. Devlet ve özel okul velilerinin “Özel Okul tercihleri” araştırmasına göre ilk akla gelen özel okullar arasında yüzde 38 ile birinciyiz. Memnuniyet, tavsiye etme ve gelecek yıl yeniden tercih etme eğilimlerinde ilk sırada yer alıyoruz. Geçen sene 25 bin öğrenci okulumuza kaydoldu. Bu öğrencilerin 17-18 bini devlet okullarından; 5-6 bini ise diğer özel okullardan kurumumuza geldi. Bu yıl da 25 bin öğrenci okulumuza kaydolacak. Yine aynı sayıda devletten ve diğer özel okullardan öğrenci kayıtlarımız olacak.2014-2015 eğitim yılında hedefimiz 70 bin öğrenciye ulaşmak.

Ayrıca 100’den fazla kampüse ulaşmayı hedefliyoruz. Şu an 86 tane kampüsümüz var. Yeni açılacak kampüs sayımız toplam 20 tane olacak.

Büyüklük olarak, Doğa Koleji sektörde yer alan kurumlar arasında kaçıncı sırada yer alıyor?

Sektörün lideriyiz. Büyüklüğümüz 4-5 tane özel okulun toplamına eşit… Çünkü Türkiye’de bizden başka 25 bin öğrencisi olan özel okul yok.

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın da en büyüğü olmak için çalışıyoruz. Şu an istihdam, kampüs ve öğrenci sayımızla dünyanın en büyük eğitim kurumları sıralamasında ilk 3’te yer alıyoruz. Ortaklıkla birlikte 5 yıllık bir fizibilite çalışması yapmıştık, yılsonu ciro hedefimiz ise 500 milyon dolar. En büyük hedefimiz ise k12 alanında dünyanın en değerli markası olmak. 5-6 yıl içinde bu hedefimize ulaşacağımızı düşünüyorum.

Bu denli büyüme sektörde dikkat çekiyor. Diğer özel okullara kıyasla hızlı büyüyorsunuz…

Bize göre oldukça yavaş büyüyoruz. Bu kadar çalışmaya ve bu kadar kaliteli içeriğe göre daha da büyümemiz gerekiyor. Dünya öyle hızlı büyüyor ki, bizim büyümemiz o sebeple gayet normal. Biz Doğa koleji olarak, dünyanın hızla büyüyen şirketlerini örnek alıyoruz, durağan şirketlerini değil.

Bazı okullar yavaş büyümek ister, hemen 50 bin öğrenciye ulaşmak istemez. Planı öyle değildir. Ama bizim planımızda hızlı ilerlemek var.

Ayrıca bazı okullar kazandığını eğitime yatırmıyorlar. Eğer yatırsalardı, öğrenci sayılarını artırırlardı. Biz eğitimden kazandığımızı eğitime yatırıyoruz.

Peki, bir eğitim kurumu şirket mantığıyla yönetilebilir mi?

Şirket mantığıyla yönetilebilir ama eğitim sektörünün argümanlarını mutlaka kullanmanız lazım.

Eğitimdeki sıkıntılarımızdan biri de kaliteyi standartlaştıramamamız. Kampüs sayınız fazla… Her okulunuzu aynı kalitede yönetebiliyor musunuz?

Kampüs sayınızın çok olması bir okulu aynı kalitede yönetemeyeceğiniz demek değildir. Çünkü her okulun ayrı bir müdürü, müdür yardımcısı, yöneticisi; sınıfta ise 50 bin öğrenci değil, 24 öğrenci vardır. Bu yöneticiler ve öğretmenler, öğrencilere Doğa Koleji’nin vizyonunu kazandırıyorlar. Ayrıca genel müdürlüğümüzde 500 kişi çalışıyor. Türkiye’nin en kariyerli, en iyi eğitimli kadrosuna sahibiz. Bu kişiler, okullarımıza hizmet, vizyon ve doküman üretiyorlar.

EN ÇOK ÇALIŞILMAK İSTENEN KURUMUZ

Eğitimci kadronuzu nasıl oluşturuyorsunuz?

En çok çalışılmak istenen kurumuz. Geçen sene bin 200 öğretmen aldık. Müracaat eden öğretmen sayısı da 86 bindi. Biz bu müracaat eden kişilerin arasından en kariyerlilerini, en isteklilerini seçiyoruz.

‘Enneagram’ isimli, Türkiye’de uygulanmayan, kendi ürettiğimiz bir sistemimiz var. Görüşmeler Enneagram modeliyle yapılıyor. Kişilik özelliklerine ve tercihlerine göre öğretmenleri görevlendiriyoruz. Bu model sayesinde daha istekli ve daha başarılı öğretmenler ile çalışmış oluyoruz.

Her öğretmenin bir haritası var yani… Öğretmenlerde belli bir deneyim süresi gözetiyor musunuz?

Bizim için bir öğretmenin verimliliği, heyecanı ve becerisi esastır. İlla 10 yıllık ya da 20 yıllık olacak diye bir standart belirlemiyoruz. Elbette hiç tecrübeli olmayan bir öğretmen başarılı olamaz. Belli bir deneyimi kazanan öğretmenin, heyecanına, isteğine, becerisine bakarız. Buna göre değerlendiririz. Bunun yanında öğretmenlerimize yılda ortalama 50 saatlik bir eğitim aldırarak, kendilerini daha da geliştirmelerini sağlıyoruz.

Öğrencilerinize bir Doğa Koleji kimliği kazandırıyor musunuz?

Öğrenci kendini ifade etme, birlikte bir şey yapma becerisi kazanıyor. Çağımızın da en çok ihtiyacı budur. Kendin çal, kendin oyna durumu yok. Birlikte bir orkestra oluşturmak lazım…

EĞİTİM ARTIK SINIFIN DIŞINA ÇIKIYOR

Dünyada eğitim nereye doğru gidiyor?

Eğitim artık sınıfın dışına çıkıyor. Ders için ayrılan toplam zamanın yarısı sınıfın içinde yarısı sınıfın dışında olmalı… Bunu PISA’da ilk 10’da yer alan ülkeler uyguluyor. En iyi uygulayan ülkelerden biri de Çin…

Velilerin, tabletle verilen eğitim neticesinde çocukların çevresiyle iletişim kopukluğu yaşadığı şeklinde tepkileri oluyor. Doğa Koleji de teknolojiyi yoğun kullanan okullardan biri… Siz de velilerden böyle tepkiler aldınız mı?

Bu çocuklar Z kuşağı… Bu çocuklar, teknolojinin içindeler zaten. Hayatın her yerinde teknoloji var, sadece eğitimde yok. Asıl mesele teknoloji ile eğitim değil, çocuğun teknoloji doğru kullanıp kullanmadığı… Bizim sınıflarımızda 7 yıldır akıllı tahta ile eğitim yapılıyor. Velilerden gelen hiçbir olumsuz tepki yok.

T-MBA EĞİTİM MODELİNİ DÜNYAYA İHRAÇ EDİYORUZ

Doğa Koleji’nin öne çıkan projelerinden bahsedebilir misiniz?

Liselerimizde t-MBA adı altında bir eğitim modeli oluşturduk. Öğrencilerimizi hem iş hayatına hem de üniversiteye hazırlayan bu eğitim modelinin patentini aldık, uluslararası sertifikalandırdık. Bugün t-MBA eğitim modelini dünyaya ihraç ediyoruz. Çünkü girişimcilik ve işletme eğitimiyle öğrencilerimizi daha lise sıralarında tanıştırıyor, çocuklarımız bu özgüven ve vizyon sayesinde yeni sosyal sorumluluk projelerinden yeni iş modellerine kadar pek çok alanda farklı ve rekabetçi fikirler geliştirebiliyor. Bu eğitim modeli ile yetişen çocuklarımızın başarıları gözle görünür olmaya başladıkça t-MBA, velilerin de öğrencilerin de daha fazla talep ettiği bir eğitim modeli haline geliyor.

Doğa Konseptli Eğitim Modelimiz ile de Avrupa Birliği’nden bir kez daha olur aldık. Böylece Avrupa Birliğinden aldığımız toplam fon miktarı yaklaşık 1 milyon 800 bin Avro’yu buldu. AB tarafından kabul görerek fonlanan, Comenius Kataloğuna giren ve Europass sertifikasına sahip olan merkezi proje, bizim  koordinatörlüğümüzde Avrupa ülkelerinde uygulanabiliyor. Ayrıca Comenius’un da aralarında bulunduğu 43 LLP ‘Hayat Boyu Öğrenme Programı’ arasında 2010 - 2013 yıllarında tek bir kurum olarak toplam 1.493.715 Avro fon aldık. Aynı yıllar arasında Türkiye genelinde Doğa hariç alınan toplam fon ise 3 merkezi proje için toplam 905,283 Avro. Dolayısıyla 2010 yılından itibaren fonlanan 8 projeden 5 tanesi Doğa Koleji'ne ait. Düzenlenecek kongre ve seminerlerle uzun yıllara yayılacak proje için toplamda 400 yüz bin Avro fon, Doğa Konseptli Eğitim Modeli projesi ile 5-12 yaş arası öğrencilere ve bu yaş grubu öğretmenlerine yönelik olarak uygulanıyor. Proje, doğayı öğrencilere erken yaşta anlatarak sevdirmeyi, korumayı ve doğa ile kalkınmayı hedef alıyor.

Doğa Konseptli Eğitim Model’inin bilinirliğinin artırılması için yapılacak çalıştay ve sunumlar ile düzenlenecek dört adet “Ulusal İnteraktif Seminer” AB tarafından ayrıca 150 bin Avro ile fonlandı. Proje kapsamında güncel eğitim konularını tartışmak, iyi uygulamaların teşvikini ve paylaşımını sağlamak amacıyla İstanbul’da “Uluslararası Değerlendirme Konferansı ”ve  “Öğretmen Eğitim Kursu” da düzenlenecek.

Çok dilli bütünleşmeyi kültürlerarası boyuta entegre edebilmek adına öğretmenlerin niteliklerini geliştirmek üzere yürüttüğümüz “Çok Dilli Bütünleşme için Öğretmen Yeterliliği Projesi ile de Avrupa Birliği’nden 206 bin Avro destek aldık. AB’den alınan fonlar, öğretmenlerin bu konudaki eksikliklerinin, öğretmen eğitimi kursları ile giderilmesine kaynak sağladı.

Doğa Koleji olarak, 3yıldır da “Fen Bilimleri Eğitiminde Nano Teknolojik Yansımalar” projesini yürütüyoruz. Bu projeyle fen bilimleri öğrenimini daha çekici ve erişilebilir kılmak bilişim ve İletişim Teknolojilerini araç olarak kullanmayı amaçladık. Şimdiye kadar 500 bin Avro hibe alan projemiz, 13 ile 18 yaş arası öğrenciler ile fen bilimleri dersleri alan yüksekokul ve üniversite öğrencilerini kapsıyor.

Şimdiye kadar yaklaşık 474 bin Avro ile en yüksek miktarla fonlanan “Takım Çalışması, Eğitim ve Teknoloji Platformu” projemiz ise 12-18 yaş grubu öğrencilerle fen bilimleri öğretmenlerine yönelik olarak yürütülüyor. Türkiye ile birlikte İtalya, Bulgaristan, Romanya, İspanya, Yunanistan, Norveç ve Rusya Federasyonu’nun da işbirliğinde yürütülen proje gençlere fen bilimlerini ilgi çekici hale getirmek için öğretme pratiklerini bir araya getirerek yenilikçi yaklaşımlar saptamayı hedefliyor. 8 ülkede eş zamanlı ve ortak bir ağ üzerinden yürütülecek olan projede öğretmenlerin tecrübeleri, uluslararası projelerin ve girişimlerin başarıları üzerinden ilerleyecek. Seminerlerin de düzenleneceği projede öğretmenlere, Nisan 2014 ila Temmuz 2016 arasında, hem yöntemsel hem de pratik anlamda derslerini daha aktif, yenilikçi bir şekilde verebilmeleri amacıyla destek verilmesi hedefleniyor.

Ayrıca, “Çok Dilli Bütünleşme İçin Öğretmen Yeterliliği”, “Takım Çalışması, Eğitim ve Teknoloji Platformu” ile “Doğa Konseptli Eğitim Modelini Yaygınlaştırma ”projelerini de Avrupa Birliği ülkeleri ile birlikte yürütüyoruz

YAKINDA KÖRFEZ ÜLKELERİNDEYİZ

2014 eğitim-öğretim yılı hedefleriniz neler?

Kanada’yla başlayan ve Kıbrıs’la devam eden yurt dışı yatırımlarımız büyüme planlarımız dâhilinde. Kanada’da bulunan okulumuz ortaklık şeklinde; Kıbrıs’taki ise tamamen bize ait. Çok yakında Körfez ülkelerinde de yer almayı planlıyoruz. Bu bölgelerdeki okullar uluslararası eğitim veren okullar olacak ve profesyonel iş dünyasının çocuklarına hitap edecek. 

Uzun vadede hedefimiz ise; “Çocuk Üniversitesi”, ‘’Doğa Konsepti’’, “SOES” ve “t-MBA” gibi 4 farklı kendine özgü eğitim modeli ile dünyaya referans veren, yurt dışında yüzlerce, Türkiye’de binlerce ödül alan ve şuan 50 binin üzerinde öğrencisiyle, Türkiye’nin en büyük okulu olmayı fazlasıyla hak eden Doğa Koleji’nin, dünyaya örnek olan bu başarılı eğitimden daha çok öğrencinin faydalanabilmesi için çalışmaya devam etmek. Vizyonumuzu ve kalitemizi sürekli arttırarak, sadece sayısal olarak değil marka olarak da bu hızda büyüyerek Türk eğitim sistemi adına daha büyük başarılara imza atmayı hedefliyoruz.

Son Güncelleme: Salı, 13 May 2014 08:00

Gösterim: 3217

MEB Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabıyık, mevcut istatistiki rakamlara göre 5 yaşta tüm çocukları okullaştırabilmek için yaklaşık 15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğunu belirtti.

funda kocabıyıkMEB ve UNICEF işbirliğinde yürütülen “25 TL Bağış Kampanyası” ile ekonomik nedenlerle okul öncesi eğitimden yararlanamayan çocuklara yılda 300 TL bağış yapılarak okula kazandırılması amaçlanıyor. Kampanya ile bugüne kadar yaklaşık 12 bin çocuğun okullaşmasının sağlandığını vurgulayan MEB Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabıyık, “Kampanya 2014-2015 eğitim öğretim yılında da devam edecek olup ilk etapta 3 bin 350 çocuğa destek verilerek okul öncesi eğitim kurumlarına devamları sağlanacak” dedi.

Ülkemizde okul öncesi eğitim veren kaç tane okul var? Okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarını artırmak için ne gibi çalışmalar yürütüyor ve neler planlıyorsunuz?

Bugün itibari ile resmi anaokulu sayımız 2 bin 087’dir. Yine 2013-2014 eğitim öğretim yılı verilerine göre resmi ve özel olmak üzere 26 bin 698 eğitim kurumunda toplam 63 bin 327 öğretmenle 63 bin 273 şubede okul öncesi eğitimi verilmektedir.

Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması ve okullaşma oranlarının artırılması için Genel Müdürlüğümüzce değişik konu ve alanlarda çalışmalar ve projeler yürütülmektedir. Yapılan çalışmalarda sadece okullaşma oranlarının artırılması hedeflenmemekte, nicel gelişmelere paralel olarak bu alanda sunulan eğitimin niteliğini artırıcı faaliyetler de yapılmaktadır. 

Hizmet sunumu için MEB’in öncülüğünde yerel düzeyde protokoller yolu ile işbirlikleri oluşturularak, (kamu kuruluşları, STK’lar, belediyeler, valilikler ve bu kurumlara bağlı kuruluşlar arasında), çocukların kolaylıkla ulaşabileceği (mahalle bazlı) yerel kuruluşlara ait atıl durumda bulunan fiziksel mekanlar düşük maliyetler ile onarılıp donatımları yapılarak okul öncesi eğitime kazandırılmaktadır. Bu amaçla 10 ayrı model olarak Toplum Temelli Erken Çocukluk Hizmetleri geliştirilmiştir. Bu yolla 10 ilde yapılan çalışmalarda bugüne kadar 3 bin’den fazla dezavantajlı çocuğa ulaşılmış ücretsiz eğitim verilmesi sağlanmıştır.

0-66 aylık çocuklara yönelik eğitim programları güncellenmiş ve ilgili materyaller hazırlanarak ülke genelinde uygulanmaya başlanmıştır.

Erken çocukluk eğitim hizmeti veren tüm kurumları kapsayacak biçimde kalite standartları geliştirilmiştir.

E-okul tabanlı geliştirilen yeni bir yazılımla Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olmayan erken çocukluk eğitim hizmeti veren her kurumdaki çocukların da e-okul sistemine kaydolması sağlanmıştır. Bu sayede erken çocukluk eğitimi alan her bireyin bilgilerinin elektronik ortamda tutulması, nakillerin elektronik ortamda gerçekleştirilmesi, sağlıklı istatistiki verilere ulaşılabilmesi ve gerçekçi planlamalar yapılabilmesi mümkün olacaktır.

Okul öncesi çocuklarının sosyal becerilerine destek olmak amacıyla Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve üniversitelerle yapılan işbirliği sonucu Okul Öncesi Eğitimde Sosyal Beceri Destek Projesi ülke genelinde yaygınlaştırılmaya devam etmektedir.

Erken çocukluk eğitiminde bilgi ve iletişim teknolojilerinin, çocukların bilişsel ve sosyal gelişiminde etkin bir şekilde kullanılmasının yaygınlaştırması için “Erken Öğrenme Programı” uygulanmaktadır.

Okul öncesi eğitim kurumlarında kullanılan temel donatım malzemelerinin sağlık, güvenlik, kullanışlılık ve yaş grubunun kullanımına uygunluğu konularındaki asgari standartları, çocukların gelişimsel özellikleri dikkate alınarak  belirlenmiş ve  uygulamaya konulmuştur.

MEB ve UNICEF işbirliğinde yürütülen “25 TL Bağış Kampanyası” ile özellikle sırf ekonomik nedenlerle okul öncesi eğitimden yararlanamayan çocuklara yılda 300 TL bağış yapılarak okula kazandırılması amaçlanmıştır.  Kampanya ile  bugüne kadar yaklaşık 12 bin  çocuğumuzun okullaşması sağlanmıştır.  Kampanya 2014-2015 eğitim öğretim yılında da devam edecek olup ilk etapta 3 bin 350 çocuğa destek verilerek okul öncesi eğitim kurumları devamları sağlanacaktır.

Fiziki alt yapının artırılması için değişik sivil toplum kuruluşları ile okul yapımı ve donatımına yönelik protokoller devam etmektedir.  Çocukların maddi ve manevi bütünlüklerinin okul ortamındaki fiziksel çevreden kaynaklı nedenlerle zarar görmesinin önüne geçilmesi amacıyla da tüm kurumlarımızı kapsayacak Fiziksel Güvenlik Kontrol Listelerinin hazırlanması çalışmaları devam etmektedir.

Özellikle okul öncesi eğitime erişimin düşük olduğu yörelerde çocuklarımızın hayata eşit fırsatlarla başlayabilmeleri için kaliteli bir okul öncesi eğitim olanağı sağlanması amacıyla farklı projelerimiz devam etmektedir.

4+4+4 OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN YAYGINLAŞMASINI SAĞLADI

2012-2013 eğitim öğretim yılından itibaren hayata geçirilen 4+4+4 sistemi okul öncesi eğitimi nasıl etkiledi?

Zorunlu 12 yıllık eğitim sisteminden önce çocuklar ilkokula 69 aydan itibaren başlarken 6287 sayılı Kanunun  uygulanmasına yönelik olarak “İlkokulların birinci sınıfına, kayıtların yapıldığı yılın eylül ayı sonu itibarıyla 66 ayını dolduran çocukların kaydı yapılır. Gelişim yönünden ilkokula hazır olduğu anlaşılan 60-66 ay arası çocuklardan, velisinin yazılı isteği bulunanlar da ilkokul birinci sınıfa kaydedilir. Okul müdürlükleri, yaşça kayıt hakkını elde eden çocuklardan 66, 67 ve 68 aylık olanları, velisinin vereceği dilekçe ile; 69, 70 ve 71 aylık olanları ise, ilkokula başlamaya hazır olmadıklarını belgeleyen sağlık raporu ile okul öncesi eğitime yönlendirebilir veya kayıtlarını bir yıl erteleyebilir.” şeklinde yönetmelik değişikliği yapılmış ve gelişim yönünden ilkokula hazır olan 60 ayını dolduran çocukların da ilkokula başlamalarına imkan tanınmıştır.  Okula başlama yaşının öne çekilmesi ve isteğe bağlı olması okula başlamada tek ölçüt olarak gözüken takvimsel yaşın önüne geçmiş, çocukların okula hazır bulunuşluk durumlarına göre yönlendirilmesine imkân sağlanmıştır. Bunun yanında üstün yetenekli öğrencilere fırsat verme, günümüzdeki sosyal, kültürel ve teknolojik gelişmelerin çocuklarda zihinsel gelişimi hızlandırması, çevresel uyarcıların ve gelişimsel desteklerin fazlalığı bunların çocukların okula hazır bulunuşluk durumu üzerindeki olumlu etkilerinin değerlendirmesine imkân sağlamıştır.

Bu değişikliklerin kamuoyunda uzun süre tartışılması ve erken çocukluk eğitiminin öneminin vurgulanması ailelerde bir farkındalık oluşturmuştur. Bu farkındalık okullaşma oranlarına olumlu yansımış ve 2010-2011 yılında 4- 5 yaş grubunda %43 olan okullaşma oranı, birinci sınıfa başlama yaşı erkene alınmasına ve bu yaş grubundaki on binlerce çocuğun birinci sınıfa başlamasına rağmen 2012-2013 yılında %44’e yükselmiştir. 5 yaş grubunda ise 2012-2013 yılında %64,47 okullaşma oranı 2013-2014 eğitim öğretim yılında %70,56 olarak gerçekleşmiştir. Bu veriler ışığında kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen yeni eğitim sistemi, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasına ve daha erken yaşlardaki çocukların da bu eğitimden yeteri kadar faydalanmasına imkan vermiştir.

Okul öncesi eğitimde öğretmen açığı var mı? Ayrıca okul öncesi eğitimde görev yapan öğretmenler için düzenlediğiniz hizmet içi eğitimlerden bahsedebilir misiniz?

Okul öncesi eğitimdeki ihtiyaçlar dikkate alınarak Bakanlığımızca bir branştan tek seferde en fazla öğretmen alımı okul öncesi branşında yapılmıştır. Ülkemizde başka branşlarda olduğu gibi okul öncesi alanında da öğretmen açığı bulunmaktadır.  Her öğretmen alımında bu alana daha fazla kontenjan ayrılması için gerekli özen gösterilmektedir. Mevcut istatistiki rakamlara göre 5 yaşta tüm çocukları okullaştırabilmek için yaklaşık 15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Unutulmamalıdır ki okullaşamamış olan 5 yaş grubu çocukların yaklaşık %10 civarı da köylerde yaşamaktadır. Her köyde bir veya birkaç çocuğun yaşıyor olması, bunları taşımanın da mevcut mevzuat ve yaş grubunun hassasiyeti nedeniyle mümkün olmaması da ayrı bir sorun olarak durmaktadır.

Genel Müdürlük olarak her yıl planlı biçimde hizmet içi eğitim faaliyetleri gerçekleştirmekteyiz.  Bu faaliyetlerle özellikle öğretmen ve yöneticilerimizi kendi alanlarındaki yeni gelişmeler konusunda bilgilendirmekte, onların deyimlerini paylaşmalarına imkan sağlanmaktadır. 2013 yılı içinde okul öncesi alanında özellikle revize edilen programların tanıtımı ağırlıklı olmak üzere toplam 23 bin 398 öğretmen ve yönetici merkezi ve yerel hizmet içi faaliyetlere katılma fırsatı yakalamıştır. Önümüzdeki yıllarda da değişik konularda bu faaliyetlerin düzenlenmesine devam edilecektir.

Okul öncesi eğitim neden gereklidir? Çocukların gelişimine ne gibi katkıları var?

Alandaki tüm araştırmacılar için çocuğun yüksek öğrenme potansiyeline sahip olduğu bir dönem olarak görülen Okul Öncesi Eğitim döneminde çocuklar, uygun fiziksel ve sosyal çevre koşullarında ve sağlıklı etkileşim ortamında, daha hızlı ve başarılı bir gelişim göstermektedir. Okul öncesi eğitim hizmetlerinden faydalanan çocuklar sosyal kurallar ve normlara karşı daha uyumlu bir tutum benimserken, arkadaş ilişkilerinde de daha başarılı olmaktadır. Aslında denilebilir ki bu dönem Geleceğin Provasıdır ve bireyin geleceğini de bu dönemde çocuğa verilenler ve verilmeyenler belirlemektedir. Bu bilinç ve sorumluluk anlayışı ile ülkemizin tüm çocuklarının hayata eşit şartlarda hazırlanması çabamız, hız kesmeden devam etmektedir.

Çevresel etkiler gelişimi olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir. Çocuklarımızın sağlıklı bir gelişime sahip olabilmesi için okul öncesi dönem boyunca sağlıklı beslenmesi, zengin uyarıcı bir çevre içinde bulunması ve onlara yeni öğrenme fırsatlarının sunulması gerekir. Çevre, uyaranlar bakımından ne kadar zengin olursa, çocuk da o kadar hızlı gelişir ve öğrenir. Bu durumda biz yetişkinlerin sorumluluğu çok büyüktür. Çünkü bizim yaptıklarımız sonucunda; çocuklarımızın gelişimi, öğrenmeye karşı tutumları ve dolayısıyla tüm hayatı etkilenecek,  en nihayetinde yetişen bu nesil ülkemizin geleceğine yön verecektir.

Veliler okul öncesi eğitim kurumunu seçerken hangi kriterlere dikkat etmelidirler?

Okul seçiminde öncelikli olarak çocuğun gelişimsel durumuna en uygun olan grupların yer aldığı okulun seçilmesi önemlidir. Bunun yanında genel olarak okul seçiminde aşağıdaki kriterlere bakılması çocuğun büyüme ve de gelişmesinde büyük yarar sağlayacaktır.

•             Okulun eve yakın olması,

•             Okulun fiziki koşullarının öğrencinin gelişim özelliklerine uygun olması,

•             Çocuklar tarafından kullanılan donatım malzemeleri ve eğitim materyallerinin onların sağlık ve güvenliklerini riske atmayacak kriterleri barındırması,

•             Çocukların beslenme ve bakım ihtiyaçlarının sağlıklı bir biçimde karşılanabilir olması,

•             Okulun çocukların güvenle oyun oynayıp, hareket edebilecekleri türden oyun alanlarına ve bahçeye sahip olması,

•             Bakanlığımızın geliştirerek uygulamaya koyduğu programların yaş gruplarında ve de veli eğitimlerinde etkin olarak kullanılıyor olması,

Bunlara ek olarak özellikle özel kurumlarda yeterli sayıda personelin istihdam edilmesi ve personelin okul öncesi eğitim alanında eğitim görmüş olması büyük bir gerekliliktir.

3-4 YAŞ GRUBUNDA OKULLAŞMA ORANININ OECD ORTALAMASI % 68,5

Dünyada okul öncesi eğitim alanındaki gelişmeler hakkında bilgi verir misiniz?

Dünyanın birçok ülkesinde zorunlu eğitim altı yaşında başlamaktadır. Okul öncesi eğitim genellikle 3-6 (36-72 ay) yaşlar arasında, ilköğretime bağlı ya da bağımsız kurumlarda isteğe bağlı olarak verilmektedir. Ancak zorunlu eğitimin öncesindeki bir yılın, ilköğretim ile birlikte ele alınması eğilimi yaygındır. Kurumsal temelli okul öncesi eğitim devlet, belediyeler, özel sektör eliyle yürütülmektedir. Okul öncesi dönemde (0-6 yaş) yaşlar arasında büyük gelişimsel farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenle eğitim uygulamaları genellikle 0-3 (0-36 ay) yaşlar arasında bakım ve aile destekli modellerle, 3-6 (36-72 ay) yaşlar arasında kurumsal temelli modellerle yürütülmektedir. Bu yapı, devlete bağlı okul öncesi eğitim kurumlarının Eğitim Bakanlığı ve/veya Sağlık Bakanlığı tarafından yönetilmesine yol açmaktadır.

OECD ülkelerinin yarısından fazlasında 3-4 yaş grubundaki çocukların % 70’inden fazlası okul öncesi eğitime devam etmektedir. Bu yaş grubundaki okullaşma oranının OECD ülkeleri ortalaması % 68,5; AB (19) ülkeleri ortalaması ise % 75,9’ dur. Üç yaşın okul öncesi için artık evrensel bir alt sınır olduğu görülmektedir.

OECD ülkelerinin hemen hemen tümünde 5 ve 6 yaşlarda tam okullaşmanın sağlandığı görülmektedir.

3-4 yaş grubunda okullaşma oranı; Belçika, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Yeni Zelanda, İspanya, İngiltere ve Estonya’da % 90’ın üzerindedir.

15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğu düşünülmektedir

Ülkemizde başka branşlarda olduğu gibi okul öncesi alanında da öğretmen açığı bulunmaktadır. Her öğretmen alımında bu alana daha fazla kontenjan ayrılması için gerekli özen gösterilmektedir. Mevcut istatistiki rakamlara göre 5 yaşta tüm çocukları okullaştırabilmek için yaklaşık 15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.

> 15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç var

MEB Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabıyık, mevcut istatistiki rakamlara göre 5 yaşta tüm çocukları okullaştırabilmek için yaklaşık 15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğunu belirtti.

funda kocabıyıkMEB ve UNICEF işbirliğinde yürütülen “25 TL Bağış Kampanyası” ile ekonomik nedenlerle okul öncesi eğitimden yararlanamayan çocuklara yılda 300 TL bağış yapılarak okula kazandırılması amaçlanıyor. Kampanya ile bugüne kadar yaklaşık 12 bin çocuğun okullaşmasının sağlandığını vurgulayan MEB Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabıyık, “Kampanya 2014-2015 eğitim öğretim yılında da devam edecek olup ilk etapta 3 bin 350 çocuğa destek verilerek okul öncesi eğitim kurumlarına devamları sağlanacak” dedi.

Ülkemizde okul öncesi eğitim veren kaç tane okul var? Okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarını artırmak için ne gibi çalışmalar yürütüyor ve neler planlıyorsunuz?

Bugün itibari ile resmi anaokulu sayımız 2 bin 087’dir. Yine 2013-2014 eğitim öğretim yılı verilerine göre resmi ve özel olmak üzere 26 bin 698 eğitim kurumunda toplam 63 bin 327 öğretmenle 63 bin 273 şubede okul öncesi eğitimi verilmektedir.

Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması ve okullaşma oranlarının artırılması için Genel Müdürlüğümüzce değişik konu ve alanlarda çalışmalar ve projeler yürütülmektedir. Yapılan çalışmalarda sadece okullaşma oranlarının artırılması hedeflenmemekte, nicel gelişmelere paralel olarak bu alanda sunulan eğitimin niteliğini artırıcı faaliyetler de yapılmaktadır. 

Hizmet sunumu için MEB’in öncülüğünde yerel düzeyde protokoller yolu ile işbirlikleri oluşturularak, (kamu kuruluşları, STK’lar, belediyeler, valilikler ve bu kurumlara bağlı kuruluşlar arasında), çocukların kolaylıkla ulaşabileceği (mahalle bazlı) yerel kuruluşlara ait atıl durumda bulunan fiziksel mekanlar düşük maliyetler ile onarılıp donatımları yapılarak okul öncesi eğitime kazandırılmaktadır. Bu amaçla 10 ayrı model olarak Toplum Temelli Erken Çocukluk Hizmetleri geliştirilmiştir. Bu yolla 10 ilde yapılan çalışmalarda bugüne kadar 3 bin’den fazla dezavantajlı çocuğa ulaşılmış ücretsiz eğitim verilmesi sağlanmıştır.

0-66 aylık çocuklara yönelik eğitim programları güncellenmiş ve ilgili materyaller hazırlanarak ülke genelinde uygulanmaya başlanmıştır.

Erken çocukluk eğitim hizmeti veren tüm kurumları kapsayacak biçimde kalite standartları geliştirilmiştir.

E-okul tabanlı geliştirilen yeni bir yazılımla Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olmayan erken çocukluk eğitim hizmeti veren her kurumdaki çocukların da e-okul sistemine kaydolması sağlanmıştır. Bu sayede erken çocukluk eğitimi alan her bireyin bilgilerinin elektronik ortamda tutulması, nakillerin elektronik ortamda gerçekleştirilmesi, sağlıklı istatistiki verilere ulaşılabilmesi ve gerçekçi planlamalar yapılabilmesi mümkün olacaktır.

Okul öncesi çocuklarının sosyal becerilerine destek olmak amacıyla Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve üniversitelerle yapılan işbirliği sonucu Okul Öncesi Eğitimde Sosyal Beceri Destek Projesi ülke genelinde yaygınlaştırılmaya devam etmektedir.

Erken çocukluk eğitiminde bilgi ve iletişim teknolojilerinin, çocukların bilişsel ve sosyal gelişiminde etkin bir şekilde kullanılmasının yaygınlaştırması için “Erken Öğrenme Programı” uygulanmaktadır.

Okul öncesi eğitim kurumlarında kullanılan temel donatım malzemelerinin sağlık, güvenlik, kullanışlılık ve yaş grubunun kullanımına uygunluğu konularındaki asgari standartları, çocukların gelişimsel özellikleri dikkate alınarak  belirlenmiş ve  uygulamaya konulmuştur.

MEB ve UNICEF işbirliğinde yürütülen “25 TL Bağış Kampanyası” ile özellikle sırf ekonomik nedenlerle okul öncesi eğitimden yararlanamayan çocuklara yılda 300 TL bağış yapılarak okula kazandırılması amaçlanmıştır.  Kampanya ile  bugüne kadar yaklaşık 12 bin  çocuğumuzun okullaşması sağlanmıştır.  Kampanya 2014-2015 eğitim öğretim yılında da devam edecek olup ilk etapta 3 bin 350 çocuğa destek verilerek okul öncesi eğitim kurumları devamları sağlanacaktır.

Fiziki alt yapının artırılması için değişik sivil toplum kuruluşları ile okul yapımı ve donatımına yönelik protokoller devam etmektedir.  Çocukların maddi ve manevi bütünlüklerinin okul ortamındaki fiziksel çevreden kaynaklı nedenlerle zarar görmesinin önüne geçilmesi amacıyla da tüm kurumlarımızı kapsayacak Fiziksel Güvenlik Kontrol Listelerinin hazırlanması çalışmaları devam etmektedir.

Özellikle okul öncesi eğitime erişimin düşük olduğu yörelerde çocuklarımızın hayata eşit fırsatlarla başlayabilmeleri için kaliteli bir okul öncesi eğitim olanağı sağlanması amacıyla farklı projelerimiz devam etmektedir.

4+4+4 OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN YAYGINLAŞMASINI SAĞLADI

2012-2013 eğitim öğretim yılından itibaren hayata geçirilen 4+4+4 sistemi okul öncesi eğitimi nasıl etkiledi?

Zorunlu 12 yıllık eğitim sisteminden önce çocuklar ilkokula 69 aydan itibaren başlarken 6287 sayılı Kanunun  uygulanmasına yönelik olarak “İlkokulların birinci sınıfına, kayıtların yapıldığı yılın eylül ayı sonu itibarıyla 66 ayını dolduran çocukların kaydı yapılır. Gelişim yönünden ilkokula hazır olduğu anlaşılan 60-66 ay arası çocuklardan, velisinin yazılı isteği bulunanlar da ilkokul birinci sınıfa kaydedilir. Okul müdürlükleri, yaşça kayıt hakkını elde eden çocuklardan 66, 67 ve 68 aylık olanları, velisinin vereceği dilekçe ile; 69, 70 ve 71 aylık olanları ise, ilkokula başlamaya hazır olmadıklarını belgeleyen sağlık raporu ile okul öncesi eğitime yönlendirebilir veya kayıtlarını bir yıl erteleyebilir.” şeklinde yönetmelik değişikliği yapılmış ve gelişim yönünden ilkokula hazır olan 60 ayını dolduran çocukların da ilkokula başlamalarına imkan tanınmıştır.  Okula başlama yaşının öne çekilmesi ve isteğe bağlı olması okula başlamada tek ölçüt olarak gözüken takvimsel yaşın önüne geçmiş, çocukların okula hazır bulunuşluk durumlarına göre yönlendirilmesine imkân sağlanmıştır. Bunun yanında üstün yetenekli öğrencilere fırsat verme, günümüzdeki sosyal, kültürel ve teknolojik gelişmelerin çocuklarda zihinsel gelişimi hızlandırması, çevresel uyarcıların ve gelişimsel desteklerin fazlalığı bunların çocukların okula hazır bulunuşluk durumu üzerindeki olumlu etkilerinin değerlendirmesine imkân sağlamıştır.

Bu değişikliklerin kamuoyunda uzun süre tartışılması ve erken çocukluk eğitiminin öneminin vurgulanması ailelerde bir farkındalık oluşturmuştur. Bu farkındalık okullaşma oranlarına olumlu yansımış ve 2010-2011 yılında 4- 5 yaş grubunda %43 olan okullaşma oranı, birinci sınıfa başlama yaşı erkene alınmasına ve bu yaş grubundaki on binlerce çocuğun birinci sınıfa başlamasına rağmen 2012-2013 yılında %44’e yükselmiştir. 5 yaş grubunda ise 2012-2013 yılında %64,47 okullaşma oranı 2013-2014 eğitim öğretim yılında %70,56 olarak gerçekleşmiştir. Bu veriler ışığında kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen yeni eğitim sistemi, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasına ve daha erken yaşlardaki çocukların da bu eğitimden yeteri kadar faydalanmasına imkan vermiştir.

Okul öncesi eğitimde öğretmen açığı var mı? Ayrıca okul öncesi eğitimde görev yapan öğretmenler için düzenlediğiniz hizmet içi eğitimlerden bahsedebilir misiniz?

Okul öncesi eğitimdeki ihtiyaçlar dikkate alınarak Bakanlığımızca bir branştan tek seferde en fazla öğretmen alımı okul öncesi branşında yapılmıştır. Ülkemizde başka branşlarda olduğu gibi okul öncesi alanında da öğretmen açığı bulunmaktadır.  Her öğretmen alımında bu alana daha fazla kontenjan ayrılması için gerekli özen gösterilmektedir. Mevcut istatistiki rakamlara göre 5 yaşta tüm çocukları okullaştırabilmek için yaklaşık 15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Unutulmamalıdır ki okullaşamamış olan 5 yaş grubu çocukların yaklaşık %10 civarı da köylerde yaşamaktadır. Her köyde bir veya birkaç çocuğun yaşıyor olması, bunları taşımanın da mevcut mevzuat ve yaş grubunun hassasiyeti nedeniyle mümkün olmaması da ayrı bir sorun olarak durmaktadır.

Genel Müdürlük olarak her yıl planlı biçimde hizmet içi eğitim faaliyetleri gerçekleştirmekteyiz.  Bu faaliyetlerle özellikle öğretmen ve yöneticilerimizi kendi alanlarındaki yeni gelişmeler konusunda bilgilendirmekte, onların deyimlerini paylaşmalarına imkan sağlanmaktadır. 2013 yılı içinde okul öncesi alanında özellikle revize edilen programların tanıtımı ağırlıklı olmak üzere toplam 23 bin 398 öğretmen ve yönetici merkezi ve yerel hizmet içi faaliyetlere katılma fırsatı yakalamıştır. Önümüzdeki yıllarda da değişik konularda bu faaliyetlerin düzenlenmesine devam edilecektir.

Okul öncesi eğitim neden gereklidir? Çocukların gelişimine ne gibi katkıları var?

Alandaki tüm araştırmacılar için çocuğun yüksek öğrenme potansiyeline sahip olduğu bir dönem olarak görülen Okul Öncesi Eğitim döneminde çocuklar, uygun fiziksel ve sosyal çevre koşullarında ve sağlıklı etkileşim ortamında, daha hızlı ve başarılı bir gelişim göstermektedir. Okul öncesi eğitim hizmetlerinden faydalanan çocuklar sosyal kurallar ve normlara karşı daha uyumlu bir tutum benimserken, arkadaş ilişkilerinde de daha başarılı olmaktadır. Aslında denilebilir ki bu dönem Geleceğin Provasıdır ve bireyin geleceğini de bu dönemde çocuğa verilenler ve verilmeyenler belirlemektedir. Bu bilinç ve sorumluluk anlayışı ile ülkemizin tüm çocuklarının hayata eşit şartlarda hazırlanması çabamız, hız kesmeden devam etmektedir.

Çevresel etkiler gelişimi olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir. Çocuklarımızın sağlıklı bir gelişime sahip olabilmesi için okul öncesi dönem boyunca sağlıklı beslenmesi, zengin uyarıcı bir çevre içinde bulunması ve onlara yeni öğrenme fırsatlarının sunulması gerekir. Çevre, uyaranlar bakımından ne kadar zengin olursa, çocuk da o kadar hızlı gelişir ve öğrenir. Bu durumda biz yetişkinlerin sorumluluğu çok büyüktür. Çünkü bizim yaptıklarımız sonucunda; çocuklarımızın gelişimi, öğrenmeye karşı tutumları ve dolayısıyla tüm hayatı etkilenecek,  en nihayetinde yetişen bu nesil ülkemizin geleceğine yön verecektir.

Veliler okul öncesi eğitim kurumunu seçerken hangi kriterlere dikkat etmelidirler?

Okul seçiminde öncelikli olarak çocuğun gelişimsel durumuna en uygun olan grupların yer aldığı okulun seçilmesi önemlidir. Bunun yanında genel olarak okul seçiminde aşağıdaki kriterlere bakılması çocuğun büyüme ve de gelişmesinde büyük yarar sağlayacaktır.

•             Okulun eve yakın olması,

•             Okulun fiziki koşullarının öğrencinin gelişim özelliklerine uygun olması,

•             Çocuklar tarafından kullanılan donatım malzemeleri ve eğitim materyallerinin onların sağlık ve güvenliklerini riske atmayacak kriterleri barındırması,

•             Çocukların beslenme ve bakım ihtiyaçlarının sağlıklı bir biçimde karşılanabilir olması,

•             Okulun çocukların güvenle oyun oynayıp, hareket edebilecekleri türden oyun alanlarına ve bahçeye sahip olması,

•             Bakanlığımızın geliştirerek uygulamaya koyduğu programların yaş gruplarında ve de veli eğitimlerinde etkin olarak kullanılıyor olması,

Bunlara ek olarak özellikle özel kurumlarda yeterli sayıda personelin istihdam edilmesi ve personelin okul öncesi eğitim alanında eğitim görmüş olması büyük bir gerekliliktir.

3-4 YAŞ GRUBUNDA OKULLAŞMA ORANININ OECD ORTALAMASI % 68,5

Dünyada okul öncesi eğitim alanındaki gelişmeler hakkında bilgi verir misiniz?

Dünyanın birçok ülkesinde zorunlu eğitim altı yaşında başlamaktadır. Okul öncesi eğitim genellikle 3-6 (36-72 ay) yaşlar arasında, ilköğretime bağlı ya da bağımsız kurumlarda isteğe bağlı olarak verilmektedir. Ancak zorunlu eğitimin öncesindeki bir yılın, ilköğretim ile birlikte ele alınması eğilimi yaygındır. Kurumsal temelli okul öncesi eğitim devlet, belediyeler, özel sektör eliyle yürütülmektedir. Okul öncesi dönemde (0-6 yaş) yaşlar arasında büyük gelişimsel farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenle eğitim uygulamaları genellikle 0-3 (0-36 ay) yaşlar arasında bakım ve aile destekli modellerle, 3-6 (36-72 ay) yaşlar arasında kurumsal temelli modellerle yürütülmektedir. Bu yapı, devlete bağlı okul öncesi eğitim kurumlarının Eğitim Bakanlığı ve/veya Sağlık Bakanlığı tarafından yönetilmesine yol açmaktadır.

OECD ülkelerinin yarısından fazlasında 3-4 yaş grubundaki çocukların % 70’inden fazlası okul öncesi eğitime devam etmektedir. Bu yaş grubundaki okullaşma oranının OECD ülkeleri ortalaması % 68,5; AB (19) ülkeleri ortalaması ise % 75,9’ dur. Üç yaşın okul öncesi için artık evrensel bir alt sınır olduğu görülmektedir.

OECD ülkelerinin hemen hemen tümünde 5 ve 6 yaşlarda tam okullaşmanın sağlandığı görülmektedir.

3-4 yaş grubunda okullaşma oranı; Belçika, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Yeni Zelanda, İspanya, İngiltere ve Estonya’da % 90’ın üzerindedir.

15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğu düşünülmektedir

Ülkemizde başka branşlarda olduğu gibi okul öncesi alanında da öğretmen açığı bulunmaktadır. Her öğretmen alımında bu alana daha fazla kontenjan ayrılması için gerekli özen gösterilmektedir. Mevcut istatistiki rakamlara göre 5 yaşta tüm çocukları okullaştırabilmek için yaklaşık 15 bin okul öncesi öğretmene ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.

Son Güncelleme: Çarşamba, 14 May 2014 08:06

Gösterim: 7363

Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Emin Karahan'la özel röportaj

Ailesine yük olmamak için ilkokul 3.sınıftan itibaren tüm öğrenim hayatı boyunca çalıştığını söyleyen Beykent Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Mehmet Emin Karahan, eğitim hayatının tüm zorluklara rağmen başarıyla geçtiğini belirtiyor. Çok sevdiği hocalıktan ne olursa olsun vazgeçmeyen Karahan, “Üniversite 2.sınıftayken dershanede ders vermeye başladım. 5 senelik öğrenciliğim boyunca hem kendim okudum hem de ağabeyimi okuttum” diyor.

Öncelikle Beykent Üniversitesi Rektörü olarak sizi tanıyabilir miyiz?

Ben 1949 Uşak doğumluyum. İlkokul, ortaokul, lise öğrenimimi Uşak’ta tamamladım. 1966’da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne öğrenci olarak geldim.

1971’de yüksek mühendisi olarak mezun oldum. Mezuniyetimden sonra, okuduğum üniversitede asistan olarak kaldım.1975’te Doktor oldum. 1975’te doçentliğimi teslim ettim ve 1980’de doçent oldum. 1985’te profesörlüğümdüm doldu fakat YÖK Yasası yeni çıkmıştı aynı Üniversitede profesör olamıyorduk, başka üniversiteye gitmemiz gerekiyordu. Ben gitmedim, bekledim. 1988’de yasa değişti, kendi üniversitemizde profesör olma imkânı çıktı ve profesör oldum. 1977-1979 yılları arası Kuzey Amerika’da doktora üstü çalışma yapmak üzere bulundum. 40 yıla yakın Teknik Üniversite’de çalıştıktan sonra 2009’da yaş haddini beklemeden, kendi isteğimle emekli oldum ve Beykent Üniversitesi’ne İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı olarak geldim. 3 ay Bölüm Başkanlığı yaptım. 3 ay sonra Rektör Yardımcısı oldum. 9 ay sonra da rektörlüğe başladım. 4 yıldır da Rektörlük görevini yürütüyorum. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde de uzun süre idarecilik yaptım 12 yıla yakın. Orada da Dekân Yardımcılığı, Rektör Yardımcılığı gibi görevlerde bulundum. Severek görevimi yapıyorum, Beykent Üniversitesi’ne geldiğim için de son derece memnunum.

Eğitim hayatınız nasıl geçti? Nasıl bir öğrenciydiniz?

Ben Uşak’ın Merkez Ürün Köyü’ndenim. Ailem köylüydü ve çiftçilik ile uğraşırlardı. Babam okuma yazmayı askerdeyken öğrenmiş. Annem ise okuma yazma bilmiyordu. Ben ilkokul çağına gelmeden köyden Uşak’a geldik. İlkokula 6 yaşında başladım. İlkokul, ortaokul, lise öğrenimim son derece başarılı geçti. Ortaokul ve lisede 12 sefer iftiharla geçtim. İftihar en yüksek dereceydi, bir sınıftan iki kişi iftiharla geçerdi.

1966’da liseyi bitirdim. O zaman merkezi sisteme sadece İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi bağlıydı. iyi hatırlıyorum Üniversite’ye giren öğrenci sayısı 65 bindi. İstanbul Teknik Üniversitesi ise ayrı sınav yapıyordu. Klasik sınav yapılıyordu. 3 soru için 3 saat süre verirlerdi. O sınavı kazandım ve girdim İstanbul Teknik Üniversitesi’ne… İstanbul Teknik Üniversitesi’nin çok sıkı bir eğitimi vardı ama üniversiteyi de başarıyla bitirdim. Üniversiteden mezun olduktan sonra Ankara’da bir firmadan iş teklifi aldım. Baraj yapımında destek vermem için bana o zamanın parasıyla 10.000 Mark maaş teklif etmişlerdi. O zaman için çok iyi bir paraydı. Buna rağmen ben 1.259 TL ücretle üniversitede kalıp, asistan olmayı seçtim. Çünkü benim hayalimdeki meslek hocalıktı. Hocalığı hep severek yaptım ve hala da yapıyorum.

İnşaat Mühendisliği bölümünde eğitim almayı isteyerek mi seçmiştiniz?

Evet, İnşaat Mühendisliği’ni isteyerek seçmiştim. Babamın maddi durumu iyi değildi. Ağabeyim de öğrenciydi Hukuk Fakültesi’nde. O sebeple ikimizi aynı anda okutması mümkün değildi. Ben babamın bu durumunu bildiğim için teknik üniversiteyi kazandığım halde Orman Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Çünkü Orman Fakültesi girer girmez burs veriyordu. Ben de bu sebeple aileme yük olmamak için Orman Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştım. Kaydımı yaptırdıktan sonra babama mektup yazdım. Mektubumda Orman Fakültesi’nde beni iyi bir gelecek beklediğini ve mutlu olduğumu belirttim. Babam mektubuma cevap vermeden hemen Uşak’tan İstanbul’a yanıma geldi. Bana dedi ki: “Ben sırtımdaki gömleğimi de satar, seni yine okuturum. Sen İnşaat Mühendisi olacaksın!” Bunun üzerine Orman Fakültesi’nden kaydımı aldım ve teknik üniversiteye kayıt oldum. Babamın bir sözüyle hayatım değişti. Böylece sevdiğim, gönlümdeki mesleğe yönelmiş oldum.

Üniversiteye nasıl hazırlanmıştınız?

Dershaneye gitmedim. Sadece okulda edindiğim bilgilerle sınava girdim. Bizim zamanımızda test kitapları da yoktu. Turhan Tan’ın Cebir kitabını okurduk. Rahmetli Ağabeyim o zamanlar öğrenciydi, bana matematik kitapları getirmişti. O kitaplar benim için büyük bir nimet olmuştu.

Akademik kariyer yapmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Lise çağından itibaren eğitimci olma düşüncem vardı. Araştırmaya çok meraklıydım. O zamanlar da kafama koymuştum ama asıl üniversite zamanımda kesin kararımı verdim. Üniversitede öğrenci iken yurtta kaldım. Yurttayken bana ‘Marko Paşa’, ‘Profesör’ derlerdi. Kim, ne derdi varsa gelir bana sorardı. Demek ki o zamanlardan beri benim yolum akademisyenliğe gidiyormuş.

DERSE GİRERKEN HALA HEYECAN DUYUYORUM

Öğretim üyeliğinde ne gibi özellikler gerekiyor?

Bıkmadan, usanmadan, severek çalışmak gerekiyor. Karşılık beklemeden çalışmak gerekiyor. Sabır gerekiyor. Öğrencilerim beni birkaç kere en iyi öğretim üyesi seçtiler. Ben şu anda da derslere giriyorum. Öğrencilerle bir arada olmak, onların problemlerini yerinde dinlemek, o havayı teneffüs etmek çok güzel. Derse girerken hala heyecan duyuyorum. O heyecanı duyabildiğim sürece bu işi yaparım, eğer duymazsam bırakırım.

Notu kıt bir hoca mısınız?

Kıt notlu bir hoca değilimdir. Çok bol not veren bir hoca da değilimdir. Ben şöyle düşünürüm; eğer bir sınıfın mevcudu 30 kişiden fazlaysa bu sınıfta derse düzenli devam eden, dersin gereklerini yapan, çalışan, mutlaka birkaç tane öğrenci vardır. Ve bu öğrencilerin mutlaka tam not alması gerekir.

Çocukken hangi mesleği yapmak istiyordunuz?

Çocukken de sanıyorum öğretmen olmak istiyordum. İlkokulu bitirdikten sonra yatılı öğretmen okulları vardı, o okulun sınavına girdim. İlkokul 4.sınıftan itibaren sınıf arkadaşlarımın bütün sınav kağıtlarını ben değerlendirirdim. Ama arkadaşlarım bilmezdi bunu. Okul dağıldıktan sonra okulda kalır, test sonuçlarına bakar, herkesin notunu yazar, dolaba koyar ve sonrasında da dolabı kilitlerdim. Ertesi gün öğretmenimiz notları okurdu.

Rektörlük görevine gelişiniz nasıl oldu?

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 1995 senelerinde rektör yardımcılığı yaptım. 1999’da yaş haddime epeyce vardı, emekli olmam gerekti. Emeklilik ikramiyemle ev almak istiyordum. Bu sebeple emekliliğimi istedim. 15 gün emekli kaldım. 15 gün sonra Beykent Üniversitesi’ne hoca olarak geldim. Sonrasında rektör yardımcısı oldum. Rektör yardımcısı olduktan 5 sene sonra da rektörün istifa etmesiyle rektör oldum. 4 senedir rektörlük görevini yürütüyorum. Son derece uyum içerisinde mütevelli heyetimizle çalışıyoruz.

Boş vakitlerinizde neler yapıyorsunuz?

Ben tarihi ve edebiyatı çok severim. Tarih okurum. Kitap okurum. Ailemden ayrı olarak kendim bir meşgalem yoktur. Yalnız başıma gideyim, gezeyim, tozayım, seyahat edeyim, kahveye gideyim öyle alışkanlıklarım yoktur. Ne yaparsam ailemle birlikte yaparım. Eve bağlı bir erkeğim. İyi bir aile reisi olduğumu inanıyorum. Eşimi, çocuklarımı çok seviyorum. Hayatta ne yapmak istiyorsam onlarla yapıyorum. 43 sene içerisinde hiçbir zaman maddi sıkıntı dolayısıyla üzülmedim ama çocuklarım küçükken, maaş sıkıntım olmuşsa, kendim için değil ama çocuklarımın ihtiyaçlarını tam karşılayamamışsam onun için üzülmüşümdür sadece. Onun dışında üzüntüm olmamıştır.

Neler okur, neler izler, neler dinlersiniz?

Tarih kitapları okuyorum. Osmanlı Tarihi’ni çok severim. Edebiyattan hoşlanıyorum. Şiir yazıyorum. Şiirlerimi toplayamadım ama bestelenmesi için bestekarlara verdim. “Kelâm-ı Kibar” adlı bir eserim var.

Dizi izlemiyorum. Televizyon izleme imkanım olursa da belgesel izliyorum. Güzel film olursa film izleyebilirim. Müziğe karşı çok ilgiliyim. Lise ve üniversite öğrencisiyken türkü söylerdim. Sonra Türk Sanat Müziğine karşı merakım oldu. Çok seviyorum Türk sanat müziğini…

DİŞ HEKİMLİĞİ VE TIP FAKÜLTESİ KURDUK

Beykent Üniversitesi hakkında bilgi alabilir miyiz?

Beykent Üniversitesi çok büyük üniversite… 21 bin öğrencimiz var. Önümüzdeki sene Ön Lisans, Lisans da neredeyse 7 bin öğrenci kontenjanımız olacak. Doluluk oranımız %90-95lerde. 6 fakültemiz var. Yakın zaman da TIP Fakültesi ile Diş Hekimliği Fakültemizi de kurduk. Şu an Başbakanlıkta bekliyor. Bunun dışında 3 yerleşkemiz var Beylikdüzü, Ayazağa ve Taksim olmak üzere. Kampüslerimizin hepsi hızla gelişiyor. Ayrıca son derece dinamik bir akademik kadromuz da var. Kalitemizi devamlı yükseltmek, sağlık olarak devamlı büyümek, imkan verilirse İstanbul dışında da eğitim hizmetlerimizi götürmek istiyoruz.

Öğretim üyelerini seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Öncelikle bilimsel olarak iyi olmasına ve iyi yerlerde eğitim görmüş olmasına bakıyorum. Öğretim üyeliği, hocalık bir kültürdür. Sadece özgeçmişin yeterli olması yetmez. Bir öğretim üyesi almadan onu iyice araştırırım. Özgeçmişi çok iyi olan hoca dersi çok iyi anlatabilir diye bir kural yok. 

Üniversitenizin burs ve yurt imkanlarından bahsedebilir misiniz?

Bizim bursluluk oranımız oldukça yüksek. Geçen sene %50’ye yakındı. Yani iki kişiden biri üniversiteye burslu olarak geliyor. Üniversiteye geldikten sonra tek burs imkanı kalıyor, o da başarı bursu. Öğrenci okuduğu bölümde sınıfının birincisi olursa bir sonraki seneyi %50 burslu okuma imkanı elde ediyor.

Yurt imkanlarımız hem Beylikdüzü’nde hem de Ayazağa’da var. 4-5 yıldızlı otel rahatlığında, konforunda... 250 yatak kapasitesine sahip. Bunun dışında kampüslerimize ulaşım da son derece kolay.

SICAK SOBA BAŞINDA DERS ÇALIŞMAK BENİM İÇİN LÜKSTÜ

Üniversitede okurken çalışmış mıydınız?

Üniversite 2.sınıftayken dershanede ders vermeye başladım. Özel okul öğrencilerine betonarme dersi verdim. 5 senelik öğrenciliğim boyunca hem kendim okudum hem de ağabeyimi okuttum. Çalıştığım halde derslerimde de çok başarılıydım. Düzenli bir öğrenciydim, dersi derste öğrenirdim. Hiçbir zaman sınava son gün kala ders çalışmadım. Öğrencilik hayatım boyunca ikinci sınav hakkı kullanmadım.

İlkokul 3. sınıfta tuğla ocağında çalışıyordum. Tek başıma, at arabasıyla tuğla ocağından tuğla taşırdım. Sıcak soba başında ders çalışmak benim için lükstü.

Ben tarihi ve edebiyatı çok severim. Tarih okurum. Kitap okurum. Ailemden ayrı olarak kendim bir meşgalem yoktur. Yalnız başıma gideyim, gezeyim, tozayım, seyahat edeyim, kahveye gideyim öyle alışkanlıklarım yoktur. Ne yaparsam ailemle birlikte yaparım. Eve bağlı bir erkeğim. İyi bir aile reisi olduğumu inanıyorum

> ‘Sıcak soba başında ders çalışmak benim için lükstü’

Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Emin Karahan'la özel röportaj

Ailesine yük olmamak için ilkokul 3.sınıftan itibaren tüm öğrenim hayatı boyunca çalıştığını söyleyen Beykent Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Mehmet Emin Karahan, eğitim hayatının tüm zorluklara rağmen başarıyla geçtiğini belirtiyor. Çok sevdiği hocalıktan ne olursa olsun vazgeçmeyen Karahan, “Üniversite 2.sınıftayken dershanede ders vermeye başladım. 5 senelik öğrenciliğim boyunca hem kendim okudum hem de ağabeyimi okuttum” diyor.

Öncelikle Beykent Üniversitesi Rektörü olarak sizi tanıyabilir miyiz?

Ben 1949 Uşak doğumluyum. İlkokul, ortaokul, lise öğrenimimi Uşak’ta tamamladım. 1966’da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne öğrenci olarak geldim.

1971’de yüksek mühendisi olarak mezun oldum. Mezuniyetimden sonra, okuduğum üniversitede asistan olarak kaldım.1975’te Doktor oldum. 1975’te doçentliğimi teslim ettim ve 1980’de doçent oldum. 1985’te profesörlüğümdüm doldu fakat YÖK Yasası yeni çıkmıştı aynı Üniversitede profesör olamıyorduk, başka üniversiteye gitmemiz gerekiyordu. Ben gitmedim, bekledim. 1988’de yasa değişti, kendi üniversitemizde profesör olma imkânı çıktı ve profesör oldum. 1977-1979 yılları arası Kuzey Amerika’da doktora üstü çalışma yapmak üzere bulundum. 40 yıla yakın Teknik Üniversite’de çalıştıktan sonra 2009’da yaş haddini beklemeden, kendi isteğimle emekli oldum ve Beykent Üniversitesi’ne İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı olarak geldim. 3 ay Bölüm Başkanlığı yaptım. 3 ay sonra Rektör Yardımcısı oldum. 9 ay sonra da rektörlüğe başladım. 4 yıldır da Rektörlük görevini yürütüyorum. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde de uzun süre idarecilik yaptım 12 yıla yakın. Orada da Dekân Yardımcılığı, Rektör Yardımcılığı gibi görevlerde bulundum. Severek görevimi yapıyorum, Beykent Üniversitesi’ne geldiğim için de son derece memnunum.

Eğitim hayatınız nasıl geçti? Nasıl bir öğrenciydiniz?

Ben Uşak’ın Merkez Ürün Köyü’ndenim. Ailem köylüydü ve çiftçilik ile uğraşırlardı. Babam okuma yazmayı askerdeyken öğrenmiş. Annem ise okuma yazma bilmiyordu. Ben ilkokul çağına gelmeden köyden Uşak’a geldik. İlkokula 6 yaşında başladım. İlkokul, ortaokul, lise öğrenimim son derece başarılı geçti. Ortaokul ve lisede 12 sefer iftiharla geçtim. İftihar en yüksek dereceydi, bir sınıftan iki kişi iftiharla geçerdi.

1966’da liseyi bitirdim. O zaman merkezi sisteme sadece İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi bağlıydı. iyi hatırlıyorum Üniversite’ye giren öğrenci sayısı 65 bindi. İstanbul Teknik Üniversitesi ise ayrı sınav yapıyordu. Klasik sınav yapılıyordu. 3 soru için 3 saat süre verirlerdi. O sınavı kazandım ve girdim İstanbul Teknik Üniversitesi’ne… İstanbul Teknik Üniversitesi’nin çok sıkı bir eğitimi vardı ama üniversiteyi de başarıyla bitirdim. Üniversiteden mezun olduktan sonra Ankara’da bir firmadan iş teklifi aldım. Baraj yapımında destek vermem için bana o zamanın parasıyla 10.000 Mark maaş teklif etmişlerdi. O zaman için çok iyi bir paraydı. Buna rağmen ben 1.259 TL ücretle üniversitede kalıp, asistan olmayı seçtim. Çünkü benim hayalimdeki meslek hocalıktı. Hocalığı hep severek yaptım ve hala da yapıyorum.

İnşaat Mühendisliği bölümünde eğitim almayı isteyerek mi seçmiştiniz?

Evet, İnşaat Mühendisliği’ni isteyerek seçmiştim. Babamın maddi durumu iyi değildi. Ağabeyim de öğrenciydi Hukuk Fakültesi’nde. O sebeple ikimizi aynı anda okutması mümkün değildi. Ben babamın bu durumunu bildiğim için teknik üniversiteyi kazandığım halde Orman Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Çünkü Orman Fakültesi girer girmez burs veriyordu. Ben de bu sebeple aileme yük olmamak için Orman Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştım. Kaydımı yaptırdıktan sonra babama mektup yazdım. Mektubumda Orman Fakültesi’nde beni iyi bir gelecek beklediğini ve mutlu olduğumu belirttim. Babam mektubuma cevap vermeden hemen Uşak’tan İstanbul’a yanıma geldi. Bana dedi ki: “Ben sırtımdaki gömleğimi de satar, seni yine okuturum. Sen İnşaat Mühendisi olacaksın!” Bunun üzerine Orman Fakültesi’nden kaydımı aldım ve teknik üniversiteye kayıt oldum. Babamın bir sözüyle hayatım değişti. Böylece sevdiğim, gönlümdeki mesleğe yönelmiş oldum.

Üniversiteye nasıl hazırlanmıştınız?

Dershaneye gitmedim. Sadece okulda edindiğim bilgilerle sınava girdim. Bizim zamanımızda test kitapları da yoktu. Turhan Tan’ın Cebir kitabını okurduk. Rahmetli Ağabeyim o zamanlar öğrenciydi, bana matematik kitapları getirmişti. O kitaplar benim için büyük bir nimet olmuştu.

Akademik kariyer yapmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Lise çağından itibaren eğitimci olma düşüncem vardı. Araştırmaya çok meraklıydım. O zamanlar da kafama koymuştum ama asıl üniversite zamanımda kesin kararımı verdim. Üniversitede öğrenci iken yurtta kaldım. Yurttayken bana ‘Marko Paşa’, ‘Profesör’ derlerdi. Kim, ne derdi varsa gelir bana sorardı. Demek ki o zamanlardan beri benim yolum akademisyenliğe gidiyormuş.

DERSE GİRERKEN HALA HEYECAN DUYUYORUM

Öğretim üyeliğinde ne gibi özellikler gerekiyor?

Bıkmadan, usanmadan, severek çalışmak gerekiyor. Karşılık beklemeden çalışmak gerekiyor. Sabır gerekiyor. Öğrencilerim beni birkaç kere en iyi öğretim üyesi seçtiler. Ben şu anda da derslere giriyorum. Öğrencilerle bir arada olmak, onların problemlerini yerinde dinlemek, o havayı teneffüs etmek çok güzel. Derse girerken hala heyecan duyuyorum. O heyecanı duyabildiğim sürece bu işi yaparım, eğer duymazsam bırakırım.

Notu kıt bir hoca mısınız?

Kıt notlu bir hoca değilimdir. Çok bol not veren bir hoca da değilimdir. Ben şöyle düşünürüm; eğer bir sınıfın mevcudu 30 kişiden fazlaysa bu sınıfta derse düzenli devam eden, dersin gereklerini yapan, çalışan, mutlaka birkaç tane öğrenci vardır. Ve bu öğrencilerin mutlaka tam not alması gerekir.

Çocukken hangi mesleği yapmak istiyordunuz?

Çocukken de sanıyorum öğretmen olmak istiyordum. İlkokulu bitirdikten sonra yatılı öğretmen okulları vardı, o okulun sınavına girdim. İlkokul 4.sınıftan itibaren sınıf arkadaşlarımın bütün sınav kağıtlarını ben değerlendirirdim. Ama arkadaşlarım bilmezdi bunu. Okul dağıldıktan sonra okulda kalır, test sonuçlarına bakar, herkesin notunu yazar, dolaba koyar ve sonrasında da dolabı kilitlerdim. Ertesi gün öğretmenimiz notları okurdu.

Rektörlük görevine gelişiniz nasıl oldu?

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 1995 senelerinde rektör yardımcılığı yaptım. 1999’da yaş haddime epeyce vardı, emekli olmam gerekti. Emeklilik ikramiyemle ev almak istiyordum. Bu sebeple emekliliğimi istedim. 15 gün emekli kaldım. 15 gün sonra Beykent Üniversitesi’ne hoca olarak geldim. Sonrasında rektör yardımcısı oldum. Rektör yardımcısı olduktan 5 sene sonra da rektörün istifa etmesiyle rektör oldum. 4 senedir rektörlük görevini yürütüyorum. Son derece uyum içerisinde mütevelli heyetimizle çalışıyoruz.

Boş vakitlerinizde neler yapıyorsunuz?

Ben tarihi ve edebiyatı çok severim. Tarih okurum. Kitap okurum. Ailemden ayrı olarak kendim bir meşgalem yoktur. Yalnız başıma gideyim, gezeyim, tozayım, seyahat edeyim, kahveye gideyim öyle alışkanlıklarım yoktur. Ne yaparsam ailemle birlikte yaparım. Eve bağlı bir erkeğim. İyi bir aile reisi olduğumu inanıyorum. Eşimi, çocuklarımı çok seviyorum. Hayatta ne yapmak istiyorsam onlarla yapıyorum. 43 sene içerisinde hiçbir zaman maddi sıkıntı dolayısıyla üzülmedim ama çocuklarım küçükken, maaş sıkıntım olmuşsa, kendim için değil ama çocuklarımın ihtiyaçlarını tam karşılayamamışsam onun için üzülmüşümdür sadece. Onun dışında üzüntüm olmamıştır.

Neler okur, neler izler, neler dinlersiniz?

Tarih kitapları okuyorum. Osmanlı Tarihi’ni çok severim. Edebiyattan hoşlanıyorum. Şiir yazıyorum. Şiirlerimi toplayamadım ama bestelenmesi için bestekarlara verdim. “Kelâm-ı Kibar” adlı bir eserim var.

Dizi izlemiyorum. Televizyon izleme imkanım olursa da belgesel izliyorum. Güzel film olursa film izleyebilirim. Müziğe karşı çok ilgiliyim. Lise ve üniversite öğrencisiyken türkü söylerdim. Sonra Türk Sanat Müziğine karşı merakım oldu. Çok seviyorum Türk sanat müziğini…

DİŞ HEKİMLİĞİ VE TIP FAKÜLTESİ KURDUK

Beykent Üniversitesi hakkında bilgi alabilir miyiz?

Beykent Üniversitesi çok büyük üniversite… 21 bin öğrencimiz var. Önümüzdeki sene Ön Lisans, Lisans da neredeyse 7 bin öğrenci kontenjanımız olacak. Doluluk oranımız %90-95lerde. 6 fakültemiz var. Yakın zaman da TIP Fakültesi ile Diş Hekimliği Fakültemizi de kurduk. Şu an Başbakanlıkta bekliyor. Bunun dışında 3 yerleşkemiz var Beylikdüzü, Ayazağa ve Taksim olmak üzere. Kampüslerimizin hepsi hızla gelişiyor. Ayrıca son derece dinamik bir akademik kadromuz da var. Kalitemizi devamlı yükseltmek, sağlık olarak devamlı büyümek, imkan verilirse İstanbul dışında da eğitim hizmetlerimizi götürmek istiyoruz.

Öğretim üyelerini seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Öncelikle bilimsel olarak iyi olmasına ve iyi yerlerde eğitim görmüş olmasına bakıyorum. Öğretim üyeliği, hocalık bir kültürdür. Sadece özgeçmişin yeterli olması yetmez. Bir öğretim üyesi almadan onu iyice araştırırım. Özgeçmişi çok iyi olan hoca dersi çok iyi anlatabilir diye bir kural yok. 

Üniversitenizin burs ve yurt imkanlarından bahsedebilir misiniz?

Bizim bursluluk oranımız oldukça yüksek. Geçen sene %50’ye yakındı. Yani iki kişiden biri üniversiteye burslu olarak geliyor. Üniversiteye geldikten sonra tek burs imkanı kalıyor, o da başarı bursu. Öğrenci okuduğu bölümde sınıfının birincisi olursa bir sonraki seneyi %50 burslu okuma imkanı elde ediyor.

Yurt imkanlarımız hem Beylikdüzü’nde hem de Ayazağa’da var. 4-5 yıldızlı otel rahatlığında, konforunda... 250 yatak kapasitesine sahip. Bunun dışında kampüslerimize ulaşım da son derece kolay.

SICAK SOBA BAŞINDA DERS ÇALIŞMAK BENİM İÇİN LÜKSTÜ

Üniversitede okurken çalışmış mıydınız?

Üniversite 2.sınıftayken dershanede ders vermeye başladım. Özel okul öğrencilerine betonarme dersi verdim. 5 senelik öğrenciliğim boyunca hem kendim okudum hem de ağabeyimi okuttum. Çalıştığım halde derslerimde de çok başarılıydım. Düzenli bir öğrenciydim, dersi derste öğrenirdim. Hiçbir zaman sınava son gün kala ders çalışmadım. Öğrencilik hayatım boyunca ikinci sınav hakkı kullanmadım.

İlkokul 3. sınıfta tuğla ocağında çalışıyordum. Tek başıma, at arabasıyla tuğla ocağından tuğla taşırdım. Sıcak soba başında ders çalışmak benim için lükstü.

Ben tarihi ve edebiyatı çok severim. Tarih okurum. Kitap okurum. Ailemden ayrı olarak kendim bir meşgalem yoktur. Yalnız başıma gideyim, gezeyim, tozayım, seyahat edeyim, kahveye gideyim öyle alışkanlıklarım yoktur. Ne yaparsam ailemle birlikte yaparım. Eve bağlı bir erkeğim. İyi bir aile reisi olduğumu inanıyorum

Son Güncelleme: Cuma, 11 Nisan 2014 09:55

Gösterim: 6644

Diğer Makaleler...

  1. ‘İtalyan Lisesini kazanmak en büyük hayalimdi’
  2. Eğitim seviyesi arttıkça iş gücüne katılım da artıyor
  3. “Bütün yıl yatar sınav öncesi kampa girerdim”
  4. Üstün zekâlı çocukları öğretmenleri fark edemiyor