Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Sabah Gazetesi Yazarı Emre Aköz’ün bugünkü yazısı.

Tahmin ettiğim gibi oldu: Türkçenin, Kemalist zihniyet tarafından tıraşlanmasına değinen dünkü yazıma çok sayıda mesaj geldi.

Okurlarımızın en çok takıldıkları noktalardan biri Arap alfabesi ile Japon alfabesini karşılaştırmam oldu. Konuyu biraz açayım...

1900'lü yılların başına kadar Doğu'nun "tabiatı gereği" geri olduğu ve hep geri kalacağı söylenirdi bir kısım Batılı düşünür ve onlara hayran Doğulu aydınlar tarafından...

Ancak 1905'te Japonlar, Ruslara çok ağır bir yenilgi tattırınca, bu bakış açısı ciddi biçimde sarsıldı.

Doğunun da gelişebileceği kabul edildi. Daha da önemlisi, bu işi, kendi değerlerini, inançlarını yitirmeden yapabileceği görüldü. Böylece Japonya imrenilen bir ülke, örnek alınan bir model oluşturdu.

Japonlar inançlarından da, insan ilişkilerinden de, gayet zor öğrenilen alfabelerinden de taviz vermemişlerdi. Sadece üretim biçimlerini, iş yapma tarzlarını değiştirdiler (ki elbette bu da çok büyük bir dönüşümdü.)

Elbette geri gidilmeyecek

Gelelim bize... 1928'de Arap alfabesini bırakıp Latin alfabesine geçtik. Peki bunun gerekçesi neydi?

İlkokuldan başlayarak, bizlere şunlar söylendi: 1) Arap alfabesini öğrenmek zordur... 2) Arap alfabesi gelişmemize engeldir... 3) Arap alfabesi Türkçeye uygun değildir.

Arkadaşlar! Bu saatten sonra elbette alfabemizi değiştirmemizi önermeyeceğim. Milyonlarca insanımız Latin alfabesiyle okuma yazmayı öğrendi, tıkır tıkır kullanıyor. Bugün birileri, "Hadi Arap alfabesine dönelim" dese, önce ben karşı çıkarım.

Japonya örneği önemli

Ancak şunu bilelim: Yukarıda sayılan üç gerekçe de kocaman birer palavradır. Teker teker anlatayım:

1) Boğaziçi'nde okurken bir ara merak sarıp seçmeli olarak Osmanlıca dersi almıştım. Birkaç saat dersten sonra Orhan Veli'nin İstanbul'u Dinliyorum adlı şiirini kitaptan okuyabiliyordum. (Kısaltmalardan dolayı el yazısını okumanın zor olduğu söylenir ama matbu Osmanlıca hiç de zor değil.)

Osmanlı çocukları yüzlerce yıl boyunca bu alfabeyi öğrenerek yetişti ve koca bir imparatorluğu yönetti... Cumhuriyet çocukları niye öğrenemesin?

2) Alfabe denilen yazı kodu ekonomik gelişmeye engel olsaydı, herhalde Japonlar dünyanın en geri ülkelerinden biri olurdu. Çünkü Japon alfabesi, Japonlar için dahi zor bir araç.

3) "Arap alfabesi Türkçeye uygun değil" diyenlere sormak gerek: Latin alfabesi sanki çok mu uygun? Adı üstünde, "Latin" alfabesi; onu da "sonradan" aldı Türkler.

Günümüzde kimi ülkelerde Türkçe, Kiril alfabesiyle yazılıyor; ona ne buyrulur? Eğer dildeki bazı sesleri ifade etmek zor oluyorsa, alfabede reform yaparsın olur biter.

Kürtçedeki ‘X’

Not: "28 Şubat", "Ergenekon", "darbeciler" hakkında yazmama alışmış olan bazı okurlar, bu tip konulara (mesela alfabe) değinmemi yadırgıyor.

Evet çok sıcak bir konu değil. Ancak, dil meselesi hep gündemimizde... Örneğin Kürtler, Kürtçedeki genizden söylenen "hı-he" sesini ifade etmek için kullandıkları "X" harfinin alfabeye alınmasını istiyor.

Düşünün: Batıdan alfabe ithal etmiş bir devletimiz var... Ancak Latin alfabesindeki "X" harfini almayı reddediyor. Ulus devlet ne acayip bir organizasyon, değil mi? Bir yaptığı bir yaptığını tutmuyor.

> Eski alfabe gelişmemize engel miydi?

Sabah Gazetesi Yazarı Emre Aköz’ün bugünkü yazısı.

Tahmin ettiğim gibi oldu: Türkçenin, Kemalist zihniyet tarafından tıraşlanmasına değinen dünkü yazıma çok sayıda mesaj geldi.

Okurlarımızın en çok takıldıkları noktalardan biri Arap alfabesi ile Japon alfabesini karşılaştırmam oldu. Konuyu biraz açayım...

1900'lü yılların başına kadar Doğu'nun "tabiatı gereği" geri olduğu ve hep geri kalacağı söylenirdi bir kısım Batılı düşünür ve onlara hayran Doğulu aydınlar tarafından...

Ancak 1905'te Japonlar, Ruslara çok ağır bir yenilgi tattırınca, bu bakış açısı ciddi biçimde sarsıldı.

Doğunun da gelişebileceği kabul edildi. Daha da önemlisi, bu işi, kendi değerlerini, inançlarını yitirmeden yapabileceği görüldü. Böylece Japonya imrenilen bir ülke, örnek alınan bir model oluşturdu.

Japonlar inançlarından da, insan ilişkilerinden de, gayet zor öğrenilen alfabelerinden de taviz vermemişlerdi. Sadece üretim biçimlerini, iş yapma tarzlarını değiştirdiler (ki elbette bu da çok büyük bir dönüşümdü.)

Elbette geri gidilmeyecek

Gelelim bize... 1928'de Arap alfabesini bırakıp Latin alfabesine geçtik. Peki bunun gerekçesi neydi?

İlkokuldan başlayarak, bizlere şunlar söylendi: 1) Arap alfabesini öğrenmek zordur... 2) Arap alfabesi gelişmemize engeldir... 3) Arap alfabesi Türkçeye uygun değildir.

Arkadaşlar! Bu saatten sonra elbette alfabemizi değiştirmemizi önermeyeceğim. Milyonlarca insanımız Latin alfabesiyle okuma yazmayı öğrendi, tıkır tıkır kullanıyor. Bugün birileri, "Hadi Arap alfabesine dönelim" dese, önce ben karşı çıkarım.

Japonya örneği önemli

Ancak şunu bilelim: Yukarıda sayılan üç gerekçe de kocaman birer palavradır. Teker teker anlatayım:

1) Boğaziçi'nde okurken bir ara merak sarıp seçmeli olarak Osmanlıca dersi almıştım. Birkaç saat dersten sonra Orhan Veli'nin İstanbul'u Dinliyorum adlı şiirini kitaptan okuyabiliyordum. (Kısaltmalardan dolayı el yazısını okumanın zor olduğu söylenir ama matbu Osmanlıca hiç de zor değil.)

Osmanlı çocukları yüzlerce yıl boyunca bu alfabeyi öğrenerek yetişti ve koca bir imparatorluğu yönetti... Cumhuriyet çocukları niye öğrenemesin?

2) Alfabe denilen yazı kodu ekonomik gelişmeye engel olsaydı, herhalde Japonlar dünyanın en geri ülkelerinden biri olurdu. Çünkü Japon alfabesi, Japonlar için dahi zor bir araç.

3) "Arap alfabesi Türkçeye uygun değil" diyenlere sormak gerek: Latin alfabesi sanki çok mu uygun? Adı üstünde, "Latin" alfabesi; onu da "sonradan" aldı Türkler.

Günümüzde kimi ülkelerde Türkçe, Kiril alfabesiyle yazılıyor; ona ne buyrulur? Eğer dildeki bazı sesleri ifade etmek zor oluyorsa, alfabede reform yaparsın olur biter.

Kürtçedeki ‘X’

Not: "28 Şubat", "Ergenekon", "darbeciler" hakkında yazmama alışmış olan bazı okurlar, bu tip konulara (mesela alfabe) değinmemi yadırgıyor.

Evet çok sıcak bir konu değil. Ancak, dil meselesi hep gündemimizde... Örneğin Kürtler, Kürtçedeki genizden söylenen "hı-he" sesini ifade etmek için kullandıkları "X" harfinin alfabeye alınmasını istiyor.

Düşünün: Batıdan alfabe ithal etmiş bir devletimiz var... Ancak Latin alfabesindeki "X" harfini almayı reddediyor. Ulus devlet ne acayip bir organizasyon, değil mi? Bir yaptığı bir yaptığını tutmuyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 09:18

Gösterim: 2043

Sabah Gazetesi Yazarı Yaşar Özay’ın bugünkü yazısı.

63 milletten öğrenciyi KKTC'de buluşturan Yakın Doğu Üniversitesi, uluslararası araştırmalarla öne çıkıyor. Amaç, Kuzey Kıbrıs'ı eğitim adası haline getirmek

1988'de Kuzey Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşa'da kurulan Yakın Doğu Üniversitesi, bugün 63 milletten 20 bin öğrencinin eğitim gördüğü uluslararası bir okul konumunda. Çağdaş bir kampus alanında yer alan üniversite bünyesinde 16 fakülte ve 4 yüksekokul var. Yakın Doğu Üniversitesi kampusunda bulunan üniversiteye akademik bir özellik kazandıran İleri Araştırmalar Merkezi'nde ise uluslararası bilimsel araştırmalar yürütülüyor. Bu yıl 25'inci yılını kutlayan Yakın Doğu Üniversitesi'nin tek amacı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) bir eğitim adası haline getirmek. Bu konuda adada eğitim vermek isteyen tüm eğitim kurumlarına kucak açıyor. Çünkü adadan mezun olan öğrenciler, KKTC'nin fahri temsilcisi gibi gittikleri ülkelerde çalışıyorlar.

SÜPER BİLGİSAYAR

Yakın Doğu Üniversitesi'nde öğrencilerin yarısı burslu eğitim görüyor. ÖSYM bursları dediğimiz, tam ve yarı eğitim burslarının dışında, sporcu bursu, 3'üncü ülke vatandaşı bursu, KKTC vatandaşı bursu gibi olanaklar da var. Bunun yanında yurt, yemek ve öğrenim masraflarını birleştiren "ekonomik paket" programları da sunuluyor. Yakın Doğu Üniversitesi'nin uluslararası standartlardaki çalışmaları KKTC'nin de adını dünya bilim çevresinde duyurmasını sağlıyor. Bunlardan en önemlisi de hesaplama hızı ve kapasitesiyle kurulduğu yıl, dünya üniversiteleri arasında 13'üncü sırada yer alan Yakın Doğu Üniversitesi "Süper Bilgisayarı". Yakın coğrafyadaki en güçlü 2'nci bilgisayar olma özelliğini taşıyan bilgisayar bugüne kadar dünya çapındaki araştırmalara önemli katkılar sağladı. Hatta "Süper Bilgisayar" sayesinde KKTC, yüzyılın deneyi olarak bilinen ve CERN tarafından yürütülen Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider-LHC) deneyine katkı sağlayan 30 ülkeden biri oldu.

RUMLAR TÜRK HEKİMLERE KOŞUYOR

Yakın Doğu Hastanesi, Akdeniz'in son teknolojiyle donatılmış tek hastanesi. Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, KKTC'den Rumların, bu hastanedeki olanaklar nedeniyle akın akın tedaviye geldiklerini söylüyor. Günsel, "Kendilerini Türk doktorlara emanet eden Rumlara by pass ameliyatı yapıyoruz" diyor.

NETWORK ZENGİNİ OLUYOR

Kuzey Kıbrıs'ın akademik kadro, fakülte ve öğrenci bazında en büyüğü Yakın Doğu Üniversitesi. Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, "63 ülkeden 20 bin öğrenciye 76 bölümde eğitim veriyoruz. Her zaman için en büyük sermayeniz kişisel networkümüzdür" diyor.

> Amaç: Kuzey Kıbrısı eğitim adası yapmak

Sabah Gazetesi Yazarı Yaşar Özay’ın bugünkü yazısı.

63 milletten öğrenciyi KKTC'de buluşturan Yakın Doğu Üniversitesi, uluslararası araştırmalarla öne çıkıyor. Amaç, Kuzey Kıbrıs'ı eğitim adası haline getirmek

1988'de Kuzey Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşa'da kurulan Yakın Doğu Üniversitesi, bugün 63 milletten 20 bin öğrencinin eğitim gördüğü uluslararası bir okul konumunda. Çağdaş bir kampus alanında yer alan üniversite bünyesinde 16 fakülte ve 4 yüksekokul var. Yakın Doğu Üniversitesi kampusunda bulunan üniversiteye akademik bir özellik kazandıran İleri Araştırmalar Merkezi'nde ise uluslararası bilimsel araştırmalar yürütülüyor. Bu yıl 25'inci yılını kutlayan Yakın Doğu Üniversitesi'nin tek amacı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) bir eğitim adası haline getirmek. Bu konuda adada eğitim vermek isteyen tüm eğitim kurumlarına kucak açıyor. Çünkü adadan mezun olan öğrenciler, KKTC'nin fahri temsilcisi gibi gittikleri ülkelerde çalışıyorlar.

SÜPER BİLGİSAYAR

Yakın Doğu Üniversitesi'nde öğrencilerin yarısı burslu eğitim görüyor. ÖSYM bursları dediğimiz, tam ve yarı eğitim burslarının dışında, sporcu bursu, 3'üncü ülke vatandaşı bursu, KKTC vatandaşı bursu gibi olanaklar da var. Bunun yanında yurt, yemek ve öğrenim masraflarını birleştiren "ekonomik paket" programları da sunuluyor. Yakın Doğu Üniversitesi'nin uluslararası standartlardaki çalışmaları KKTC'nin de adını dünya bilim çevresinde duyurmasını sağlıyor. Bunlardan en önemlisi de hesaplama hızı ve kapasitesiyle kurulduğu yıl, dünya üniversiteleri arasında 13'üncü sırada yer alan Yakın Doğu Üniversitesi "Süper Bilgisayarı". Yakın coğrafyadaki en güçlü 2'nci bilgisayar olma özelliğini taşıyan bilgisayar bugüne kadar dünya çapındaki araştırmalara önemli katkılar sağladı. Hatta "Süper Bilgisayar" sayesinde KKTC, yüzyılın deneyi olarak bilinen ve CERN tarafından yürütülen Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider-LHC) deneyine katkı sağlayan 30 ülkeden biri oldu.

RUMLAR TÜRK HEKİMLERE KOŞUYOR

Yakın Doğu Hastanesi, Akdeniz'in son teknolojiyle donatılmış tek hastanesi. Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, KKTC'den Rumların, bu hastanedeki olanaklar nedeniyle akın akın tedaviye geldiklerini söylüyor. Günsel, "Kendilerini Türk doktorlara emanet eden Rumlara by pass ameliyatı yapıyoruz" diyor.

NETWORK ZENGİNİ OLUYOR

Kuzey Kıbrıs'ın akademik kadro, fakülte ve öğrenci bazında en büyüğü Yakın Doğu Üniversitesi. Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, "63 ülkeden 20 bin öğrenciye 76 bölümde eğitim veriyoruz. Her zaman için en büyük sermayeniz kişisel networkümüzdür" diyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 09:14

Gösterim: 1984

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, imam hatip okullarının, bu ülkenin ve bu milletin göz bebeği olacağını belirterek, ''İmam hatip okulları, aziz milletimizin, tam anlamıyla varını yoğunu ortaya koyup inşa ettirdiği, yaşattığı, koruyup kolladığı okullardır'' dedi.

başbakan erdoğanErdoğan, İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği'nin (ÖNDER) Kutlu Doğum Haftası dolayısıyla Abdi İpekçi Spor Salonu'nda düzenlediği kutlama programına Başbakanlık Resmi Konutu'ndan video konferans yöntemiyle katıldı.

Yeniden açtık

Bir imam hatip lisesi mezunu olarak, aldıkları tedrisatın ve edindikleri bilginin yüklediği sorumluluğun idrakiyle Hz. Muhammed'i şanına yaraşır biçimde yad ediyor olmanın huzuru ve gururu içinde olduğunu belirten Erdoğan, şöyle konuştu: 

''Zira, 2012 yılı Kutlu Doğum Haftası'nı çok farklı bir heyecanla, çok farklı bir coşkuyla idrak ediyoruz. Bildiğiniz gibi, yaptığımız yasal düzenlemeyle, alemlere rahmet olarak gönderilmiş Resulü Ekrem'in mübarek hayatını, yani Siyer-i Nebi'yi, Kur'an-ı Kerim dersiyle birlikte seçmeli ders olarak okullarımıza kazandırdık, öğrencilerimizin ve ailelerimizin tercihine sunduk. İsteyen her öğrenci, erken yaşlarda öğrenilmesi daha kolay olan Kur'an-ı Kerim'i artık okullarda öğrenebilecek. Sadece Müslümanlar için değil, doğumuyla, tüm hayatıyla, hatta vefatıyla insanlık için eşsiz bir emsal olan Peygamber Efendimizin hayatını, artık okullarımızda isteyen her öğrenci derinlemesine öğrenme imkanı bulacak.

Şunu da burada büyük bir memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Bir baskı ve zulüm neticesinde kapatılan imam hatiplerin orta kısımlarını, yaptığımız bu düzenlemeyle yeniden açtık. Bizlere, bunu nasip ettiği için de Rabb'ime şükrediyorum.''

Gözbebeği olacak

Başbakan Erdoğan, imam hatip okullarının, bu ülkenin ve bu milletin göz bebeği olacağını vurgulayarak, şunları kaydetti:

''İmam hatip okulları, aziz milletimizin, tam anlamıyla varını yoğunu ortaya koyup inşa ettirdiği, yaşattığı, koruyup kolladığı okullardır. Bu millet, ekmeğinden, kısıtlı gelirinden, sofradaki zeytinden, tarladaki buğdaydan, dükkanında elde ettiği kazançtan arttırarak, yani yemeyip, yedirerek imam hatip okullarını kurmuş, imam hatip öğrencilerini gözetmiştir. Ben, Türkiye'nin 81 vilayetinde, kendisi aç olduğu halde, cebindeki 3 kuruşu çıkarıp imam hatip okullarına yardım olarak veren nice gönlü yüce insanlar tanıdım.''

Hayırseverlerin yardımı

İmam hatip lisesinde okuduğu yıllarda, kendisini özenle saklayan hayırseverlerin yardımlarının, kimsesiz, muhtaç öğrenci arkadaşları için nasıl hayata tutunma vesilesi olduğuna bizzat şahit olduğunu dile getiren Erdoğan, ''Milletin sahiplendiği, milletin şefkatle bağrına bastığı bu okulları, bugün yeniden millete iade etmenin, bugün yeniden milletle kucaklaştırmanın bahtiyarlığını hep birlikte yaşıyoruz'' diye konuştu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şunları söyledi:

''Allah'ın izniyle, Hazret-i Peygamber'in ve şehitlerimizin şefaatiyle, aziz milletimizin ve sizlerin gayretleriyle inşallah bu topraklar üzerinde Kur'an-ı Kerim ebediyen okunacak, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi hiç sönmeyecek, Ezan-ı Muhammedi hiç susmayacaktır.

Kur'an ahlakıyla ahlaklanmış, Siyer-i Nebi'yi kendisine rehber edinmiş imam hatip mezunları, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da inşallah bu milletin, bu ülkenin, hatta insanlığın hem hizmetkarı, hem de medarı iftiharı olmaya devam edecektir."

> 'İmam hatipler göz bebeği olacak'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, imam hatip okullarının, bu ülkenin ve bu milletin göz bebeği olacağını belirterek, ''İmam hatip okulları, aziz milletimizin, tam anlamıyla varını yoğunu ortaya koyup inşa ettirdiği, yaşattığı, koruyup kolladığı okullardır'' dedi.

başbakan erdoğanErdoğan, İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği'nin (ÖNDER) Kutlu Doğum Haftası dolayısıyla Abdi İpekçi Spor Salonu'nda düzenlediği kutlama programına Başbakanlık Resmi Konutu'ndan video konferans yöntemiyle katıldı.

Yeniden açtık

Bir imam hatip lisesi mezunu olarak, aldıkları tedrisatın ve edindikleri bilginin yüklediği sorumluluğun idrakiyle Hz. Muhammed'i şanına yaraşır biçimde yad ediyor olmanın huzuru ve gururu içinde olduğunu belirten Erdoğan, şöyle konuştu: 

''Zira, 2012 yılı Kutlu Doğum Haftası'nı çok farklı bir heyecanla, çok farklı bir coşkuyla idrak ediyoruz. Bildiğiniz gibi, yaptığımız yasal düzenlemeyle, alemlere rahmet olarak gönderilmiş Resulü Ekrem'in mübarek hayatını, yani Siyer-i Nebi'yi, Kur'an-ı Kerim dersiyle birlikte seçmeli ders olarak okullarımıza kazandırdık, öğrencilerimizin ve ailelerimizin tercihine sunduk. İsteyen her öğrenci, erken yaşlarda öğrenilmesi daha kolay olan Kur'an-ı Kerim'i artık okullarda öğrenebilecek. Sadece Müslümanlar için değil, doğumuyla, tüm hayatıyla, hatta vefatıyla insanlık için eşsiz bir emsal olan Peygamber Efendimizin hayatını, artık okullarımızda isteyen her öğrenci derinlemesine öğrenme imkanı bulacak.

Şunu da burada büyük bir memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Bir baskı ve zulüm neticesinde kapatılan imam hatiplerin orta kısımlarını, yaptığımız bu düzenlemeyle yeniden açtık. Bizlere, bunu nasip ettiği için de Rabb'ime şükrediyorum.''

Gözbebeği olacak

Başbakan Erdoğan, imam hatip okullarının, bu ülkenin ve bu milletin göz bebeği olacağını vurgulayarak, şunları kaydetti:

''İmam hatip okulları, aziz milletimizin, tam anlamıyla varını yoğunu ortaya koyup inşa ettirdiği, yaşattığı, koruyup kolladığı okullardır. Bu millet, ekmeğinden, kısıtlı gelirinden, sofradaki zeytinden, tarladaki buğdaydan, dükkanında elde ettiği kazançtan arttırarak, yani yemeyip, yedirerek imam hatip okullarını kurmuş, imam hatip öğrencilerini gözetmiştir. Ben, Türkiye'nin 81 vilayetinde, kendisi aç olduğu halde, cebindeki 3 kuruşu çıkarıp imam hatip okullarına yardım olarak veren nice gönlü yüce insanlar tanıdım.''

Hayırseverlerin yardımı

İmam hatip lisesinde okuduğu yıllarda, kendisini özenle saklayan hayırseverlerin yardımlarının, kimsesiz, muhtaç öğrenci arkadaşları için nasıl hayata tutunma vesilesi olduğuna bizzat şahit olduğunu dile getiren Erdoğan, ''Milletin sahiplendiği, milletin şefkatle bağrına bastığı bu okulları, bugün yeniden millete iade etmenin, bugün yeniden milletle kucaklaştırmanın bahtiyarlığını hep birlikte yaşıyoruz'' diye konuştu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şunları söyledi:

''Allah'ın izniyle, Hazret-i Peygamber'in ve şehitlerimizin şefaatiyle, aziz milletimizin ve sizlerin gayretleriyle inşallah bu topraklar üzerinde Kur'an-ı Kerim ebediyen okunacak, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi hiç sönmeyecek, Ezan-ı Muhammedi hiç susmayacaktır.

Kur'an ahlakıyla ahlaklanmış, Siyer-i Nebi'yi kendisine rehber edinmiş imam hatip mezunları, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da inşallah bu milletin, bu ülkenin, hatta insanlığın hem hizmetkarı, hem de medarı iftiharı olmaya devam edecektir."

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 08:58

Gösterim: 2673

Hürriyet Gazetesi Yazarı Sedat Ergin’in bugünkü yazısı.

Hafta başından itibaren Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonuçlarını iki bölümde değerlendiriyoruz.

YGS sonuçlarını ilk olarak önceki gün, Türkiye’deki eğitim sisteminin ortalama kalitesinin ne kadar dibe vurduğunu göstermesi açısından irdeledik. Dünkü yazımızda ise bu sonuçlardan hareket ederek, eğitimde okul türleri arasında ve bölgesel olarak ortaya çıkmış olan vahim derecedeki eşitsizliklere odaklandık.

Bugün, sorunun bir parçası olarak doğrudan YGS’nin kendisini ele alacağız. Ancak bu değerlendirme için önemli bir uzmanın görüşlerinden yararlanacağız. Bu otorite, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ziya Selçuk’tan başkası değil. Prof. Selçuk’un 2003-2006 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın en kritik görevlerinden biri olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yaptığını ve bu görevden kendi isteğiyle ayrıldığını da hatırlatalım.

BU ÇOCUKLARA BAŞARISIZ DEMEK ACIMASIZLIKTIR

Prof. Selçuk’un mevcut üniversiteye öğrenci yerleştirme sistemine ve uygulanan YGS’lere ciddi itirazları var. YGS’ye dönük birinci itirazı, sınavın bilgiden çok sürati ölçmeye dönük bir şekilde kurgulanmış olması. Prof. Selçuk, bu konuda şöyle diyor:

“Bu sınav, matematik, Türkçe, sosyal ve fen konularını öğrenmiş olan öğrencileri değil, 1 dakikada soru çözebilenleri seçiyor.

2-3-4 dakikada çözebilenler de sınavda sorulan konuları öğrenmiş olabilirler. Sadece 1 dakikada çözemediği için ya da yetiştiremediği için düşük puan alanlara ‘başarısız’ damgası vurmak gerçek manada bir acımasızlıktır. Oysa kazanamadı denilen on binlerce öğrenci yurtdışında başarı hikâyelerine

imza atabiliyor.”

Prof. Selçuk’un YGS’ye dönük bir diğer eleştirisi, Türkiye’deki 24 ayrı lise türünün de aynı sınav sistemi içinde rekabet etmek durumuna sokulmasıdır. Bu durum özellikle meslek liselerinden gelen adaylar açısından büyük bir eşitsizliğe yol açıyor Prof. Selçuk’a göre: “YGS matematik alt testine giren öğrenciler arasında haftalık

2 saat matematik alan da var 8 saat matematik alan da, ama adaylara sınavda aynı sorular yöneltiliyor. Meslek lisesi öğrencileri hiç görmedikleri konulardan sorularla karşılaşıyorlar.”

Buradaki adaletsizlik, yalnızca

alınan derslerin sürelerinin farklılığından kaynaklanmıyor. Yararlandıkları eğitim imkânları açısından büyük eşitsizliklerin içinden gelen çocukların aynı sınava sokulması, YGS’nin adil olmayan bir diğer yönünü gösteriyor. Prof. Selçuk, “Özel imkânlar hariç, hiç öğretmeni olmayan öğrencilerle, tüm öğretmenleri seçilerek atanmış olan öğrenciler aynı sınava giriyor” dedikten sonra soruyor:

“Soğuk sınıflardaki, öğretmen esirgediğimiz çocuklara başarısız demek ne kadar adil?”

BAŞARILI OLAN OKUL VE DERSHANELER DEĞİL

Prof. Selçuk, mevcut sınav sisteminin eğitimin kalitesine ve insan yetiştirmeye bir katkısı olmadığına inanıyor. Prof. Selçuk’a göre, bu sınav “Aksine öğrencileri yıllarca sınava hazırlık cenderesine sokup şahsiyet oluşumu ile ilgi ve yeteneklerinin açığa çıkmasını engelleyen bir kimliksizleştirme işlevine sahip.”

Başarılı okullar sıralamasını ise “başka bir komedi” olarak nitelendiriyor Prof. Selçuk; okul ve dershane sistemine de ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu çerçevede okulların öğrenciler üzerindeki başarısının istisnalarla sınırlı olduğu görüşünde. Prof. Selçuk’un “Hiçbir okulun başarılı olduğu filan yok. Sadece belirli okullara toplanmış daha zeki çocuklar var. Dereceye giren çocuklar okula gitmese de başarılı olurlar” şeklindeki sözleri oldukça kuvvetli bir çıkışı yansıtıyor.

Prof. Selçuk, “Hele dershaneler öğrencilerin başarısını hiç üzerlerine almasınlar. Çünkü bu çocukları en fazla istismar ve afişe eden kurumlar dershaneler. Bazı öğrencilerdeki Allah vergisi zekânın ortaya koyduğu başarıyı hak etmediği halde ne çok sahiplenen var” diye ekliyor.

SINAV SİSTEMİ OLDUĞU GİBİ KALDIRILMALI

Prof. Selçuk’un altını çizdiği çok çarpıcı bir olgu var. Bu, Türkiye’deki dershane bütçesinin yükseköğretime harcanan paranın iki katına ulaşmış olmasıdır. “O zaman bir paradigma değişikliği yapmak elzemdir” diyor Prof. Selçuk. Vurguladığı başka düşündürücü nokta, bugün dünyada Türkiye ve Çin’den başka merkezi üniversite giriş sınavı yapan bir ülkenin kalmadığı gerçeğidir.

Prof. Selçuk, değerlendirmesinin sonunda “Okullarımıza, öğretmenlerimize, öğrencilerimize başarısız demekten vazgeçelim” diye sesleniyor ve şu öneriyi ortaya atıyor:

“Bu sınavlar çocukluğu,

yeteneği, umudu öldürüyor.

Araçlar amaç haline gelmiş durumda. Eğitim sistemi sınavların şantajına boyun eğiyor. Bu sınavları kaldırmak için gereken tek şey irade. Bu ülkede bir lider ‘Benim önceliğim evlatlarımızın kamil insan olarak yetişmesidir. Üç yıl içinde okullar arasındaki eşitsizliği kaldırmak ana görevimiz’ diyebildiği anda her şey tabii mecrasına akacaktır.”

(Sedat Ergin-hürriyet)

> Başarısız olan çocuklar değil sistem

Hürriyet Gazetesi Yazarı Sedat Ergin’in bugünkü yazısı.

Hafta başından itibaren Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonuçlarını iki bölümde değerlendiriyoruz.

YGS sonuçlarını ilk olarak önceki gün, Türkiye’deki eğitim sisteminin ortalama kalitesinin ne kadar dibe vurduğunu göstermesi açısından irdeledik. Dünkü yazımızda ise bu sonuçlardan hareket ederek, eğitimde okul türleri arasında ve bölgesel olarak ortaya çıkmış olan vahim derecedeki eşitsizliklere odaklandık.

Bugün, sorunun bir parçası olarak doğrudan YGS’nin kendisini ele alacağız. Ancak bu değerlendirme için önemli bir uzmanın görüşlerinden yararlanacağız. Bu otorite, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ziya Selçuk’tan başkası değil. Prof. Selçuk’un 2003-2006 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın en kritik görevlerinden biri olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yaptığını ve bu görevden kendi isteğiyle ayrıldığını da hatırlatalım.

BU ÇOCUKLARA BAŞARISIZ DEMEK ACIMASIZLIKTIR

Prof. Selçuk’un mevcut üniversiteye öğrenci yerleştirme sistemine ve uygulanan YGS’lere ciddi itirazları var. YGS’ye dönük birinci itirazı, sınavın bilgiden çok sürati ölçmeye dönük bir şekilde kurgulanmış olması. Prof. Selçuk, bu konuda şöyle diyor:

“Bu sınav, matematik, Türkçe, sosyal ve fen konularını öğrenmiş olan öğrencileri değil, 1 dakikada soru çözebilenleri seçiyor.

2-3-4 dakikada çözebilenler de sınavda sorulan konuları öğrenmiş olabilirler. Sadece 1 dakikada çözemediği için ya da yetiştiremediği için düşük puan alanlara ‘başarısız’ damgası vurmak gerçek manada bir acımasızlıktır. Oysa kazanamadı denilen on binlerce öğrenci yurtdışında başarı hikâyelerine

imza atabiliyor.”

Prof. Selçuk’un YGS’ye dönük bir diğer eleştirisi, Türkiye’deki 24 ayrı lise türünün de aynı sınav sistemi içinde rekabet etmek durumuna sokulmasıdır. Bu durum özellikle meslek liselerinden gelen adaylar açısından büyük bir eşitsizliğe yol açıyor Prof. Selçuk’a göre: “YGS matematik alt testine giren öğrenciler arasında haftalık

2 saat matematik alan da var 8 saat matematik alan da, ama adaylara sınavda aynı sorular yöneltiliyor. Meslek lisesi öğrencileri hiç görmedikleri konulardan sorularla karşılaşıyorlar.”

Buradaki adaletsizlik, yalnızca

alınan derslerin sürelerinin farklılığından kaynaklanmıyor. Yararlandıkları eğitim imkânları açısından büyük eşitsizliklerin içinden gelen çocukların aynı sınava sokulması, YGS’nin adil olmayan bir diğer yönünü gösteriyor. Prof. Selçuk, “Özel imkânlar hariç, hiç öğretmeni olmayan öğrencilerle, tüm öğretmenleri seçilerek atanmış olan öğrenciler aynı sınava giriyor” dedikten sonra soruyor:

“Soğuk sınıflardaki, öğretmen esirgediğimiz çocuklara başarısız demek ne kadar adil?”

BAŞARILI OLAN OKUL VE DERSHANELER DEĞİL

Prof. Selçuk, mevcut sınav sisteminin eğitimin kalitesine ve insan yetiştirmeye bir katkısı olmadığına inanıyor. Prof. Selçuk’a göre, bu sınav “Aksine öğrencileri yıllarca sınava hazırlık cenderesine sokup şahsiyet oluşumu ile ilgi ve yeteneklerinin açığa çıkmasını engelleyen bir kimliksizleştirme işlevine sahip.”

Başarılı okullar sıralamasını ise “başka bir komedi” olarak nitelendiriyor Prof. Selçuk; okul ve dershane sistemine de ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu çerçevede okulların öğrenciler üzerindeki başarısının istisnalarla sınırlı olduğu görüşünde. Prof. Selçuk’un “Hiçbir okulun başarılı olduğu filan yok. Sadece belirli okullara toplanmış daha zeki çocuklar var. Dereceye giren çocuklar okula gitmese de başarılı olurlar” şeklindeki sözleri oldukça kuvvetli bir çıkışı yansıtıyor.

Prof. Selçuk, “Hele dershaneler öğrencilerin başarısını hiç üzerlerine almasınlar. Çünkü bu çocukları en fazla istismar ve afişe eden kurumlar dershaneler. Bazı öğrencilerdeki Allah vergisi zekânın ortaya koyduğu başarıyı hak etmediği halde ne çok sahiplenen var” diye ekliyor.

SINAV SİSTEMİ OLDUĞU GİBİ KALDIRILMALI

Prof. Selçuk’un altını çizdiği çok çarpıcı bir olgu var. Bu, Türkiye’deki dershane bütçesinin yükseköğretime harcanan paranın iki katına ulaşmış olmasıdır. “O zaman bir paradigma değişikliği yapmak elzemdir” diyor Prof. Selçuk. Vurguladığı başka düşündürücü nokta, bugün dünyada Türkiye ve Çin’den başka merkezi üniversite giriş sınavı yapan bir ülkenin kalmadığı gerçeğidir.

Prof. Selçuk, değerlendirmesinin sonunda “Okullarımıza, öğretmenlerimize, öğrencilerimize başarısız demekten vazgeçelim” diye sesleniyor ve şu öneriyi ortaya atıyor:

“Bu sınavlar çocukluğu,

yeteneği, umudu öldürüyor.

Araçlar amaç haline gelmiş durumda. Eğitim sistemi sınavların şantajına boyun eğiyor. Bu sınavları kaldırmak için gereken tek şey irade. Bu ülkede bir lider ‘Benim önceliğim evlatlarımızın kamil insan olarak yetişmesidir. Üç yıl içinde okullar arasındaki eşitsizliği kaldırmak ana görevimiz’ diyebildiği anda her şey tabii mecrasına akacaktır.”

(Sedat Ergin-hürriyet)

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 08:51

Gösterim: 1913

İzmir'de iki yıl önce, Anadolu liselerine müdür olarak getirilen eğitimciler aleyhine, 'gerekli şartlarını taşımadıkları' gerekçesiyle açılan iptal davası, atanan müdürler aleyhine sonuçlandı.

okul müdürleri

İl Milli Eğitim Müdürlüğü, aralarında Atatürk, 60. Yıl gibi Anadolu liselerinin de bulunduğu, ataması iptal edilen 13 müdüre yeni okul bulmak için düğmeye bastı, ancak dava domino etkisi yaptı, 129 müdürü yerinden etti. İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakcı, "Başka alternatifimiz yoktu" dedi.

Milli Eğitim Bakanlığı yaklaşık 2 yıl önce bir düzenlemeyle Anadolu liselerine sınav kazanma şartı aramadan müdür ataması yapabilmenin yolunu açtı. Nitekim İzmir’de de kadroları boş olan, aralarında en gözde Anadolu liselerinin de bulunduğu okullara çoğu ilköğretim okulu müdürü eğitimci, müdür olarak atandı. Ancak Danıştay, açılan davalar sonucunda düzenlemeyi iptal ederken, atamalara yönelik herhangi bir işlem yapılmadı. Bunun üzerine o dönemde Hürriyet Anadolu Lisesi müdür yardımcısı olan, halen Ödemiş Fen Lisesi Müdürü olarak görev yapan Musa Fatih Başar, Danıştay kararını emsal göstererek dava açtı. Başar, Anadolu liselerinde öğretmen olabilmek için bile sınav kazanma şartının arandığını vurgulayarak bu müdürlerin atamalarının iptalini istedi. Başar, davayı kazandı. İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü de mahkeme kararını ’en az zararla’ uygulamak için çalışma başlattı. İlk etapta atamaları iptal edilen, aralarında Atatürk, 60. Yıl, Bornova Hatice Güzelcan, Övgü Terzibaşoğlu, Nevvar Salih İşgören ve Selçuk Anadolu liselerinin bulunduğu 13 Anadolu lisesi müdürü için boş okul arandı. Ancak bir müdür yerinden oynatılınca diğeri etkilendi ve zincirleme atama iptali, yer değiştirme gündeme geldi.

İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakcı, atama iptali kararını en az sayıda müdürü etkileyecek şekilde uygulamaya çalıştıklarını belirterek, "Danıştay kararı emsal alınarak açılan dava sonucunda Anadolu lisesine müdür atanma şartlarını taşımayan eğitimcilerin atamaları iptal edildi. Biz bunu 13 kişiyle sınırlandırmak istedik, olmadı. Sayı önce 17’ye, ardından 40’a yükseldi. Boş okul bulunamayınca sayı arttı. Geriye doğru gidince neden başka çözüm bulunmuyor diye itirazlar oldu. Sonuçta bu davanın ardından 129 Anadolu lisesi müdürü zincirleme etkilendi. Başka alternatifimiz yoktu. Şimdi bu Anadolu liselerinin müdür kadroları atama yapılmamış şekline döndü. Bir ay içinde okulları ilan edeceğiz. Sanıyorum bu sayı 40- 50 civarında olur. Şartları tutanlar başvururlar, atamaları yapılır" dedi.

Öte yandan Türk Eğitim- Sen 1 nolu Şube Başkanı Merih Demir, Anadolu liselerinde müdür atamalarının iptaliyle ciddi sıkıntılar yaşanacağını öne sürdü. Demir, konuyla ilgili Bardakçı ile görüştüklerini, sorunun en az sancıyla çözümü için çok uğraş verdiklerini belirtti ve şunları söyledi:

"Ancak Bakanlık liyakat aramadan yaptığı atamalarla, yönetmeliklerde yaptığı pek çok değişiklikle mağduriyetler yaratmıştır. Bakanlığın yanlış uygulamalarının faturasını sistem, eğitimciler, öğrenciler çekiyor. Öğretim yılının son döneminde 129 okul müdürünün yerinin değişmesi ciddi sıkıntı kaynağı. Yeni sisteme geçiş süreci de buna eklenince eğitimin darbe yememesi mümkün değil. Atamaları iptal edilen müdürler geriye döndüler. Bazı müdürler, farklı ilçelerdeki okullardan atanmıştı. Şimdi aile düzenleri de bozuluyor. Bu meslektaşlarımızın arasından mahkemeye başvuranlar olacaktır, sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum. Bir domino etkisi de o zaman yaşanabilir."

(radikal)

> MEB’de okul müdürü karmaşası

İzmir'de iki yıl önce, Anadolu liselerine müdür olarak getirilen eğitimciler aleyhine, 'gerekli şartlarını taşımadıkları' gerekçesiyle açılan iptal davası, atanan müdürler aleyhine sonuçlandı.

okul müdürleri

İl Milli Eğitim Müdürlüğü, aralarında Atatürk, 60. Yıl gibi Anadolu liselerinin de bulunduğu, ataması iptal edilen 13 müdüre yeni okul bulmak için düğmeye bastı, ancak dava domino etkisi yaptı, 129 müdürü yerinden etti. İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakcı, "Başka alternatifimiz yoktu" dedi.

Milli Eğitim Bakanlığı yaklaşık 2 yıl önce bir düzenlemeyle Anadolu liselerine sınav kazanma şartı aramadan müdür ataması yapabilmenin yolunu açtı. Nitekim İzmir’de de kadroları boş olan, aralarında en gözde Anadolu liselerinin de bulunduğu okullara çoğu ilköğretim okulu müdürü eğitimci, müdür olarak atandı. Ancak Danıştay, açılan davalar sonucunda düzenlemeyi iptal ederken, atamalara yönelik herhangi bir işlem yapılmadı. Bunun üzerine o dönemde Hürriyet Anadolu Lisesi müdür yardımcısı olan, halen Ödemiş Fen Lisesi Müdürü olarak görev yapan Musa Fatih Başar, Danıştay kararını emsal göstererek dava açtı. Başar, Anadolu liselerinde öğretmen olabilmek için bile sınav kazanma şartının arandığını vurgulayarak bu müdürlerin atamalarının iptalini istedi. Başar, davayı kazandı. İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü de mahkeme kararını ’en az zararla’ uygulamak için çalışma başlattı. İlk etapta atamaları iptal edilen, aralarında Atatürk, 60. Yıl, Bornova Hatice Güzelcan, Övgü Terzibaşoğlu, Nevvar Salih İşgören ve Selçuk Anadolu liselerinin bulunduğu 13 Anadolu lisesi müdürü için boş okul arandı. Ancak bir müdür yerinden oynatılınca diğeri etkilendi ve zincirleme atama iptali, yer değiştirme gündeme geldi.

İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakcı, atama iptali kararını en az sayıda müdürü etkileyecek şekilde uygulamaya çalıştıklarını belirterek, "Danıştay kararı emsal alınarak açılan dava sonucunda Anadolu lisesine müdür atanma şartlarını taşımayan eğitimcilerin atamaları iptal edildi. Biz bunu 13 kişiyle sınırlandırmak istedik, olmadı. Sayı önce 17’ye, ardından 40’a yükseldi. Boş okul bulunamayınca sayı arttı. Geriye doğru gidince neden başka çözüm bulunmuyor diye itirazlar oldu. Sonuçta bu davanın ardından 129 Anadolu lisesi müdürü zincirleme etkilendi. Başka alternatifimiz yoktu. Şimdi bu Anadolu liselerinin müdür kadroları atama yapılmamış şekline döndü. Bir ay içinde okulları ilan edeceğiz. Sanıyorum bu sayı 40- 50 civarında olur. Şartları tutanlar başvururlar, atamaları yapılır" dedi.

Öte yandan Türk Eğitim- Sen 1 nolu Şube Başkanı Merih Demir, Anadolu liselerinde müdür atamalarının iptaliyle ciddi sıkıntılar yaşanacağını öne sürdü. Demir, konuyla ilgili Bardakçı ile görüştüklerini, sorunun en az sancıyla çözümü için çok uğraş verdiklerini belirtti ve şunları söyledi:

"Ancak Bakanlık liyakat aramadan yaptığı atamalarla, yönetmeliklerde yaptığı pek çok değişiklikle mağduriyetler yaratmıştır. Bakanlığın yanlış uygulamalarının faturasını sistem, eğitimciler, öğrenciler çekiyor. Öğretim yılının son döneminde 129 okul müdürünün yerinin değişmesi ciddi sıkıntı kaynağı. Yeni sisteme geçiş süreci de buna eklenince eğitimin darbe yememesi mümkün değil. Atamaları iptal edilen müdürler geriye döndüler. Bazı müdürler, farklı ilçelerdeki okullardan atanmıştı. Şimdi aile düzenleri de bozuluyor. Bu meslektaşlarımızın arasından mahkemeye başvuranlar olacaktır, sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum. Bir domino etkisi de o zaman yaşanabilir."

(radikal)

Son Güncelleme: Çarşamba, 25 Nisan 2012 17:26

Gösterim: 2848


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.