Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Prof. Dr. Cemal YILDIZ/T.C. Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri
Dil Hakkında Bazı Düşünceler
Dilin çok değişik tanımları vardır. Çok eski tarihlerde dil, bir mucize gibi kabul ediliyordu. Bu şaşılacak olayı açıklamak için başlıca iki düşünce vardı: İlk görüş dili, Allah'ın insana bir hediyesi olarak görülürken, diğer görüş dili, konuşulmuş, insan tarafından bulunmuş bir şey olarak kabul ediyordu.
Dile ait ilk bilgiler ise çeşitli mitoslarla değişik toplumlarda görülür. Örnek verecek olursak: Çinlilerde, bir su kaplumbağası sırtındaki çizgili şekillerde yazının sırrını taşıyarak imparatorun önüne gelip yazıyı öğretmiştir. Babillilerde, yarı balık yarı insan bir deniz canavarı sudan karaya çıkarak kendilerine yazıyı öğretmiştir.
Dilin daha ortaya çıkışında bir karışıklık olduğu için çok çeşitli tanımlara da sahiptir. Dilin tanımı yapılırken de belli başlı üç temel işleve oturtulur:
- İletişim kurma.
- Bilgi aktarma.
- Düşünceyi geliştirme.
Hiç kuşkusuz dilin en karakteristik yanı, onun toplumsallığıdır. Genel olarak dilin gelişimiyle toplumsal kurumların evrimi arasında bir etkileşim mevcuttur. Özel olarak ise, tek tek doğal dillerle onları konuşan toplulukların kültürleri arasında güçlü bir bağ bulunduğu görülmektedir.
Yabancı Dil Öğrenmenin Gerekliliği
Dil bir iletişim aracıdır. Bir toplumda yaşayan bireyler birbirleriyle aynı dili konuşarak iletişim kurarlar. Bugün hızla gelişen ve değişen dünyamızda diğer uluslarla da iletişim sağlamak zorundayız. Başka bir deyişle, diğer ülkelerle her alanda bilgi alışverişi yapabilmek, ekonomik ilişkilerimizi yürütebilmek ve kendi düşüncelerimizi ifade edebilmek için ana dilimizden başka en az bir yabancı dili bilmek zorundayız.
Günümüzde ekonomik ve teknolojik gelişmeler sonucunda, İngilizce neredeyse tüm ülkelerde kullanılan “dünya dili” haline gelmiştir. Bu nedenle ülkemizde de yabancı dil öğretimi daha çok İngilizce öğretimi üzerinde yoğunlaşmıştır.
Yabancı Bir Dil Öğrenmenin Faydaları
Bir yabancı dili bilmek, bireyin o dildeki sözcükleri ve dilbilgisi yapılarını bilmesinin yanı sıra, bu sözcük ve yapılardan yararlanarak o dili konuşan kişilerle sözlü ya da yazılı iletişim kurabilmesidir. Başka bir deyişle, bir dili bilmek yalnızca o dil hakkında gerekli olan dilbilgisi kurallarını bilmek, yani “dilbilgisel yeti” ye sahip olmak değildir. Aynı zamanda hangi ortamlarda hangi yapı ve sözcüklerin kullanılacağını bilmek demek olan “iletişimsel yeti” ye sahip olmak gerekmektedir. Bunu kazanabilmek için de o dilin kültürü ve edebiyatı hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir.
İkinci dil öğrenenlerin kendi dillerindeki okuma-anlama becerilerini de geliştirdikleri ve ayrıca okuma sınavlarında daha yüksek notlar aldıkları bilinmektedir. Birçok durumda, başka bir dil öğrenmek çocuğun Türkçe yeteneğini geliştirir. Çocuklar diğer dillerin yapılarını öğrenirken Türkçe hakkında da birçok şey öğrenirler.
Erken Yaşta Yabancı Dil Öğretimiyle İlgili Görüşler
Dil, tüm zihinsel süreçlerimizle ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiştir. Düşünmek, hatırlamak, kavramak, dikkatini yöneltmek, algılamak vb. tüm zihinsel faaliyetlerde dil vardır. Dil ve zihin birbirine paralel gelişmektedir. Bu nedenle çocuğun dil gelişimi onun tüm zihinsel gelişimini desteklemektedir. Bebekler dünyaya geldiklerinde içine doğdukları ortamda konuşulan dili edinme potansiyeline sahiptirler. Tüm dünyadaki bebekler doğdukları andan itibaren tüm sesleri çıkarabilme yetisine sahipken, zaman geçtikçe sadece etrafında konuşulan dildeki sesleri tekrar eder hale gelirler.
Krashen (1973), çocukların beyinlerindeki dil gelişiminin iki yaşında başladığını ve bu gelişimin ergenlik dönemine kadar sürdüğünü açıklamaktadır. Eğer çocuk bu dönemde yabancı dil öğrenmeğe başlarsa yabancı dili de ana dili gibi rahatlıkla öğrenebilir. Lambert’in (1972) belirttiğine göre de, ana dili edinimini kazanmaya başlayan çocuk kritik yaş dönemini geçirmeden yabancı dil eğitimine başlarsa ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Erken çocukluk döneminde kazanılan yabancı dile yönelik bu yatkınlık çocukların bilişsel gelişimine de büyük katkı sağlamaktadır.
Dilbilimciler okul öncesinde yabancı dil öğrenen çocukların problem çözme yetilerinin de çok güçlü olduğunu düşünmektedirler. Erken yaşta verilen yabancı dil öğretimi çocukta zekayı geliştirmekte ve ana dilinde de anlama kabiliyetini arttırmaktadır. Buna göre yabancı dil öğrenmeye ne kadar erken yaşta başlanırsa dili öğrenmek o kadar kolaylaşır. Aslında okul öncesinde yabancı dil öğretiminin amacı yabancı dili çocuğa ana dilini öğrendiği gibi edindirmek değil, kendi dili ve kültürünün dışındaki dillerin ve kültürlerin varlığının bilincini vermektir.
Dil Öğrenmede Kritik Dönem
Dil edinme ve öğrenmede en merkezî ve önemli rol beyne verilmiştir. Beynin sol yarımküresinde dil edinmeyle ilgili bir bölge vardır Bu bölge doğuştan itibaren çok aktiftir. Bu aktiflik, derecesi giderek azalarak ergenliğin başlangıcı olan 10–14 yaşlarına kadar devam eder. Sağ ve sol beyin yarımkürelerinin gelişmesinin ergenlik döneminde sona ermesiyle, dil edinme artık zorlaşır.
Dil gelişiminde kritik bir dönemin varlığı pek çok araştırmayla ispatlanmıştır. Yabancı dil öğrenmede ideal yaşın yedi ve altı olduğu, bunu ergenliğe kadar olan sürenin takip ettiği, ergenlik dönemine girdikten sonra ise, dil öğrenmenin zorlaştığı bilinmektedir. Dil öğrenme hususunda kritik dönem fikrini ortaya atan Lenneberg'e göre, dil sadece bebeklikten ergenlik çağına kadar olan dönemde kazanılır (Lenneberg, 1967). Yapılan araştırmalar, yabancı dilin küçük yaşta ana dili ile birlikte kazandırılmasının en uygun yol olduğunu göstermektedir. Yedi yaşından sonra bir dili aksansız öğrenmek zorlaşmaktadır.
Erken yaşta yabancı dil öğrenen çocuk, psikolojik açıdan yaşıtlarına göre daha olgun, ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Ayrıca yabancı dil öğrenme, çocukların zihnî gelişmesine ve toplum içinde daha sosyal olmasına büyük katkı sağlamaktadır. Çocuklar günlük hayatta ikinci dili aktif olarak kullanmadıkları için öğrendiklerini unutsalar bile, yabancı dile karşı merakı uyanmakta, farklı bir dil ve kültür olduğunun farkına varmaktadırlar. İki dillilikte olduğu gibi, erken yaşta ikinci dil öğretirken, ana dilin de mutlaka çok iyi öğretilmesi gerektiği de unutulmamalıdır.
Erken Yaşta Yabancı Dil Nasıl Öğretilmelidir?
Okul öncesi dönemde çocuklara yabancı dil doğrudan değil, oyun, şarkı, tekerlemelerle dolaylı yoldan öğretilebilir. Böylece çocuk yabancı dille tabiî bir ortamda karşı karşıya gelir, duyarak, görerek ve bizzat yaşayarak öğrenir. Öğretmen, hareket, jest, mimik; uygun ipucu verme, resim ve şekillerle gösterme, şarkı söyleme, şiir okuma, karşılıklı konuşma gibi yolları kullanabilir. Yabancı dildeki sesleri duymaya alışan çocuklar bunları zamanla benimser. Öğretilen kelime ve cümlelerin çocukların günlük hayatından seçilmesi ilgiyi artırır. Çocuk hangi oyuncak ve nesnelerle oynuyorsa, onların İngilizce isimlerini de kolayca öğrenebilir. Oyun, çocuk için en iyi öğrenme yoludur. Oyunla yabancı dil bir araya getirilince öğrenme daha da kolaylaşır ve bir keyif hâline gelir. Dil öğretiminde şarkı ve hareket de başarıyı yükseltir. Ritm ve melodiyle öğrenme eğlenceli hâle gelir ve bilginin hafızada kalması kolaylaşır. Çocuk, şarkıları önce anlamını bilmeden ezberler, kelimeleri öğrendikçe anlamı da çözer. Bunun yanında, yabancı dil öğretimi için kullanılan boyama veya hikâye kitaplarından ve kasetlerden faydalanılabilir. Çocuklara dil öğretirken sık tekrarların yapılması öğrenilenlerin pekiştirilmesini ve derse katılamayanların da öğrenme fırsatı bulmasını sağlar.
Çocuk ana sınıfında doğal bir ortamda yabancı dille karşı karşıya gelmelidir. Dil eğitimi okul öncesinde bilişim teknolojilerine paralel olarak oyun, şarkı, tekerleme gibi doğal yöntemlerle öğretilmelidir. Özellikle oyun ile yabancı dil öğretimi dinleme, taklit etme, kavram oluşumu gibi dil gelişiminin temelini oluşturan bu becerilerin gelişimine yardımcı olur (Dönmez v.d., 1997). Okul öncesi dönemde çocuklar dinleme ve konuşma becerilerinde daha başarılı olmaktadırlar, bu yüzden yabancı dil eğitimi verilirken de bu ölçütler dikkate alınmalıdır.
Roth (1998) çocukların 3-4 yaşına kadar ana dillerinde kendilerini rahatça ifade edebileceklerini belirterek, 6 yaşından sonra ise artık zamanları algılayabilecek düzeye gelebileceklerini açıklamıştır. Günümüzde Avrupa ülkelerinin çoğunda yabancı dil öğrenme yaşı 5-6 yaşlarında başlamaktadır. Mirici’ye (2001) göre, çocuklar ve yetişkinlerin güdülenme seviyeleri, hazır bulunuşluk düzeyleri ve öğrenme etkinliklerine tepkileri oldukça farklı olduğu için her iki gruba göre düzenlenmiş programlar olmalı ve bu gerçeklere göre hedef ve davranışlar belirlenmelidir.
Eğitimcilerin ve ailelerin erken yaşlardaki dil eğitimi ile ilgili kaygıları nelerdir?
Yabancı dil eğitimi ile ilgili araştırma yapan uzmanlar araştırmaları esnasında birçok anne-baba ve eğitimci ile konuşup onlar için de cevapları belirsiz olan soruları tespit etmeye çalışmışlar. Bu çalışmaların sonucunda iki ana soruya odaklanmışlardır. Bunlar:
1) Ana dilinin dışında farklı bir dili öğrenmek erken yaşlardaki çocukların dil gelişimine zarar verir mi?
Bu soruya uzmanlar kesinlikle hayır cevabını veriyorlar. Hatta araştırmaların bu sorunun tam tersi bir cevabı ortaya çıkardığını söylüyorlar. Erken yaşlardaki (yani 2-6 yaş evresinde) dil öğrenimi esnasında beyin iki farklı dil öğrenimini birbirinden ayırt etmiyor ve iki dilin gelişimini paralel devam ettiriyor. Bu nedenle çocuğun yabancı dili öğrenmesi ana dilini öğrenmesine engel olmuyor, bilakis olumlu etkileri sayesinde çocuğun ana dilini daha kolay öğrenmesine katkıda bulunuyor.
2) Çocuğa erken yaşlarda verilen yabancı dil eğitimi onun dil öğrenmeye karşı eğilimini azaltır mı?
Çocuklar hepimizin bildiği gibi dünyanın en meraklı varlıklarıdır. Çocuklarda var olan bu doğal merak duygusunu dil eğitimi için elverişli hale getirmek tabii ki eğitimcilerin ve anne- babaların elindedir. Bunu gerçekleştirirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, çocuğu yabancı dil eğitimi konusunda fazla zorlamamaktır. Fazla zorlandığı takdirde çocuk yeni bir dil öğrenmekten soğur ya da vazgeçer.
Yabancı dil öğretimi her yaşta ve her düzeyde uygulanabilen fakat oldukça ciddiye alınması gereken bir süreçtir. Erken yaşta yabancı dil öğretimi ülkemizde son yıllarda çok büyük bir önem kazanmaktadır. Dil öğrenmek için çocuklarda belli kritik dönemlerin bulunduğu artık bilimsel bir gerçektir. Bu kritik dönemlerde okul, aile ve çevrenin gerekli işbirliği son derece önemlidir.
Kaynakça:
Demirezen, M. (2003): “Yabancı Dil ve Anadil Öğreniminde Kritik Dönemler”‚ Dil Dergisi. Sayı 118.TÖMER, Ankara Üniversitesi.
Dönmez, B, N. Abidoğlu, Ü. Dinçer, Ç. Erdemir, N. Gümüşcü, Ş. (1997): Okul Öncesi Dönemde Dil Gelişimi Etkinlikleri. Sim Yayıncılık: Ankara.
Krashen, S. (1973): Lateralization, Language Learning and Critical Period: Some new Evidence. Language Learning.
Lambert,W.E. (1972): Language, Psychology and Culture. Stanford CA: Stanford University Pres.
Lenneberg, E. (1967): Biological foundation of language, New York, Willey
Mirici, İ.H. (2001): Çocuklara Yabancı Dil Öğretimi. Gazi Kitabevi, Ankara.
Roth,G . (1998): Teaching Very Young Children Pre school and Early Primary. Richmond Publishing. London.
http://www.kendinigelistir.com/yabanci-dil-ogrenmenin-yan-faydalari/#ixzz1hG2Ms2EW
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Prof. Dr. Cemal YILDIZ/T.C. Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri
Dil Hakkında Bazı Düşünceler
Dilin çok değişik tanımları vardır. Çok eski tarihlerde dil, bir mucize gibi kabul ediliyordu. Bu şaşılacak olayı açıklamak için başlıca iki düşünce vardı: İlk görüş dili, Allah'ın insana bir hediyesi olarak görülürken, diğer görüş dili, konuşulmuş, insan tarafından bulunmuş bir şey olarak kabul ediyordu.
Dile ait ilk bilgiler ise çeşitli mitoslarla değişik toplumlarda görülür. Örnek verecek olursak: Çinlilerde, bir su kaplumbağası sırtındaki çizgili şekillerde yazının sırrını taşıyarak imparatorun önüne gelip yazıyı öğretmiştir. Babillilerde, yarı balık yarı insan bir deniz canavarı sudan karaya çıkarak kendilerine yazıyı öğretmiştir.
Dilin daha ortaya çıkışında bir karışıklık olduğu için çok çeşitli tanımlara da sahiptir. Dilin tanımı yapılırken de belli başlı üç temel işleve oturtulur:
- İletişim kurma.
- Bilgi aktarma.
- Düşünceyi geliştirme.
Hiç kuşkusuz dilin en karakteristik yanı, onun toplumsallığıdır. Genel olarak dilin gelişimiyle toplumsal kurumların evrimi arasında bir etkileşim mevcuttur. Özel olarak ise, tek tek doğal dillerle onları konuşan toplulukların kültürleri arasında güçlü bir bağ bulunduğu görülmektedir.
Yabancı Dil Öğrenmenin Gerekliliği
Dil bir iletişim aracıdır. Bir toplumda yaşayan bireyler birbirleriyle aynı dili konuşarak iletişim kurarlar. Bugün hızla gelişen ve değişen dünyamızda diğer uluslarla da iletişim sağlamak zorundayız. Başka bir deyişle, diğer ülkelerle her alanda bilgi alışverişi yapabilmek, ekonomik ilişkilerimizi yürütebilmek ve kendi düşüncelerimizi ifade edebilmek için ana dilimizden başka en az bir yabancı dili bilmek zorundayız.
Günümüzde ekonomik ve teknolojik gelişmeler sonucunda, İngilizce neredeyse tüm ülkelerde kullanılan “dünya dili” haline gelmiştir. Bu nedenle ülkemizde de yabancı dil öğretimi daha çok İngilizce öğretimi üzerinde yoğunlaşmıştır.
Yabancı Bir Dil Öğrenmenin Faydaları
Bir yabancı dili bilmek, bireyin o dildeki sözcükleri ve dilbilgisi yapılarını bilmesinin yanı sıra, bu sözcük ve yapılardan yararlanarak o dili konuşan kişilerle sözlü ya da yazılı iletişim kurabilmesidir. Başka bir deyişle, bir dili bilmek yalnızca o dil hakkında gerekli olan dilbilgisi kurallarını bilmek, yani “dilbilgisel yeti” ye sahip olmak değildir. Aynı zamanda hangi ortamlarda hangi yapı ve sözcüklerin kullanılacağını bilmek demek olan “iletişimsel yeti” ye sahip olmak gerekmektedir. Bunu kazanabilmek için de o dilin kültürü ve edebiyatı hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir.
İkinci dil öğrenenlerin kendi dillerindeki okuma-anlama becerilerini de geliştirdikleri ve ayrıca okuma sınavlarında daha yüksek notlar aldıkları bilinmektedir. Birçok durumda, başka bir dil öğrenmek çocuğun Türkçe yeteneğini geliştirir. Çocuklar diğer dillerin yapılarını öğrenirken Türkçe hakkında da birçok şey öğrenirler.
Erken Yaşta Yabancı Dil Öğretimiyle İlgili Görüşler
Dil, tüm zihinsel süreçlerimizle ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiştir. Düşünmek, hatırlamak, kavramak, dikkatini yöneltmek, algılamak vb. tüm zihinsel faaliyetlerde dil vardır. Dil ve zihin birbirine paralel gelişmektedir. Bu nedenle çocuğun dil gelişimi onun tüm zihinsel gelişimini desteklemektedir. Bebekler dünyaya geldiklerinde içine doğdukları ortamda konuşulan dili edinme potansiyeline sahiptirler. Tüm dünyadaki bebekler doğdukları andan itibaren tüm sesleri çıkarabilme yetisine sahipken, zaman geçtikçe sadece etrafında konuşulan dildeki sesleri tekrar eder hale gelirler.
Krashen (1973), çocukların beyinlerindeki dil gelişiminin iki yaşında başladığını ve bu gelişimin ergenlik dönemine kadar sürdüğünü açıklamaktadır. Eğer çocuk bu dönemde yabancı dil öğrenmeğe başlarsa yabancı dili de ana dili gibi rahatlıkla öğrenebilir. Lambert’in (1972) belirttiğine göre de, ana dili edinimini kazanmaya başlayan çocuk kritik yaş dönemini geçirmeden yabancı dil eğitimine başlarsa ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Erken çocukluk döneminde kazanılan yabancı dile yönelik bu yatkınlık çocukların bilişsel gelişimine de büyük katkı sağlamaktadır.
Dilbilimciler okul öncesinde yabancı dil öğrenen çocukların problem çözme yetilerinin de çok güçlü olduğunu düşünmektedirler. Erken yaşta verilen yabancı dil öğretimi çocukta zekayı geliştirmekte ve ana dilinde de anlama kabiliyetini arttırmaktadır. Buna göre yabancı dil öğrenmeye ne kadar erken yaşta başlanırsa dili öğrenmek o kadar kolaylaşır. Aslında okul öncesinde yabancı dil öğretiminin amacı yabancı dili çocuğa ana dilini öğrendiği gibi edindirmek değil, kendi dili ve kültürünün dışındaki dillerin ve kültürlerin varlığının bilincini vermektir.
Dil Öğrenmede Kritik Dönem
Dil edinme ve öğrenmede en merkezî ve önemli rol beyne verilmiştir. Beynin sol yarımküresinde dil edinmeyle ilgili bir bölge vardır Bu bölge doğuştan itibaren çok aktiftir. Bu aktiflik, derecesi giderek azalarak ergenliğin başlangıcı olan 10–14 yaşlarına kadar devam eder. Sağ ve sol beyin yarımkürelerinin gelişmesinin ergenlik döneminde sona ermesiyle, dil edinme artık zorlaşır.
Dil gelişiminde kritik bir dönemin varlığı pek çok araştırmayla ispatlanmıştır. Yabancı dil öğrenmede ideal yaşın yedi ve altı olduğu, bunu ergenliğe kadar olan sürenin takip ettiği, ergenlik dönemine girdikten sonra ise, dil öğrenmenin zorlaştığı bilinmektedir. Dil öğrenme hususunda kritik dönem fikrini ortaya atan Lenneberg'e göre, dil sadece bebeklikten ergenlik çağına kadar olan dönemde kazanılır (Lenneberg, 1967). Yapılan araştırmalar, yabancı dilin küçük yaşta ana dili ile birlikte kazandırılmasının en uygun yol olduğunu göstermektedir. Yedi yaşından sonra bir dili aksansız öğrenmek zorlaşmaktadır.
Erken yaşta yabancı dil öğrenen çocuk, psikolojik açıdan yaşıtlarına göre daha olgun, ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Ayrıca yabancı dil öğrenme, çocukların zihnî gelişmesine ve toplum içinde daha sosyal olmasına büyük katkı sağlamaktadır. Çocuklar günlük hayatta ikinci dili aktif olarak kullanmadıkları için öğrendiklerini unutsalar bile, yabancı dile karşı merakı uyanmakta, farklı bir dil ve kültür olduğunun farkına varmaktadırlar. İki dillilikte olduğu gibi, erken yaşta ikinci dil öğretirken, ana dilin de mutlaka çok iyi öğretilmesi gerektiği de unutulmamalıdır.
Erken Yaşta Yabancı Dil Nasıl Öğretilmelidir?
Okul öncesi dönemde çocuklara yabancı dil doğrudan değil, oyun, şarkı, tekerlemelerle dolaylı yoldan öğretilebilir. Böylece çocuk yabancı dille tabiî bir ortamda karşı karşıya gelir, duyarak, görerek ve bizzat yaşayarak öğrenir. Öğretmen, hareket, jest, mimik; uygun ipucu verme, resim ve şekillerle gösterme, şarkı söyleme, şiir okuma, karşılıklı konuşma gibi yolları kullanabilir. Yabancı dildeki sesleri duymaya alışan çocuklar bunları zamanla benimser. Öğretilen kelime ve cümlelerin çocukların günlük hayatından seçilmesi ilgiyi artırır. Çocuk hangi oyuncak ve nesnelerle oynuyorsa, onların İngilizce isimlerini de kolayca öğrenebilir. Oyun, çocuk için en iyi öğrenme yoludur. Oyunla yabancı dil bir araya getirilince öğrenme daha da kolaylaşır ve bir keyif hâline gelir. Dil öğretiminde şarkı ve hareket de başarıyı yükseltir. Ritm ve melodiyle öğrenme eğlenceli hâle gelir ve bilginin hafızada kalması kolaylaşır. Çocuk, şarkıları önce anlamını bilmeden ezberler, kelimeleri öğrendikçe anlamı da çözer. Bunun yanında, yabancı dil öğretimi için kullanılan boyama veya hikâye kitaplarından ve kasetlerden faydalanılabilir. Çocuklara dil öğretirken sık tekrarların yapılması öğrenilenlerin pekiştirilmesini ve derse katılamayanların da öğrenme fırsatı bulmasını sağlar.
Çocuk ana sınıfında doğal bir ortamda yabancı dille karşı karşıya gelmelidir. Dil eğitimi okul öncesinde bilişim teknolojilerine paralel olarak oyun, şarkı, tekerleme gibi doğal yöntemlerle öğretilmelidir. Özellikle oyun ile yabancı dil öğretimi dinleme, taklit etme, kavram oluşumu gibi dil gelişiminin temelini oluşturan bu becerilerin gelişimine yardımcı olur (Dönmez v.d., 1997). Okul öncesi dönemde çocuklar dinleme ve konuşma becerilerinde daha başarılı olmaktadırlar, bu yüzden yabancı dil eğitimi verilirken de bu ölçütler dikkate alınmalıdır.
Roth (1998) çocukların 3-4 yaşına kadar ana dillerinde kendilerini rahatça ifade edebileceklerini belirterek, 6 yaşından sonra ise artık zamanları algılayabilecek düzeye gelebileceklerini açıklamıştır. Günümüzde Avrupa ülkelerinin çoğunda yabancı dil öğrenme yaşı 5-6 yaşlarında başlamaktadır. Mirici’ye (2001) göre, çocuklar ve yetişkinlerin güdülenme seviyeleri, hazır bulunuşluk düzeyleri ve öğrenme etkinliklerine tepkileri oldukça farklı olduğu için her iki gruba göre düzenlenmiş programlar olmalı ve bu gerçeklere göre hedef ve davranışlar belirlenmelidir.
Eğitimcilerin ve ailelerin erken yaşlardaki dil eğitimi ile ilgili kaygıları nelerdir?
Yabancı dil eğitimi ile ilgili araştırma yapan uzmanlar araştırmaları esnasında birçok anne-baba ve eğitimci ile konuşup onlar için de cevapları belirsiz olan soruları tespit etmeye çalışmışlar. Bu çalışmaların sonucunda iki ana soruya odaklanmışlardır. Bunlar:
1) Ana dilinin dışında farklı bir dili öğrenmek erken yaşlardaki çocukların dil gelişimine zarar verir mi?
Bu soruya uzmanlar kesinlikle hayır cevabını veriyorlar. Hatta araştırmaların bu sorunun tam tersi bir cevabı ortaya çıkardığını söylüyorlar. Erken yaşlardaki (yani 2-6 yaş evresinde) dil öğrenimi esnasında beyin iki farklı dil öğrenimini birbirinden ayırt etmiyor ve iki dilin gelişimini paralel devam ettiriyor. Bu nedenle çocuğun yabancı dili öğrenmesi ana dilini öğrenmesine engel olmuyor, bilakis olumlu etkileri sayesinde çocuğun ana dilini daha kolay öğrenmesine katkıda bulunuyor.
2) Çocuğa erken yaşlarda verilen yabancı dil eğitimi onun dil öğrenmeye karşı eğilimini azaltır mı?
Çocuklar hepimizin bildiği gibi dünyanın en meraklı varlıklarıdır. Çocuklarda var olan bu doğal merak duygusunu dil eğitimi için elverişli hale getirmek tabii ki eğitimcilerin ve anne- babaların elindedir. Bunu gerçekleştirirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, çocuğu yabancı dil eğitimi konusunda fazla zorlamamaktır. Fazla zorlandığı takdirde çocuk yeni bir dil öğrenmekten soğur ya da vazgeçer.
Yabancı dil öğretimi her yaşta ve her düzeyde uygulanabilen fakat oldukça ciddiye alınması gereken bir süreçtir. Erken yaşta yabancı dil öğretimi ülkemizde son yıllarda çok büyük bir önem kazanmaktadır. Dil öğrenmek için çocuklarda belli kritik dönemlerin bulunduğu artık bilimsel bir gerçektir. Bu kritik dönemlerde okul, aile ve çevrenin gerekli işbirliği son derece önemlidir.
Kaynakça:
Demirezen, M. (2003): “Yabancı Dil ve Anadil Öğreniminde Kritik Dönemler”‚ Dil Dergisi. Sayı 118.TÖMER, Ankara Üniversitesi.
Dönmez, B, N. Abidoğlu, Ü. Dinçer, Ç. Erdemir, N. Gümüşcü, Ş. (1997): Okul Öncesi Dönemde Dil Gelişimi Etkinlikleri. Sim Yayıncılık: Ankara.
Krashen, S. (1973): Lateralization, Language Learning and Critical Period: Some new Evidence. Language Learning.
Lambert,W.E. (1972): Language, Psychology and Culture. Stanford CA: Stanford University Pres.
Lenneberg, E. (1967): Biological foundation of language, New York, Willey
Mirici, İ.H. (2001): Çocuklara Yabancı Dil Öğretimi. Gazi Kitabevi, Ankara.
Roth,G . (1998): Teaching Very Young Children Pre school and Early Primary. Richmond Publishing. London.
http://www.kendinigelistir.com/yabanci-dil-ogrenmenin-yan-faydalari/#ixzz1hG2Ms2EW
Son Güncelleme: Perşembe, 28 May 2015 12:45
Gösterim: 16821
Duygusal düzeyde kendilerini başaklarının yerine koyma ve onları anlama becerisi olarak empatinin öğrenci açısından önemli rolleri biliniyor. Empatinin öğrencinin duygusal gelişimini, sosyal becerisini, bilişsel gelişimini ve akademik başarısını önemli ölçüde etkilemektedir.
Öğrencide empati duygusunun gelişmemesi duygusal yaşantısını oldukça olumsuz etkilemesi muhtemeldir. Bu olumsuzlukların başında işbirliği yoksunluğu geliyor. Birden fazla kişinin gerçekleştirmeye çalıştığı bir amacın, gerçekleştirilme düzeyi empati yoksunluğu nedeniyle yerine getirilmeyebilir.
Empati yoksunluğu işbirliği eksikliği o da öğrencinin bir gruba ait olma (kimlik duygusu) duygusundan mahrum olma anlamına gelecektir. Bu durumda başka olumsuzluklara gebedir. Bunların başında, öğrencinin kendini değerli hissetmemesi anlamına gelecektir.
Bu duygunun yol açacağı duygu ise öz-saygı düzeyi düşüklüğüdür. Bu düşüklüğün sonucu psikolojik uyumsuzluktur.
Bu tip öğrencilerimiz çevresini güvenli olarak algılamadığından, yine bu öğrencilerimizden çevresiyle sağlıklı bir iletişim kurması beklenemez. Sağlıklı iletişim kuramadığı için de çevresiyle çatışma içine girmesi kaçınılmazdır.
Çevresiyle ile çatışma içine giren öğrencilerden anlamlı etkileşim yaşantıları beklemek adeta hayaldir. Bu olumsuzluk, öğrencinin çevresine yabancılaşması ve yalnızlık duygusu yaşamasına yol açabilir.
Öğrencinin yabancılaşma duyguları, bilişsel gelişimini engelleyecektir. Başka bir ifadeyle, problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcılık, analiz, sentez, kavrama gücü zayıf olması muhtemeldir https://gutepotenz.de/. Bu durumda, bu öğrencilerimizden akademik başarı beklemek hemen hemen olanaksızdır.
En başta, çocuğun empati duygusunun gelişmesi ailenin sağlayacağı güvenli bir çevreye bağlıdır. Okul yaşamında öğretmenin sağlayacağı demokratik sınıf iklimi de empati duygusunun gelişmesinde önemi unutulmamalıdır.
Emekli Akademisyen Hasan Güneş
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Duygusal düzeyde kendilerini başaklarının yerine koyma ve onları anlama becerisi olarak empatinin öğrenci açısından önemli rolleri biliniyor. Empatinin öğrencinin duygusal gelişimini, sosyal becerisini, bilişsel gelişimini ve akademik başarısını önemli ölçüde etkilemektedir.
Öğrencide empati duygusunun gelişmemesi duygusal yaşantısını oldukça olumsuz etkilemesi muhtemeldir. Bu olumsuzlukların başında işbirliği yoksunluğu geliyor. Birden fazla kişinin gerçekleştirmeye çalıştığı bir amacın, gerçekleştirilme düzeyi empati yoksunluğu nedeniyle yerine getirilmeyebilir.
Empati yoksunluğu işbirliği eksikliği o da öğrencinin bir gruba ait olma (kimlik duygusu) duygusundan mahrum olma anlamına gelecektir. Bu durumda başka olumsuzluklara gebedir. Bunların başında, öğrencinin kendini değerli hissetmemesi anlamına gelecektir.
Bu duygunun yol açacağı duygu ise öz-saygı düzeyi düşüklüğüdür. Bu düşüklüğün sonucu psikolojik uyumsuzluktur.
Bu tip öğrencilerimiz çevresini güvenli olarak algılamadığından, yine bu öğrencilerimizden çevresiyle sağlıklı bir iletişim kurması beklenemez. Sağlıklı iletişim kuramadığı için de çevresiyle çatışma içine girmesi kaçınılmazdır.
Çevresiyle ile çatışma içine giren öğrencilerden anlamlı etkileşim yaşantıları beklemek adeta hayaldir. Bu olumsuzluk, öğrencinin çevresine yabancılaşması ve yalnızlık duygusu yaşamasına yol açabilir.
Öğrencinin yabancılaşma duyguları, bilişsel gelişimini engelleyecektir. Başka bir ifadeyle, problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcılık, analiz, sentez, kavrama gücü zayıf olması muhtemeldir https://gutepotenz.de/. Bu durumda, bu öğrencilerimizden akademik başarı beklemek hemen hemen olanaksızdır.
En başta, çocuğun empati duygusunun gelişmesi ailenin sağlayacağı güvenli bir çevreye bağlıdır. Okul yaşamında öğretmenin sağlayacağı demokratik sınıf iklimi de empati duygusunun gelişmesinde önemi unutulmamalıdır.
Emekli Akademisyen Hasan Güneş
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Son Güncelleme: Salı, 12 May 2015 07:06
Gösterim: 3929
Okullarda Teknoloji Kullanımı ve Uygulamalar: Gözlemler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) özellikle son yıllarda baş döndürücü bir hızla ilerlemektedir. Bu değişim her alanı olduğu gibi eğitim alanını da etkilemekte ve yeni bilgi ve becerilerin kazandırılması gereği ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte geleneksel öğretim ortamları/yöntemleri yetersiz kalmaktadır. Çünkü değişen yalnızca teknolojiler değildir. Eğitim sistemlerinin hedef kitlesi olan öğrencilerin öğrenme alışkanlıkları da hızla değişmektedir. Değişimlerin yaşandığı bu süreçte, okullarda uygulanmakta olan öğretim programlarında, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar doğrultusunda birtakım değişiklikler yapılmaktadır. Bu süreçte temel amaç; ezbere dayalı bilgi ile yüklenmiş bireyler yerine, olayları sorgulayan, özgür, yaratıcı ve eleştirel düşünme becerisine sahip, bilgiye ulaşmayı bilen, teknolojiyi ihtiyaç duyduğu bilgiye ulaşmak için etkili şekilde kullanabilen, bilgi üreten ve öz güveni yüksek bireylerin yetiştirilmesidir. Bu da öğretmenlere büyük sorumluluklar yüklemektedir.
Okullarda sunulan eğitimin etkili olması için teknoloji kullanımının payının yoğun bir şekilde tartışıldığı günümüzde eğitim bilimlerinde de yeni arayışlar içine girilmiştir. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de gelişen teknolojinin okullarda etkin kullanımıyla ilgili çeşitli projeler hayata geçirilmektedir. Bu projelerden üstünde en çok konuşulanı tartışmasız, Kasım 2010’da kamuoyuna duyurulan Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi isimli ve kısaca FATİH olarak bilinen projedir (MEB, 2012). Eğitimde FATİH projesi kapsamında “her okula bilgisayar döneminden her sınıfa bilgisayar” dönemine geçişin amaçlandığı ifade edilmektedir. Tanıtımının yapıldığı 2010 yılında projenin üç yıl içinde tamamlanmasının planlandığı ifade edilmişti. Ancak 2014 yılı Aralık ayı itibariyle halen pilot uygulamaların yapıldığı gözlenmektedir. Projenin uygulanması sürecinin gecikmesinin birçok nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerin başında bu projenin bir eğitim projesi olarak değil de bir teknoloji projesi olarak ele alınması bulunmaktadır. Bu tür bir projenin başarılı olabilmesi için uygulama sürecindeki bütün paydaşların görüşlerinin alınması ve uygulama sürecinde projenin bütün bileşenlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Oysa bu bütünsel bakışın gerçekleştirilmediği görülmektedir. Bu bütünsel bakışın daha iyi anlaşılabilmesi için okullardaki teknoloji sahipliği ve kullanımıyla ilgili olarak bir durum değerlendirmesinin yapılması yararlı olacaktır.
Okullarda Bilgi ve İletişim Teknolojileri Sahipliği ve Kullanım Durumları
Ülkemiz okullarındaki bilgi ve iletişim teknolojilerine (BİT) sahiplikle ilgili verilere bakıldığında durumun genel olarak iyi sayılabilecek bir düzeyde olduğu görülmektedir. Özel okullar bu konuda öncü bir rol üstlenmektedirler. Devlet okullarında ise okul yönetimlerinin çabalarıyla ve daha çok okul-aile birlikleri aracılığıyla okulun teknolojik donanımlarıyla ilgili eksikler giderilmeye çalışılmaktadır. Öte yandan bilgi teknolojilerinin etkili kullanımıyla ilgili araştırma verilerine bakıldığında durumun pek de iç açıcı olmadığı anlaşılmaktadır. Buradan hareketle bir okulun teknoloji ile donatılmasının o teknolojilerin otomatik olarak etkili bir şekilde kullanılabileceği sonucunu doğurmayabileceği söylenebilir. Çünkü teknolojinin etkili kullanımı ancak onu kullananların bu konudaki bilgi, beceri ve deneyimleriyle sınırlıdır.
Öğretmenlerin BİT Kullanımlarıyla İlgili Yeterlik Durumları
Araştırmalar, bilgi teknolojilerinin öğretmenler tarafından benimsenmesi, uygulamaya konması ve kurumsallaştırılması sürecinin zor ve zaman alıcı olduğunu göstermektedir. Ülkemizde öğretmenlerin BİT kullanımıyla ilgili var olan durumu incelemek üzere yapılan çalışmalar incelendiğinde öğretmenlerin BİT kullanımı konusunda ciddi eksikliklerinin olduğu sonucuna varılmaktadır. Örneğin öğretmenlerin okullarda kullanılan sözcük işlemci ve sunum programları gibi çok temel araçları, programları ve ortamları kullanmalarıyla ilgili sıkıntıları bulunmaktadır. Bu temel araçları kullanamayan öğretmenlerin BİT’i, eğitim-öğretim etkinliklerine kaynaştırmada (entegrasyonunda) ne kadar başarılı olabilecekleri ve sınıfta teknoloji kullanımında özgüven yeterliliklerinin ne düzeyde olabileceği doğal olarak tartışma konusu olmaktadır.
Bu konuda bir değerlendirme yapabilmek için öncelikle eğitimcilerin BİT okuryazarlık düzeyleri incelenebilir. Günümüzde geleneksel okuryazarlık gibi temel yetkinliğin yanı sıra, bilim ve teknolojide yaşanan gelişmeler doğrultusunda yeni okuryazarlık türleri ortaya çıkmıştır. Örneğin öğretmenlerin BİT ile ilgili neleri yapabileceklerini gösteren bilgi okur-yazarlığı durumları onların bilgiye ulaşma konusundaki başarı durumlarını belirlemektedir. Ancak araştırma verileri öğretmenlerin bu okur-yazarlıkla ilgili durumlarının genel olarak pek parlak olmadığını (Akarsu & Akbiyik, 2012) göstermektedir.
BİT Kullanımıyla İlgili Performans Göstergeleri
Öğretmen yeterlikleriyle ilgili alanyazında yapılan değerlendirmeler teknoloji kullanımı konusundaki yeterliklerin öğretmen yeterliklerinin ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermektedir. Türkiye’de yapılan araştırmalara göre öğretmenler ve öğretmen adayları teknoloji okur-yazarı olmayı bir öğretmenin önemli bir niteliği olarak görmektedirler (Seferoğlu, 2004). Teknolojinin eğitimde kullanılmasıyla ilgili olarak değerlendirmelerde başvurulan çeşitli ölçütler bulunmaktadır. Bu ölçütler arasında uluslararası düzeyde en çok kabul göreni Uluslararası Eğitim Teknolojileri Birliği-ISTE (ISTE-International Society for Technology in Education) tarafından geliştirilenlerdir. Standartları Türkiye’de de kabul gören ISTE tarafından yapılan değerlendirmelere göre “teknoloji okuryazarı olma, derslerinde teknolojiyi kullanabilme, öğrencilerini teknolojiyi kullanmaya yöneltebilme, öğrenme çevresini öğrencilerin teknolojiyi kullanabilecekleri biçimde düzenleyebilme ve meslektaşları ile çevrim-içi ortamlarda iş birliği yapabilme” gibi durumlar öğretmenlerin sahip olmaları beklenen yeterliklere örnek olarak gösterilebilir (ISTE, 2008). Bu ölçütler nitelikli öğretmenlere sahip olmak açısından önemlidir. Çünkü nitelikli öğretmenlerden beklentilerin bir takım standartlara bağlı olması sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesi ve ilerlemesinin ön koşuludur. Öte yandan ISTE’nin öğretmenler için geliştirdiği bir dizi performans göstergesi de bulunmaktadır. “Öğrencilerin öğrenmelerini kolaylaştırmak ve yaratıcılıklarını teşvik etmek, dijital çağın gereklerine uygun öğrenme yaşantıları ve değerlendirme etkinlikleri tasarlamak ve geliştirmek, bilgi çağında çalışma ve öğrenme konusunda model olmak, bireyleri, bilgi toplumu üyesi bir bireyin taşıması gereken sorumluluklarla ilgili olarak teşvik etmek ve onlara model olmak ve mesleki gelişim ve liderlik etkinliklerine katılmak.” şeklinde sıralanabilen (ISTE, 2008) bu göstergelere bakıldığında odaklanan hususun insan ögesi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim büyük harcamalar yapılarak okullarda kurulan ve kimisi akıllı teknolojiler olarak adlandırılan donanımların başarının garantisi olmadığı görülmektedir. Çünkü asıl işi yapan akıllı teknolojiler değil o teknolojileri kullanan insanlardır. Akıllı teknolojilerin katkısı ise onları kullananların bilgi ve becerileriyle orantılıdır.
Toplumsal yaşam çok hızlı değişmektedir. Bu ortamda bireylerin ihtiyaçları ve çözüm yolları da değişmektedir. Öğretmenler bu değişim sürecini daha yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Öğretmenlerin hem hedef kitleleri olan öğrenciler hem de öğrenme-öğretme süreçlerinde kullandıkları ortamlar değişmektedir. Örneğin bir yandan yeni (ör. eğitsel) yazılımlar geliştirilmekte, bir yandan yeni (ör. mobil) cihazlar ve yeni ortamlar (ör. sosyal medya, çevrim-içi öğrenme ortamları gibi) kullanıma sunulmaktadır. Öte yandan öğretmenler sürekli olarak farklı öğrenci gruplarıyla birlikte olmaktadırlar. Bu farklılıklar; farklı yaş grupları, farklı düzeyler, farklı konu alanları ve farklı sosyo-ekonomik yapılar şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bu durumlar, öğretmenlerin farklı yaklaşım, yöntem ve tekniklerini kullanmalarını ve değişik düzeylerde ihtiyaçları olan öğrencilere yönelik farklı çözümler üretmelerini zorunlu kılmaktadır. Öğretmenlerin bütün bu değişimlerle tek başlarına baş edebilmeleri doğal olarak mümkün değildir. Öğretmenin kendisini sürekli olarak geliştirmesi/yenilemesi önemlidir ancak yeterli değildir. Bu yüzden de okulun bütün paydaşlarının öğrenme-öğretme süreçlerinin bütün aşamalarında öğretmene destek vermesi gerekir.
Sonuç
Toplumsal gelişimde bilgi önemli bir değişkendir. Bilgiyi elde etmenin ve kullanmanın yolu ise bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkin bir şekilde kullanılmasından geçer. Bunun için de bilgi teknolojilerini araştırıp, geliştiren, üreten ve kullanan bir toplum yani bilgi toplumu olmak gerekir. Bilgi toplumu olmanın yolu da eğitimden geçmektedir. Toplumsal değişme ve gelişmeleri hem başlatan hem de yönlendiren bir kurum olarak eğitim kurumları teknolojik gelişmeleri izlemek, bu teknolojileri kullanmak ve teknolojilerin kullanımını öğretmek zorundadırlar. Bunun başarılabilmesi de eğitim sektörüne yeterli kaynağın aktarılması ve ayrıca toplumun değişik kesimlerinin etkin bir şekilde bu sürece katılmaları ve yapacakları katkılarla mümkün olacaktır.
Okullarda sunulan eğitimin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi çabalarında öğretmen önemli bir rol ve sorumluluğa sahiptir. Toplumun kalkınmasındaki önemli etkenlerden birisi olan iyi yetişmiş insan gücüne kavuşmanın ancak iyi okullarda mümkün olduğu düşünüldüğünde öğretmenler tarafından verilen eğitimin nitelikli olmasının önemi de daha iyi anlaşılır (Seferoğlu, 2007, 2009). Öğretmenlerin teknoloji yeterlikleri onların sunacakları hizmetin niteliğini doğrudan etkilemektedir. Teknolojinin etkili bir şekilde kullanımının sağlanması sürecinde de öncelikle öğretmenlerin teknoloji okur-yazarı (dijital yetkinlik) olmaları sağlanmalı ve kazandıkları becerileri uygulamaya koyabilecekleri uygun ortamlar sunulmalıdır. Bu amacı gerçekleştirirken, toplumda yaşanan bu hızlı değişim sürecinde tökezlemeden ilerleyebilmesi için öğretmene “teknik, öğretim tasarımı, materyal geliştirme, teknolojiyi programlarla kaynaştırma” vb gibi konularda destek olunmalıdır. Üstelik bu destek sürekli olarak sağlanmalı ki, öğretmen kendisini hem kişisel olarak hem de mesleki açıdan geliştirebilsin. Çünkü öğretmen işinde etkili ve verimli olduğu zaman herkes kazançlı çıkar, tabii ki en çok da öğrenciler.
Prof. Dr. Süleyman Sadi SEFEROĞLU
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü
Kaynakça
Akarsu, B., & Akbiyik, C. (2012). Relationships among perceived computer literacy skills, computer attitudes, and computer self-efficacy levels. Journal of European Education, 2(2), 1-9.
Burke, J. (2000). New directions – Teacher technology standards. Southern Regional Education Board, GA: Atlanta.
International Telecommunication Union (ITU) (2013). The world in 2013: ICT facts and figures. [Çevrim-içi: http://www.itu.int/en/ITU-D/Statistics/Documents/facts/ICTFactsFigures2013-e.pdf, Erişim tarihi: 02.01.2015.]
International Society for Technology Education (ISTE) (2008). ISTE standards: Teachers. [Çevrim-içi: http://www.iste.org/docs/pdfs/20-14_ISTE_Standards-T_PDF.pdf, Erişim tarihi: 02.01.2015.]
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) (2012). Fatih projesi: Proje hakkında. [Çevrim-içi: http://fatihprojesi.meb.gov.tr/tr/icerikincele.php?id=6, Erişim tarihi: 02.01.2015.]
Seferoğlu, S. S. (2009). Yeterlikler, standartlar ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ışığında öğretmenlerin sürekli mesleki eğitimi. Eğitimde Yansımalar IX: Türkiye'nin Öğretmen Yetiştirme Çıkmazı Ulusal Sempozyumu, 204-217. Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı, 12-13 Kasım 2009, Başkent Üniversitesi Bağlıca Kampüsü, ANKARA.
Seferoğlu, S. S. (2007). İlköğretim bilgisayar dersi öğretim programı: Eleştirel bir bakış ve uygulamada yaşanan sorunlar. Eğitim Araştırmaları-Eurasian Journal of Educational Research, 29, 99-111.
Seferoğlu, S. S. (2004). Öğretmen adaylarının öğretmen yeterlilikleri açısından kendilerini değerlendirmeleri. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 26, 131-140.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Okullarda Teknoloji Kullanımı ve Uygulamalar: Gözlemler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) özellikle son yıllarda baş döndürücü bir hızla ilerlemektedir. Bu değişim her alanı olduğu gibi eğitim alanını da etkilemekte ve yeni bilgi ve becerilerin kazandırılması gereği ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte geleneksel öğretim ortamları/yöntemleri yetersiz kalmaktadır. Çünkü değişen yalnızca teknolojiler değildir. Eğitim sistemlerinin hedef kitlesi olan öğrencilerin öğrenme alışkanlıkları da hızla değişmektedir. Değişimlerin yaşandığı bu süreçte, okullarda uygulanmakta olan öğretim programlarında, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar doğrultusunda birtakım değişiklikler yapılmaktadır. Bu süreçte temel amaç; ezbere dayalı bilgi ile yüklenmiş bireyler yerine, olayları sorgulayan, özgür, yaratıcı ve eleştirel düşünme becerisine sahip, bilgiye ulaşmayı bilen, teknolojiyi ihtiyaç duyduğu bilgiye ulaşmak için etkili şekilde kullanabilen, bilgi üreten ve öz güveni yüksek bireylerin yetiştirilmesidir. Bu da öğretmenlere büyük sorumluluklar yüklemektedir.
Okullarda sunulan eğitimin etkili olması için teknoloji kullanımının payının yoğun bir şekilde tartışıldığı günümüzde eğitim bilimlerinde de yeni arayışlar içine girilmiştir. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de gelişen teknolojinin okullarda etkin kullanımıyla ilgili çeşitli projeler hayata geçirilmektedir. Bu projelerden üstünde en çok konuşulanı tartışmasız, Kasım 2010’da kamuoyuna duyurulan Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi isimli ve kısaca FATİH olarak bilinen projedir (MEB, 2012). Eğitimde FATİH projesi kapsamında “her okula bilgisayar döneminden her sınıfa bilgisayar” dönemine geçişin amaçlandığı ifade edilmektedir. Tanıtımının yapıldığı 2010 yılında projenin üç yıl içinde tamamlanmasının planlandığı ifade edilmişti. Ancak 2014 yılı Aralık ayı itibariyle halen pilot uygulamaların yapıldığı gözlenmektedir. Projenin uygulanması sürecinin gecikmesinin birçok nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerin başında bu projenin bir eğitim projesi olarak değil de bir teknoloji projesi olarak ele alınması bulunmaktadır. Bu tür bir projenin başarılı olabilmesi için uygulama sürecindeki bütün paydaşların görüşlerinin alınması ve uygulama sürecinde projenin bütün bileşenlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Oysa bu bütünsel bakışın gerçekleştirilmediği görülmektedir. Bu bütünsel bakışın daha iyi anlaşılabilmesi için okullardaki teknoloji sahipliği ve kullanımıyla ilgili olarak bir durum değerlendirmesinin yapılması yararlı olacaktır.
Okullarda Bilgi ve İletişim Teknolojileri Sahipliği ve Kullanım Durumları
Ülkemiz okullarındaki bilgi ve iletişim teknolojilerine (BİT) sahiplikle ilgili verilere bakıldığında durumun genel olarak iyi sayılabilecek bir düzeyde olduğu görülmektedir. Özel okullar bu konuda öncü bir rol üstlenmektedirler. Devlet okullarında ise okul yönetimlerinin çabalarıyla ve daha çok okul-aile birlikleri aracılığıyla okulun teknolojik donanımlarıyla ilgili eksikler giderilmeye çalışılmaktadır. Öte yandan bilgi teknolojilerinin etkili kullanımıyla ilgili araştırma verilerine bakıldığında durumun pek de iç açıcı olmadığı anlaşılmaktadır. Buradan hareketle bir okulun teknoloji ile donatılmasının o teknolojilerin otomatik olarak etkili bir şekilde kullanılabileceği sonucunu doğurmayabileceği söylenebilir. Çünkü teknolojinin etkili kullanımı ancak onu kullananların bu konudaki bilgi, beceri ve deneyimleriyle sınırlıdır.
Öğretmenlerin BİT Kullanımlarıyla İlgili Yeterlik Durumları
Araştırmalar, bilgi teknolojilerinin öğretmenler tarafından benimsenmesi, uygulamaya konması ve kurumsallaştırılması sürecinin zor ve zaman alıcı olduğunu göstermektedir. Ülkemizde öğretmenlerin BİT kullanımıyla ilgili var olan durumu incelemek üzere yapılan çalışmalar incelendiğinde öğretmenlerin BİT kullanımı konusunda ciddi eksikliklerinin olduğu sonucuna varılmaktadır. Örneğin öğretmenlerin okullarda kullanılan sözcük işlemci ve sunum programları gibi çok temel araçları, programları ve ortamları kullanmalarıyla ilgili sıkıntıları bulunmaktadır. Bu temel araçları kullanamayan öğretmenlerin BİT’i, eğitim-öğretim etkinliklerine kaynaştırmada (entegrasyonunda) ne kadar başarılı olabilecekleri ve sınıfta teknoloji kullanımında özgüven yeterliliklerinin ne düzeyde olabileceği doğal olarak tartışma konusu olmaktadır.
Bu konuda bir değerlendirme yapabilmek için öncelikle eğitimcilerin BİT okuryazarlık düzeyleri incelenebilir. Günümüzde geleneksel okuryazarlık gibi temel yetkinliğin yanı sıra, bilim ve teknolojide yaşanan gelişmeler doğrultusunda yeni okuryazarlık türleri ortaya çıkmıştır. Örneğin öğretmenlerin BİT ile ilgili neleri yapabileceklerini gösteren bilgi okur-yazarlığı durumları onların bilgiye ulaşma konusundaki başarı durumlarını belirlemektedir. Ancak araştırma verileri öğretmenlerin bu okur-yazarlıkla ilgili durumlarının genel olarak pek parlak olmadığını (Akarsu & Akbiyik, 2012) göstermektedir.
BİT Kullanımıyla İlgili Performans Göstergeleri
Öğretmen yeterlikleriyle ilgili alanyazında yapılan değerlendirmeler teknoloji kullanımı konusundaki yeterliklerin öğretmen yeterliklerinin ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermektedir. Türkiye’de yapılan araştırmalara göre öğretmenler ve öğretmen adayları teknoloji okur-yazarı olmayı bir öğretmenin önemli bir niteliği olarak görmektedirler (Seferoğlu, 2004). Teknolojinin eğitimde kullanılmasıyla ilgili olarak değerlendirmelerde başvurulan çeşitli ölçütler bulunmaktadır. Bu ölçütler arasında uluslararası düzeyde en çok kabul göreni Uluslararası Eğitim Teknolojileri Birliği-ISTE (ISTE-International Society for Technology in Education) tarafından geliştirilenlerdir. Standartları Türkiye’de de kabul gören ISTE tarafından yapılan değerlendirmelere göre “teknoloji okuryazarı olma, derslerinde teknolojiyi kullanabilme, öğrencilerini teknolojiyi kullanmaya yöneltebilme, öğrenme çevresini öğrencilerin teknolojiyi kullanabilecekleri biçimde düzenleyebilme ve meslektaşları ile çevrim-içi ortamlarda iş birliği yapabilme” gibi durumlar öğretmenlerin sahip olmaları beklenen yeterliklere örnek olarak gösterilebilir (ISTE, 2008). Bu ölçütler nitelikli öğretmenlere sahip olmak açısından önemlidir. Çünkü nitelikli öğretmenlerden beklentilerin bir takım standartlara bağlı olması sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesi ve ilerlemesinin ön koşuludur. Öte yandan ISTE’nin öğretmenler için geliştirdiği bir dizi performans göstergesi de bulunmaktadır. “Öğrencilerin öğrenmelerini kolaylaştırmak ve yaratıcılıklarını teşvik etmek, dijital çağın gereklerine uygun öğrenme yaşantıları ve değerlendirme etkinlikleri tasarlamak ve geliştirmek, bilgi çağında çalışma ve öğrenme konusunda model olmak, bireyleri, bilgi toplumu üyesi bir bireyin taşıması gereken sorumluluklarla ilgili olarak teşvik etmek ve onlara model olmak ve mesleki gelişim ve liderlik etkinliklerine katılmak.” şeklinde sıralanabilen (ISTE, 2008) bu göstergelere bakıldığında odaklanan hususun insan ögesi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim büyük harcamalar yapılarak okullarda kurulan ve kimisi akıllı teknolojiler olarak adlandırılan donanımların başarının garantisi olmadığı görülmektedir. Çünkü asıl işi yapan akıllı teknolojiler değil o teknolojileri kullanan insanlardır. Akıllı teknolojilerin katkısı ise onları kullananların bilgi ve becerileriyle orantılıdır.
Toplumsal yaşam çok hızlı değişmektedir. Bu ortamda bireylerin ihtiyaçları ve çözüm yolları da değişmektedir. Öğretmenler bu değişim sürecini daha yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Öğretmenlerin hem hedef kitleleri olan öğrenciler hem de öğrenme-öğretme süreçlerinde kullandıkları ortamlar değişmektedir. Örneğin bir yandan yeni (ör. eğitsel) yazılımlar geliştirilmekte, bir yandan yeni (ör. mobil) cihazlar ve yeni ortamlar (ör. sosyal medya, çevrim-içi öğrenme ortamları gibi) kullanıma sunulmaktadır. Öte yandan öğretmenler sürekli olarak farklı öğrenci gruplarıyla birlikte olmaktadırlar. Bu farklılıklar; farklı yaş grupları, farklı düzeyler, farklı konu alanları ve farklı sosyo-ekonomik yapılar şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bu durumlar, öğretmenlerin farklı yaklaşım, yöntem ve tekniklerini kullanmalarını ve değişik düzeylerde ihtiyaçları olan öğrencilere yönelik farklı çözümler üretmelerini zorunlu kılmaktadır. Öğretmenlerin bütün bu değişimlerle tek başlarına baş edebilmeleri doğal olarak mümkün değildir. Öğretmenin kendisini sürekli olarak geliştirmesi/yenilemesi önemlidir ancak yeterli değildir. Bu yüzden de okulun bütün paydaşlarının öğrenme-öğretme süreçlerinin bütün aşamalarında öğretmene destek vermesi gerekir.
Sonuç
Toplumsal gelişimde bilgi önemli bir değişkendir. Bilgiyi elde etmenin ve kullanmanın yolu ise bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkin bir şekilde kullanılmasından geçer. Bunun için de bilgi teknolojilerini araştırıp, geliştiren, üreten ve kullanan bir toplum yani bilgi toplumu olmak gerekir. Bilgi toplumu olmanın yolu da eğitimden geçmektedir. Toplumsal değişme ve gelişmeleri hem başlatan hem de yönlendiren bir kurum olarak eğitim kurumları teknolojik gelişmeleri izlemek, bu teknolojileri kullanmak ve teknolojilerin kullanımını öğretmek zorundadırlar. Bunun başarılabilmesi de eğitim sektörüne yeterli kaynağın aktarılması ve ayrıca toplumun değişik kesimlerinin etkin bir şekilde bu sürece katılmaları ve yapacakları katkılarla mümkün olacaktır.
Okullarda sunulan eğitimin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi çabalarında öğretmen önemli bir rol ve sorumluluğa sahiptir. Toplumun kalkınmasındaki önemli etkenlerden birisi olan iyi yetişmiş insan gücüne kavuşmanın ancak iyi okullarda mümkün olduğu düşünüldüğünde öğretmenler tarafından verilen eğitimin nitelikli olmasının önemi de daha iyi anlaşılır (Seferoğlu, 2007, 2009). Öğretmenlerin teknoloji yeterlikleri onların sunacakları hizmetin niteliğini doğrudan etkilemektedir. Teknolojinin etkili bir şekilde kullanımının sağlanması sürecinde de öncelikle öğretmenlerin teknoloji okur-yazarı (dijital yetkinlik) olmaları sağlanmalı ve kazandıkları becerileri uygulamaya koyabilecekleri uygun ortamlar sunulmalıdır. Bu amacı gerçekleştirirken, toplumda yaşanan bu hızlı değişim sürecinde tökezlemeden ilerleyebilmesi için öğretmene “teknik, öğretim tasarımı, materyal geliştirme, teknolojiyi programlarla kaynaştırma” vb gibi konularda destek olunmalıdır. Üstelik bu destek sürekli olarak sağlanmalı ki, öğretmen kendisini hem kişisel olarak hem de mesleki açıdan geliştirebilsin. Çünkü öğretmen işinde etkili ve verimli olduğu zaman herkes kazançlı çıkar, tabii ki en çok da öğrenciler.
Prof. Dr. Süleyman Sadi SEFEROĞLU
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü
Kaynakça
Akarsu, B., & Akbiyik, C. (2012). Relationships among perceived computer literacy skills, computer attitudes, and computer self-efficacy levels. Journal of European Education, 2(2), 1-9.
Burke, J. (2000). New directions – Teacher technology standards. Southern Regional Education Board, GA: Atlanta.
International Telecommunication Union (ITU) (2013). The world in 2013: ICT facts and figures. [Çevrim-içi: http://www.itu.int/en/ITU-D/Statistics/Documents/facts/ICTFactsFigures2013-e.pdf, Erişim tarihi: 02.01.2015.]
International Society for Technology Education (ISTE) (2008). ISTE standards: Teachers. [Çevrim-içi: http://www.iste.org/docs/pdfs/20-14_ISTE_Standards-T_PDF.pdf, Erişim tarihi: 02.01.2015.]
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) (2012). Fatih projesi: Proje hakkında. [Çevrim-içi: http://fatihprojesi.meb.gov.tr/tr/icerikincele.php?id=6, Erişim tarihi: 02.01.2015.]
Seferoğlu, S. S. (2009). Yeterlikler, standartlar ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ışığında öğretmenlerin sürekli mesleki eğitimi. Eğitimde Yansımalar IX: Türkiye'nin Öğretmen Yetiştirme Çıkmazı Ulusal Sempozyumu, 204-217. Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı, 12-13 Kasım 2009, Başkent Üniversitesi Bağlıca Kampüsü, ANKARA.
Seferoğlu, S. S. (2007). İlköğretim bilgisayar dersi öğretim programı: Eleştirel bir bakış ve uygulamada yaşanan sorunlar. Eğitim Araştırmaları-Eurasian Journal of Educational Research, 29, 99-111.
Seferoğlu, S. S. (2004). Öğretmen adaylarının öğretmen yeterlilikleri açısından kendilerini değerlendirmeleri. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 26, 131-140.
Son Güncelleme: Perşembe, 09 Nisan 2015 10:22
Gösterim: 26841
“Mesleki Gelişim Uzmanı ……….. Benzer.” (Bir Metafor Analizi)
Yenilikçi Öğrenme Merkezi Olarak ETZ 2015 (Eğitim Teknoloji Zirvesi) ‘de 21.yy Okulu İçin Yeni Bir Pozisyon “Mesleki Gelişim Uzmanı” isimli atölye çalışmasını gerçekleştirdik. Atölye çalışmamızdaki amaç YÖM ekibi olarak kendi anlayışlarımız doğrultusunda, yurt dışı örneklerinden yararlanarak ve bu örnekleri ülkemiz kültürüne adapte ederek çizdiğimiz “Mesleki Gelişim Uzmanı” profilini tanıtmak ve 21.yy okullarının neden böyle bir uzmana ihtiyacı olabileceğini tartışmaktı…
Şimdi bu atölye kapsamında neler yaptığımızı, amacımızı ve süreç sonunda gerçekleştirdiğimiz metafor çalışmasının nitel anlamda içerik analizini sizlerle paylaşacağım. Umarım bu paylaşım “Mesleki Gelişim Uzmanı kimdir?” soruna birlikte verdiğimiz bir cevap olur…
Atölye Süreci:
Atölye katılımcılarımız öğretmenler ağırlıklı olmak üzere, eğitim koordinatörleri, okul yöneticileri, eğitim teknolojisi uzmanları ve akademisyenlerden oluşuyordu. Hepsi atölyeye kafalarında ortak bir soruyla gelmişlerdi… “Nedir bu mesleki gelişim uzmanı?” Aslında tamda atölyedeki amacımız bu soruya cevap vermek, YÖM olarak uzun zamandır konuştuğumuz bir pozisyon olan ve 21.yy okullarının ihtiyacı olduğunu savunduğumuz bu profilin detaylı bir tanımını yapmaktı…
Tanışma etkinliğimizi gerçekleştirdikten sonra, atölye sürecimiz “Okullarda yaşadığınız değişim ve gelişim problemleri nedir?” sorusunu röportaj tekniğiyle konuşarak başladı. Tabi tahmin edebileceğiniz gibi bu konu konuşmakla bitmedi. Tekrardan eğitim sistemimizin bu açıdan ne kadar dertli olduğunu fark ettik maalesef…
Daha sonra mesleki gelişim uzmanını tanıtıcı sunumuzu katılımcılarla paylaştık. Bu sunumda aşağıda sizlerle de paylaştığım gibi mesleki gelişim uzmanın genel özelliklerini, görev ve sorumluluklarını katılımcılarımıza aktardık (Bu paylaşım, süreç sonunda sunumu bizden bekleyen katılımcılarımız içinde yaralı olacaktır
Katılımcıların konuyla ilgili fikirlerini aldığımızda genel olarak bir şeylerin oturmaya başladığını anlamış olduk. Çünkü amaca yönelik sorular gelmeye başlamıştı…
Bir katılımcımız “Yani eğitim danışmanı mı?” sorusunu yöneltti. Cevabımız:
“Mesleki Gelişim Uzman bir eğitim danışmanı değildir. Temel hedefi öğretmenleri mesleki anlamda koçluk ve öğrenme yoldaşlığı yapmak. Fakat yeri geldiği zaman ihtiyaç doğrultusunda bir eğitim danışmanı görevi de görebilir. Yani koçluk, süpervizyon ve danışmanlık gibi becerileri harmanlayarak amacına, yerine ve zamanına göre kullanmaktır.” oldu.
Diğer bir katılımcımız ise “Okul yöneticilerinin görevleri de bunlar değil midir?” sorusunu sordu. Cevabımız ise;
“Özel ve devlet okullarımızdaki yöneticilerimizin yapılan birçok araştırmanın sonucunda idari işlere ayırdığı zamanın okulun eğitimsel ve gelişimsel faaliyetlerine ayırdığı zamanın çok üstünde olduğu ortaya koyulmuştur. Bu açıdan baktığımızda temelde görev ve sorumluluğu başta öğretmenlerin mesleki gelişimi olmak üzere okulun gelişim ve değişim faaliyetlerini üstlenecek biri olarak MGU’ya bakmaktayız.”
Başka bir katılımcımız ise bir paylaşımda bulundu..
“Okullarda yapılan hizmet içi eğitimler genel olarak ihtiyaca yönelik olmuyor. Olsa da sınıf uygulamalarına yansıdığını düşünmüyorum. Belki böyle bir profesyonelin okulda var olması bu tarz eğitimlerinde sınıflara yansıması açısından etkili olabilir.”
Katılımcımız çok doğru bir noktaya değinmişti…
“Bahsettiğiniz MGU açısından çok doğru ve önemli bir nokta. MGU’nun en temel görevlerinden biri de alınan mesleki gelişim eğitimlerinin işlevsel olmasını ve sınıf içi uygulamalara yansımasını sağlamak. Ayrıca eğitimler öncesinde bilimsel anlamda ihtiyaç analizi yaparak, gerçekten gerekli olan eğitimlerin öğretmenlerle buluşmasını sağlamak.
Soru-cevap ve paylaşımlar bu konular çerçevesinden döndükten sonra katılımcılarımıza konularla ilgili yaşanan 4 farklı problem durumu verdik. Problem durumlarıyla ilgili kendilerinin yaşadıkları veya duydukları bir örnek olay yazdılar. Paylaşılan örnek olaylara baktığımızda katılımcıların kendi yaşantıları dahilinde öğretmenlerin değişime direnci, hizmet içi eğitimlerin verimsizliği, öğretmenlerin mesleki ve kişisel gelişimi konusunda yalnız kaldıkları vb. gibi durumları ortaya koydular. Gruplar bu örnek olayları diğer grupla da paylaştılar ve hep birlikte üzerine etraflıca konuştuk.
Daha sonra yurtdışında yapılan araştırmaları katılımcılara paylaşarak bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamada MGU’nun nasıl bir rolünün olabileceği üzerine sorgulama yaptık.
Atölyemiz sonunda ise katılımcılarımızla metafor tekniğiyle bir değerlendirme almak istedik. Gerçekten katılımcılarımız mesleki gelişim uzmanına tüm bu paylaşımlarımızdan sonra nasıl bir anlam yükledikleri görmek açısından bize iyi bir veri kaynağı olacaktı…Ve katılımcılarımıza “Mesleki Gelişim Uzmanı……..benzer. Çünkü ……….” şeklinde bir metafor verdik. Katılımcılar mesleki gelişlim uzmanını herhangi bir şeye benzeterek neden böyle bir benzetmelerini yaptıkları çünkü kısmına belirtiler.
Metafor Analizi…
Katılımcılarımızın atölye sürecimiz sonunda yaptıkları metaforları içerik analizi doğrultusunda yorumlamaya çalışacağım. Bu arada nitel araştırma da içerik analizi konusunda detaylı bilgi sahibi olmak isterseniz, “Hasan Şimşek ve Ali Yıldırım’ın (2008) Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma” kitabından yararlanabilirsiniz.
Katılımcılardan metaforlarını yazdıkları postitlerden MGU uzmanını tanılayıcı 3 farklı tema ortaya çıktı…Bunlar okullardaki görev ve sorumlulukları bakımından öğretmenlere “Öğrenme Yoldaşlığı” (koçluk, rehberlik, danışmanlık, kolaylaştırıcılık..vb) yapması, okullardaki “İletişim İklimine” ve “Akademik Faaliyetlere” MGU’nın etkisiydi.
İçerik Analizi
1.Tema: Öğrenme Yoldaşlığı
Katılımcıların öğrenme yoldaşlığı teması altında incelenen metaforlardan bazıları şu şekildedir:
“Mesleki gelişim uzmanı Mevlana’ya benzer.
Çünkü her koşulda durumda seviye de imkânda öğretmenlere ne olursan ol gel der.”
“Mesleki gelişim uzmanı şemsiyeye benzer.
Çünkü her alanda bilgi sahibi olmanın yanı sıra birlikte çalıştığı öğretmenleri kollayıp, koruma ve geliştirme misyonuna sahip olmalıdır.”
“MGU anneye benzer.
Çünkü her konuda destekleyici ve geliştiricidir.”
“MGU iyi bir dosta benzer.
Çünkü yanımda olduğunu bildiğim ama bana müdahale etmeyen ihtiyaç duyduğumda yardım alabileceğim biri gibidir.”
Katılımcıların bu metaforları incelendiğinde MGU’nun çalıştığı kişileri destekleyici ve geliştirici olması özelliğine vurgu yapıldığı gözükmektedir. Ayrıca çalıştığı kişilerle ortak bir biz bilinci anlayışı geliştireceği de katılımcıların yorumlarından ulaşılmaktadır.
“Mesleki gelişim uzmanı pusulaya benzer. Çünkü yöntem ve yol göstericidir”
“MGU fenere benzer. Çünkü karanlık aydınlanmayı gerektirir.”
Bu metaforlar da ise katılımcılar okullarda MGU’nun yöntem ve yol gösterme adına bir rehber görevi göreceğini belirtmektedirler.
2.Tema: Pozitif İletişim İklimi
Katılımcıların pozitif iletişim iklimi temasının altında incelenen metaforlardan bazıları;
“MGU koli bandına benzer.
Çünkü birleştiricidir, şeffaftır, diğerlerinin bir birine tutunmasını sağlar.”
“MGU arabulucuya benzer.
Üsttekiyle alttaki kişiler arasında iletişimi ve istekleri belirleyip herkesi mutlu eder.”
“MGU fermuara benzer.
Çünkü yapılması gereken yenilik ve değişimler için okul kadrosunu birleştirir, bir arada tutar.”
“MGU eşi ile kayınvalidesi arası arasında ara bulan anneye benzer.
Çünkü öğretmen ve yönetim arasında ara bulucudur.”
Katılımcıların bu metaforlarından da anlaşılacağı gibi MGU’nun öğretmenleri birbiri arasındaki ve yönetimle olan pozitif ilişkilerini, iletişimlerini düzenleyen kişi rolü üstlenebileceğine vurgu yapılmıştır.
3.Tema: Akademik Faaliyetler
Katılımcıların MGU’nun okuldaki eğitsel ve akademik faaliyetlerdeki rolüyle ilişkilendirdikleri metaforlardan bazıları şu şekildedir.
“MGU geleceği şekillendiren bir ar-ge birimine benzer. Çünkü yeni şartlara ve dönemlere uymakla kalmayıp herkesin bir adım önünde olmak zorundadır.”
“MGU mucide benzer. Çünkü sürekli icat çıkarır.”
“MGU arama motoru Google’a benzer. Çünkü ihitiyaca göre sürekli araştırma yapıp sürekli bir öğrenme sürecindedir.”
Katılımcıların yaptıkları bu metaforlara bakıldığında MGU’nun daha çok geliştirici, araştırmacı ve üretici rolüne vurgu yapıldığını gözükmektedir.
“MGU endüstri mühendisine benzer. Çünkü içerik ile ilgili her işte parmağı vardır.”
“MGU uzmanı tıra benzer. Çünkü tüm birikim ve bilgileri bir yerden bir yere taşır.”
Bu metaforlarda ise katılımcılar MGU’nun okulun akademik faaliyetlerdeki ve birimler arasındaki bilgi koordinasyonu yönüne vurgu yapışlardır.
Sonuç Olarak…
Sonuç olarak katılımcıların metaforlarını incelediğimizde en çok karşımıza çıkan ve vurgu yapılan MGU’nun öğrenme yoldaşlığı rolü oldu. Bundan da şu çıkarımı yapabiliriz. Okullarda başta öğretmenler olmak üzere bütün çalışanlar mesleki anlamda gelişmek için birinin desteğine, yardımına ve koçluğuna ihtiyaç duyuyorlar.
Bunun yanında okul içinde pozitif bir iletişim kültürü yaratılması açısından da MGU’nun önemli bir rolünün olabileceği kanısındalar. Çünkü okullarda öğretmenlerin en çok yaşadıkları problemlerden biri de meslektaş dayanışması ve okul yönetimiyle olan iletişim kopukluğu…
Diğer taraftan katılımcıların yaptıkları bazı metaforlardan MGU’nun, sürekli gelişim ve değişim çağı olan 21.yy da okulun akademik faaliyetlerinin geliştirecek kişi rolüne de vurgu yapılmış. Özellikle tamamen öğrenme ve öğretme açsından yapılan yenilikleri takip eden temel sorumluluğu okulun akademik faaliyetlerini 21.yy çağına ayak uydurmasını sağlayan bir kişiye ihtiyaç duyuluyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
“Mesleki Gelişim Uzmanı ……….. Benzer.” (Bir Metafor Analizi)
Yenilikçi Öğrenme Merkezi Olarak ETZ 2015 (Eğitim Teknoloji Zirvesi) ‘de 21.yy Okulu İçin Yeni Bir Pozisyon “Mesleki Gelişim Uzmanı” isimli atölye çalışmasını gerçekleştirdik. Atölye çalışmamızdaki amaç YÖM ekibi olarak kendi anlayışlarımız doğrultusunda, yurt dışı örneklerinden yararlanarak ve bu örnekleri ülkemiz kültürüne adapte ederek çizdiğimiz “Mesleki Gelişim Uzmanı” profilini tanıtmak ve 21.yy okullarının neden böyle bir uzmana ihtiyacı olabileceğini tartışmaktı…
Şimdi bu atölye kapsamında neler yaptığımızı, amacımızı ve süreç sonunda gerçekleştirdiğimiz metafor çalışmasının nitel anlamda içerik analizini sizlerle paylaşacağım. Umarım bu paylaşım “Mesleki Gelişim Uzmanı kimdir?” soruna birlikte verdiğimiz bir cevap olur…
Atölye Süreci:
Atölye katılımcılarımız öğretmenler ağırlıklı olmak üzere, eğitim koordinatörleri, okul yöneticileri, eğitim teknolojisi uzmanları ve akademisyenlerden oluşuyordu. Hepsi atölyeye kafalarında ortak bir soruyla gelmişlerdi… “Nedir bu mesleki gelişim uzmanı?” Aslında tamda atölyedeki amacımız bu soruya cevap vermek, YÖM olarak uzun zamandır konuştuğumuz bir pozisyon olan ve 21.yy okullarının ihtiyacı olduğunu savunduğumuz bu profilin detaylı bir tanımını yapmaktı…
Tanışma etkinliğimizi gerçekleştirdikten sonra, atölye sürecimiz “Okullarda yaşadığınız değişim ve gelişim problemleri nedir?” sorusunu röportaj tekniğiyle konuşarak başladı. Tabi tahmin edebileceğiniz gibi bu konu konuşmakla bitmedi. Tekrardan eğitim sistemimizin bu açıdan ne kadar dertli olduğunu fark ettik maalesef…
Daha sonra mesleki gelişim uzmanını tanıtıcı sunumuzu katılımcılarla paylaştık. Bu sunumda aşağıda sizlerle de paylaştığım gibi mesleki gelişim uzmanın genel özelliklerini, görev ve sorumluluklarını katılımcılarımıza aktardık (Bu paylaşım, süreç sonunda sunumu bizden bekleyen katılımcılarımız içinde yaralı olacaktır
Katılımcıların konuyla ilgili fikirlerini aldığımızda genel olarak bir şeylerin oturmaya başladığını anlamış olduk. Çünkü amaca yönelik sorular gelmeye başlamıştı…
Bir katılımcımız “Yani eğitim danışmanı mı?” sorusunu yöneltti. Cevabımız:
“Mesleki Gelişim Uzman bir eğitim danışmanı değildir. Temel hedefi öğretmenleri mesleki anlamda koçluk ve öğrenme yoldaşlığı yapmak. Fakat yeri geldiği zaman ihtiyaç doğrultusunda bir eğitim danışmanı görevi de görebilir. Yani koçluk, süpervizyon ve danışmanlık gibi becerileri harmanlayarak amacına, yerine ve zamanına göre kullanmaktır.” oldu.
Diğer bir katılımcımız ise “Okul yöneticilerinin görevleri de bunlar değil midir?” sorusunu sordu. Cevabımız ise;
“Özel ve devlet okullarımızdaki yöneticilerimizin yapılan birçok araştırmanın sonucunda idari işlere ayırdığı zamanın okulun eğitimsel ve gelişimsel faaliyetlerine ayırdığı zamanın çok üstünde olduğu ortaya koyulmuştur. Bu açıdan baktığımızda temelde görev ve sorumluluğu başta öğretmenlerin mesleki gelişimi olmak üzere okulun gelişim ve değişim faaliyetlerini üstlenecek biri olarak MGU’ya bakmaktayız.”
Başka bir katılımcımız ise bir paylaşımda bulundu..
“Okullarda yapılan hizmet içi eğitimler genel olarak ihtiyaca yönelik olmuyor. Olsa da sınıf uygulamalarına yansıdığını düşünmüyorum. Belki böyle bir profesyonelin okulda var olması bu tarz eğitimlerinde sınıflara yansıması açısından etkili olabilir.”
Katılımcımız çok doğru bir noktaya değinmişti…
“Bahsettiğiniz MGU açısından çok doğru ve önemli bir nokta. MGU’nun en temel görevlerinden biri de alınan mesleki gelişim eğitimlerinin işlevsel olmasını ve sınıf içi uygulamalara yansımasını sağlamak. Ayrıca eğitimler öncesinde bilimsel anlamda ihtiyaç analizi yaparak, gerçekten gerekli olan eğitimlerin öğretmenlerle buluşmasını sağlamak.
Soru-cevap ve paylaşımlar bu konular çerçevesinden döndükten sonra katılımcılarımıza konularla ilgili yaşanan 4 farklı problem durumu verdik. Problem durumlarıyla ilgili kendilerinin yaşadıkları veya duydukları bir örnek olay yazdılar. Paylaşılan örnek olaylara baktığımızda katılımcıların kendi yaşantıları dahilinde öğretmenlerin değişime direnci, hizmet içi eğitimlerin verimsizliği, öğretmenlerin mesleki ve kişisel gelişimi konusunda yalnız kaldıkları vb. gibi durumları ortaya koydular. Gruplar bu örnek olayları diğer grupla da paylaştılar ve hep birlikte üzerine etraflıca konuştuk.
Daha sonra yurtdışında yapılan araştırmaları katılımcılara paylaşarak bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamada MGU’nun nasıl bir rolünün olabileceği üzerine sorgulama yaptık.
Atölyemiz sonunda ise katılımcılarımızla metafor tekniğiyle bir değerlendirme almak istedik. Gerçekten katılımcılarımız mesleki gelişim uzmanına tüm bu paylaşımlarımızdan sonra nasıl bir anlam yükledikleri görmek açısından bize iyi bir veri kaynağı olacaktı…Ve katılımcılarımıza “Mesleki Gelişim Uzmanı……..benzer. Çünkü ……….” şeklinde bir metafor verdik. Katılımcılar mesleki gelişlim uzmanını herhangi bir şeye benzeterek neden böyle bir benzetmelerini yaptıkları çünkü kısmına belirtiler.
Metafor Analizi…
Katılımcılarımızın atölye sürecimiz sonunda yaptıkları metaforları içerik analizi doğrultusunda yorumlamaya çalışacağım. Bu arada nitel araştırma da içerik analizi konusunda detaylı bilgi sahibi olmak isterseniz, “Hasan Şimşek ve Ali Yıldırım’ın (2008) Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma” kitabından yararlanabilirsiniz.
Katılımcılardan metaforlarını yazdıkları postitlerden MGU uzmanını tanılayıcı 3 farklı tema ortaya çıktı…Bunlar okullardaki görev ve sorumlulukları bakımından öğretmenlere “Öğrenme Yoldaşlığı” (koçluk, rehberlik, danışmanlık, kolaylaştırıcılık..vb) yapması, okullardaki “İletişim İklimine” ve “Akademik Faaliyetlere” MGU’nın etkisiydi.
İçerik Analizi
1.Tema: Öğrenme Yoldaşlığı
Katılımcıların öğrenme yoldaşlığı teması altında incelenen metaforlardan bazıları şu şekildedir:
“Mesleki gelişim uzmanı Mevlana’ya benzer.
Çünkü her koşulda durumda seviye de imkânda öğretmenlere ne olursan ol gel der.”
“Mesleki gelişim uzmanı şemsiyeye benzer.
Çünkü her alanda bilgi sahibi olmanın yanı sıra birlikte çalıştığı öğretmenleri kollayıp, koruma ve geliştirme misyonuna sahip olmalıdır.”
“MGU anneye benzer.
Çünkü her konuda destekleyici ve geliştiricidir.”
“MGU iyi bir dosta benzer.
Çünkü yanımda olduğunu bildiğim ama bana müdahale etmeyen ihtiyaç duyduğumda yardım alabileceğim biri gibidir.”
Katılımcıların bu metaforları incelendiğinde MGU’nun çalıştığı kişileri destekleyici ve geliştirici olması özelliğine vurgu yapıldığı gözükmektedir. Ayrıca çalıştığı kişilerle ortak bir biz bilinci anlayışı geliştireceği de katılımcıların yorumlarından ulaşılmaktadır.
“Mesleki gelişim uzmanı pusulaya benzer. Çünkü yöntem ve yol göstericidir”
“MGU fenere benzer. Çünkü karanlık aydınlanmayı gerektirir.”
Bu metaforlar da ise katılımcılar okullarda MGU’nun yöntem ve yol gösterme adına bir rehber görevi göreceğini belirtmektedirler.
2.Tema: Pozitif İletişim İklimi
Katılımcıların pozitif iletişim iklimi temasının altında incelenen metaforlardan bazıları;
“MGU koli bandına benzer.
Çünkü birleştiricidir, şeffaftır, diğerlerinin bir birine tutunmasını sağlar.”
“MGU arabulucuya benzer.
Üsttekiyle alttaki kişiler arasında iletişimi ve istekleri belirleyip herkesi mutlu eder.”
“MGU fermuara benzer.
Çünkü yapılması gereken yenilik ve değişimler için okul kadrosunu birleştirir, bir arada tutar.”
“MGU eşi ile kayınvalidesi arası arasında ara bulan anneye benzer.
Çünkü öğretmen ve yönetim arasında ara bulucudur.”
Katılımcıların bu metaforlarından da anlaşılacağı gibi MGU’nun öğretmenleri birbiri arasındaki ve yönetimle olan pozitif ilişkilerini, iletişimlerini düzenleyen kişi rolü üstlenebileceğine vurgu yapılmıştır.
3.Tema: Akademik Faaliyetler
Katılımcıların MGU’nun okuldaki eğitsel ve akademik faaliyetlerdeki rolüyle ilişkilendirdikleri metaforlardan bazıları şu şekildedir.
“MGU geleceği şekillendiren bir ar-ge birimine benzer. Çünkü yeni şartlara ve dönemlere uymakla kalmayıp herkesin bir adım önünde olmak zorundadır.”
“MGU mucide benzer. Çünkü sürekli icat çıkarır.”
“MGU arama motoru Google’a benzer. Çünkü ihitiyaca göre sürekli araştırma yapıp sürekli bir öğrenme sürecindedir.”
Katılımcıların yaptıkları bu metaforlara bakıldığında MGU’nun daha çok geliştirici, araştırmacı ve üretici rolüne vurgu yapıldığını gözükmektedir.
“MGU endüstri mühendisine benzer. Çünkü içerik ile ilgili her işte parmağı vardır.”
“MGU uzmanı tıra benzer. Çünkü tüm birikim ve bilgileri bir yerden bir yere taşır.”
Bu metaforlarda ise katılımcılar MGU’nun okulun akademik faaliyetlerdeki ve birimler arasındaki bilgi koordinasyonu yönüne vurgu yapışlardır.
Sonuç Olarak…
Sonuç olarak katılımcıların metaforlarını incelediğimizde en çok karşımıza çıkan ve vurgu yapılan MGU’nun öğrenme yoldaşlığı rolü oldu. Bundan da şu çıkarımı yapabiliriz. Okullarda başta öğretmenler olmak üzere bütün çalışanlar mesleki anlamda gelişmek için birinin desteğine, yardımına ve koçluğuna ihtiyaç duyuyorlar.
Bunun yanında okul içinde pozitif bir iletişim kültürü yaratılması açısından da MGU’nun önemli bir rolünün olabileceği kanısındalar. Çünkü okullarda öğretmenlerin en çok yaşadıkları problemlerden biri de meslektaş dayanışması ve okul yönetimiyle olan iletişim kopukluğu…
Diğer taraftan katılımcıların yaptıkları bazı metaforlardan MGU’nun, sürekli gelişim ve değişim çağı olan 21.yy da okulun akademik faaliyetlerinin geliştirecek kişi rolüne de vurgu yapılmış. Özellikle tamamen öğrenme ve öğretme açsından yapılan yenilikleri takip eden temel sorumluluğu okulun akademik faaliyetlerini 21.yy çağına ayak uydurmasını sağlayan bir kişiye ihtiyaç duyuluyor.
Son Güncelleme: Cuma, 17 Nisan 2015 14:09
Gösterim: 4166
Her alanda olduğu gibi eğitim sürecinde de iletişim başlı başına önem taşıyor. Aslında, iletişim sürecinin etkili olarak sağlanması, anne karnında başlıyor. Elbette, bireyi birey yapan özelliklerin başında kalıtımsal özellikler ve bunlar içinde zekânın önemi ve rolü tartışılamaz. Buna göre, annenin karnına düştüğünden itibaren çocuğun beslenmesine dikkat etmek gerekiyor. Ancak, ülkemizde beslenme bozukluklarına bağlı olarak, hamile kadınların %58’inde demir yetersizliği, anemi(kansızlık) ile kan hücrelerinin yapımında gerekli olan folik asit, fiziksel ve zihinsel gelişiminde rol oynayan kalsiyum yetersizliği görülüyor. Yine, ülkemizde her yıl yaklaşık 154 bin bebek düşük doğum ağırlığı ile doğuyor. Bütün bunlar sağlıklı iletişimi etkileyen faktörler arasındadır. İnsanların kişiliğinin oluşumu ve iletişiminde çevresel faktörlerin önemi tartışılamaz, tabii ki.
Bu çevresel faktörlerin başında; anne –baba çocuk etkileşimi önemli bir yer tutuyor. Anne-babalık davranışları tümüyle doğuştan getirilmiş davranışlar değildir. Anne-babaların, çocuklarla sağlıklı iletişim kurmaları eğitim durumuyla da ilgilidir. Yüzde kaçının anne- babalardan oluştuğu bilinmese de Türkiye’de 15 yaş üzeri okuma yazma bilmeyenlerin oranı %5.08’dir. Yine, ilköğretimde, ortaöğretimde ve yükseköğretimde okullaşma oranının istenen ölçüde olmadığı bilinen bir gerçektir.Bu veriler, öğrencilerin iletişimini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz.
Diğer taraftan, kitle iletişim araçları da çocukların iletişim becerilerinde önemli rol oynuyor. Türkçenin kurallarına göre kullanılması önemlidir. Özellikle, bazen kitle iletişim araçlarından televizyon ve radyolarda Türkçe ve dolayısıyla kurulan iletişim, çocuklar
açısından sağlıklı koşullar sunmuyor. Çünkü Türkçenin kurallarına uygun kullanılmadığı durumlarla maalesef karşılaşıyoruz.
Yine, etkili iletişimde, öğretmenin kendi becerisi, öğrencinin sağlıklı iletişim kurma becerilerini geliştirmesinde belirleyici olabiliyor.Özellikle, öğretmenin konuşma, bakışları, ses tonu, konuşma hızı, sesin yüksekliği iletişim açısından önem taşıyor.
Öğretmenin bilgi sahibi olması, etkili iletişimde önemlidir. Maalesef, hizmet içi eğitim yeterli gelmiyor.Öğretmenlerimizin kendilerini geliştirmeleri için maddi durumları da yeterli gelmemesi üzücü. ABD’de öğretmenlerin ortalama 3 bin dolar maaş alıyor; Almanya’da kademesine göre 2-3bin dolar maaş alıyor. Avustralya’da 1 isverigeapotek.com. derecedeki bir öğretmen ortalama 2 bin 500 dolar maaş alıyor; İngiltere’de usta öğretmenler ortalama 5 bin dolar; Japonya’da yeni başlayan bir ilkokul öğretmeninin maaşı aylık 2 bin dolar civarında; Türkiye’de ise öğretmenlerimizin aylık ortalama ücreti 750 – 1000 dolar arasındadır.
Bütün bunlara rağmen, öğretmenlerin kendisini tanıması, iletişimde başlı başına rol oynuyor. Öğretmenin kendilerini tanımalarının yollarından biri sosyal bilimlerin değişik alanlarına ilgi gösterip bilgilerini güncellemek ve arttırmak olabilir. Ancak, Eğitim sen’in yaptığı araştırmaya göre, öğretmenlerin %8’i hiç kitap okumuyor, %39’u ise bu konuda bilgi vermek istemiyor. Yüzde 28’i ayda bir kitap okuyor.
Çocukların, gelecekte uyumlu ve mutlu bir yaşam sürdürmeleri için iletişim becerilerinin gelişmesi önem taşıyor. Bu sorumluluğu devlet, öğretmenler, kitle iletişim araçları ve anne-babalar paylaşmalıdırlar.
Konuk Yazar Hasan Güneş
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Her alanda olduğu gibi eğitim sürecinde de iletişim başlı başına önem taşıyor. Aslında, iletişim sürecinin etkili olarak sağlanması, anne karnında başlıyor. Elbette, bireyi birey yapan özelliklerin başında kalıtımsal özellikler ve bunlar içinde zekânın önemi ve rolü tartışılamaz. Buna göre, annenin karnına düştüğünden itibaren çocuğun beslenmesine dikkat etmek gerekiyor. Ancak, ülkemizde beslenme bozukluklarına bağlı olarak, hamile kadınların %58’inde demir yetersizliği, anemi(kansızlık) ile kan hücrelerinin yapımında gerekli olan folik asit, fiziksel ve zihinsel gelişiminde rol oynayan kalsiyum yetersizliği görülüyor. Yine, ülkemizde her yıl yaklaşık 154 bin bebek düşük doğum ağırlığı ile doğuyor. Bütün bunlar sağlıklı iletişimi etkileyen faktörler arasındadır. İnsanların kişiliğinin oluşumu ve iletişiminde çevresel faktörlerin önemi tartışılamaz, tabii ki.
Bu çevresel faktörlerin başında; anne –baba çocuk etkileşimi önemli bir yer tutuyor. Anne-babalık davranışları tümüyle doğuştan getirilmiş davranışlar değildir. Anne-babaların, çocuklarla sağlıklı iletişim kurmaları eğitim durumuyla da ilgilidir. Yüzde kaçının anne- babalardan oluştuğu bilinmese de Türkiye’de 15 yaş üzeri okuma yazma bilmeyenlerin oranı %5.08’dir. Yine, ilköğretimde, ortaöğretimde ve yükseköğretimde okullaşma oranının istenen ölçüde olmadığı bilinen bir gerçektir.Bu veriler, öğrencilerin iletişimini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz.
Diğer taraftan, kitle iletişim araçları da çocukların iletişim becerilerinde önemli rol oynuyor. Türkçenin kurallarına göre kullanılması önemlidir. Özellikle, bazen kitle iletişim araçlarından televizyon ve radyolarda Türkçe ve dolayısıyla kurulan iletişim, çocuklar
açısından sağlıklı koşullar sunmuyor. Çünkü Türkçenin kurallarına uygun kullanılmadığı durumlarla maalesef karşılaşıyoruz.
Yine, etkili iletişimde, öğretmenin kendi becerisi, öğrencinin sağlıklı iletişim kurma becerilerini geliştirmesinde belirleyici olabiliyor.Özellikle, öğretmenin konuşma, bakışları, ses tonu, konuşma hızı, sesin yüksekliği iletişim açısından önem taşıyor.
Öğretmenin bilgi sahibi olması, etkili iletişimde önemlidir. Maalesef, hizmet içi eğitim yeterli gelmiyor.Öğretmenlerimizin kendilerini geliştirmeleri için maddi durumları da yeterli gelmemesi üzücü. ABD’de öğretmenlerin ortalama 3 bin dolar maaş alıyor; Almanya’da kademesine göre 2-3bin dolar maaş alıyor. Avustralya’da 1 isverigeapotek.com. derecedeki bir öğretmen ortalama 2 bin 500 dolar maaş alıyor; İngiltere’de usta öğretmenler ortalama 5 bin dolar; Japonya’da yeni başlayan bir ilkokul öğretmeninin maaşı aylık 2 bin dolar civarında; Türkiye’de ise öğretmenlerimizin aylık ortalama ücreti 750 – 1000 dolar arasındadır.
Bütün bunlara rağmen, öğretmenlerin kendisini tanıması, iletişimde başlı başına rol oynuyor. Öğretmenin kendilerini tanımalarının yollarından biri sosyal bilimlerin değişik alanlarına ilgi gösterip bilgilerini güncellemek ve arttırmak olabilir. Ancak, Eğitim sen’in yaptığı araştırmaya göre, öğretmenlerin %8’i hiç kitap okumuyor, %39’u ise bu konuda bilgi vermek istemiyor. Yüzde 28’i ayda bir kitap okuyor.
Çocukların, gelecekte uyumlu ve mutlu bir yaşam sürdürmeleri için iletişim becerilerinin gelişmesi önem taşıyor. Bu sorumluluğu devlet, öğretmenler, kitle iletişim araçları ve anne-babalar paylaşmalıdırlar.
Konuk Yazar Hasan Güneş
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Son Güncelleme: Pazartesi, 30 Mart 2015 08:07
Gösterim: 9512