Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Öğretmenlik mesleği yara aldı, saygınlığı zedelendi

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor.

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor. Ceylan; terör örgütü PKK’nın öğretmenleri kaçırması ve eğitimi kesintiye uğratma çabalarının ise toplumda öğretmenlere karşı yeniden bir duyarlılık oluşturduğu ancak mesleğin hak ettiği noktaya gelemediği görüşünde.

Müfettişler, Türk eğitim camiasında oldukça önemli bir yere sahipler. Eğitim çalışmalarının niteliğinin arttırılması ve eğitimcilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine katkı sağlamak amacıyla kurulan Müfettişler Derneği ise hem öğretmenlerin gözündeki müfettiş algısını olumluya dönüştürmeyi hem de meslektaşlarının daha iyi şartlarda görevlerini yapabilmesi için kamuoyu oluşturmayı görev ediniyor. Halen Ankara’da aktif eğitim müfettişliği yapan dernek başkanı Doğan Ceylan ile toplumun öğretmenlik mesleğine bakışından, eş durumundan yer değişikliği alamayan öğretmenlerin mağduriyetine; ataması yapılmayan öğretmenlerden, eğitimcilere uygulanan disiplin cezalarına kadar birçok başlıkta, öğretmenlerin mevcut durumunu konuştuk.

Öğretmenlerin 2012 yılındaki genel durumlarını kısaca özetleyebilir misiniz? Ekonomik, sosyal…

Öğretmenlerin hak ettiği düzeyde maaş almadığı ortada. Yıllardan beri bu hep böyle. Öncelikle öğretmenlere ek ödeme verilmeli, doğru bir kariyer sistemi getirilmeli ve kariyer basamaklarında cazip maaş artışları olmalı. Yıllardır sadece bir kez uzman öğretmenlik sınavı açıldı ve öğretmenlere her yıl uygulanması gereken bu sınav, bir daha yapılmadı. Polis, imam, vaiz vb. birçok meslekte kariyer basamakları oluşturulurken, öğretmenlerin kariyer sistemi işletilmedi ve öğretmenlerimiz mağdur edildiler. Son yıllarda öğretmenliğin saygınlığı zedelendi. Öğretmenler, maaşı karşılığında yeterince çalışmayan, bol tatil yapan, kendi çıkarını düşünen kişiler olarak nitelendirildi ve bunun sonucunda da meslek yara aldı. Öğretmenlere yönelik şiddet olaylarında da artışlar yaşandı.

Son dönemlerde toplumun öğretmenlik mesleğine olan bakış açısında bir değişiklik oldu mu? Toplumun algısı ne yönde?

Terör örgütü PKK’nın okullara saldırması ve öğretmenleri kaçırması, öğretmenlik mesleğine karşı toplumda yeniden bir duyarlılık oluşturdu. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer başta olmak üzere hükümet yetkililerinin, öğretmenlere yönelik söylemlerinde olumlu bir değişim yaşandığı gözleniyor. Tüm bu gelişmeler, öğretmenliğin toplum nazarında almış olduğu yaranın kapanmasına katkı sağlayacak. Ancak öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygın noktaya gelmesi için daha ciddi çalışmalara ihtiyaç var.

ANAYASANIN KORUDUĞU AİLE BİRLİĞİNİ, BAKANLIK KORUYAMIYOR

Eşleri sınıf öğretmeni olan öğretmenlerin mağduriyetleri hakkında neler söylemek istersiniz? Öğretmenler günü arifesinde böyle bir mağduriyetin giderilmesi için neler yapılması gerekir?

Eğitim bir gönül işi. Ailesi ve çocuklarından ayrı kalmış, yüreği iki parça olmuş öğretmenlerin verimli şekilde çalışması mümkün değil. Anayasa ile güvence altına alınmış aile bütünlüğünün, Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından sağlanamıyor olması da ayrıca çok üzücü. Geçmiş yıllarda da mağduriyetler yaşanıyordu ancak bu yıl, özellikle sınıf öğretmeni olan binlerce öğretmen, norm açığı olmadığı için ailesinden ayrı kalmak zorunda bırakıldı. Eşleri zorunlu hizmete tabi olan personelin devlet tarafından zorunlu olarak başka illere atanmasının ardından, sınıf öğretmeni olan eşlerinin atanamaması akıl almaz bir durum. Bakanlık, başlangıçta atama yapmaya yanaşmamasına rağmen geç de olsa çözüm arayışına girdi ve yan alana geçiş ve becayiş uygulamasıyla sorunu çözmeye çalıştı, ancak 4+4+4 kademeli eğitim sistemine geçişte öğretmenlerin yaşayabileceği mağduriyeti zamanında, doğru bir şekilde planlayarak gidermesi gerekirdi. Yönetmelikte yer almasa da Bakanlık, Şubat ayında öğretmenlere eş durumu ataması hakkı tanımalı ve öğretmenlerimizin mağduriyetini gidermeli.

Yeni eğitim yılı başlamasına rağmen, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları her geçen gün büyüyor. Sizce bu durumun telafi edilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Bu sorun, Bakanlığın bir öğretmen alım politikası oluşturamaması ve YÖK ile koordinasyon sağlayamamasından kaynaklanıyor. MEB, mevcut öğretmen ihtiyacını hesaplamada bile sorun yaşıyor. Daha önce MEB tarafından 70 bin öğretmen ihtiyacının belirttiği dönemde, Bakanlık İç Denetim Birimi 130 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladı. 4+4+4 kademeli eğitim sitemine geçişle bazı ders saatlerinde artışlar olduğunda, biz de ülkemizde 160 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladık. Sayın Bakanımız aylar sonra aynı rakamı ifade edebildi. Bu yıl 40 bin öğretmen alındığını, şu anda 120 bin öğretmen açığı olduğunu düşünüyorlar, ancak bu hesapları da yanlış. Çünkü sadece seçmeli dersler nedeniyle önümüzdeki üç yıl içinde 90 bin öğretmen açığı olacak. Bizce, atanamayan öğretmenlere ilişkin öncelikle en az 5 yıllık bir öğretmen alım politikası oluşturulmalı ve bu konuda atanamayan öğretmenler bilgilendirilmeli. Bütün mezunlara devlette çalışma imkânı verilemeyeceği gerçeği de dikkate alınarak, özel okulların yaygınlaştırılması için teşvik verilmeli ve atanamayan öğretmenlere özel okullarda çalışma imkânı doğrulmalı.

ÖĞRENCİYE ŞİDDET, SORUŞTURMA KONULARININ BAŞINDA

Milli eğitim sistemi içindeki öğretmenler ve idarecilere uygulanan disiplin cezaları, en çok hangi konularda oluyor?

Öğretmenlerin en sık soruşturma geçirdiği konu, öğrenciye şiddet uygulamaları. Yine soruşturma konusunun fazla olduğu davranışlar arasında “hakaret veya kaba lisan kullanma”, “görevini yürütürken uyum içinde çalışmama” gibi fiiller yer alıyor. İdarecilerin ceza aldığı konular da genellikle Bakanlıkça belirlenen mevzuat hükümlerine uymamaktan kaynaklanan hususlar. En sık görülen fiiller, “kurumlarca belirlenen usule uymama” ve “görevi ihmal.” Geçen yıl, öğrenci kayıtlarında bağış talep edilmesinden dolayı da birçok okul yöneticisi ceza aldı.

Öğretmenlere en çok hangi tür cezalar uygulanıyor? Uzaklaştırma, tayin, vs.

Öğretmenlik mesleğinin niteliği itibariyle çok ağır cezalar gerektirecek durumlar olmuyor. Fiilin niteliğine göre, değişik kanunlardan cezalar uygulandığını söyleyebilirim. Cezaların çoğu uyarma, kusurlu sayılma veya ihtar gibi hafif cezalar. Talebe dövmek gibi ağır fillerde maaş kesilmesi ve aylıktan kesme cezası uygulanıyor. Görev yeri değişikliği ise ancak bir öğretmenin kendi kurumunda verimli çalışma ortamını kaybetmesi gibi özel durumlarda uygulanır, ki bu durum da çok nadirdir.

Söz konusu bu cezaları, son 5 yılla kıyasladığınızda nasıl bir sonuç elde ediyorsunuz? Önceki yıllara oranla nasıl bir gidişat söz konusu?

Cezaların nitelik ve sayı açısından değiştiğini düşünmüyorum. Soruşturma sayısının arttığı yıllar, iktidar değişikliklerinin yaşandığı yıllar. Her iktidar değişiminde biz bunu yaşadık. Uzun süredir iktidar değişimi olmadığı için de soruşturma sayılarında önemli bir değişim yok.

DEVLETTE İŞ İMKANI VAR DİYE ÖĞRETMEN OLUNMAZ

Öğretmen yetiştirme konusunda neler düşünüyorsunuz? Sistemin eksiklikleri var mı?

Öğretmen seçimi doğru değil! Öğretmenlik, insan sevgisi ve insan yetiştirme idealiyle yüreği dolu gençlerin seçeceği bir meslek olmalı. Günümüzde, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun olmadığı halde sadece devlette iş imkanı fazla olduğunu düşündüğü için birçok genç, öğretmenlik bölümlerini tercih ediyor. Bu öğrenciler, eğitim fakültelerinden yeterince bilinç kazanmadan mezun oluyor ve KPSS gibi alan yeterliğini ölçmeyen bir sınav sonrasında öğretmenliğe atanıyorlar. Bu nedenle ülkemizde idealist öğretmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Öğretmen alım sistemi bana göre yeniden oluşturulmalı, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun öğrenciler eğitim fakültelerine alınmalı ve öğretmen olarak yetiştirilmeli.

Eğitimtercihi

> Devlette iş imkanı var diye öğretmen olunmaz

Öğretmenlik mesleği yara aldı, saygınlığı zedelendi

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor.

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor. Ceylan; terör örgütü PKK’nın öğretmenleri kaçırması ve eğitimi kesintiye uğratma çabalarının ise toplumda öğretmenlere karşı yeniden bir duyarlılık oluşturduğu ancak mesleğin hak ettiği noktaya gelemediği görüşünde.

Müfettişler, Türk eğitim camiasında oldukça önemli bir yere sahipler. Eğitim çalışmalarının niteliğinin arttırılması ve eğitimcilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine katkı sağlamak amacıyla kurulan Müfettişler Derneği ise hem öğretmenlerin gözündeki müfettiş algısını olumluya dönüştürmeyi hem de meslektaşlarının daha iyi şartlarda görevlerini yapabilmesi için kamuoyu oluşturmayı görev ediniyor. Halen Ankara’da aktif eğitim müfettişliği yapan dernek başkanı Doğan Ceylan ile toplumun öğretmenlik mesleğine bakışından, eş durumundan yer değişikliği alamayan öğretmenlerin mağduriyetine; ataması yapılmayan öğretmenlerden, eğitimcilere uygulanan disiplin cezalarına kadar birçok başlıkta, öğretmenlerin mevcut durumunu konuştuk.

Öğretmenlerin 2012 yılındaki genel durumlarını kısaca özetleyebilir misiniz? Ekonomik, sosyal…

Öğretmenlerin hak ettiği düzeyde maaş almadığı ortada. Yıllardan beri bu hep böyle. Öncelikle öğretmenlere ek ödeme verilmeli, doğru bir kariyer sistemi getirilmeli ve kariyer basamaklarında cazip maaş artışları olmalı. Yıllardır sadece bir kez uzman öğretmenlik sınavı açıldı ve öğretmenlere her yıl uygulanması gereken bu sınav, bir daha yapılmadı. Polis, imam, vaiz vb. birçok meslekte kariyer basamakları oluşturulurken, öğretmenlerin kariyer sistemi işletilmedi ve öğretmenlerimiz mağdur edildiler. Son yıllarda öğretmenliğin saygınlığı zedelendi. Öğretmenler, maaşı karşılığında yeterince çalışmayan, bol tatil yapan, kendi çıkarını düşünen kişiler olarak nitelendirildi ve bunun sonucunda da meslek yara aldı. Öğretmenlere yönelik şiddet olaylarında da artışlar yaşandı.

Son dönemlerde toplumun öğretmenlik mesleğine olan bakış açısında bir değişiklik oldu mu? Toplumun algısı ne yönde?

Terör örgütü PKK’nın okullara saldırması ve öğretmenleri kaçırması, öğretmenlik mesleğine karşı toplumda yeniden bir duyarlılık oluşturdu. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer başta olmak üzere hükümet yetkililerinin, öğretmenlere yönelik söylemlerinde olumlu bir değişim yaşandığı gözleniyor. Tüm bu gelişmeler, öğretmenliğin toplum nazarında almış olduğu yaranın kapanmasına katkı sağlayacak. Ancak öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygın noktaya gelmesi için daha ciddi çalışmalara ihtiyaç var.

ANAYASANIN KORUDUĞU AİLE BİRLİĞİNİ, BAKANLIK KORUYAMIYOR

Eşleri sınıf öğretmeni olan öğretmenlerin mağduriyetleri hakkında neler söylemek istersiniz? Öğretmenler günü arifesinde böyle bir mağduriyetin giderilmesi için neler yapılması gerekir?

Eğitim bir gönül işi. Ailesi ve çocuklarından ayrı kalmış, yüreği iki parça olmuş öğretmenlerin verimli şekilde çalışması mümkün değil. Anayasa ile güvence altına alınmış aile bütünlüğünün, Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından sağlanamıyor olması da ayrıca çok üzücü. Geçmiş yıllarda da mağduriyetler yaşanıyordu ancak bu yıl, özellikle sınıf öğretmeni olan binlerce öğretmen, norm açığı olmadığı için ailesinden ayrı kalmak zorunda bırakıldı. Eşleri zorunlu hizmete tabi olan personelin devlet tarafından zorunlu olarak başka illere atanmasının ardından, sınıf öğretmeni olan eşlerinin atanamaması akıl almaz bir durum. Bakanlık, başlangıçta atama yapmaya yanaşmamasına rağmen geç de olsa çözüm arayışına girdi ve yan alana geçiş ve becayiş uygulamasıyla sorunu çözmeye çalıştı, ancak 4+4+4 kademeli eğitim sistemine geçişte öğretmenlerin yaşayabileceği mağduriyeti zamanında, doğru bir şekilde planlayarak gidermesi gerekirdi. Yönetmelikte yer almasa da Bakanlık, Şubat ayında öğretmenlere eş durumu ataması hakkı tanımalı ve öğretmenlerimizin mağduriyetini gidermeli.

Yeni eğitim yılı başlamasına rağmen, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları her geçen gün büyüyor. Sizce bu durumun telafi edilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Bu sorun, Bakanlığın bir öğretmen alım politikası oluşturamaması ve YÖK ile koordinasyon sağlayamamasından kaynaklanıyor. MEB, mevcut öğretmen ihtiyacını hesaplamada bile sorun yaşıyor. Daha önce MEB tarafından 70 bin öğretmen ihtiyacının belirttiği dönemde, Bakanlık İç Denetim Birimi 130 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladı. 4+4+4 kademeli eğitim sitemine geçişle bazı ders saatlerinde artışlar olduğunda, biz de ülkemizde 160 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladık. Sayın Bakanımız aylar sonra aynı rakamı ifade edebildi. Bu yıl 40 bin öğretmen alındığını, şu anda 120 bin öğretmen açığı olduğunu düşünüyorlar, ancak bu hesapları da yanlış. Çünkü sadece seçmeli dersler nedeniyle önümüzdeki üç yıl içinde 90 bin öğretmen açığı olacak. Bizce, atanamayan öğretmenlere ilişkin öncelikle en az 5 yıllık bir öğretmen alım politikası oluşturulmalı ve bu konuda atanamayan öğretmenler bilgilendirilmeli. Bütün mezunlara devlette çalışma imkânı verilemeyeceği gerçeği de dikkate alınarak, özel okulların yaygınlaştırılması için teşvik verilmeli ve atanamayan öğretmenlere özel okullarda çalışma imkânı doğrulmalı.

ÖĞRENCİYE ŞİDDET, SORUŞTURMA KONULARININ BAŞINDA

Milli eğitim sistemi içindeki öğretmenler ve idarecilere uygulanan disiplin cezaları, en çok hangi konularda oluyor?

Öğretmenlerin en sık soruşturma geçirdiği konu, öğrenciye şiddet uygulamaları. Yine soruşturma konusunun fazla olduğu davranışlar arasında “hakaret veya kaba lisan kullanma”, “görevini yürütürken uyum içinde çalışmama” gibi fiiller yer alıyor. İdarecilerin ceza aldığı konular da genellikle Bakanlıkça belirlenen mevzuat hükümlerine uymamaktan kaynaklanan hususlar. En sık görülen fiiller, “kurumlarca belirlenen usule uymama” ve “görevi ihmal.” Geçen yıl, öğrenci kayıtlarında bağış talep edilmesinden dolayı da birçok okul yöneticisi ceza aldı.

Öğretmenlere en çok hangi tür cezalar uygulanıyor? Uzaklaştırma, tayin, vs.

Öğretmenlik mesleğinin niteliği itibariyle çok ağır cezalar gerektirecek durumlar olmuyor. Fiilin niteliğine göre, değişik kanunlardan cezalar uygulandığını söyleyebilirim. Cezaların çoğu uyarma, kusurlu sayılma veya ihtar gibi hafif cezalar. Talebe dövmek gibi ağır fillerde maaş kesilmesi ve aylıktan kesme cezası uygulanıyor. Görev yeri değişikliği ise ancak bir öğretmenin kendi kurumunda verimli çalışma ortamını kaybetmesi gibi özel durumlarda uygulanır, ki bu durum da çok nadirdir.

Söz konusu bu cezaları, son 5 yılla kıyasladığınızda nasıl bir sonuç elde ediyorsunuz? Önceki yıllara oranla nasıl bir gidişat söz konusu?

Cezaların nitelik ve sayı açısından değiştiğini düşünmüyorum. Soruşturma sayısının arttığı yıllar, iktidar değişikliklerinin yaşandığı yıllar. Her iktidar değişiminde biz bunu yaşadık. Uzun süredir iktidar değişimi olmadığı için de soruşturma sayılarında önemli bir değişim yok.

DEVLETTE İŞ İMKANI VAR DİYE ÖĞRETMEN OLUNMAZ

Öğretmen yetiştirme konusunda neler düşünüyorsunuz? Sistemin eksiklikleri var mı?

Öğretmen seçimi doğru değil! Öğretmenlik, insan sevgisi ve insan yetiştirme idealiyle yüreği dolu gençlerin seçeceği bir meslek olmalı. Günümüzde, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun olmadığı halde sadece devlette iş imkanı fazla olduğunu düşündüğü için birçok genç, öğretmenlik bölümlerini tercih ediyor. Bu öğrenciler, eğitim fakültelerinden yeterince bilinç kazanmadan mezun oluyor ve KPSS gibi alan yeterliğini ölçmeyen bir sınav sonrasında öğretmenliğe atanıyorlar. Bu nedenle ülkemizde idealist öğretmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Öğretmen alım sistemi bana göre yeniden oluşturulmalı, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun öğrenciler eğitim fakültelerine alınmalı ve öğretmen olarak yetiştirilmeli.

Eğitimtercihi

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Kasım 2012 12:38

Gösterim: 3648

FATİH Projesi’nin yaşama geçirilmesiyle birlikte eğitim yayıncılığında dijital içerik bazında önemli çalışmalar yapıldığını söyleyen YAYFED Başkanı Bayram Murat, “Bu sayede Türk yayıncılar dünyaya örnek olacak, sıçrama yapacaklar” diyor.

Yayıncılık sektörünün iki önemli meslek birliği olan Basım Yayın Meslek Birliği ve Yayıncılar Meslek Birliği tarafından kurulan Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED), Türkiye’deki yayıncıların haklarını koruyan ve gelişmelerini sağlayan en önemli kuruluşlardan biri. Fatih Projesi ve eğitimde yapılan diğer değişiklerle birlikte, önemi her geçen gün artan eğitim yayıncılığı alanında da başarılı çalışmalar yapan ve destekler veren YAYFED’in Başkanı Bayram Murat, bu alanda çalışan herkesin müfredat hakkında bilgi sahibi olması gerektiğinin altını çiziyor. Dijital yayıncılık içeriklerinin geliştirilmesi kapsamında TÜBİTAK ve Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak çalışmalar yürüttüklerini de belirten Murat, öte yandan korsanla olan mücadelelerinde de emniyet ile dirsek temasında bulunduklarının altını çiziyor.

Eğitim yayıncılığı nedir? Diğer yayınlardan temel olarak ne farkı vardır?

Eğitim yayıncılığı, öğrencilerimizin ihtiyacı olan bilgiye en kısa yoldan ulaşmasını sağlayan yayıncılık alanıdır. Yani öğrencilerimizin günlük olarak dersleriyle uyumlu olan ve öğretmenlerimizin de beklentilerine cevap verebilecek şekilde hazırlanan yayınlar, eğitim yayıncılığının sahasına girer. Eğitim Yayıncılığı, sınıf ve branş bazında uzmanlık gerektiren bir iştir ve profesyonel olmayı gerektirir. Sadece ticari amaç için yapılamaz. Hedef kitlesindeki çocukların başarılarına katkı sağlamak için en kısa yoldan bilgileri sunacak şekilde hazırlanır. Eğitim yayınları hazırlanırken, grafikerinden yazarına ve dağıtım ekibine kadar ilgili müfredat programına hâkim olmak gerekir. Zira hazırladığınız çalışmalar çok yönlü olarak çocuğun işine yararsa satın alır, aksi takdirde başarılı olamazsınız. Eğitim yayıncılığı sadece temel ders kitaplarından ibaret değildir. Temel ders kitaplarının yanında soru bankaları, test kitapları gibi konuları pekiştirici kitaplar da mevcuttur. Eğitim yayıncıları, eğitim politikaları doğrultusunda şekil alır. Onun için Milli Eğitim Bakanlığı’nın her türlü çalışmasını dikkatle takip ederler.

Eğitim yayıncılığı kapsamında, ders kitapları dışında neler basılıyor? Edebiyat yayıncılığı da eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir mi?

Edebiyat yayıncılığı, eğitim yayıncılığı gibi direk bilgi paylaşımına göre hazırlanmayan ve eğitim yönü ikinci planda olan kitaplardır. Fakat eğitimin çok önemli bir parçası olduğu için, eğitim yayıncıları aynı zamanda edebiyat yayıncılarıdır. Zira onlar için oldukça dinamik, okuyan, satın alan dev bir 15 milyonluk öğrenci kitlesi mevcut. Edebiyat kitapları, hem görsel hem de içerik olarak estetik kaygı güderler. Edebiyat yayıncılığı, dolaylı yönden eğitime bilgi verme amacında olması nedeniyle eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir.

Z-KİTAP MALİYETLERİ YÜKSEK

Türkiye’de eğitim yayıncılığının geldiği nokta hakkında neler söyleyebilirsiniz? Dijital yayıncılık, eğitim yayıncılığına neler katıyor?

Ülkemizde eğitim yayıncılığı, basılı kitaplar olarak da gelişmiş durumda. Basılı kitap alanında güncel müfredatı ve öğrencilerimizin istifade edebileceği bilgileri, görsel ve içerik olarak oldukça etkileyici şekilde sunan yayınevlerimiz var. Fakat dijital yayıncılık, gelişmiş ülkelerde yüzde 10 civarındayken, ülkemizde henüz yüzde 1 seviyelerinde bile değil. FATİH Projesi’nde tabletlerin dağıtılmasından sonra yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretmeye başladılar. Dijital yayıncılıkta görsel ve animasyon desteğinin de bulunması, öğrencilerimizin öğrenmesini ve algılamasını kolaylaştırıyor.

Bu alanda FATİH Projesi kapsamında nasıl yatırımlar yapılıyor?

Yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretiyorlar. Bu bağlamda birçok yayınevi, e-pub formatında içerik üretimi yaparken, sınırlı sayıda yayınevi de z-kitap içeriklerinin üretimlerini yapıyor. Çünkü z-kitap üretimi maliyet olarak pahalı. Bunun yanında kitap hazırlayan ekibin, bilgi ve tecrübe olarak hem basılı kitap formatına hem de dijital kitap üretimine hâkim olmasını gerek. Özetle, ülkemizde hem e-pub, hem z-kitap, hem de öğretmenlerin ihtiyacı olan dijital içeriklerin üretimleri yapılıyor.

EĞİTİM YAYINLARI, TOPLAM PAZARIN YÜZDE 50’Sİ

İçerik geliştirilmesine yönelik olarak ne tür çalışmalar yapılıyor?

FATİH Projesi kapsamında, okul öncesinden 12’nci sınıfa kadar içeriklerin geliştirilmesiyle ilgili çalışmalar yapılıyor. Bu bağlamda konu anlatımlı ders kitaplarının z-kitap versiyonları hazırlanıyor. MEB, TÜBİTAK ve Yayıncılar Federasyonu’nun birlikte çalışmaları oluyor. Her bir çalışma, bizi daha ileriye götürüyor. Kanaatimce Fatih Projesi, yayıncılar arasından dünyaya model olarak çok başarılı yayıncıların çıkmasına kapı açacak. Bu proje ile yayıncılar ciddi sıçrama yapacaklar.

Türkiye’deki eğitim yayıncılığı, toplam kitap pazarının yüzde kaçını oluşturuyor? Devlet, bunun ne kadarını üstleniyor?

Devlet, okullara ülkemizde üretilen toplam kitaplar kadar ücretsiz kitap dağıtıyor. Bir o kadar, yani yaklaşık 300 milyon kadar da kültür ve eğitim yayıncıları kitap üretiyorlar. Bu rakamlar, son derece güzel rakamlar. İnternetten okumaların ciddi artmasına rağmen kitap satışlarında düşüş olmadığı gibi, hem adet bazlı hem de konu başlığı olarak ülkemizde kitap sayısı sürekli artıyor. Ders kitapları niteliğinde olan edebi eserleri de dikkate aldığımızda, ders/yardımcı kaynak kitaplar, toplam kitap pazarının yüzde 50’sini oluşturuyor.

KORSAN, BÜYÜK SORUN

Eğitim yayıncılığında da “korsan” problemi var mı? Bunu aşmak için neler yapılıyor?

Eğitim yayıncılığında, özellikle fotokopi olarak yayınların çoğaltılması ve merdiven altı diye tabir edilen matbaa ve üretim yerlerinde ar-ge masraflarına girmeden, telif ödemeden, herhangi bir yayınevinin kitabını alıp çoğaltmak suretiyle korsan tabir edilen problemler karşımıza sıkça çıkıyor. Bunu aşmak için emniyet birimleriyle koordineli olarak korsanla mücadele çalışmaları yürütülüyor. Emniyetin, bu konuda son yıllarda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Son yıllarda eğitim yayıncılığındaki artışın sebeplerinden birisi de korsan kitapların azalıyor olması.

Eğitimtercihi

> FATİH Projesi dijital yayıncılıkta dünyaya örnek olacak

FATİH Projesi’nin yaşama geçirilmesiyle birlikte eğitim yayıncılığında dijital içerik bazında önemli çalışmalar yapıldığını söyleyen YAYFED Başkanı Bayram Murat, “Bu sayede Türk yayıncılar dünyaya örnek olacak, sıçrama yapacaklar” diyor.

Yayıncılık sektörünün iki önemli meslek birliği olan Basım Yayın Meslek Birliği ve Yayıncılar Meslek Birliği tarafından kurulan Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED), Türkiye’deki yayıncıların haklarını koruyan ve gelişmelerini sağlayan en önemli kuruluşlardan biri. Fatih Projesi ve eğitimde yapılan diğer değişiklerle birlikte, önemi her geçen gün artan eğitim yayıncılığı alanında da başarılı çalışmalar yapan ve destekler veren YAYFED’in Başkanı Bayram Murat, bu alanda çalışan herkesin müfredat hakkında bilgi sahibi olması gerektiğinin altını çiziyor. Dijital yayıncılık içeriklerinin geliştirilmesi kapsamında TÜBİTAK ve Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak çalışmalar yürüttüklerini de belirten Murat, öte yandan korsanla olan mücadelelerinde de emniyet ile dirsek temasında bulunduklarının altını çiziyor.

Eğitim yayıncılığı nedir? Diğer yayınlardan temel olarak ne farkı vardır?

Eğitim yayıncılığı, öğrencilerimizin ihtiyacı olan bilgiye en kısa yoldan ulaşmasını sağlayan yayıncılık alanıdır. Yani öğrencilerimizin günlük olarak dersleriyle uyumlu olan ve öğretmenlerimizin de beklentilerine cevap verebilecek şekilde hazırlanan yayınlar, eğitim yayıncılığının sahasına girer. Eğitim Yayıncılığı, sınıf ve branş bazında uzmanlık gerektiren bir iştir ve profesyonel olmayı gerektirir. Sadece ticari amaç için yapılamaz. Hedef kitlesindeki çocukların başarılarına katkı sağlamak için en kısa yoldan bilgileri sunacak şekilde hazırlanır. Eğitim yayınları hazırlanırken, grafikerinden yazarına ve dağıtım ekibine kadar ilgili müfredat programına hâkim olmak gerekir. Zira hazırladığınız çalışmalar çok yönlü olarak çocuğun işine yararsa satın alır, aksi takdirde başarılı olamazsınız. Eğitim yayıncılığı sadece temel ders kitaplarından ibaret değildir. Temel ders kitaplarının yanında soru bankaları, test kitapları gibi konuları pekiştirici kitaplar da mevcuttur. Eğitim yayıncıları, eğitim politikaları doğrultusunda şekil alır. Onun için Milli Eğitim Bakanlığı’nın her türlü çalışmasını dikkatle takip ederler.

Eğitim yayıncılığı kapsamında, ders kitapları dışında neler basılıyor? Edebiyat yayıncılığı da eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir mi?

Edebiyat yayıncılığı, eğitim yayıncılığı gibi direk bilgi paylaşımına göre hazırlanmayan ve eğitim yönü ikinci planda olan kitaplardır. Fakat eğitimin çok önemli bir parçası olduğu için, eğitim yayıncıları aynı zamanda edebiyat yayıncılarıdır. Zira onlar için oldukça dinamik, okuyan, satın alan dev bir 15 milyonluk öğrenci kitlesi mevcut. Edebiyat kitapları, hem görsel hem de içerik olarak estetik kaygı güderler. Edebiyat yayıncılığı, dolaylı yönden eğitime bilgi verme amacında olması nedeniyle eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir.

Z-KİTAP MALİYETLERİ YÜKSEK

Türkiye’de eğitim yayıncılığının geldiği nokta hakkında neler söyleyebilirsiniz? Dijital yayıncılık, eğitim yayıncılığına neler katıyor?

Ülkemizde eğitim yayıncılığı, basılı kitaplar olarak da gelişmiş durumda. Basılı kitap alanında güncel müfredatı ve öğrencilerimizin istifade edebileceği bilgileri, görsel ve içerik olarak oldukça etkileyici şekilde sunan yayınevlerimiz var. Fakat dijital yayıncılık, gelişmiş ülkelerde yüzde 10 civarındayken, ülkemizde henüz yüzde 1 seviyelerinde bile değil. FATİH Projesi’nde tabletlerin dağıtılmasından sonra yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretmeye başladılar. Dijital yayıncılıkta görsel ve animasyon desteğinin de bulunması, öğrencilerimizin öğrenmesini ve algılamasını kolaylaştırıyor.

Bu alanda FATİH Projesi kapsamında nasıl yatırımlar yapılıyor?

Yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretiyorlar. Bu bağlamda birçok yayınevi, e-pub formatında içerik üretimi yaparken, sınırlı sayıda yayınevi de z-kitap içeriklerinin üretimlerini yapıyor. Çünkü z-kitap üretimi maliyet olarak pahalı. Bunun yanında kitap hazırlayan ekibin, bilgi ve tecrübe olarak hem basılı kitap formatına hem de dijital kitap üretimine hâkim olmasını gerek. Özetle, ülkemizde hem e-pub, hem z-kitap, hem de öğretmenlerin ihtiyacı olan dijital içeriklerin üretimleri yapılıyor.

EĞİTİM YAYINLARI, TOPLAM PAZARIN YÜZDE 50’Sİ

İçerik geliştirilmesine yönelik olarak ne tür çalışmalar yapılıyor?

FATİH Projesi kapsamında, okul öncesinden 12’nci sınıfa kadar içeriklerin geliştirilmesiyle ilgili çalışmalar yapılıyor. Bu bağlamda konu anlatımlı ders kitaplarının z-kitap versiyonları hazırlanıyor. MEB, TÜBİTAK ve Yayıncılar Federasyonu’nun birlikte çalışmaları oluyor. Her bir çalışma, bizi daha ileriye götürüyor. Kanaatimce Fatih Projesi, yayıncılar arasından dünyaya model olarak çok başarılı yayıncıların çıkmasına kapı açacak. Bu proje ile yayıncılar ciddi sıçrama yapacaklar.

Türkiye’deki eğitim yayıncılığı, toplam kitap pazarının yüzde kaçını oluşturuyor? Devlet, bunun ne kadarını üstleniyor?

Devlet, okullara ülkemizde üretilen toplam kitaplar kadar ücretsiz kitap dağıtıyor. Bir o kadar, yani yaklaşık 300 milyon kadar da kültür ve eğitim yayıncıları kitap üretiyorlar. Bu rakamlar, son derece güzel rakamlar. İnternetten okumaların ciddi artmasına rağmen kitap satışlarında düşüş olmadığı gibi, hem adet bazlı hem de konu başlığı olarak ülkemizde kitap sayısı sürekli artıyor. Ders kitapları niteliğinde olan edebi eserleri de dikkate aldığımızda, ders/yardımcı kaynak kitaplar, toplam kitap pazarının yüzde 50’sini oluşturuyor.

KORSAN, BÜYÜK SORUN

Eğitim yayıncılığında da “korsan” problemi var mı? Bunu aşmak için neler yapılıyor?

Eğitim yayıncılığında, özellikle fotokopi olarak yayınların çoğaltılması ve merdiven altı diye tabir edilen matbaa ve üretim yerlerinde ar-ge masraflarına girmeden, telif ödemeden, herhangi bir yayınevinin kitabını alıp çoğaltmak suretiyle korsan tabir edilen problemler karşımıza sıkça çıkıyor. Bunu aşmak için emniyet birimleriyle koordineli olarak korsanla mücadele çalışmaları yürütülüyor. Emniyetin, bu konuda son yıllarda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Son yıllarda eğitim yayıncılığındaki artışın sebeplerinden birisi de korsan kitapların azalıyor olması.

Eğitimtercihi

Son Güncelleme: Pazar, 21 Ekim 2012 12:41

Gösterim: 3055

Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, sanayide dışa bağımlılığı azaltmanın yolunun kendi teknolojimizi üretmekten geçtiğinin altını çizerek, “Teknoloji üretecek bilgiye ulaşmanın yolu da üniversite-sanayi işbirliğinden geçiyor” diyor.

“Sanayinin kendi teknolojisini üretebilmesi için teknolojiyi üretebilecek bilgiye kolayca ulaşabilmesi gerekir. Bu da ancak bilim, emek, sermayenin birleşmesiyle ve bunu sağlayacak olan güçlü bir üniversite-sanayi işbirliği ile mümkündür” diyen Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, üniversitelerde yürütülen uygulamalı araştırmaların sanayinin problemlerine pratik çözümler getirdiğini söylüyor. Zeytinoğlu, sanayide dışa bağımlılığı azaltmanın yolunun kendi teknolojimizi üretmekten geçtiğinin altını çizerek, “Teknoloji üretecek bilgiye ulaşmanın yolu da üniversite-sanayi işbirliğinden geçiyor” diyor.

Öncelikle üniversite-sanayi işbirliğinin önemi hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz? Bu konudaki stratejiler sizce nasıl olmalıdır?

Üniversite ve sanayi arasında kurulan iyi bir işbirliği hem üniversitenin hem de sanayinin gelişmesine olanak sağlar. Ancak ülkemizde üniversite-sanayi işbirliği istenen düzeyde değildir. Bunun giderilmesi için, üniversite ders programlarının sanayiye dönük olması ve teorik bilgilerin patriğe aktarılabilmesi gerekiyor. Bunun için de her iki tarafın iletişiminin güçlü olması ve birbirlerini iyi tanımaları; mevcut ihtiyaçların analizlerinin yapılmasına katkı sağlayacaktır.

Üniversite-sanayi ortak araştırma merkezlerinin kurulması ve ortak proje ekiplerinin oluşturulması da önemli. Ayrıca üniversitelerimizin ders içeriklerini, teknoloji kullanımına imkân verecek şekilde güncellemeleri gerekiyor. Bunlarla birlikte, çıkarılacak kanun ve yönetmeliklerle de sanayici, üniversite ile işbirliğine girmeye teşvik edilmelidir.
 

HOCALAR VE SANAYİCİLER OMUZ OMUZA ÇALIŞMALILAR

Kocaeli’de üniversite-sanayi işbirliğinde nasıl bir yol izleniyor ve ne tür projeler hayata geçiriliyor? Bölge ekonomisine katkı anlamında ne gibi sonuçlar alındı?

Üniversite-Sanayi işbirliği kapsamında Kocaeli Sanayi Odası olarak Kocaeli’deki üniversitelerimiz ile birçok çalışmamız var. 4 Aralık 2008 tarihinde Kocaeli Üniversitesi ile imzaladığımız protokolle işbirliğimizi güçlendirmek adına bir adım attık. Endüstriyel Dönüşüm Projesi ile ilgili koordinasyon görevini Kocaeli Üniversitesi’ne verdik. Bu işbirliği ile sanayimize yönelik faydalı ve başarılı projeler üretmeyi hedefliyoruz. Ancak bu çalışmalar kurumlar arasında kalmamalı, mutlaka tabana yayılarak değerli hocalarımızla, sanayicilerimizi omuz omuza çalıştıracak şekle getirilmelidir.

2010 yılında, yenilikçi fikirlerin hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynayan Ar-Ge Proje Pazarı çalışmalarında üniversitemizle işbirliği çalışmalarımız da oldu. İnanıyorum ki önümüzdeki dönemde üniversitelerimizin mevcut imkanlarını kullanarak sanayimizin ihtiyaç duyduğu alanlarda daha faydalı işbirlikleri gerçekleştireceğiz.

Artık işletmelerimizin günümüzde rekabet edebilmeleri gittikçe zorlaşıyor. Ayakta kalabilmenin bir yolu da yenilikçi yaklaşımlar ve ürünlerdir. Bu durumda Ar-Ge çalışmaları ve Ar-Ge’ye yapılan yatırımlar büyük önem kazanıyor. Burada Üniversitemize büyük görevler düşüyor.

Oda olarak ayrıca, geçtiğimiz ekim ayında, sanayi-üniversite işbirliğini artırmak, üyemiz sanayi kuruluşlarının Kocaeli Üniversite’sinin sahip olduğu imkanlardan maksimum fayda sağlamaları amacıyla Kocaeli Üniversitesi ile Odamız Taşıt Araçları Ve Yan Sanayi Ürünleri Sanayi Grubu’na yönelik toplantılar organize ettik. Bu toplantılar kapsamında, Motor Teknolojileri, İleri Malzemeler, Lazer Teknolojisi, Alternatif Yakıtlar, Robotik Uygulamaları, Görüntü İşleme ve Bilişim, Kaynak Otomasyonu, Hibrit Taşıtlar için Elektrik Motor Tasarımı konularında gerçekleştirilen çalışmalar ve Kocaeli Üniversitesi Teknoparkı hakkında bilgi verilerek işbirliği fırsatları değerlendirildi. Konunun diğer sektörleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi planlanıyor.

Bununla birlikte, TOSB Organize Sanayi Bölgesi, Kocaeli Sanayi Odası ve Kocaeli Üniversitesi işbirliği ile işletmelerimizin ihtiyaç duyduğu nitelikli personel sayısının artırılması ve iş hayatının içinde olan genç nüfusun kariyer gelişimlerinin yanı sıra iş yaşamına da katkı sağlanması hedefleriyle, TOSB’da MBA Yüksek Lisans Programları açılmış olup, katılmak isteyen firma temsilcilerimiz bu programlarda eğitimler aldılar.

Üniversite-sanayi işbirliği çalışmalarımız çerçevesinde, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Teknik Eğitim Fakültesi'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği Otomotiv Sanayi İşletme Yönetimi Sertifika Programı da gerçekleştirilirken, çeşitli firmalarımızdan çalışanlar bu programlara katılma fırsatı buldular. 
 

Başta Kocaeli olmak üzere sanayinin yoğun olduğu bölgelerde en çok hangi sektörlerde kalifiye eleman sıkıntısı çekiliyor? Sanayideki yetişmiş eleman açığı nasıl giderilebilir?

Bölgemizdeki firmalarımız nitelikli işgücü bulmada sorunlar yaşıyorlar. Eğitim kurumlarının müfredatlarını biz sanayicilerin ihtiyaçları doğrultusunda oluşturmaları ile bu sorunun giderilebileceğini düşünüyorum. Bunun yanında sanayicilerimizde üniversitelerimizin imkânlarından, akademik personelin ve öğrencilerin çalışmalarından, vizyonundan yararlanabilir. Özellikle KOBİ niteliğindeki firmalarımızın Ar-Ge çalışmaları üniversitelerimiz tarafından desteklenebilir. Daha da önemli olan nokta ise öğrencilerimize sanayicilerimiz tarafından sunulacak staj imkânlarıdır. Sanayicilerimiz kapılarını öğrencilere açmaları ve öğrencilerimizin de stajı bir zorunluluk olarak görmemesi gerekiyor.

Staj konusunda güzel bir uygulamayı sizlerle paylaşmak istiyorum. TOBB ETÜ Üniversitesi’nde eğitim iki dönem okulda, bir dönem de işletmede staj olarak uygulanıyor. 3 ay süren staj dönemi hem işveren hem öğrenci tarafından verimli geçiyor. Bilginin sadece teorik olarak değil birebir uygulayarak öğrenilmesine olanak sağlayan bu eğitim sisteminin ideal yöntem olduğunu düşünüyorum. Stajın öğrenme metodu olarak öğrenciye sunulması ve işverenlerimizin de stajyerleri artık bir çalışanları olarak kabul etmesini sağlamalıyız. Bu süreçte tüm tarafların belli sorumlulukları var. Bunlar sağlandığı takdirde iyi sonuçlar elde ederiz diye düşünüyorum.
 

UMEM PROJESİ SANAYİCİNİN NİTELİKLİ İŞGÜCÜ İHTİYACINI KARŞILAYACAK

Türkiye’de işsizlikle mücadele kapsamında birçok adım atıldığına da işaret eden Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, bunların içinde en önemlisi olarak Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Projesi’ni gösteriyor. UMEM Projesi’nin meslek sahibi olanlara bir beceri kazandırma projesi olduğunu vurgulayan Zeytinoğlu şu değerlendirmeyi yapıyor: “Artık ‘Ne iş olsa yaparım zihniyetinden, tek iş yaparım, tam yaparım’a geçiş zamanıdır. Türkiye’de işgücünün yaklaşık %60’ının lise ve altı eğitim düzeyine sahip olması demek uzmanlaşmış bir mesleğe sahip olmaması demektir. UMEM projesinin hedefi bu kitledir. Yeni mevzuatlarla birlikte mesleki eğitim almamış kişiyi istihdam eden işyerlerimize idari para cezası uygulanıyor. %98’i KOBİ niteliğinde olan işletmelerimizin yüksek girdi maliyetleri düşünüldüğünde sanayicilerimizin eğitime bir bütçe ayırmaları her zaman mümkün olmayabiliyor. UMEM projesi ile hem işverenlerimizin beklentilerine uygun nitelikli işgücü ihtiyacı karşılıyor hem de eğitim ve işe alım maliyetleri ortadan kalkıyor. Ayrıca projenin diğer bileşeni olan işsizlerimizde mesleklerinde uzmanlaşarak iş bulma potansiyellerini artırıyor.”

> ‘Dışa bağımlılığı azaltmanın yolu üniversite-sanayi işbirliğinden geçiyor’

Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, sanayide dışa bağımlılığı azaltmanın yolunun kendi teknolojimizi üretmekten geçtiğinin altını çizerek, “Teknoloji üretecek bilgiye ulaşmanın yolu da üniversite-sanayi işbirliğinden geçiyor” diyor.

“Sanayinin kendi teknolojisini üretebilmesi için teknolojiyi üretebilecek bilgiye kolayca ulaşabilmesi gerekir. Bu da ancak bilim, emek, sermayenin birleşmesiyle ve bunu sağlayacak olan güçlü bir üniversite-sanayi işbirliği ile mümkündür” diyen Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, üniversitelerde yürütülen uygulamalı araştırmaların sanayinin problemlerine pratik çözümler getirdiğini söylüyor. Zeytinoğlu, sanayide dışa bağımlılığı azaltmanın yolunun kendi teknolojimizi üretmekten geçtiğinin altını çizerek, “Teknoloji üretecek bilgiye ulaşmanın yolu da üniversite-sanayi işbirliğinden geçiyor” diyor.

Öncelikle üniversite-sanayi işbirliğinin önemi hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz? Bu konudaki stratejiler sizce nasıl olmalıdır?

Üniversite ve sanayi arasında kurulan iyi bir işbirliği hem üniversitenin hem de sanayinin gelişmesine olanak sağlar. Ancak ülkemizde üniversite-sanayi işbirliği istenen düzeyde değildir. Bunun giderilmesi için, üniversite ders programlarının sanayiye dönük olması ve teorik bilgilerin patriğe aktarılabilmesi gerekiyor. Bunun için de her iki tarafın iletişiminin güçlü olması ve birbirlerini iyi tanımaları; mevcut ihtiyaçların analizlerinin yapılmasına katkı sağlayacaktır.

Üniversite-sanayi ortak araştırma merkezlerinin kurulması ve ortak proje ekiplerinin oluşturulması da önemli. Ayrıca üniversitelerimizin ders içeriklerini, teknoloji kullanımına imkân verecek şekilde güncellemeleri gerekiyor. Bunlarla birlikte, çıkarılacak kanun ve yönetmeliklerle de sanayici, üniversite ile işbirliğine girmeye teşvik edilmelidir.
 

HOCALAR VE SANAYİCİLER OMUZ OMUZA ÇALIŞMALILAR

Kocaeli’de üniversite-sanayi işbirliğinde nasıl bir yol izleniyor ve ne tür projeler hayata geçiriliyor? Bölge ekonomisine katkı anlamında ne gibi sonuçlar alındı?

Üniversite-Sanayi işbirliği kapsamında Kocaeli Sanayi Odası olarak Kocaeli’deki üniversitelerimiz ile birçok çalışmamız var. 4 Aralık 2008 tarihinde Kocaeli Üniversitesi ile imzaladığımız protokolle işbirliğimizi güçlendirmek adına bir adım attık. Endüstriyel Dönüşüm Projesi ile ilgili koordinasyon görevini Kocaeli Üniversitesi’ne verdik. Bu işbirliği ile sanayimize yönelik faydalı ve başarılı projeler üretmeyi hedefliyoruz. Ancak bu çalışmalar kurumlar arasında kalmamalı, mutlaka tabana yayılarak değerli hocalarımızla, sanayicilerimizi omuz omuza çalıştıracak şekle getirilmelidir.

2010 yılında, yenilikçi fikirlerin hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynayan Ar-Ge Proje Pazarı çalışmalarında üniversitemizle işbirliği çalışmalarımız da oldu. İnanıyorum ki önümüzdeki dönemde üniversitelerimizin mevcut imkanlarını kullanarak sanayimizin ihtiyaç duyduğu alanlarda daha faydalı işbirlikleri gerçekleştireceğiz.

Artık işletmelerimizin günümüzde rekabet edebilmeleri gittikçe zorlaşıyor. Ayakta kalabilmenin bir yolu da yenilikçi yaklaşımlar ve ürünlerdir. Bu durumda Ar-Ge çalışmaları ve Ar-Ge’ye yapılan yatırımlar büyük önem kazanıyor. Burada Üniversitemize büyük görevler düşüyor.

Oda olarak ayrıca, geçtiğimiz ekim ayında, sanayi-üniversite işbirliğini artırmak, üyemiz sanayi kuruluşlarının Kocaeli Üniversite’sinin sahip olduğu imkanlardan maksimum fayda sağlamaları amacıyla Kocaeli Üniversitesi ile Odamız Taşıt Araçları Ve Yan Sanayi Ürünleri Sanayi Grubu’na yönelik toplantılar organize ettik. Bu toplantılar kapsamında, Motor Teknolojileri, İleri Malzemeler, Lazer Teknolojisi, Alternatif Yakıtlar, Robotik Uygulamaları, Görüntü İşleme ve Bilişim, Kaynak Otomasyonu, Hibrit Taşıtlar için Elektrik Motor Tasarımı konularında gerçekleştirilen çalışmalar ve Kocaeli Üniversitesi Teknoparkı hakkında bilgi verilerek işbirliği fırsatları değerlendirildi. Konunun diğer sektörleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi planlanıyor.

Bununla birlikte, TOSB Organize Sanayi Bölgesi, Kocaeli Sanayi Odası ve Kocaeli Üniversitesi işbirliği ile işletmelerimizin ihtiyaç duyduğu nitelikli personel sayısının artırılması ve iş hayatının içinde olan genç nüfusun kariyer gelişimlerinin yanı sıra iş yaşamına da katkı sağlanması hedefleriyle, TOSB’da MBA Yüksek Lisans Programları açılmış olup, katılmak isteyen firma temsilcilerimiz bu programlarda eğitimler aldılar.

Üniversite-sanayi işbirliği çalışmalarımız çerçevesinde, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Teknik Eğitim Fakültesi'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği Otomotiv Sanayi İşletme Yönetimi Sertifika Programı da gerçekleştirilirken, çeşitli firmalarımızdan çalışanlar bu programlara katılma fırsatı buldular. 
 

Başta Kocaeli olmak üzere sanayinin yoğun olduğu bölgelerde en çok hangi sektörlerde kalifiye eleman sıkıntısı çekiliyor? Sanayideki yetişmiş eleman açığı nasıl giderilebilir?

Bölgemizdeki firmalarımız nitelikli işgücü bulmada sorunlar yaşıyorlar. Eğitim kurumlarının müfredatlarını biz sanayicilerin ihtiyaçları doğrultusunda oluşturmaları ile bu sorunun giderilebileceğini düşünüyorum. Bunun yanında sanayicilerimizde üniversitelerimizin imkânlarından, akademik personelin ve öğrencilerin çalışmalarından, vizyonundan yararlanabilir. Özellikle KOBİ niteliğindeki firmalarımızın Ar-Ge çalışmaları üniversitelerimiz tarafından desteklenebilir. Daha da önemli olan nokta ise öğrencilerimize sanayicilerimiz tarafından sunulacak staj imkânlarıdır. Sanayicilerimiz kapılarını öğrencilere açmaları ve öğrencilerimizin de stajı bir zorunluluk olarak görmemesi gerekiyor.

Staj konusunda güzel bir uygulamayı sizlerle paylaşmak istiyorum. TOBB ETÜ Üniversitesi’nde eğitim iki dönem okulda, bir dönem de işletmede staj olarak uygulanıyor. 3 ay süren staj dönemi hem işveren hem öğrenci tarafından verimli geçiyor. Bilginin sadece teorik olarak değil birebir uygulayarak öğrenilmesine olanak sağlayan bu eğitim sisteminin ideal yöntem olduğunu düşünüyorum. Stajın öğrenme metodu olarak öğrenciye sunulması ve işverenlerimizin de stajyerleri artık bir çalışanları olarak kabul etmesini sağlamalıyız. Bu süreçte tüm tarafların belli sorumlulukları var. Bunlar sağlandığı takdirde iyi sonuçlar elde ederiz diye düşünüyorum.
 

UMEM PROJESİ SANAYİCİNİN NİTELİKLİ İŞGÜCÜ İHTİYACINI KARŞILAYACAK

Türkiye’de işsizlikle mücadele kapsamında birçok adım atıldığına da işaret eden Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, bunların içinde en önemlisi olarak Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Projesi’ni gösteriyor. UMEM Projesi’nin meslek sahibi olanlara bir beceri kazandırma projesi olduğunu vurgulayan Zeytinoğlu şu değerlendirmeyi yapıyor: “Artık ‘Ne iş olsa yaparım zihniyetinden, tek iş yaparım, tam yaparım’a geçiş zamanıdır. Türkiye’de işgücünün yaklaşık %60’ının lise ve altı eğitim düzeyine sahip olması demek uzmanlaşmış bir mesleğe sahip olmaması demektir. UMEM projesinin hedefi bu kitledir. Yeni mevzuatlarla birlikte mesleki eğitim almamış kişiyi istihdam eden işyerlerimize idari para cezası uygulanıyor. %98’i KOBİ niteliğinde olan işletmelerimizin yüksek girdi maliyetleri düşünüldüğünde sanayicilerimizin eğitime bir bütçe ayırmaları her zaman mümkün olmayabiliyor. UMEM projesi ile hem işverenlerimizin beklentilerine uygun nitelikli işgücü ihtiyacı karşılıyor hem de eğitim ve işe alım maliyetleri ortadan kalkıyor. Ayrıca projenin diğer bileşeni olan işsizlerimizde mesleklerinde uzmanlaşarak iş bulma potansiyellerini artırıyor.”

Son Güncelleme: Cuma, 02 Mart 2012 09:50

Gösterim: 3078

Üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik olarak, aynı zamanda bir yerel kalkınma modeli de olan kümelenmeyi temel alan bir strateji izleyen Çankaya Üniversitesi, imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklanıyor. 

 Çankaya Üniversitesi sanayicinin rekabet çıtasını yükseltiyor “Kümelenme modelinin sanayide uygulanmasını sosyal sorumluluk olarak görüyor ve bölgemize bu konuda liderlik ediyoruz” diyen Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, yaptıkları projelerin öğrencileri için de güçlü bir referans oluşturduğunu vurguluyor. Güvenç, bünyelerinde kuracakları Tekno-Park ile küme üyesi KOBİ’lerin yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde üniversiteleri ile işbirliği yapmalarını sağlayacaklarını aktarıyor.


Çankaya Üniversitesi’nin Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine nasıl destek oluyor?

Çankaya Üniversitesi olarak üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik, kümelenme modelini temel alan bir strateji izledik. Kümelenme, belli bir sektörde çalışan ve rekabet içinde olan aynı zamanda birbirleriyle ilişkileri olan firmaların bir araya gelerek, bu birliktelikten avantaj sağlamaları olarak tanımlanıyor. Kümelenmede firmalar öncelikle coğrafi yakınlıktan oluşan bazı avantajlardan fayda elde ediyor. Ayrıca firmaların, gerek mali gerekse insan kaynaklarının yetersizliğinden dolayı tek başına gerçekleştiremediklerinin, birlikte hareket ederek yapılması sağlanıyor. Bu anlamda, kümelenme kalkınma için bir araç olan, bir yerel kalkınma modeli. Bunun yanı sıra, aynı zamanda kümelenme bir üniversite-sanayi işbirliği modeli. Kümelenmenin içerisinde işbirlikçi firmaların yanı sıra, kümelenmeye destek sağlayan kuruluşlarda yer alıyor; bunlar, yerel kalkınma ajansları, kamu kurumları, belediyeler ve üniversiteler ile araştırma merkezleri. Biz, üniversiteleri içine almayan kümelenmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle 2007 yılından itibaren, bölgemizde kümelenme faaliyetlerinin yürütülmesine liderlik yapıyoruz.

Kümelenme projesini yürütürken bir taraftan da bu modelin Türkiye’de bilinirliğinin artırılması ve yaygınlaştırılması için ilgili kurumlar ile işbirliği çalışmalarını yürüttük. Kamu kurumları ile birlikte kümelenme konusunda özel teşvik programlarının sağlanması için çalıştık. Kümelenme ile ilgili konferanslar düzenledik ve kümelenme hakkında yapılan panellere katıldık. Kümelenme ile ilgili ulusal ve uluslararası projeler yürüttük ve bu konuda yapılan projelerde yer almaya devam ediyoruz. KOSGEB, Milli Prodüktivite Merkezi, İş Makineleri Mühendisleri Birliği Derneği, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ile işbirliği protokolleri imzaladık. Türkiye’deki kümeler ve küme girişimleri arasındaki işbirliği, bilgi ve deneyim paylaşımı ile koordinasyonun sağlanması amacıyla, Anadolu Kümeleri İşbirliği Platformu’nun (AKİP) kurulmasında liderlik yaptık. Anadolu da bulunan tüm kümeleri tek bir bayrak altında toplayabilmeyi hedefleyen AKİP, 3 Haziran 2010 tarihinde imzalanan bir protokol çerçevesinde kuruldu. Kümelenme modelinin, Anadolu’nun her tarafında yerleşmesi ve bu model ile bölgelerin kalkınması için çalışmalarımızı sürekli olarak yürütmekteyiz.
 

OSTİM’LE BAŞLAYAN İŞBİRLİĞİ DİĞER OSB’LERLE BÜYÜDÜ

Üniversite olarak sanayi ile olan işbirliğinize ilk ne zaman başladınız? Bu konuda hayata geçirdiğiniz projelerden söz eder misiniz?

Çankaya Üniversitesinin sanayi ile olan işbirliği ilk olarak, Ostim Organize Sanayi Bölgesinde Mart 2007’de başladı. Ankara’da bölgesel kalkınmanın sağlanabilmesi amacıyla, kümelenme modelinin uygulanması için çalışmalar başlattık. Çalışmalarımız başladığında, özellikle sanayide kümelenme modelinin ne olduğu hakkında bir fikir birliği bulunmuyordu; o yıllarda yeni olan bu modelin Türkiye’de uygulaması da oldukça sınırlıydı. Modelin doğru uygulanması, başarılı olması ve benimsenebilmesi için, kümelenme için uygun sektörün belirlenmesinden önce, Ostim Yönetimi ile birlikte Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren ana sektörlerin analizini gerçekleştirdik. Bu analizlerin sonuçlandırılması 6 ay sürdü ve yapılan analizlerin sonucunda istihdam, ihracat büyüklüğü ve ürün geliştirme kapasitesi değerlendirilerek, İş ve İnşaat Makineleri Sektörü, kümelenme için uygun sektör olarak belirlendi. Sektörün belirlenmesinden sonra, yaklaşık 1,5 yıl sektörde faaliyet gösteren firmaların kümelenme hakkında bilgilendirilmesi amacıyla eğitim seminerleri düzenledik. Küme için maddi kaynak temin edebilmek için Avrupa Birliği Ulusal Ajansı’na sunduğumuz iki “Leonardo Da Vinci Yenilik Transferi” projemiz kabul edildi ve bu projeler ile birlikte Üniversiteden sağlanan ek kaynak ile kümelenme çalışmalarımız hızlandı. Bu projelerin amaçları İş ve İnşaat Makineleri Sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’lerin kümelenmesini ve bu KOBİ’ler arasında işbirlikçi ağların kurulmasını sağlamaktı. Projeler kapsamında, küme envanterinin çıkarılması için firmalar ile detaylı anket çalışması yapıldı. Yapılan anketler ve SWOT (GZFT) analizi sonucunda firmaların ihtiyacı olan eğitim konuları belirlendi ve bu eğitimler düzenli olarak gerçekleştirildi. Bu projelerin yanı sıra, Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından desteklenen, firmaların uluslararası rekabet güçlerinin arttırılması projesi kapsamında firmaların ihracata yönelik ihtiyaç analizleri tamamlandı.  

Diğer taraftan, Ortak Satınalma Organizasyonu ile yapılan anlaşma ile firmaların ortak ihtiyaçlarının indirimli olarak temin edilmesi sağlanmış oldu. Avusturya Ticaret Müsteşarlığı ile birlikte, küme üyesi firmalar ile Avusturya firmaları arasında ortaklık kurulmasını temin etmek amacıyla, bir çalıştay düzenledik. Firmalar arasında işbirliği ortamının yaratılması için düzenli olarak, çeşitli sosyal faaliyetler gerçekleştirdik. Bunlar arasında, sabah kahvaltıları, iftar yemekleri ve konser katılımları yer alıyor ve benzer faaliyetlerimiz sürekli olarak devam ediyor.
 

Kümelenme alanında OSTİM’le attığınız ilk adım zaman içinde nasıl büyüdü ve şekillendi?

Kümelenme faaliyetlerimiz çerçevesinde özellikle imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklandık. Ankara’da farklı organize sanayi bölgelerindeki KOBİ’ler ile bu faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Öncelikle Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan firmalar ile başlayan işbirliğimiz, daha sonraları İvedik, Sincan, Kazan ve Gölbaşında bulunan firmaları da kapsayacak şekilde genişledi.
 

ÖĞRENCİLERİN YER ALDIĞI PROJE SAYISI 110’A ULAŞTI

Sürdürdüğünüz projelerde öğrenciler ne ölçüde yer alıyorlar ve ne tür katkılar sağlıyorlar?

Öğrencilerimiz öncelikle dünya standartlarında, çok iyi bir eğitim-öğretim alıyorlar. Üniversitemizde Hukuk Fakültesi hariç diğer tüm fakültelerde eğitim dili İngilizce. Bu nedenle, öğrencilerimiz iyi derecede yabancı bir dil bilgisi ile mezun oluyorlar.    

Diğer taraftan, sanayi ile işbirliğimiz, firmaların yanı sıra öğrencilerimize de fayda sağlıyor. Çankaya Üniversitesi son sınıf öğrencileri 2007-2008 akademik döneminden itibaren Ostim, Kazan, İvedik ve Sincan organizede bulunan İş ve İnşaat Makineleri Küme üyesi firmalarda proje gerçekleştiriyorlar. Bu projeler, en az 2 kişilik öğrenci grubu ile onlara danışmanlık eden Çankaya Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından yürütülüyor. 2007-2008 akademik yılında Endüstri Mühendisliği Bölümü ile başlayan öğrenci projeleri, diğer yıllarda Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, İşletme ve Uluslararası Ticaret Bölümleri’ni de kapsayarak, her geçen yıl sayısını artırarak devam ediyor. 2011-2012 akademik dönemine kadar, 2007-2008 akademik döneminde 11 proje, 2008-2009 akademik döneminde 22 proje, 2009-2010 akademik döneminde 33 proje, 2010-2011 akademik döneminde 44 proje olmak üzere, toplam 110 proje tamamlandı.

Bu projelerin amacı, İş ve İnşaat Makineleri Kümesi firmalarının üretim, pazarlama, ihracat gibi konularda yaşadıkları ve gerekli zaman ve personel ayıramadıkları için çözemedikleri problemler için çözüm üretmek. Bu projeler ile firmaların kısa vadede verimliliklerinin artırılması sağlanıyor. Bu projeler ile mezun olacak öğrencilerimiz, Üniversitede almış oldukları teorik eğitimin gerçek hayatta bir uygulamasını gerçekleştiriyorlar. Öğrencilerimizin mezun olabilmeleri için yaptıkları projenin firmada uygulanması gerekli.

Bundan sonrası için amacımız tüm fakültelerimizdeki bölümlerin son sınıf öğrencilerini bu sistemin içerisine dahil ederek firmaların farklı sorunlarına çözümler geliştirmek. Bunun sonucunda hem firmaların hem de öğrencilerimizin kazanmasını sağlamak.
 

Okulunuzdan mezun olan öğrencilerinizin işe yerleşme oranı nedir? Bu konuda sanayi sektörü ile yaptığınız işbirlikleri nasıl bir rol oynuyor?

Sanayi ile yaptığımız işbirlikleri, öğrencilerimiz için bir farklılık oluşturuyor. Mezun olduktan sonra, benzer firmalarda benzer sorunlarla karşılaşacakları için, yaptıkları projeler öğrencilerimize avantaj sağlıyor çünkü kendilerini bekleyen iş hayatının önceden pratiğini yapıyorlar ve o sistemin içinde yaşamayı öğreniyorlar. Bu projeler ile öğrencilerimiz gerçek sorunlar ile baş etmenin yanı sıra takım çalışmasını da öğreniyorlar ve en önemlisi işler yürürken karşılaşılan sorunlara çözüm üretmeyi öğreniyorlar, bu bir şeyi sıfırdan tasarlamaya kıyasla çok daha zor. Bu nedenle, öğrencilerimizin işe yerleşme oranları yüksek seviyede. Yapılan bu projeler öğrencilerimiz için bir referans sağlıyor ve bu deneyimleri tercih edilmelerine neden oluyor. Bunun yanı sıra, proje yaptıkları firmalarda, mezuniyetleri sonrasında çalışmaya başlayan öğrencilerimiz de var.

Ayrıca Üniversitemizde girişimciliği destekleyen bir kültür mevcut. Öğrencilerimizin bir bölümü de, mezuniyetlerinden sonra kendi firmalarını kuruyorlar. Sanayide yapılan projelerin bu yeni girişimlerin üzerinde de etkileri oluyor. Öğrencilerimiz firmaların yaşadıkları sorunları bizzat kendileri yaşıyor ve bu deneyimlerinden kendi firmaları için ders çıkarıyorlar.
 

Çankaya Üniversitesi’nin yakın vadeli planları arasında bir Tekno-Park projesi de yer alıyor. Projeyle ilgili detayları ve hedeflerinizi anlatır mısınız?

Üniversite-sanayi işbirliği, çoğunlukla Ar-Ge ve inovasyon faaliyetlerinden ekonomiye bir katma değer sağlıyor. Günümüzde teknoloji çok hızlı ilerliyor. Bu teknolojik değişim süresinde, tek başına ne üniversite, ne de sanayici değişen ihtiyaçlara cevap verebilir. Yüksek teknoloji için, çok pahalı ve uzun süreli yatırım, insan gücü ve maddi kaynak gerekli. Ar-Ge ve Ar-Ge teçhizatları son derece pahalı, buna karşılık sanayicinin kaynağı ve insan gücü sınırlı. Bir üniversitenin ise hem araştırma yapıp, prototip üretip hem de bunu ticari bir ürüne dönüştürme olasılığı çok az. Yapılan araştırmaların ürüne dönüştürülebilmesi için, gerçek anlamda üniversite-sanayi işbirliği gerekiyor. Bir taraftan, üniversitede yapılan araştırmalar sonunda oluşan prototip ile ilgili sanayici eğitilmeli; diğer taraftan sanayici de ortaya çıkan prototipi kavrayıp, ürünü daha da geliştirmeli. Biz Ar-Ge’nin ancak sağlıklı bir kümede olabileceğini düşünüyoruz. Kümenin sürdürülebilirliği için, rekabetçi olması ve dolayısıyla yeniliklerini kendisinin üretebilmesi gerekli. KOBİ’lerin hiçbirisi, kaynak ayırmak istese dahi, tek başına kendisine rekabetçilik kazandıracak Ar-Ge yapamaz. Bu nedenle, biz firmalara ortak Ar-Ge yapmalarını öneriyoruz. Dolayısıyla, Çankaya Üniversitesi bünyesinde kurulacak olan Tekno-Park'ın, küme üyesi

KOBİ'lerin birlikte yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde işbirliği yapmalarını sağlayacağını düşünüyoruz.
 

KOBİ’LER GÜNÜ KURTARMAK YERİNE ÜNİVERSİTELERLE GELECEĞE UZANMALI

Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç verdiği bilgilere göre üniversite-sanayi işbirliği özellikle ABD gibi gelişmiş ülkelerde çok güçlü ve üniversiteler ile sanayi kuruluşları iç içe. Başta ABD olmak üzere yurtdışındaki üniversitelerde sanayinin talepleri projelendirilirken, Türkiye’de ise, üniversite sanayi işbirliği uzun yıllardır konuşulmasına rağmen tam anlamıyla gerçekleştirilemedi. “Aslında, KOBİ’lerin dünyadaki yenilikleri ve teknolojiyi yakından takip etme fırsatını yakalayabilmeleri için üniversitelere yakın olmaları gerekli. Ancak, sanayici kendi derdine çare ararken sadece günü kurtarmaya yönelik kararlar alıyor” diyen Güvenç, KOBİ’lerin yeterli birikime sahip elemanı olmadığı için üniversitelerden uzaklaştığının altını çiziyor. Türkiye’deki terfi sisteminin de üniversitelerde çalışan öğretim üyelerinin sanayiden ve uygulamalı çalışmalardan uzaklaşmalarına neden olduğunu vurgulayan Güveç sözlerini şöyle sürdürüyor: “Öğretim üyelerinin terfi edebilmeleri yayınlara bağlı. Uygulamalı araştırmalardan yayın oluşturma süresi, teorik ve deneysel çalışmalara göre daha uzun sürdüğü için, öğretim üyeleri uygulamalı araştırmaları tercih etmiyor. Bu durumda, her iki tarafta birbirinden uzaklaşıyor. Biz, Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi için öncülük yaptık. Her ne kadar, diğer Üniversitelerde de benzer uygulamalar başlatılsa da, bu işbirlikleri henüz yeterli seviyeye ulaşmadı.”

Güvenç, sanayicilerin hem operasyonlarını iyi yönetmesi, değer zinciri içinde kendilerini iyi konumlandırması ve dünya çapında rekabetçi olabilmeleri için katma değeri çok yüksek ürünler üretmesi gerektiğine de işaret ediyor. Firmaların bunu yapabilmek için Ar-Ge çalışmalarına fazlasıyla önem verdiğini kaydeden Güvenç, “Ar-Ge kadrolarını yetiştiren yerler ise hep üniversitelerdir. Dolayısıyla, bu firmalar yeni ürün geliştirmek için özellikle Ar-Ge alanında kalifiye işgücüne ihtiyaç duyuyorlar. Yeni ürün geliştirilmesinden sonra, bu ürünlerin pazarlaması, ticareti de önem kazanıyor ve firmaların bu alanda yetişmiş işgücüne ihtiyaç duymalarına neden oluyor” diye konuşuyor.
 

‘GELECEĞİ ÜÇ TEMEL DEĞER ÜZERİNE İNŞA EDİYORUZ’

Çankaya Üniversitesi’nin üç temel değer üzerinde büyümeye devam ettiğine dikkat çeken Rektör Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, bu değerleri öğrencilerinin çok iyi bir eğitim-öğretim kazanmalarını sağlamak, uluslar arası alanda kendini kanıtlamış çok iyi bilimsel çalışmalar yapmak, uluslararası araştırma ve geliştirme projelerinde yer almak ve sosyal sorumluluk çerçevesinde yerel sanayiye destek olmak şeklinde açıklıyor. Bu üç değerin birbirinden bağımsız değil, aslında birbiri ile iç içe olduğunu söyleyen Güvenç şöyle konuşuyor: “Öğrenci odaklı iyi bir eğitim sistemimiz mevcut, bilimsel yayın sıralamasında üst sıralarda yer almaktayız ve uluslararası projeler yürütüyoruz. Bunların yanı sıra, yerel kalkınma modeli olan kümelenmeyi Ankara’da başarıyla uygulamaya devam ediyoruz. Yeni kampüsümüzle birlikte daha da genişleyerek, bu değerler için hizmet etmeyi sürdürüyoruz.”

> ÇANKAYA Üniversitesi ; KOBİ ' lere odaklanıyor .         

Üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik olarak, aynı zamanda bir yerel kalkınma modeli de olan kümelenmeyi temel alan bir strateji izleyen Çankaya Üniversitesi, imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklanıyor. 

 Çankaya Üniversitesi sanayicinin rekabet çıtasını yükseltiyor “Kümelenme modelinin sanayide uygulanmasını sosyal sorumluluk olarak görüyor ve bölgemize bu konuda liderlik ediyoruz” diyen Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, yaptıkları projelerin öğrencileri için de güçlü bir referans oluşturduğunu vurguluyor. Güvenç, bünyelerinde kuracakları Tekno-Park ile küme üyesi KOBİ’lerin yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde üniversiteleri ile işbirliği yapmalarını sağlayacaklarını aktarıyor.


Çankaya Üniversitesi’nin Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine nasıl destek oluyor?

Çankaya Üniversitesi olarak üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik, kümelenme modelini temel alan bir strateji izledik. Kümelenme, belli bir sektörde çalışan ve rekabet içinde olan aynı zamanda birbirleriyle ilişkileri olan firmaların bir araya gelerek, bu birliktelikten avantaj sağlamaları olarak tanımlanıyor. Kümelenmede firmalar öncelikle coğrafi yakınlıktan oluşan bazı avantajlardan fayda elde ediyor. Ayrıca firmaların, gerek mali gerekse insan kaynaklarının yetersizliğinden dolayı tek başına gerçekleştiremediklerinin, birlikte hareket ederek yapılması sağlanıyor. Bu anlamda, kümelenme kalkınma için bir araç olan, bir yerel kalkınma modeli. Bunun yanı sıra, aynı zamanda kümelenme bir üniversite-sanayi işbirliği modeli. Kümelenmenin içerisinde işbirlikçi firmaların yanı sıra, kümelenmeye destek sağlayan kuruluşlarda yer alıyor; bunlar, yerel kalkınma ajansları, kamu kurumları, belediyeler ve üniversiteler ile araştırma merkezleri. Biz, üniversiteleri içine almayan kümelenmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle 2007 yılından itibaren, bölgemizde kümelenme faaliyetlerinin yürütülmesine liderlik yapıyoruz.

Kümelenme projesini yürütürken bir taraftan da bu modelin Türkiye’de bilinirliğinin artırılması ve yaygınlaştırılması için ilgili kurumlar ile işbirliği çalışmalarını yürüttük. Kamu kurumları ile birlikte kümelenme konusunda özel teşvik programlarının sağlanması için çalıştık. Kümelenme ile ilgili konferanslar düzenledik ve kümelenme hakkında yapılan panellere katıldık. Kümelenme ile ilgili ulusal ve uluslararası projeler yürüttük ve bu konuda yapılan projelerde yer almaya devam ediyoruz. KOSGEB, Milli Prodüktivite Merkezi, İş Makineleri Mühendisleri Birliği Derneği, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ile işbirliği protokolleri imzaladık. Türkiye’deki kümeler ve küme girişimleri arasındaki işbirliği, bilgi ve deneyim paylaşımı ile koordinasyonun sağlanması amacıyla, Anadolu Kümeleri İşbirliği Platformu’nun (AKİP) kurulmasında liderlik yaptık. Anadolu da bulunan tüm kümeleri tek bir bayrak altında toplayabilmeyi hedefleyen AKİP, 3 Haziran 2010 tarihinde imzalanan bir protokol çerçevesinde kuruldu. Kümelenme modelinin, Anadolu’nun her tarafında yerleşmesi ve bu model ile bölgelerin kalkınması için çalışmalarımızı sürekli olarak yürütmekteyiz.
 

OSTİM’LE BAŞLAYAN İŞBİRLİĞİ DİĞER OSB’LERLE BÜYÜDÜ

Üniversite olarak sanayi ile olan işbirliğinize ilk ne zaman başladınız? Bu konuda hayata geçirdiğiniz projelerden söz eder misiniz?

Çankaya Üniversitesinin sanayi ile olan işbirliği ilk olarak, Ostim Organize Sanayi Bölgesinde Mart 2007’de başladı. Ankara’da bölgesel kalkınmanın sağlanabilmesi amacıyla, kümelenme modelinin uygulanması için çalışmalar başlattık. Çalışmalarımız başladığında, özellikle sanayide kümelenme modelinin ne olduğu hakkında bir fikir birliği bulunmuyordu; o yıllarda yeni olan bu modelin Türkiye’de uygulaması da oldukça sınırlıydı. Modelin doğru uygulanması, başarılı olması ve benimsenebilmesi için, kümelenme için uygun sektörün belirlenmesinden önce, Ostim Yönetimi ile birlikte Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren ana sektörlerin analizini gerçekleştirdik. Bu analizlerin sonuçlandırılması 6 ay sürdü ve yapılan analizlerin sonucunda istihdam, ihracat büyüklüğü ve ürün geliştirme kapasitesi değerlendirilerek, İş ve İnşaat Makineleri Sektörü, kümelenme için uygun sektör olarak belirlendi. Sektörün belirlenmesinden sonra, yaklaşık 1,5 yıl sektörde faaliyet gösteren firmaların kümelenme hakkında bilgilendirilmesi amacıyla eğitim seminerleri düzenledik. Küme için maddi kaynak temin edebilmek için Avrupa Birliği Ulusal Ajansı’na sunduğumuz iki “Leonardo Da Vinci Yenilik Transferi” projemiz kabul edildi ve bu projeler ile birlikte Üniversiteden sağlanan ek kaynak ile kümelenme çalışmalarımız hızlandı. Bu projelerin amaçları İş ve İnşaat Makineleri Sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’lerin kümelenmesini ve bu KOBİ’ler arasında işbirlikçi ağların kurulmasını sağlamaktı. Projeler kapsamında, küme envanterinin çıkarılması için firmalar ile detaylı anket çalışması yapıldı. Yapılan anketler ve SWOT (GZFT) analizi sonucunda firmaların ihtiyacı olan eğitim konuları belirlendi ve bu eğitimler düzenli olarak gerçekleştirildi. Bu projelerin yanı sıra, Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından desteklenen, firmaların uluslararası rekabet güçlerinin arttırılması projesi kapsamında firmaların ihracata yönelik ihtiyaç analizleri tamamlandı.  

Diğer taraftan, Ortak Satınalma Organizasyonu ile yapılan anlaşma ile firmaların ortak ihtiyaçlarının indirimli olarak temin edilmesi sağlanmış oldu. Avusturya Ticaret Müsteşarlığı ile birlikte, küme üyesi firmalar ile Avusturya firmaları arasında ortaklık kurulmasını temin etmek amacıyla, bir çalıştay düzenledik. Firmalar arasında işbirliği ortamının yaratılması için düzenli olarak, çeşitli sosyal faaliyetler gerçekleştirdik. Bunlar arasında, sabah kahvaltıları, iftar yemekleri ve konser katılımları yer alıyor ve benzer faaliyetlerimiz sürekli olarak devam ediyor.
 

Kümelenme alanında OSTİM’le attığınız ilk adım zaman içinde nasıl büyüdü ve şekillendi?

Kümelenme faaliyetlerimiz çerçevesinde özellikle imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklandık. Ankara’da farklı organize sanayi bölgelerindeki KOBİ’ler ile bu faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Öncelikle Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan firmalar ile başlayan işbirliğimiz, daha sonraları İvedik, Sincan, Kazan ve Gölbaşında bulunan firmaları da kapsayacak şekilde genişledi.
 

ÖĞRENCİLERİN YER ALDIĞI PROJE SAYISI 110’A ULAŞTI

Sürdürdüğünüz projelerde öğrenciler ne ölçüde yer alıyorlar ve ne tür katkılar sağlıyorlar?

Öğrencilerimiz öncelikle dünya standartlarında, çok iyi bir eğitim-öğretim alıyorlar. Üniversitemizde Hukuk Fakültesi hariç diğer tüm fakültelerde eğitim dili İngilizce. Bu nedenle, öğrencilerimiz iyi derecede yabancı bir dil bilgisi ile mezun oluyorlar.    

Diğer taraftan, sanayi ile işbirliğimiz, firmaların yanı sıra öğrencilerimize de fayda sağlıyor. Çankaya Üniversitesi son sınıf öğrencileri 2007-2008 akademik döneminden itibaren Ostim, Kazan, İvedik ve Sincan organizede bulunan İş ve İnşaat Makineleri Küme üyesi firmalarda proje gerçekleştiriyorlar. Bu projeler, en az 2 kişilik öğrenci grubu ile onlara danışmanlık eden Çankaya Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından yürütülüyor. 2007-2008 akademik yılında Endüstri Mühendisliği Bölümü ile başlayan öğrenci projeleri, diğer yıllarda Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, İşletme ve Uluslararası Ticaret Bölümleri’ni de kapsayarak, her geçen yıl sayısını artırarak devam ediyor. 2011-2012 akademik dönemine kadar, 2007-2008 akademik döneminde 11 proje, 2008-2009 akademik döneminde 22 proje, 2009-2010 akademik döneminde 33 proje, 2010-2011 akademik döneminde 44 proje olmak üzere, toplam 110 proje tamamlandı.

Bu projelerin amacı, İş ve İnşaat Makineleri Kümesi firmalarının üretim, pazarlama, ihracat gibi konularda yaşadıkları ve gerekli zaman ve personel ayıramadıkları için çözemedikleri problemler için çözüm üretmek. Bu projeler ile firmaların kısa vadede verimliliklerinin artırılması sağlanıyor. Bu projeler ile mezun olacak öğrencilerimiz, Üniversitede almış oldukları teorik eğitimin gerçek hayatta bir uygulamasını gerçekleştiriyorlar. Öğrencilerimizin mezun olabilmeleri için yaptıkları projenin firmada uygulanması gerekli.

Bundan sonrası için amacımız tüm fakültelerimizdeki bölümlerin son sınıf öğrencilerini bu sistemin içerisine dahil ederek firmaların farklı sorunlarına çözümler geliştirmek. Bunun sonucunda hem firmaların hem de öğrencilerimizin kazanmasını sağlamak.
 

Okulunuzdan mezun olan öğrencilerinizin işe yerleşme oranı nedir? Bu konuda sanayi sektörü ile yaptığınız işbirlikleri nasıl bir rol oynuyor?

Sanayi ile yaptığımız işbirlikleri, öğrencilerimiz için bir farklılık oluşturuyor. Mezun olduktan sonra, benzer firmalarda benzer sorunlarla karşılaşacakları için, yaptıkları projeler öğrencilerimize avantaj sağlıyor çünkü kendilerini bekleyen iş hayatının önceden pratiğini yapıyorlar ve o sistemin içinde yaşamayı öğreniyorlar. Bu projeler ile öğrencilerimiz gerçek sorunlar ile baş etmenin yanı sıra takım çalışmasını da öğreniyorlar ve en önemlisi işler yürürken karşılaşılan sorunlara çözüm üretmeyi öğreniyorlar, bu bir şeyi sıfırdan tasarlamaya kıyasla çok daha zor. Bu nedenle, öğrencilerimizin işe yerleşme oranları yüksek seviyede. Yapılan bu projeler öğrencilerimiz için bir referans sağlıyor ve bu deneyimleri tercih edilmelerine neden oluyor. Bunun yanı sıra, proje yaptıkları firmalarda, mezuniyetleri sonrasında çalışmaya başlayan öğrencilerimiz de var.

Ayrıca Üniversitemizde girişimciliği destekleyen bir kültür mevcut. Öğrencilerimizin bir bölümü de, mezuniyetlerinden sonra kendi firmalarını kuruyorlar. Sanayide yapılan projelerin bu yeni girişimlerin üzerinde de etkileri oluyor. Öğrencilerimiz firmaların yaşadıkları sorunları bizzat kendileri yaşıyor ve bu deneyimlerinden kendi firmaları için ders çıkarıyorlar.
 

Çankaya Üniversitesi’nin yakın vadeli planları arasında bir Tekno-Park projesi de yer alıyor. Projeyle ilgili detayları ve hedeflerinizi anlatır mısınız?

Üniversite-sanayi işbirliği, çoğunlukla Ar-Ge ve inovasyon faaliyetlerinden ekonomiye bir katma değer sağlıyor. Günümüzde teknoloji çok hızlı ilerliyor. Bu teknolojik değişim süresinde, tek başına ne üniversite, ne de sanayici değişen ihtiyaçlara cevap verebilir. Yüksek teknoloji için, çok pahalı ve uzun süreli yatırım, insan gücü ve maddi kaynak gerekli. Ar-Ge ve Ar-Ge teçhizatları son derece pahalı, buna karşılık sanayicinin kaynağı ve insan gücü sınırlı. Bir üniversitenin ise hem araştırma yapıp, prototip üretip hem de bunu ticari bir ürüne dönüştürme olasılığı çok az. Yapılan araştırmaların ürüne dönüştürülebilmesi için, gerçek anlamda üniversite-sanayi işbirliği gerekiyor. Bir taraftan, üniversitede yapılan araştırmalar sonunda oluşan prototip ile ilgili sanayici eğitilmeli; diğer taraftan sanayici de ortaya çıkan prototipi kavrayıp, ürünü daha da geliştirmeli. Biz Ar-Ge’nin ancak sağlıklı bir kümede olabileceğini düşünüyoruz. Kümenin sürdürülebilirliği için, rekabetçi olması ve dolayısıyla yeniliklerini kendisinin üretebilmesi gerekli. KOBİ’lerin hiçbirisi, kaynak ayırmak istese dahi, tek başına kendisine rekabetçilik kazandıracak Ar-Ge yapamaz. Bu nedenle, biz firmalara ortak Ar-Ge yapmalarını öneriyoruz. Dolayısıyla, Çankaya Üniversitesi bünyesinde kurulacak olan Tekno-Park'ın, küme üyesi

KOBİ'lerin birlikte yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde işbirliği yapmalarını sağlayacağını düşünüyoruz.
 

KOBİ’LER GÜNÜ KURTARMAK YERİNE ÜNİVERSİTELERLE GELECEĞE UZANMALI

Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç verdiği bilgilere göre üniversite-sanayi işbirliği özellikle ABD gibi gelişmiş ülkelerde çok güçlü ve üniversiteler ile sanayi kuruluşları iç içe. Başta ABD olmak üzere yurtdışındaki üniversitelerde sanayinin talepleri projelendirilirken, Türkiye’de ise, üniversite sanayi işbirliği uzun yıllardır konuşulmasına rağmen tam anlamıyla gerçekleştirilemedi. “Aslında, KOBİ’lerin dünyadaki yenilikleri ve teknolojiyi yakından takip etme fırsatını yakalayabilmeleri için üniversitelere yakın olmaları gerekli. Ancak, sanayici kendi derdine çare ararken sadece günü kurtarmaya yönelik kararlar alıyor” diyen Güvenç, KOBİ’lerin yeterli birikime sahip elemanı olmadığı için üniversitelerden uzaklaştığının altını çiziyor. Türkiye’deki terfi sisteminin de üniversitelerde çalışan öğretim üyelerinin sanayiden ve uygulamalı çalışmalardan uzaklaşmalarına neden olduğunu vurgulayan Güveç sözlerini şöyle sürdürüyor: “Öğretim üyelerinin terfi edebilmeleri yayınlara bağlı. Uygulamalı araştırmalardan yayın oluşturma süresi, teorik ve deneysel çalışmalara göre daha uzun sürdüğü için, öğretim üyeleri uygulamalı araştırmaları tercih etmiyor. Bu durumda, her iki tarafta birbirinden uzaklaşıyor. Biz, Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi için öncülük yaptık. Her ne kadar, diğer Üniversitelerde de benzer uygulamalar başlatılsa da, bu işbirlikleri henüz yeterli seviyeye ulaşmadı.”

Güvenç, sanayicilerin hem operasyonlarını iyi yönetmesi, değer zinciri içinde kendilerini iyi konumlandırması ve dünya çapında rekabetçi olabilmeleri için katma değeri çok yüksek ürünler üretmesi gerektiğine de işaret ediyor. Firmaların bunu yapabilmek için Ar-Ge çalışmalarına fazlasıyla önem verdiğini kaydeden Güvenç, “Ar-Ge kadrolarını yetiştiren yerler ise hep üniversitelerdir. Dolayısıyla, bu firmalar yeni ürün geliştirmek için özellikle Ar-Ge alanında kalifiye işgücüne ihtiyaç duyuyorlar. Yeni ürün geliştirilmesinden sonra, bu ürünlerin pazarlaması, ticareti de önem kazanıyor ve firmaların bu alanda yetişmiş işgücüne ihtiyaç duymalarına neden oluyor” diye konuşuyor.
 

‘GELECEĞİ ÜÇ TEMEL DEĞER ÜZERİNE İNŞA EDİYORUZ’

Çankaya Üniversitesi’nin üç temel değer üzerinde büyümeye devam ettiğine dikkat çeken Rektör Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, bu değerleri öğrencilerinin çok iyi bir eğitim-öğretim kazanmalarını sağlamak, uluslar arası alanda kendini kanıtlamış çok iyi bilimsel çalışmalar yapmak, uluslararası araştırma ve geliştirme projelerinde yer almak ve sosyal sorumluluk çerçevesinde yerel sanayiye destek olmak şeklinde açıklıyor. Bu üç değerin birbirinden bağımsız değil, aslında birbiri ile iç içe olduğunu söyleyen Güvenç şöyle konuşuyor: “Öğrenci odaklı iyi bir eğitim sistemimiz mevcut, bilimsel yayın sıralamasında üst sıralarda yer almaktayız ve uluslararası projeler yürütüyoruz. Bunların yanı sıra, yerel kalkınma modeli olan kümelenmeyi Ankara’da başarıyla uygulamaya devam ediyoruz. Yeni kampüsümüzle birlikte daha da genişleyerek, bu değerler için hizmet etmeyi sürdürüyoruz.”

Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 16:11

Gösterim: 4398

Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye’nin eğitim ve istihdam stratejisinde köklü değişiklikler yapacak projeleri devreye almaya devam ediyor.

Önümüzdeki süreçte ‘yenilikçilik, ürün geliştirme ve girişimcilik’ odaklı stratejiler ve projeler üzerine yoğunlaşacak olan Bakanlık, ilköğretimden doktora derecesine düzeyine kadarki eğitim sürecinde girişimcilik dersleri verecek. Üniversitelere yönelik ‘girişimci ve yenilikçi üniversite endeksleri’ oluşturacaklarını açıklayan Bakan Nihat Ergün, yıllardır bekleyen projeleri raftan indirecek ve buluşları ürüne dönüştürecek.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı adıyla yeniden yapılanan eski adıyla “Sanayi ve Ticaret Bakanlığı”, Üniversite-Sanayi işbirliğini güçlendirmek için önemli projelere imza atmayı sürdürüyor. Ülke kalkınması için çok önemli bir noktaya oturan ve Türkiye’nin rekabet gücünü arttıran Üniversite-Sanayi işbirlikleri, son zamanlarda üniversiteler ve kurumlar arasında yapılan işbirliği protokolleriyle yaygınlaşıyor. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün, hassasiyetle üzerinde durduğu bu işbirlikleri Türkiye ekonomisinin ve sanayicilerin yüzünü güldürmüş durumda.

Bu kapsamda yürütülen çalışmalardan bir tanesi 5 Temmuz 2007’de, Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren, Sanayi Tezleri Programı (San-Tez). San-Tez programı, sanayinin önemli bir kısmını oluşturan KOBİ’lerin AR-GE ve Teknoloji kültürü kazanmaları ve sorunlarını üniversitede üretilen bilgi birikimini kullanarak, üniversitelerle işbirliği içinde çözme alışkanlığı kazanmalarını sağlayacak bir destek mekanizması işlevini görüyor. Programın amacı, üniversite-sanayi işbirliğinin kurumsallaştırılması ve sanayinin ihtiyaçları doğrultusunda belirlenecek yüksek lisans veya doktora tez çalışmalarının desteklenmesi.

San-Tez Programı, sanayicilerin AR-GE’ye dayalı ihtiyaçlarının, üniversite-sanayi işbirliği ile üniversite bilimselliği kapsamında çözüme kavuşturulmasını sağlıyor. San-Tez Projeleri başvuru tarihleri; birinci dönem son başvuru tarihi her yılın Mart ayının 15’i, ikinci dönem son başvuru tarihi Ağustos ayının 15’i olarak, yılda iki kez olarak belirlenmiş durumda. Sektör ve büyüklüğüne bakılmaksızın firma düzeyinde katma değer yaratan, yerleşik işletmeler ve üniversitelerin işbirliği ile hazırlanacak projelerin hepsi bu programdan yararlanabiliyor.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün yürüttükleri AR-GE ve yenilikçiliğe yönelik destek programlarının, 2007 yılında San-Tez Programının devreye alınmasıyla yeni bir boyut kazandığını söylüyor. Bu programla, sanayicilerin teknolojik ürüne yönelik olarak üniversitelerle yürüttükleri projelerini desteklemeye başladıklarını anlatan Ergün, programın özellikle KOBİ'lerin AR-GE ve teknoloji kültürü kazanmalarını ve teknolojik ürüne yönelik sorunlarını üniversitelerle işbirliği yaparak çözüme ulaştırmalarını sağladığını ifade ediyor. Programın, üniversitelerde ticarileşebilir ürüne yönelik çalışma yürüten akademisyenlerin, bu çalışmalarını katma değere dönüştürmelerine de zemin hazırladığını dile getiren Ergün, San-Tez programının, dünya standartlarında da övgüye layık görüldüğünü, Avrupa Komisyonu'nun 2008 yılında yayınladığı ulusal inovasyon sistemi ve inovasyon politikalarıyla ilgili raporda, bu programın Türkiye'deki ‘en iyi uygulama örneği’ olarak yer aldığını bildiriyor.

 

‘Girişimciliğin anayasasını yeniden yazdık’
Bakanlığın üniversite-sanayi işbirliği kapsamında yaptığı çalışmalardan biri de Girişimcilik Konseyi. Ocak 2012’de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün'ün yanı sıra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Başkanı Rızanur Meral'in de aralarında bulunduğu
Girişimcilik Konseyi’nin kurulduğuna dikkat çeken Bakan Ergün, konsey çatısı altındaki 32 kurum ve kuruluşun temsilcisinin ‘Girişimcilik Manifestosu’na imza attığını aktarıyor. Bakan Ergün, Başkanlığını yürüttüğü Konsey’in başlıca görevlerini girişimcilik kültürünün ve ortamının geliştirilmesi ve girişimciliğin yaygınlaştırılması için yeni stratejilerin ve politikaların belirlenmesi ve bu kapsamda girişimcilerin desteklenmesi olarak sıralıyor.
 

Üniversiteler patent başvurusu yapabilecek
Girişimcilik kültürünün yaygınlaştırılması için de harekete geçtiklerini vurgulayan Bakan Ergün, ilköğretimden doktora derecesi düzeyine kadar girişimcilik dersleri verilmesi için düzenlemelere gidileceğini, sertifikalı girişimcilik eğitimlerinin düzenleneceğini iletiyor.
Bakan Ergün’ün verdiği bilgilere göre üniversite yenilikçiliğinin ve girişimciliğinin desteklenmesi için Akademik Girişimcilik de teşvik edilecek. Bu ofisler aracılığıyla teknolojinin ticarileşmesi süreci desteklenecek ve akademik araştırmalara lojistik destek sağlanacak. Üniversitelerdeki girişimci araştırmacıların kuracakları şirketlere finansal desteğin yanı sıra danışmanlık hizmeti de sağlanacak. Kuluçka Merkezleri, TÜBİTAK ve KOSGEB tarafından desteklenecek. Akademik yükselme ölçütlerinde patentler, araştırma projelerinde proje yürütücüsü veya araştırmacı olarak görev almak ve şirket kurmak gibi unsurlar değerlendirilecek. 
Üniversitelere yönelik ‘girişimci ve yenilikçi üniversite endeksleri’ oluşturacaklarını açıklayan Ergün, “Üniversiteler arasında yenilikçilik ve girişimcilik sıralaması yapılacak. Bütün üniversitelerin bu alanlardaki performansları ölçülecek. Patent Kanunu’nda yapılacak değişiklikle üniversitelerin de kurumsal olarak patent başvuru yapması sağlanacak. Üniversitenin imkanlarıyla buluş yapan, patent alan öğrencinin, akademisyenin aldığı patent üniversite koruması altında olacak. Patent devam ettiği sürece hem üniversite hem de öğrenci lisanslamadan doğan üretimden pay alacak” diyor.
 

Teknogirişimci gençlere 100 bin tl’lik hibe

Bakanlık 2013’de AR-GE harcaması GSYİH yüzde 3’ü, özel sektör AR-GE harcaması GSYİH yüzde 2’si, kamuda desteklenecek araştırmacı sayısı 300 bin, özel sektör araştırmacı sayısı 180 bin olarak belirlendi. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için kamunun görevi arttırılacak. Tüm bakanlıkların bütçelerine 2013’ten itibaren artık “AR-GE ödeneği” koymak zorunlu hale gelecek. Takibini, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu yapacak. 
Start-up firmaları olarak da adlandırılan AR-GE yoğun başlangıç firmalarının fikir aşamasından pazara ulaşmasına kadar geçirdikleri aşamalar desteklenecek. Firmalara danışmanlık hizmetleri sunulacak. “Bu karar doğrultusunda gerekli politika araçlarının geliştirilmesine yönelik çalışmalar, TÜBİTAK tarafından Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve YÖK’ün katılımıyla yürütülecek” diyen Bakan Ergün, teknogirişimci gençlere bakanlık olarak 100 bin lira hibe yardım yapılmaya devam edileceğinin de altını çiziyor. Şirketini kuran girişimcilere, danışmanlık desteği verileceğini kaydeden Bakan Ergün, “Bu firmalara danışmanlık yapacak kişiler, kendileri de firma kurup, işini geliştiren kişiler olacak. Prototipini ortaya çıkarmış ve ürünü ticarileştirme aşamasına gelen girişimcilere ise 500 bin lira daha destek verilecek” diye konuşuyor.

Buluşlar ürüne dönüşecek

Üniversite-Sanayi İşbirliği kapsamında Bakanlığın üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan bir başkası da TÜBİTAK’ın yıllardır destek verdiği fakat hayata geçirilemeyen projeler. Ürüne dönüştürülmeden prototip aşamasında kalan projelerin listesinin çıkarılacağını söyleyen Bakan Ergün,  TÜBİTAK’ın yeni dönemde kendi enstitülerindeki araştırmaları ticarileştirmeye odaklanacağını ve bu dönemin; girişimciliğin, araştırmaların, buluşların ticarileşmesinin, lisansa ve ürüne dönüşmesinin dönemi olacağını belirtiyor. Bakan Ergün, “TÜBİTAK, KOBİ’leri destekleyecek. Kurum geçmişte çok önemli çalışmalar yapmış. Enstitüleri gezdiğimiz zaman, hocaların bir araştırma yapıp, prototipleri ortaya çıkardıklarını, ancak bunların daha sonra raflarda kaldığını görüyoruz. Şimdi bunların ürüne dönüşmesi ve sanayiyle irtibatlanması zamanıdır” diyor.

 

Türkiye’de 43 adet teknoloji geliştirme bölgesi var

Üniversite-Sanayi işbirliği konusunda, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı kilit bir noktada duruyor.4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile Üniversite-Sanayi işbirliği çerçevesinde Bakanlığa çok önemli görev ve sorumluluklar verilmiş durumda. Sayısal verilere baktığımız zaman bugün Türkiye’de faaliyette olan 32 adet, altyapı çalışmaları devam eden 11 adet, toplamda 43 adet Teknoloji Geliştirme Bölgesi mevcut. Bu bölgelerdeki işletme sayısı bin 500’ün üzerindeyken, AR-GE proje sayısı 4 binin üzerinde. Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nin Türkiye’ye dağılımı ise; Ankara’da 6 adet, İstanbul’da 5 adet, Kocaeli’de 4 adet, İzmir, Konya, Antalya, Kayseri, Trabzon, Adana, Erzurum, Mersin, Isparta, Gaziantep, Eskişehir, Bursa, Denizli, Edirne, Elazığ, Sivas, Diyarbakır, Tokat, Sakarya, Bolu, Kütahya, Samsun, Malatya, Urfa, Düzce, Çanakkale, Kahramanmaraş ve Tekirdağ illerinde birer adet şeklinde.

Bakanlığın AR-GE destekleri de giderek artıyor. 2011 yılında Bakanlıkça AR-GE destekleri için ayrılan toplam bütçe 125 milyon TL’ye ulaştı.

> Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı girişimciliği ilköğretim müfredatına aldı

Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye’nin eğitim ve istihdam stratejisinde köklü değişiklikler yapacak projeleri devreye almaya devam ediyor.

Önümüzdeki süreçte ‘yenilikçilik, ürün geliştirme ve girişimcilik’ odaklı stratejiler ve projeler üzerine yoğunlaşacak olan Bakanlık, ilköğretimden doktora derecesine düzeyine kadarki eğitim sürecinde girişimcilik dersleri verecek. Üniversitelere yönelik ‘girişimci ve yenilikçi üniversite endeksleri’ oluşturacaklarını açıklayan Bakan Nihat Ergün, yıllardır bekleyen projeleri raftan indirecek ve buluşları ürüne dönüştürecek.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı adıyla yeniden yapılanan eski adıyla “Sanayi ve Ticaret Bakanlığı”, Üniversite-Sanayi işbirliğini güçlendirmek için önemli projelere imza atmayı sürdürüyor. Ülke kalkınması için çok önemli bir noktaya oturan ve Türkiye’nin rekabet gücünü arttıran Üniversite-Sanayi işbirlikleri, son zamanlarda üniversiteler ve kurumlar arasında yapılan işbirliği protokolleriyle yaygınlaşıyor. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün, hassasiyetle üzerinde durduğu bu işbirlikleri Türkiye ekonomisinin ve sanayicilerin yüzünü güldürmüş durumda.

Bu kapsamda yürütülen çalışmalardan bir tanesi 5 Temmuz 2007’de, Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren, Sanayi Tezleri Programı (San-Tez). San-Tez programı, sanayinin önemli bir kısmını oluşturan KOBİ’lerin AR-GE ve Teknoloji kültürü kazanmaları ve sorunlarını üniversitede üretilen bilgi birikimini kullanarak, üniversitelerle işbirliği içinde çözme alışkanlığı kazanmalarını sağlayacak bir destek mekanizması işlevini görüyor. Programın amacı, üniversite-sanayi işbirliğinin kurumsallaştırılması ve sanayinin ihtiyaçları doğrultusunda belirlenecek yüksek lisans veya doktora tez çalışmalarının desteklenmesi.

San-Tez Programı, sanayicilerin AR-GE’ye dayalı ihtiyaçlarının, üniversite-sanayi işbirliği ile üniversite bilimselliği kapsamında çözüme kavuşturulmasını sağlıyor. San-Tez Projeleri başvuru tarihleri; birinci dönem son başvuru tarihi her yılın Mart ayının 15’i, ikinci dönem son başvuru tarihi Ağustos ayının 15’i olarak, yılda iki kez olarak belirlenmiş durumda. Sektör ve büyüklüğüne bakılmaksızın firma düzeyinde katma değer yaratan, yerleşik işletmeler ve üniversitelerin işbirliği ile hazırlanacak projelerin hepsi bu programdan yararlanabiliyor.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün yürüttükleri AR-GE ve yenilikçiliğe yönelik destek programlarının, 2007 yılında San-Tez Programının devreye alınmasıyla yeni bir boyut kazandığını söylüyor. Bu programla, sanayicilerin teknolojik ürüne yönelik olarak üniversitelerle yürüttükleri projelerini desteklemeye başladıklarını anlatan Ergün, programın özellikle KOBİ'lerin AR-GE ve teknoloji kültürü kazanmalarını ve teknolojik ürüne yönelik sorunlarını üniversitelerle işbirliği yaparak çözüme ulaştırmalarını sağladığını ifade ediyor. Programın, üniversitelerde ticarileşebilir ürüne yönelik çalışma yürüten akademisyenlerin, bu çalışmalarını katma değere dönüştürmelerine de zemin hazırladığını dile getiren Ergün, San-Tez programının, dünya standartlarında da övgüye layık görüldüğünü, Avrupa Komisyonu'nun 2008 yılında yayınladığı ulusal inovasyon sistemi ve inovasyon politikalarıyla ilgili raporda, bu programın Türkiye'deki ‘en iyi uygulama örneği’ olarak yer aldığını bildiriyor.

 

‘Girişimciliğin anayasasını yeniden yazdık’
Bakanlığın üniversite-sanayi işbirliği kapsamında yaptığı çalışmalardan biri de Girişimcilik Konseyi. Ocak 2012’de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün'ün yanı sıra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Başkanı Rızanur Meral'in de aralarında bulunduğu
Girişimcilik Konseyi’nin kurulduğuna dikkat çeken Bakan Ergün, konsey çatısı altındaki 32 kurum ve kuruluşun temsilcisinin ‘Girişimcilik Manifestosu’na imza attığını aktarıyor. Bakan Ergün, Başkanlığını yürüttüğü Konsey’in başlıca görevlerini girişimcilik kültürünün ve ortamının geliştirilmesi ve girişimciliğin yaygınlaştırılması için yeni stratejilerin ve politikaların belirlenmesi ve bu kapsamda girişimcilerin desteklenmesi olarak sıralıyor.
 

Üniversiteler patent başvurusu yapabilecek
Girişimcilik kültürünün yaygınlaştırılması için de harekete geçtiklerini vurgulayan Bakan Ergün, ilköğretimden doktora derecesi düzeyine kadar girişimcilik dersleri verilmesi için düzenlemelere gidileceğini, sertifikalı girişimcilik eğitimlerinin düzenleneceğini iletiyor.
Bakan Ergün’ün verdiği bilgilere göre üniversite yenilikçiliğinin ve girişimciliğinin desteklenmesi için Akademik Girişimcilik de teşvik edilecek. Bu ofisler aracılığıyla teknolojinin ticarileşmesi süreci desteklenecek ve akademik araştırmalara lojistik destek sağlanacak. Üniversitelerdeki girişimci araştırmacıların kuracakları şirketlere finansal desteğin yanı sıra danışmanlık hizmeti de sağlanacak. Kuluçka Merkezleri, TÜBİTAK ve KOSGEB tarafından desteklenecek. Akademik yükselme ölçütlerinde patentler, araştırma projelerinde proje yürütücüsü veya araştırmacı olarak görev almak ve şirket kurmak gibi unsurlar değerlendirilecek. 
Üniversitelere yönelik ‘girişimci ve yenilikçi üniversite endeksleri’ oluşturacaklarını açıklayan Ergün, “Üniversiteler arasında yenilikçilik ve girişimcilik sıralaması yapılacak. Bütün üniversitelerin bu alanlardaki performansları ölçülecek. Patent Kanunu’nda yapılacak değişiklikle üniversitelerin de kurumsal olarak patent başvuru yapması sağlanacak. Üniversitenin imkanlarıyla buluş yapan, patent alan öğrencinin, akademisyenin aldığı patent üniversite koruması altında olacak. Patent devam ettiği sürece hem üniversite hem de öğrenci lisanslamadan doğan üretimden pay alacak” diyor.
 

Teknogirişimci gençlere 100 bin tl’lik hibe

Bakanlık 2013’de AR-GE harcaması GSYİH yüzde 3’ü, özel sektör AR-GE harcaması GSYİH yüzde 2’si, kamuda desteklenecek araştırmacı sayısı 300 bin, özel sektör araştırmacı sayısı 180 bin olarak belirlendi. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için kamunun görevi arttırılacak. Tüm bakanlıkların bütçelerine 2013’ten itibaren artık “AR-GE ödeneği” koymak zorunlu hale gelecek. Takibini, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu yapacak. 
Start-up firmaları olarak da adlandırılan AR-GE yoğun başlangıç firmalarının fikir aşamasından pazara ulaşmasına kadar geçirdikleri aşamalar desteklenecek. Firmalara danışmanlık hizmetleri sunulacak. “Bu karar doğrultusunda gerekli politika araçlarının geliştirilmesine yönelik çalışmalar, TÜBİTAK tarafından Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve YÖK’ün katılımıyla yürütülecek” diyen Bakan Ergün, teknogirişimci gençlere bakanlık olarak 100 bin lira hibe yardım yapılmaya devam edileceğinin de altını çiziyor. Şirketini kuran girişimcilere, danışmanlık desteği verileceğini kaydeden Bakan Ergün, “Bu firmalara danışmanlık yapacak kişiler, kendileri de firma kurup, işini geliştiren kişiler olacak. Prototipini ortaya çıkarmış ve ürünü ticarileştirme aşamasına gelen girişimcilere ise 500 bin lira daha destek verilecek” diye konuşuyor.

Buluşlar ürüne dönüşecek

Üniversite-Sanayi İşbirliği kapsamında Bakanlığın üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan bir başkası da TÜBİTAK’ın yıllardır destek verdiği fakat hayata geçirilemeyen projeler. Ürüne dönüştürülmeden prototip aşamasında kalan projelerin listesinin çıkarılacağını söyleyen Bakan Ergün,  TÜBİTAK’ın yeni dönemde kendi enstitülerindeki araştırmaları ticarileştirmeye odaklanacağını ve bu dönemin; girişimciliğin, araştırmaların, buluşların ticarileşmesinin, lisansa ve ürüne dönüşmesinin dönemi olacağını belirtiyor. Bakan Ergün, “TÜBİTAK, KOBİ’leri destekleyecek. Kurum geçmişte çok önemli çalışmalar yapmış. Enstitüleri gezdiğimiz zaman, hocaların bir araştırma yapıp, prototipleri ortaya çıkardıklarını, ancak bunların daha sonra raflarda kaldığını görüyoruz. Şimdi bunların ürüne dönüşmesi ve sanayiyle irtibatlanması zamanıdır” diyor.

 

Türkiye’de 43 adet teknoloji geliştirme bölgesi var

Üniversite-Sanayi işbirliği konusunda, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı kilit bir noktada duruyor.4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile Üniversite-Sanayi işbirliği çerçevesinde Bakanlığa çok önemli görev ve sorumluluklar verilmiş durumda. Sayısal verilere baktığımız zaman bugün Türkiye’de faaliyette olan 32 adet, altyapı çalışmaları devam eden 11 adet, toplamda 43 adet Teknoloji Geliştirme Bölgesi mevcut. Bu bölgelerdeki işletme sayısı bin 500’ün üzerindeyken, AR-GE proje sayısı 4 binin üzerinde. Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nin Türkiye’ye dağılımı ise; Ankara’da 6 adet, İstanbul’da 5 adet, Kocaeli’de 4 adet, İzmir, Konya, Antalya, Kayseri, Trabzon, Adana, Erzurum, Mersin, Isparta, Gaziantep, Eskişehir, Bursa, Denizli, Edirne, Elazığ, Sivas, Diyarbakır, Tokat, Sakarya, Bolu, Kütahya, Samsun, Malatya, Urfa, Düzce, Çanakkale, Kahramanmaraş ve Tekirdağ illerinde birer adet şeklinde.

Bakanlığın AR-GE destekleri de giderek artıyor. 2011 yılında Bakanlıkça AR-GE destekleri için ayrılan toplam bütçe 125 milyon TL’ye ulaştı.

Son Güncelleme: Çarşamba, 29 Şubat 2012 15:30

Gösterim: 3427


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.