Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
“Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın.” Sokrates
MEB'e bağlı okullarda eğitim alan yaklaşık 21 milyon öğrenci ve 1 milyon 200 bin civarındaki öğretmen 2024-2025 Eğitim Öğretim yılını 9 Eylül Pazartesi günü yaptıkları törenlerle açtılar. Eğitim sektörü öğrenci, veli, öğretmen dâhil tüm paydaşlarıyla tüm ülke insanını doğrudan ya da dolaylı olarak etkiliyor, bu nedenle okulların açılışı büyük bir kitleyi sosyal, kültürel ve ekonomik yönden olmak üzere farklı açılardan etkiliyor. Yeni eğitim ve öğretim yılına umutla ve heyecanla başlanırken eğitimin paydaşları olan öğrenci, öğretmen, veli ve okul/sisteminden beklentiler de az değil. Bu beklentilerin açıklanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, ile karşılanabilmesi mümkün müdür elbette zaman gösterecek.
Sosyal, kültürel ve politik anlamda pek çok değişimin yaşandığı günümüzde en göz alıcı devrim bilişim teknolojileri alanında yaşanmaktadır. Üretim hızının ve türünün çok hızla değiştiği, geliştiği ve kullanımının baş döndürücü biçimde yaygınlaştığı günümüz dünyasında anne-babalar üzerinde çocuk yetiştirmenin dayanılmaz bir ağırlığı ve sorumluluğu bulunmaktadır.
Devlet ya da özel, hangi okul seçilirse seçilsin çocuğun okul yaşamı sırasında ailelerin beklentilerinin tümünün karşılanması da pek olası olamamaktadır. Anne-babanın yetiştiği çevre, eğitim seviyesi, iş hayatı ve edindiği yaşam tecrübesi bu beklentilerin kaynağını oluşturmakladır. Bu zor koşullarda iyi değerlere sahip ve sorumluluk sahibi çocuklar yetiştirmek de gittikçe güçleşmekledir.
Bu güçlüklerin en başında yaşam koşullarının getirdiği ekonomik zorlanmalar gelmektedir. Son yıllarda çalışan anne-babalar, çocuklarıyla farkında olmadan gittikçe daha az zaman geçirmektedirler. İş ortamlarının yarattığı fiziksel ve psikolojik yorgunluk anne-babalar için kaygı ve depresyonu yaşamlarının bir parçası haline getirmekte, bırakın çocuklarına zaman ayırmayı eşlerin birbirlerine zaman ayırmasını bile güçleştirmektedir. Çocuklar için yaratılan kısıtlı zamanlar ise genellikle yorgun, bıkkın ve tükenmişliğin getirdiği stresli ortamlara dönüşmektedir.
MEB verileri ve İstatistikler ise okul öncesi de dâhil tüm kademelerde eğitime erişimin sayısal olarak arttığını gösteriyor. Her yıl eğitim başlangıçları yeni uygulamalar ile bir önceki yılın süreçlerine artılar katmak üzere planlanıyor. Bu yıl da okulöncesinde, 1., 5. ve 9. sınıflarda “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile hazırlanan yeni müfredat uygulanmaya başlıyor ayrıca meslek liselerinin içerisinde ilk kez ortaokullar açılıyor ve 2024-2028 stratejik planında geleceğe yönelik hedefler konuyor.
Eğitime erişimin artmasına rağmen okul dışında kalan çocuklar da bir sorun olmaya devam ediyor. ERG’nin raporlarına bakıldığında yaş büyüdükçe ve okul seviyeleri arttıkça okullaşma oranı düşüyor, buna bir de okula devam etmeyenlerin sayısı eklendiğinde zorunlu eğitim çağında 500 bine yakın öğrencinin eğitimine devam etmediği/edemediği anlaşılıyor.
LÜKS DEĞİL AMA PAHALI!
Eğitim lüks olmasa bile pahalı bir yatırım. Üstelik bunu ülkemizin içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız olmadığını da biliyoruz. Her yıl ülke ekonomisindeki dalgalanmalar olumlu ya da olumsuz ülke insanının cebine, yaşam standartlarına, alım gücüne, sosyal kültürel hayata katılımına, işine ve aşına her şeyine etki ediyor. Tabii burada çocukların eğitimine de sirayet eden bir durum da kendiliğinden oluşuyor.
Örneğin TÜİK, hanehalkı tüketim harcaması 2023 verilerine göre hanehalkı eğitim harcamalarının yüzde 63,1’ini en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapıldığını yüzde 1,5’unun da en düşük gelire sahip yüzde 20’lik bir kesim tarafından yapıldığını açıkladı.
Bu da bize Türkiye’de okulların ve öğrencilerin aynı tip homojen bir yapının içerisinde eğitim aldığını gösteriyor. Yani anne babanın geliri, eğitim durumu, sosyal kültürel özellikleri ne ise öğrencilerin de devam ettikleri okullarda okuyan diğer öğrencilerin de durumu üç aşağı beş yukarı birbirlerine benziyor demektir. Eğitim görenler maalesef çan eğrisinin orta göbeğine yerleşmişlerdir. Türkiye’nin en pahalı okulunda bile maddi gücünüz yoksa isterseniz zekâ açısından dâhi olun okuma şansınız binde bir ya vardır ya yoktur yani işiniz şansa kalmıştır, mümkün değildir. Devlet okullarında ya da özel okullarda da benzer bir yapı vardır. Aileleri birbirine benzeyenlerin çocukların okullarıdır o okullar, eğitim olanakları açısından çok kısıtlı olan okullarda hiç olanağı olmayan vatandaşların çocukları okur.
Veriler de bunu gösteriyor. ERG’nin TÜSİAD işbirliğiyle hazırladığı “Geleceğin Dünyasına Hazırlanırken Eğitime Bakış: PISA 2022 Bulguları Işığı’nda Türkiye’de Eğitimin Durumu Araştırması”na göre Türkiye’de öğrencilerin akademik ve sosyoekonomik olarak ayrışmaları önemli bir sorun olarak dikkat çekmeye devam ediyor. Sosyal kapsayıcılık endeksinde Türkiye 36 OECD ülkesi arasında 32. sırada yer alıyor. Bu durum, OECD ülkelerine kıyasla Türkiye’de öğrencilerin devam ettikleri okulların sosyo-ekonomik olarak ayrıştığını ortaya koyuyor. Türkiye, akademik kapsayıcılık endeksinde ise 37 OECD ülkesi arasında 35. sırada yer alıyor. Bu durum, benzer akademik başarıya sahip çocukların benzer okullarda okuduğunu ve farklı akademik başarıya sahip çocukların aynı okulda olma ihtimalinin daha düşük olduğunu gösteriyor.
Maalesef MEB de bu durumun farkında. Ülkemizde okullar arası geçiş dönemlerinde uygulanan ulusal sınavların gerçekleştirilmesi amacı da bu durumun pekiştirilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor. LGS’de sadece sayıları onları belki yüzleri bulmayan devlet veya özel okullar için bir milyonu aşkın öğrencinin girdiği sınavlar düzenliyoruz. Okulları nitelikli niteliksiz diye sınıflandırıyoruz, eski Milli Eğitim Bakanımız İsmet Yılmaz tarafından söylenen bu söz aslında hiç unutulmuyor çünkü sözün özünde bir gerçeği dile getirmiştir.
Eğitim bu nedenle pahalı bir yatırım. Ünlü filozof Sokrates ‘’Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın.” demiş. Atatürk de zamanında “Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.” Bu iki söz de eğitimin neden önemli olduğunu dile getiren dün bugün ve yarına önemli veciz mesajlardır. Eğitime bu kadar önem verilmesini söylerken eğitimin niteliğinin artması yolunda gerçekleşecek her adımın çok büyük etkiler farklar yaratacağını da biliyoruz. Ancak o zamandır ki ulusal sınavların gerekliliklerini LGS ve YKS sınavlarının zorunluluğunu, bu sınava giren öğrencilerin başarıları ya da başarısızlıklarını konuşmaktan vazgeçebiliriz.
Ticaret sanırım böyle bir şey. Eğer kar edemeyecekseniz o işe girip ticaret yapmazsınız. O düşünce ile işe/ticarete atıldınız diyelim ama işler yolunda gitmedi siz de durumdan ders çıkarıp yine o işi sonlandırırsınız. Görüyoruz ki toplum vicdanını sarsacak biçimde kısa yoldan, belki ahlak dışı veya yasa dışı yollardan güzel hayatlar kurulabiliyor. Sosyal medya aracılığıyla gözümüzün içine baka baka sergilenen lüks ve şatafatlı hayatlar çocuklarımızı gençlerimizi kandırabiliyor ve bunda da ciddi oranda başarılı oluyorlar. Konuşmasını becermeyen, medyatik ama para ve güç sahibi insanlar görmeye alışmak ve buna duyarsızlaşmak durumunda kalmak “Eğitimin Değeri/Ederi Nedir?” diye sormayı olağan hale getiriyor.
Geçen sayıdaki yazımda yer vermiştim tekrar kısaca alıntıladım:
Genelde okulların durumu; Okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirilememesi, nitelikli ve niteliksiz algısına mahkûm edilen Liselerimiz, Anadolu liseleri, imam hatip liseleri, meslek liseleri, teknik meslek liseleri vb okul türlerinin çokluğu. Yetersiz mali ve insan gücü kaynağı, eğitimin niteliğini artıracak nitelikli öğretmen eksikliği, sosyal ve kültürel faaliyetlerin gerçekleştirileceği fiziki alanların eksikliği. Ortalama öğrenci sayısı, derslik ve okul sayılarının yetersizliği, birleştirilmiş sınıf uygulaması, bir öğün yemek veya beslenme desteği, okula devam edemeyen öğrenciler, okul öncesi eğitimin zorunlu olmayışı, öğretmen atamaları, deprem bölgesinde çalışan öğretmenlerin durumu, okulların depreme karşı hazırlık durumları, okulların yeterli dijital altyapıya sahip olmaları, özel okullarda çalışan öğretmenlerin çalışma koşulları.
Mesleki eğitim; Tüm bakanlar aslında mesleki eğitimin önemine vurgu yapmaktadırlar ama adeta mesleki eğitimi yıllar içerisinde birikimli olarak yok edilmiştir. Çıraklık, kalfalık, çiftçilik, el sanatları çeşitli nedenlerle cazipliğini kaybetti. MESEM’ler aracılığıyla da çocuk işçiliğine göz yumulduğu ifade ediliyor.
Özel okullar; Okul ücretlerinin ekonomik koşulların karşılamayacağı kadar artması, özel okul sahiplerinin içerisinde bulundukları ekonomik kriz, sürdürülebilirliğin imkânsız hale gelmesi, öğretmenlerin ekonomik sorunları ve çalışma koşulları, ücretsiz okuyacak öğrencilerle ilgili mevzuat.
Üniversiteler; Her ile bir hatta daha fazla üniversite, plansız bir üniversite yapılanması, YÖK’ün varlığı ve iş dünyasıyla kopuk bir üniversite hayatı, istihdam fazlası mezunlar vb. 2022-2023 Öğretim Yılı Yükseköğretim İstatistiklerine göre, 129’u devlet 75’i Vakıf ve 4’ü de Vakıf MYO olmak üzere ülkemizin 81 ilinde toplam 208 üniversite bulunuyor. Toplamda 7 milyon 81 bin 289 öğrenci öğrenim görüyor. Buna karşılık öğretim elemanlarının toplamı 184.566. Ancak tüm bu verilere göre içerisinde 6 bini aşkın bölümün 1453’ünde yaklaşık ¼’ünde hiç profesör yok, 1050 bölümde ise doçent de bulunmuyor.
Öğretmenler; Öğretmen yetiştirme, atama sayıları ve atanamayan öğretmenler, kariyer sistemi, mülakat, liyakat, yönetici seçimi, öğretmen yetiştiren kurumlardan mezun olanların sayısının her yıl atanan öğretmenlerden çok daha fazla olması. Stratejik planlama hataları. Özel okul öğretmenlerinin yasal ve sosyal haklarının geri planda kalması. Ekonomik koşullarının elverişsizliği, pek çoğunun asgari ücrete mahkûm edilmeleri. Devlette çalışan meslektaşlarına göre hem maaş hem de çalışma koşulları açısından daha geride kalmaları.
Eğitim Fakültelerinin öğretmen yetiştirmede yetersiz kalması, bakanlığın getirmeyi planladığı “Öğretmen Akademileri”. Öğretmenler kendi aralarında kadrolu, sözleşmeli, ücretli diye sınıflandırılmaları, tıpkı piramidin basamakları gibi. En alttakiler ücretli öğretmenler ücret karşılığı derse giriyorlar. Sigortaları eksik yatıyor, emekli olmaları ise hayal.
Sınavlar; Bitmeyen ve gençlerin önünde heyecanlarını, motivasyonlarını ve umutlarını korumak zorunda oldukları sınavlar. Liseye geçiş - LGS, Yükseköğrenime geçiş – YKS ve mesleğe adım atmak, işe yerleşmek için ise – KPSS. Öğrencilerin ya da mezunların sırtındaki yük okudukları okullardan mezun olmakla bitmiyor asıl sıkıntılar bu sıkıntıların çözümü olarak görülen sınavların omuzlarındaki ağır baskısı.
Öğrencilerin durumu; Mutsuz bir öğrenci kitlesi, hazır oluşluğu olmadan bir üst sınıfa geçmek, yap boza dönen sınavlar, değişen müfredatlar, ölçme ve değerlendirme sistemleri, sınıf geçme/kalma meseleleri, disiplin, akran zorbalığı, kılık kıyafet serbestliği, çocukluk ve ergenlik problemleri ve daha fazlaları.
Müfredat ve yönetmelik değişiklikleri; Yeni hazırlanan müfredat, daha önceden hazırlanan yeni müfredat, yine daha daha önceden hazırlanan yeni müfredat. Yöntem hep aynı az sayıda iç paydaşlarla ve kısa sürede gerçekleştirilen müfredat değişiklikleri.
Eğitim ve sağlık sosyal devlet anlayışının vazgeçilmez iki sacayağıdır. Bunlar her vatandaşın istediği ve ihtiyaç duydu anda erişebilmesi gereken iki kavramdır. Ülkemizde maalesef fırsat eşitsizliği kavramı revaçtayken sınıfsal ve sosyal adalet önemli hale geliyor.
Vatandaş için eğitim pahalı olmamalıdır.
Eğitim hem pahalı hem gerekli değil algısı bir ülkenin geleceği ve gerçeği haline dönüşmemelidir. Direnen ebeveynler olmak çocukları korumak durumundayız.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
“Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın.” Sokrates
MEB'e bağlı okullarda eğitim alan yaklaşık 21 milyon öğrenci ve 1 milyon 200 bin civarındaki öğretmen 2024-2025 Eğitim Öğretim yılını 9 Eylül Pazartesi günü yaptıkları törenlerle açtılar. Eğitim sektörü öğrenci, veli, öğretmen dâhil tüm paydaşlarıyla tüm ülke insanını doğrudan ya da dolaylı olarak etkiliyor, bu nedenle okulların açılışı büyük bir kitleyi sosyal, kültürel ve ekonomik yönden olmak üzere farklı açılardan etkiliyor. Yeni eğitim ve öğretim yılına umutla ve heyecanla başlanırken eğitimin paydaşları olan öğrenci, öğretmen, veli ve okul/sisteminden beklentiler de az değil. Bu beklentilerin açıklanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, ile karşılanabilmesi mümkün müdür elbette zaman gösterecek.
Sosyal, kültürel ve politik anlamda pek çok değişimin yaşandığı günümüzde en göz alıcı devrim bilişim teknolojileri alanında yaşanmaktadır. Üretim hızının ve türünün çok hızla değiştiği, geliştiği ve kullanımının baş döndürücü biçimde yaygınlaştığı günümüz dünyasında anne-babalar üzerinde çocuk yetiştirmenin dayanılmaz bir ağırlığı ve sorumluluğu bulunmaktadır.
Devlet ya da özel, hangi okul seçilirse seçilsin çocuğun okul yaşamı sırasında ailelerin beklentilerinin tümünün karşılanması da pek olası olamamaktadır. Anne-babanın yetiştiği çevre, eğitim seviyesi, iş hayatı ve edindiği yaşam tecrübesi bu beklentilerin kaynağını oluşturmakladır. Bu zor koşullarda iyi değerlere sahip ve sorumluluk sahibi çocuklar yetiştirmek de gittikçe güçleşmekledir.
Bu güçlüklerin en başında yaşam koşullarının getirdiği ekonomik zorlanmalar gelmektedir. Son yıllarda çalışan anne-babalar, çocuklarıyla farkında olmadan gittikçe daha az zaman geçirmektedirler. İş ortamlarının yarattığı fiziksel ve psikolojik yorgunluk anne-babalar için kaygı ve depresyonu yaşamlarının bir parçası haline getirmekte, bırakın çocuklarına zaman ayırmayı eşlerin birbirlerine zaman ayırmasını bile güçleştirmektedir. Çocuklar için yaratılan kısıtlı zamanlar ise genellikle yorgun, bıkkın ve tükenmişliğin getirdiği stresli ortamlara dönüşmektedir.
MEB verileri ve İstatistikler ise okul öncesi de dâhil tüm kademelerde eğitime erişimin sayısal olarak arttığını gösteriyor. Her yıl eğitim başlangıçları yeni uygulamalar ile bir önceki yılın süreçlerine artılar katmak üzere planlanıyor. Bu yıl da okulöncesinde, 1., 5. ve 9. sınıflarda “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile hazırlanan yeni müfredat uygulanmaya başlıyor ayrıca meslek liselerinin içerisinde ilk kez ortaokullar açılıyor ve 2024-2028 stratejik planında geleceğe yönelik hedefler konuyor.
Eğitime erişimin artmasına rağmen okul dışında kalan çocuklar da bir sorun olmaya devam ediyor. ERG’nin raporlarına bakıldığında yaş büyüdükçe ve okul seviyeleri arttıkça okullaşma oranı düşüyor, buna bir de okula devam etmeyenlerin sayısı eklendiğinde zorunlu eğitim çağında 500 bine yakın öğrencinin eğitimine devam etmediği/edemediği anlaşılıyor.
LÜKS DEĞİL AMA PAHALI!
Eğitim lüks olmasa bile pahalı bir yatırım. Üstelik bunu ülkemizin içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız olmadığını da biliyoruz. Her yıl ülke ekonomisindeki dalgalanmalar olumlu ya da olumsuz ülke insanının cebine, yaşam standartlarına, alım gücüne, sosyal kültürel hayata katılımına, işine ve aşına her şeyine etki ediyor. Tabii burada çocukların eğitimine de sirayet eden bir durum da kendiliğinden oluşuyor.
Örneğin TÜİK, hanehalkı tüketim harcaması 2023 verilerine göre hanehalkı eğitim harcamalarının yüzde 63,1’ini en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapıldığını yüzde 1,5’unun da en düşük gelire sahip yüzde 20’lik bir kesim tarafından yapıldığını açıkladı.
Bu da bize Türkiye’de okulların ve öğrencilerin aynı tip homojen bir yapının içerisinde eğitim aldığını gösteriyor. Yani anne babanın geliri, eğitim durumu, sosyal kültürel özellikleri ne ise öğrencilerin de devam ettikleri okullarda okuyan diğer öğrencilerin de durumu üç aşağı beş yukarı birbirlerine benziyor demektir. Eğitim görenler maalesef çan eğrisinin orta göbeğine yerleşmişlerdir. Türkiye’nin en pahalı okulunda bile maddi gücünüz yoksa isterseniz zekâ açısından dâhi olun okuma şansınız binde bir ya vardır ya yoktur yani işiniz şansa kalmıştır, mümkün değildir. Devlet okullarında ya da özel okullarda da benzer bir yapı vardır. Aileleri birbirine benzeyenlerin çocukların okullarıdır o okullar, eğitim olanakları açısından çok kısıtlı olan okullarda hiç olanağı olmayan vatandaşların çocukları okur.
Veriler de bunu gösteriyor. ERG’nin TÜSİAD işbirliğiyle hazırladığı “Geleceğin Dünyasına Hazırlanırken Eğitime Bakış: PISA 2022 Bulguları Işığı’nda Türkiye’de Eğitimin Durumu Araştırması”na göre Türkiye’de öğrencilerin akademik ve sosyoekonomik olarak ayrışmaları önemli bir sorun olarak dikkat çekmeye devam ediyor. Sosyal kapsayıcılık endeksinde Türkiye 36 OECD ülkesi arasında 32. sırada yer alıyor. Bu durum, OECD ülkelerine kıyasla Türkiye’de öğrencilerin devam ettikleri okulların sosyo-ekonomik olarak ayrıştığını ortaya koyuyor. Türkiye, akademik kapsayıcılık endeksinde ise 37 OECD ülkesi arasında 35. sırada yer alıyor. Bu durum, benzer akademik başarıya sahip çocukların benzer okullarda okuduğunu ve farklı akademik başarıya sahip çocukların aynı okulda olma ihtimalinin daha düşük olduğunu gösteriyor.
Maalesef MEB de bu durumun farkında. Ülkemizde okullar arası geçiş dönemlerinde uygulanan ulusal sınavların gerçekleştirilmesi amacı da bu durumun pekiştirilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor. LGS’de sadece sayıları onları belki yüzleri bulmayan devlet veya özel okullar için bir milyonu aşkın öğrencinin girdiği sınavlar düzenliyoruz. Okulları nitelikli niteliksiz diye sınıflandırıyoruz, eski Milli Eğitim Bakanımız İsmet Yılmaz tarafından söylenen bu söz aslında hiç unutulmuyor çünkü sözün özünde bir gerçeği dile getirmiştir.
Eğitim bu nedenle pahalı bir yatırım. Ünlü filozof Sokrates ‘’Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın.” demiş. Atatürk de zamanında “Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.” Bu iki söz de eğitimin neden önemli olduğunu dile getiren dün bugün ve yarına önemli veciz mesajlardır. Eğitime bu kadar önem verilmesini söylerken eğitimin niteliğinin artması yolunda gerçekleşecek her adımın çok büyük etkiler farklar yaratacağını da biliyoruz. Ancak o zamandır ki ulusal sınavların gerekliliklerini LGS ve YKS sınavlarının zorunluluğunu, bu sınava giren öğrencilerin başarıları ya da başarısızlıklarını konuşmaktan vazgeçebiliriz.
Ticaret sanırım böyle bir şey. Eğer kar edemeyecekseniz o işe girip ticaret yapmazsınız. O düşünce ile işe/ticarete atıldınız diyelim ama işler yolunda gitmedi siz de durumdan ders çıkarıp yine o işi sonlandırırsınız. Görüyoruz ki toplum vicdanını sarsacak biçimde kısa yoldan, belki ahlak dışı veya yasa dışı yollardan güzel hayatlar kurulabiliyor. Sosyal medya aracılığıyla gözümüzün içine baka baka sergilenen lüks ve şatafatlı hayatlar çocuklarımızı gençlerimizi kandırabiliyor ve bunda da ciddi oranda başarılı oluyorlar. Konuşmasını becermeyen, medyatik ama para ve güç sahibi insanlar görmeye alışmak ve buna duyarsızlaşmak durumunda kalmak “Eğitimin Değeri/Ederi Nedir?” diye sormayı olağan hale getiriyor.
Geçen sayıdaki yazımda yer vermiştim tekrar kısaca alıntıladım:
Genelde okulların durumu; Okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirilememesi, nitelikli ve niteliksiz algısına mahkûm edilen Liselerimiz, Anadolu liseleri, imam hatip liseleri, meslek liseleri, teknik meslek liseleri vb okul türlerinin çokluğu. Yetersiz mali ve insan gücü kaynağı, eğitimin niteliğini artıracak nitelikli öğretmen eksikliği, sosyal ve kültürel faaliyetlerin gerçekleştirileceği fiziki alanların eksikliği. Ortalama öğrenci sayısı, derslik ve okul sayılarının yetersizliği, birleştirilmiş sınıf uygulaması, bir öğün yemek veya beslenme desteği, okula devam edemeyen öğrenciler, okul öncesi eğitimin zorunlu olmayışı, öğretmen atamaları, deprem bölgesinde çalışan öğretmenlerin durumu, okulların depreme karşı hazırlık durumları, okulların yeterli dijital altyapıya sahip olmaları, özel okullarda çalışan öğretmenlerin çalışma koşulları.
Mesleki eğitim; Tüm bakanlar aslında mesleki eğitimin önemine vurgu yapmaktadırlar ama adeta mesleki eğitimi yıllar içerisinde birikimli olarak yok edilmiştir. Çıraklık, kalfalık, çiftçilik, el sanatları çeşitli nedenlerle cazipliğini kaybetti. MESEM’ler aracılığıyla da çocuk işçiliğine göz yumulduğu ifade ediliyor.
Özel okullar; Okul ücretlerinin ekonomik koşulların karşılamayacağı kadar artması, özel okul sahiplerinin içerisinde bulundukları ekonomik kriz, sürdürülebilirliğin imkânsız hale gelmesi, öğretmenlerin ekonomik sorunları ve çalışma koşulları, ücretsiz okuyacak öğrencilerle ilgili mevzuat.
Üniversiteler; Her ile bir hatta daha fazla üniversite, plansız bir üniversite yapılanması, YÖK’ün varlığı ve iş dünyasıyla kopuk bir üniversite hayatı, istihdam fazlası mezunlar vb. 2022-2023 Öğretim Yılı Yükseköğretim İstatistiklerine göre, 129’u devlet 75’i Vakıf ve 4’ü de Vakıf MYO olmak üzere ülkemizin 81 ilinde toplam 208 üniversite bulunuyor. Toplamda 7 milyon 81 bin 289 öğrenci öğrenim görüyor. Buna karşılık öğretim elemanlarının toplamı 184.566. Ancak tüm bu verilere göre içerisinde 6 bini aşkın bölümün 1453’ünde yaklaşık ¼’ünde hiç profesör yok, 1050 bölümde ise doçent de bulunmuyor.
Öğretmenler; Öğretmen yetiştirme, atama sayıları ve atanamayan öğretmenler, kariyer sistemi, mülakat, liyakat, yönetici seçimi, öğretmen yetiştiren kurumlardan mezun olanların sayısının her yıl atanan öğretmenlerden çok daha fazla olması. Stratejik planlama hataları. Özel okul öğretmenlerinin yasal ve sosyal haklarının geri planda kalması. Ekonomik koşullarının elverişsizliği, pek çoğunun asgari ücrete mahkûm edilmeleri. Devlette çalışan meslektaşlarına göre hem maaş hem de çalışma koşulları açısından daha geride kalmaları.
Eğitim Fakültelerinin öğretmen yetiştirmede yetersiz kalması, bakanlığın getirmeyi planladığı “Öğretmen Akademileri”. Öğretmenler kendi aralarında kadrolu, sözleşmeli, ücretli diye sınıflandırılmaları, tıpkı piramidin basamakları gibi. En alttakiler ücretli öğretmenler ücret karşılığı derse giriyorlar. Sigortaları eksik yatıyor, emekli olmaları ise hayal.
Sınavlar; Bitmeyen ve gençlerin önünde heyecanlarını, motivasyonlarını ve umutlarını korumak zorunda oldukları sınavlar. Liseye geçiş - LGS, Yükseköğrenime geçiş – YKS ve mesleğe adım atmak, işe yerleşmek için ise – KPSS. Öğrencilerin ya da mezunların sırtındaki yük okudukları okullardan mezun olmakla bitmiyor asıl sıkıntılar bu sıkıntıların çözümü olarak görülen sınavların omuzlarındaki ağır baskısı.
Öğrencilerin durumu; Mutsuz bir öğrenci kitlesi, hazır oluşluğu olmadan bir üst sınıfa geçmek, yap boza dönen sınavlar, değişen müfredatlar, ölçme ve değerlendirme sistemleri, sınıf geçme/kalma meseleleri, disiplin, akran zorbalığı, kılık kıyafet serbestliği, çocukluk ve ergenlik problemleri ve daha fazlaları.
Müfredat ve yönetmelik değişiklikleri; Yeni hazırlanan müfredat, daha önceden hazırlanan yeni müfredat, yine daha daha önceden hazırlanan yeni müfredat. Yöntem hep aynı az sayıda iç paydaşlarla ve kısa sürede gerçekleştirilen müfredat değişiklikleri.
Eğitim ve sağlık sosyal devlet anlayışının vazgeçilmez iki sacayağıdır. Bunlar her vatandaşın istediği ve ihtiyaç duydu anda erişebilmesi gereken iki kavramdır. Ülkemizde maalesef fırsat eşitsizliği kavramı revaçtayken sınıfsal ve sosyal adalet önemli hale geliyor.
Vatandaş için eğitim pahalı olmamalıdır.
Eğitim hem pahalı hem gerekli değil algısı bir ülkenin geleceği ve gerçeği haline dönüşmemelidir. Direnen ebeveynler olmak çocukları korumak durumundayız.
Son Güncelleme: Salı, 22 Ekim 2024 11:35
Gösterim: 1402
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Türkiye’de temel becerilerden yoksun, performans göstergelerine özellikle de sınava ve sonuçlarına odaklı bir eğitim anlayışı sürdürülürken eğitimde niceliksel tanımlamaların amaç değil araç olarak kullanıldığı, eğitime erişimin sorun olmadığı, okullar arasındaki eğitim kalitesinin ve bölgesel farklılıkların konuşulmadığı eğitim reformu sayılabilecek değişim ve dönüşümün gerçekleştirmesine ihtiyaç olduğu hepimizin malumudur.
Pandemiyle birlikte başlayan ekonomik durgunluk ardından gelen enflasyonist baskılar, tüm dünyayı etkilediği gibi ülkemizde etkisini gördüğümüz derin ekonomik krizin habercisi olmuş ve bugün yaşadığımız sosyo-ekonomik sıkıntıların sebebine dönüşmüştür.
16 Aralık 2019 tarihinde yine bu sayfalarda “Görmeyen, duymayan, konuşmayan kalmadı, MEB hariç” başlıklı bir yazı yazmıştım, özel okulların içerisinde bulunduğu kriz ile ilgili olarak. Alt başlık olarak da “Perşembenin Gelişi Çarşambadan Bellidir; Kriz” tanımlamasında bulunmuştum.
Son 25 yılda okulöncesi eğitimde ve ortaöğretimde öğrenci sayıları giderek artarken eğitime erişimde devlet okulları ile özel eğitim kurumları açısından farklılaşmaları gördük. Pandemi öncesi yıllarda velilerin okul tercihlerine bakıldığında giderek daha fazla ailenin çocuklarının eğitimleri için özel eğitim/öğretim kurumlarına yöneldiğini görüyorduk. Ancak özellikle pandemiyle başlayan süreçte ekonomik krizin de derinleşmesiyle çocuklarını özel okullarda okutmak isteyen ama yaşamsal ekonomik zorluklar nedeniyle çocuğunu özel okuldan alan ve resmi okullara göndermek zorunda kalan büyük bir çoğunlukla karşılaştık.
Özel okul sayısının dershanelerin kapatılması kararıyla ve dershaneden okula dönüşün artması, ücretlerin makul seviyelere inmesi, kaldırılsa bile önceki yıllarda devletin velilere verdiği teşvikler, özel okulların çok dilli bir dünya vatandaşı yetiştirdiği algısı, sosyal etkinliklerin içeriğinin zengin ve çeşitli olması, yurtiçi ve yurt dışı projelerle öğrenci değişim programları yürütmeleri, öğretmenlerin niteliği, sınıflarda öğrenci sayısının azlığı, güvenli okul duygusu ve benzeri pek çok gerekçe özel okul sayısının pandemi öncesinde epey artmasına neden olmuştu.
Sektör, Pandemi öncesinde bir buçuk milyona çıkardıkları öğrenci sayılarını pandemi döneminde yaklaşık dört yüz bine yakınını kaybederken bir sektörün toparlanmaya başlayacağı bir dönemde dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik sıkıntılar ve hayat pahalılığı bu sektörde işleri daha da zorlaştırdı.
Bugün gelinen noktada özel okul sektöründe ne veli ne öğretmen ne de okul sahipleri mutlu ve mesut değiller. Her birinin çokça haklı olduğu sebep var. Veliler hayat pahalılığından ve özek okul ücretlerinin yüksekliğinden, öğretmenler aldıkları ücretlerden ve çalışma koşullarından okul sahipleri de öğrenci başına aldıkları ücretten, öğretmenlere yeterli ücreti verememekten, artan maliyetlerinden ve devletin ilgisizliğinden şikâyet ediyorlar. Eğitimin ayrılmaz parçası bu üç paydaş da eğitimin yaşamsal koşullarından mutsuzlar ve her biri de maalesef haklı.
Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri yıllarca özel okula devam eden öğrenci oranını 2023 yılına kadar %15’e çıkarılması hedefinden söz etmişlerdi. Bu gün gelinen noktada bunun gerçekleşebilmesi için iyileştirici ve özendirici tedbirler alınması, Bakanlığın devlet ve özel sektör ayrımı gözetmeksizin eğitimin tüm paydaşlarına eşit mesafede durması hatta gerekiyorsa eğitime katkı sunan her türlü girişime artı destek vermesi gerekmektedir.
Eğitimin girdisi de çıktısı da insandır, eğitim aynı zamanda bir hizmet sektörüdür. Yirmi milyon öğrencinin eğitim gördüğü okullarda eğitim ve öğretim niteliğini artırabilmenin en önemli koşulu iyi öğretmen ve lider okul yöneticilerine sahip olmaktır. Alan bilgisi, iletişim becerisi, insani özellikleri, teknolojiye yatkınlık, olumlu kişilik özellikleri, liderlik özellikler ve sorun çözme becerisi gibi pek çok özelliği bünyesinde barındıran öğretmenlerin varlığı bir okul için önemlidir.
Bugün özel okulların 3 milyon öğrenci kontenjanı bulunmasına rağmen okuttukları öğrenci sayısı ancak bunun yarısı kadardır. Şu an Türkiye genelinde sektörde 1 milyon 578 bin öğrenci 195 bin öğretmen ve 50 binin üzerinde hizmet gören personel çalışmaktadır. Yani %50 kapasite ile çalışan bir özel okul sektöründen bahsediyoruz. Yaşanan ekonomik koşullar nedeniyle bu sayının gittikçe de azalacağı konuşuluyor.
Özel okulların ekonomik zorlukları bugünün sorunu değildir. 5-6 yıl öncesine dayanan ekonomik daralma sektörü zorlamaya başlamış, büyük zincir okulların sahip değiştirmeleriyle, başka iş insanlarına devir edilmeleriyle başlamıştır. Bireysel girişimciler de yeterli maddi kaynakları olmadan bu işe girmiş olmalarının bedelini kriz dönemlerinde ödemek durumunda kalmışlardır. Son iki yılda 2500’e yakın okulun ya el değiştirdiği ya da kapandığı son gelişmelerle bu sayının biraz daha artacağı beklentisi bulunuyor.
Zincir okullarla başlayan öğretmenlerin geçinemiyoruz protestoları ve sosyal medya üzerinden örgütlenme girişimleri, yazılı ve görsel basının okul ücretlerine olan ilgisi ve genellikle de tek taraflı yapılan yayınlar. Buna karşılık okul sahiplerinin zorluklarını dile getirdiği platformların yetersizliği, son 3 yılda özel okul ücretlerine yapılan sınırlı zam ile asgari ücrete gelen zam oranları arasındaki büyük farklar (Asgari ücret 2021’de 2.800 TL iken, bugün 17 bin TL. Maaşların 3 yılda 6 kat artması) özel okul ücretleri ile ilgili bugün yaşanan sıkıntıların başlıca sebeplerindendir ve sektörün paydaşları için (veli-öğretmen ve okul) için sürdürülebilir bir durum değildir.
Genel olarak özel okulda çocuğunu okutan aileler çocuklarının kaliteli bir eğitim almasını isterken, aynı zamanda bu eğitimin maliyetinin de düşük olmasını bekliyorlar. Aynı zamanda veliler özel okulda görev yapan çocuklarının öğretmenlerin de okulda çalışanların da günün koşullarında geçinebilecekleri ve olması gereken kadar bir ücret almaları gerektiğini de söylüyorlar. Bunun sağlanabilmesi için okul-veli-öğretmen üçlüsünün günün ekonomik koşullarında gelir gider hesabına uygun ve arz talep terazisine eşit ve adil bir çözüm üretmelerinden geçmektedir.
Bu nedenle sorun, özel okulların fiyatlarının düşük ya da yüksek olmasıyla ilgili değildir. Çünkü veliler de öğretmenler de kurum sahipleri de sıkıntıda. Çan eğirişinin ucunda yer alan yüksek gelirli aileler için okulların ücretlerini ödemek zor değil ama çan eğrisinin ortasında yer alan ve ortanın üstü geliriyle çocuğuna iyi bir eğitim aldırmak isteyen beyaz yakalı büyükçe bir grup için hiç de kolay değil mevcut okul ücretlerini ödeyebilmek.
Türkiye’de özel okullardaki öğretmen maaşları ile devlet okullarında görev yapan öğretmen maaşları arasındaki makasın da giderek artması önemli bir sorun. Özel okullarda neredeyse asgari ücret düzeyinde sayılabilecek öğretmen ücretleri var ve arada oluşan belirgin farklar sektörün bir diğer kanayan yarası durumuna gelmiştir.
Bu çıkmazdan kurtulmak ve ayakta kalabilmek adına okul sahiplerinin farklı çözüm arayışları olduğunu duyuyoruz. Öğretmen ücretlerini asgari ücretten yatırmak maaş farklarını da elden vermek gibi ya da okul ücretlerini makul tutmaya çalışmak ve velinin ödeme gücüne göre ödeme sürelerini 8-10 ay gibi vadelerden daha da uzun vadelere yaymak gibi. Ücretsiz yapılan etüt, kurs ve benzeri uygulamalarına ücret almak, uluslararası program uyguluyorsa ücret almak ya da aldıkları ücreti yüksek tutmak gibi. Bu tür çabalar ancak kurumun kısa vadeli çözümleri olabilir.
Evet devlet bu işe gerekli kolaylığı sağlamaz ise büyük kentler de dâhil ama pek çok Anadolu kentinde ilçesinde pek çok kurumun kapanması içten bile değildir. Tek çare; Sektörün kendi içerisindeki rekabetin getirdiği tüm sıkıntılara rağmen ortak paydada Devletten ve MEB’den bekledikleri kolaylıkların sağlanmasıdır.
* Veli teşviklerinin yeniden gündeme gelmesi,
* KDV oranının yüzde 10'dan yüzde 1'e düşürülmesi,
* Maliye Bakanlığı'ndan krizdeki birçok sektöre verdiği desteği özel okullara da vermesi,
* Özel okul açmanın kolaylıkları ve zorlukları eğitim bilim ilkelerine göre ayarlanması,
* Okulların denetimlerinin önceliklendirmesi,
* Özel okullarda vergi, SGK ve denetim yükünün ağır olması,
* Özel okullardan her yıl alınan ruhsat harcının kaldırılması,
* Elektrik, su, doğal gaz maliyetinin tarifelerinde ayrıcalık yapılması,
Yıl |
Enflasyon (%/yıl) |
Dolar Kuru ($/TL) |
2015 |
8,81 |
2,33 |
2016 |
8,53 |
2,92 |
2017 |
11,92 |
3,52 |
2018 |
20,3 |
3,77 |
2019 |
11,84 |
5,28 |
2020 |
14,6 |
5,95 |
2021 |
36,08 |
7,42 |
2022 |
64,27 |
18,7 |
2023 |
65 |
29,7 |
2024 |
40 |
39 |
TÜFE (yılsonu) |
|||
|
2021 |
2022 |
2023 |
TÜFE |
36% |
64% |
65% |
|
|
|
|
Yıllık Enflasyon (12 aylık ortalama**) |
|||
|
2021 |
2022 |
2023 |
TÜFE |
20% |
72% |
54% |
ÜFE |
44% |
128% |
50% |
TÜFE+ÜFE/2 +%5 |
37% |
105% |
57% |
|
|
|
|
MEB Ücret Artırımı |
36% |
65% |
57% |
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Türkiye’de temel becerilerden yoksun, performans göstergelerine özellikle de sınava ve sonuçlarına odaklı bir eğitim anlayışı sürdürülürken eğitimde niceliksel tanımlamaların amaç değil araç olarak kullanıldığı, eğitime erişimin sorun olmadığı, okullar arasındaki eğitim kalitesinin ve bölgesel farklılıkların konuşulmadığı eğitim reformu sayılabilecek değişim ve dönüşümün gerçekleştirmesine ihtiyaç olduğu hepimizin malumudur.
Pandemiyle birlikte başlayan ekonomik durgunluk ardından gelen enflasyonist baskılar, tüm dünyayı etkilediği gibi ülkemizde etkisini gördüğümüz derin ekonomik krizin habercisi olmuş ve bugün yaşadığımız sosyo-ekonomik sıkıntıların sebebine dönüşmüştür.
16 Aralık 2019 tarihinde yine bu sayfalarda “Görmeyen, duymayan, konuşmayan kalmadı, MEB hariç” başlıklı bir yazı yazmıştım, özel okulların içerisinde bulunduğu kriz ile ilgili olarak. Alt başlık olarak da “Perşembenin Gelişi Çarşambadan Bellidir; Kriz” tanımlamasında bulunmuştum.
Son 25 yılda okulöncesi eğitimde ve ortaöğretimde öğrenci sayıları giderek artarken eğitime erişimde devlet okulları ile özel eğitim kurumları açısından farklılaşmaları gördük. Pandemi öncesi yıllarda velilerin okul tercihlerine bakıldığında giderek daha fazla ailenin çocuklarının eğitimleri için özel eğitim/öğretim kurumlarına yöneldiğini görüyorduk. Ancak özellikle pandemiyle başlayan süreçte ekonomik krizin de derinleşmesiyle çocuklarını özel okullarda okutmak isteyen ama yaşamsal ekonomik zorluklar nedeniyle çocuğunu özel okuldan alan ve resmi okullara göndermek zorunda kalan büyük bir çoğunlukla karşılaştık.
Özel okul sayısının dershanelerin kapatılması kararıyla ve dershaneden okula dönüşün artması, ücretlerin makul seviyelere inmesi, kaldırılsa bile önceki yıllarda devletin velilere verdiği teşvikler, özel okulların çok dilli bir dünya vatandaşı yetiştirdiği algısı, sosyal etkinliklerin içeriğinin zengin ve çeşitli olması, yurtiçi ve yurt dışı projelerle öğrenci değişim programları yürütmeleri, öğretmenlerin niteliği, sınıflarda öğrenci sayısının azlığı, güvenli okul duygusu ve benzeri pek çok gerekçe özel okul sayısının pandemi öncesinde epey artmasına neden olmuştu.
Sektör, Pandemi öncesinde bir buçuk milyona çıkardıkları öğrenci sayılarını pandemi döneminde yaklaşık dört yüz bine yakınını kaybederken bir sektörün toparlanmaya başlayacağı bir dönemde dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik sıkıntılar ve hayat pahalılığı bu sektörde işleri daha da zorlaştırdı.
Bugün gelinen noktada özel okul sektöründe ne veli ne öğretmen ne de okul sahipleri mutlu ve mesut değiller. Her birinin çokça haklı olduğu sebep var. Veliler hayat pahalılığından ve özek okul ücretlerinin yüksekliğinden, öğretmenler aldıkları ücretlerden ve çalışma koşullarından okul sahipleri de öğrenci başına aldıkları ücretten, öğretmenlere yeterli ücreti verememekten, artan maliyetlerinden ve devletin ilgisizliğinden şikâyet ediyorlar. Eğitimin ayrılmaz parçası bu üç paydaş da eğitimin yaşamsal koşullarından mutsuzlar ve her biri de maalesef haklı.
Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri yıllarca özel okula devam eden öğrenci oranını 2023 yılına kadar %15’e çıkarılması hedefinden söz etmişlerdi. Bu gün gelinen noktada bunun gerçekleşebilmesi için iyileştirici ve özendirici tedbirler alınması, Bakanlığın devlet ve özel sektör ayrımı gözetmeksizin eğitimin tüm paydaşlarına eşit mesafede durması hatta gerekiyorsa eğitime katkı sunan her türlü girişime artı destek vermesi gerekmektedir.
Eğitimin girdisi de çıktısı da insandır, eğitim aynı zamanda bir hizmet sektörüdür. Yirmi milyon öğrencinin eğitim gördüğü okullarda eğitim ve öğretim niteliğini artırabilmenin en önemli koşulu iyi öğretmen ve lider okul yöneticilerine sahip olmaktır. Alan bilgisi, iletişim becerisi, insani özellikleri, teknolojiye yatkınlık, olumlu kişilik özellikleri, liderlik özellikler ve sorun çözme becerisi gibi pek çok özelliği bünyesinde barındıran öğretmenlerin varlığı bir okul için önemlidir.
Bugün özel okulların 3 milyon öğrenci kontenjanı bulunmasına rağmen okuttukları öğrenci sayısı ancak bunun yarısı kadardır. Şu an Türkiye genelinde sektörde 1 milyon 578 bin öğrenci 195 bin öğretmen ve 50 binin üzerinde hizmet gören personel çalışmaktadır. Yani %50 kapasite ile çalışan bir özel okul sektöründen bahsediyoruz. Yaşanan ekonomik koşullar nedeniyle bu sayının gittikçe de azalacağı konuşuluyor.
Özel okulların ekonomik zorlukları bugünün sorunu değildir. 5-6 yıl öncesine dayanan ekonomik daralma sektörü zorlamaya başlamış, büyük zincir okulların sahip değiştirmeleriyle, başka iş insanlarına devir edilmeleriyle başlamıştır. Bireysel girişimciler de yeterli maddi kaynakları olmadan bu işe girmiş olmalarının bedelini kriz dönemlerinde ödemek durumunda kalmışlardır. Son iki yılda 2500’e yakın okulun ya el değiştirdiği ya da kapandığı son gelişmelerle bu sayının biraz daha artacağı beklentisi bulunuyor.
Zincir okullarla başlayan öğretmenlerin geçinemiyoruz protestoları ve sosyal medya üzerinden örgütlenme girişimleri, yazılı ve görsel basının okul ücretlerine olan ilgisi ve genellikle de tek taraflı yapılan yayınlar. Buna karşılık okul sahiplerinin zorluklarını dile getirdiği platformların yetersizliği, son 3 yılda özel okul ücretlerine yapılan sınırlı zam ile asgari ücrete gelen zam oranları arasındaki büyük farklar (Asgari ücret 2021’de 2.800 TL iken, bugün 17 bin TL. Maaşların 3 yılda 6 kat artması) özel okul ücretleri ile ilgili bugün yaşanan sıkıntıların başlıca sebeplerindendir ve sektörün paydaşları için (veli-öğretmen ve okul) için sürdürülebilir bir durum değildir.
Genel olarak özel okulda çocuğunu okutan aileler çocuklarının kaliteli bir eğitim almasını isterken, aynı zamanda bu eğitimin maliyetinin de düşük olmasını bekliyorlar. Aynı zamanda veliler özel okulda görev yapan çocuklarının öğretmenlerin de okulda çalışanların da günün koşullarında geçinebilecekleri ve olması gereken kadar bir ücret almaları gerektiğini de söylüyorlar. Bunun sağlanabilmesi için okul-veli-öğretmen üçlüsünün günün ekonomik koşullarında gelir gider hesabına uygun ve arz talep terazisine eşit ve adil bir çözüm üretmelerinden geçmektedir.
Bu nedenle sorun, özel okulların fiyatlarının düşük ya da yüksek olmasıyla ilgili değildir. Çünkü veliler de öğretmenler de kurum sahipleri de sıkıntıda. Çan eğirişinin ucunda yer alan yüksek gelirli aileler için okulların ücretlerini ödemek zor değil ama çan eğrisinin ortasında yer alan ve ortanın üstü geliriyle çocuğuna iyi bir eğitim aldırmak isteyen beyaz yakalı büyükçe bir grup için hiç de kolay değil mevcut okul ücretlerini ödeyebilmek.
Türkiye’de özel okullardaki öğretmen maaşları ile devlet okullarında görev yapan öğretmen maaşları arasındaki makasın da giderek artması önemli bir sorun. Özel okullarda neredeyse asgari ücret düzeyinde sayılabilecek öğretmen ücretleri var ve arada oluşan belirgin farklar sektörün bir diğer kanayan yarası durumuna gelmiştir.
Bu çıkmazdan kurtulmak ve ayakta kalabilmek adına okul sahiplerinin farklı çözüm arayışları olduğunu duyuyoruz. Öğretmen ücretlerini asgari ücretten yatırmak maaş farklarını da elden vermek gibi ya da okul ücretlerini makul tutmaya çalışmak ve velinin ödeme gücüne göre ödeme sürelerini 8-10 ay gibi vadelerden daha da uzun vadelere yaymak gibi. Ücretsiz yapılan etüt, kurs ve benzeri uygulamalarına ücret almak, uluslararası program uyguluyorsa ücret almak ya da aldıkları ücreti yüksek tutmak gibi. Bu tür çabalar ancak kurumun kısa vadeli çözümleri olabilir.
Evet devlet bu işe gerekli kolaylığı sağlamaz ise büyük kentler de dâhil ama pek çok Anadolu kentinde ilçesinde pek çok kurumun kapanması içten bile değildir. Tek çare; Sektörün kendi içerisindeki rekabetin getirdiği tüm sıkıntılara rağmen ortak paydada Devletten ve MEB’den bekledikleri kolaylıkların sağlanmasıdır.
* Veli teşviklerinin yeniden gündeme gelmesi,
* KDV oranının yüzde 10'dan yüzde 1'e düşürülmesi,
* Maliye Bakanlığı'ndan krizdeki birçok sektöre verdiği desteği özel okullara da vermesi,
* Özel okul açmanın kolaylıkları ve zorlukları eğitim bilim ilkelerine göre ayarlanması,
* Okulların denetimlerinin önceliklendirmesi,
* Özel okullarda vergi, SGK ve denetim yükünün ağır olması,
* Özel okullardan her yıl alınan ruhsat harcının kaldırılması,
* Elektrik, su, doğal gaz maliyetinin tarifelerinde ayrıcalık yapılması,
Yıl |
Enflasyon (%/yıl) |
Dolar Kuru ($/TL) |
2015 |
8,81 |
2,33 |
2016 |
8,53 |
2,92 |
2017 |
11,92 |
3,52 |
2018 |
20,3 |
3,77 |
2019 |
11,84 |
5,28 |
2020 |
14,6 |
5,95 |
2021 |
36,08 |
7,42 |
2022 |
64,27 |
18,7 |
2023 |
65 |
29,7 |
2024 |
40 |
39 |
TÜFE (yılsonu) |
|||
|
2021 |
2022 |
2023 |
TÜFE |
36% |
64% |
65% |
|
|
|
|
Yıllık Enflasyon (12 aylık ortalama**) |
|||
|
2021 |
2022 |
2023 |
TÜFE |
20% |
72% |
54% |
ÜFE |
44% |
128% |
50% |
TÜFE+ÜFE/2 +%5 |
37% |
105% |
57% |
|
|
|
|
MEB Ücret Artırımı |
36% |
65% |
57% |
Son Güncelleme: Cumartesi, 23 Mart 2024 11:09
Gösterim: 1093
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Evet, ana başlıkları ile çok değil son üç Milli Eğitim Bakanı’nın öğretmen yetiştirme politikalarından, öğretmenlerin özlük haklarına ve öğretmenlik mesleğinin toplumsal saygınlığını artırmaya yönelik uzun erimli politikalar ürettiklerini açıklayan pek çok demecini ve kayda geçmiş konuşmasını yazılı ve görsel medyadan bulabilirsiniz.
Malum 24 Kasım Öğretmenler günü münasebetiyle Kasım ayı öğretmenler için ayrı bir önemi bulunuyor. Bu yıl için elbette 19 Kasım 2022’de gerçekleştirilecek olan Kariyer sınavı da Kasım ayının önemini bu yıl bir kez daha artırdı. Bakanlarımızın öğretmenlik mesleği ile ilgili açıklamaları özellikle Kasım aylarında özellikle takip edilir. Sınav uygulaması da dâhil pek çok söylemin ya da uygulamanın öğretmenleri bir arada tutan mı ayrıştıran mı olduğu tartışmalı bir duruma dönüştü.
Özel gün ve haftaların olduğu zaman dilimlerinde klasik bir söylem de gündeme gelir hep. Anneler günü ya da babalar günü bir güne sığdırılamaz diye. Öğretmenler günü de benzer tepkilerin verildiği özel günlerden birisidir. Tüm günlerde öğretmenler özeldir denir, ama öğretmenler tüm günlerde olmayı bırakın acaba o bir günde bile kendilerini özel hissediyorlar mıdır? Emin değilim.
Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne öğretmen yetiştirme politikalarımız hem sosyolojik hem de ekonomik süreçlerimizle yakından ilişkili olmuştur. Kendine özgü nitelikleri olan “Öğretmen Okulları”, “Köy Enstitüleri”, “Eğitim Enstitüleri” ve “Yüksek Öğretmen Okulları” gibi öğretmen yetiştiren okullardan bugünün “Eğitim Fakültelerine” ya da “Fen-Edebiyat Fakültelerine” doğru bir değişim olmuştur. Bu değişimin olumlu olup olmadığı, öğretmen yetiştirme serüvenimizin bir türlü ulusal kimliğimize, kültürümüze, gelenek ve göreneklerimize uygun günün, hatta geleceğin dünyasını kurgulamaya yönelik beklentilerimizi karşılayıp karşılamadığını düşünmeli ve sorgulamalıyız.
1980’lerden beri öğretmen yetiştiren kurumlar teorik bilgiye dayalı ve uygulamadan kopuk bir biçimde varlığını sürdürüyor. Bir önceki Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Ziya Selçuk geçmişteki bir söyleşisinde Eğitim Fakültelerde uygulanan eğitim programlarının % 85’inin teorik bilgiye ortalama %15 e yakınının da uygulamaya dönük ve sahadaki süreçlerle ilgili olduğunu söylemişti. Eğitim Enstitüleri döneminde uygulamaya dönük eğitimin % 55-60 civarında olduğu düşünülürse öğretmenlerimizin öğretmenliğe yaşantısal temelli değil kuramsal temelli öğrendikleri ile başladıklarını söylemek yanlış olmaz.
Öğretmenlere yatırım ülke geleceğine yatırımdır. Bir ülkenin kalkınması için sermaye ve teknoloji transferi yanında, yeterli sayıda iyi yetişmiş işgücüne de ihtiyaç vardır. Bu nedenle, ekonomistler, eğitime daha fazla kaynak ayrılmasının zorunluluğuna dikkat çekmişler ve bu konudaki girişimleri desteklemişlerdir. Eğitimle sağlanan birçok bilgi ve beceriler, toplumun kalkınmasına etki edeceği gibi, bireyin eğitim düzeyinin düşüklüğünden kaynaklanan bazı olumsuzlukları da azaltacağı kuşkusuzdur.
Bir ülkenin gelişmişliği; o ülke insanlarının iyi ve sürekli bir eğitim almaları ve bununla kazandıkları bilgi, beceriyle ekonomik büyümeye yapabilecekleri katkıya bağlıdır. Kalkınmanın beyni olan bireyin bilinçlenmesi, arama, çalışma, öğrenme ve düşünme isteği ile donatılması gerekir. Bunun yolu da eğitim alanında teknolojik donanımlara sahip fiziksel mekânlarla alan yaratmak ve bunların inşasına başka bir gözle bakacak öğretmenler yetiştirmekten geçmektedir.
Yazının başına dönecek olursam. Ülkemizde son 20 yılda 8 Millî Eğitim Bakanı görev aldı, İsmet Yılmaz, Ziya Selçuk ve yeni bakanımız Mahmut Özer. Son yıllarda görev alan bu üç bakanımızın da görev sürelerinin son görev yıllarındaki (Mahmut Özer hariç, göreve devam ediyor) TBMM plan ve bütçe komisyonunda eğitim bütçesine ilişkin yaptıkları bu sunumlarda öğretmenlerin hak ve hukukuna, mesleki ve eğitimsel gelişimlerine ve kariyer gelişimleri için planladıkları ve sunumlarında atıfta bulundukları noktalara ve ileriye dönük sürdürülebilir bir politika vaatleri var mı diye baktım.
Bakan Özer, TBMM Plan Ve Bütçe Komisyonunda 2023 Yılı Eğitim Bütçesine İlişkin Sunum Yaptı
Bakanlık olarak öncelik verilen politikalardan bir diğerinin öğretmenlerin mesleki gelişimlerinin çok boyutlu desteklenmesi olduğuna vurgu yapan Özer, 2020 yılında öğretmen başına düşen eğitim saati 44 iken 2021'de 94 saate, 2022'de 120 saat hedeflenirken on ayda 194 saate ulaşıldığına dikkati çekti. Özer, böylece son otuz kırk yılın en yüksek eğitim saatine erişildiğini söyledi.
Öğretmenlik Meslek Kanunu'nda sürecin başarılı şekilde devam ettiğini belirten Bakan Özer, şartları sağlayan öğretmenlerin yüzde 95'inin Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ilgili süreçlere başvurduğunu, bunların yüzde 99'unun eğitimlerini tamamladığını, eğitimlerini tamamlayan öğretmenlerin de yüzde 98'inin sınava başvurduğunu ifade etti.
Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, TBMM Genel Kurulunda, bakanlığının 2021 yılı bütçe görüşmelerinde milletvekillerine hitap etti.
"Her öğretmenimizin emeğinin kutsallığına inanıyoruz"
Selçuk, öğretmenlerin ve eğitim çalışanlarının bambaşka bir anlamı ve yeri olduğunu ifade ederek öğretmenleri ayırmadan, ötekileştirmeden, her birini eğitim ailesinin değerli ve saygın fertleri olarak gördüklerini söyledi.
"1 milyon öğretmenle 1 milyon 46 bin 809 mesleki gelişim eğitimi" Eğitim sisteminin başarısının büyük ölçüde öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin mesleki yeterlilikleri ve adanmışlıklarına bağlı olduğunu ifade eden Selçuk, Türk eğitim tarihinin en kapsamlı öğretmen eğitimi çalışmasını başlattıklarını dile getirdi. Salgın koşullarına rağmen hız kesmediklerini ve 1 milyon öğretmenle 1 milyon 46 bin 809 mesleki gelişim eğitimini başarıyla gerçekleştirdiklerini kaydeden Selçuk, "Bu vesileyle her gün ekran başına geçip öğrencilerinin eğitimi için çabalayan, evinin her yanını sınıfa çeviren öğretmenlerimize sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür etmek isterim." dedi.
Türkiye'nin yetişmiş insan kaynağı ihtiyacını karşılamak amacıyla yurt dışına yüksek lisans ve doktora öğrencileri gönderdiklerini aktaran Selçuk, bu öğrencilerin geri dönüş oranının yüzde 97 olduğunu söyledi.
Bakan Yılmaz, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu´nda sunum yaptı
Hükümetleri döneminde eğitimde en büyük yatırımı öğretmene yaptıklarına işaret eden Yılmaz, 2003´ten bu yana 584 bin 288 öğretmen ataması gerçekleştirdiklerini, bugün görev yapan her 3 öğretmenden ikisinin hükümetleri döneminde atandığını kaydetti. 40 yaş ve altındaki öğretmen sayısı yüzde 66. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı; ilköğretimde 17´ye, ortaöğretimde 13´e düştü.
Öğretmenlerin ücret artışı. 2002´den bu yana göreve yeni başlamış 9. derece 1. kademedeki bir öğretmenin maaşının yüzde 515,04 arttığına işaret eden Yılmaz, ek ders ücretleri hakkında da bilgiler verdi. Bakan Yılmaz, şunları aktardı: "2002´de ek ders ücretinin saati net 2,75 lira (brüt 3,26 lira) iken 2017 yılında net 12,11 lira (brüt 14,38 TL) olmuştur. Bu durumda haftada 15 saat, ayda toplam 60 saat ek ders veren öğretmenimizin ek ders ücreti 2002 yılında 165 lira iken, 1 Temmuz 2017 tarihi itibarıyla yüzde 340,36 artışla net 726,60 liraya yükselmiştir. Haftada 15 saat ek ders veren bir öğretmene 2002 yılında maaşı ile birlikte toplam 635,20 lira ödenirken, 2017 yılının ikinci yarısında toplamda yüzde 469,67 artışla 3.618,52 lira ödenmektedir. Tüm öğretmenlere, her eğitim ve öğretim yılında, bir defa, eğitim ve öğretim yılına hazırlık ödeneği ödenmektedir. Yapılan ödeme 2002-2003 eğitim ve öğretim yılında 175 lira iken, 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında yüzde 500 artışla bin 50 liraya yükseltilmiştir."
Kaliteli eğitimin sadece ekonomiyi ileri götürmeyeceğini, aynı zamanda demokrasinin kökleşmesine de katkı sağlayacağını kaydeden Yılmaz, “Ben inandığımı söylüyorum” dedi.
Şimdi bu üç sunumun içerisinde içeriği açısından öğretmene yönelik uzun soluklu bir iyileştirme hareketi ya da öğretmenlerin sorunları için atılması gereken adımları ve ileriye taşınabilir sürdürülebilir politikaları ne kadar bulabildik? Bunu özlemi ve beklentisi içerisindedir öğretmenlerimiz. Kısa vadeli değil uzun soluklu gerçek ihtiyaçlarının gözetilip sonuca erdirildiği politikalardır beklentileri.
Son olarak da İsmet Yılmaz’ın bakanlığı döneminde yayınladığı “Öğretmen Strateji Belgesi 2017-2023” belgesinin sunuş kısmında dile getirdiklerini aşağıya alıyorum.
“Eğitim sistemlerinin nihai amacı; topluma faydalı, toplumsal değerleri gözeten, etkili iletişim becerilerini edinmiş, değişime uyum sağlayabilen, öğrenme kaynaklarına erişme ve bunlardan etkin bir şekilde yararlanma becerilerini kazanmış, bilgi iletişim teknolojilerini verimli kullanabilen, kendisiyle ve toplumla barışık, inisiyatif alan, araştıran, sorgulayan ve eleştirel düşünme becerilerine sahip özgür bireyler yetiştirebilmektir. Bu niteliklere sahip bireylerden oluşacak bir toplumun inşasında en önemli görev ise öğretmenlere düşmektedir.
Eğitim tarihimiz boyunca öğretmenlerimizin nitelikleri, seçimi, çalışma koşulları hakkında sayısız görüşler ortaya atılmış, konu çok farklı boyutlarıyla tartışılmıştır. Günümüzde değişim, tarihin bütün dönemlerinden daha yoğun ve hızlı gerçekleşmektedir. Bu durum beraberinde “öğretmenlik” mesleğine yeni bir perspektiften ve çok boyutlu bir bakış açısıyla yaklaşmayı zorunlu kılmaktadır.
Öğretmenlik mesleğine ilişkin sorun alanları göz önüne alındığında, bunların günlük ve birbirinden bağımsız politikalarla çözülemeyeceği herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Bu sorunların çözümü için sürecin en başında yer alan öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarındaki eğitim öğretim faaliyetlerinden başlayarak istihdam edilen öğretmenlerimizin emekliliklerine kadar devam eden tüm aşamalar bütünsel bir sistemin birbirini etkileyen temel unsurları olarak değerlendirilmelidir. “Öğretmen Strateji Belgesi” bu anlayış doğrultusunda hazırlanmıştır.”
Çok doğru değil mi?
Kaynakça
https://oygm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_07/26174415_Strateji_Belgesi_RG-Ylan-_26.07.2017.pdf
https://www.meb.gov.tr/bakan-ozer-tbmm-plan-ve-butce-komisyonunda-2023-yili-egitim-butcesine-iliskin-sunum-yapti/haber/28055/tr
https://www.meb.gov.tr/bakan-selcuk-mill-egitim-bakanliginin-2021-yili-butce-gorusmeleri-kapsaminda-genel-kurula-hitap-etti/haber/22159/tr
https://www.meb.gov.tr/bakan-yilmaz-tbmm-plan-ve-butce-komisyonunda-sunum-yapti/haber/14898/tr
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Evet, ana başlıkları ile çok değil son üç Milli Eğitim Bakanı’nın öğretmen yetiştirme politikalarından, öğretmenlerin özlük haklarına ve öğretmenlik mesleğinin toplumsal saygınlığını artırmaya yönelik uzun erimli politikalar ürettiklerini açıklayan pek çok demecini ve kayda geçmiş konuşmasını yazılı ve görsel medyadan bulabilirsiniz.
Malum 24 Kasım Öğretmenler günü münasebetiyle Kasım ayı öğretmenler için ayrı bir önemi bulunuyor. Bu yıl için elbette 19 Kasım 2022’de gerçekleştirilecek olan Kariyer sınavı da Kasım ayının önemini bu yıl bir kez daha artırdı. Bakanlarımızın öğretmenlik mesleği ile ilgili açıklamaları özellikle Kasım aylarında özellikle takip edilir. Sınav uygulaması da dâhil pek çok söylemin ya da uygulamanın öğretmenleri bir arada tutan mı ayrıştıran mı olduğu tartışmalı bir duruma dönüştü.
Özel gün ve haftaların olduğu zaman dilimlerinde klasik bir söylem de gündeme gelir hep. Anneler günü ya da babalar günü bir güne sığdırılamaz diye. Öğretmenler günü de benzer tepkilerin verildiği özel günlerden birisidir. Tüm günlerde öğretmenler özeldir denir, ama öğretmenler tüm günlerde olmayı bırakın acaba o bir günde bile kendilerini özel hissediyorlar mıdır? Emin değilim.
Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne öğretmen yetiştirme politikalarımız hem sosyolojik hem de ekonomik süreçlerimizle yakından ilişkili olmuştur. Kendine özgü nitelikleri olan “Öğretmen Okulları”, “Köy Enstitüleri”, “Eğitim Enstitüleri” ve “Yüksek Öğretmen Okulları” gibi öğretmen yetiştiren okullardan bugünün “Eğitim Fakültelerine” ya da “Fen-Edebiyat Fakültelerine” doğru bir değişim olmuştur. Bu değişimin olumlu olup olmadığı, öğretmen yetiştirme serüvenimizin bir türlü ulusal kimliğimize, kültürümüze, gelenek ve göreneklerimize uygun günün, hatta geleceğin dünyasını kurgulamaya yönelik beklentilerimizi karşılayıp karşılamadığını düşünmeli ve sorgulamalıyız.
1980’lerden beri öğretmen yetiştiren kurumlar teorik bilgiye dayalı ve uygulamadan kopuk bir biçimde varlığını sürdürüyor. Bir önceki Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Ziya Selçuk geçmişteki bir söyleşisinde Eğitim Fakültelerde uygulanan eğitim programlarının % 85’inin teorik bilgiye ortalama %15 e yakınının da uygulamaya dönük ve sahadaki süreçlerle ilgili olduğunu söylemişti. Eğitim Enstitüleri döneminde uygulamaya dönük eğitimin % 55-60 civarında olduğu düşünülürse öğretmenlerimizin öğretmenliğe yaşantısal temelli değil kuramsal temelli öğrendikleri ile başladıklarını söylemek yanlış olmaz.
Öğretmenlere yatırım ülke geleceğine yatırımdır. Bir ülkenin kalkınması için sermaye ve teknoloji transferi yanında, yeterli sayıda iyi yetişmiş işgücüne de ihtiyaç vardır. Bu nedenle, ekonomistler, eğitime daha fazla kaynak ayrılmasının zorunluluğuna dikkat çekmişler ve bu konudaki girişimleri desteklemişlerdir. Eğitimle sağlanan birçok bilgi ve beceriler, toplumun kalkınmasına etki edeceği gibi, bireyin eğitim düzeyinin düşüklüğünden kaynaklanan bazı olumsuzlukları da azaltacağı kuşkusuzdur.
Bir ülkenin gelişmişliği; o ülke insanlarının iyi ve sürekli bir eğitim almaları ve bununla kazandıkları bilgi, beceriyle ekonomik büyümeye yapabilecekleri katkıya bağlıdır. Kalkınmanın beyni olan bireyin bilinçlenmesi, arama, çalışma, öğrenme ve düşünme isteği ile donatılması gerekir. Bunun yolu da eğitim alanında teknolojik donanımlara sahip fiziksel mekânlarla alan yaratmak ve bunların inşasına başka bir gözle bakacak öğretmenler yetiştirmekten geçmektedir.
Yazının başına dönecek olursam. Ülkemizde son 20 yılda 8 Millî Eğitim Bakanı görev aldı, İsmet Yılmaz, Ziya Selçuk ve yeni bakanımız Mahmut Özer. Son yıllarda görev alan bu üç bakanımızın da görev sürelerinin son görev yıllarındaki (Mahmut Özer hariç, göreve devam ediyor) TBMM plan ve bütçe komisyonunda eğitim bütçesine ilişkin yaptıkları bu sunumlarda öğretmenlerin hak ve hukukuna, mesleki ve eğitimsel gelişimlerine ve kariyer gelişimleri için planladıkları ve sunumlarında atıfta bulundukları noktalara ve ileriye dönük sürdürülebilir bir politika vaatleri var mı diye baktım.
Bakan Özer, TBMM Plan Ve Bütçe Komisyonunda 2023 Yılı Eğitim Bütçesine İlişkin Sunum Yaptı
Bakanlık olarak öncelik verilen politikalardan bir diğerinin öğretmenlerin mesleki gelişimlerinin çok boyutlu desteklenmesi olduğuna vurgu yapan Özer, 2020 yılında öğretmen başına düşen eğitim saati 44 iken 2021'de 94 saate, 2022'de 120 saat hedeflenirken on ayda 194 saate ulaşıldığına dikkati çekti. Özer, böylece son otuz kırk yılın en yüksek eğitim saatine erişildiğini söyledi.
Öğretmenlik Meslek Kanunu'nda sürecin başarılı şekilde devam ettiğini belirten Bakan Özer, şartları sağlayan öğretmenlerin yüzde 95'inin Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ilgili süreçlere başvurduğunu, bunların yüzde 99'unun eğitimlerini tamamladığını, eğitimlerini tamamlayan öğretmenlerin de yüzde 98'inin sınava başvurduğunu ifade etti.
Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, TBMM Genel Kurulunda, bakanlığının 2021 yılı bütçe görüşmelerinde milletvekillerine hitap etti.
"Her öğretmenimizin emeğinin kutsallığına inanıyoruz"
Selçuk, öğretmenlerin ve eğitim çalışanlarının bambaşka bir anlamı ve yeri olduğunu ifade ederek öğretmenleri ayırmadan, ötekileştirmeden, her birini eğitim ailesinin değerli ve saygın fertleri olarak gördüklerini söyledi.
"1 milyon öğretmenle 1 milyon 46 bin 809 mesleki gelişim eğitimi" Eğitim sisteminin başarısının büyük ölçüde öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin mesleki yeterlilikleri ve adanmışlıklarına bağlı olduğunu ifade eden Selçuk, Türk eğitim tarihinin en kapsamlı öğretmen eğitimi çalışmasını başlattıklarını dile getirdi. Salgın koşullarına rağmen hız kesmediklerini ve 1 milyon öğretmenle 1 milyon 46 bin 809 mesleki gelişim eğitimini başarıyla gerçekleştirdiklerini kaydeden Selçuk, "Bu vesileyle her gün ekran başına geçip öğrencilerinin eğitimi için çabalayan, evinin her yanını sınıfa çeviren öğretmenlerimize sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür etmek isterim." dedi.
Türkiye'nin yetişmiş insan kaynağı ihtiyacını karşılamak amacıyla yurt dışına yüksek lisans ve doktora öğrencileri gönderdiklerini aktaran Selçuk, bu öğrencilerin geri dönüş oranının yüzde 97 olduğunu söyledi.
Bakan Yılmaz, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu´nda sunum yaptı
Hükümetleri döneminde eğitimde en büyük yatırımı öğretmene yaptıklarına işaret eden Yılmaz, 2003´ten bu yana 584 bin 288 öğretmen ataması gerçekleştirdiklerini, bugün görev yapan her 3 öğretmenden ikisinin hükümetleri döneminde atandığını kaydetti. 40 yaş ve altındaki öğretmen sayısı yüzde 66. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı; ilköğretimde 17´ye, ortaöğretimde 13´e düştü.
Öğretmenlerin ücret artışı. 2002´den bu yana göreve yeni başlamış 9. derece 1. kademedeki bir öğretmenin maaşının yüzde 515,04 arttığına işaret eden Yılmaz, ek ders ücretleri hakkında da bilgiler verdi. Bakan Yılmaz, şunları aktardı: "2002´de ek ders ücretinin saati net 2,75 lira (brüt 3,26 lira) iken 2017 yılında net 12,11 lira (brüt 14,38 TL) olmuştur. Bu durumda haftada 15 saat, ayda toplam 60 saat ek ders veren öğretmenimizin ek ders ücreti 2002 yılında 165 lira iken, 1 Temmuz 2017 tarihi itibarıyla yüzde 340,36 artışla net 726,60 liraya yükselmiştir. Haftada 15 saat ek ders veren bir öğretmene 2002 yılında maaşı ile birlikte toplam 635,20 lira ödenirken, 2017 yılının ikinci yarısında toplamda yüzde 469,67 artışla 3.618,52 lira ödenmektedir. Tüm öğretmenlere, her eğitim ve öğretim yılında, bir defa, eğitim ve öğretim yılına hazırlık ödeneği ödenmektedir. Yapılan ödeme 2002-2003 eğitim ve öğretim yılında 175 lira iken, 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında yüzde 500 artışla bin 50 liraya yükseltilmiştir."
Kaliteli eğitimin sadece ekonomiyi ileri götürmeyeceğini, aynı zamanda demokrasinin kökleşmesine de katkı sağlayacağını kaydeden Yılmaz, “Ben inandığımı söylüyorum” dedi.
Şimdi bu üç sunumun içerisinde içeriği açısından öğretmene yönelik uzun soluklu bir iyileştirme hareketi ya da öğretmenlerin sorunları için atılması gereken adımları ve ileriye taşınabilir sürdürülebilir politikaları ne kadar bulabildik? Bunu özlemi ve beklentisi içerisindedir öğretmenlerimiz. Kısa vadeli değil uzun soluklu gerçek ihtiyaçlarının gözetilip sonuca erdirildiği politikalardır beklentileri.
Son olarak da İsmet Yılmaz’ın bakanlığı döneminde yayınladığı “Öğretmen Strateji Belgesi 2017-2023” belgesinin sunuş kısmında dile getirdiklerini aşağıya alıyorum.
“Eğitim sistemlerinin nihai amacı; topluma faydalı, toplumsal değerleri gözeten, etkili iletişim becerilerini edinmiş, değişime uyum sağlayabilen, öğrenme kaynaklarına erişme ve bunlardan etkin bir şekilde yararlanma becerilerini kazanmış, bilgi iletişim teknolojilerini verimli kullanabilen, kendisiyle ve toplumla barışık, inisiyatif alan, araştıran, sorgulayan ve eleştirel düşünme becerilerine sahip özgür bireyler yetiştirebilmektir. Bu niteliklere sahip bireylerden oluşacak bir toplumun inşasında en önemli görev ise öğretmenlere düşmektedir.
Eğitim tarihimiz boyunca öğretmenlerimizin nitelikleri, seçimi, çalışma koşulları hakkında sayısız görüşler ortaya atılmış, konu çok farklı boyutlarıyla tartışılmıştır. Günümüzde değişim, tarihin bütün dönemlerinden daha yoğun ve hızlı gerçekleşmektedir. Bu durum beraberinde “öğretmenlik” mesleğine yeni bir perspektiften ve çok boyutlu bir bakış açısıyla yaklaşmayı zorunlu kılmaktadır.
Öğretmenlik mesleğine ilişkin sorun alanları göz önüne alındığında, bunların günlük ve birbirinden bağımsız politikalarla çözülemeyeceği herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Bu sorunların çözümü için sürecin en başında yer alan öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarındaki eğitim öğretim faaliyetlerinden başlayarak istihdam edilen öğretmenlerimizin emekliliklerine kadar devam eden tüm aşamalar bütünsel bir sistemin birbirini etkileyen temel unsurları olarak değerlendirilmelidir. “Öğretmen Strateji Belgesi” bu anlayış doğrultusunda hazırlanmıştır.”
Çok doğru değil mi?
Kaynakça
https://oygm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_07/26174415_Strateji_Belgesi_RG-Ylan-_26.07.2017.pdf
https://www.meb.gov.tr/bakan-ozer-tbmm-plan-ve-butce-komisyonunda-2023-yili-egitim-butcesine-iliskin-sunum-yapti/haber/28055/tr
https://www.meb.gov.tr/bakan-selcuk-mill-egitim-bakanliginin-2021-yili-butce-gorusmeleri-kapsaminda-genel-kurula-hitap-etti/haber/22159/tr
https://www.meb.gov.tr/bakan-yilmaz-tbmm-plan-ve-butce-komisyonunda-sunum-yapti/haber/14898/tr
Son Güncelleme: Perşembe, 15 Aralık 2022 11:28
Gösterim: 997
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
1920 yılından bugüne geçen 98 yılda 66. Milli Eğitim Bakanı olarak görevini sürdüren Prof. Dr. Mahmut Özer de dâhil bu ülkede eğitimin bir ülke meselesi olduğunu söylemeyen bakan olmadı. Yıllarca AK Partinin iktidarda olduğu son 21 yılı değerlendirirken bu uzun süreli dönemde 8 Milli Eğitim Bakanının değişik sürelerle görev aldığını söyleye durduk ve aynı iktidarın bu kadar çok bakan değişikliğine gitmesini eleştirdik.
Ancak tarihi süreçte en uzun süre (Sekiz yıl) Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Âli Yücel’in (28.12.1938-5.8.1946) dönemini saymaz isek Ak Parti iktidarı öncesi Milli Eğitim Balkanlarının da çok uzun süreler görevde kalmamışlardır. 4 ay gibi kısa sürelerde görevde kalan Milli Eğitim Bakanlarımızın olduğunu, bu dönemde uzun soluklu kararlar alarak ülkenin geleceğine dokunacak ve Milli Eğitim’i ileriye taşıyacak politikalar üretildiğini söylemek pek de doğru olmaz.
AK PARTİ ÖNCESİ DÖNEM (1989-2002) |
||||
MEB Bakanları |
|
Göreve Başlama |
|
Görevin Sonlanması |
Avni AKYOL |
|
31.03.1989 |
|
20.11.1991 |
Köksal TOPTAN |
|
20.11.1991 |
|
25.06.1993 |
Nahit MENTEŞE |
|
25.06.1993 |
|
25.10.1993 |
Nevzat AYAZ |
|
25.10.1993 |
|
5.10.1995 |
Turhan TAYAN |
|
5.10.1995 |
|
29.06.1996 |
Mehmet SAĞLAM |
|
29.06.1996 |
|
30.06.1997 |
Hikmet ULUĞBAY |
|
30.06.1997 |
|
11.01.1999 |
Metin BOSTANCIOĞLU |
|
11.01.1999 |
|
9.07.2002 |
Necdet TEKİN |
|
10.07.2002 |
|
19.11.2002 |
AK PARTİ DÖNEMİ (2002- ) |
||||
MEB Bakanları |
|
Göreve Başlama |
|
Görevin Sonlanması |
Erkan MUMCU |
|
19.11.2002 |
|
17.03.2003 |
Hüseyin ÇELİK |
|
17.03.2003 |
|
3.05.2009 |
Nimet ÇUBUKCU |
|
3.05.2009 |
|
7.07.2011 |
Ömer DİNÇER |
|
7.07.2011 |
|
25.01.2013 |
Nabi AVCI |
|
25.01.2013 |
|
23.05.2016 |
İsmet YILMAZ |
|
24.05.2016 |
|
10.07.2018 |
Ziya SELÇUK |
|
10.07.2018 |
|
5.08.2021 |
Mahmut ÖZER |
|
6.08.2021 |
|
|
Ancak son yıllarda arka arkaya gelen ve sadece Türkiye’yi bölgesel anlamda etkileyen değil tüm dünyayı etkileyen pek çok doğal ve sosyolojik olay ve olguların etkisiyle icracı bir bakanlık olan Milli Eğitim’in adındaki gibi hem milli olması hem de geleceğin kurgulanmasında devletin her bir biriminden bir adım önde olması beklenir.
Milli Eğitim’e bağlı kurumlar ve özellikle okullar, bir toplumun sosyalleşmesinde ve değerlerinin bireylere aktarımında en önemli kurumlardan birisidir. Puzzle’ın her bir parçası toplumun tüm parçalarını yansıtırken bitmiş hali bir toplumun bütünsel yansımasıdır. Bu parçalar hem birbirleriyle, hem de bütünle ilişkilidir, parçaların birindeki boşluk bütünü etkiler, eğitimde başlatılan her bir değişim de sosyal yapının diğer parçalarını değişim yönünde etkilediği gibi kendisi de sürekli olarak diğer parçalarda meydana gelen değişimlerden etkilenir; bu etki karşılıklıdır.
Okullar kabuk değiştiren sosyal hayatın ve devlet anlayışının içerisinde işlevleri bakımından eskisi kadar tek çıkış yolu olmadıklarından varlıklarını sürdürebilmek için daha fazla yaratıcı daha fazla dinamik daha fazla üretken ve daha fazla rekabet gücüne erişebilmelidirler. Bunun gerçekleşmesi için mevcut değişimlere, gelişmelere bu güne kadar cevap verebilmiş toplumun önceliklerini önceden keşfetmiş ve tüm yıpratıcı sarsıntılara cevap verebilmiş, tarihsel birikimlerini doğru yönde kullanmış ve halen ayakta kalabilmiş güçlü, kimlikli ve tarihi okulların neyi nasıl yaptıklarına bakmak gerekir.
EĞİTİM BİR ÜLKE MESELESİ OLAMIYOR SANKİ OLAMAZ DA
İki yıl önce tüm dünya Pandemi belasıyla uğraşırken artı eğitim dergisinde yazdığım “2021'de eğitimde ne yaşadık ne öğrendik?” başlıklı makalemde eğitimin bir ülke meselesi olduğunu bir önceki Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un görüşlerinden alıntılarla yazmaya çalışmıştım. Ancak ne öğrendik meselesi maalesef bizim gibi hafızası zayıf toplumlarda maalesef iş görmüyor. Örenciklerimizi ve yaşadıklarımızı çarçabuk unutuveriyoruz.
İnsanımız gibi, eğitim sistemimiz de hassas ve kırılgan bir yapıya sahip bu nedenle eğitim politikalarımız ne sadece MEB’e bırakılacak kadar yalnızlaştırılabilir ne de siyasetin gölgesinde geçiştirilmeye veya geliştirilmeye çalışılan bir alan olarak görülebilir. Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk hocamızın dediği gibi eğitim bir ülke meselesidir, tüm toplumun tüm eğitimcilerin ortak akılla ele alması gereken bir alandır ve partiler üstüdür.
Tek parti iktidarları ya da koalisyon hükümetleri farketmez baktığınızda son 34 yılda 17 farklı isim bakanlık koltuğuna oturmuş. Ortalamaya vursanız 2 yılda bir bakan değişmiş. Bu çerçeveden bakınca
Ülke gündemimizde ne eğitim politikalar üstü bir yer edinebilir kendine ne de bu umudu taşıyan beyinler bu politikaların hayata geçiricisi olabilir.
Dünden bugüne balık hafızalıyız diyorum ya da unutmasak da sürecimizi yönetebilme becerimiz yok maalesef. İki yıl önce salgın felaketi yaşadık ilk, okulları kapattık üstelik dünya tersini yaparken. Yakın tarihte deprem felaketi yaşadık bölgesel tedbirler alacakken yine okulları kapattık üstelik bilim insanları kapatmayın derken.
Bir ülkenin kurtuluşu eğitim ile mümkün ama her kriz durumunda en kolay vazgeçilen nedense eğitim oluyor bu tür felaketler yaşandığında. Maalesef kriz anlarında karar verme insiyatif kullanma, alternatif yaratacak farklı bir düşünce yeşerme alanı bulamıyor kendine. İlk akla gelen ve en kolay olandan başlanıyor tedbir alınmaya. Oysa kriz anlarında kararlar veriye dayalı alınırken bir ekip olma işi, ortak akıl yaratma isteği de organizasyonun bir parçası olmalı. Ülkemizde ise kriz yönetiminde maalesef tek seslilik hüküm sürüyor. Ekip yoksa yalnızsınız ve ideal olana ulaşmanız da mümkün olmuyor.
Küçük bir eğitim grubunda paylaşılan ve Liselerin nasıl 4 yıla çıkarıldığını aktaran anekdottan tutun da araştırmadan, veriye dayanmadan uzun soluklu düşünmeden hızlıca alınıp uygulamaya konan o kadar çok karar var ki maalesefalıştık ve garipsemiyoruz. Bir gün içerisinde Lise giriş sınavlarının kaldırılması (TEOG), aniden dershanelerin kapatılması, Lise Giriş Sınavlarının yeniden uygulamaya konması, Üniversite sınavlarına ilişkin alınan barajların kaldırılması ve sınava ilişkin hayati değişiklikler, okulların açılması ya da kapatılması vb. pek çok örnek.
Eğitim kurumlarının bu süreçteki temel işlevi bireysel ve toplumsal normalleşmeye katkı sağlamaktır.
Biraz hayata dönüş, yeniden canlanma, enerji birikimini salıverme, ilişkileri güçlendirme ve nefes alıp verme alanıdır. Okulların kapalı değil daha çok açık olmasını desteklemeliyiz. Okulların kısa süreli kapalı olması yaşanan travmanın büyüklüğü karşısında bu anlaşılabilir, ancak uzun soluklu ve sağlıklı olan okulların açık tutulmasıdır ve normal olan da budur. Pandemi döneminde olduğu gibi bu normalleşmenin en önemli adımıdır, bundan geri adım atmak da yanılgıdır
Bu gençlik pandemi nedeniyle Lise, deprem nedeniyle de Üniversite eğitiminden yoksun kaldı. Okulları açık tutularak öğretmenlerimizin de öğrencilerimizin de okulun iyileştirici gücüne, birlikte birlik olmaya ihtiyacına destek vermeliyiz.
Eğitim gerçekten kısa vadeli planlamalarla iyileşmiyor. Bu, bu iktidarın değil bu tüm iktidarların sorunu. Her köşeye sıkıştığımızda eğitimden vazgeçiyoruz, bütünlüğümüz yok oluyor ve eğitimi ülke meselesi olma noktasından uzaklaştırıyoruz.
Bu kader midir?
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
1920 yılından bugüne geçen 98 yılda 66. Milli Eğitim Bakanı olarak görevini sürdüren Prof. Dr. Mahmut Özer de dâhil bu ülkede eğitimin bir ülke meselesi olduğunu söylemeyen bakan olmadı. Yıllarca AK Partinin iktidarda olduğu son 21 yılı değerlendirirken bu uzun süreli dönemde 8 Milli Eğitim Bakanının değişik sürelerle görev aldığını söyleye durduk ve aynı iktidarın bu kadar çok bakan değişikliğine gitmesini eleştirdik.
Ancak tarihi süreçte en uzun süre (Sekiz yıl) Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Âli Yücel’in (28.12.1938-5.8.1946) dönemini saymaz isek Ak Parti iktidarı öncesi Milli Eğitim Balkanlarının da çok uzun süreler görevde kalmamışlardır. 4 ay gibi kısa sürelerde görevde kalan Milli Eğitim Bakanlarımızın olduğunu, bu dönemde uzun soluklu kararlar alarak ülkenin geleceğine dokunacak ve Milli Eğitim’i ileriye taşıyacak politikalar üretildiğini söylemek pek de doğru olmaz.
AK PARTİ ÖNCESİ DÖNEM (1989-2002) |
||||
MEB Bakanları |
|
Göreve Başlama |
|
Görevin Sonlanması |
Avni AKYOL |
|
31.03.1989 |
|
20.11.1991 |
Köksal TOPTAN |
|
20.11.1991 |
|
25.06.1993 |
Nahit MENTEŞE |
|
25.06.1993 |
|
25.10.1993 |
Nevzat AYAZ |
|
25.10.1993 |
|
5.10.1995 |
Turhan TAYAN |
|
5.10.1995 |
|
29.06.1996 |
Mehmet SAĞLAM |
|
29.06.1996 |
|
30.06.1997 |
Hikmet ULUĞBAY |
|
30.06.1997 |
|
11.01.1999 |
Metin BOSTANCIOĞLU |
|
11.01.1999 |
|
9.07.2002 |
Necdet TEKİN |
|
10.07.2002 |
|
19.11.2002 |
AK PARTİ DÖNEMİ (2002- ) |
||||
MEB Bakanları |
|
Göreve Başlama |
|
Görevin Sonlanması |
Erkan MUMCU |
|
19.11.2002 |
|
17.03.2003 |
Hüseyin ÇELİK |
|
17.03.2003 |
|
3.05.2009 |
Nimet ÇUBUKCU |
|
3.05.2009 |
|
7.07.2011 |
Ömer DİNÇER |
|
7.07.2011 |
|
25.01.2013 |
Nabi AVCI |
|
25.01.2013 |
|
23.05.2016 |
İsmet YILMAZ |
|
24.05.2016 |
|
10.07.2018 |
Ziya SELÇUK |
|
10.07.2018 |
|
5.08.2021 |
Mahmut ÖZER |
|
6.08.2021 |
|
|
Ancak son yıllarda arka arkaya gelen ve sadece Türkiye’yi bölgesel anlamda etkileyen değil tüm dünyayı etkileyen pek çok doğal ve sosyolojik olay ve olguların etkisiyle icracı bir bakanlık olan Milli Eğitim’in adındaki gibi hem milli olması hem de geleceğin kurgulanmasında devletin her bir biriminden bir adım önde olması beklenir.
Milli Eğitim’e bağlı kurumlar ve özellikle okullar, bir toplumun sosyalleşmesinde ve değerlerinin bireylere aktarımında en önemli kurumlardan birisidir. Puzzle’ın her bir parçası toplumun tüm parçalarını yansıtırken bitmiş hali bir toplumun bütünsel yansımasıdır. Bu parçalar hem birbirleriyle, hem de bütünle ilişkilidir, parçaların birindeki boşluk bütünü etkiler, eğitimde başlatılan her bir değişim de sosyal yapının diğer parçalarını değişim yönünde etkilediği gibi kendisi de sürekli olarak diğer parçalarda meydana gelen değişimlerden etkilenir; bu etki karşılıklıdır.
Okullar kabuk değiştiren sosyal hayatın ve devlet anlayışının içerisinde işlevleri bakımından eskisi kadar tek çıkış yolu olmadıklarından varlıklarını sürdürebilmek için daha fazla yaratıcı daha fazla dinamik daha fazla üretken ve daha fazla rekabet gücüne erişebilmelidirler. Bunun gerçekleşmesi için mevcut değişimlere, gelişmelere bu güne kadar cevap verebilmiş toplumun önceliklerini önceden keşfetmiş ve tüm yıpratıcı sarsıntılara cevap verebilmiş, tarihsel birikimlerini doğru yönde kullanmış ve halen ayakta kalabilmiş güçlü, kimlikli ve tarihi okulların neyi nasıl yaptıklarına bakmak gerekir.
EĞİTİM BİR ÜLKE MESELESİ OLAMIYOR SANKİ OLAMAZ DA
İki yıl önce tüm dünya Pandemi belasıyla uğraşırken artı eğitim dergisinde yazdığım “2021'de eğitimde ne yaşadık ne öğrendik?” başlıklı makalemde eğitimin bir ülke meselesi olduğunu bir önceki Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’un görüşlerinden alıntılarla yazmaya çalışmıştım. Ancak ne öğrendik meselesi maalesef bizim gibi hafızası zayıf toplumlarda maalesef iş görmüyor. Örenciklerimizi ve yaşadıklarımızı çarçabuk unutuveriyoruz.
İnsanımız gibi, eğitim sistemimiz de hassas ve kırılgan bir yapıya sahip bu nedenle eğitim politikalarımız ne sadece MEB’e bırakılacak kadar yalnızlaştırılabilir ne de siyasetin gölgesinde geçiştirilmeye veya geliştirilmeye çalışılan bir alan olarak görülebilir. Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk hocamızın dediği gibi eğitim bir ülke meselesidir, tüm toplumun tüm eğitimcilerin ortak akılla ele alması gereken bir alandır ve partiler üstüdür.
Tek parti iktidarları ya da koalisyon hükümetleri farketmez baktığınızda son 34 yılda 17 farklı isim bakanlık koltuğuna oturmuş. Ortalamaya vursanız 2 yılda bir bakan değişmiş. Bu çerçeveden bakınca
Ülke gündemimizde ne eğitim politikalar üstü bir yer edinebilir kendine ne de bu umudu taşıyan beyinler bu politikaların hayata geçiricisi olabilir.
Dünden bugüne balık hafızalıyız diyorum ya da unutmasak da sürecimizi yönetebilme becerimiz yok maalesef. İki yıl önce salgın felaketi yaşadık ilk, okulları kapattık üstelik dünya tersini yaparken. Yakın tarihte deprem felaketi yaşadık bölgesel tedbirler alacakken yine okulları kapattık üstelik bilim insanları kapatmayın derken.
Bir ülkenin kurtuluşu eğitim ile mümkün ama her kriz durumunda en kolay vazgeçilen nedense eğitim oluyor bu tür felaketler yaşandığında. Maalesef kriz anlarında karar verme insiyatif kullanma, alternatif yaratacak farklı bir düşünce yeşerme alanı bulamıyor kendine. İlk akla gelen ve en kolay olandan başlanıyor tedbir alınmaya. Oysa kriz anlarında kararlar veriye dayalı alınırken bir ekip olma işi, ortak akıl yaratma isteği de organizasyonun bir parçası olmalı. Ülkemizde ise kriz yönetiminde maalesef tek seslilik hüküm sürüyor. Ekip yoksa yalnızsınız ve ideal olana ulaşmanız da mümkün olmuyor.
Küçük bir eğitim grubunda paylaşılan ve Liselerin nasıl 4 yıla çıkarıldığını aktaran anekdottan tutun da araştırmadan, veriye dayanmadan uzun soluklu düşünmeden hızlıca alınıp uygulamaya konan o kadar çok karar var ki maalesefalıştık ve garipsemiyoruz. Bir gün içerisinde Lise giriş sınavlarının kaldırılması (TEOG), aniden dershanelerin kapatılması, Lise Giriş Sınavlarının yeniden uygulamaya konması, Üniversite sınavlarına ilişkin alınan barajların kaldırılması ve sınava ilişkin hayati değişiklikler, okulların açılması ya da kapatılması vb. pek çok örnek.
Eğitim kurumlarının bu süreçteki temel işlevi bireysel ve toplumsal normalleşmeye katkı sağlamaktır.
Biraz hayata dönüş, yeniden canlanma, enerji birikimini salıverme, ilişkileri güçlendirme ve nefes alıp verme alanıdır. Okulların kapalı değil daha çok açık olmasını desteklemeliyiz. Okulların kısa süreli kapalı olması yaşanan travmanın büyüklüğü karşısında bu anlaşılabilir, ancak uzun soluklu ve sağlıklı olan okulların açık tutulmasıdır ve normal olan da budur. Pandemi döneminde olduğu gibi bu normalleşmenin en önemli adımıdır, bundan geri adım atmak da yanılgıdır
Bu gençlik pandemi nedeniyle Lise, deprem nedeniyle de Üniversite eğitiminden yoksun kaldı. Okulları açık tutularak öğretmenlerimizin de öğrencilerimizin de okulun iyileştirici gücüne, birlikte birlik olmaya ihtiyacına destek vermeliyiz.
Eğitim gerçekten kısa vadeli planlamalarla iyileşmiyor. Bu, bu iktidarın değil bu tüm iktidarların sorunu. Her köşeye sıkıştığımızda eğitimden vazgeçiyoruz, bütünlüğümüz yok oluyor ve eğitimi ülke meselesi olma noktasından uzaklaştırıyoruz.
Bu kader midir?
Son Güncelleme: Pazartesi, 01 May 2023 11:56
Gösterim: 1816
Alpaslan Dartan – Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

19 Kasım 2022 tarihinde yapılacak olan yazılı sınavın dayanak alındığı yönetmelik ne bugün var oldu ne de 4 Şubat 2022 tarihinde Meclisten geçen ve 12 maddeden oluşan “Öğretmenlik Meslek Kanunu”nun içeriğinde yer aldı. Söz konusu sınav ve yönetmelik 2005 yılında Resmi Gazetede yayımlanan ‘Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği’nin bugün uygulamaya konulmuş yıllar içerisindeki ikinci sınavıdır.
Bu yönetmelik ile öğretmenlik mesleği üç basamağa ayrılmış, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak sınıflandırılmışlardır. Yönetmelikte kariyeri gerekli yeterlikler kazanılarak ilerlemek şeklinde tanımlayan MEB bu yeterlikler için yakın zamanda internet üzerinden eğitimlere de başladı.
Uzman öğretmenlik eğitimleri 18 Temmuz-5 Eylül, başöğretmenlik eğitimleri ise 18 Temmuz-19 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Yazılı sınav başvuruları 26 Eylül-3 Ekim tarihlerinde alındı, sınav ise 19 Kasım'da 81 ilde gerçekleştirilecek, sonuçlar da 12 Aralık'ta duyurulacak. Başarılı olanlara yönelik hazırlanacak sertifikalar da öğretmenlere 4 Ocak 2023'te verilecek. Uzman öğretmen/başöğretmen unvanı alan öğretmenler, 15 Ocak 2023'ten itibaren bu unvanlar için öngörülen eğitim öğretim tazminatından yararlandırılacaklar.
Milli Eğitim Bakanlığı, bir milyonu aşkın öğretmen içerisinden yukarıda sözü edilen Öğretmenlik Kariyer Basamakları Eğitimine 603 bin 864 başvuru alındığını belirterek, "Bu başvuruların 533 bin 359'u uzman öğretmenlik, 70 bin 505'i başöğretmenlik alanında yapıldığını açıkladı. Özel öğretim kurumlarındaki öğretmenlerden de 280'inin başöğretmenlik, 9 bin 724'ünün uzman öğretmenlik olmak üzere toplam 10 bin 4 başvurunun geldiğini, ayrıca, yüksek lisans yapmış 88 bin 758 öğretmenin uzman öğretmenliğe, doktora yapan 277 öğretmenin de başöğretmenliğe sınavsız geçişlerinin yapılacağı bilgisini de ayrıca açıkladı.
GERÇEK BİR FIRTINA!
İşin kısa özeti sınav ya da sınava hazırlık süreci eğitimler basit görünmekle beraber içinde kopardığı da gerçek bir fırtına. Bu yasa ile en basitinden öğretmenlerin motivasyonlarını artırmanın, toplumsal algılarını güçlendirmenin ve özlük hakları açısından ücretlerini artırmanın yolu olarak bu sınav seçilmiş. Aslına bakarsanız verilen ya da alınması planlanan unvanların (uzman öğretmen/başöğretmen) karşılığı alınacak olan ücret artışlarından çok çok daha büyük anlamlar ifade etmektedir, bu nedenle de bu beklentileri karşılamanın ve ücretleri artırmanın tek yolunun bile isteye bu öğretmenleri ayrıştırmaktan geçmemeli diye düşünüyorum. Bu nedenle aynı işi yapan öğretmenlerin farklı ücretler ile aynı okulda aynı sınıf seviyesinde farklı şubelerde derse girdiği gerçek zaman diliminde ortaya çıkacak eşitsizlik ve adaletsizlik ayrıca önemli bir sorundur.
Akademide kariyer basamakları nasıl şekilleniyor, alan uzmanlığı nasıl kazanılıyor? Akademisyenler yaptıkları çalışmalarla lisans, yüksek lisans, doktora, doktor öğretim üyeliği ile doçent veya profesörlük unvanlarına sahip oluyorlar ve her basamakta ücret artışları nasıl bir artış gösteriyor. Şimdiki gibi hazırlanılan bilimsel araştırmalar ve bu araştırmaların sonucunda yazılan tezler, yayınlanan makaleler, bilimsel jüri üyelerine yapılan sunumlar ve sonuçta kabul alan tez çalışmalarıyla elde edilen unvanlar ve kazanımlar. Şimdi bu kariyer basamakları için sadece sınavlara girselerdi nasıl olurdu?
Bu açıdan bakınca öğretmenlerin sınavlar ile ilgili olarak dile getirdikleri tepkilerin pek çoğu anlaşılabilir. Ancak bu tepkilerin zamanı geçmiştir, yönetmeliğin ilk çıktığı 2005 yılı önemliydi, hatta kanunun çıktığı 4 Şubat 2022 bile olabilirdi bu tepkiler için. Elbette tepki vardı biliyorum ama yeterince güçlü değildi onu da biliyorum.
Öncelikle 100 soruluk çoktan seçmeli bir sınavla, öğretmenleri sınıflandırmak başlı başına bir problem. Öğretmenler, psikologlar veliler ve hatta öğrenciler girilen ulusal sınav sonuçlarına bakarak çoğu öğrencimize “Sınav” sadece bir değerlendirme sürecidir ve senin gerçek performansının tek başına belirleyicisi değildir diyoruz hem moral anlamında hem de inandığımız düşünce olduğu için. Peki, ülkemizde görevli bir milyonu aşkın öğretmenlerin yarıdan biraz fazlası bu eğitimlere ve sınava girmeyi gerekli görüyorsa, sınav sonuçların açıklanmasından sonra yaşanabileceklere ne diyeceğiz, hiçbir şey.
Öğretmenler olarak çalıştığımız kurumlarda /okullarda ne yapıyoruz öğrenci başarısını ölçmek için? Yazılı sınavlar, performans değerlendirmeleri ve bir yıl içerisinde alabilecekleri projelerinden sorumlusunuz diyoruz öğrencilerimize. Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde ölçme ve değerlendirmenin genel esasları başlığı altında 43. Maddeye bakıldığında aşağıdaki esaslar gözetilir diyor.
- Öğrencilerin başarısı; öğretim programı öğrenme kazanımları esas alınarak dersin özelliğine göre yazılı sınavlar, uygulamalı sınavlar, performans çalışmaları ve projeler ile işletmelerde beceri eğitiminde alınan puanlara göre tespit edilir. Öğretmen, ölçme ve değerlendirme yöntem ve araçlarıyla öğrencinin programlarda amaçlanan bilgi ve becerileri kazanıp kazanmadığını sürekli izler ve değerlendirir. Öğrencilerin durumunu belirlemeye yönelik faaliyetler, ders ve etkinliklere katılım ile performans çalışmalarından oluşur.
Bakınız öğrencilere yaptığımızı performanslarını değerlendirirken ya da özlük haklarını koruma aşamasında öğretmenlerimize yapamıyoruz. Bir sınav ile ve sonrasındaki çok da net olmayan değerlendirme yöntemleriyle ücret artışı kıskacına sokulmuş bir düzenleme ile süreci yönetiyoruz ve üstelik uygulamanın sürekliliğini sağlayamadan. Bildiğim kadarı ile Milli Eğitimde (az bir süre de olsa çalıştığım için) resmi kurumlarda öğretmenler arasında kıdeme bağlı ücret farklılıkları çok yüksek değildir. Ancak bu sınav uygulaması ile bu fark oldukça artacak, üstelik sadece çoktan seçmeli bir sınav sonucuna bakarak.
Öğretmenlik Meslek Kanunu, öğretmenliğin özel bir kanuna kavuşması amacı ile tüm öğretmenlerin yıllardır talep ettiği, öğretmenlerce eksikliği hissedilen bir hak temelli bir yasal düzenlemedir. Ancak gerçekte mevcut halinin bu beklentiyi karşıladığı söylenemez. Mevcut kanunda tüm eğitim paydaşlarının ortak aklı ile ve siyasilerin desteği ile çoğunluğun kabul edebileceği yeni bir yasal düzenleme yapılabilir inancındayım. Bunun için de zaman gerektiğinin farkındayım.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan – Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

19 Kasım 2022 tarihinde yapılacak olan yazılı sınavın dayanak alındığı yönetmelik ne bugün var oldu ne de 4 Şubat 2022 tarihinde Meclisten geçen ve 12 maddeden oluşan “Öğretmenlik Meslek Kanunu”nun içeriğinde yer aldı. Söz konusu sınav ve yönetmelik 2005 yılında Resmi Gazetede yayımlanan ‘Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği’nin bugün uygulamaya konulmuş yıllar içerisindeki ikinci sınavıdır.
Bu yönetmelik ile öğretmenlik mesleği üç basamağa ayrılmış, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak sınıflandırılmışlardır. Yönetmelikte kariyeri gerekli yeterlikler kazanılarak ilerlemek şeklinde tanımlayan MEB bu yeterlikler için yakın zamanda internet üzerinden eğitimlere de başladı.
Uzman öğretmenlik eğitimleri 18 Temmuz-5 Eylül, başöğretmenlik eğitimleri ise 18 Temmuz-19 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Yazılı sınav başvuruları 26 Eylül-3 Ekim tarihlerinde alındı, sınav ise 19 Kasım'da 81 ilde gerçekleştirilecek, sonuçlar da 12 Aralık'ta duyurulacak. Başarılı olanlara yönelik hazırlanacak sertifikalar da öğretmenlere 4 Ocak 2023'te verilecek. Uzman öğretmen/başöğretmen unvanı alan öğretmenler, 15 Ocak 2023'ten itibaren bu unvanlar için öngörülen eğitim öğretim tazminatından yararlandırılacaklar.
Milli Eğitim Bakanlığı, bir milyonu aşkın öğretmen içerisinden yukarıda sözü edilen Öğretmenlik Kariyer Basamakları Eğitimine 603 bin 864 başvuru alındığını belirterek, "Bu başvuruların 533 bin 359'u uzman öğretmenlik, 70 bin 505'i başöğretmenlik alanında yapıldığını açıkladı. Özel öğretim kurumlarındaki öğretmenlerden de 280'inin başöğretmenlik, 9 bin 724'ünün uzman öğretmenlik olmak üzere toplam 10 bin 4 başvurunun geldiğini, ayrıca, yüksek lisans yapmış 88 bin 758 öğretmenin uzman öğretmenliğe, doktora yapan 277 öğretmenin de başöğretmenliğe sınavsız geçişlerinin yapılacağı bilgisini de ayrıca açıkladı.
GERÇEK BİR FIRTINA!
İşin kısa özeti sınav ya da sınava hazırlık süreci eğitimler basit görünmekle beraber içinde kopardığı da gerçek bir fırtına. Bu yasa ile en basitinden öğretmenlerin motivasyonlarını artırmanın, toplumsal algılarını güçlendirmenin ve özlük hakları açısından ücretlerini artırmanın yolu olarak bu sınav seçilmiş. Aslına bakarsanız verilen ya da alınması planlanan unvanların (uzman öğretmen/başöğretmen) karşılığı alınacak olan ücret artışlarından çok çok daha büyük anlamlar ifade etmektedir, bu nedenle de bu beklentileri karşılamanın ve ücretleri artırmanın tek yolunun bile isteye bu öğretmenleri ayrıştırmaktan geçmemeli diye düşünüyorum. Bu nedenle aynı işi yapan öğretmenlerin farklı ücretler ile aynı okulda aynı sınıf seviyesinde farklı şubelerde derse girdiği gerçek zaman diliminde ortaya çıkacak eşitsizlik ve adaletsizlik ayrıca önemli bir sorundur.
Akademide kariyer basamakları nasıl şekilleniyor, alan uzmanlığı nasıl kazanılıyor? Akademisyenler yaptıkları çalışmalarla lisans, yüksek lisans, doktora, doktor öğretim üyeliği ile doçent veya profesörlük unvanlarına sahip oluyorlar ve her basamakta ücret artışları nasıl bir artış gösteriyor. Şimdiki gibi hazırlanılan bilimsel araştırmalar ve bu araştırmaların sonucunda yazılan tezler, yayınlanan makaleler, bilimsel jüri üyelerine yapılan sunumlar ve sonuçta kabul alan tez çalışmalarıyla elde edilen unvanlar ve kazanımlar. Şimdi bu kariyer basamakları için sadece sınavlara girselerdi nasıl olurdu?
Bu açıdan bakınca öğretmenlerin sınavlar ile ilgili olarak dile getirdikleri tepkilerin pek çoğu anlaşılabilir. Ancak bu tepkilerin zamanı geçmiştir, yönetmeliğin ilk çıktığı 2005 yılı önemliydi, hatta kanunun çıktığı 4 Şubat 2022 bile olabilirdi bu tepkiler için. Elbette tepki vardı biliyorum ama yeterince güçlü değildi onu da biliyorum.
Öncelikle 100 soruluk çoktan seçmeli bir sınavla, öğretmenleri sınıflandırmak başlı başına bir problem. Öğretmenler, psikologlar veliler ve hatta öğrenciler girilen ulusal sınav sonuçlarına bakarak çoğu öğrencimize “Sınav” sadece bir değerlendirme sürecidir ve senin gerçek performansının tek başına belirleyicisi değildir diyoruz hem moral anlamında hem de inandığımız düşünce olduğu için. Peki, ülkemizde görevli bir milyonu aşkın öğretmenlerin yarıdan biraz fazlası bu eğitimlere ve sınava girmeyi gerekli görüyorsa, sınav sonuçların açıklanmasından sonra yaşanabileceklere ne diyeceğiz, hiçbir şey.
Öğretmenler olarak çalıştığımız kurumlarda /okullarda ne yapıyoruz öğrenci başarısını ölçmek için? Yazılı sınavlar, performans değerlendirmeleri ve bir yıl içerisinde alabilecekleri projelerinden sorumlusunuz diyoruz öğrencilerimize. Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde ölçme ve değerlendirmenin genel esasları başlığı altında 43. Maddeye bakıldığında aşağıdaki esaslar gözetilir diyor.
- Öğrencilerin başarısı; öğretim programı öğrenme kazanımları esas alınarak dersin özelliğine göre yazılı sınavlar, uygulamalı sınavlar, performans çalışmaları ve projeler ile işletmelerde beceri eğitiminde alınan puanlara göre tespit edilir. Öğretmen, ölçme ve değerlendirme yöntem ve araçlarıyla öğrencinin programlarda amaçlanan bilgi ve becerileri kazanıp kazanmadığını sürekli izler ve değerlendirir. Öğrencilerin durumunu belirlemeye yönelik faaliyetler, ders ve etkinliklere katılım ile performans çalışmalarından oluşur.
Bakınız öğrencilere yaptığımızı performanslarını değerlendirirken ya da özlük haklarını koruma aşamasında öğretmenlerimize yapamıyoruz. Bir sınav ile ve sonrasındaki çok da net olmayan değerlendirme yöntemleriyle ücret artışı kıskacına sokulmuş bir düzenleme ile süreci yönetiyoruz ve üstelik uygulamanın sürekliliğini sağlayamadan. Bildiğim kadarı ile Milli Eğitimde (az bir süre de olsa çalıştığım için) resmi kurumlarda öğretmenler arasında kıdeme bağlı ücret farklılıkları çok yüksek değildir. Ancak bu sınav uygulaması ile bu fark oldukça artacak, üstelik sadece çoktan seçmeli bir sınav sonucuna bakarak.
Öğretmenlik Meslek Kanunu, öğretmenliğin özel bir kanuna kavuşması amacı ile tüm öğretmenlerin yıllardır talep ettiği, öğretmenlerce eksikliği hissedilen bir hak temelli bir yasal düzenlemedir. Ancak gerçekte mevcut halinin bu beklentiyi karşıladığı söylenemez. Mevcut kanunda tüm eğitim paydaşlarının ortak aklı ile ve siyasilerin desteği ile çoğunluğun kabul edebileceği yeni bir yasal düzenleme yapılabilir inancındayım. Bunun için de zaman gerektiğinin farkındayım.
Son Güncelleme: Pazartesi, 05 Eylül 2022 16:23
Gösterim: 980