Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Yenidoğan, bebek ve çocuk sağlığı söz konusu olunca anne-babalar o güne kadar edindikleri tüm bilgileri unutup, soğukkanlılıklarını kaybederek panikleyebiliyor. Özellikle kulaktan dolma bilgiler ya da toplumda yaygın olan ancak yanlış inanışlar, ebeveynleri ve çocuğun sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Seda Günhar, çocuk sağlığında doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgi verdi.

cocuk_beslenme1. “Bebeklerin gözündeki çapaklanmayı önlemek için çayla pansuman yapılmalıdır.”
Yanlış. Bebeklerde gözyaşı kanalının doğumsal tıkanıklığı akıntı, çapaklanma ve sulanma yapabilir. Bunun birlikte sulanma glokom, çapaklanma ise konjonktivit belirtisi olabilir. Yenidoğanların yaklaşık yüzde 5’inde görülen gözyaşı kanalı tıkanıklığı, doğumdan sonraki ilk birkaç haftada gözyaşı göllenmesi ve çapaklanma atakları ile kendini gösterir. Bu durum, ilk 1 yıl içinde kendiliğinden düzelir. Bunun için göz doktorunun öğreteceği teknikle gözyaşı kanalını açmaya yönelik masaj düzenli olarak yapılmalıdır.

2. “Dil bağı kendiliğinden düzelir.”
Yanlış. Dil bağı, dili ağız tabanına sabitlemeyi sağlamaktadır. Bu bağın normalden kısa ya da kalın olması dilin fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Bu durumda emme, yeme/yutma problemleri, konuşma bozuklukları, kötü ağız hijyeni, diş problemleri ve dil şeklinde bozukluk görülebilir. Bebekte fonksiyon bozukluğu mevcut ise dil bağına küçük bir müdahale gereklidir. 6 aydan küçük bebeklerde çoğunlukla lokal anestezi ile işlem kolayca yapılır. Dilin neredeyse tamamı kastan oluşmaktadır. Bebeğinizin dilini nasıl kullanacağına dair hiçbir kas bilgisi yoktur. Beynin dilin çalışmasını düzenlemesi ve bebeğin dil bağı serbest bırakıldıktan sonra etkin bir şekilde emmeyi öğrenmesi genelde ikinci haftadan sonra başlar.

3. “Konak her bebekte görülür ve normaldir.”
Yanlış. Konak, doğal bir oluşum değildir ve sıklıkla yapılan bazı hatalar sonucu gelişir. Bebeği sık yıkamak ve özellikle baş bölgesinin temizliği yapılırken aşırı hassas davranılması, bıngıldağa zarar verilir endişesiyle iyice durulanmadan sabunlu bırakılması konuk oluşumunu hızlandırır. Bebeğin kafası yıkanırken tırnaklarla hafif dokunuşlar yapılmalı ve iyice temizlenmelidir. Konağı tedavi etmek içinse çocuğun kafasına zeytinyağı sürerek en az 2 saat beklenmeli ve yumuşak bir tarak ya da fırçayla taranmalıdır. Konağın mutlaka temizlenmesi gerekir, bunun normal bir şey olduğu asla düşünülmemelidir. Konak temizlendikten sonra banyo yaptırırken çocuğa tekrar başlamaması için haftada bir sadece sabun ya da şampuan uygulanmalıdır. Onun haricinde sadece duru suyla banyo yaptırılmalıdır. Şampuan olarak da nemlendirecek şampuanlar tercih edilmelidir. Özellikle konağı tedavi etmeye yönelik şampuan önerileri içinse doktorunuza danışabilirsiniz.

4. “Bebeğin her yemekten sonra kaka yapması, sindirim sisteminde bir sorunun işaretidir.”
Yanlış. Çocuklarda dışkılama sıklığı çocuktan çocuğa değişiklik gösterir. Çocuk yemeğini ağzına aldığı andan itibaren sindirim sistemi aktive olur. Bu durum gayet normaldir. Ancak eğer çocuğunuzda ishal değilse, büyümesi ve gelişmesi çocuk doktoru tarafından normal olarak değerlendiriliyorsa, dirençli kansızlık, demir ya da vitamin eksikliği gibi bir durum söz konusu değilse herhangi bir sağlık problemi olduğuna dair endişelenilmesine gerek yoktur. Çocukta bu şikayetlerden biri mevcutsa bir uzmana mutlaka başvurulmalıdır.

5. “Küçük çocukların sık sık gözlerini ovuşturması normaldir.”
Yanlış. Çocuğun sürekli gözlerini silmesi alerjik bir göz hastalığının habercisi olabilir. Gözler sıklıkla göze değen yabancı bir madde, mevsimsel alerjiler, göz kuruluğu ve korneanın çizilmesi gibi nedenlerle kaşınabilmektedir. Sürekli gözlerini silen bir çocuğun şikayetleri gözlendiğinde alerjik bir göz hastalığı olup olmadığının araştırılması gerekir.

6. “Avokado, ananas, Hindistan Cevizi gibi tropik meyveler çocuklar için de sağlıklıdır.”
Yanlış. 1 yaş altındaki bebeklere ek gıda verirken alerjik olduğu bilinen gıdalara karşı çok dikkatli olunmalıdır. Özellikle annelerin çok tercih ettiği ve bebeklerin de severek yediği bazı tropik meyveler ciddi alerji yapabilir. Ayrıca alerji dışında bazı meyveler yüksek asitli içerikleri nedeniyle reflüyü tetikleyip, ciddi pişiklere yol açabilir. Avokado ve mango alerjik özellikleri yüksek meyvelerdir. Ananasın ise asit içeriği fazladır. Ancak 9. aydan sonra 3 gün kuralına uyarak dikkatli bir şekilde verilebilir. Her gıda tek tek başlanıp 3 günde azar azar artırarak denenmelidir. Hindistan cevizinin rende veya süt olarak tüketilmesinde sakınca yoktur. Bu gibi gıdalar günde 1 kez 1 kahve fincanı kadar tüketilebilir.

7. “Biberon alışkanlığı olan çocuklar bardaktan süt içmek zorunda değil.”
Yanlış. 4 yaş ve sonrası çocukların hızlı geliştikleri bir süreçtir. Bebeklik dönemini geçmiş olan bir çocuğun hala biberondan süt içmesi onun bebeklik döneminde takılıp kaldığını göstermektedir. Biberondan vazgeçmesi için biberonu balonlara bağlayıp uçurarak vedalaşması sağlanabilir ve yetişkinlere özenerek küçük bir bardaktan kamışla süt içmesi konusunda örnek olunabilir.

> Çocuk sağlığında doğru bilinen 7 yanlış

Yenidoğan, bebek ve çocuk sağlığı söz konusu olunca anne-babalar o güne kadar edindikleri tüm bilgileri unutup, soğukkanlılıklarını kaybederek panikleyebiliyor. Özellikle kulaktan dolma bilgiler ya da toplumda yaygın olan ancak yanlış inanışlar, ebeveynleri ve çocuğun sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Seda Günhar, çocuk sağlığında doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgi verdi.

cocuk_beslenme1. “Bebeklerin gözündeki çapaklanmayı önlemek için çayla pansuman yapılmalıdır.”
Yanlış. Bebeklerde gözyaşı kanalının doğumsal tıkanıklığı akıntı, çapaklanma ve sulanma yapabilir. Bunun birlikte sulanma glokom, çapaklanma ise konjonktivit belirtisi olabilir. Yenidoğanların yaklaşık yüzde 5’inde görülen gözyaşı kanalı tıkanıklığı, doğumdan sonraki ilk birkaç haftada gözyaşı göllenmesi ve çapaklanma atakları ile kendini gösterir. Bu durum, ilk 1 yıl içinde kendiliğinden düzelir. Bunun için göz doktorunun öğreteceği teknikle gözyaşı kanalını açmaya yönelik masaj düzenli olarak yapılmalıdır.

2. “Dil bağı kendiliğinden düzelir.”
Yanlış. Dil bağı, dili ağız tabanına sabitlemeyi sağlamaktadır. Bu bağın normalden kısa ya da kalın olması dilin fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Bu durumda emme, yeme/yutma problemleri, konuşma bozuklukları, kötü ağız hijyeni, diş problemleri ve dil şeklinde bozukluk görülebilir. Bebekte fonksiyon bozukluğu mevcut ise dil bağına küçük bir müdahale gereklidir. 6 aydan küçük bebeklerde çoğunlukla lokal anestezi ile işlem kolayca yapılır. Dilin neredeyse tamamı kastan oluşmaktadır. Bebeğinizin dilini nasıl kullanacağına dair hiçbir kas bilgisi yoktur. Beynin dilin çalışmasını düzenlemesi ve bebeğin dil bağı serbest bırakıldıktan sonra etkin bir şekilde emmeyi öğrenmesi genelde ikinci haftadan sonra başlar.

3. “Konak her bebekte görülür ve normaldir.”
Yanlış. Konak, doğal bir oluşum değildir ve sıklıkla yapılan bazı hatalar sonucu gelişir. Bebeği sık yıkamak ve özellikle baş bölgesinin temizliği yapılırken aşırı hassas davranılması, bıngıldağa zarar verilir endişesiyle iyice durulanmadan sabunlu bırakılması konuk oluşumunu hızlandırır. Bebeğin kafası yıkanırken tırnaklarla hafif dokunuşlar yapılmalı ve iyice temizlenmelidir. Konağı tedavi etmek içinse çocuğun kafasına zeytinyağı sürerek en az 2 saat beklenmeli ve yumuşak bir tarak ya da fırçayla taranmalıdır. Konağın mutlaka temizlenmesi gerekir, bunun normal bir şey olduğu asla düşünülmemelidir. Konak temizlendikten sonra banyo yaptırırken çocuğa tekrar başlamaması için haftada bir sadece sabun ya da şampuan uygulanmalıdır. Onun haricinde sadece duru suyla banyo yaptırılmalıdır. Şampuan olarak da nemlendirecek şampuanlar tercih edilmelidir. Özellikle konağı tedavi etmeye yönelik şampuan önerileri içinse doktorunuza danışabilirsiniz.

4. “Bebeğin her yemekten sonra kaka yapması, sindirim sisteminde bir sorunun işaretidir.”
Yanlış. Çocuklarda dışkılama sıklığı çocuktan çocuğa değişiklik gösterir. Çocuk yemeğini ağzına aldığı andan itibaren sindirim sistemi aktive olur. Bu durum gayet normaldir. Ancak eğer çocuğunuzda ishal değilse, büyümesi ve gelişmesi çocuk doktoru tarafından normal olarak değerlendiriliyorsa, dirençli kansızlık, demir ya da vitamin eksikliği gibi bir durum söz konusu değilse herhangi bir sağlık problemi olduğuna dair endişelenilmesine gerek yoktur. Çocukta bu şikayetlerden biri mevcutsa bir uzmana mutlaka başvurulmalıdır.

5. “Küçük çocukların sık sık gözlerini ovuşturması normaldir.”
Yanlış. Çocuğun sürekli gözlerini silmesi alerjik bir göz hastalığının habercisi olabilir. Gözler sıklıkla göze değen yabancı bir madde, mevsimsel alerjiler, göz kuruluğu ve korneanın çizilmesi gibi nedenlerle kaşınabilmektedir. Sürekli gözlerini silen bir çocuğun şikayetleri gözlendiğinde alerjik bir göz hastalığı olup olmadığının araştırılması gerekir.

6. “Avokado, ananas, Hindistan Cevizi gibi tropik meyveler çocuklar için de sağlıklıdır.”
Yanlış. 1 yaş altındaki bebeklere ek gıda verirken alerjik olduğu bilinen gıdalara karşı çok dikkatli olunmalıdır. Özellikle annelerin çok tercih ettiği ve bebeklerin de severek yediği bazı tropik meyveler ciddi alerji yapabilir. Ayrıca alerji dışında bazı meyveler yüksek asitli içerikleri nedeniyle reflüyü tetikleyip, ciddi pişiklere yol açabilir. Avokado ve mango alerjik özellikleri yüksek meyvelerdir. Ananasın ise asit içeriği fazladır. Ancak 9. aydan sonra 3 gün kuralına uyarak dikkatli bir şekilde verilebilir. Her gıda tek tek başlanıp 3 günde azar azar artırarak denenmelidir. Hindistan cevizinin rende veya süt olarak tüketilmesinde sakınca yoktur. Bu gibi gıdalar günde 1 kez 1 kahve fincanı kadar tüketilebilir.

7. “Biberon alışkanlığı olan çocuklar bardaktan süt içmek zorunda değil.”
Yanlış. 4 yaş ve sonrası çocukların hızlı geliştikleri bir süreçtir. Bebeklik dönemini geçmiş olan bir çocuğun hala biberondan süt içmesi onun bebeklik döneminde takılıp kaldığını göstermektedir. Biberondan vazgeçmesi için biberonu balonlara bağlayıp uçurarak vedalaşması sağlanabilir ve yetişkinlere özenerek küçük bir bardaktan kamışla süt içmesi konusunda örnek olunabilir.

Son Güncelleme: Çarşamba, 05 Şubat 2020 13:42

Gösterim: 11114

Sanatın en önemli dallarından biri olan edebiyat, beyin alanında yazılan bilimsel bir kitabın konusu oldu. Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ tarafından kaleme alınan “Romanlar Yoluyla Beyni Öğrenmek-Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli kitapta epilepsili Fyodor Dostoyevski, Alzheimer hastalığına yenik düşen romancı Iris Murdoch gibi pek çok sanatçının hayatı, hastalıkları ile ilişkileri ve bunların eserlerine yansımasına yer veriliyor.

beyin_edebiyatÜsküdar Üniversitesi Nörobilim Anabilim Dalı Başkanı, NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, “Romanlar Yoluyla Beyni Öğrenmek-Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli yeni kitabında nörolojiye edebi açıdan yaklaştı. Kitapta edebiyat dünyasının en önemli yazarlarının eserlerinde kahramanları aracılığıyla değindikleri beyin hastalıklarının yanı sıra sahip oldukları hastalıkların hayatlarına ve eserlerine nasıl yansıdığına değiniliyor.
EDEBİYAT-BEYİN İLİŞKİSİ
Boyut Yayınları’ndan çıkan kitap, “İnsan belleğinin yapısı nasıl anlaşılabilir?” “Nörobilim neden koyu renkli takım elbise giyer?”, “Dünya sağ beyinliler tarafından yönetilseydi nasıl bir yer olurdu?”, “Bir nörolog nasıl edebiyatçı olur?”, “Gözün gördüğünü beyin neden kabul etmez?”, “Günümüzde nöro-romanların işlevi ne olabilir?”, “Roman okurken kafamızda neler olur biter?”, “Dostoyevski ve epilepsi ne türden bir bütünlüktür?”, “Dostoyevski nöron teorisini nereden biliyordu?”, “Alzheimer hastalığı bir edebiyatçıyı nasıl yok eder?” ve “Proust’un kayıp belleği Eco’da nasıl ortaya çıkar?” bölümlerinden oluşuyor.
Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, “Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli kitapta, farklı edebiyat örneklerinde karşımıza çıkan beyinle ilgili izlenimleri, düşünce tarihi bütünlüğü içerisinde nörobilimdeki karşılıklarıyla birlikte ele alıyor. Prof. Dr. Tanrıdağ, eserlerinden örnekler verdiği bu yazarlar yoluyla bazı beyin işlevleri ve hastalıkları konusunda sahip olduğumuz bilgilerin, bize söylenildiğinden daha eski tarihlerde veya güncel ama alışılmışın dışında kabul edilen kaynaklar içinde yer aldığını ve okunmayı beklediklerine dikkat çekiyor.
NÖROESTETİK BEYİN VE SANAT İLİŞKİSİNİ ARAŞTIRIYOR
Sosyal ve kültürel beyin araştırmalarının insan sosyal ve kültürel hayatının evrimsel ve sosyal psikolojiler eşliğinde incelendiği ve beyindeki sosyal ve kültürel mekanizmaları sorgulayan araştırmalar olduğunu belirten Prof. Dr. Tanrıdağ, “Bu araştırmalar sayesinde beynin sanatın temel kavramlarıyla ilişkisini de anlamaya başladık. Böyle bir zeminde beyin sanat ilişkileriyle ilgili yeni bir deney ve bilgi alanı ortaya çıktı. Bu alan nöroestetiktir. Nöroestetik, sanatın insanda biçim ve içerik olarak uyandırdığı güzellik ve haz duygularının insan yapısındaki ve tabii ki beyindeki biyolojik mekanizmalarının araştırılmasıdır” dedi.
DÜNYA SAĞ BEYİNLİLER TARAFINDAN YÖNETİLSEYDİ
“Dünya sağ beyinliler tarafından yönetilseydi nasıl bir yer olurdu?” sorusunun cevabına yanıtlar arayan Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, daha önce bir yazı dizisinde ele alınan bazı siyasetçilerin özelliklerini göz önünde bulundurarak bazı tespitlerde bulunuyor. Prof. Dr.Tanrıdağ, aralarında eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in de bulunduğu çeşitli ülkelerin cumhurbaşkanlarından örnekler verdiği bölümde “Dünya sağ beyinliler tarafından yönetilseydi çok daha az ırkçılık, sömürgecilik, ayrımcılık, savaş, ölüm ve açlık olurdu” tespitinde bulunuyor.
Kitapta epilepsi hastası olan Dostoyevski’nin hastalığı ile ilişkisi, epilepsiyi eserlerinde nasıl ele aldığı da değerlendiriliyor. Prof. Dr. Tanrıdağ, Dostoyevski’nin Budala romanını bu kitapta ele almasının nedenlerini şöyle açıklıyor: “Romanın başkarakteri olan Prens Mişkin’in saralı yani epilepsili olmasıdır. İkinci ise edebiyatçılar arasında Dostoyevski’nin epilepsi hastası olarak bilinmesi ve hastalığının romanlarında yazdıklarını etkilediğine hatta şekillendirdiğine inanılmasıdır” diyor.
“Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli kitapta 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan yazar Orhan Pamuk ve çağdaş Alman edebiyatının kurucularından Friedrich Schiller’in de aralarında bulunduğu birçok edebiyatçı ve eserlerinden örnekler yer alıyor.

> Dünya sağ beyinliler tarafından yönetilseydi nasıl bir yer olurdu?

Sanatın en önemli dallarından biri olan edebiyat, beyin alanında yazılan bilimsel bir kitabın konusu oldu. Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ tarafından kaleme alınan “Romanlar Yoluyla Beyni Öğrenmek-Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli kitapta epilepsili Fyodor Dostoyevski, Alzheimer hastalığına yenik düşen romancı Iris Murdoch gibi pek çok sanatçının hayatı, hastalıkları ile ilişkileri ve bunların eserlerine yansımasına yer veriliyor.

beyin_edebiyatÜsküdar Üniversitesi Nörobilim Anabilim Dalı Başkanı, NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, “Romanlar Yoluyla Beyni Öğrenmek-Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli yeni kitabında nörolojiye edebi açıdan yaklaştı. Kitapta edebiyat dünyasının en önemli yazarlarının eserlerinde kahramanları aracılığıyla değindikleri beyin hastalıklarının yanı sıra sahip oldukları hastalıkların hayatlarına ve eserlerine nasıl yansıdığına değiniliyor.
EDEBİYAT-BEYİN İLİŞKİSİ
Boyut Yayınları’ndan çıkan kitap, “İnsan belleğinin yapısı nasıl anlaşılabilir?” “Nörobilim neden koyu renkli takım elbise giyer?”, “Dünya sağ beyinliler tarafından yönetilseydi nasıl bir yer olurdu?”, “Bir nörolog nasıl edebiyatçı olur?”, “Gözün gördüğünü beyin neden kabul etmez?”, “Günümüzde nöro-romanların işlevi ne olabilir?”, “Roman okurken kafamızda neler olur biter?”, “Dostoyevski ve epilepsi ne türden bir bütünlüktür?”, “Dostoyevski nöron teorisini nereden biliyordu?”, “Alzheimer hastalığı bir edebiyatçıyı nasıl yok eder?” ve “Proust’un kayıp belleği Eco’da nasıl ortaya çıkar?” bölümlerinden oluşuyor.
Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, “Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli kitapta, farklı edebiyat örneklerinde karşımıza çıkan beyinle ilgili izlenimleri, düşünce tarihi bütünlüğü içerisinde nörobilimdeki karşılıklarıyla birlikte ele alıyor. Prof. Dr. Tanrıdağ, eserlerinden örnekler verdiği bu yazarlar yoluyla bazı beyin işlevleri ve hastalıkları konusunda sahip olduğumuz bilgilerin, bize söylenildiğinden daha eski tarihlerde veya güncel ama alışılmışın dışında kabul edilen kaynaklar içinde yer aldığını ve okunmayı beklediklerine dikkat çekiyor.
NÖROESTETİK BEYİN VE SANAT İLİŞKİSİNİ ARAŞTIRIYOR
Sosyal ve kültürel beyin araştırmalarının insan sosyal ve kültürel hayatının evrimsel ve sosyal psikolojiler eşliğinde incelendiği ve beyindeki sosyal ve kültürel mekanizmaları sorgulayan araştırmalar olduğunu belirten Prof. Dr. Tanrıdağ, “Bu araştırmalar sayesinde beynin sanatın temel kavramlarıyla ilişkisini de anlamaya başladık. Böyle bir zeminde beyin sanat ilişkileriyle ilgili yeni bir deney ve bilgi alanı ortaya çıktı. Bu alan nöroestetiktir. Nöroestetik, sanatın insanda biçim ve içerik olarak uyandırdığı güzellik ve haz duygularının insan yapısındaki ve tabii ki beyindeki biyolojik mekanizmalarının araştırılmasıdır” dedi.
DÜNYA SAĞ BEYİNLİLER TARAFINDAN YÖNETİLSEYDİ
“Dünya sağ beyinliler tarafından yönetilseydi nasıl bir yer olurdu?” sorusunun cevabına yanıtlar arayan Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, daha önce bir yazı dizisinde ele alınan bazı siyasetçilerin özelliklerini göz önünde bulundurarak bazı tespitlerde bulunuyor. Prof. Dr.Tanrıdağ, aralarında eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in de bulunduğu çeşitli ülkelerin cumhurbaşkanlarından örnekler verdiği bölümde “Dünya sağ beyinliler tarafından yönetilseydi çok daha az ırkçılık, sömürgecilik, ayrımcılık, savaş, ölüm ve açlık olurdu” tespitinde bulunuyor.
Kitapta epilepsi hastası olan Dostoyevski’nin hastalığı ile ilişkisi, epilepsiyi eserlerinde nasıl ele aldığı da değerlendiriliyor. Prof. Dr. Tanrıdağ, Dostoyevski’nin Budala romanını bu kitapta ele almasının nedenlerini şöyle açıklıyor: “Romanın başkarakteri olan Prens Mişkin’in saralı yani epilepsili olmasıdır. İkinci ise edebiyatçılar arasında Dostoyevski’nin epilepsi hastası olarak bilinmesi ve hastalığının romanlarında yazdıklarını etkilediğine hatta şekillendirdiğine inanılmasıdır” diyor.
“Edebiyatta Beyin Hareleri” isimli kitapta 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan yazar Orhan Pamuk ve çağdaş Alman edebiyatının kurucularından Friedrich Schiller’in de aralarında bulunduğu birçok edebiyatçı ve eserlerinden örnekler yer alıyor.

Son Güncelleme: Salı, 12 Şubat 2019 09:29

Gösterim: 11156

Türkiye'de, 2015 itibarıyla en yüksek gelir "Ankara" bölgesinde görülürken, gelir eşitsizliğinin en düşük olduğu bölge "Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir", yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölge ise "Antalya, Isparta, Burdur" oldu.

 

ankara_gelirTürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2015 yılı gelir ve yaşam koşulları araştırması bölgesel sonuçlarını açıkladı.
Buna göre, Türkiye’de ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 2015'te 16 bin 515 lira olarak hesaplandı. İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) 2. Düzey Bölgeleri itibarıyla söz konusu geliri en yüksek olan bölge 22 bin 516 lirayla Ankara oldu. Ankara, 2014'te de listede ilk sırada yer alıyordu. Bu bölgeyi, 22 bin 67 lirayla İstanbul ve 19 bin 689 lirayla İzmir izledi.
Ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin en düşük olduğu bölgeler ise 8 bin 89 lirayla Şanlıurfa, Diyarbakır, 8 bin 184 lirayla Mardin, Batman, Şırnak, Siirt ve 8 bin 773 lirayla Van, Muş, Bitlis, Hakkari olarak sıralandı.

 

Gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu bölgeler
Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini katsayısı Türkiye’de 2015 itibarıyla 0,397 iken bu değerin en düşük olduğu bölgeler 0,308 ile Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir, 0,310 ile Kastamonu Çankırı, Sinop ve 0,315 ile Zonguldak, Karabük, Bartın olarak belirlendi.
Gini katsayısının en yüksek olduğu bölgeler ise 0,420 ile Şanlıurfa, Diyarbakır, 0,400 ile Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan ve 0,397 ile İstanbul oldu.

 

Göreli yoksulluk oranı en yüksek bölge Antalya, Isparta, Burdur
Her bölge için eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan (ortanca) gelirin yüzde 50’si temelinde hesaplanan yoksulluk sınırına göre, gelire dayalı göreli yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölgeler yüzde 14,1 ile Antalya, Isparta, Burdur, yüzde 13,9 ile Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan, yüzde 12,8 ile de İzmir olarak gerçekleşti.
Göreli yoksulluk oranının en düşük olduğu bölgeler ise yüzde 5,3 ile Van, Muş, Bitlis, Hakkari, yüzde 7,3 ile Manisa, Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak, yüzde 8,6 ile Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir ve Zonguldak, Karabük, Bartın bölgeleri oldu.
Diğer bir yoksulluk sınırı olan medyan gelirin yüzde 60'ı dikkate alınarak hesaplanan gelire dayalı göreli yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölgeler ise yüzde 23,7 ile Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan, yüzde 22,1 ile Şanlıurfa, Diyarbakır ve yüzde 20,3 ile Antalya, Isparta, Burdur şeklinde belirlendi.
Bu oranın en düşük olduğu bölgeler ise yüzde 10,3 ile Van, Muş, Bitlis, Hakkari, yüzde 12 ile Zonguldak, Karabük, Bartın ve yüzde 13,1 ile Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir olarak sıralandı.


> Türkiye'de en yüksek gelir Ankara'da

Türkiye'de, 2015 itibarıyla en yüksek gelir "Ankara" bölgesinde görülürken, gelir eşitsizliğinin en düşük olduğu bölge "Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir", yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölge ise "Antalya, Isparta, Burdur" oldu.

 

ankara_gelirTürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2015 yılı gelir ve yaşam koşulları araştırması bölgesel sonuçlarını açıkladı.
Buna göre, Türkiye’de ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 2015'te 16 bin 515 lira olarak hesaplandı. İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) 2. Düzey Bölgeleri itibarıyla söz konusu geliri en yüksek olan bölge 22 bin 516 lirayla Ankara oldu. Ankara, 2014'te de listede ilk sırada yer alıyordu. Bu bölgeyi, 22 bin 67 lirayla İstanbul ve 19 bin 689 lirayla İzmir izledi.
Ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin en düşük olduğu bölgeler ise 8 bin 89 lirayla Şanlıurfa, Diyarbakır, 8 bin 184 lirayla Mardin, Batman, Şırnak, Siirt ve 8 bin 773 lirayla Van, Muş, Bitlis, Hakkari olarak sıralandı.

 

Gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu bölgeler
Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini katsayısı Türkiye’de 2015 itibarıyla 0,397 iken bu değerin en düşük olduğu bölgeler 0,308 ile Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir, 0,310 ile Kastamonu Çankırı, Sinop ve 0,315 ile Zonguldak, Karabük, Bartın olarak belirlendi.
Gini katsayısının en yüksek olduğu bölgeler ise 0,420 ile Şanlıurfa, Diyarbakır, 0,400 ile Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan ve 0,397 ile İstanbul oldu.

 

Göreli yoksulluk oranı en yüksek bölge Antalya, Isparta, Burdur
Her bölge için eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan (ortanca) gelirin yüzde 50’si temelinde hesaplanan yoksulluk sınırına göre, gelire dayalı göreli yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölgeler yüzde 14,1 ile Antalya, Isparta, Burdur, yüzde 13,9 ile Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan, yüzde 12,8 ile de İzmir olarak gerçekleşti.
Göreli yoksulluk oranının en düşük olduğu bölgeler ise yüzde 5,3 ile Van, Muş, Bitlis, Hakkari, yüzde 7,3 ile Manisa, Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak, yüzde 8,6 ile Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir ve Zonguldak, Karabük, Bartın bölgeleri oldu.
Diğer bir yoksulluk sınırı olan medyan gelirin yüzde 60'ı dikkate alınarak hesaplanan gelire dayalı göreli yoksulluk oranının en yüksek olduğu bölgeler ise yüzde 23,7 ile Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan, yüzde 22,1 ile Şanlıurfa, Diyarbakır ve yüzde 20,3 ile Antalya, Isparta, Burdur şeklinde belirlendi.
Bu oranın en düşük olduğu bölgeler ise yüzde 10,3 ile Van, Muş, Bitlis, Hakkari, yüzde 12 ile Zonguldak, Karabük, Bartın ve yüzde 13,1 ile Kırıkkale, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir olarak sıralandı.


Son Güncelleme: Salı, 27 Eylül 2016 12:25

Gösterim: 3517

Her 10 çocuktan birinin, Edinilmiş Bağışıklık Eksikliği Sendromu'na (AIDS) karşı savunma mekanizmasına sahip olduğu bildirildi.

 

aids_cocuklarSonuçları "Science Translational Medicine" dergisinde yayımlanan çalışmada, her 10 çocuktan birinin bağışıklık sisteminin, maymunlarda olduğu gibi AIDShastalığına yakalanmayı önlediği görüldü.
Araştırmacılar, Güney Afrika'da AIDS'e neden olan İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü (HIV) taşıyan, ancak henüz hastalığa yakalanmamış ve antiretroviral tedavi görmemiş 170 çocuğun kanını inceledi.
Yapılan testler, çocukların kanının her mililitresinde HIV bulunduğunu, öte yandan bağışıklık sisteminin çok çalışmasına ya da ağır hasta olmalarına neden olması beklenen bu durumun, her ikisine de yol açmadığını gösterdi.


> Her 10 çocuktan biri AIDS'e dirençli

Her 10 çocuktan birinin, Edinilmiş Bağışıklık Eksikliği Sendromu'na (AIDS) karşı savunma mekanizmasına sahip olduğu bildirildi.

 

aids_cocuklarSonuçları "Science Translational Medicine" dergisinde yayımlanan çalışmada, her 10 çocuktan birinin bağışıklık sisteminin, maymunlarda olduğu gibi AIDShastalığına yakalanmayı önlediği görüldü.
Araştırmacılar, Güney Afrika'da AIDS'e neden olan İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü (HIV) taşıyan, ancak henüz hastalığa yakalanmamış ve antiretroviral tedavi görmemiş 170 çocuğun kanını inceledi.
Yapılan testler, çocukların kanının her mililitresinde HIV bulunduğunu, öte yandan bağışıklık sisteminin çok çalışmasına ya da ağır hasta olmalarına neden olması beklenen bu durumun, her ikisine de yol açmadığını gösterdi.


Son Güncelleme: Perşembe, 29 Eylül 2016 13:44

Gösterim: 4214

BM Gıda ve Tarım Örgütüne sunulan raporda, 2030 yılına kadar dünya nüfusunun üçte birinin obez ya da aşırı kilolu olabileceği uyarısında bulunuldu.

 

hamburger_obeziteSağlıksız veya yetersiz beslenmenin, dünyada her üç kişiden birini etkilediği, beş yaşından küçük çocukların dörtte birinin büyümesini engellediği bildirildi.
Bağımsız Beslenmede Tarım ve Gıda Sistemleri Küresel Paneli'nin Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütüne sunduğu raporda, 2030 yılına kadar dünya nüfusunun üçte birinin obez ya da aşırı kilolu olabileceği uyarısında bulunuldu.
Raporda, halihazırda iki milyar kişinin sağlıklı kalmalarını sağlayacak vitamin ve minerallerden yoksun olduğu da vurgulandı.
Gelişmiş ülkelerdeki yağlı ve işlenmiş gıdalarla bağlantılı kalp rahatsızlığı, diyabet ve diğer kronik hastalıkların, gelişmekte olan ülkelerde de ortaya çıktığı kaydedilen raporda, dünya genelinde beslenme konusunda mevcut eğilimlerin, gelecek 20 yıl içinde daha da kötüleşeceği uyarısı yapıldı.
Raporda, sağlıksız beslenmeyle AIDS ve sıtmayla olduğu gibi küresel çapta mücadele edilmesi gerektiğinin altı çizildi.

 

Kötü beslenme yaşamdan daha fazla yıl çalıyor
Rapora göre, anne ve çocukların kötü beslenmesi, yüksek tansiyon ve beslenmeyle ilişkili diğer risk faktörlerinin her biri, kişinin yaşamından sigara, hava kirliliği, sıhhi temizlik koşulları ve korunmasız cinsel ilişkiden daha fazla yıl çalıyor.
Yetersiz beslenmeyle mücadele konusunda çok büyük ilerleme kaydedildiği ancak hala 800 milyon kişinin açlıkla karşı karşıya olduğu ifade edilen raporda, gelecek 20 yılda nüfus arttıkça daha kötü bir tablonun öngörüldüğü, 2050 yılına kadar Asya ve Afrika'da iki milyar kişinin daha doyurulması gerekeceği bildirildi.
Raporda, çok sayıda ülkenin yetersiz beslenmeden obeziteyle mücadele kaydığına, dünyanın en kalabalık ülkesi Çin'de 2030 yılına kadar nüfusun yarısının ya obez ya da aşırı kilolu olmasının tahmin edildiğine işaret edildi.

 

İklim değişikliği yarım milyon kişiyi daha öldürebilir
İklim değişikliği tehdidine de değinilen raporda, bu durumun, çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde yarım milyon kişinin daha ölümüne yol açabileceği, çalışmaların, iklim değişikliğinin, açlığın çok yaygın görüldüğü tropik bölgelerde mahsul verimini olumsuz yönde etkilediğini ortaya koyduğu kaydedildi.
Raporda dikkat çekilen bir diğer tehdit de atmosferdeki karbondioksit oranı oldu. Bunun, tohumların ve bitki köklerinin çinko içeriğini etkileyeceği ve 138 milyon kişiyi çinko eksikliği sorunuyla karşı karşıya bırakabileceği belirtildi. 


> Dünyanın üçte biri obez olma yolunda

BM Gıda ve Tarım Örgütüne sunulan raporda, 2030 yılına kadar dünya nüfusunun üçte birinin obez ya da aşırı kilolu olabileceği uyarısında bulunuldu.

 

hamburger_obeziteSağlıksız veya yetersiz beslenmenin, dünyada her üç kişiden birini etkilediği, beş yaşından küçük çocukların dörtte birinin büyümesini engellediği bildirildi.
Bağımsız Beslenmede Tarım ve Gıda Sistemleri Küresel Paneli'nin Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütüne sunduğu raporda, 2030 yılına kadar dünya nüfusunun üçte birinin obez ya da aşırı kilolu olabileceği uyarısında bulunuldu.
Raporda, halihazırda iki milyar kişinin sağlıklı kalmalarını sağlayacak vitamin ve minerallerden yoksun olduğu da vurgulandı.
Gelişmiş ülkelerdeki yağlı ve işlenmiş gıdalarla bağlantılı kalp rahatsızlığı, diyabet ve diğer kronik hastalıkların, gelişmekte olan ülkelerde de ortaya çıktığı kaydedilen raporda, dünya genelinde beslenme konusunda mevcut eğilimlerin, gelecek 20 yıl içinde daha da kötüleşeceği uyarısı yapıldı.
Raporda, sağlıksız beslenmeyle AIDS ve sıtmayla olduğu gibi küresel çapta mücadele edilmesi gerektiğinin altı çizildi.

 

Kötü beslenme yaşamdan daha fazla yıl çalıyor
Rapora göre, anne ve çocukların kötü beslenmesi, yüksek tansiyon ve beslenmeyle ilişkili diğer risk faktörlerinin her biri, kişinin yaşamından sigara, hava kirliliği, sıhhi temizlik koşulları ve korunmasız cinsel ilişkiden daha fazla yıl çalıyor.
Yetersiz beslenmeyle mücadele konusunda çok büyük ilerleme kaydedildiği ancak hala 800 milyon kişinin açlıkla karşı karşıya olduğu ifade edilen raporda, gelecek 20 yılda nüfus arttıkça daha kötü bir tablonun öngörüldüğü, 2050 yılına kadar Asya ve Afrika'da iki milyar kişinin daha doyurulması gerekeceği bildirildi.
Raporda, çok sayıda ülkenin yetersiz beslenmeden obeziteyle mücadele kaydığına, dünyanın en kalabalık ülkesi Çin'de 2030 yılına kadar nüfusun yarısının ya obez ya da aşırı kilolu olmasının tahmin edildiğine işaret edildi.

 

İklim değişikliği yarım milyon kişiyi daha öldürebilir
İklim değişikliği tehdidine de değinilen raporda, bu durumun, çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde yarım milyon kişinin daha ölümüne yol açabileceği, çalışmaların, iklim değişikliğinin, açlığın çok yaygın görüldüğü tropik bölgelerde mahsul verimini olumsuz yönde etkilediğini ortaya koyduğu kaydedildi.
Raporda dikkat çekilen bir diğer tehdit de atmosferdeki karbondioksit oranı oldu. Bunun, tohumların ve bitki köklerinin çinko içeriğini etkileyeceği ve 138 milyon kişiyi çinko eksikliği sorunuyla karşı karşıya bırakabileceği belirtildi. 


Son Güncelleme: Pazartesi, 26 Eylül 2016 14:44

Gösterim: 3411


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.