Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerin, 2015 yılı iller arası isteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı yer değiştirme başvurularını 10-16 Haziran'da alacak.

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerin, 2015 yılı iller arası isteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı yer değiştirme başvurularını 10-16 Haziran'da alacak.

Bakanlığın internet sitesinde yer alan duyuruya göre, öğretmenlerin, 2015 yılı iller arası isteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı yer değiştirme işlemleri, Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda yapılacak.

Zorunlu çalışma yükümlülüğü bulunmayanlar ile bu yükümlülüklerini tamamlayan veya muaf olan öğretmenlerden 30 Eylül 2015 tarihi itibarıyla bulundukları ilde en az 3 yıllık çalışma süresini tamamlayanlar, iller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabilecek.

Doğrudan Bakanlığa bağlı taşra teşkilatı kapsamında bulunan eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenler, istemeleri halinde iller arası yer değiştirme için başvurabilecek.

Çeşitli nedenlerle veya hizmetin gereği olarak iller arasında yer değişikliği yapılanlardan yargı kararı gereğince eski görev yerine iade edilen öğretmenlerin eski ve yeni görev yerlerindeki hizmet süreleri 3 yılın hesabında birlikte değerlendirilecek. Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatı ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici olarak görevli olup 30 Eylül 2015 tarihine kadar kadrolarının bulunduğu eğitim kurumuna döneceklerini beyan eden öğretmenlerden kadrolarının olduğu ilde en az 3 yıllık çalışma süresini tamamlayanlar, yer değiştirme isteğinde bulunabilecek. Bunlardan en geç 30 Eylül 2015 tarihi itibarıyla atandıkları eğitim kurumunda göreve başlamayanların atamaları iptal edilecek.

Yer değişikliği başvurusunda bulunan öğretmenlerin hizmet puanları, 16 Haziran 2015 tarihi dikkate alınarak belirlenecek.

Yer değiştirme başvuruları 10-16 Haziran 2015 tarihleri arasında alınacak; atamalar 18 Haziran 2015 tarihinde yapılacak; ataması yapılanların ilişik kesme işlemleri ise 19 Haziran 2015 tarihinden itibaren başlatılacaktır.

İl içi yer değiştirme başvuruları da 20-26 Mayıs arasında alınacak; atamalar valiliklerce 29 Mayıs'a kadar sonuçlandırılacak ve ataması yapılanların ilişik kesme işlemleri 15 Haziran'dan itibaren başlatılacak.

Başvurulara ilişkin ayrıntılı bilgiye "ikgm.meb.gov.tr" adresinden ulaşılabilinecek.

> İller arası yer değiştirme başvuruları 10 Haziran'da

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerin, 2015 yılı iller arası isteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı yer değiştirme başvurularını 10-16 Haziran'da alacak.

Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerin, 2015 yılı iller arası isteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı yer değiştirme başvurularını 10-16 Haziran'da alacak.

Bakanlığın internet sitesinde yer alan duyuruya göre, öğretmenlerin, 2015 yılı iller arası isteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı yer değiştirme işlemleri, Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda yapılacak.

Zorunlu çalışma yükümlülüğü bulunmayanlar ile bu yükümlülüklerini tamamlayan veya muaf olan öğretmenlerden 30 Eylül 2015 tarihi itibarıyla bulundukları ilde en az 3 yıllık çalışma süresini tamamlayanlar, iller arasında yer değiştirme isteğinde bulunabilecek.

Doğrudan Bakanlığa bağlı taşra teşkilatı kapsamında bulunan eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenler, istemeleri halinde iller arası yer değiştirme için başvurabilecek.

Çeşitli nedenlerle veya hizmetin gereği olarak iller arasında yer değişikliği yapılanlardan yargı kararı gereğince eski görev yerine iade edilen öğretmenlerin eski ve yeni görev yerlerindeki hizmet süreleri 3 yılın hesabında birlikte değerlendirilecek. Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatı ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici olarak görevli olup 30 Eylül 2015 tarihine kadar kadrolarının bulunduğu eğitim kurumuna döneceklerini beyan eden öğretmenlerden kadrolarının olduğu ilde en az 3 yıllık çalışma süresini tamamlayanlar, yer değiştirme isteğinde bulunabilecek. Bunlardan en geç 30 Eylül 2015 tarihi itibarıyla atandıkları eğitim kurumunda göreve başlamayanların atamaları iptal edilecek.

Yer değişikliği başvurusunda bulunan öğretmenlerin hizmet puanları, 16 Haziran 2015 tarihi dikkate alınarak belirlenecek.

Yer değiştirme başvuruları 10-16 Haziran 2015 tarihleri arasında alınacak; atamalar 18 Haziran 2015 tarihinde yapılacak; ataması yapılanların ilişik kesme işlemleri ise 19 Haziran 2015 tarihinden itibaren başlatılacaktır.

İl içi yer değiştirme başvuruları da 20-26 Mayıs arasında alınacak; atamalar valiliklerce 29 Mayıs'a kadar sonuçlandırılacak ve ataması yapılanların ilişik kesme işlemleri 15 Haziran'dan itibaren başlatılacak.

Başvurulara ilişkin ayrıntılı bilgiye "ikgm.meb.gov.tr" adresinden ulaşılabilinecek.

Son Güncelleme: Cumartesi, 09 May 2015 10:43

Gösterim: 1261

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, üniversiteye giriş sisteminin özü itibarıyla değişmesini gerektiren bir durum olmadığını belirterek, ''Sistemin bütününün değişmesini gerektiren bir rapor konursa bu düşünülür ama şuan için böyle bir durum ortada yok'' dedi.

Saraç, "Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite Çalıştayı"nın ardından, gazetecilere, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Çıkacak kararların uygulanabilecek nitelikte olması halinde çalıştayın başarılı sayılacağını ifade eden Saraç, çalıştayın formatını ise "sıra dışı" olarak tanımladı.

"Toplumsal cinsiyet eşitliği" dersinin zorunlu olmayabileceğini ama müfredata entegre edilebileceğini belirten Prof. Dr. Saraç, bu konuya, eğitim öğretim programlarında yer verilmesini istediklerini söyledi.

Çalıştaydan çıkan kararları YÖK'te değerlendireceklerini, bu ayki genel kurul toplantısında da karara bağlayacaklarını kaydeden Saraç, çalıştay sonuçlarını ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile de paylaşacaklarını dile getirdi.

YÖK Başkanı Saraç, "Ders konulması kararı alınması halinde, üniversitelere tek bir müfredat önerilmesi çok yanlış olur ama örnek bir model olarak tavsiye edilmesi doğrudur. Bir model oluşturulur, ana başlıklar sunulur. Bu başlıkların altına üniversiteler ilaveler de yapabilir. Üniversitelerin kendi birikimi, bulunduğu bölgesel pozisyonu var. Bunlara da bakmak lazım" diye konuştu.

"Mobbing meselesine ilişkin adım atacağız"

Yükseköğretimdeki ''mobbing'' konusuna da değinen Saraç, "Mobbing, yükseköğretimin bütününde var. Çeşitli saiklerle, çok yakın dönemde yaşadık. Biz bu konuda, çalıştaydan çıkacak öneriler var mı ona bakıyoruz. Ama çıkmazsa, biz YÖK olarak üniversitelerdeki bu mobbing meselesine ilişkin adım atacağız" ifadesini kullandı.

Atılacak adımın akademisyenlere yönelik olacağını anlatan Saraç, "Bizi en fazla üzen husus, mobbinge uğrayan kadın ya da erkek olsun öğretim üyeleri, seslerini bazen duyurabiliyorlar ama bazen de duyuramıyorlar. Halbuki öyle bir kanal oluşturmamız lazım ki akademisyenlerin feryatlarına kulak verebilelim" şeklinde konuştu.

Üniversiteye giriş sistemi hakkında Milli Eğitim Bakanlığı ile görüştüklerini vurgulayan Prof. Dr. Yekta Saraç, önceliklerinin lise eğitiminin güçlendirilmesi olduğunu söyleyerek, ''Lise eğitimi güçlü olduğu nispette yükseköğretim güçlü olur. Mevcut sisteme bakıldığında, lise müfredatından soru sorulduğunu biliyoruz'' dedi.

Lise eğitimini iyileştirmek gerekiyorsa, bunu da yapacaklarını ifade eden Saraç, bu çalışmaların bilimsel zeminde olması gerektiğini anlattı.

Sistemle ilgili değişikliklerin toplumda geniş bir mutabakatla sonuçlandırılması gerektiğini belirten Saraç, YGS'deki başarısızlıkla ilgili bir çalışma yaptıklarını da söyledi. 

Prof. Dr. Saraç, ''Ben bu sistemin özü itibarıyla değişmesini gerektiren, genel yapısının değiştirilmesini gerektiren bir durum olmadığını düşünüyorum'' diye konuştu.

Sistemde birtakım iyileştirmeler, kolaylaştırmalar yapılabileceğini dile getiren Saraç, ''Bu sistemin bütünün değişmesini gerektiren bir rapor ortaya konursa bu düşünülür ama şuan için böyle bir durum ortada yok'' şeklinde konuştu.

Soruların soruluş biçimlerinin de analiz edilebileceğini anlatan Prof. Dr. Yekta Saraç, ''Şu anki sistem, bizim yükseköğretime giriş sistemleri serüvenimizin, maceramızın en olgunlaşmış halkasıdır. Bu sistem, üzerinde çok düşünülen bir sistem'' ifadesini kullandı. 

"Açık bir ortam oluşturacağız"

Kalite Kurulu ile ilgili çalışmalara da değinen Saraç, bu kurulun kurulması yönünde adım attıklarını bildirdi.

Kalite Kurulu'nu gerçekleştirdiklerinde yükseköğretim için bambaşka bir evreye yelken açacaklarını söyleyen Saraç, şunları söyledi: 

"Kanunla, mevzuatla yapabileceğimiz çok şey var. Biz böyle bir kalite kurulunun YÖK'le bağımlı değil, YÖK'le ilişkili bir şekilde kurulmasını istiyoruz. Karar alma süreçlerini bütünüyle bağımsız kılmak mümkün. Kalite Kurulu ile Yükseköğretim Kurulu'nun girdiye yönelik başlangıç kriterlerinde almış olduğu kararların sonuçlarının değerlendirilebileceği bir mekanizma kurmak istiyoruz. Bu kurulun oluşumunda dış paydaşlara açık bir ortam oluşturacağız."

''Algının iyileştirilmesi lazım''

Temel bilimler programlarıyla ilgili başlatılan çalışmaya da değinen Saraç, programların kapanmasının mümkün olmadığını, bu bölümlerde öğrencilerin eğitim gördüğünü belirtti.

Bu bölümlerin kendi kendisini kapatacak pozisyona gelmemesi için kontenjan politikasını gözden geçireceklerini dile getiren Prof. Dr. Saraç, ''Temel bilimler ile ilgili algının iyileştirilmesinin gerektiğini, bunun için de adımlar attıklarını'' anlattı.

Biyoloji, kimya ve matematik bölümü mezunlarına verilecek yeni unvan konularını görüştüklerini, onu da yakında sonuçlandıracaklarını bildiren Saraç, ''(Bu sene bu temel bilimleri tercih edecekler, ileride bu tercihlerinin doğru olduğunu görecekler) dedim. Ben, o cümlemi düzeltiyorum. 'Bunu tercih edecekler, ilerideki yıllarda çok şanslı olduklarını düşünecekler.' Bu kurgumuz, temel bilimleri güçlendirmek için. 'Kapatmak' diye bir şey söz konusu değil'' şeklinde konuştu. 

YÖK Başkanı Saraç, bir gazetecinin, ''O gün geldiğinde de bu kontenjan vermediğiniz bölümlere yeniden vermeniz söz konusu olacak mı'' şeklindeki sorusuna ise ''Pek çoğuna olacak'' yanıtını verdi.

> YÖK Başkanı’ndan üniversiteye giriş sistemi açıklaması

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, üniversiteye giriş sisteminin özü itibarıyla değişmesini gerektiren bir durum olmadığını belirterek, ''Sistemin bütününün değişmesini gerektiren bir rapor konursa bu düşünülür ama şuan için böyle bir durum ortada yok'' dedi.

Saraç, "Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite Çalıştayı"nın ardından, gazetecilere, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Çıkacak kararların uygulanabilecek nitelikte olması halinde çalıştayın başarılı sayılacağını ifade eden Saraç, çalıştayın formatını ise "sıra dışı" olarak tanımladı.

"Toplumsal cinsiyet eşitliği" dersinin zorunlu olmayabileceğini ama müfredata entegre edilebileceğini belirten Prof. Dr. Saraç, bu konuya, eğitim öğretim programlarında yer verilmesini istediklerini söyledi.

Çalıştaydan çıkan kararları YÖK'te değerlendireceklerini, bu ayki genel kurul toplantısında da karara bağlayacaklarını kaydeden Saraç, çalıştay sonuçlarını ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile de paylaşacaklarını dile getirdi.

YÖK Başkanı Saraç, "Ders konulması kararı alınması halinde, üniversitelere tek bir müfredat önerilmesi çok yanlış olur ama örnek bir model olarak tavsiye edilmesi doğrudur. Bir model oluşturulur, ana başlıklar sunulur. Bu başlıkların altına üniversiteler ilaveler de yapabilir. Üniversitelerin kendi birikimi, bulunduğu bölgesel pozisyonu var. Bunlara da bakmak lazım" diye konuştu.

"Mobbing meselesine ilişkin adım atacağız"

Yükseköğretimdeki ''mobbing'' konusuna da değinen Saraç, "Mobbing, yükseköğretimin bütününde var. Çeşitli saiklerle, çok yakın dönemde yaşadık. Biz bu konuda, çalıştaydan çıkacak öneriler var mı ona bakıyoruz. Ama çıkmazsa, biz YÖK olarak üniversitelerdeki bu mobbing meselesine ilişkin adım atacağız" ifadesini kullandı.

Atılacak adımın akademisyenlere yönelik olacağını anlatan Saraç, "Bizi en fazla üzen husus, mobbinge uğrayan kadın ya da erkek olsun öğretim üyeleri, seslerini bazen duyurabiliyorlar ama bazen de duyuramıyorlar. Halbuki öyle bir kanal oluşturmamız lazım ki akademisyenlerin feryatlarına kulak verebilelim" şeklinde konuştu.

Üniversiteye giriş sistemi hakkında Milli Eğitim Bakanlığı ile görüştüklerini vurgulayan Prof. Dr. Yekta Saraç, önceliklerinin lise eğitiminin güçlendirilmesi olduğunu söyleyerek, ''Lise eğitimi güçlü olduğu nispette yükseköğretim güçlü olur. Mevcut sisteme bakıldığında, lise müfredatından soru sorulduğunu biliyoruz'' dedi.

Lise eğitimini iyileştirmek gerekiyorsa, bunu da yapacaklarını ifade eden Saraç, bu çalışmaların bilimsel zeminde olması gerektiğini anlattı.

Sistemle ilgili değişikliklerin toplumda geniş bir mutabakatla sonuçlandırılması gerektiğini belirten Saraç, YGS'deki başarısızlıkla ilgili bir çalışma yaptıklarını da söyledi. 

Prof. Dr. Saraç, ''Ben bu sistemin özü itibarıyla değişmesini gerektiren, genel yapısının değiştirilmesini gerektiren bir durum olmadığını düşünüyorum'' diye konuştu.

Sistemde birtakım iyileştirmeler, kolaylaştırmalar yapılabileceğini dile getiren Saraç, ''Bu sistemin bütünün değişmesini gerektiren bir rapor ortaya konursa bu düşünülür ama şuan için böyle bir durum ortada yok'' şeklinde konuştu.

Soruların soruluş biçimlerinin de analiz edilebileceğini anlatan Prof. Dr. Yekta Saraç, ''Şu anki sistem, bizim yükseköğretime giriş sistemleri serüvenimizin, maceramızın en olgunlaşmış halkasıdır. Bu sistem, üzerinde çok düşünülen bir sistem'' ifadesini kullandı. 

"Açık bir ortam oluşturacağız"

Kalite Kurulu ile ilgili çalışmalara da değinen Saraç, bu kurulun kurulması yönünde adım attıklarını bildirdi.

Kalite Kurulu'nu gerçekleştirdiklerinde yükseköğretim için bambaşka bir evreye yelken açacaklarını söyleyen Saraç, şunları söyledi: 

"Kanunla, mevzuatla yapabileceğimiz çok şey var. Biz böyle bir kalite kurulunun YÖK'le bağımlı değil, YÖK'le ilişkili bir şekilde kurulmasını istiyoruz. Karar alma süreçlerini bütünüyle bağımsız kılmak mümkün. Kalite Kurulu ile Yükseköğretim Kurulu'nun girdiye yönelik başlangıç kriterlerinde almış olduğu kararların sonuçlarının değerlendirilebileceği bir mekanizma kurmak istiyoruz. Bu kurulun oluşumunda dış paydaşlara açık bir ortam oluşturacağız."

''Algının iyileştirilmesi lazım''

Temel bilimler programlarıyla ilgili başlatılan çalışmaya da değinen Saraç, programların kapanmasının mümkün olmadığını, bu bölümlerde öğrencilerin eğitim gördüğünü belirtti.

Bu bölümlerin kendi kendisini kapatacak pozisyona gelmemesi için kontenjan politikasını gözden geçireceklerini dile getiren Prof. Dr. Saraç, ''Temel bilimler ile ilgili algının iyileştirilmesinin gerektiğini, bunun için de adımlar attıklarını'' anlattı.

Biyoloji, kimya ve matematik bölümü mezunlarına verilecek yeni unvan konularını görüştüklerini, onu da yakında sonuçlandıracaklarını bildiren Saraç, ''(Bu sene bu temel bilimleri tercih edecekler, ileride bu tercihlerinin doğru olduğunu görecekler) dedim. Ben, o cümlemi düzeltiyorum. 'Bunu tercih edecekler, ilerideki yıllarda çok şanslı olduklarını düşünecekler.' Bu kurgumuz, temel bilimleri güçlendirmek için. 'Kapatmak' diye bir şey söz konusu değil'' şeklinde konuştu. 

YÖK Başkanı Saraç, bir gazetecinin, ''O gün geldiğinde de bu kontenjan vermediğiniz bölümlere yeniden vermeniz söz konusu olacak mı'' şeklindeki sorusuna ise ''Pek çoğuna olacak'' yanıtını verdi.

Son Güncelleme: Cuma, 08 May 2015 11:11

Gösterim: 1201

Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, 1 Eylül 2015 tarihi itibariyle dershane adı altında eğitim kurumu kalmayacağını belirterek, “Bugün itibariyle 2 bin 206 kurum dönüşüm için müracaat etmiş vaziyette, bunlardan 2 bin 174’nün müracaatları kabul edilmiş, bunlardan 118 tanesi de resmen bir başka kuruma dönüşmüş olarak faaliyetlerine başlamış durumdalar. “ dedi.

Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, TRT Haber’de Nasuhi Güngör’ün eğitime ilişkin sorularını cevapladı.

İmam hatip liseleri Demokrat Partı döneminde açıldı

“Demokrat Parti Döneminde Allah rahmet eylesin Tevfik İleri rahmetlinin imam hatip okullarını açması ve sonra onlara yaptığı katkılar, daha sonra imam hatip okullarının sayıca ve nitelikçe artması bir toplumsal talebe yönelik bir cevaptır, toplumsal talep olduğu için bu okullar var. Toplumsal talep olduğu için meslek okullarımız var. Okul türlerimizin her biri bir toplumsal talebe cevap vermek üzere biçimlenmiş kurumlardır, imam hatip de bunlardan bir tanesidir.”

“1 Eylül 2015 tarihi itibariyle dershane adı altında eğitim kurumu kalmayacak”

“Dershanelerin dönüşüm süreci başlangıçta nasıl söylendiyse o şekilde devam ediyor. Demiştik ki o zaman 1 Eylül 2015 tarihi itibariyle dershane adı altında eğitim kurumu kalmayacak. Bugün dershane adı altında faaliyet gösteren eğitim kurumları ya özel okul öncesi eğitim kurumuna dönüşecek, ya özel bir ilkokul olacak, ya özel bir ortaokul olacak, ya özel bir lise olacak, ya özel bir temel lise olacak veya başka alanda bir kurs veren bir yabancı dil kursu, bilgisayar kursu, yazılım kursu, meslek edindirme kursu gibi farklı bir kurs olacak. Ama herhangi bir üst eğitim kurumuna; ortaokuldan liseye geçiş için veya liseden üniversiteye geçiş için test eğitimi veren dershanecilik yapılamayacak söylediğimiz buydu. O günden itibaren de kararlılıkla uyguladık. Bugün itibariyle 2 bin 206 kurum dönüşüm için müracaat etmiş vaziyette, bunlardan 2 bin 174’nün müracaatları kabul edilmiş, bunlardan 118 tanesi de resmen bir başka kuruma dönüşmüş olarak faaliyetlerine başlamış durumdalar. 104 temel lise, 3 Anadolu lisesi, 2 okul öncesi eğitim gibi, toplamda bir tane de ilkokul var, 118 kuruma dönüşmüş durumdalar. Dershanelerin dönüşüm sürecini değişik etaplarda gerçekleşmesini öngörmüştük ve dedik ki, ilk etapta müracaat edenler daha fazla teşvikten yararlanacaklar. Arsa, vergi kolaylığı, kredi kolaylığı gibi teşviklerimiz var, yani özel okula dönüşecek olan dershanelere öngördüğümüz birtakım teşvikler var. Bu teşviklerden yararlanmak için müracaat sırasını, müracaat hangi periyotta müracaat ettiğine de dikkate alacağız demiştik. Şimdi birinci periyotta ilk başta biraz mütereddit bir hava sektörde hissedildi, bunun da çok açık bir sebebi vardı. Özellikle paralel yapı dershanelere ilişkin yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilecek şayiasını dolaştırdı, bunu sistematik bir biçimde işlediler. Bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’nden böyle bir karar çıkmadı. Bundan 3-4 ay önce böyle bir karar çıkmayacağı artık görüldü, buradan ümitlerini kestiler. Sadece o da değil, Anayasa Mahkemesi’nden farzımuhal bugün bile farklı bir karar çıksa dahi artık kamuoyunda dershanenin ne olduğu, ne olmadığı, neye yaradığı, neye yaramadığı çok açık bir biçimde görüldü. Dershanenin bir illüzyon olduğu, dershanelerin hepsi için söylemiyorum içlerinde tabi çok iyi niyetli eğitim faaliyeti gösteren kurumlarda var ve onlar bu dönüşüm sürecinde bizimle çok olumlu bir işbirliği içerisinde çalıştılar.”

“Paralel yapı, parlak öğrencileri dershanelerin reklamı için kullandı, on binlerce garibanı da dolgu malzemesi gibi kullandı”

“Belli okullardan çok parlak öğrencilerin nasıl özellikle seçilip daha sonra özel sınıflarda yetiştirilip dershanelerin reklamı için kullanıldığını, buna karşılık o özel sınıflara alınmayan binlerce, on binlerce garibanın dolgu malzemesi gibi kullanıldığını insanlar, veliler ve öğrenciler gördüler. Zaten bunu yaşadıkları için biz bunları söylediğimiz zaman biz onlara yeni bir şey söylemiş olmadık. Onlar, evet gerçekten böyle oluyor dediler. Dolayısıyla dershane illüzyonu kırıldı. Şimdi bugün Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal etse bile artık önümüzdeki dönemde bu dönüşüm süreci aynen devam edecektir. Dediğim gibi hem illüzyon anlaşıldığı için, özellikle dar gelirli, imkanı olmayan, dershaneye de zaten gidemeyen, gitse bile dershane var dershane var; öyle dershane var ki dudak uçuklatacak fiyatlarla öğrenci kabul ediyor. Öyle de dershane var ki daha düşük ücretlerle çalışıyor ve onlar da herhangi bir iddia da taşımıyorlar. Şimdi biz özellikle dershaneye her halükarda gitme imkanı olmayan çocuklarımız için, öğrencilerimiz için okullarımızda kendi öğretmenlerimiz tarafından verilen takviye kursları açtık. Hafta sonlarında 2 milyonun üzerinde öğrencimiz bugün hafta sonlarında bu kurslara, bu takviye kurslarına devam ediyor. 100 binin üzerinde öğretmenimiz ki kendilerine her fırsatta teşekkür ediyorum, bir kere daha teşekkür ediyorum, gönüllü bir biçimde bu kurslarda ders veriyorlar. Gönüllü bir biçimde diyorum, çünkü onlara bu kurslar için ödediğimiz ücret gerçekten onların belki birçoğunun büyük şehirlerde özellikle hafta sonunda yol parasını bile karşılamaya anca yeter. O kadar düşük bir ücret karşılığında da olsa öğretmenlerimiz büyük bir fedakarlıkla hafta sonlarında öğrencilerimizi takviye edecek kurslara devam ediyorlar, 100 binin üzerinde öğretmen. Biz onlara elimizden gelen bütün imkanlarla onların bu fedakarlıklarını değerlendiriyoruz ve değerlendireceğiz.

Lise son sınıfta özellikle, 12. sınıfta dershaneye ihtiyaç duymayacak kadar nitelikli eğitim verdiğinden emin olduğumuz okullardan bile, fen liselerinden, sosyal bilimler liselerinden birtakım öğrenciler sırf dershaneyi takviye alabilmek için, dershaneye gidebilmek için kayıtlarını alıp açık liseye kayıt yapıyorlardı. Açık lise bizim 20 senedir yürürlükte olan bir uygulamamız, yani bizim icat ettiğimiz bir uygulama değil. Açık lise devam mecburiyeti olmayan, aslında eğitim çağını geçirmiş, zamanında eğitim alamamış yetişkinlerin eğitim alabilmeleri için, onu telafi edebilmeleri için düşünülmüş bir formül. Ama zamanla böyle bir bypass kurumu haline gelmiş ve oraya kayıtlarını alan öğrenciler böylece devam mecburiyetinden kurtulup dershanelere gidiyorlardı. Zaten bu öğrenci aslında kendi okulunda devam etse yine istediği yeri muhtemelen kazanacak. Ama öyle bir toplumsal yanılsama uyandırılmıştı ki sanki dershaneye gitmezse bu çocuklar başka herhangi bir çareleri yok, herhangi bir yeri kazanamazlar, onun için mutlaka dershaneye gitmeleri gerekir. Böyle olmadığını pek çok sınav sonucu gösterdi. İşte geçen sene Şırnak’ta hiçbir dershane olmadan kendi imkanlarıyla çalışan çocuğumuz bile üniversitede çok yüksek başarılar aldı, üniversite giriş sınavlarında. Bu bir istisna değil. Ama maalesef bu çok sistematik bir biçimde pompalanan bir illüzyon olduğu için veliler de bu psikolojik baskı altındalar. Bir de, özellikle orta sınıf velilerimiz, yani anne-baba çalışıyorsa çocuklarla haklı olarak çok fazla ilgilenemiyorlar, yani anne de çalışıyor, baba da çalışıyor. Ama bir yandan da çocuklarına bir şey yapmak istiyorlar, çocuklarına bir katkıda bulunmak istiyorlar. Onlarla belki birebir akşamları oturup çalışamıyorlar, okullarını çok düzenli takip edemiyorlar. Mümkün olan en yüksek harcamayı yaparak, onu bir dershaneye göndererek anne ve baba olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek istiyorlar. Anne- babalar ben görevimi yaptım demenin rahatlığını yaşamak istiyorlar. Bu anlaşılabilir psikoloji. Yani her anne, her baba çocuğu için, çocuğunun eğitimi için mümkün olan en yüksek fedakarlığı yapmak ister. Eğer onun önüne siz bir de böyle bir illüzyonla ‘bakın çocuğunu dershaneye göndermezsen anne-baba olarak sorumluluğunu yerine getirmemiş olursun’ duygusunu onların sırtına yüklersen, o zaman ne yapsın insanlar? İşte bu illüzyon içerisinde mümkün olan en yüksek imkanlarını zorlayarak çocuklarını dershanelere yolluyorlardı. Şimdi bu dağılıyor. Eğer siz anne-baba olarak çocuğunuzu okula gönderiyorsanız, çocuğunuzun okulundaki müfredatını izlemesine imkan sağlıyorsanız, çocuğunuz devamsızlık yapmıyorsa, öğretmenleriyle de ara sıra da olsa gidip görüşüyorsanız, çocuğunuzun özel durumlarıyla ilgili onlarla danışma halinde oluyorsanız, onlarla iletişim halinde oluyorsanız siz anne-baba olarak sorumluluğunuzu yerine getiriyorsunuz demektir.”

“Müfredat, TEOG sınavlarıyla belli bir takvimde yetişmesi gereken bir müfredat haline geldi”

“TEOG sınavlarıyla yaptığımız düzenlemeyle artık müfredat, zamanında yetiştirilmesi gereken, belli bir takvime bağlı bir müfredat haline geldi. Bakın eskiden özellikle 8. ve 12. sınıflarda, yani seneye liseye gidecek olan çocuklarımız ve seneye üniversiteye gidecek olan çocuklarımızın devam ettiği sınıflarda, 8. ve 12. sınıflarda artık birçok şey nasıl olsa bu konu dershanede işlenir, nasıl olsa bu konu dershane öğretmenleri tarafından anlatılacak diye bizim okullardaki müfredatlar mecburen katlanılan ve çok da ciddiye alınmayan uygulamalar haline gelmek üzereydi. Biz TEOG sınavıyla bunu önlemiş olduk. Şimdi sene başında, ders yılı başında ilan ediyoruz, şu tarihte şu 6 dersten sınavlar merkezi olarak yapılacak diye, soruları biz buradan göndereceğiz ve o tarihe kadar sınıfta işlenmiş olan konuları kapsayan sorular çıkacak; bunu öğrenciler biliyorlar, bunu öğretmenlerimiz biliyorlar. Dolayısıyla öğretmenlerimiz kendi öğrencilerini o belirli tarihte yapılacak sınavlara iyi hazırlayabilmek için gayret içerisine girdiler. Bu gayret çok açık görülüyor. Çok olumlu geri dönüşler aldık; hem öğrencilerimizden çok olumlu geri dönüşler aldık, hem öğretmenlerimizden çok olumlu geri dönüşler alıyoruz. On binlerce öğrencimiz ve öğretmeniz ve yöneticimiz ve velilerimizle anket çalışması yaptık. Her birinden aldığımız o dönüşler fevkalade olumlu. Bir; bu sınavların belli bir tarihte yapılacak olması, çocukların kendi okullarında ve sınıflarında yapılacak olması. Her dersin ayrı bir oturumda yapılacak olması. Eskiden nasıldı? SBS dediğimiz sınavda, yani seviye belirleme sınavında sene sonunda bir kere yapılıyor, mazereti yok, okul dışı bir ortamda çocuklar sınava giriyorlar ve nereden sorulacağı da çok net değil. Dolayısıyla şimdi bütün bunlar kalktı. Şimdi çocuklarımız kendi okullarında giriyorlar. Normal yazılılarda olduğumuz gibi, yani zaten o derslerden birinci yazılı, ikinci yazılı yapılıyor, yani kendi sınıfında yapılan yazılının bir benzerini yine kendi sınıfında, ama sadece sorular merkezden gönderiliyor, cevaplar merkezde değerlendiriliyor. Normalleştirdik, yalnız medyamız hala bu konuda alışamadı. Yani bizim her sınıf düzeyinde, ilkokul 1’de de, ilkokul 2’de, lise 1, lise 2’de, her yaş grubunda yaklaşık 1 milyon 300 bin öğrencimiz var. 8. sınıfların sınavı dediğimiz zaman, 1 milyon 300 bin kişiden bahsediyoruz yaklaşık. Bu 1 milyon 300 bin öğrenciyi anneleriyle-babalarıyla falan hesapladığınız zaman işte 5 milyonluk bir kitle, şimdi bu medya için çok cazip bir hedef kitle. Bunlarla ilgili işte bir olağanüstü durum algısı medyanın çok işine yarıyor tabii. Yani onları suçlamak için söylemiyorum, onlar da işlerini yapıyorlar, ama biz ısrarla şunu söylüyoruz: Kardeşim, bu işi abartmayın, çocukları strese sokmayın, bu normal yazılılardır. Çocukları o gün özel olarak alıp elinden tutup falan okula götürmeyin, okul bahçelerinde oturup böyle çok tiyatral sahneler oluşturmayın. Bırakın çocuklar her gün nasıl okula gidiyorlarsa o gün de gitsinler. Başka zaman yazılıya girerken elinde tutup götürüyor musunuz? Götürmüyorsunuz. Veya o gün ben çok önemli bir konu işleyeceğim, bugün benim bir sunumum var, sınıfta bir sunum yapacağım anne veya baba dediğiniz zaman onu elinden tutup götürmüyorsunuz. Bu 8. sınıf çocuk bunlar. Ama SBS alışkanlığı, SBS’den kalan o alışkanlık, hatta birisi yazdı da bunu bir köşe yazarı arkadaşımız; ya ne biçim sınav oluyor, eskiden böyle giderlerdi insanlar türbeleri ziyaret ederler, bahçelerde otururlar aileler dua ederler, işte çocuklarıyla aynı heyecanda bekleşirler, sonra çocuk ağlayarak veya gülerek sınavdan çıkar, onlar kucaklaşırlar biz onları çekeriz falan. Şimdi böyle tiyatral şeyler azalıyor.”

Paralel yapının sınav soruları servis etmesi

“Şimdi 2010 KPSS ile ilgili yürüyen soruşturma bağlamında birtakım bilgisayarlardan o dönemlerde aynı zamanda SBS sorularının da birileri tarafından bulunduğu veya edinildiği ve sonra servis edildiğine dair birtakım işaretler geliyor. Yani ben soruşturma evrakına birebir muttali değilim, ama biz de yansıdığı kadarıyla biliyoruz ki; evet, o dönemde sadece bu sınavlarda değil pek çok askeri okullara girişlerde ve diğer okul türlerine girişlerde, meslek sınavlarına girişlerde bu tür suiistimaller yapıldığına dair çok ciddi emareler olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla bunlar araştırılacak, araştırılıyor. Artık bunların eskiden olduğu gibi birtakım yargı içerisinde bağlantılar vasıtasıyla örtbas edilmesi de mümkün olmayacağı için inşallah bunlardan sağlıklı sonuçlar çıkacak ve herkes yaptığının karşılığını görecek.

Yurt dışındaki MEB okulları

“Yurt dışında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren okullarımız var. Bunlar daha çok çalışmak için oralarda bulunan Türk vatandaşlarının çocukları için. İşte Suudi Arabistan’da çalışan Türklerin çocukları için açtığımız Riyad’da, Mekke’de, Medine’de açtığımız Türk okulları var, bunlar elçiliğimize bağlı olarak, yani Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren resmi Türk okullarıdır. Aynı şekilde diğer Türklerin yoğun olduğu yerlerde de bu tür elçiliklerimiz bünyesinde açılmış okullarımız var. İşte Türkmenistan’da, Kazakistan’da, Kazakistan’daki dil kursu olarak açılmıştı, Kırgızistan’da vesaire. Dolayısıyla bu okullarımız da dahil olmak üzere biz yurt dışında faaliyet gösteren ve bir şekilde Türkiye ile irtibatlı olan her eğitim kurumuyla birebir ilişki içinde olmamız gerekiyor. Şimdi bunlardan bir kısmı daha önce elçilik okulları, yani Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren okullar dışında değişik vakıflar tarafından, dernekler tarafından veya özel kuruluşlar tarafından veya şirketler tarafından açılmış yüzlerce-binlerce okul var. Bunların bir kısmı, özellikle bu sözünü ettiğiniz paralel yapıya atfedilen okulların çok büyük bir bölümü vakti zamanında yine Türk Devleti’nin de referanslarıyla bugüne gelebilmiş veya referanslarıyla oralarda açılabilmiş okullardır. Şimdi zamanında siz bir ülkeye böyle bir referans verdiyseniz ve sizin referansınızla ya elçinizin ya en yüksek düzeyde Cumhurbaşkanının, Başbakanın veya orayı ziyaret eden bir başka devlet yetkilisinin, sorumlusunun, bakanının referansıyla açılmış olan bu kurumlarla ilgili olarak şimdi Türkiye’de olup bitenler dünyanın gözü önünde olup bitiyor. Dolayısıyla oranın otoriteleri, yöneticileri oraya gittiğimiz zaman veya işte Cumhurbaşkanı gittiği zaman, Başbakan gittiği zaman, işte Somali’de olduğu gibi, Kazakistan’da olduğu gibi, hatta Japonya’da olduğu gibi bize soruyorlar. Bu okullara zamanında siz referans oldunuz, biz de izin verdik. Ama yaşananları görünce bizde de tereddüt hasıl oldu, biz de endişe içerisindeyiz, bu okullarla ilgili bir sıkıntı olabilir endişesi içerisindeyiz. Veya bazılarında, bazı ülkelerde istihbarî bilgilerine dayalı olarak bunu söylüyor, burada bizim de sıkıntımız var diyorlar. Mesela Azerbaycan diyor ki; buradaki okullardan ben de şikayetçiyim, ya siz bunları devralın veya ben bunları kapatacağım. Bu tür farklı öneriler oranın yöneticileri tarafından geldiği zaman bunları karşılayabilmek üzere biz Maarif Vakfı adında bir vakıf kuruyoruz. Bu vakfın yasal prosedürü Meclis erken kapandığı için yetişmedi, ama vakfın kuruluş çalışmaları hemen hemen tamamlandı. Artık iş Meclis açıldıktan sonra yapılacak bir oylamaya, Meclis’in onayına kaldı. Dolayısıyla bu vakıf üzerinden farklı farklı ülkelerde, farklı farklı statülerle açılmış olan okullardan devredilmek istenenler veya oranın yerel makamları tarafından ya siz devralın, ya biz bunları kapatacağız denilenlerden uygun olanlarını bu vakıfla işletmeye karar vermiştik. Dolayısıyla yapılacak olan işlem, bu vakıf üzerinden bu okulların normal eğitim faaliyeti gösteren, kimsenin rahatsız olmayacağı, o ülkenin rahatsız olmayacağı, o ülke yöneticilerinin de tedirgin olmayacakları bir eğitim kurumu olarak faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamaktır.”

Öğretmen atamaları KPSS’den sonra yapılacak

“Bunu müteaddit defa açıkladık, bir kere daha açıklayayım. Öğretmen alımı nasıl yapılıyor? KPSS sınavı, artı alan sınav yapıyoruz. Ne zaman yapıyoruz? Temmuz ayı başında yapıyoruz, her yıl Temmuz ayının başında KPSS sınavı yapılıyor. Geçen yıl, yani 2014 yılında Temmuz ayında KPSS sınavı yapıldı, bu sınav sonuçlarıyla 35 bin, artı 15 bin, yani 50 bin öğretmen alındı öğretmen adayı 50 bin 2014 KPSS sınavı sonuçlarıyla. Şimdi önümüzdeki Temmuz ayında yine bir KPSS sınavı var ve bu KPSS sınavına hazırlanan ilk defa bu sınava girecek on binlerce yeni öğretmen adayı var. Ya geçen sene yetişememiş veya bu sene mezun olacak onlar da bu 2015 KPSS’sini bekliyorlar Temmuz’daki, Temmuz ayında yapılacak sınavı bekliyorlar. 2015’de KPSS sınavına girecek olan gençlere şunu söyleyemeyiz: Kusura bakmayın siz bu sınava gireceksiniz ama Temmuz ayında biz bundan almayacağız, biz geçen seneki KPSS’yle yine 50 binin üzerinde şu kadar alacağız bunu söyleyebilir misin, bu adil değil. Dolayısıyla, baştan ilan ettik bu sene 2014 KPSS sonuçlarıyla yeni bir alım yok ne Nisan’da, ne Mayıs’ta, ne Haziran’da. Bunu söylemek bana da zor geliyor. Onların nasıl bir beklenti içerisinde olduklarını çok iyi anlıyorum ama, 2014 KPSS sonuçlarıyla biz 50 bin öğretmen adayını aldık şimdi 2015’de yeni bir KPSS yapacağız buradan bu sınava girecek ve buradan bir atama bekleyen 10 binlerce öğretmen adayı var, dolayısıyla KPSS sınavı Temmuz başında yapılacak inşallah. 2015 KPSS puanlarıyla Ağustos ayında bize tahsis edilen 47 bin öğretmen kadrosundan ne kadarını kullanabileceğimizi o gün Maliye Bakanlığıyla oturacağız, konuşacağız, hangi branşta ne kadar öğretmenimiz emekli olmuş, hangi ilde, hangi branşta ne kadar öğretmen adayına ihtiyacımız var, öğretmene ihtiyacımız bunların hesaplamasını yapacağız ve 2015 KPSS puanlarıyla bu adaylarımızı alacağız Ağustos ayında. Şimdi bu konuda bir kamuoyunda şöyle bir yanılsama da var, onu da düzeltmem lazım: Şimdi zannediliyor ki KPSS’ye girdim öğretmen olmaya hak kazandım. Hayır, biz KPSS sınavı sonuçlarına göre puan sırasına diziyoruz öğretmen adaylarımızı. Diyelim fizikten 550 öğretmen alacaksak yukarıdan aşağıya puan sıralamasıyla 550’ye kadar gelip orada çizgiyi çiziyoruz. Mesela bir kişiyle kaçırdı, yüzde 1 puan ama onun altına çizseniz onun altında da bir kişi var, onun altında da bir kişi var. Yani şüphesiz kendisi bu listeye baktığı zaman ya ‘bir kişi daha alınsaydı bende girecektim’ diyen veya 10 kişi de alınsa bizde girecektik diyen adaylar var. Bunların psikolojisini, bunların beklentilerini anlıyorum, ama bizim bunu bu çizgiyi bir yerde çizmemiz gerekiyor. Birde şöyle bir yanlış anlama var: İşte komşumun oğlu diyelim 85 puanla girdi, benim oğlum 91 puanla giremedi. Şimdi bu mukayeseler de yapılıyor. Anne- babalar bunu da bilsinler diye söylüyorum. Her branşın sıralaması ayrı yapılıyor, yani matematikten çok müracaat varsa diyelim orada puan yüksekte kalıyor, yani 90’nın üzerinde müracaat eden çok sayıda öğrenci olunca matematik puanı 91’de bitiyor. 90 puan almış olan matematikçi giremiyor. Buna karşılık diyelim fizikte biraz daha aşağıya doğru iniyor puanlar, orada da 78’de bitiyor. 78’le benim oğlum 79’la girdi, bu 91’le giremedi. O matematik sıralamasıydı, bu fizik sıralaması, o tarih sıralaması… Bunların puanları birbiriyle karşılaştırılabilir puanlar değil. Matematikçiler kendi içinde sıralanıyor, yarışıyor, edebiyatçılar kendi içinde, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri kendi içinde yarışıyor. Dolayısıyla, puanlar birinde yüksekte duruyor, ötekinde biraz daha aşağıya inebiliyor o bir mukayese unsuru değil.”

Eğitimde, siyasette, ülke yönetiminde istikrar vaadi

“Biz AK Parti Hükümeti olarak inşallah önümüzdeki dönemde de eğitimde de, ama genel olarak siyasetin bütününde de, ülke yönetiminde de neyi vaat ediyoruz? Öncelikle istikrarı vaat ediyoruz. Çünkü bugüne kadar 13 yıldır ne kazandıysak istikrar sayesinde kazandık ve güven sayesinde kazandık, istikrar çok önemli. Onun için biz önümüzdeki dönemde inşallah yine aynı şekilde istikrarlı bir biçimde eğitimde de başladığımız reformları devam ettireceğiz. Şimdi büyük ölçüde saha en azından fiziki altyapı bakımından bir düzene girdi. Önümüzdeki dönemde özellikle öğretmen niteliğinin arttırılması sadece sayısal olarak değil, öğretmenlerimizin de, hem yeni öğretmenlerimizin, hem de mevcut öğretmenlerimizin niteliğinin gelişen şartlarla uyumlu hale getirilmesi için çok ciddi programlarımız, projelerimiz var. Öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri, yeni alınan öğretmenlerimizin meslek eğitimleri, bir usta öğretmen nezdinde, onun himayesinde, onun gözü önünde yetiştirilmesi. Çünkü öğretmenlik aynı zamanda bir sanat ve sanat bilgiyle falan değil, aynı zamanda bizim 2010 yılında 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle hazırlattığımız afişlerdeki sloganımız insan, insan gölgesinde yetişir, öğretmen de öğretmen gölgesinde yetişir. Dolayısıyla, tecrübeli öğretmenlerimizi, genç öğretmenlerimize yol göstericilik yapmalarını bekliyoruz onun içinde bunu sadece böyle bir beklenti olarak değil bunu programlıyoruz. Rotasyon meselesi biraz da bununla ilgilidir. Yani rotasyon olmadığı zaman aynı yaş grubunda, aynı hizmet süresine sahip öğretmenler belli okullarda kümeleniyorlar. Dolayısıyla, genç öğretmenlerle, daha tecrübeli öğretmenlerin iletişimi büyük ölçüde kopuyor. Bizim öğretmenlerimizin niteliğinin ciddi manada gelişen şartlara uyumlu hale getirilmesi için yeni programlara ihtiyacımız var bunu da yapıyoruz hazırladık, ayrıca müfredatla ilgili düzenlemelerimiz var. Bugüne kadar büyük ölçüde beşeri altyapı, yani derslik, dershane, okul, spor salonu, atölye, laboratuvar bunlar devam edecek. Ama bunlar belli bir seviyeye geldikten sonra artık niteliksel olarak da, belli bir noktayı hedeflememiz gerekiyor, artık onu hedefleyebilecek durumdayız bu fiziki altyapıyla, o beşeri hedeflere de ulaşabilecek durumdayız.

> Bakan Avcı’dan önemli açıklamalar

Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, 1 Eylül 2015 tarihi itibariyle dershane adı altında eğitim kurumu kalmayacağını belirterek, “Bugün itibariyle 2 bin 206 kurum dönüşüm için müracaat etmiş vaziyette, bunlardan 2 bin 174’nün müracaatları kabul edilmiş, bunlardan 118 tanesi de resmen bir başka kuruma dönüşmüş olarak faaliyetlerine başlamış durumdalar. “ dedi.

Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, TRT Haber’de Nasuhi Güngör’ün eğitime ilişkin sorularını cevapladı.

İmam hatip liseleri Demokrat Partı döneminde açıldı

“Demokrat Parti Döneminde Allah rahmet eylesin Tevfik İleri rahmetlinin imam hatip okullarını açması ve sonra onlara yaptığı katkılar, daha sonra imam hatip okullarının sayıca ve nitelikçe artması bir toplumsal talebe yönelik bir cevaptır, toplumsal talep olduğu için bu okullar var. Toplumsal talep olduğu için meslek okullarımız var. Okul türlerimizin her biri bir toplumsal talebe cevap vermek üzere biçimlenmiş kurumlardır, imam hatip de bunlardan bir tanesidir.”

“1 Eylül 2015 tarihi itibariyle dershane adı altında eğitim kurumu kalmayacak”

“Dershanelerin dönüşüm süreci başlangıçta nasıl söylendiyse o şekilde devam ediyor. Demiştik ki o zaman 1 Eylül 2015 tarihi itibariyle dershane adı altında eğitim kurumu kalmayacak. Bugün dershane adı altında faaliyet gösteren eğitim kurumları ya özel okul öncesi eğitim kurumuna dönüşecek, ya özel bir ilkokul olacak, ya özel bir ortaokul olacak, ya özel bir lise olacak, ya özel bir temel lise olacak veya başka alanda bir kurs veren bir yabancı dil kursu, bilgisayar kursu, yazılım kursu, meslek edindirme kursu gibi farklı bir kurs olacak. Ama herhangi bir üst eğitim kurumuna; ortaokuldan liseye geçiş için veya liseden üniversiteye geçiş için test eğitimi veren dershanecilik yapılamayacak söylediğimiz buydu. O günden itibaren de kararlılıkla uyguladık. Bugün itibariyle 2 bin 206 kurum dönüşüm için müracaat etmiş vaziyette, bunlardan 2 bin 174’nün müracaatları kabul edilmiş, bunlardan 118 tanesi de resmen bir başka kuruma dönüşmüş olarak faaliyetlerine başlamış durumdalar. 104 temel lise, 3 Anadolu lisesi, 2 okul öncesi eğitim gibi, toplamda bir tane de ilkokul var, 118 kuruma dönüşmüş durumdalar. Dershanelerin dönüşüm sürecini değişik etaplarda gerçekleşmesini öngörmüştük ve dedik ki, ilk etapta müracaat edenler daha fazla teşvikten yararlanacaklar. Arsa, vergi kolaylığı, kredi kolaylığı gibi teşviklerimiz var, yani özel okula dönüşecek olan dershanelere öngördüğümüz birtakım teşvikler var. Bu teşviklerden yararlanmak için müracaat sırasını, müracaat hangi periyotta müracaat ettiğine de dikkate alacağız demiştik. Şimdi birinci periyotta ilk başta biraz mütereddit bir hava sektörde hissedildi, bunun da çok açık bir sebebi vardı. Özellikle paralel yapı dershanelere ilişkin yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilecek şayiasını dolaştırdı, bunu sistematik bir biçimde işlediler. Bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’nden böyle bir karar çıkmadı. Bundan 3-4 ay önce böyle bir karar çıkmayacağı artık görüldü, buradan ümitlerini kestiler. Sadece o da değil, Anayasa Mahkemesi’nden farzımuhal bugün bile farklı bir karar çıksa dahi artık kamuoyunda dershanenin ne olduğu, ne olmadığı, neye yaradığı, neye yaramadığı çok açık bir biçimde görüldü. Dershanenin bir illüzyon olduğu, dershanelerin hepsi için söylemiyorum içlerinde tabi çok iyi niyetli eğitim faaliyeti gösteren kurumlarda var ve onlar bu dönüşüm sürecinde bizimle çok olumlu bir işbirliği içerisinde çalıştılar.”

“Paralel yapı, parlak öğrencileri dershanelerin reklamı için kullandı, on binlerce garibanı da dolgu malzemesi gibi kullandı”

“Belli okullardan çok parlak öğrencilerin nasıl özellikle seçilip daha sonra özel sınıflarda yetiştirilip dershanelerin reklamı için kullanıldığını, buna karşılık o özel sınıflara alınmayan binlerce, on binlerce garibanın dolgu malzemesi gibi kullanıldığını insanlar, veliler ve öğrenciler gördüler. Zaten bunu yaşadıkları için biz bunları söylediğimiz zaman biz onlara yeni bir şey söylemiş olmadık. Onlar, evet gerçekten böyle oluyor dediler. Dolayısıyla dershane illüzyonu kırıldı. Şimdi bugün Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal etse bile artık önümüzdeki dönemde bu dönüşüm süreci aynen devam edecektir. Dediğim gibi hem illüzyon anlaşıldığı için, özellikle dar gelirli, imkanı olmayan, dershaneye de zaten gidemeyen, gitse bile dershane var dershane var; öyle dershane var ki dudak uçuklatacak fiyatlarla öğrenci kabul ediyor. Öyle de dershane var ki daha düşük ücretlerle çalışıyor ve onlar da herhangi bir iddia da taşımıyorlar. Şimdi biz özellikle dershaneye her halükarda gitme imkanı olmayan çocuklarımız için, öğrencilerimiz için okullarımızda kendi öğretmenlerimiz tarafından verilen takviye kursları açtık. Hafta sonlarında 2 milyonun üzerinde öğrencimiz bugün hafta sonlarında bu kurslara, bu takviye kurslarına devam ediyor. 100 binin üzerinde öğretmenimiz ki kendilerine her fırsatta teşekkür ediyorum, bir kere daha teşekkür ediyorum, gönüllü bir biçimde bu kurslarda ders veriyorlar. Gönüllü bir biçimde diyorum, çünkü onlara bu kurslar için ödediğimiz ücret gerçekten onların belki birçoğunun büyük şehirlerde özellikle hafta sonunda yol parasını bile karşılamaya anca yeter. O kadar düşük bir ücret karşılığında da olsa öğretmenlerimiz büyük bir fedakarlıkla hafta sonlarında öğrencilerimizi takviye edecek kurslara devam ediyorlar, 100 binin üzerinde öğretmen. Biz onlara elimizden gelen bütün imkanlarla onların bu fedakarlıklarını değerlendiriyoruz ve değerlendireceğiz.

Lise son sınıfta özellikle, 12. sınıfta dershaneye ihtiyaç duymayacak kadar nitelikli eğitim verdiğinden emin olduğumuz okullardan bile, fen liselerinden, sosyal bilimler liselerinden birtakım öğrenciler sırf dershaneyi takviye alabilmek için, dershaneye gidebilmek için kayıtlarını alıp açık liseye kayıt yapıyorlardı. Açık lise bizim 20 senedir yürürlükte olan bir uygulamamız, yani bizim icat ettiğimiz bir uygulama değil. Açık lise devam mecburiyeti olmayan, aslında eğitim çağını geçirmiş, zamanında eğitim alamamış yetişkinlerin eğitim alabilmeleri için, onu telafi edebilmeleri için düşünülmüş bir formül. Ama zamanla böyle bir bypass kurumu haline gelmiş ve oraya kayıtlarını alan öğrenciler böylece devam mecburiyetinden kurtulup dershanelere gidiyorlardı. Zaten bu öğrenci aslında kendi okulunda devam etse yine istediği yeri muhtemelen kazanacak. Ama öyle bir toplumsal yanılsama uyandırılmıştı ki sanki dershaneye gitmezse bu çocuklar başka herhangi bir çareleri yok, herhangi bir yeri kazanamazlar, onun için mutlaka dershaneye gitmeleri gerekir. Böyle olmadığını pek çok sınav sonucu gösterdi. İşte geçen sene Şırnak’ta hiçbir dershane olmadan kendi imkanlarıyla çalışan çocuğumuz bile üniversitede çok yüksek başarılar aldı, üniversite giriş sınavlarında. Bu bir istisna değil. Ama maalesef bu çok sistematik bir biçimde pompalanan bir illüzyon olduğu için veliler de bu psikolojik baskı altındalar. Bir de, özellikle orta sınıf velilerimiz, yani anne-baba çalışıyorsa çocuklarla haklı olarak çok fazla ilgilenemiyorlar, yani anne de çalışıyor, baba da çalışıyor. Ama bir yandan da çocuklarına bir şey yapmak istiyorlar, çocuklarına bir katkıda bulunmak istiyorlar. Onlarla belki birebir akşamları oturup çalışamıyorlar, okullarını çok düzenli takip edemiyorlar. Mümkün olan en yüksek harcamayı yaparak, onu bir dershaneye göndererek anne ve baba olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek istiyorlar. Anne- babalar ben görevimi yaptım demenin rahatlığını yaşamak istiyorlar. Bu anlaşılabilir psikoloji. Yani her anne, her baba çocuğu için, çocuğunun eğitimi için mümkün olan en yüksek fedakarlığı yapmak ister. Eğer onun önüne siz bir de böyle bir illüzyonla ‘bakın çocuğunu dershaneye göndermezsen anne-baba olarak sorumluluğunu yerine getirmemiş olursun’ duygusunu onların sırtına yüklersen, o zaman ne yapsın insanlar? İşte bu illüzyon içerisinde mümkün olan en yüksek imkanlarını zorlayarak çocuklarını dershanelere yolluyorlardı. Şimdi bu dağılıyor. Eğer siz anne-baba olarak çocuğunuzu okula gönderiyorsanız, çocuğunuzun okulundaki müfredatını izlemesine imkan sağlıyorsanız, çocuğunuz devamsızlık yapmıyorsa, öğretmenleriyle de ara sıra da olsa gidip görüşüyorsanız, çocuğunuzun özel durumlarıyla ilgili onlarla danışma halinde oluyorsanız, onlarla iletişim halinde oluyorsanız siz anne-baba olarak sorumluluğunuzu yerine getiriyorsunuz demektir.”

“Müfredat, TEOG sınavlarıyla belli bir takvimde yetişmesi gereken bir müfredat haline geldi”

“TEOG sınavlarıyla yaptığımız düzenlemeyle artık müfredat, zamanında yetiştirilmesi gereken, belli bir takvime bağlı bir müfredat haline geldi. Bakın eskiden özellikle 8. ve 12. sınıflarda, yani seneye liseye gidecek olan çocuklarımız ve seneye üniversiteye gidecek olan çocuklarımızın devam ettiği sınıflarda, 8. ve 12. sınıflarda artık birçok şey nasıl olsa bu konu dershanede işlenir, nasıl olsa bu konu dershane öğretmenleri tarafından anlatılacak diye bizim okullardaki müfredatlar mecburen katlanılan ve çok da ciddiye alınmayan uygulamalar haline gelmek üzereydi. Biz TEOG sınavıyla bunu önlemiş olduk. Şimdi sene başında, ders yılı başında ilan ediyoruz, şu tarihte şu 6 dersten sınavlar merkezi olarak yapılacak diye, soruları biz buradan göndereceğiz ve o tarihe kadar sınıfta işlenmiş olan konuları kapsayan sorular çıkacak; bunu öğrenciler biliyorlar, bunu öğretmenlerimiz biliyorlar. Dolayısıyla öğretmenlerimiz kendi öğrencilerini o belirli tarihte yapılacak sınavlara iyi hazırlayabilmek için gayret içerisine girdiler. Bu gayret çok açık görülüyor. Çok olumlu geri dönüşler aldık; hem öğrencilerimizden çok olumlu geri dönüşler aldık, hem öğretmenlerimizden çok olumlu geri dönüşler alıyoruz. On binlerce öğrencimiz ve öğretmeniz ve yöneticimiz ve velilerimizle anket çalışması yaptık. Her birinden aldığımız o dönüşler fevkalade olumlu. Bir; bu sınavların belli bir tarihte yapılacak olması, çocukların kendi okullarında ve sınıflarında yapılacak olması. Her dersin ayrı bir oturumda yapılacak olması. Eskiden nasıldı? SBS dediğimiz sınavda, yani seviye belirleme sınavında sene sonunda bir kere yapılıyor, mazereti yok, okul dışı bir ortamda çocuklar sınava giriyorlar ve nereden sorulacağı da çok net değil. Dolayısıyla şimdi bütün bunlar kalktı. Şimdi çocuklarımız kendi okullarında giriyorlar. Normal yazılılarda olduğumuz gibi, yani zaten o derslerden birinci yazılı, ikinci yazılı yapılıyor, yani kendi sınıfında yapılan yazılının bir benzerini yine kendi sınıfında, ama sadece sorular merkezden gönderiliyor, cevaplar merkezde değerlendiriliyor. Normalleştirdik, yalnız medyamız hala bu konuda alışamadı. Yani bizim her sınıf düzeyinde, ilkokul 1’de de, ilkokul 2’de, lise 1, lise 2’de, her yaş grubunda yaklaşık 1 milyon 300 bin öğrencimiz var. 8. sınıfların sınavı dediğimiz zaman, 1 milyon 300 bin kişiden bahsediyoruz yaklaşık. Bu 1 milyon 300 bin öğrenciyi anneleriyle-babalarıyla falan hesapladığınız zaman işte 5 milyonluk bir kitle, şimdi bu medya için çok cazip bir hedef kitle. Bunlarla ilgili işte bir olağanüstü durum algısı medyanın çok işine yarıyor tabii. Yani onları suçlamak için söylemiyorum, onlar da işlerini yapıyorlar, ama biz ısrarla şunu söylüyoruz: Kardeşim, bu işi abartmayın, çocukları strese sokmayın, bu normal yazılılardır. Çocukları o gün özel olarak alıp elinden tutup falan okula götürmeyin, okul bahçelerinde oturup böyle çok tiyatral sahneler oluşturmayın. Bırakın çocuklar her gün nasıl okula gidiyorlarsa o gün de gitsinler. Başka zaman yazılıya girerken elinde tutup götürüyor musunuz? Götürmüyorsunuz. Veya o gün ben çok önemli bir konu işleyeceğim, bugün benim bir sunumum var, sınıfta bir sunum yapacağım anne veya baba dediğiniz zaman onu elinden tutup götürmüyorsunuz. Bu 8. sınıf çocuk bunlar. Ama SBS alışkanlığı, SBS’den kalan o alışkanlık, hatta birisi yazdı da bunu bir köşe yazarı arkadaşımız; ya ne biçim sınav oluyor, eskiden böyle giderlerdi insanlar türbeleri ziyaret ederler, bahçelerde otururlar aileler dua ederler, işte çocuklarıyla aynı heyecanda bekleşirler, sonra çocuk ağlayarak veya gülerek sınavdan çıkar, onlar kucaklaşırlar biz onları çekeriz falan. Şimdi böyle tiyatral şeyler azalıyor.”

Paralel yapının sınav soruları servis etmesi

“Şimdi 2010 KPSS ile ilgili yürüyen soruşturma bağlamında birtakım bilgisayarlardan o dönemlerde aynı zamanda SBS sorularının da birileri tarafından bulunduğu veya edinildiği ve sonra servis edildiğine dair birtakım işaretler geliyor. Yani ben soruşturma evrakına birebir muttali değilim, ama biz de yansıdığı kadarıyla biliyoruz ki; evet, o dönemde sadece bu sınavlarda değil pek çok askeri okullara girişlerde ve diğer okul türlerine girişlerde, meslek sınavlarına girişlerde bu tür suiistimaller yapıldığına dair çok ciddi emareler olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla bunlar araştırılacak, araştırılıyor. Artık bunların eskiden olduğu gibi birtakım yargı içerisinde bağlantılar vasıtasıyla örtbas edilmesi de mümkün olmayacağı için inşallah bunlardan sağlıklı sonuçlar çıkacak ve herkes yaptığının karşılığını görecek.

Yurt dışındaki MEB okulları

“Yurt dışında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren okullarımız var. Bunlar daha çok çalışmak için oralarda bulunan Türk vatandaşlarının çocukları için. İşte Suudi Arabistan’da çalışan Türklerin çocukları için açtığımız Riyad’da, Mekke’de, Medine’de açtığımız Türk okulları var, bunlar elçiliğimize bağlı olarak, yani Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren resmi Türk okullarıdır. Aynı şekilde diğer Türklerin yoğun olduğu yerlerde de bu tür elçiliklerimiz bünyesinde açılmış okullarımız var. İşte Türkmenistan’da, Kazakistan’da, Kazakistan’daki dil kursu olarak açılmıştı, Kırgızistan’da vesaire. Dolayısıyla bu okullarımız da dahil olmak üzere biz yurt dışında faaliyet gösteren ve bir şekilde Türkiye ile irtibatlı olan her eğitim kurumuyla birebir ilişki içinde olmamız gerekiyor. Şimdi bunlardan bir kısmı daha önce elçilik okulları, yani Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren okullar dışında değişik vakıflar tarafından, dernekler tarafından veya özel kuruluşlar tarafından veya şirketler tarafından açılmış yüzlerce-binlerce okul var. Bunların bir kısmı, özellikle bu sözünü ettiğiniz paralel yapıya atfedilen okulların çok büyük bir bölümü vakti zamanında yine Türk Devleti’nin de referanslarıyla bugüne gelebilmiş veya referanslarıyla oralarda açılabilmiş okullardır. Şimdi zamanında siz bir ülkeye böyle bir referans verdiyseniz ve sizin referansınızla ya elçinizin ya en yüksek düzeyde Cumhurbaşkanının, Başbakanın veya orayı ziyaret eden bir başka devlet yetkilisinin, sorumlusunun, bakanının referansıyla açılmış olan bu kurumlarla ilgili olarak şimdi Türkiye’de olup bitenler dünyanın gözü önünde olup bitiyor. Dolayısıyla oranın otoriteleri, yöneticileri oraya gittiğimiz zaman veya işte Cumhurbaşkanı gittiği zaman, Başbakan gittiği zaman, işte Somali’de olduğu gibi, Kazakistan’da olduğu gibi, hatta Japonya’da olduğu gibi bize soruyorlar. Bu okullara zamanında siz referans oldunuz, biz de izin verdik. Ama yaşananları görünce bizde de tereddüt hasıl oldu, biz de endişe içerisindeyiz, bu okullarla ilgili bir sıkıntı olabilir endişesi içerisindeyiz. Veya bazılarında, bazı ülkelerde istihbarî bilgilerine dayalı olarak bunu söylüyor, burada bizim de sıkıntımız var diyorlar. Mesela Azerbaycan diyor ki; buradaki okullardan ben de şikayetçiyim, ya siz bunları devralın veya ben bunları kapatacağım. Bu tür farklı öneriler oranın yöneticileri tarafından geldiği zaman bunları karşılayabilmek üzere biz Maarif Vakfı adında bir vakıf kuruyoruz. Bu vakfın yasal prosedürü Meclis erken kapandığı için yetişmedi, ama vakfın kuruluş çalışmaları hemen hemen tamamlandı. Artık iş Meclis açıldıktan sonra yapılacak bir oylamaya, Meclis’in onayına kaldı. Dolayısıyla bu vakıf üzerinden farklı farklı ülkelerde, farklı farklı statülerle açılmış olan okullardan devredilmek istenenler veya oranın yerel makamları tarafından ya siz devralın, ya biz bunları kapatacağız denilenlerden uygun olanlarını bu vakıfla işletmeye karar vermiştik. Dolayısıyla yapılacak olan işlem, bu vakıf üzerinden bu okulların normal eğitim faaliyeti gösteren, kimsenin rahatsız olmayacağı, o ülkenin rahatsız olmayacağı, o ülke yöneticilerinin de tedirgin olmayacakları bir eğitim kurumu olarak faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamaktır.”

Öğretmen atamaları KPSS’den sonra yapılacak

“Bunu müteaddit defa açıkladık, bir kere daha açıklayayım. Öğretmen alımı nasıl yapılıyor? KPSS sınavı, artı alan sınav yapıyoruz. Ne zaman yapıyoruz? Temmuz ayı başında yapıyoruz, her yıl Temmuz ayının başında KPSS sınavı yapılıyor. Geçen yıl, yani 2014 yılında Temmuz ayında KPSS sınavı yapıldı, bu sınav sonuçlarıyla 35 bin, artı 15 bin, yani 50 bin öğretmen alındı öğretmen adayı 50 bin 2014 KPSS sınavı sonuçlarıyla. Şimdi önümüzdeki Temmuz ayında yine bir KPSS sınavı var ve bu KPSS sınavına hazırlanan ilk defa bu sınava girecek on binlerce yeni öğretmen adayı var. Ya geçen sene yetişememiş veya bu sene mezun olacak onlar da bu 2015 KPSS’sini bekliyorlar Temmuz’daki, Temmuz ayında yapılacak sınavı bekliyorlar. 2015’de KPSS sınavına girecek olan gençlere şunu söyleyemeyiz: Kusura bakmayın siz bu sınava gireceksiniz ama Temmuz ayında biz bundan almayacağız, biz geçen seneki KPSS’yle yine 50 binin üzerinde şu kadar alacağız bunu söyleyebilir misin, bu adil değil. Dolayısıyla, baştan ilan ettik bu sene 2014 KPSS sonuçlarıyla yeni bir alım yok ne Nisan’da, ne Mayıs’ta, ne Haziran’da. Bunu söylemek bana da zor geliyor. Onların nasıl bir beklenti içerisinde olduklarını çok iyi anlıyorum ama, 2014 KPSS sonuçlarıyla biz 50 bin öğretmen adayını aldık şimdi 2015’de yeni bir KPSS yapacağız buradan bu sınava girecek ve buradan bir atama bekleyen 10 binlerce öğretmen adayı var, dolayısıyla KPSS sınavı Temmuz başında yapılacak inşallah. 2015 KPSS puanlarıyla Ağustos ayında bize tahsis edilen 47 bin öğretmen kadrosundan ne kadarını kullanabileceğimizi o gün Maliye Bakanlığıyla oturacağız, konuşacağız, hangi branşta ne kadar öğretmenimiz emekli olmuş, hangi ilde, hangi branşta ne kadar öğretmen adayına ihtiyacımız var, öğretmene ihtiyacımız bunların hesaplamasını yapacağız ve 2015 KPSS puanlarıyla bu adaylarımızı alacağız Ağustos ayında. Şimdi bu konuda bir kamuoyunda şöyle bir yanılsama da var, onu da düzeltmem lazım: Şimdi zannediliyor ki KPSS’ye girdim öğretmen olmaya hak kazandım. Hayır, biz KPSS sınavı sonuçlarına göre puan sırasına diziyoruz öğretmen adaylarımızı. Diyelim fizikten 550 öğretmen alacaksak yukarıdan aşağıya puan sıralamasıyla 550’ye kadar gelip orada çizgiyi çiziyoruz. Mesela bir kişiyle kaçırdı, yüzde 1 puan ama onun altına çizseniz onun altında da bir kişi var, onun altında da bir kişi var. Yani şüphesiz kendisi bu listeye baktığı zaman ya ‘bir kişi daha alınsaydı bende girecektim’ diyen veya 10 kişi de alınsa bizde girecektik diyen adaylar var. Bunların psikolojisini, bunların beklentilerini anlıyorum, ama bizim bunu bu çizgiyi bir yerde çizmemiz gerekiyor. Birde şöyle bir yanlış anlama var: İşte komşumun oğlu diyelim 85 puanla girdi, benim oğlum 91 puanla giremedi. Şimdi bu mukayeseler de yapılıyor. Anne- babalar bunu da bilsinler diye söylüyorum. Her branşın sıralaması ayrı yapılıyor, yani matematikten çok müracaat varsa diyelim orada puan yüksekte kalıyor, yani 90’nın üzerinde müracaat eden çok sayıda öğrenci olunca matematik puanı 91’de bitiyor. 90 puan almış olan matematikçi giremiyor. Buna karşılık diyelim fizikte biraz daha aşağıya doğru iniyor puanlar, orada da 78’de bitiyor. 78’le benim oğlum 79’la girdi, bu 91’le giremedi. O matematik sıralamasıydı, bu fizik sıralaması, o tarih sıralaması… Bunların puanları birbiriyle karşılaştırılabilir puanlar değil. Matematikçiler kendi içinde sıralanıyor, yarışıyor, edebiyatçılar kendi içinde, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri kendi içinde yarışıyor. Dolayısıyla, puanlar birinde yüksekte duruyor, ötekinde biraz daha aşağıya inebiliyor o bir mukayese unsuru değil.”

Eğitimde, siyasette, ülke yönetiminde istikrar vaadi

“Biz AK Parti Hükümeti olarak inşallah önümüzdeki dönemde de eğitimde de, ama genel olarak siyasetin bütününde de, ülke yönetiminde de neyi vaat ediyoruz? Öncelikle istikrarı vaat ediyoruz. Çünkü bugüne kadar 13 yıldır ne kazandıysak istikrar sayesinde kazandık ve güven sayesinde kazandık, istikrar çok önemli. Onun için biz önümüzdeki dönemde inşallah yine aynı şekilde istikrarlı bir biçimde eğitimde de başladığımız reformları devam ettireceğiz. Şimdi büyük ölçüde saha en azından fiziki altyapı bakımından bir düzene girdi. Önümüzdeki dönemde özellikle öğretmen niteliğinin arttırılması sadece sayısal olarak değil, öğretmenlerimizin de, hem yeni öğretmenlerimizin, hem de mevcut öğretmenlerimizin niteliğinin gelişen şartlarla uyumlu hale getirilmesi için çok ciddi programlarımız, projelerimiz var. Öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri, yeni alınan öğretmenlerimizin meslek eğitimleri, bir usta öğretmen nezdinde, onun himayesinde, onun gözü önünde yetiştirilmesi. Çünkü öğretmenlik aynı zamanda bir sanat ve sanat bilgiyle falan değil, aynı zamanda bizim 2010 yılında 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle hazırlattığımız afişlerdeki sloganımız insan, insan gölgesinde yetişir, öğretmen de öğretmen gölgesinde yetişir. Dolayısıyla, tecrübeli öğretmenlerimizi, genç öğretmenlerimize yol göstericilik yapmalarını bekliyoruz onun içinde bunu sadece böyle bir beklenti olarak değil bunu programlıyoruz. Rotasyon meselesi biraz da bununla ilgilidir. Yani rotasyon olmadığı zaman aynı yaş grubunda, aynı hizmet süresine sahip öğretmenler belli okullarda kümeleniyorlar. Dolayısıyla, genç öğretmenlerle, daha tecrübeli öğretmenlerin iletişimi büyük ölçüde kopuyor. Bizim öğretmenlerimizin niteliğinin ciddi manada gelişen şartlara uyumlu hale getirilmesi için yeni programlara ihtiyacımız var bunu da yapıyoruz hazırladık, ayrıca müfredatla ilgili düzenlemelerimiz var. Bugüne kadar büyük ölçüde beşeri altyapı, yani derslik, dershane, okul, spor salonu, atölye, laboratuvar bunlar devam edecek. Ama bunlar belli bir seviyeye geldikten sonra artık niteliksel olarak da, belli bir noktayı hedeflememiz gerekiyor, artık onu hedefleyebilecek durumdayız bu fiziki altyapıyla, o beşeri hedeflere de ulaşabilecek durumdayız.

Son Güncelleme: Çarşamba, 06 May 2015 16:47

Gösterim: 1437

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın kendisini ziyaretinin ardından söylediği iddia edilen sözlere ilişkin, "Ben şahit olmadım ama dışarı çıktıktan sonra birtakım yakışıksız ifadeler kullanılmış. Oradaki görevli arkadaşlar da tutanak tutmuşlar. Onun gereğini de Adalet Bakanlığı yapar zaten" dedi.

Bakan Avcı, AA muhabirine, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası etkinlikleri kapsamında düzenlenen şenlik sonrası, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım ile ilgili Adalet Bakanlığına başvurarak, "Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve hükümetini alenen aşağılamak" suçunu düzenleyen TCK'nın 301. maddesinden soruşturma izni talep ettiği" iddialarına ilişkin soru üzerine açıklamalarda bulundu.

Seçimlerin, 3 Kasım 2002'de yapılmasının ardından AK Parti'ye hükümeti kurma görevinin verildiğini anımsatan Avcı, Fenerbahçe ile protokolün 11 Kasım 2002'de dönemin Milli Eğitim Bakanı Necdet Tekin tarafından imzalandığını hatırlattı.

Hükümetin 18 Kasım 2002'de göreve başladığını dile getiren Avcı, "Aslında görev süresi bitmiş, bir hükümet, bir hafta sonra görevini yeni bakana devredecek olan bir bakan tarafından 11 Kasım 2002'de böyle bir protokol imzalanmış" diye konuştu.

Protokolün, 3-4 okul yapımına karşılık, Fenerbahçe Stadın yanındaki eski Kenan Evren Anadolu Lisesi'nin bulunduğu 15 dönümlük arazi ve 6 blokun kulübe devredilmesini içerdiğini hatırlatan Avcı, imzalanmasının ardından protokolün uygulanmadığını belirtti.

Bakan olduğunda, Fenerbahçe yönetiminin kendisini ziyarete geldiğini ve burada tam teşkilatlı bir spor lisesi hatta üniversitesi kurmak istediklerini söylediğini aktaran Avcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Eğitim kurumu olabilir’ dedim, çalışalım, projesini hazırlayalım. Fakat buradan bir sene ses çıkmadı.  'Bana randevu verilmedi' falan deniyor ama. Ama bu arada duyduk ki buraya bir plaza, bir iş merkezi, bir alışveriş merkezi yapılmak isteniyormuş. Hatta bununla ilgili, Kadıköy Belediyesine imar değişikliği müracaatı yapılmış, burası eğitim sahası olmaktan çıkarılmış, ticari saha haline getirilmiş. Öyle merkezi yerdeki bir arazinin, arsanın, bu ölçekteki bir arsanın statüsünü eğitim alanından çıkarıp ticari bir alana çevirdiğiniz anda, oranın değeri 3-4 kat artar. Özellikle İstanbul'da."

Arazinin bedeli 348 milyon lira

Fenerbahçe kulübünün şartları tam yerine getirmediği için protokolün otomatik olarak feshedildiğini dile getiren Avcı, Bakanlığın hesabına göre kulübün 4 okul, bir spor salonu için 18 milyon harcama yaptığını ancak istenen arazinin bedelinin ise 345 milyon lira olduğunu bildirdi.

Avcı, "Yani Fenerbahçe kulübü 'ben 18 milyona 4 tane okul yapayım sen 345 milyonluk arsayı bana ver' diyor. Bunu da 11 Kasım 2002'de müstafi bir hükümetin milli eğitim bakanının gider ayak imzaladığı ve bugüne kadar da icapları yerine getirilmemiş bir protokole dayanarak söylüyor" değerlendirmesinde bulundu.

Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve beraberindekilerin, kendisini ziyaretinde okulların parasını veya arsayı istediğini aktaran Avcı, Maliye Bakanlığının da bilirkişi tarafından tespit edilecek masrafları faiziyle ödemeyi kabul ettiğini söyledi.

Arsanın mülkiyetinin zaten MEB’e değil Hazineye ait olduğunu,  eğitim alanı bu arsanın MEB'e tahsis edildiğini hatırlatan Avcı, Maliye Bakanlığının ihaleye çıkması ve buradan elde edilen gelirin MEB'e verilmesi halinde 81 vilayette en az 100  tam teşekküllü spor lisesi yapılabilineceğine dikkati çekti.

Geçen hafta Aziz Yıldırım ile tekrar bir görüşme gerçekleştirdiklerini anımsatan Avcı, "Ben şahit olmadım ama dışarı çıktıktan sonra birtakım yakışıksız ifadeler kullanılmış. Oradaki görevli arkadaşlar da tutanak tutmuşlar. Onun gereğini de Adalet Bakanlığı yapar zaten. O şikayete bağlı bir suç değil. Şikayete bağlı olmaksızın resen takip gerektiren bir konudur" ifadelerini kullandı.

Kendisinin kişisel bir hakaret duymadığının altını çizen Avcı, "Ben şahit olmadım zaten benimle ilgili değil.  Ama bakanlığa, hükümete ve devlete filan şey yapınca... Benimle görüşmeden çıktıktan sonra, özel kalem müdürümüzün odasında oluyor. Oradaki arkadaşlar da bu yakışıksız şeyi tutanağa geçirmişler. Tutanakta işleme konuldu" dedi.

> Milli Eğitim Bakanı Avcı’dan Aziz Yıldırım açıklaması

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın kendisini ziyaretinin ardından söylediği iddia edilen sözlere ilişkin, "Ben şahit olmadım ama dışarı çıktıktan sonra birtakım yakışıksız ifadeler kullanılmış. Oradaki görevli arkadaşlar da tutanak tutmuşlar. Onun gereğini de Adalet Bakanlığı yapar zaten" dedi.

Bakan Avcı, AA muhabirine, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası etkinlikleri kapsamında düzenlenen şenlik sonrası, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım ile ilgili Adalet Bakanlığına başvurarak, "Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve hükümetini alenen aşağılamak" suçunu düzenleyen TCK'nın 301. maddesinden soruşturma izni talep ettiği" iddialarına ilişkin soru üzerine açıklamalarda bulundu.

Seçimlerin, 3 Kasım 2002'de yapılmasının ardından AK Parti'ye hükümeti kurma görevinin verildiğini anımsatan Avcı, Fenerbahçe ile protokolün 11 Kasım 2002'de dönemin Milli Eğitim Bakanı Necdet Tekin tarafından imzalandığını hatırlattı.

Hükümetin 18 Kasım 2002'de göreve başladığını dile getiren Avcı, "Aslında görev süresi bitmiş, bir hükümet, bir hafta sonra görevini yeni bakana devredecek olan bir bakan tarafından 11 Kasım 2002'de böyle bir protokol imzalanmış" diye konuştu.

Protokolün, 3-4 okul yapımına karşılık, Fenerbahçe Stadın yanındaki eski Kenan Evren Anadolu Lisesi'nin bulunduğu 15 dönümlük arazi ve 6 blokun kulübe devredilmesini içerdiğini hatırlatan Avcı, imzalanmasının ardından protokolün uygulanmadığını belirtti.

Bakan olduğunda, Fenerbahçe yönetiminin kendisini ziyarete geldiğini ve burada tam teşkilatlı bir spor lisesi hatta üniversitesi kurmak istediklerini söylediğini aktaran Avcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Eğitim kurumu olabilir’ dedim, çalışalım, projesini hazırlayalım. Fakat buradan bir sene ses çıkmadı.  'Bana randevu verilmedi' falan deniyor ama. Ama bu arada duyduk ki buraya bir plaza, bir iş merkezi, bir alışveriş merkezi yapılmak isteniyormuş. Hatta bununla ilgili, Kadıköy Belediyesine imar değişikliği müracaatı yapılmış, burası eğitim sahası olmaktan çıkarılmış, ticari saha haline getirilmiş. Öyle merkezi yerdeki bir arazinin, arsanın, bu ölçekteki bir arsanın statüsünü eğitim alanından çıkarıp ticari bir alana çevirdiğiniz anda, oranın değeri 3-4 kat artar. Özellikle İstanbul'da."

Arazinin bedeli 348 milyon lira

Fenerbahçe kulübünün şartları tam yerine getirmediği için protokolün otomatik olarak feshedildiğini dile getiren Avcı, Bakanlığın hesabına göre kulübün 4 okul, bir spor salonu için 18 milyon harcama yaptığını ancak istenen arazinin bedelinin ise 345 milyon lira olduğunu bildirdi.

Avcı, "Yani Fenerbahçe kulübü 'ben 18 milyona 4 tane okul yapayım sen 345 milyonluk arsayı bana ver' diyor. Bunu da 11 Kasım 2002'de müstafi bir hükümetin milli eğitim bakanının gider ayak imzaladığı ve bugüne kadar da icapları yerine getirilmemiş bir protokole dayanarak söylüyor" değerlendirmesinde bulundu.

Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve beraberindekilerin, kendisini ziyaretinde okulların parasını veya arsayı istediğini aktaran Avcı, Maliye Bakanlığının da bilirkişi tarafından tespit edilecek masrafları faiziyle ödemeyi kabul ettiğini söyledi.

Arsanın mülkiyetinin zaten MEB’e değil Hazineye ait olduğunu,  eğitim alanı bu arsanın MEB'e tahsis edildiğini hatırlatan Avcı, Maliye Bakanlığının ihaleye çıkması ve buradan elde edilen gelirin MEB'e verilmesi halinde 81 vilayette en az 100  tam teşekküllü spor lisesi yapılabilineceğine dikkati çekti.

Geçen hafta Aziz Yıldırım ile tekrar bir görüşme gerçekleştirdiklerini anımsatan Avcı, "Ben şahit olmadım ama dışarı çıktıktan sonra birtakım yakışıksız ifadeler kullanılmış. Oradaki görevli arkadaşlar da tutanak tutmuşlar. Onun gereğini de Adalet Bakanlığı yapar zaten. O şikayete bağlı bir suç değil. Şikayete bağlı olmaksızın resen takip gerektiren bir konudur" ifadelerini kullandı.

Kendisinin kişisel bir hakaret duymadığının altını çizen Avcı, "Ben şahit olmadım zaten benimle ilgili değil.  Ama bakanlığa, hükümete ve devlete filan şey yapınca... Benimle görüşmeden çıktıktan sonra, özel kalem müdürümüzün odasında oluyor. Oradaki arkadaşlar da bu yakışıksız şeyi tutanağa geçirmişler. Tutanakta işleme konuldu" dedi.

Son Güncelleme: Çarşamba, 06 May 2015 16:57

Gösterim: 1294

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Aile Eğitimi Programı için bu yılın ikinci yarısında uzman alımına başlayacaklarını söyledi.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam,  Aile Eğitimi Programı (AEP) için bu yılın ikinci yarısında uzman alımına başlayacaklarını belirterek, "Şu anda 7 bin uzmana ihtiyacımız var. Ama bu uzmanları peyderpey alacağız" dedi.

İslam, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sağlıklı, mutlu ve müreffeh ailelerin oluşmasına katkıda bulunmak amacıyla hazırlanan AEP'de pilot uygulamaların devam ettiğini belirtti.

Henüz sonuçların gelmediğini ancak projenin iyi gittiğini anlatan İslam, "Şu anda 4 ilimizde pilot uygulama var. Birçok ilimizde yüzde 25-55 arasında ailemize ulaşmış durumdayız" diye konuştu.

Bakan İslam, sosyal hizmet görevlilerinin öncelikle sosyal risk altında bulunanlar olmak üzere, tüm aileleri ziyaret ettiklerini ifade ederek, şu bilgileri verdi:

"Onların herhangi bir yardıma, rehabilitasyona, rehberliğe, danışmanlığa ihtiyacı olup olmadığını kontrol ediyorlar. Eğer böyle bir ihtiyaç varsa aile özelinde program yapıyorlar. Sorun çözülene kadar aileye bütün bu ihtiyaçları karşılayacak süreçler konusunda bilgi veriyorlar, onları yönlendiriyor, takibini yapıyorlar."

Her 500 aileye bir uzman düşündüklerini ifade eden İslam, bunun tıpkı "aile hekimliği" sistemi gibi işleyeceğini, her ailenin bir sosyal destek uzmanı olabileceğini planladıklarını kaydetti.

Bütün Türkiye'nin taranacağı ve bu sistemin sürekli olacağını vurgulayan Bakan İslam, "Bizim uzmanlarımız o çevrenin muhtarı, aile hekimleri, sağlık kurumları, okulları, hatta müftülüğüyle sürekli irtibat halinde olacaklar. Elbette bizim risk haritamız var ama bu risk haritasını bulunduğumuz çevrede bu sistemleri yöneten kimselerle, diyalog içerisinde genişletebilme imkanımız var. Bugün, haberdar olmadığımız, risk altında aileler bulunabilir, onlardan da bu şekilde haberdar olacağız" diye konuştu.

Bu kapsamda 2015 yılının ikinci yarısında uzman alımına başlayacaklarının bilgisini veren İslam, "Şu anda 7 bin uzmana ihtiyacımız var ama bu uzmanları peyderpey alacağız. Bu uzmanların çok nitelikli kimseler olması gerekiyor. Çok ciddi sınavlarla alınacaklar, alındıktan sonra da yine önemli eğitimlerden geçecekler" ifadesini kullandı.

> "Aile danışmanı" 7 bin uzman alınacak

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Aile Eğitimi Programı için bu yılın ikinci yarısında uzman alımına başlayacaklarını söyledi.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam,  Aile Eğitimi Programı (AEP) için bu yılın ikinci yarısında uzman alımına başlayacaklarını belirterek, "Şu anda 7 bin uzmana ihtiyacımız var. Ama bu uzmanları peyderpey alacağız" dedi.

İslam, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sağlıklı, mutlu ve müreffeh ailelerin oluşmasına katkıda bulunmak amacıyla hazırlanan AEP'de pilot uygulamaların devam ettiğini belirtti.

Henüz sonuçların gelmediğini ancak projenin iyi gittiğini anlatan İslam, "Şu anda 4 ilimizde pilot uygulama var. Birçok ilimizde yüzde 25-55 arasında ailemize ulaşmış durumdayız" diye konuştu.

Bakan İslam, sosyal hizmet görevlilerinin öncelikle sosyal risk altında bulunanlar olmak üzere, tüm aileleri ziyaret ettiklerini ifade ederek, şu bilgileri verdi:

"Onların herhangi bir yardıma, rehabilitasyona, rehberliğe, danışmanlığa ihtiyacı olup olmadığını kontrol ediyorlar. Eğer böyle bir ihtiyaç varsa aile özelinde program yapıyorlar. Sorun çözülene kadar aileye bütün bu ihtiyaçları karşılayacak süreçler konusunda bilgi veriyorlar, onları yönlendiriyor, takibini yapıyorlar."

Her 500 aileye bir uzman düşündüklerini ifade eden İslam, bunun tıpkı "aile hekimliği" sistemi gibi işleyeceğini, her ailenin bir sosyal destek uzmanı olabileceğini planladıklarını kaydetti.

Bütün Türkiye'nin taranacağı ve bu sistemin sürekli olacağını vurgulayan Bakan İslam, "Bizim uzmanlarımız o çevrenin muhtarı, aile hekimleri, sağlık kurumları, okulları, hatta müftülüğüyle sürekli irtibat halinde olacaklar. Elbette bizim risk haritamız var ama bu risk haritasını bulunduğumuz çevrede bu sistemleri yöneten kimselerle, diyalog içerisinde genişletebilme imkanımız var. Bugün, haberdar olmadığımız, risk altında aileler bulunabilir, onlardan da bu şekilde haberdar olacağız" diye konuştu.

Bu kapsamda 2015 yılının ikinci yarısında uzman alımına başlayacaklarının bilgisini veren İslam, "Şu anda 7 bin uzmana ihtiyacımız var ama bu uzmanları peyderpey alacağız. Bu uzmanların çok nitelikli kimseler olması gerekiyor. Çok ciddi sınavlarla alınacaklar, alındıktan sonra da yine önemli eğitimlerden geçecekler" ifadesini kullandı.

Son Güncelleme: Çarşamba, 06 May 2015 12:50

Gösterim: 1329


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.