banner

Hamza Aydoğdu: Sınavlar ve Tanıklıklar




Hamza Aydoğdu - Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısıhamzaaydogdu

"Çocuklar boyama kitabı değildir, onları en sevdiğin renge boyayamazsın." - Uçurtma Avcısı (2007) - Filmlerden Sözler

Amerikan Başkanı'na düzenlenen suikast girişimini beş farklı tanık ve beş ayrı hikâyeyle anlatan Vantage Point'i benim için bu kadar unutulmaz kılan, zekice ve ustaca kurgulanmış bir film olmasının yanında, bakış açısı değiştiğinde olayların da değiştiğine ilişkin verdiği güçlü mesajdı. Kahramanların anlattığı hikâyelerle, tanıklar önünde işlenen ve apaçık bir gerçek olarak görünen olayın, aslında çok farklı boyutları olduğunu sergileyen bu filmi bugünlerde sıklıkla hatırlamamın nedeni, hayatlarımızın odağına yerleşen sınavlara ilişkin birer tanık olarak anlattığımız ve her biri farklı bakış açılarından yazılan hikâyeler...

Birinci bakış açısı: Anne ve baba Zülal'in veli toplantısı için okula giderler. Öğretmen söze başlar: Zülal çok terbiyeli, sakin, sorumluluğunu bilen, arkadaşlarıyla uyumlu, davranış ve tutumları güzel bir öğrencidir. Zülal'in babası hemen atlar: "Değerli öğretmenim, ya SBS deneme sınavları? Öğretmen biraz çekinerek ve sıkılarak: "SBS'leri de iyi ama sınıfın seviyesinin biraz altında. Zamanla bunu da elbirliği yaparak düzelteceğimize inanıyorum" der. Yüzler asılmış, moraller alt üst olmuştur. Toplantı sonrası eve gidiş yolunda arabanın arka koltuğunda oturan Zülal, bir şeylerin ters gittiğinin farkındadır. Baba söze başlar: "Hanım, biz dişimizden tırnağımızdan arttırarak hanımefendiyi okula gönderiyoruz, karşılaştığımız tabloya bak!" Önce gök kararır, sonra şimşek çakar ve bir fırtına, bir tufan... O gün Zülal şunu anlamıştır; babanın gözünde iyi bir öğrenci olmak sadece iyi puan almakla oluyor. Onlar için birey olmak, uyumlu olmak, kendini ifade edebilmek bir anlam taşımıyor... Bu mesaj hayatının kırılma noktası olur. Gerçekte hayatının merkezi olan, onu değerli ve önemli kılan sınavlardı. Onun gerçeği bu...

İkinci bakış açısı: Murat 8'inci sınıf öğrencisidir. Anne ve babası onun üzerine titremekte ve onun doktor olmasını istemektedirler. Çünkü prestijli bir meslektir. Babası, zamanında doktor olmayı çok istemiştir ve o günkü şartlar buna el vermemiştir. Bu yüzden oğlu ne olursa olsun doktor olmalı, babasının idealini gerçekleştirmelidir. Murat'ın duyguları çok önemli değildir. Çünkü o daha çocuktur ve hayatin farkında değildir, babanın tecrübeleri doğrudur ve oğluna yol göstericidir. Kendi hayatında yaşayamadıklarını çocuğuna yaşatmak isteyen bir baba belki de ideal bir baba profilidir. Günlerden bir gün okulun rehber öğretmeni, Yusuf Beyi ve eşini okula davet eder. Murat ile ilgili önemli bir konu deyince Yusuf Bey heyecanlanmıştır. Rehber öğretmen onları en güzel şekilde karşılar. Kısa bir sohbetten sonra; "Yusuf bey, Handan hanım, sizi tebrik ederim. Çok iyi bir evlat yetiştirmişiniz" der. Baba gururlanır. Rehber öğretmen devam eder: "Evet, Murat her yönüyle örnek bir öğrencidir" der ve Murat'ı bir öğretmen gözüyle uzun uzun anlatır. Yusuf Bey ve Handan Hanım öğretmenin konuyu nereye getireceğini merak ve sabırsızlıkla beklerken rehber öğretmen devam eder: "Murat'la uzun uzun konuşuyoruz. Çok iyi gitar çalıyor ve sesi de çok güzel. Onu güzel sanatlar lisesine yönlendirirsek hem çok mutlu olur hem de ileride başarılı bir sanatçı olabilir." Bunları anlatırken kıyametin kopacağından habersizdir. Yusuf Bey şiddetle; "Hoca, hoca! Haddini bil! Ben oğlumu senden iyi tanırım! Ben oğluma bu kadar emeği çalgıcı olsun diye vermedim! Sen daha öğrencilerini tanımıyorsun, oğlumun kafasını karıştırma! O doktor olacak, Doktor!" diyerek sözü kestirip atar. Rehber öğretmen neye uğradığını şaşırır. Aksam evde Murat'a kesin uyarı verilir: "Sen bu haddini bilmeyen öğretmeni dinleme! Ben senin babanım, seni herkesten iyi tanırım. Sen kesinlikle doktor olacaksın!" Artık Murat'ın tek şansı babasının onun için kurguladığı hayatı yaşamaktır. Mutsuz olması, babasının istediği mesleği istememesi, duyguları, benliği önemli değildir...

Üçüncü bakış açısı: Orhan, üniversite sınavına hazırlanan bir öğrencidir. Evde anne ve babası kendisiyle pek ilgilenmez, sürekli tartışırlar ve genellikle dizi izleyerek zamanlarını geçirirler. Babası, özellikle Kurtlar Vadisi olduğu akşam evde sıkıyönetim ilan eder. Sinek uçsa vızıltısı duyulmaz. Orhan, böyle bir akşam odasında test çözerken kafasına bir matematik sorusu takılır. Mühendis olan babasına soruyu sormak için oturma odasına doğru ilerlerken korku ve endişe halinde babasından yardım ister. Anında cevap gelir; "Oğlum, şimdi sırası mı? Tam Polat Alemdar, İskender'i yakalarken olur mu bu soru! Sonra, sonra!" der ve Orhan'ı odasına gönderir. Orhan anlar ki, bir dizi ondan ve geleceğinden daha önemlidir. Bu ortamdan ve evden kurtulmanın yolunun sınavı kazanmaktan geçtiğini anlamıştır. İlgisizlikten ve azar işitmekten bıkmıştır. Sınav, onun için bir kurtuluş reçetesidir. Sınava bir ay kala anne ve babasında gözle görülür bir değişim olmuştur. Yıl boyunca sevgi ve ilgi göstermeyen anne-baba bir anda meleğe dönmüştür. Zamanında kahvaltılar, yemekler, misafir kabul etmemeler... Orhan olayı çözmüştür. Sınav yaklaştı, bütün iltifatlar sınav için, ne de olsa iyi bir yer kazanırsa anne ve babası işyerinde, oturmalarda hava atacak... Hatta babası bir aksam odasına gelerek; "Aslan oğlum, beni mahcup etme! Sen bir tanesin!" diye onu motive bile etmiştir. O güne kadar stres hissetmeyen Orhan, bu olağanüstü halden dolayı strese girmiş, hatta uyuyamaz olmuştur. Sürekli bu davranışların geçici olduğunu, sınava dönük hamleler olduğunu, sınavı kazanamazsa evdeki halini, anne ve babasının mahcup olacağını düşünerek hayatı kendine zindan etmeye başlar. Artık okuduğundan da bir şey anlamıyordur. Hayatının en zor günlerini geçirir. Sağlığı bozulur, uyku düzeni aksar, sosyal hayattan kopar, bu stres ve sıkıntı içinde sınava gireceği sabah uyanır ki ne görsün,bütün akrabalar evde. İltifatlar, makas almalar, şirinlikler... Hayatı boyunca duymadığı güzel sözleri bir saat içinde geri alır, Orhan. Düğün alayı gibi evden çıkılır ve sınavın girileceği okula gidilir. Orhan merdivenleri çıkarken bir ara dönüp arkasına bakar ve şöyle düşünür; "Bütün aile fertleri burada... Eğer ben bu sınavda başarısız olursam yüzlerine nasıl bakarım... Vay benim halime!" Sınava girmeden, sınavı kaybettiğinin farkında olmadan titreyen incecik vücut kendini salona zor atar. Sonuç; heyecandan cevap kâğıdında şıkların yerini kaydıran ve ruh sağlığı bozulan bir Orhan... "Bizi el aleme rezil ettin! Yazıklar olsun!" diyen aile fertleri...

Dördüncü bakış açısı: Ülkenin en büyük illerinden birinin milli eğitim müdürü; velilerin, öğretmenlerin, öğrencilerin ve basın mensuplarının bulunduğu bir il değerlendirme toplantısında konuşmaktadır. Konuşmasına iyi bir şekilde hazırlanmıştır. Eğitimin çok önemli bir mesele olduğunu, sınavlara hazırlanan öğrencileri motive etmek için yaptığı çalışmaları anlatmaya başlar. Milli eğitim müdürü, konuşmasının en can alıcı yerinde der ki; "Saygıdeğer katılımcılar, bizim ilimiz YGS ve LYS'de 45'inci sıradaydı. Biz yoğun bir çalışma temposu ile ilimizi 10'uncu sıraya çıkardık ve SBS'de ilk 5'deyiz." Bir anda sihirli sözcük söylenmiştir... Katılımcılar sevinç gösterileri içinde müdürü alkışlamaya başlarlar. Diğer anlatmak istediklerine gerek kalmamıştır. Sınavda bu kadar başarılı olan bir ilin başka ne problemi olabilir ki? Müdür anlamıştır ki herkes için başarı sadece sınavdır. Demek ki sınavlarda başarılı olmak yetiyor. İlde hemen bir toplantı düzenleyerek gece gündüz sınav odaklı çalışılması talimatı verir. Ne de olsa her yerde değer gören sıralama ve sınavlar... Toplantılara gittiği zaman herkes LYS ve SBS sıralamasını soruyor. Eğer il bu sıralamalarda başarılı ise itibar görüyor, başarısız olduğunda suratlar düşüyor, davranışlar değişiyor... Sıralamalar ve sınavlar ilin bütün egitim sisteminin merkezine keyifle oturuyor...

Beşinci Bakış Açısı: İlin en büyük okullarından birinde veli toplantısı düzenleniyor. Okul müdürü söz alarak; "Saygıdeğer veliler, hepiniz hoş geldiniz. Öncelikle okulumuzun bu yıl başarısız olmasının sebebi, hepinizin bildiği gibi sınav sitemidir. Bu sınav sistemi çocuklarımızı bir yarış atı gibi koşturmakta, onları asosyal birer birey olarak karşımıza çıkarmaktadır. Eğer sınavlar olmasaydı ve her öğrenci istediği bölüme gidip kayıt olsaydı okulumuz bugün başarısız olarak gösterilmeyecekti" der. Veliler bu sözlerden sonra kendi aralarında mırıldanmaya başlarlar. Bazıları eğitim sisteminin yanlış olduğunu yüksek sesle dile getirirler. Velilerden biri söz alır, önce kendisini tanıtır. Üniversitede profesör olduğunu, böyle topyekün eleştirilerin bilimsel olmadığını, eğitim ile ilgili meseleler konuşulurken daha bilimsel bir dille ifade edilmesi gerektiğini söyler ve sözlerine şöyle devam eder: "Değerli arkadaşlar, dünyanın her yerinde sınav sistemi vardır. Sınavların yanlış ve kötü olduğunu söylemek yerine; yerli yerinde, doğru zamanda ve doğru yöntemle sınav yapmayı savunmamız daha iyi olur. Herkesi aynı kefeye koymak ve her bireye eşit muamele yapmak insanlığın gereğidir. Eşit şartlarda eğitim alma hakkı için bunu düşünebilirsiniz. Ama bunu sınav sistemleri ile karıştırmamalıyız. Sizler bir manava giderken neden en güzel meyveyi seçersiniz? Neden daha iyi şartlarda yaşamak için gayret gösterirsiniz? Bizim inancımızda 'Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?' görüşü vardır. Hayatı bir imtihan gibi görür ve başarıya ulaşmak için çalışmanın şart olduğunu kavrarsak sınavların ne kadar gerekli olduğunu anlarız. Mesela sizin çocuğunuz başarılı olmak için gece gündüz demeden ders çalışıyor. Komşunuzun çocuğu ders çalışmıyor, sürekli oyun oynuyor ve yaramazlık yapıyor. İkisinin eşit şartlarda muamele görmesini ve aynı kefeye konulmasını hanginiz kabul eder?" Biz sevgimizi, dostluğumuzu sınamıyor muyuz? Hayatta engeller olmadan, onlar aşılmadan kazanılan başarının ne anlamı var, çocuklarımız sorumluluk almadan nasıl mutlu olacaklar, nasıl zirvelere tırmanacaklar?" dedikten sonra vurucu cümleyle konuşmasını bağlar: "Bizim eğitim sistemizde sınav olmalı; ama tadında....engelsiz bir hayat mutluluktan cok mutsuzluk getirir..."

Altıncı Bakış Açısı: Nihal, okulundan yeni mezun olmuş ve Anadolu'nun ücra bir köşesine tayin edilmiş bir öğretmendir. Mesleğin başında kıpır kıpır olan yüreği ile 21. yüzyılın 'Çalı Kuşu' olma sevdasındadır. Bulunduğu yerin en büyük en organize tek devlet kurumu olan ilköğretim okulunda işe, çevreyi tanıma ve okuttuğu sınıfın seviyesini belirlemeyle başlar. İlk değerlendirmelerinde sınıfında yer alan öğrencilein en az 2 program yılı geride olduğunu görürür. Bunun yanında özellikle belli bir yaşa ulaşan kız çoçuklarının okuldan alındıklarını ve ailelerin okula ve okumaya çok istekli olmadıklarını görür. 'Haydi Kızlar Okula', 'Ana-Kız Okuldayız' gibi projelerden aldığı güçle evleri ziyaret eder. Anne ve babaları iknaya çalışır. Kendisine "Okuyup da ne olacak bu çocuklar?" "Şu zamanda üniversite kazanmak, kazansa da okutmak kolay mıdır?" eleştirlerine sabırla cevap verir. Eğitimin insan yetiştirme amacından bahseder. Üniversite okumasalar da en azından temel eğitimini alan çocukların hayatlarının daha kolay olacağından bahseder. Sağlıklı iletişim kurmasını, mantıklı düşünmesini, doğru karar vermesini, problem çözme becerisini kazanan çocukların hangi işi yaparlarsa yapsın başarılı olacaklarını söyler. Nihal öğretmen, yıl boyunca bıkmadan usanmadan bu uğurdaki çabasını sürdürür. Azımsanmayacak sayıda öğrenciyi tekrar okula kazandırır. Onların program eksiğini gidermek için ilave dersler, yetiştirme kursları düzenler. Şehirden hiç tanımadığı dershane sahiplerinden ricacı olarak test kitapları temin eder, yine hiç tanımadığı esnafa ricacı olarak okuluna kütüphane kazandırır, akan çatıyı onartır, okul bahçesine voleybol sahası yaptırır. Bu arada akşamları ev ziyaretlerine devam eder. Yıl sonu yaklaşır. İlçeden yılın değerlendirileceği bir toplantıya çağrılır. Yaptıklarını anlatma başarılarını paylaşma heyacanı ile toplantıya katılmak için ilçenin yolunu tutar. Toplantıda yetkililer rutin bir iki konudan sonra merkezi sınav sonuçlarının değerlendirmesine geçerler. İlçenin il ve ülke düzeyindeki sıralamadaki yerinden hayıflanarak bahsederler. Bu arada ilçenin merkezinde bulunan, imkan, ortam olarak kendi okulunun yaşadığı sıkıntıların zerresini yaşamayan, çoğunluğunu ilçenin doktoru, hakimi, askeri ve ilçenin ileri gelen diğer seçkin simalarının çocuklarının oluşturduğu bir okuldan övgüyle bahsederler. Bir yıl boyunca sergilediği olağanüstü gayretin fark edilememesinden hayal kırıklığı yaşayan Nihal öğretmen, İlçe Müdürünün "İlçemizin sıralamadaki yerini aşağıya çeken (burda bazı okullar sayılır ve Nihal Öğretmenin okulu da bu gruptadır) okullarımız biraz daha gayret etseler ya da en azından ortalamayı daha fazla düşürmemek için daha az öğrenciyi sınava soksalar, eminim ilçemiz sıralamada daha yukarıya çıkacaktır" sözü ile adeta yıkılır...

Çocuklarımızı biz mutsuz ediyoruz Altı farklı hayat ve altı farklı bakışla sınavların hayatımızdaki yerini gözler önüne sermeye çalıştık. İtiraf edelim biz bu kadar anlam yüklemesek, sınavlar bu kadar hayatımızı meşgul etmezdi. Çocuklarımızı sınavlar değil biz mutsuz ediyoruz. Biz değişmeden eğitim sistemi değişmez. Akademik başarıyı her şeyden üstün tuttuğumuz sürece sınavları kaldırsak da; onlar hayatımızda var olacak. O zaman test çözen, tost yiyen obez bir kuşağa herkes "merhaba" desin. Bakış açısını değiştirmeden sınav sistemini değiştirmek ya da sınavı kaldırmak bir anlam ifade eder mi? Bakış açısı böyle devam ettikçe, ölçülebilir tek çıktınız sınav oldukça bütün eğitim sisteminiz sınav odaklı olacaktır. Eğitimi tek bir nazardan izlemek, sadece bir gözlük ile bakıp değerlendirmek yanlıştır. Öğretmen, öğrenci, veli üçgeninden hareketle sosyolojik, ekonomik, kültürel ve bölgesel özelliklerin ışığında hareket edilmelidir. Her ayrıntının hayati bir değer taşıdığı, basit gibi görünen ayrıntıların dikkate alınması gerektiği unutulmadan hareket edilmelidir. "Hayat ayrıntılarda gizlidir" der büyük bir düşünür.. Her insan bir dünyadır. Her birey değerli ve önemlidir. Mesele sınavlar değil; mesele sınavlara yüklediğimiz anlam...

"Vontage Point" mı dediniz? Bunu bir yerden hatırlıyorum... Aynı olaya farklı nazarlarla bakabilen ve her biri kendi alanında uzman bireylerin çözüm uğrunda harcadıkları çaba... *Bakış Açısı. 2008 ABD yapımı aksiyon-polisiye-dram film. Thomas Barnes (Dennis Quaid) ve Kent Taylor (Matthew Fox), küresel boyutta terörle savaşın dönüm noktasında Başkan Ashton’ı (William Hurt) korumakla görevli gizli ajanlardır. Başkan Ashton, İspanya’ya varışından birkaç dakika sonra vurulunca kargaşa baş gösterir ve suikastçı avı sırasında apayrı yaşamlar kesişir. Kalabalıkta bulunan Amerikalı turist Howard Lewis (Forest Whitaker), çocukları için başkanın gelişini kaydederken başkana ateş eden kişiyi görüntülediğine inanır. Kalabalığın içindeki bir diğer kişi, tarihi olayı tüm dünyada milyonlarca televizyon izleyicisine aktarmakta olan Amerikalı haber yapımcısı Rex Brooks’tur (Sigourney Weaver). Onlar ve diğerleri hikayelerini anlatırken, bulmacanın parçaları yerine oturmaya başlar ve anlaşılır ki yüzeyin hemen altında şok edici gerekçeler yatmaktadır.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.