Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji, öğrencilerini, Nobel ödüllü bilim insanlarıyla buluşturuyor. “Nobel Söyleşileri” adlı altında gerçekleşecek canlı yayınlarda, Didier Queloz, Joachim Frank gibi bilim insanlarıyla buluşacak öğrenciler, Nobelli isimlere merak ettikleri tüm soruları sorabilecek.
Öğrencilerine daha önce, Nobel alan bilim insanlarıyla, yüz yüze ve e-posta yoluyla röportaj yapma imkânı sağlayan Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji, bu kez ünlü bilim insanlarını Instagram canlı yayınlarına konuk ediyor. İçinde bulunulan süreçte öğrencileri cesaretlendirmek ve motive etmek için düzenlenen “Nobel Söyleşileri” 27 Nisan Pazartesi günü başlıyor.
Kültür Koleji’nin Instagram hesabı üzerinden yapılacak canlı yayınlarda, 2019 Nobel Fizik Ödülü sahibi Didier Queloz, 2019 Kimya Ödülü sahibi M. Stanley Whittingham, 2017 Nobel Kimya Ödülü sahibi Joachim Frank gibi isimler yer alacak. 30 dakika sürecek ve İngilizce gerçekleşecek yayınlarda öğrenciler, merak ettikleri tüm soruları bilim insanlarına yönelterek onlarla röportaj yapma şansı bulacak.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji, öğrencilerini, Nobel ödüllü bilim insanlarıyla buluşturuyor. “Nobel Söyleşileri” adlı altında gerçekleşecek canlı yayınlarda, Didier Queloz, Joachim Frank gibi bilim insanlarıyla buluşacak öğrenciler, Nobelli isimlere merak ettikleri tüm soruları sorabilecek.
Öğrencilerine daha önce, Nobel alan bilim insanlarıyla, yüz yüze ve e-posta yoluyla röportaj yapma imkânı sağlayan Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji, bu kez ünlü bilim insanlarını Instagram canlı yayınlarına konuk ediyor. İçinde bulunulan süreçte öğrencileri cesaretlendirmek ve motive etmek için düzenlenen “Nobel Söyleşileri” 27 Nisan Pazartesi günü başlıyor.
Kültür Koleji’nin Instagram hesabı üzerinden yapılacak canlı yayınlarda, 2019 Nobel Fizik Ödülü sahibi Didier Queloz, 2019 Kimya Ödülü sahibi M. Stanley Whittingham, 2017 Nobel Kimya Ödülü sahibi Joachim Frank gibi isimler yer alacak. 30 dakika sürecek ve İngilizce gerçekleşecek yayınlarda öğrenciler, merak ettikleri tüm soruları bilim insanlarına yönelterek onlarla röportaj yapma şansı bulacak.
Son Güncelleme: Cumartesi, 25 Nisan 2020 14:09
Gösterim: 822
Twitter ve UNESCO, medya ve bilgi okuryazarlığı konusunda 2018'den bu yana birlikte çalışıyor. İki kuruluş, eğitimcilerin genç nesilleri, bilgileri eleştirel olarak analiz etme, çevrimiçi güvenliği uygulama ve dijital ayak izlerini kontrol etme becerileri ile donatmaları için bir kaynak olan Teaching and Learning Handbook’u geliştirmek üzere işbirliğine gitti.
Medya ve bilgi okuryazarlığı artık her zamankinden daha önemli, güvenilir kaynakları belirlemek ve iyi bir medya değerlendirmesi yapabilmek için. Ebeveynlerin evde eğitim vermesi ve çocukların evde ekran başında daha fazla zaman geçirmesi ile, gördüklerimize karşı eleştirel yaklaşımı sağlamak için ne yapmalıyız.
Twitter ve UNESCO’nun ortak hazırladığı kaynakta yer alan ve kişilerin çevrimiçi bilgilerle ilgili doğru rotayı belirlemesine yardımcı olmak amacıyla bu kaynakta yer alan bazı detaylar şöyle;
Gerçeği kurgudan ayırt etmenize yardımcı olacak sorular
Günümüzde, elimizdeki bilginin doğruluğunu kontrol etme ve doğrulama araçları parmaklarımızın ucunda. Eğitimcilerin öğrencilere, çevrimiçi bir şey okudukları zaman kendilerine sormaları için teşvik edebileceğiniz bazı sorular şöyle;
Kim?
Bunu söyleyen kim? Akademik, uzman bir ses mi? Menfaatleri var mı? Onlar bir avukat mı yoksa seçime katılan bir aday mı? Bağımsız ve objektif mi yoksa özneller mi? Hikaye birtakım kaynaklardan bahsediyor mu? Bu kaynaklar başka hikayelerde de görünüyor mu? Makaleyi kim yazdı? İsimleri atfedilmiş mi? Yazar veya web sitesini aradınız mı ve bu herhangi bir şüpheye yol açtı mı? Uzman veya veriler saygın bir kuruluştan mı geliyor?
Ne?
Ne söylemişler? Gündem ne? Bağlam ne? Bu ne tür bir hikaye? Tık tuzağı gibi mi görünüyor?
Nerede?
Bunu nerede söylemişler? Saygıdeğer bir kaynak mı? Hicivli bir web sitesi mi? Aleni öznel bir web sitesi mi? Bu hikaye başka nerede ele alınmış? Misyonunu belirlemek için web sitesinin ‘Hakkında’ bölümünü okudunuz mu?
Ne zaman?
Bunu ne zaman söylemişler? Ne zaman yayınlanmış?
Neden?
Bu neden söylenmiş? Neden zaman çizelgenizde şimdi görüyorsunuz? Bu eylemi teşvik etmek için mi?
Nasıl?
Nasıl yazılmış? Aşırı noktalama işaretleri veya büyük harf kullanımı var mı? Bir tık tuzağı başlığı var mı? ‘Medya / kuruluş / diğer bunu bilmenizi istemiyor’ gibi bir şey belirtiyor mu?
Öğrenme Aktiviteleri için Fikirler ve Aktiviteler
Bu soruları faaliyete geçirmek için eğitmenlerin öğrencilerle evde yapabileceğiniz bazı aktiviteler ise şunlar;
Pratik Gösterim
İnternet dolandırıcılığı, aldatmaca veya dezenformasyonun mevcut örneklerini gösterin ve onları nasıl tanıyabileceklerini açıklayın. Snopes.com veya FactCheck.org, çevrimiçi yanlış bilgi veya dolandırıcılık örneklerini inceleyebileceğiniz web siteleridir.
Dijital Dedektifler
Öğrencilerinizden birer 'sahte haber', spam veya dolandırıcılık örneği sunmalarını isteyin. Örneği ayrıntılı şekilde incelemelerini ve bunun dezenformasyon oluşturduğunu düşünmelerinin sebeplerini sunmalarını sağlayın. Lütfen dikkat ediniz: Bu aktivitenin yaşa uygun bir şekilde ve öğretmenlerinin ya da ebeveynlerinin gözetimi altında gerçekleştirilmesi önemlidir.
İddianızı destekleyin!
Bir öğrenci gerçeğe dair bir açıklamada bulunduğunda, bunun gerçek olduğunu nasıl bildiğini sorun. Onlardan gerçekleri araştırmalarını ve iddialarını desteklemek için bilgi ile geri dönüş yapmalarını isteyin. Bir şeyin 'ortak bilgi' olduğu iddiasının, kendi başına düşünüldüğünde doğru olduğu anlamına gelmediğini gösterin.
Dijital Ayak İzinizi Kontrol Etmek
Medya ve bilgi okuryazarı olmanın bir diğer önemli kısmı da dijital ayak iziniz ile ilgili farkındalığınızın olmasıdır - dijital cihazlarda geride bıraktığınız veriler. Bunu yapmak için, öğrencilerin veri koruma ve gizlilik hakları hakkında bilgi edinmeleri gerekir.
Dijital ayak izinizi değerlendirmek ve değiştirmek için yapabileceğiniz birkaç şey var:
Kendinizi arayın
Başkaları sizi çevrimiçi ortamda nasıl görüyor? Bir arama motorunda adınızı, kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi hızlı bir şekilde arayarak başkalarının sizi nasıl gördüğünü anlamak kolaydır. Görünen şey, olası işverenlerin, arkadaşların ve ya ailenin görmesini istemeyeceğiniz bir şeyse, materyali dijital ayak izinizden çıkarmak için harekete geçmek mümkün olabilir.
Gizlilik ayarlarınızı kontrol edin
Sosyal medyada, genellikle kitlenize karar vermek mümkündür. Örneğin, Twitter ile, ayarlarınızda profilinizi korumalı moda ayarlayabilirsiniz. Bu sadece, sizi takip etmesini ve paylaştıklarınızı görmesini onayladığınız kişilere izin verecektir.
Eski profilleri devre dışı bırakma veya silme
Bir hesap veya web sitesiyle işiniz bittiğinde profilinizi silmeyi veya devre dışı bırakmayı unutmayın. Eğer onu olduğu şekilde bırakırsanız, siz bilmeden bir saldırıya uğraması muhtemeldir. Bu, başka birinin eski hesabınızı kullanarak sizi taklit etmesine olanak verebilir.
Paylaşmadan önce düşünün
Çevrimiçi olarak herhangi bir şey söylemeden veya yapmadan önce, kendinize sormanız gereken birkaç soru vardır. Arkadaşlarınızın veya ailenizin söylediklerinizi görmesinden memnun olur muydunuz? Bir gazetenin ön sayfasında sizi alıntılamasından memnun olur muydunuz? Söylediklerim birine kasten zarar verecek mi? Daha önce belirtilen gizlilik ayarlarına ve platformun açıklığına bağlı olarak, çevrimiçi olarak söylediğiniz veya yaptığınız şeyin gerçek dünya üzerinde somut etkileri olabilir. Unutmayın! Siz bir Tweet’i silebiliyorken, bir başkası onun ekran görüntüsünü almış olabilir. Daima hatırlayın, iyilik ve cömertlik karşılıksızdır.
UNESCO’nun Medya ve Bilgi Okuryazarlığı programından son içerikler için @MILCLICKS’i takip edilebiliyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Twitter ve UNESCO, medya ve bilgi okuryazarlığı konusunda 2018'den bu yana birlikte çalışıyor. İki kuruluş, eğitimcilerin genç nesilleri, bilgileri eleştirel olarak analiz etme, çevrimiçi güvenliği uygulama ve dijital ayak izlerini kontrol etme becerileri ile donatmaları için bir kaynak olan Teaching and Learning Handbook’u geliştirmek üzere işbirliğine gitti.
Medya ve bilgi okuryazarlığı artık her zamankinden daha önemli, güvenilir kaynakları belirlemek ve iyi bir medya değerlendirmesi yapabilmek için. Ebeveynlerin evde eğitim vermesi ve çocukların evde ekran başında daha fazla zaman geçirmesi ile, gördüklerimize karşı eleştirel yaklaşımı sağlamak için ne yapmalıyız.
Twitter ve UNESCO’nun ortak hazırladığı kaynakta yer alan ve kişilerin çevrimiçi bilgilerle ilgili doğru rotayı belirlemesine yardımcı olmak amacıyla bu kaynakta yer alan bazı detaylar şöyle;
Gerçeği kurgudan ayırt etmenize yardımcı olacak sorular
Günümüzde, elimizdeki bilginin doğruluğunu kontrol etme ve doğrulama araçları parmaklarımızın ucunda. Eğitimcilerin öğrencilere, çevrimiçi bir şey okudukları zaman kendilerine sormaları için teşvik edebileceğiniz bazı sorular şöyle;
Kim?
Bunu söyleyen kim? Akademik, uzman bir ses mi? Menfaatleri var mı? Onlar bir avukat mı yoksa seçime katılan bir aday mı? Bağımsız ve objektif mi yoksa özneller mi? Hikaye birtakım kaynaklardan bahsediyor mu? Bu kaynaklar başka hikayelerde de görünüyor mu? Makaleyi kim yazdı? İsimleri atfedilmiş mi? Yazar veya web sitesini aradınız mı ve bu herhangi bir şüpheye yol açtı mı? Uzman veya veriler saygın bir kuruluştan mı geliyor?
Ne?
Ne söylemişler? Gündem ne? Bağlam ne? Bu ne tür bir hikaye? Tık tuzağı gibi mi görünüyor?
Nerede?
Bunu nerede söylemişler? Saygıdeğer bir kaynak mı? Hicivli bir web sitesi mi? Aleni öznel bir web sitesi mi? Bu hikaye başka nerede ele alınmış? Misyonunu belirlemek için web sitesinin ‘Hakkında’ bölümünü okudunuz mu?
Ne zaman?
Bunu ne zaman söylemişler? Ne zaman yayınlanmış?
Neden?
Bu neden söylenmiş? Neden zaman çizelgenizde şimdi görüyorsunuz? Bu eylemi teşvik etmek için mi?
Nasıl?
Nasıl yazılmış? Aşırı noktalama işaretleri veya büyük harf kullanımı var mı? Bir tık tuzağı başlığı var mı? ‘Medya / kuruluş / diğer bunu bilmenizi istemiyor’ gibi bir şey belirtiyor mu?
Öğrenme Aktiviteleri için Fikirler ve Aktiviteler
Bu soruları faaliyete geçirmek için eğitmenlerin öğrencilerle evde yapabileceğiniz bazı aktiviteler ise şunlar;
Pratik Gösterim
İnternet dolandırıcılığı, aldatmaca veya dezenformasyonun mevcut örneklerini gösterin ve onları nasıl tanıyabileceklerini açıklayın. Snopes.com veya FactCheck.org, çevrimiçi yanlış bilgi veya dolandırıcılık örneklerini inceleyebileceğiniz web siteleridir.
Dijital Dedektifler
Öğrencilerinizden birer 'sahte haber', spam veya dolandırıcılık örneği sunmalarını isteyin. Örneği ayrıntılı şekilde incelemelerini ve bunun dezenformasyon oluşturduğunu düşünmelerinin sebeplerini sunmalarını sağlayın. Lütfen dikkat ediniz: Bu aktivitenin yaşa uygun bir şekilde ve öğretmenlerinin ya da ebeveynlerinin gözetimi altında gerçekleştirilmesi önemlidir.
İddianızı destekleyin!
Bir öğrenci gerçeğe dair bir açıklamada bulunduğunda, bunun gerçek olduğunu nasıl bildiğini sorun. Onlardan gerçekleri araştırmalarını ve iddialarını desteklemek için bilgi ile geri dönüş yapmalarını isteyin. Bir şeyin 'ortak bilgi' olduğu iddiasının, kendi başına düşünüldüğünde doğru olduğu anlamına gelmediğini gösterin.
Dijital Ayak İzinizi Kontrol Etmek
Medya ve bilgi okuryazarı olmanın bir diğer önemli kısmı da dijital ayak iziniz ile ilgili farkındalığınızın olmasıdır - dijital cihazlarda geride bıraktığınız veriler. Bunu yapmak için, öğrencilerin veri koruma ve gizlilik hakları hakkında bilgi edinmeleri gerekir.
Dijital ayak izinizi değerlendirmek ve değiştirmek için yapabileceğiniz birkaç şey var:
Kendinizi arayın
Başkaları sizi çevrimiçi ortamda nasıl görüyor? Bir arama motorunda adınızı, kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi hızlı bir şekilde arayarak başkalarının sizi nasıl gördüğünü anlamak kolaydır. Görünen şey, olası işverenlerin, arkadaşların ve ya ailenin görmesini istemeyeceğiniz bir şeyse, materyali dijital ayak izinizden çıkarmak için harekete geçmek mümkün olabilir.
Gizlilik ayarlarınızı kontrol edin
Sosyal medyada, genellikle kitlenize karar vermek mümkündür. Örneğin, Twitter ile, ayarlarınızda profilinizi korumalı moda ayarlayabilirsiniz. Bu sadece, sizi takip etmesini ve paylaştıklarınızı görmesini onayladığınız kişilere izin verecektir.
Eski profilleri devre dışı bırakma veya silme
Bir hesap veya web sitesiyle işiniz bittiğinde profilinizi silmeyi veya devre dışı bırakmayı unutmayın. Eğer onu olduğu şekilde bırakırsanız, siz bilmeden bir saldırıya uğraması muhtemeldir. Bu, başka birinin eski hesabınızı kullanarak sizi taklit etmesine olanak verebilir.
Paylaşmadan önce düşünün
Çevrimiçi olarak herhangi bir şey söylemeden veya yapmadan önce, kendinize sormanız gereken birkaç soru vardır. Arkadaşlarınızın veya ailenizin söylediklerinizi görmesinden memnun olur muydunuz? Bir gazetenin ön sayfasında sizi alıntılamasından memnun olur muydunuz? Söylediklerim birine kasten zarar verecek mi? Daha önce belirtilen gizlilik ayarlarına ve platformun açıklığına bağlı olarak, çevrimiçi olarak söylediğiniz veya yaptığınız şeyin gerçek dünya üzerinde somut etkileri olabilir. Unutmayın! Siz bir Tweet’i silebiliyorken, bir başkası onun ekran görüntüsünü almış olabilir. Daima hatırlayın, iyilik ve cömertlik karşılıksızdır.
UNESCO’nun Medya ve Bilgi Okuryazarlığı programından son içerikler için @MILCLICKS’i takip edilebiliyor.
Son Güncelleme: Çarşamba, 22 Nisan 2020 11:16
Gösterim: 872
Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Koordinatörü Hatice Yılmaz, LGS Klavuzunu değerlendirdi. Yılmaz, sınava girecek öğrencilerin planlı, gerçekçi ve kesinlikle aksatmayacağı bir tekrar programı yapıp çalışmaya devam etmeleri önerisinde bulundu.
e-Okuldan LGS Başvuru Bilgilerinizin doğruluğunu kontrol edin
3 Nisan Cuma günü yayınlanan sınavla öğrenci alacak ortaöğretim kurumlarına ilişkin merkezi sınav başvuru ve uygulama klavuzu yayınlandı.
Klavuzda belirtildiği üzere 8. Sınıfta öğrenim gören tüm öğrencilerin başvuruları otomatik olarak yapılmış durumda. Öğrencilerin ayrıca başvuru yapmalarına gerek yok. Ayrıca başvuru merkezi olarak yapılmış öğrenciler sınava girmek zorunda değil.
Ancak bu sınavın sonuçları Fen Liseleri, Anadolu Liseleri ve Mesleki Teknik Liseler dışında Özel okullara kayıtlar için de kullanılıyor.
Sınav başvurularının doğruluğunu kontrol etmek için;
- 6 – 22 Nisan tarihleri arasında (siz 20 Nisanı geçirmeyin) e-Okul Veli Bilgilendirme sistemi üzerinden öğrencinizin başvuru bilgilerinin güncel olup olmadığını inceleyiniz.
- Fotoğrafınızı
- Nüfus kayıtlarınızı
- Zorunlu yabancı dilinizi
- Muaf olduğunuz derslerle ilgili eksik veya yanlış bilgi olup olmadığını inceleyiniz.
- Yaptığınız incelemede güncel olmayan bilgilerinizle ilgili 22 Nisan tarihine kadar okul müdürlüğünüzü bilgilendirip düzeltilmesini sağlayınız.
- Özel eğitim ihtiyacı olan ve sınav tedbir hizmeti alması gereken öğrencilerin velilerinin 15 Nisan tarihine kadar başvuru klavuzundaki ek-2’yi inceleyip okul müdürleri ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.
- Sınav giriş belgenizi 28 Mayıs tarihinden itibaren okul müdürlüğünden almanız gerektiğini unutmayınız.
LGS Kontenjanı % 50 arttı
Başvuru klavuzunda önümüzdeki öğretim yılında sınavla öğrenci alacak okullar ve kontenjanları da yayınlanmış.
Sınavla öğrenci alan okulların kontenjanları 139.120’den 213.128’e yükseldi.Sınavla alınacak öğrenci sayısındaki artış ve sınav sorularının sadece birinci yarıyılda işlenen konulardan oluşması bazı öğrencilerin “nasıl olsa yaparım” duygusu yaşamaları yapabilecekleri en büyük hata olur.
Öğrencilere önerim; Sınav hazırlayanlar tek bir konudan sınav hazırlasalar bile hiç müfredat dışına çıkmadan hem çok kolay hem de düşünme, yorumlama, bilgiyi kullanma ve çıkarım yapmayı gerektiren çok zor sorular hazırlayabilirler. Bu güne kadar girdikleri tüm sınavlarda tam yapmış öğrencilerin bile “ki böyle bir öğrenci olduğunu sanmıyorum” bundan sonra girecekleri sınavlarda da aynı başarıyı gösterecekleri söylenemez. Üstelik evden çıkamadığımız bu uzun günleri fırsata çeviren çok sayıda öğrencinin olduğunu da aklınızdan çıkarmayın.
Son söz; Kendinize planlı, gerçekçi ve kesinlikle aksatmayacağınız bir tekrar programı yapıp çalışmaya devam etmenizdir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Koordinatörü Hatice Yılmaz, LGS Klavuzunu değerlendirdi. Yılmaz, sınava girecek öğrencilerin planlı, gerçekçi ve kesinlikle aksatmayacağı bir tekrar programı yapıp çalışmaya devam etmeleri önerisinde bulundu.
e-Okuldan LGS Başvuru Bilgilerinizin doğruluğunu kontrol edin
3 Nisan Cuma günü yayınlanan sınavla öğrenci alacak ortaöğretim kurumlarına ilişkin merkezi sınav başvuru ve uygulama klavuzu yayınlandı.
Klavuzda belirtildiği üzere 8. Sınıfta öğrenim gören tüm öğrencilerin başvuruları otomatik olarak yapılmış durumda. Öğrencilerin ayrıca başvuru yapmalarına gerek yok. Ayrıca başvuru merkezi olarak yapılmış öğrenciler sınava girmek zorunda değil.
Ancak bu sınavın sonuçları Fen Liseleri, Anadolu Liseleri ve Mesleki Teknik Liseler dışında Özel okullara kayıtlar için de kullanılıyor.
Sınav başvurularının doğruluğunu kontrol etmek için;
- 6 – 22 Nisan tarihleri arasında (siz 20 Nisanı geçirmeyin) e-Okul Veli Bilgilendirme sistemi üzerinden öğrencinizin başvuru bilgilerinin güncel olup olmadığını inceleyiniz.
- Fotoğrafınızı
- Nüfus kayıtlarınızı
- Zorunlu yabancı dilinizi
- Muaf olduğunuz derslerle ilgili eksik veya yanlış bilgi olup olmadığını inceleyiniz.
- Yaptığınız incelemede güncel olmayan bilgilerinizle ilgili 22 Nisan tarihine kadar okul müdürlüğünüzü bilgilendirip düzeltilmesini sağlayınız.
- Özel eğitim ihtiyacı olan ve sınav tedbir hizmeti alması gereken öğrencilerin velilerinin 15 Nisan tarihine kadar başvuru klavuzundaki ek-2’yi inceleyip okul müdürleri ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.
- Sınav giriş belgenizi 28 Mayıs tarihinden itibaren okul müdürlüğünden almanız gerektiğini unutmayınız.
LGS Kontenjanı % 50 arttı
Başvuru klavuzunda önümüzdeki öğretim yılında sınavla öğrenci alacak okullar ve kontenjanları da yayınlanmış.
Sınavla öğrenci alan okulların kontenjanları 139.120’den 213.128’e yükseldi.Sınavla alınacak öğrenci sayısındaki artış ve sınav sorularının sadece birinci yarıyılda işlenen konulardan oluşması bazı öğrencilerin “nasıl olsa yaparım” duygusu yaşamaları yapabilecekleri en büyük hata olur.
Öğrencilere önerim; Sınav hazırlayanlar tek bir konudan sınav hazırlasalar bile hiç müfredat dışına çıkmadan hem çok kolay hem de düşünme, yorumlama, bilgiyi kullanma ve çıkarım yapmayı gerektiren çok zor sorular hazırlayabilirler. Bu güne kadar girdikleri tüm sınavlarda tam yapmış öğrencilerin bile “ki böyle bir öğrenci olduğunu sanmıyorum” bundan sonra girecekleri sınavlarda da aynı başarıyı gösterecekleri söylenemez. Üstelik evden çıkamadığımız bu uzun günleri fırsata çeviren çok sayıda öğrencinin olduğunu da aklınızdan çıkarmayın.
Son söz; Kendinize planlı, gerçekçi ve kesinlikle aksatmayacağınız bir tekrar programı yapıp çalışmaya devam etmenizdir.
Son Güncelleme: Pazartesi, 06 Nisan 2020 12:51
Gösterim: 1443
Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Koordinatörü Hatice Yılmaz, "Evinizi bir an önce okula dönüştürün. Öğrenmeye ilgisi azalan ve aileleri tarafından öğrenmeye motive edilmeyen öğrencileri gelecekte daha sıkıntılı günler bekliyor".
Bugün tam bir aydır öğrenciler okuldan uzak. 13 Mart günü öğrenciler bir haftalık ara tatile girdi. 23 Martta uzaktan eğitimin çalışmaları başladı. Virüsün her geçen gün giderek yaygınlaşması nedeniyle okulların kapalı olduğu süre uzatıldı. Bu günden sonra da okulların ne zamana kadar kapalı kalacağını tahmin etmek oldukça zor. Belki mayıs ayıda evde geçecek.
23 Martta başlanan uzaktan eğitime ilgi günler geçtikçe azalmaya başlandı. Öğrenmeye ilgisi azalan ve aileleri tarafından öğrenmeye motive edilmeyen öğrencileri gelecekte daha sıkıntılı günlerin beklediği açık bir gerçek. Eğitime, öğrenmeye verilen ara uzadıkça yeniden öğrenmeye başlamak için çok daha büyük çaba gerekecek.
Öğrencilerin zorunlu olarak evde oldukları bu sürede ruh beden sağlıklarının korunması, onları öğrenmeye, araştırmaya ve okumaya yöneltmekle mümkün olacaktır. Aksi halde doğası gereği hareketli ve meraklı olan çocukları evde tutmak havalar güzelleştikçe daha zor olacaktır. Bu günlerde öğrenme motivasyonunu kaybeden öğrencileri gelecek eğitim-öğretim yılında derse başlatmak çok daha zor olacaktır. Bu konuda anne ve babalara önemli görevler düşüyor. Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Koordinatörü Hatice Yılmaz, önerilerini maddeler halinde sıraladı;
Çocuğunun eğitimini destekleyecek her ebeveynin yapması gerekenler;
- Evinizin bir odasını okul ortamına dönüştürün. Bu oda öğrencinin uzaktan eğitim derslerini rahatça izleyeceği, televizyon veya bilgisayarın olduğu bir oda olmalı.
- Öğrenci çalışmaları mutlaka bir masada yapmalı, koltukta oturarak, yatarak veya yere uzanarak öğrencinin derse odaklanması dolayısıyla öğrenmesi mümkün değildir.
- Öğrenci çalıştığı sürece odasına girilip çıkılmamalı, diğer odalardan öğrencinin ilgisini dağıtacak sesler (tv, radyo,yüksek sesle konuşma vb.) gelmemelidir.
- Öğrencinin çalışmalarının aksamaması için, sabah 8.30'da kahvaltısını yapmış olarak uzaktan eğitim çalışmalarına başlaması, gün içinde yapması gereken çalışmaları aksatmaması ve okul döneminde ki gibi belirli saatlerde yatıp kalkması sağlanmalıdır.
- Günün belirlenen bir saatinde aile fertlerinin birlikte yapacağı etkinlikler çocukların kendilerine olan güven duygularını güçlendirecektir.
- Öğrencinin aile fertlerinden biri olarak günlük görevlerini yerine getirme sorumluluğu vermeyi ihmal etmeyin.
Ebeveynler çocuklarının eğitimi önemsemez, çocuğun çalışmalarına saygı göstermez ve onu öğrenmeye motive etmezlerse en düzenli çalışan öğrenciler bile bir süre sonra derslerden uzaklaşmaya başlayacaklardır.
Sevgili anne babalar, unutmayın çocuklarınızın ruh ve beden sağlığı ile birlikte eğitiminden de öncelikle siz sorumlusunuz ki, bu korona günlerinde onların ruh ve beden sağlığını korumak ilgilerini öğrenmeye yöneltmekle mümkün olacaktır. Bu günlerde aklınızdaki tek şeyin aile fertlerinin sağlığı olduğunu biliyorum. Ama hepimiz çocuklarınıza vereceğiniz en büyük mirasın eğitim olduğunu da biliyoruz. Bu günler geçip her şey normale döndüğünde eğitim adına boşa geçen bu günleri getirme şansınız olmayacak. Üstelik her geçen günle birlikte çocuğunuzun huysuzluğu, disiplinsizliği ve eğitime ilgisi daha da azalacak. Siz siz olun çocuğunuzu geleceğe hazırlamayı ihmal etmeyin.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Koordinatörü Hatice Yılmaz, "Evinizi bir an önce okula dönüştürün. Öğrenmeye ilgisi azalan ve aileleri tarafından öğrenmeye motive edilmeyen öğrencileri gelecekte daha sıkıntılı günler bekliyor".
Bugün tam bir aydır öğrenciler okuldan uzak. 13 Mart günü öğrenciler bir haftalık ara tatile girdi. 23 Martta uzaktan eğitimin çalışmaları başladı. Virüsün her geçen gün giderek yaygınlaşması nedeniyle okulların kapalı olduğu süre uzatıldı. Bu günden sonra da okulların ne zamana kadar kapalı kalacağını tahmin etmek oldukça zor. Belki mayıs ayıda evde geçecek.
23 Martta başlanan uzaktan eğitime ilgi günler geçtikçe azalmaya başlandı. Öğrenmeye ilgisi azalan ve aileleri tarafından öğrenmeye motive edilmeyen öğrencileri gelecekte daha sıkıntılı günlerin beklediği açık bir gerçek. Eğitime, öğrenmeye verilen ara uzadıkça yeniden öğrenmeye başlamak için çok daha büyük çaba gerekecek.
Öğrencilerin zorunlu olarak evde oldukları bu sürede ruh beden sağlıklarının korunması, onları öğrenmeye, araştırmaya ve okumaya yöneltmekle mümkün olacaktır. Aksi halde doğası gereği hareketli ve meraklı olan çocukları evde tutmak havalar güzelleştikçe daha zor olacaktır. Bu günlerde öğrenme motivasyonunu kaybeden öğrencileri gelecek eğitim-öğretim yılında derse başlatmak çok daha zor olacaktır. Bu konuda anne ve babalara önemli görevler düşüyor. Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Koordinatörü Hatice Yılmaz, önerilerini maddeler halinde sıraladı;
Çocuğunun eğitimini destekleyecek her ebeveynin yapması gerekenler;
- Evinizin bir odasını okul ortamına dönüştürün. Bu oda öğrencinin uzaktan eğitim derslerini rahatça izleyeceği, televizyon veya bilgisayarın olduğu bir oda olmalı.
- Öğrenci çalışmaları mutlaka bir masada yapmalı, koltukta oturarak, yatarak veya yere uzanarak öğrencinin derse odaklanması dolayısıyla öğrenmesi mümkün değildir.
- Öğrenci çalıştığı sürece odasına girilip çıkılmamalı, diğer odalardan öğrencinin ilgisini dağıtacak sesler (tv, radyo,yüksek sesle konuşma vb.) gelmemelidir.
- Öğrencinin çalışmalarının aksamaması için, sabah 8.30'da kahvaltısını yapmış olarak uzaktan eğitim çalışmalarına başlaması, gün içinde yapması gereken çalışmaları aksatmaması ve okul döneminde ki gibi belirli saatlerde yatıp kalkması sağlanmalıdır.
- Günün belirlenen bir saatinde aile fertlerinin birlikte yapacağı etkinlikler çocukların kendilerine olan güven duygularını güçlendirecektir.
- Öğrencinin aile fertlerinden biri olarak günlük görevlerini yerine getirme sorumluluğu vermeyi ihmal etmeyin.
Ebeveynler çocuklarının eğitimi önemsemez, çocuğun çalışmalarına saygı göstermez ve onu öğrenmeye motive etmezlerse en düzenli çalışan öğrenciler bile bir süre sonra derslerden uzaklaşmaya başlayacaklardır.
Sevgili anne babalar, unutmayın çocuklarınızın ruh ve beden sağlığı ile birlikte eğitiminden de öncelikle siz sorumlusunuz ki, bu korona günlerinde onların ruh ve beden sağlığını korumak ilgilerini öğrenmeye yöneltmekle mümkün olacaktır. Bu günlerde aklınızdaki tek şeyin aile fertlerinin sağlığı olduğunu biliyorum. Ama hepimiz çocuklarınıza vereceğiniz en büyük mirasın eğitim olduğunu da biliyoruz. Bu günler geçip her şey normale döndüğünde eğitim adına boşa geçen bu günleri getirme şansınız olmayacak. Üstelik her geçen günle birlikte çocuğunuzun huysuzluğu, disiplinsizliği ve eğitime ilgisi daha da azalacak. Siz siz olun çocuğunuzu geleceğe hazırlamayı ihmal etmeyin.
Son Güncelleme: Çarşamba, 15 Nisan 2020 13:54
Gösterim: 1132
Ayşecan Terzioğlu - Antropolog / Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Kültürel Çalışmalar Programı Öğretim Üyesi
Salgın hastalıklar insanlık tarihi boyunca sadece yaşandıkları zaman toplumda büyük bir korku ve paniğe yol açmakla kalmadı, uzun vadede de köklü toplumsal değişimlere yol açtı. Tarihçiler bugün salgın hastalıkları bir çok toplumsal değişime yol açan ve onları hızlandıran önemli bir etken; hatta salgınların uzun vadeli etkilerinin ilk başta göze çarpmaması nedeniyle adeta bu değişimlerin ardında yatan bir “gizli özne” olarak görüyorlar. Örneğin, Orta Çağ Avrupa’sında krallıkların politik güçlerinin daha küçük coğrafi bölgeleri kapsaması ve ekonomide büyüme yerine kendi kendine yetme dönemine geçilmesinde o dönemin her toplumsal ve ekonomik kesiminden yüzlerce can alan Veba’nın büyük bir rolü var. Soylu aileler, kendilerini yalnızca düşman ordulardan veya haydutlardan değil, halkı kasıp kavuran Veba’dan da korumak için kalın ve yüksek duvarlı kalelerin ve şatoların arkasına çekiliyorlardı bu dönemde. Salgınların aynı zamanda, kendilerinden önce de varolan toplumsal ve politik eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları da arttıran bir yapısı var. Yine Ortaçağ Avrupa’sında Veba’nın Uzak Doğu’dan geldiğine dair bir inanış, Uzak Doğu ülkeleriyle ticaret yapan çoğu Yahudi tüccarların Veba’yı Avrupa’ya taşımakla suçlanmalarına ve bu yüzden bir kısmının yakılarak öldürülmesine yol açıyor.
20.yüzyıla gelindiğinde fizyoloji, farmakoloji, halk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklarla aşı ve hijyen gibi kolay uygulanan önlemlerle bulaşma öncesi etkin bir şekilde savaşan koruyucu/önleyici tıp gibi alanlardaki gelişmelerin, sağlıkçılara özellikle bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemede önemli başarılar ve bu başarıların yol açtığı büyük bir özgüven kazandırdığını görüyoruz. Bu özgüven ne yazık ki 1980’lerde yeni bir küresel salgın yani pandemi olarak HIV/AIDS’in ortaya çıkması ve hızla yayılmasıyla önemli ölçüde sarsılıyor. Bugün bile tam olarak tedavi edilemeyen, ancak HIV aşamasında ilaçlarla kontrol altına alınan bu hastalık yine toplumun her kesiminden bir çok kişiyi öldürmesi nedeniyle büyük bir korku ve paniğe yol açıyor. “Havuzdan bulaşıyormuş” veya “hasta insanlar sağlıklı insanlara zorla bulaştırıyormuş” şeklinde, günümüzde bile hala bazı kişilerin inanabildiği, hiçbir tıbbi dayanağı olmayan şehir efsanelerinin de doğmasına yol açan HIV/AIDS hastalığı yüzünden, tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında Yahudilerin suçlandığı gibi, Türkiye dahil dünyanın çeşitli yerlerinde de hastalığın ilk dönemlerinde yaygın olarak görüldüğü eşcinseller suçlandı. Bu suçlama ilk etapta onların toplumdan iyice dışlanmalarına ve ayrıştırılmalarına yol açarken, zaman içinde bu konuda farklı toplumsal eğilimler de oluşmaya başladı. Örneğin, İngiliz doktorlar bu hastalığın insanlara nasıl bulaştığını, vücutta nasıl ilerlediğini ve hangi aşamalarda ne gibi sorunlara yol açtığını anlamak için eşcinsel hastalar ve onların yakınlarıyla işbirliğine giderek, onların gözlem ve hastalık deneyimlerinden faydalandı. Aynı dönemde, toplumsal olarak dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan eşcinseller hem bu konuda hem de HIV/AIDS’le yaşamda birbirlerine destek olmak için etkin örgütlenme mekanizmaları geliştirerek LGBTI+ haklarını savundular ve toplumsal cinsiyeti “kadın ve erkek” şeklinde ikili bir anlayışla dayatan heteronormatif sistemin önemli ölçüde sorgulanmasına yol açtılar.
Bugün yine bir pandemiyle karşı karşıyayız: Yayılma hızıyla dünyayı derinden sarsan, 14.000’e yaklaşan ölüm sayısıyla hepimizi panikleten ve evimize kapanıp, gerekmedikçe dışarıya çıkmamızı engelleyen COVID-19 isimli bir virüs var artık hayatımızda ve uzun bir süre de hayatımızı etkileyecek gibi gözüküyor. Bu virüsün de ortaya çıkmasının ve yayılmasının epey önemli ve gözden kaçırmamamız gereken bazı toplumsal nedenleri ve sonuçları var. Bu toplumsal neden ve sonuçlar o kadar önemli ki belki de- ve umarım- kişisel olarak bugüne kadar varolan günlük hayatımızda yaptığımız seçimleri sorgulamamıza; hastane, üniversite ve sivil toplum kuruluşları gibi kurumların işleyişini ve devletlerin politik mekanizmalarını yeniden düşünmelerine yol açacak. Bu nasıl olabilir, önce bu çerçevedeki en küçük birimden, yani bizden başlayarak anlatayım: Günlük yaşamımızda artık bizi rahatlatan bir rutin oluşturduğu için farketmediğimiz bir çok karar alıyoruz. Arkadaşlarımı eve mi çağırayım, yoksa lokantaya mı gidelim? Lokantaya yürüyerek mi gideyim, arabayla mı yoksa taksiyle mi? Lokantada yine aynı, o çok sevdiğim hamburgeri mi ısmarlayayım, yoksa bugün “vejeteryan takılıp” salata mı yiyeyim? Akşam geç mi dönerim? Kaç gündür annemle konuşmadım, erken dönersem annemi aramaya vaktim olur mu? Bunun gibi bir çok sorunun yanıtını verirken yaptığımız seçimler hayat tarzımızı ve kimliğimizi belirliyor. Peki dünyadaki 7.7 milyar insan olarak günlük yaşam kararlarımızı verirken ne ölçüde başka insanları veya başka türden canlıları düşünüyoruz? Bu kararların dünyanın dengesi ve bu dengenin sürdürülebilirliği açısından nasıl bir önemi var? COVID-19’un benim lokantada akşam yediğim hamburgerle ya da akşam annemi arayıp aramadığımla ilgisi ne?
Bu soruların yanıtını verebilmek için öncelikle bu virüsün tam bir antroposen yani insan çağı virüsü olduğunu söylemeliyim. Dünyanın her yerine yayılarak, doğa üzerinde giderek daha fazla dönüştürücü ve tahripkar olan insan; konutları, barajları, limanları ve sanayisiyle dünyayı hızla kirleterek, bitkiler, hayvanlar, bakteriler ve virüsler gibi diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını önemli ölçüde sınırladı. Bu sorun Sanayi Devriminden başlayarak, Küreselleşme çağında hızlanan bir egemenlik savaşı haline geldi, ve diğer türlerin yaşaması insanın varlığına, seçimlerine ve vicdanına bağlı olmaya başladı. Bu yüzden COVID-19’un Dünyanın en kalabalık ülkesi ve son yıllarda küresel sanayide önemli bir aktör haline gelen Çin’de çıkması bir tesadüf değil. Tabii bu konuda Ortaçağ’dan kalma bir refleksle Çinlilileri suçlamak da hiç doğru değil, çünkü diğer canlı türlerinin yaşam alanını kısıtlama ve yaşamlarını sürdürmeyi zorlaştırmada neoliberal küreselleşme sistemi etkisinde yaşayan, kendileri farketmese de günlük yaşam seçimleri bu sistemin dayatmaları tarafından belirlenen tüm insanlar, yani hepimiz, farklı ölçülerde sorumluyuz.
Ancak biz insanlara tutunarak ve insandan insana geçerek yaşayabilen COVID-19’un ortaya çıkmasında insanların günlük hayat seçimleri kadar bunlara yön veren devlet ve kurum politikaları da sorumlu. Ekonomik büyüme odaklı politikalar, her ölçekte dayatılan rekabetçi yaklaşım, her konuda yapılan listeler ve listelerin en başında, o da olmazsa üst sıralarında olmak için birbirleriyle kıyasıya rekabet eden insanlar, kurumlar ve ülkeler… Kendilerini diğerlerinden üstün gören devletler, başka ülkelerin insanları istenmediği için devletler arasında giderek daha kalın çizgilerle belirlenen, yüksek çitler ve duvarlarla vurgulanan sınırlar…Tüm bu rekabetçi ortamda hayatı bireyci bir yarış olarak algılarken belki de COVID-19 gerçeğiyle kelimenin tam anlamıyla burun buruna gelince aslında bu yaşam tarzının ne kadar yıpratıcı ve yalnızlaştırıcı olduğunu anladık hepimiz.Tıp ne kadar ilerlese de, bazı hastalıklar ve ölüm karşısında hala kırılgan ve çaresiz hissediyoruz kendimizi ve bu yeni, distopik dünya düzeninin getirdiği yalnızlık hissi de bu olumsuz hisleri pekiştiriyor.
Biliyorum bu son paragrafta çok karanlık bir tablo çizdim ve buraya kadar okumayı başardıysanız, bile eminim bu son paragrafta okumayı bırakmayı ciddi ciddi düşündünüz. Ama hemen pes etmeyin, bu bireyci, rekabetçi ve yalnızlaştırıcı eğilimlerimizin dünyayı daha da tahrip eden kısır döngüsünü kırmanın bir yolu var. İnsanlık tarihinde yüzyıllar boyunca nice salgınları, felaketleri, savaşları ve kırımları atlatarak sağ kalmanın da en önemli yöntemi bu aslında: Birbirimizle dayanışma, yani ortaklaşa hareket etme, günlük hayat seçimlerimizi kendi eğilimlerimiz, zevkimiz ve rahatımız kadar diğer insanları ve canlıları da düşünerek yapma. Bu virüs yüzünden toplumsal hayatımızın sekteye uğramasını ve bunun bizde yol açtığı yalnızlık hissini, ancak Halk Sağlığı uzmanı Dr. Yeşim Yasin’in dediği gibi “diğerkam” olarak aşabiliriz. Hastalık ve ölüm karşısındaki çaresizliğimizi ancak hep birlikte, dayanışarak hafifletebiliriz, sadece diğer insanlarla değil, diğer canlı türleriyle de.Biliyorum hepimiz evlere kapandık, ama 65 yaşının altındakiler market alışverişi gibi temel ihtiyaçlar için dışarı çıkabiliyorlar. Ailemizde ya da çevremizde 65 yaşının üstünde, marketten bir ihtiyacı olan var mı? Lokantalar ve bir çok dükkan kapanınca onların beslediği sokak kedilerini ve köpeklerini bizler besleyebilir miyiz?
Eve kapanmak altyapısı sorunlu olan eski evlerde kalabalık düzende oturanları ve aile içi şiddet görenleri daha çok zorluyor. Aynı şekilde mülteciler ve hapislerde tutuklu olanlar COVID-19 korkusunu çok daha farklı bir boyutta yaşıyorlar, diğer yaşam zorluklarına ek olarak. Onlar için ne yapabiliriz? Onlarla nasıl dayanışabiliriz? Sosyal medyada sıklıkla okuduğumuz gibi hepimiz toplumun en zayıf halkası kadar güçlüyüz ve sağlıklıyız. O yüzden bir diğerimizin yaşam ve sağlık koşullarının iyileşmesine sağladığımız minicik bir katkımızın bize de olumlu etkileri olacak, sadece vicdanımızı rahatlatmak için değil, bu ekosistemde “hepimiz aynı teknede olduğumuz”, yaşamımızı sürdürebilmek adına birbirimize bağımlı olduğumuz için. Umarım COVID-19’un uzun vadeli toplumsal sonuçları küresel, neoliberal sistemin dayattığı rekabetçi, bireyci ve yalnızlaştırıcı düzeni biraz kırarak, dayanışmacı ve paylaşımcı eğilimlerin artması yönünde olur. Salgının ilk çıktığı Çin’in bugünlerde salgından en çok etkilenen İtalya ve İran’a yaptığı tıbbi ekip ve malzeme yardımları ve bir balkondan diğer balkonlara verilen konserler bu eğilimlerin ilk göstergeleri belki de. Ama çok daha fazlasına ve etkin, örgütlü dayanışmalara ihtiyacımız var artık.
Haydi, bu çağrı hepimize!
KAYNAKLAR: Bu yazıyı yazarken kullandığım kaynaklar bu konularda daha çok bilgilenmek isteyenlerin de işine yarayabilir.
Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji Bölümünde lisansüstü eğitimim sırasında okuduğum ve Sağlık Antropolojisi alanında uzmanlaştırma isteğimi pekiştiren bu alanda bir klasik:
Epidemics and Ideas: Essays on the Historical Perception of Pestilence, Terence Ranger & Paul Slack (derleyenler), Cambridge University Press, 1992.
Veba hakkında daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler için tıp tarihçisi Nükhet Varlık’ın podcast’i:
https://soundcloud.com/ottoman-history-podcast/tracing-plague-in-the-ottoman-empire-nukhet-varlik
Küresel ve neoliberal düzenin İstanbul’a etkilerini daha ayrıntılı incelemek için:
Yeni İstanbul Çalışmaları, Ayfer Bartu Candan&Cenk Özbay (der), Metis Yayınları, 2014
COVİD-19 karantinası sürecinde ruh ve beden sağlığımızı nasıl koruyacağımız ve nasıl dayanışacağımız hakkında iki önemli yazı, Uzman Psikolog Leyla Navaro ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Yeşim Yasin’den:
http://www.diken.com.tr/uzman-psikologdan-corona-gunlerinde-ruh-sagligini-korumak-icin-dokuz-oneri/?fbclid=IwAR3fBTr3pAuxv63RTmFMleb2OO8u-XFy3ng-XRFviVTDwCxHYl3DPtVH70s
http://bianet.org/bianet/yasam/221757-covid-19-artik-hayatimizda
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Ayşecan Terzioğlu - Antropolog / Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Kültürel Çalışmalar Programı Öğretim Üyesi
Salgın hastalıklar insanlık tarihi boyunca sadece yaşandıkları zaman toplumda büyük bir korku ve paniğe yol açmakla kalmadı, uzun vadede de köklü toplumsal değişimlere yol açtı. Tarihçiler bugün salgın hastalıkları bir çok toplumsal değişime yol açan ve onları hızlandıran önemli bir etken; hatta salgınların uzun vadeli etkilerinin ilk başta göze çarpmaması nedeniyle adeta bu değişimlerin ardında yatan bir “gizli özne” olarak görüyorlar. Örneğin, Orta Çağ Avrupa’sında krallıkların politik güçlerinin daha küçük coğrafi bölgeleri kapsaması ve ekonomide büyüme yerine kendi kendine yetme dönemine geçilmesinde o dönemin her toplumsal ve ekonomik kesiminden yüzlerce can alan Veba’nın büyük bir rolü var. Soylu aileler, kendilerini yalnızca düşman ordulardan veya haydutlardan değil, halkı kasıp kavuran Veba’dan da korumak için kalın ve yüksek duvarlı kalelerin ve şatoların arkasına çekiliyorlardı bu dönemde. Salgınların aynı zamanda, kendilerinden önce de varolan toplumsal ve politik eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları da arttıran bir yapısı var. Yine Ortaçağ Avrupa’sında Veba’nın Uzak Doğu’dan geldiğine dair bir inanış, Uzak Doğu ülkeleriyle ticaret yapan çoğu Yahudi tüccarların Veba’yı Avrupa’ya taşımakla suçlanmalarına ve bu yüzden bir kısmının yakılarak öldürülmesine yol açıyor.
20.yüzyıla gelindiğinde fizyoloji, farmakoloji, halk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklarla aşı ve hijyen gibi kolay uygulanan önlemlerle bulaşma öncesi etkin bir şekilde savaşan koruyucu/önleyici tıp gibi alanlardaki gelişmelerin, sağlıkçılara özellikle bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemede önemli başarılar ve bu başarıların yol açtığı büyük bir özgüven kazandırdığını görüyoruz. Bu özgüven ne yazık ki 1980’lerde yeni bir küresel salgın yani pandemi olarak HIV/AIDS’in ortaya çıkması ve hızla yayılmasıyla önemli ölçüde sarsılıyor. Bugün bile tam olarak tedavi edilemeyen, ancak HIV aşamasında ilaçlarla kontrol altına alınan bu hastalık yine toplumun her kesiminden bir çok kişiyi öldürmesi nedeniyle büyük bir korku ve paniğe yol açıyor. “Havuzdan bulaşıyormuş” veya “hasta insanlar sağlıklı insanlara zorla bulaştırıyormuş” şeklinde, günümüzde bile hala bazı kişilerin inanabildiği, hiçbir tıbbi dayanağı olmayan şehir efsanelerinin de doğmasına yol açan HIV/AIDS hastalığı yüzünden, tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında Yahudilerin suçlandığı gibi, Türkiye dahil dünyanın çeşitli yerlerinde de hastalığın ilk dönemlerinde yaygın olarak görüldüğü eşcinseller suçlandı. Bu suçlama ilk etapta onların toplumdan iyice dışlanmalarına ve ayrıştırılmalarına yol açarken, zaman içinde bu konuda farklı toplumsal eğilimler de oluşmaya başladı. Örneğin, İngiliz doktorlar bu hastalığın insanlara nasıl bulaştığını, vücutta nasıl ilerlediğini ve hangi aşamalarda ne gibi sorunlara yol açtığını anlamak için eşcinsel hastalar ve onların yakınlarıyla işbirliğine giderek, onların gözlem ve hastalık deneyimlerinden faydalandı. Aynı dönemde, toplumsal olarak dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan eşcinseller hem bu konuda hem de HIV/AIDS’le yaşamda birbirlerine destek olmak için etkin örgütlenme mekanizmaları geliştirerek LGBTI+ haklarını savundular ve toplumsal cinsiyeti “kadın ve erkek” şeklinde ikili bir anlayışla dayatan heteronormatif sistemin önemli ölçüde sorgulanmasına yol açtılar.
Bugün yine bir pandemiyle karşı karşıyayız: Yayılma hızıyla dünyayı derinden sarsan, 14.000’e yaklaşan ölüm sayısıyla hepimizi panikleten ve evimize kapanıp, gerekmedikçe dışarıya çıkmamızı engelleyen COVID-19 isimli bir virüs var artık hayatımızda ve uzun bir süre de hayatımızı etkileyecek gibi gözüküyor. Bu virüsün de ortaya çıkmasının ve yayılmasının epey önemli ve gözden kaçırmamamız gereken bazı toplumsal nedenleri ve sonuçları var. Bu toplumsal neden ve sonuçlar o kadar önemli ki belki de- ve umarım- kişisel olarak bugüne kadar varolan günlük hayatımızda yaptığımız seçimleri sorgulamamıza; hastane, üniversite ve sivil toplum kuruluşları gibi kurumların işleyişini ve devletlerin politik mekanizmalarını yeniden düşünmelerine yol açacak. Bu nasıl olabilir, önce bu çerçevedeki en küçük birimden, yani bizden başlayarak anlatayım: Günlük yaşamımızda artık bizi rahatlatan bir rutin oluşturduğu için farketmediğimiz bir çok karar alıyoruz. Arkadaşlarımı eve mi çağırayım, yoksa lokantaya mı gidelim? Lokantaya yürüyerek mi gideyim, arabayla mı yoksa taksiyle mi? Lokantada yine aynı, o çok sevdiğim hamburgeri mi ısmarlayayım, yoksa bugün “vejeteryan takılıp” salata mı yiyeyim? Akşam geç mi dönerim? Kaç gündür annemle konuşmadım, erken dönersem annemi aramaya vaktim olur mu? Bunun gibi bir çok sorunun yanıtını verirken yaptığımız seçimler hayat tarzımızı ve kimliğimizi belirliyor. Peki dünyadaki 7.7 milyar insan olarak günlük yaşam kararlarımızı verirken ne ölçüde başka insanları veya başka türden canlıları düşünüyoruz? Bu kararların dünyanın dengesi ve bu dengenin sürdürülebilirliği açısından nasıl bir önemi var? COVID-19’un benim lokantada akşam yediğim hamburgerle ya da akşam annemi arayıp aramadığımla ilgisi ne?
Bu soruların yanıtını verebilmek için öncelikle bu virüsün tam bir antroposen yani insan çağı virüsü olduğunu söylemeliyim. Dünyanın her yerine yayılarak, doğa üzerinde giderek daha fazla dönüştürücü ve tahripkar olan insan; konutları, barajları, limanları ve sanayisiyle dünyayı hızla kirleterek, bitkiler, hayvanlar, bakteriler ve virüsler gibi diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını önemli ölçüde sınırladı. Bu sorun Sanayi Devriminden başlayarak, Küreselleşme çağında hızlanan bir egemenlik savaşı haline geldi, ve diğer türlerin yaşaması insanın varlığına, seçimlerine ve vicdanına bağlı olmaya başladı. Bu yüzden COVID-19’un Dünyanın en kalabalık ülkesi ve son yıllarda küresel sanayide önemli bir aktör haline gelen Çin’de çıkması bir tesadüf değil. Tabii bu konuda Ortaçağ’dan kalma bir refleksle Çinlilileri suçlamak da hiç doğru değil, çünkü diğer canlı türlerinin yaşam alanını kısıtlama ve yaşamlarını sürdürmeyi zorlaştırmada neoliberal küreselleşme sistemi etkisinde yaşayan, kendileri farketmese de günlük yaşam seçimleri bu sistemin dayatmaları tarafından belirlenen tüm insanlar, yani hepimiz, farklı ölçülerde sorumluyuz.
Ancak biz insanlara tutunarak ve insandan insana geçerek yaşayabilen COVID-19’un ortaya çıkmasında insanların günlük hayat seçimleri kadar bunlara yön veren devlet ve kurum politikaları da sorumlu. Ekonomik büyüme odaklı politikalar, her ölçekte dayatılan rekabetçi yaklaşım, her konuda yapılan listeler ve listelerin en başında, o da olmazsa üst sıralarında olmak için birbirleriyle kıyasıya rekabet eden insanlar, kurumlar ve ülkeler… Kendilerini diğerlerinden üstün gören devletler, başka ülkelerin insanları istenmediği için devletler arasında giderek daha kalın çizgilerle belirlenen, yüksek çitler ve duvarlarla vurgulanan sınırlar…Tüm bu rekabetçi ortamda hayatı bireyci bir yarış olarak algılarken belki de COVID-19 gerçeğiyle kelimenin tam anlamıyla burun buruna gelince aslında bu yaşam tarzının ne kadar yıpratıcı ve yalnızlaştırıcı olduğunu anladık hepimiz.Tıp ne kadar ilerlese de, bazı hastalıklar ve ölüm karşısında hala kırılgan ve çaresiz hissediyoruz kendimizi ve bu yeni, distopik dünya düzeninin getirdiği yalnızlık hissi de bu olumsuz hisleri pekiştiriyor.
Biliyorum bu son paragrafta çok karanlık bir tablo çizdim ve buraya kadar okumayı başardıysanız, bile eminim bu son paragrafta okumayı bırakmayı ciddi ciddi düşündünüz. Ama hemen pes etmeyin, bu bireyci, rekabetçi ve yalnızlaştırıcı eğilimlerimizin dünyayı daha da tahrip eden kısır döngüsünü kırmanın bir yolu var. İnsanlık tarihinde yüzyıllar boyunca nice salgınları, felaketleri, savaşları ve kırımları atlatarak sağ kalmanın da en önemli yöntemi bu aslında: Birbirimizle dayanışma, yani ortaklaşa hareket etme, günlük hayat seçimlerimizi kendi eğilimlerimiz, zevkimiz ve rahatımız kadar diğer insanları ve canlıları da düşünerek yapma. Bu virüs yüzünden toplumsal hayatımızın sekteye uğramasını ve bunun bizde yol açtığı yalnızlık hissini, ancak Halk Sağlığı uzmanı Dr. Yeşim Yasin’in dediği gibi “diğerkam” olarak aşabiliriz. Hastalık ve ölüm karşısındaki çaresizliğimizi ancak hep birlikte, dayanışarak hafifletebiliriz, sadece diğer insanlarla değil, diğer canlı türleriyle de.Biliyorum hepimiz evlere kapandık, ama 65 yaşının altındakiler market alışverişi gibi temel ihtiyaçlar için dışarı çıkabiliyorlar. Ailemizde ya da çevremizde 65 yaşının üstünde, marketten bir ihtiyacı olan var mı? Lokantalar ve bir çok dükkan kapanınca onların beslediği sokak kedilerini ve köpeklerini bizler besleyebilir miyiz?
Eve kapanmak altyapısı sorunlu olan eski evlerde kalabalık düzende oturanları ve aile içi şiddet görenleri daha çok zorluyor. Aynı şekilde mülteciler ve hapislerde tutuklu olanlar COVID-19 korkusunu çok daha farklı bir boyutta yaşıyorlar, diğer yaşam zorluklarına ek olarak. Onlar için ne yapabiliriz? Onlarla nasıl dayanışabiliriz? Sosyal medyada sıklıkla okuduğumuz gibi hepimiz toplumun en zayıf halkası kadar güçlüyüz ve sağlıklıyız. O yüzden bir diğerimizin yaşam ve sağlık koşullarının iyileşmesine sağladığımız minicik bir katkımızın bize de olumlu etkileri olacak, sadece vicdanımızı rahatlatmak için değil, bu ekosistemde “hepimiz aynı teknede olduğumuz”, yaşamımızı sürdürebilmek adına birbirimize bağımlı olduğumuz için. Umarım COVID-19’un uzun vadeli toplumsal sonuçları küresel, neoliberal sistemin dayattığı rekabetçi, bireyci ve yalnızlaştırıcı düzeni biraz kırarak, dayanışmacı ve paylaşımcı eğilimlerin artması yönünde olur. Salgının ilk çıktığı Çin’in bugünlerde salgından en çok etkilenen İtalya ve İran’a yaptığı tıbbi ekip ve malzeme yardımları ve bir balkondan diğer balkonlara verilen konserler bu eğilimlerin ilk göstergeleri belki de. Ama çok daha fazlasına ve etkin, örgütlü dayanışmalara ihtiyacımız var artık.
Haydi, bu çağrı hepimize!
KAYNAKLAR: Bu yazıyı yazarken kullandığım kaynaklar bu konularda daha çok bilgilenmek isteyenlerin de işine yarayabilir.
Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji Bölümünde lisansüstü eğitimim sırasında okuduğum ve Sağlık Antropolojisi alanında uzmanlaştırma isteğimi pekiştiren bu alanda bir klasik:
Epidemics and Ideas: Essays on the Historical Perception of Pestilence, Terence Ranger & Paul Slack (derleyenler), Cambridge University Press, 1992.
Veba hakkında daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler için tıp tarihçisi Nükhet Varlık’ın podcast’i:
https://soundcloud.com/ottoman-history-podcast/tracing-plague-in-the-ottoman-empire-nukhet-varlik
Küresel ve neoliberal düzenin İstanbul’a etkilerini daha ayrıntılı incelemek için:
Yeni İstanbul Çalışmaları, Ayfer Bartu Candan&Cenk Özbay (der), Metis Yayınları, 2014
COVİD-19 karantinası sürecinde ruh ve beden sağlığımızı nasıl koruyacağımız ve nasıl dayanışacağımız hakkında iki önemli yazı, Uzman Psikolog Leyla Navaro ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Yeşim Yasin’den:
http://www.diken.com.tr/uzman-psikologdan-corona-gunlerinde-ruh-sagligini-korumak-icin-dokuz-oneri/?fbclid=IwAR3fBTr3pAuxv63RTmFMleb2OO8u-XFy3ng-XRFviVTDwCxHYl3DPtVH70s
http://bianet.org/bianet/yasam/221757-covid-19-artik-hayatimizda
Son Güncelleme: Cuma, 03 Nisan 2020 15:52
Gösterim: 627