banner

Ünlü oyuncudan sınıfta mangal partisi




Okul yıllarını artı eğitim dergisine anlatan ünlü oyuncu Serra Yılmaz, Saint Benoit yönetiminin dışarıya çıkıp yemek yemelerini yasaklaması üzerine sınıfa piknik tüpü getirip yemek yapmışlar. Yılmaz, bu durumu çok abarttıklarını, sınıfa mangal getirip sucuk, sosis partisi yaptıklarını anlatıyor.

serra_yilmazSanat hayatına Dostlar Tiyatrosu'nda başlayan Fransa'da Université de Caen, psikoloji bölümünden mezun olan Serra Yılmaz, uzun yıllar, önce dramaturg, oyuncu ve Genel Sanat Yönetmen Yardımcısı olarak, daha sonra Rainer Werner Fassbinder'in "Diğerlerinin adı Ali" oyununu sahneye koyarak Şehir Tiyatroları'nda yer aldı.

47 yıldır Cihangirli olan sanatçı, Fransızca ve İtalyanca'dan anında çeviri konusunda profesyonelce çalışmakta olup, Papa 16. Benedict'in Türkiye ziyaretinde çeviri yapmasıyla göze çarptı.  Sanatçı, Ferzan Özpetek'in Karşı Pencere filminde sahip olduğu büyük başarıyla ününe ün kattı. Kocaman mavi gözlerini İtalyan sinemasına diken ve orada iyi tanınan Serra Yılmaz, yurtiçinde ve dışında sinema ve dizi filmlerde rol alıyor…

Türkiye’de pişip, yetişen, yakın dostu Ferzan Özpetek’in filmleriyle İtalya’da ünlenen Serra Yılmaz’a doğru ve yanlış bulduklarını, karşı çıktıklarını, yeni hedeflerini ve eğitim yaşamında kendisinde iz bırakan anılarını sorduk…

Gerçi sizi hemen herkes tanıyor. Ancak yine de bize biraz kendinizden ve oyunculuk kariyerinizden bahseder misiniz?
İstanbulluyum. Genelde ne olmak istediğini bilen bir çocuktum. Hayatta ne yapmak istediğime çok çabuk karar verdim. Ancak sonra ufak bir sapma dönemi geçirdim. Psikoloji okumam tamamen bir rastlantı. Ben üniversite puanım yüksek olsun diye fen bölümünde okuyordum. Fen'de okurken de birden psikoloji dersi başladı. İnsan 16-17 yaşlarında Freud, Jung gibi isimlerle karşılaşınca cazip geliyor. Bunların akabinde psikiyatri okumaya karar verdim ancak Fransız hükümetinden kazandığım burs psikiyatri için yeterli değildi ve ben de psikolojiye yöneldim. İlerleyen zamanlarda bunu bir meslek olarak yapamayacağımı anladım ama bırakmadım, eğer bırakırsam bursum kesilecekti ve ben de okuyormuş gibi yaptım. Belirli bir aşamadan sonra tekrar tiyatroya yöneldim. Ailem bu kararımla ilgili en azından çok büyük bir destek olmasa da köstek de olmadı. Malum Dostlar Tiyatrosu’nda çalışmaya başladım. Sonrasında ülkemizin tarihinde yaşanan darbeler, tiyatroların dağılması gibi durumlardan dolayı 1983’de Atıf Yılmaz ile başlayan bir sinema serüvenim oldu. Ve devam ediyor.
Zaten psikolog olamayacağımı biliyordum diyorsunuz. Yine de bu eğitimin profesyonel sanat yaşamınıza katkıları oldu mu?
Tabiî ki oluyor. İster istemez bir şeyler öğreniyorsunuz. Ama netice itibariyle böyle çok doğrudan etkisini gördüğümü söyleyemeyeceğim. Meslek olarak icra etmek istemedim. Yoksa psikoloji hala ilgi alanıma giriyor, bu konularda okumaya meraklıyım.  

HİÇ KARİYER PLANIM OLMADI
Çocukken en çok neyin hayalini kurardınız? Kariyer planlarınız nasıldı?
Benim hiç kariyer planım diye bir şeyim olmadı. Hala da yok. Hep kafamın estiği gibi yaşadım ve kafamın estiği yöne gittim. Çok düzenli, disiplinli, aklına koyduğunu illa yapan türden biri değilim. Ne yazık…

Nasıl bir öğrenciydiniz Serra Hanım?
Başlangıçta çok uslu ve oldukça çalışkan bir öğrenciydim. Dersi çok iyi takip ederdim. Ancak daha sonra evde ders yapmaktan hiç hoşlanmazdım. Dolayısıyla ödevlerimi sık sık yapmadığım olurdu. Sınav sonuçlarım iyi olduğu için bu konuda pek fazla zorlanmazdım. Ancak hocalarımdan Matmazel Mireille’in sınıfın birincisi de olsam dersimi yapmazsam ben cezalandıracağı ihtarını, hatta aileme beni şikayet etmesini hiç unutmam.  

Daha sonraları lisede oldukça azgın bir talebeye dönüştüm. Saint Benoit Fransız Lisesi’nde okurken topu topu 17 kişilik, ancak  bayağı azgın bir sınıftık. O günlere dair hatırladığım; bütün arkadaşlarla çok güldüğümüz ve oldukça absürt şeyler yaptığımız. İnsan gençlikte saçma sapan işler yapmazsa ne zaman yapacak ki…

Absürt şeylerden birini bizlerle paylaşır mısınız?
Benim Saint Benoit’i seçmemin nedeni saat 13.30’ta okulun paydos etmesiydi. Bu paydos sonrası birçok aktiviteye fırsat bulabiliyordum. Eskrim yapıyor, dağcılık kulübüne gidiyordum. Ancak liseyi bitirmemize 3-4 ay kala okulumuz çıkış saatlerini değiştirdi. Bizi 15:30’da çıkarmaya başladılar. Bu durumda tüm günümüz okulda geçiyor, yemeği de okulda yememiz gerekiyordu. Bizi dışarı yemek almaya bile bırakmıyorlardı Sınıfça bu karara çok tepki gösterdik. V e absürt şeyler yapmaya başladık. Öyle ki sınıfa bir tane küçük piknik tüp getirdik, onunla bayağı zaman yemek pişirdik. Hatta bu küçük tüpte hazırladığımız yemek sonrası, Türk kahvemizi de pişirip içmeyi ihmal etmiyorduk.  Fakat günlerden bir gün bu yemek yapma faslını bayağı abarttık. Sınıfa bir mangal getirdik. Mangalda sosis ve sucuk kızarttık. Ve o gün şansımıza sınıfımızın önünden okulun müdiresi Fahriye Hanım’ın geçiyor olması, bizim şenlikli yemek saatlerimizin de sonu oldu. Sınıftan duman çıktığını gören ve dehşete kapılan Fahriye Hanım bizi mangalımızla birlikte tutukladı.  Yanar  halde  elimizde mangal ve üstünde  sosislerle birlikte  hocacımızın arkasından müdüriyete gittik. Odada işittiğimiz azar ve tehditlerin ardından ben mangalın üzerindeki sosisleri göstererek, “Peki şimdi bunları alabilir miyiz?” diye sordum…Hocamızın şaşkınlığı bizim arsızlığımız. Eski okul arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde anlatıp güldüğümüz anılarımızdan biridir.  

Yurtdışında eğitim almayı siz mi tercih ettiniz?

O zaman öyle bir hayalim vardı. Burs kazandım. Dönem bir başka bir dönemdi. Ben şimdi nasıl valizimi alıp, gittiğimi düşünüyorum ve kendime çok hayret ediyorum. İçimde en ufak tedirginlik olmaksızın, doğru dürüst bilmediğim bir şehir olan Paris’e doğru büyük bir hafiflik ve gönül ferahlığıyla yola çıktım.

Belki de genç yaşlarda olmanın verdiği bir şeydi o rahatlık…

Zannetmiyorum. Mesela benim kızım anaokulundan itibaren Fransız eğitimi aldı. Çok erken yaşlardan itibaren o çevrede büyüdü, arkadaşlarının çoğu Fransız. Ve üniversiteye gitme vakti geldiğinde bana “Ben sen değilim, gitmeye korkuyorum. Ama sen bana bir imkan sunuyorsun ve  bu imkanın çok değerli olduğunu biliyor, onun için gidiyorum” dedi. Bu duygu da bu dönemin getirdiği bir şey. 1970’lerde başka bir dönemden geçiyorduk ve gençlerde böyle korkular olmayabiliyordu.

Gençlerin ailelerinden uzakta üniversite eğitimi almaları onlar için daha mı iyi?
Üniversite yılları bir gencin kendi ayakları üzerinde durma ve hayatla boğuşmayı çok büyük kaygıları olmaksızın öğrendiği bir dönemdir. En azından benim zamanımda, öyleydi.  Şimdilerde  ülkemizde bir pankart taşıdığı ya da bir domates fırlattığı için yıllarca hapis yatan çocuklar var. Oysa bunlar gençliğe özgü şeylerdir. Gençler bunları yapa yapa büyürler. Çocukları bu şekilde baskı altında yetiştirmek onların daha uç seçimlere yönelmelerine neden olur ve çok yanlıştır. Ama tabii ki ülkemizdeki politikanın tek yanlışı bu olmasa gerek.

Tam da bu açıdan Türkiye’de üniversiteli olmak ve Fransa’da bir üniversiteli olmak ne tür farklar taşıyor?

Her şeyden önce üniversite sınavı yok Fransa’da.  Edebiyat okurken ya da sonrasında  ben astronomi okuyacağım, diyebiliyorsunuz. İstediğinizi seçme hakkınız var. Kimse engellemiyor, sadece tıp fakültesinin girişinde bir hazırlık okunuyor.  İkincisi de orada çocukları  kimse yürüyüş, eylem yaptılar diye hapse atmıyor, onlar dışarıda…Çünkü orada illegal nosyonu farklı. Bizde 29 Ekim’i kutlayan insanlarda illegal olarak nitelendirilebiliyor.

CİHANGİRLİ OLMAKTAN ÇOK MUTLUYUM
Serra Hanım yakın zamana kadar ben dahil bir çok kişi sizi İtalya’da yaşıyor zannediyor…
Oysa ben 47 yıldır Cihangirliyim ve burada oturuyorum. Cihangir’e benim okulum nedeniyle geldik. Hayatımdaki en büyük şanslardan biri bu semte yerleşmiş olmaktır. Çünkü gelir gelmez mahallede çok uluslu bir arkadaş bir grubum oldu. Çok küçük yaşlardan itibaren yabancı dillerde yaşayan insanlarla bir arada oldum. Cihangir’e gelmiş olmak bana başka bir dünyanın kapılarını açtı.

İtalyada bu kadar sevilmek ve takip edilmek nasıl bir duygu?
Güzel bir duygu. İtalya’da uzun dönemler geçirdiğim oluyor. Ama orada hiçbir zaman kendi evim olmadı. Üniversite sırasında Fransa’da okudum ve bundan 3 yıl öncede kısmi olarak Paris’te oturdum, yaptığım işi bitirdiğimde evi kapattım ve döndüm. Ama herkesin zannettiği gibi İtalya’da yaşamıyorum.  İtalyanca da benim sonradan öğrendiğim bir dil. Çünkü benim eğitim dilim Fransızcaydı.

Oyunculuğun eğitmenlik boyutu ilginizi çekiyor mu?
Valla çekmiyor… Ben çok uzun yıllar Fransızca dersi verdim. Ve birilerine bir şey öğretmekten bir hayli sıkıldım açıkçası.

ALT TARAFI KÖTÜ OYUNCU OLURSUNUZ
Siz aynı zamanda bir tercümansınız değil mi?
Çok eskiden Fransızca öğretmenliği yaptım. O sabit bir işti ve sorumluluğu çok fazlaydı. Düşünün bir okulda öğretmensiniz, film çekmek için iki ay boyunca sınıfınızdan ayrı kalabilir misiniz? Öğretmenliğin ardından biraz da ekonomik nedenlerden dolayı çevirmenlikte karar kıldım. Türkçe ve Fransızca benim ana dillerim, çocukluk arkadaşım İtalyan idi, ben de kendi kendime İtalyanca öğrendim. Tercümanlık, oyunculuğa benziyor, ikisi de konsantrasyona dayalı ve her ikisi de freelance (serbest) meslekler... İş varsa yaparsın yoksa beklersin.

İyi bir tiyatrocu olmak için eğitim ne denli şart?
Tiyatro konusunda da insanlar bir şeyler öğreniyorlar ve bütün öğrendiklerinin bir sentezini yapmak zorundalar. Bu sentezi yapmak için mutlaka okuluna gitmek gerekmiyor. Hiç okumamış çok başarılı oyuncular olduğu gibi iyi eğitim almış ama başarısız oyuncular da var. Bizim ki cerrahlık gibi bir meslek değil. Cerrahlığı okumazsanız birini öldürebilirsiniz. Biz de ise alt tarafı kötü oyuncu olursunuz. Yani kimsenin ölümüne neden olmayız.

İç spot: Sanatın ve tiyatronun toplumu ileriye götürmeyecek geleneklere karşı olduğunu söyleyen Serra Yılmaz, “Halk bunu istiyor yalanı bu ülkede halkı yerinde saydırmak adına söylenen gelmiş geçmiş en büyük yalandır. İyi şeyler sunarsanız,  halk bir müddet sonra sizden iyi şeyler istemeye başlar” diyor.

OYUNCU ÖRGÜTLÜ OLMALI
 Türkiye’de oyuncular daha fazla örgütlenmeli. Aslında sadece oyuncular da değil, tüm film ekibinin sosyal haklar ve çalışma koşulları konusunda seslerini yükseltmesi gerekiyor. Özellikle set işçileri zor şartlarda çalışıyorlar. Adamın evine ekmek götürmesi, kirasını ödemesi lazım. İşsizlik ve ekonomik kriz gerekçesiyle zaten kendilerini elleri kolları bağlı hissediyorlar. Türkiye’de sinema yapan birinin geçinebilmesi için ya özel bir serveti ya da başka bir işi olacak. Ve bir oyuncu psikolojisini sağlam tutmalı çünkü bu sabit bir meslek değil, beklemekten oluşuyor. Sinema benim için düzenliliği ve emekliliği olmayan bir yaşam tarzı...


SERRA’NIN ÖDÜLLERİ
Aldığı Ödüller: 36. Antalya Film Şenliği - En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, 21. İstanbul Film Festivali - En İyi Kadın Oyuncu, 8. Sadri Alışık Ödülleri - En İyi Kadın Oyuncu, 21. Siyad Türk Sineması Ödülleri - En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Fransa, Palmes Académiques nişanıyla şövalyelik Ünvanı, İtalya, Ordine della Stella della Solidarieta nişanı
Rol aldığı bazı dizi ve filmler: Nar, Kaybedenler Kulübü, Ses, Vavien, 7 Avlu, Mükemmel Bir Gün, Bir Ömür Yetmez, Roz’un Sonbaharı, Parmaklıklar Ardında, Dolunay, Vanilya ve Çikolata, Asmalı Konak, Karşı Pencere, Gönlümdeki Köşk Olmasa, Aşk Meydan Savaşı, Cahil Periler, O da Beni Seviyor , Yeşil Işık, Güle Güle, Harem Suare, Kaç Para Kaç, Sıdıka, Ağır Roman, Hollywood Kaçakları, Şehnaz Tango vs vs…

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.