banner

Öğretmenler Atatürkçülüğü ve batı sistemini anlatamadı




İstanbul Kültür Eğitim Kurumları Kurucusu ve İstanbul Kültür Üniversitesi Mütevelli Heyeti Onursal Başkanı Fahamettin Akıngüç, 1950’lilerden sonra bilim yerine dine ve batı yerine ise doğuya yönelen bir eğitim sisteminin Türkiye’de hakim olmaya başladığını belirterek, bu durumun ortaya çıkmasında öğretmenlerin Atatürkçülüğü ve batıcılığı iyi anlatamamasının etkili olduğunu söylüyor.

fahamettin akingucGeçmişten bugüne baktığınızda dünün öğretmeni ile bugünün öğretmeni arasında nasıl farklar görüyorsunuz?

Çok güzel bir konuya değindiniz. Hakikaten dile getirmemiz, sorgulamamız gereken bir konu. Bana göre her öğretmen, her eğitimci kendisini sorgulamalı. Öncelikle bugünkü sosyal, kültürel, eğitimsel yapıdan şikayetçi olmaktan ya da beğenmemekten vazgeçmemiz gerekiyor. Dolayısıyla Atatürkçü, Cumhuriyetçi, çağdaş eğitim ilkelerine bağlı eğitimciler olarak biz, Atatürk kuşağının alışkanlıklarını da sorgulamalıyız.

Atatürk, Cumhuriyet’i kurduğundan bu yana 92 yıl geçmiş. 90 yaşındayım ben. Cumhuriyet’le büyüdüm, Cumhuriyet çocuğuyum. Cumhuriyet’in birinci dönemi yani 1950 yılına kadar geçen süre Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün bir dönemidir. O dönemden sonra Türk eğitim sistemi ve toplumsal yapı demokrasiye dönük restorasyona, değişime uğradı ve din eğitimi yavaş yavaş devreye girmeye başladı. Din ve düşünme arasındaki ikileme, 1950’den sonra hep dinin lehine çözüm arandı. Son 12 senelik süreçte ise bu, büyük bir ağırlık kazandı. Köy enstitüleri ileTürk eğitim sistemine etki yapan araştırmalar ve yenilemeler yerine, dış politikadaki Arap rüzgarları sebebiyle din eğitimi ve imam hatipler ağırlık kazandı.  

Kısacası Cumhuriyet’ten bu yana geçen 92 yılda, ilk dönem eğitimde Atatürk ilkelerinin uygulandığı yıllardı. O dönemden sonra bilim yerine dine ve batı yerine doğuya yönelen bir eğitim sistemi Türkiye’de hakim olmaya başladı. İkinci dönem laiklik ile dinin at başı gittiği bir dönem oldu. Üçüncü dönemde ise laik eğitim yerine dine yönelik eğitim ağırlık kazandı.

Din ağırlıklı eğitime yönelişte 12 Eylül 1980 Darbesi’nin etkili olduğunu söyleyebilir miyiz?

12 Eylül’e gelmeden önce 1950 ile 1980 arasında yapılanlara da bakmak lazım. Ama biz öğretmenler, Atatürkçülüğü ve batıcılığı iyi anlatamadık. Atatürk’ü anlatırken devrimlerin özü yerine, şekli olan kısımlarını anlattık sadece.

ÖĞRETMENLERİN KENDİNİ YETİŞTİRMESİNİ BEKLEMEK OLMAZ

Bugün geldiğimiz noktadan nasıl bir çıkış öneriyorsunuz?

Bir de başka bir şey daha var. Ne olursa olsun farklı görüşlere rağmen toplumda bir mozaik yaşam alışkanlığına doğru gidiyoruz. Yani herkes benim senin gibi düşünemez. Farklı görüşlerimize rağmen bir arada yaşayabilmeliyiz.  Bu mozaik yaşamı öğretmek de öğretmene düşer. Öğretmenin bunu yapabilmesi için öncelikle kendini yetiştirmesi gerekiyor. Ama sadece öğretmenlerin kendini yetiştirmesini beklemek olmaz. Öğretmene gereken, ihtiyacı olan bilgiyi  devlet yada özel sektör aktarır ya da devletle özel sektör bir arada aktarır.

Siz Kültür Eğitim Kurumları olarak bu anlamda nasıl politika uyguluyorsunuz?

Biz, bir ay önce okulu açarız öğretmenlere. Bu bir ay boyunca ön hazırlıklar, seminerler yapılır. Öğretmenlerimizi en iyi şekilde yetiştiririz. Ben her zaman  öğretmenleri paydaşım olarak  görmüşümdür hep, paylaşırım onlarla.  Batıya dönük, eğitbilimsel bir şey bulursam, bütün öğretmenlerimle bunları paylaşmaya gayret ederim.

Öğretmenler sizin için eğitimin kilit unsuru diyebilir miyiz?

Okul demek sınıf demektir. Eğitim demek ise 40 dakikalık sınıfta öğretmenin öğrencilerle yaptığı konuşma demektir. Orası sağlam olursa okul sağlam olur. Orayı beslemek, oradaki bireyleri yani öğrencileri, velileri ve öğretmenleri beslemek okul yönetiminin işi olmalı. Bu besleme hem maddi bakımdan, hem program bakımından hem de içerik bakımından olmalı. Öğretmen sınıfta hala geçen dönemki içeriği kullanıyorsa o sınıf geride kalır.

BÜTÇEYİ REKLAMA DEĞİL EĞİTİME HARCAMALIYIZ

Bildiğiniz gibi dershaneler temel liseye dönüştü. Bu dönüşümle birlikte şu anda özel okul sektörüne binin üzerinde yeni kurum girmiş oldu. Bir anda bu kadar büyük bir değişiklik eğitim sistemimizde ne tür sakıncalara yol açabilir?

Her özel okul kendi bünyesini kurtarırsa, zamanın ve dünyanın koşullarına paralel hale getirebilirse mesele yok. Onu yapmamız lazım. Biz özel okullar olarak kendi başımızın çaresine bakmalıyız. Bunun için de sayısal artış yerine kaliteli eğitime odaklanmalıyız. Bütçemizi de daha çok öğretmen harcamalarına ve eğitim harcamalarına ayırmalıyız. 

BİR EĞİTİM SİSTEMİ ÖĞRENCİ SAYISININ ÇOĞALMASIYLA GELİŞMEZ

“Son yıllarda Türkiye’de eğtime yabancı sermaye girişinin arttığını görüyoruz. Yabancı sermaye ilk önce hastanelere, şimdi ise eğitime girdi.Birçok özel okula yabancı sermaye ortak oluyor veya satın alıyor. 5 sene sonra o okulların değerini ve mali yapısını daha yukarılara çekmek suretiyle çok kar elde etme telaşındalar. Bir franchising sistemiyle öğrenci sayısını çoğaltmayı amaçlıyorlar. Oysa ki eğitim sektöründe nicelik ikinci plandadır. Birinci planda olan ise niteliktir. Bir eğitim sistemi öğrenci sayısının çoğalmasıyla gelişmez. Niceliği çoğaltacaksın ama buna paralel olarak niteliği de ihmal etmeyeceksin. Bir işletmenin parasını sadece reklama, tanıtıma vermek suretiyle öğrenci sayısını artırmayı beklemek eğitbilimsel bakımdan yanlıştır.  Özel okul oranının artıp artmamasının önemi yok. Artması yeterli değil ki! Çünkü kaliteyi düşünmeden artışa gidersek eğitimin niteliğini azaltırız. Bu mantık herhangi bir tüketim aracı için doğru olabilir. Ama eğitbilimde, eğitim sektöründe bu olmamalıdır.”

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.