Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Zaman Gazetesi Yazarı Ali Bulaç'ın bugünkü yazısı."Modern eğitim" hiyerarşik, "geleneksel öğretim" dairevidir. Modern eğitimin mekânı (okul) resmi, geleneksel öğretimin kurumları (medrese, tekke, zaviye, mahalle hocaları, mescitlerde sütun dipleri vs.) sivildir.
Okulun devlete ait veya özel olması onun mahiyetteki resmi karakterini değiştirmez. Okul dikey yol takip ederek eğitir, bilgiyi üstten empoze eder, geleneksel öğretim ise bilgiyi dairevi tarzda sohbet halkasında müzakereyle aktarır.
Okul, cumhuriyetin (modernitenin) öngördüğü yeni insan tipini "eğiterek yaratma"yı hedefler, geleneksel öğretim, insandaki manevi-entelektüel potansiyelleri ve ahlaki normları aktif hale getirmeyi amaçlar. Kutsal kitaplar bile insanı elinden tutup hidayete götürmez, hidayet üzerinden Hakikat'e işaret eder, Hakikat Bilgisi ve Sevgisi'ni kazandırır, Doğru Yol'u gösterir. "Kendisinde şüphe olmayan Kitap takva sahiplerini doğru yola iletir" (2/Bakara, 2). Okul temeli pozitivizm olan bilimsel bilgileri birer inanç umdesi olarak çocukların zihnine zerkeder.
Geleneksel öğretimin modeli Hz. Peygamber (s.a.v)'in sohbet meclisidir. Meclis halka şeklinde kurulur, en büyük öğretici (muallim) sıfatıyla Hz. Peygamber'in oturduğu noktayı esas alırsak, öğrenciler -sahabeler, ilim talep eden talipler (talebeler)- sağında ve solunda sıralanır. Herkes hem muallimin hem öğrencilerin yüzünü görür. Yeni bir bilgi hasıl olduğunda bunun ruhlardaki etkisini halkada yer alanların yüzüne bakarak hemen anlayabilirsiniz. Sadece kelimeler değil, sohbete katılanların yüz ifadeleri, reflekssiz tepkileri öğrenme sürecine katılır, hatta Abdullah ibn Mübarek'in dediği gibi "bazen susmak müzakereye katılmak"tır. Bu sadece halka şeklindeki sohbet meclislerinde olur. Bu yönüyle geleneksel sohbet yöntemi müzakereci, modern okul sistemi otoriter ve emredicidir.
Tarih boyunca mahalle mektepleri, hocaların dersleri ve ana çerçeveleri itibariyle medreseler bu yöntemi takip ettiler. Sistemde öğrenci hocasını, hoca öğrencisini seçme özgürlüğüne sahiptir. Bilgi sivil olduğu gibi, kurum da sivildir, devletlerin ve siyasi iktidarların müdahalelerinden azami ölçülerde uzak ve özerk olarak gerçekleşir. Devletin müfredat programını belirleme yetkisi yoktur, müfredatı sivil vakıflar tayin ve tespit eder; devlet kurumsal olarak müessesenin fiziki standartlara uygun olup olmadığını denetler sadece. Bu elbette siyasilerin sürece karışmadıkları anlamına gelmiyor, karıştıkları oranda öğretim yozlaşmış, sonunda sistem de kuruyup çölleşmiştir.
Okul düzeni kışla düzenidir. Sabahleyin erkenden gencecik çocuklar sırtlarında yaklaşık 7 kilo ağırlığında çantalarıyla okula seferber olurlar. Sabah 6'da askerler de "ictima" yapar, toplanır. Okul bahçesinde çocuklara düzgün saflar halinde "andımız" okutulup yüksek sesle devlete bağlılık yemini yaptırılır. Nizami olarak sınıflara girerler. Öğretmen gelir, komutan girmiş gibi herkes ayağa kalkar, "Günaydın çocuklar" komutuna "Günaydın öğretmenim" cevabı verilir. Öğretmenin masası birkaç santim sınıfın zemininden yüksektir. Öğrencileri süzer, amirane bakar. Öğrenciler birbirlerinin yüzlerini görmez, çünkü öğretmene bakacak şekilde dizilmişlerdir.
Geleneksel öğretimde resmi kıyafet (üniforma, önlük) yoktur. Okulun resmi kıyafeti var, bu dolaylı bir eğitim işlemidir. Üç temel ders var ki, balmumu halindeki öğrenciyi özel işlemden geçirmeye matuf olarak geçen yüzyılda düşünülmüştür: "İnkılap tarihi", resmi ideolojiyi aktarır; "Beden Eğitimi" "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" ilkesinden hareketle öğrenciyi izci -büyüyünce ideolojik asker- yetiştirir; "Müzik", ulus devletin ulusal marşını ve diğer marşları düzgün okumalarını sağlar. Bizim zamanımızda hafta boyunca okul dışında da şapka giyme mecburiyeti vardı.
Kastım "geleneksel eğitime dönelim" fikrini ima etmek değildir; ama nasıl sıkı markaj ve insana karşı bir okul sisteminde "eğitim" adı verilen özel bir işlemden geçirildiğimizi anlamak için bu mukayese gereklidir. Belki gelecek için bir perspektif verir. Ivan Illich, "Okulsuz Toplum" kitabında insanın özgürleşmesi için "toplumun okulsuzlaştırılması" gerektiğini söyler.
Üst Kategori: ROOT Kategori: İlköğretim ve Liseler
Zaman Gazetesi Yazarı Ali Bulaç'ın bugünkü yazısı."Modern eğitim" hiyerarşik, "geleneksel öğretim" dairevidir. Modern eğitimin mekânı (okul) resmi, geleneksel öğretimin kurumları (medrese, tekke, zaviye, mahalle hocaları, mescitlerde sütun dipleri vs.) sivildir.
Okulun devlete ait veya özel olması onun mahiyetteki resmi karakterini değiştirmez. Okul dikey yol takip ederek eğitir, bilgiyi üstten empoze eder, geleneksel öğretim ise bilgiyi dairevi tarzda sohbet halkasında müzakereyle aktarır.
Okul, cumhuriyetin (modernitenin) öngördüğü yeni insan tipini "eğiterek yaratma"yı hedefler, geleneksel öğretim, insandaki manevi-entelektüel potansiyelleri ve ahlaki normları aktif hale getirmeyi amaçlar. Kutsal kitaplar bile insanı elinden tutup hidayete götürmez, hidayet üzerinden Hakikat'e işaret eder, Hakikat Bilgisi ve Sevgisi'ni kazandırır, Doğru Yol'u gösterir. "Kendisinde şüphe olmayan Kitap takva sahiplerini doğru yola iletir" (2/Bakara, 2). Okul temeli pozitivizm olan bilimsel bilgileri birer inanç umdesi olarak çocukların zihnine zerkeder.
Geleneksel öğretimin modeli Hz. Peygamber (s.a.v)'in sohbet meclisidir. Meclis halka şeklinde kurulur, en büyük öğretici (muallim) sıfatıyla Hz. Peygamber'in oturduğu noktayı esas alırsak, öğrenciler -sahabeler, ilim talep eden talipler (talebeler)- sağında ve solunda sıralanır. Herkes hem muallimin hem öğrencilerin yüzünü görür. Yeni bir bilgi hasıl olduğunda bunun ruhlardaki etkisini halkada yer alanların yüzüne bakarak hemen anlayabilirsiniz. Sadece kelimeler değil, sohbete katılanların yüz ifadeleri, reflekssiz tepkileri öğrenme sürecine katılır, hatta Abdullah ibn Mübarek'in dediği gibi "bazen susmak müzakereye katılmak"tır. Bu sadece halka şeklindeki sohbet meclislerinde olur. Bu yönüyle geleneksel sohbet yöntemi müzakereci, modern okul sistemi otoriter ve emredicidir.
Tarih boyunca mahalle mektepleri, hocaların dersleri ve ana çerçeveleri itibariyle medreseler bu yöntemi takip ettiler. Sistemde öğrenci hocasını, hoca öğrencisini seçme özgürlüğüne sahiptir. Bilgi sivil olduğu gibi, kurum da sivildir, devletlerin ve siyasi iktidarların müdahalelerinden azami ölçülerde uzak ve özerk olarak gerçekleşir. Devletin müfredat programını belirleme yetkisi yoktur, müfredatı sivil vakıflar tayin ve tespit eder; devlet kurumsal olarak müessesenin fiziki standartlara uygun olup olmadığını denetler sadece. Bu elbette siyasilerin sürece karışmadıkları anlamına gelmiyor, karıştıkları oranda öğretim yozlaşmış, sonunda sistem de kuruyup çölleşmiştir.
Okul düzeni kışla düzenidir. Sabahleyin erkenden gencecik çocuklar sırtlarında yaklaşık 7 kilo ağırlığında çantalarıyla okula seferber olurlar. Sabah 6'da askerler de "ictima" yapar, toplanır. Okul bahçesinde çocuklara düzgün saflar halinde "andımız" okutulup yüksek sesle devlete bağlılık yemini yaptırılır. Nizami olarak sınıflara girerler. Öğretmen gelir, komutan girmiş gibi herkes ayağa kalkar, "Günaydın çocuklar" komutuna "Günaydın öğretmenim" cevabı verilir. Öğretmenin masası birkaç santim sınıfın zemininden yüksektir. Öğrencileri süzer, amirane bakar. Öğrenciler birbirlerinin yüzlerini görmez, çünkü öğretmene bakacak şekilde dizilmişlerdir.
Geleneksel öğretimde resmi kıyafet (üniforma, önlük) yoktur. Okulun resmi kıyafeti var, bu dolaylı bir eğitim işlemidir. Üç temel ders var ki, balmumu halindeki öğrenciyi özel işlemden geçirmeye matuf olarak geçen yüzyılda düşünülmüştür: "İnkılap tarihi", resmi ideolojiyi aktarır; "Beden Eğitimi" "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" ilkesinden hareketle öğrenciyi izci -büyüyünce ideolojik asker- yetiştirir; "Müzik", ulus devletin ulusal marşını ve diğer marşları düzgün okumalarını sağlar. Bizim zamanımızda hafta boyunca okul dışında da şapka giyme mecburiyeti vardı.
Kastım "geleneksel eğitime dönelim" fikrini ima etmek değildir; ama nasıl sıkı markaj ve insana karşı bir okul sisteminde "eğitim" adı verilen özel bir işlemden geçirildiğimizi anlamak için bu mukayese gereklidir. Belki gelecek için bir perspektif verir. Ivan Illich, "Okulsuz Toplum" kitabında insanın özgürleşmesi için "toplumun okulsuzlaştırılması" gerektiğini söyler.
Son Güncelleme: Cumartesi, 17 Mart 2012 12:55
Gösterim: 11791
Diyarbakır'da bir okulda yaşanan tecavüz olayını öğretmen açığa çıkardı.
14 yaşındaki R.Ü., 4 kişinin tecavüzüne uğradı. R.Ü., arkadaşı şantaj yapınca olayı öğretmenine anlattı. Okul idaresinin olayı örtbas etmek istemesine rağmen öğretmen polise giderek tecavüzcüleri yakalattı.
Diyarbakır’da ilköğretim okulu öğrencisi 14 yaşındaki R.Ü.’nün, yolunu kesen yaşları 15 ile 20 arasında değişen 4 kişi, zorla götürdükleri bir çatı katında tecavüz etti. Okuldaki bir öğrencinin bunu öğrenip şantaj yapması üzerine R.Ü., rehber öğretmen E.Y.’olanları anlattı. Müdürlerin olayı kapatmak istediğini öne sürerek polise başvuran öğretmen E.Y., 4 tecavüzcüden 3’ünün yakalanıp tutuklanmasını sağladı.
Diyarbakır’da babası bir süre önce vefat eden, annesi ve 7 kardeşiyle birlikte yaşan ilköğretim okulunu 8. sınıf öğrencisi R.Ü., geçen aralık ayında yolda yürürken aynı mahallede oturan 4 kişi tarafından önü kesildi. Bu kişiler R.Ü.’yü zorla bir evin çatı katına götürüp ters ilişkiye girdi.
Arkadaşı şantaj yaptı
Yaşadığı travmaya rağmen korkudan olayı kimseye anlatamayan R.Ü., eğitimine devam ederken bu kez aynı sınıfta okuduğu erkek öğrenci E.K., R.Ü.’nün tecavüze uğradığını öğrendi. Tecavüzcülerin arkadaşı olan E.K., R.Ü.’ye, “Eğer benimle birlikte olmazsan, bildiğim herşeyi okulda ve mahallede anlatacağım” diyerek kendisiyle ilişki kurmak istedi. R.Ü. kendisini reddedince E.K. da tecavüz olayını bazı arkadaşlarına anlattı.
Bunun üzerine R.Ü., başından geçenleri rehber öğretmeni E.Y.’ye anlatıp, “Suçluların cezalandırılmasını istiyorum. Bu olayı ailemin kesinlikle duymasını istemiyorum. Öğrenirlerse beni öldürürler. Bana yardım edin” dedi.
R.Ü.’nün yazdığı dilekçe ile Okul Müdürü Ö.A.’ya çıkan öğretmen E.Y., durumu anlatarak, dilekçesini işleme koymasını istedi. Dilekçe işleme konulmayınca İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne durumu anlattı. Buradan da sonuç alamadığını söyleyen öğretmen E.Y., Kaymakamlık ile polise durumu iletti.
Kaymakamın da devreye girmesiyle hem idari hem adli soruşturma başlatıldı. Bir süre koruma altında tutulan R.Ü. daha sonra teslim edildiği ailesi ile birlikte bir yer yere nakledildi. Savcılık ve polisin yaptığı çalışmada kız öğrenciye cinsel istismarda bulunan 4 kişiden 3’ü yakalanarak tutuklandı.
(Milliyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: İlköğretim ve Liseler
Diyarbakır'da bir okulda yaşanan tecavüz olayını öğretmen açığa çıkardı.
14 yaşındaki R.Ü., 4 kişinin tecavüzüne uğradı. R.Ü., arkadaşı şantaj yapınca olayı öğretmenine anlattı. Okul idaresinin olayı örtbas etmek istemesine rağmen öğretmen polise giderek tecavüzcüleri yakalattı.
Diyarbakır’da ilköğretim okulu öğrencisi 14 yaşındaki R.Ü.’nün, yolunu kesen yaşları 15 ile 20 arasında değişen 4 kişi, zorla götürdükleri bir çatı katında tecavüz etti. Okuldaki bir öğrencinin bunu öğrenip şantaj yapması üzerine R.Ü., rehber öğretmen E.Y.’olanları anlattı. Müdürlerin olayı kapatmak istediğini öne sürerek polise başvuran öğretmen E.Y., 4 tecavüzcüden 3’ünün yakalanıp tutuklanmasını sağladı.
Diyarbakır’da babası bir süre önce vefat eden, annesi ve 7 kardeşiyle birlikte yaşan ilköğretim okulunu 8. sınıf öğrencisi R.Ü., geçen aralık ayında yolda yürürken aynı mahallede oturan 4 kişi tarafından önü kesildi. Bu kişiler R.Ü.’yü zorla bir evin çatı katına götürüp ters ilişkiye girdi.
Arkadaşı şantaj yaptı
Yaşadığı travmaya rağmen korkudan olayı kimseye anlatamayan R.Ü., eğitimine devam ederken bu kez aynı sınıfta okuduğu erkek öğrenci E.K., R.Ü.’nün tecavüze uğradığını öğrendi. Tecavüzcülerin arkadaşı olan E.K., R.Ü.’ye, “Eğer benimle birlikte olmazsan, bildiğim herşeyi okulda ve mahallede anlatacağım” diyerek kendisiyle ilişki kurmak istedi. R.Ü. kendisini reddedince E.K. da tecavüz olayını bazı arkadaşlarına anlattı.
Bunun üzerine R.Ü., başından geçenleri rehber öğretmeni E.Y.’ye anlatıp, “Suçluların cezalandırılmasını istiyorum. Bu olayı ailemin kesinlikle duymasını istemiyorum. Öğrenirlerse beni öldürürler. Bana yardım edin” dedi.
R.Ü.’nün yazdığı dilekçe ile Okul Müdürü Ö.A.’ya çıkan öğretmen E.Y., durumu anlatarak, dilekçesini işleme koymasını istedi. Dilekçe işleme konulmayınca İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne durumu anlattı. Buradan da sonuç alamadığını söyleyen öğretmen E.Y., Kaymakamlık ile polise durumu iletti.
Kaymakamın da devreye girmesiyle hem idari hem adli soruşturma başlatıldı. Bir süre koruma altında tutulan R.Ü. daha sonra teslim edildiği ailesi ile birlikte bir yer yere nakledildi. Savcılık ve polisin yaptığı çalışmada kız öğrenciye cinsel istismarda bulunan 4 kişiden 3’ü yakalanarak tutuklandı.
(Milliyet)
Son Güncelleme: Cumartesi, 17 Mart 2012 12:21
Gösterim: 2341
Hamza Aydoğdu - MEB İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısı - Eğitim Grup Başkanı Bilgi, her dönemde insanoğlunun yaşamında yer aldı; ancak günümüzdeki önemi oldukça fazla. Çünkü içerisinde bulunduğumuz dönemde dünyamız, çevremiz kısacası bildiğimiz birçok şey tahmin edilenden, hatta hayal edilenden daha hızlı bir dönüşümle değişiyor.
Değişimin sebebi ve sonucu olan insanın, varolanı anlamak ve işlemek için 'bilgi'ye olan ihtiyacının her zamankinden çok daha fazla artmış olması. Bu nedenle günümüzde yaşanan hızlı değişim süreci, iletişim ve bilişim teknolojisindeki gelişmeler 'Bilgi Toplumu' olarak adlandırılan toplumsal bir yapılanmayı gerekli kıldı.
Bilgi toplumu kavramı bir toplumun bilgi ile olan ilişkisinin düzeyinin ve niteliğinin gelişmişliğini anlatır. Gelişen teknolojiden yararlanmak toplum içindeki zor ve karmaşık algılanan işleri basit hale getirdi, bireyler arasındaki bilgi alışverişini hızlandırdı. Sonuçta ortaya, öğrenen, öğrendiklerini paylaşan karmaşık bir organizasyonel yapı çıktı. Bilginin sürekli yenilendiği ve üretildiği dünyaya ayak uydurmayanlar varolanla yaşamaya mecbur kaldı...
Yaşadığımız dünyada her gün 10 bin yeni kavram üretiliyor. Dünya'da son 30 yılda üretilen bilgi önceki beş bin yılda üretilen bilgiden daha fazla. 'Yeni Dünya'da maddi varlıklara ve fiziksel sermayeye sahip olmak artık fark oluşturmuyor; fark kurumun ya da kişinin sahip olduğu entelektüel sermaye sayesinde oluyor.
Entellektüel sermayenin en önemli unsuru; nitelikli insandır. Bunu da besleyen en önemli kaynak, teknoloji ve teknolojik değişimlerdir. Öyle bir değişim ki, yazdığı eserler sonrasını gören Jules Verne'nin hayali bile zayıf kalıyor. '80 günde devr-i alem', 'Deniz altında 20 bin fersah' eserlerinin yazarı olan Verne; Fransız Akademi üyesi olmak istediğinde reddedilir. O zamanki şartlarda dünyayı 80 günde dolaşmak bir hayaldi, belki de safsataydı. Ondandır ki akademi reddedilme sebebini açıklarken: "Roman yazmıyor; insanları şaşırtacak yalanlar söylüyor, hayali işlerle uğraşıyor, yazdıkları palavra" diyecektir.
Ne acıdır ki, bugünkü çocuklar bu eserleri okuduğunda da 80 günde dünya mı gezilir diye Verne'nin geri kaldığını söyleyerek Verne'yi alaya alıyorlar. Ne acı bir kader...
İnsan ve teknoloji
21. yüzyılda, değişimin iki unsurundan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, yani en temel aktör insan, diğeri ise teknolojidir. En önemlisi insandır; çünkü insan değişimin bizzat kendisidir. İnsanın düşünsel, fiziksel ve psikolojik alanlardaki değişimi sayesinde teknoloji de değişiyor. Teknolojiyi bulan ve kullanan da insanın kendisidir. Bu nedenle günümüz insanı eleştirel olmalı. Eleştirel akılla ürettiği şeylerde de bilimsel olmalı.
Her şeyin bu kadar hızlı değiştiği, bilgiye ulaşmanın maliyetinin neredeyse sıfır olduğu günümüzde rekabet hızla arttı. Bunun sonucu olarak sürekli değişim içerisinde olan bir dünya karşımıza çıktı. Öyle ki; 1940'ta 500 yıla inen bilgi yenilenmesi, 1980'de 2.5 yıla, 1999'da 6 aya, 2002'de 39 güne, 2007'de 5 güne, 2010'da 2 güne inmiştir.
Örneğin, teknik alanda eğitim gören bir üniversite öğrencisinin öğrendiklerinin yüzde 20'si 3. yıla gelindiğinde geçersiz oluyor. 2010'da en çok rağbet gören birçok meslek dalı 2004'te yoktu. 2004'te var olan mesleklerden bazıları da günümüzde yok. İşte tüm bunların sebebi, bilginin sürekli değişmesi ve bilgiye erişim maliyetinin sıfır olmasıdır.
Y nesli
Peki, bu değişim karşısında nasıl bir nesil yetişiyor, nasıl bir gençlikle karşı karşıyayız, nedir bu yetişen gençliğin temel özellikleri?
Bir 'Y' nesli, kuşağı yetişiyor. Bu neslin en belirgin özelliği ise seksen sonrası dünyaya gelmeleri. Yaklaşık 74 milyon nüfusun yüzde 20'si 80 sonrası, yani 'Y nesli' dediğimiz kuşağı kapsıyor. Gün geçtikçe bu kuşağın 80 öncesi kuşak üzerindeki etkisi de hızla artıyor. Bilgi çağında yetişen 80 sonrası neslin temel özellikleri kendisinden önceki nesle göre farklılaşmıştır. Biz onlardan yaşlıyız; ama onlar bizden oldukça büyükler. Çünkü bizim 15-20 yaşında ulaştığımız bilgiye onlar 5 yaşında ulaşıyor, ulaşmakla kalmıyor, o bilgi dünyasının bir parçası oluyorlar.
Bilgi çağının çocukları;
- Çabuk tüketen, çabuk kızan, çabuk pes eden, hızlı hareket eden
- Bağımsızlığı seven
- Yeniliği takip eden
- Özgürlüğe düşkün
- Hayatlarının merkezinde 'elektronik' aletler olan
- Az konuşan, az dinleyen ve az okuyan özellikler taşıyorlar.
Bu durumda böylesine farklı bir kuşağı yönetmek için 'dijital neslin' özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre stratejiler, programlar, sistemler geliştirmek zorundayız... Bütün dikkatlerini teknolojiye veren, hayatlarının merkezinde teknoloji olan bu nesli yetiştirecek eğitimciler, anne-babalar ve yöneticiler bu değişime ayak uydurmak zorunda.
Nielsen'nin Amerika'da yaptığı araştırmaya göre 13-17 yaş aralığındaki çocuk ve gençlerin günlük mobil internet kullanımı 320 mb'ı buluyor. 2 çocuk arasında ayda ortalama 3.400 sms/mms trafiği yaşanıyor. İnternet Kurulu; 9-16 yaş arası çocuklarının tamamının Facebook kullanıcısı olduğunu belirtiyor.
Çocukların;
- Yüzde 23'ü haftada bir kereden fazla,
- Yüzde 38.4'ü her gün bir kere,
- Yüzde 30'u ise her gün bir kereden fazla internet kullanıyor.
Dijital fırtına kapımızda
Bu kadar teknoloji ile haşır neşir olan bir kuşağı eğitim sistemi içinde tutmanın yolu teknoloji ve teknolojik kaynakları en verimli; en yararlı ve nitelikli bir şekilde kullanmaktan geçer. Bilgi gezgini olan bu bireylerin eğitim sistemi içinde teknolojik donanımla tutulması eğitim sistemimiz için itici dinamik bir güç olacak. Yoksa kontrolsüz güç hepimizi tehdit edecek...
Harward Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Tony Wagner: "Bizler ya 3 özelliği olan bireyler yetiştireceğiz ya da bu bireyleri yetiştirecek ülkelerin vesayeti altına gireceğiz" diyor.
- Eleştirel düşünceye sahip problem çözme yetisi olan, teknolojiyi hayatının bir parçası olarak kullanan bireyler,
- Etkili iletişim becerilerine sahip bireyler,
- Grup ve takım çalışması yapabilen, sosyalleşmiş bireyler.
Unutmayalım ki, olmamız gereken şeyi olduğumuz gibi kalarak başaramayız.
Dijital bir fırtına kapımızda; hazırlıklı olmazsak o fırtına hepimizin sonu olacak...
Üst Kategori: ROOT Kategori: İlköğretim ve Liseler
Hamza Aydoğdu - MEB İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısı - Eğitim Grup Başkanı Bilgi, her dönemde insanoğlunun yaşamında yer aldı; ancak günümüzdeki önemi oldukça fazla. Çünkü içerisinde bulunduğumuz dönemde dünyamız, çevremiz kısacası bildiğimiz birçok şey tahmin edilenden, hatta hayal edilenden daha hızlı bir dönüşümle değişiyor.
Değişimin sebebi ve sonucu olan insanın, varolanı anlamak ve işlemek için 'bilgi'ye olan ihtiyacının her zamankinden çok daha fazla artmış olması. Bu nedenle günümüzde yaşanan hızlı değişim süreci, iletişim ve bilişim teknolojisindeki gelişmeler 'Bilgi Toplumu' olarak adlandırılan toplumsal bir yapılanmayı gerekli kıldı.
Bilgi toplumu kavramı bir toplumun bilgi ile olan ilişkisinin düzeyinin ve niteliğinin gelişmişliğini anlatır. Gelişen teknolojiden yararlanmak toplum içindeki zor ve karmaşık algılanan işleri basit hale getirdi, bireyler arasındaki bilgi alışverişini hızlandırdı. Sonuçta ortaya, öğrenen, öğrendiklerini paylaşan karmaşık bir organizasyonel yapı çıktı. Bilginin sürekli yenilendiği ve üretildiği dünyaya ayak uydurmayanlar varolanla yaşamaya mecbur kaldı...
Yaşadığımız dünyada her gün 10 bin yeni kavram üretiliyor. Dünya'da son 30 yılda üretilen bilgi önceki beş bin yılda üretilen bilgiden daha fazla. 'Yeni Dünya'da maddi varlıklara ve fiziksel sermayeye sahip olmak artık fark oluşturmuyor; fark kurumun ya da kişinin sahip olduğu entelektüel sermaye sayesinde oluyor.
Entellektüel sermayenin en önemli unsuru; nitelikli insandır. Bunu da besleyen en önemli kaynak, teknoloji ve teknolojik değişimlerdir. Öyle bir değişim ki, yazdığı eserler sonrasını gören Jules Verne'nin hayali bile zayıf kalıyor. '80 günde devr-i alem', 'Deniz altında 20 bin fersah' eserlerinin yazarı olan Verne; Fransız Akademi üyesi olmak istediğinde reddedilir. O zamanki şartlarda dünyayı 80 günde dolaşmak bir hayaldi, belki de safsataydı. Ondandır ki akademi reddedilme sebebini açıklarken: "Roman yazmıyor; insanları şaşırtacak yalanlar söylüyor, hayali işlerle uğraşıyor, yazdıkları palavra" diyecektir.
Ne acıdır ki, bugünkü çocuklar bu eserleri okuduğunda da 80 günde dünya mı gezilir diye Verne'nin geri kaldığını söyleyerek Verne'yi alaya alıyorlar. Ne acı bir kader...
İnsan ve teknoloji
21. yüzyılda, değişimin iki unsurundan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, yani en temel aktör insan, diğeri ise teknolojidir. En önemlisi insandır; çünkü insan değişimin bizzat kendisidir. İnsanın düşünsel, fiziksel ve psikolojik alanlardaki değişimi sayesinde teknoloji de değişiyor. Teknolojiyi bulan ve kullanan da insanın kendisidir. Bu nedenle günümüz insanı eleştirel olmalı. Eleştirel akılla ürettiği şeylerde de bilimsel olmalı.
Her şeyin bu kadar hızlı değiştiği, bilgiye ulaşmanın maliyetinin neredeyse sıfır olduğu günümüzde rekabet hızla arttı. Bunun sonucu olarak sürekli değişim içerisinde olan bir dünya karşımıza çıktı. Öyle ki; 1940'ta 500 yıla inen bilgi yenilenmesi, 1980'de 2.5 yıla, 1999'da 6 aya, 2002'de 39 güne, 2007'de 5 güne, 2010'da 2 güne inmiştir.
Örneğin, teknik alanda eğitim gören bir üniversite öğrencisinin öğrendiklerinin yüzde 20'si 3. yıla gelindiğinde geçersiz oluyor. 2010'da en çok rağbet gören birçok meslek dalı 2004'te yoktu. 2004'te var olan mesleklerden bazıları da günümüzde yok. İşte tüm bunların sebebi, bilginin sürekli değişmesi ve bilgiye erişim maliyetinin sıfır olmasıdır.
Y nesli
Peki, bu değişim karşısında nasıl bir nesil yetişiyor, nasıl bir gençlikle karşı karşıyayız, nedir bu yetişen gençliğin temel özellikleri?
Bir 'Y' nesli, kuşağı yetişiyor. Bu neslin en belirgin özelliği ise seksen sonrası dünyaya gelmeleri. Yaklaşık 74 milyon nüfusun yüzde 20'si 80 sonrası, yani 'Y nesli' dediğimiz kuşağı kapsıyor. Gün geçtikçe bu kuşağın 80 öncesi kuşak üzerindeki etkisi de hızla artıyor. Bilgi çağında yetişen 80 sonrası neslin temel özellikleri kendisinden önceki nesle göre farklılaşmıştır. Biz onlardan yaşlıyız; ama onlar bizden oldukça büyükler. Çünkü bizim 15-20 yaşında ulaştığımız bilgiye onlar 5 yaşında ulaşıyor, ulaşmakla kalmıyor, o bilgi dünyasının bir parçası oluyorlar.
Bilgi çağının çocukları;
- Çabuk tüketen, çabuk kızan, çabuk pes eden, hızlı hareket eden
- Bağımsızlığı seven
- Yeniliği takip eden
- Özgürlüğe düşkün
- Hayatlarının merkezinde 'elektronik' aletler olan
- Az konuşan, az dinleyen ve az okuyan özellikler taşıyorlar.
Bu durumda böylesine farklı bir kuşağı yönetmek için 'dijital neslin' özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre stratejiler, programlar, sistemler geliştirmek zorundayız... Bütün dikkatlerini teknolojiye veren, hayatlarının merkezinde teknoloji olan bu nesli yetiştirecek eğitimciler, anne-babalar ve yöneticiler bu değişime ayak uydurmak zorunda.
Nielsen'nin Amerika'da yaptığı araştırmaya göre 13-17 yaş aralığındaki çocuk ve gençlerin günlük mobil internet kullanımı 320 mb'ı buluyor. 2 çocuk arasında ayda ortalama 3.400 sms/mms trafiği yaşanıyor. İnternet Kurulu; 9-16 yaş arası çocuklarının tamamının Facebook kullanıcısı olduğunu belirtiyor.
Çocukların;
- Yüzde 23'ü haftada bir kereden fazla,
- Yüzde 38.4'ü her gün bir kere,
- Yüzde 30'u ise her gün bir kereden fazla internet kullanıyor.
Dijital fırtına kapımızda
Bu kadar teknoloji ile haşır neşir olan bir kuşağı eğitim sistemi içinde tutmanın yolu teknoloji ve teknolojik kaynakları en verimli; en yararlı ve nitelikli bir şekilde kullanmaktan geçer. Bilgi gezgini olan bu bireylerin eğitim sistemi içinde teknolojik donanımla tutulması eğitim sistemimiz için itici dinamik bir güç olacak. Yoksa kontrolsüz güç hepimizi tehdit edecek...
Harward Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Tony Wagner: "Bizler ya 3 özelliği olan bireyler yetiştireceğiz ya da bu bireyleri yetiştirecek ülkelerin vesayeti altına gireceğiz" diyor.
- Eleştirel düşünceye sahip problem çözme yetisi olan, teknolojiyi hayatının bir parçası olarak kullanan bireyler,
- Etkili iletişim becerilerine sahip bireyler,
- Grup ve takım çalışması yapabilen, sosyalleşmiş bireyler.
Unutmayalım ki, olmamız gereken şeyi olduğumuz gibi kalarak başaramayız.
Dijital bir fırtına kapımızda; hazırlıklı olmazsak o fırtına hepimizin sonu olacak...
Son Güncelleme: Çarşamba, 14 Mart 2012 20:30
Gösterim: 2441
İspanya'da öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre sırt ağrılarının ağır okul kitaplarıyla dolu sırt çantalarıyla bağlantılı olduğu ortaya çıktı.Archives of Disease in Childhood sağlık dergisinde yayınlanan rapora göre bir çok öğrencinin sırt çantası aşırı derecede ağır.
1,403 öğrenci üzerinde yapılan araştırmaya göre yoğun sırt ağrıları bu sepepten kaynaklanıyor.
İspanya'da Burela'da Costa ve Palma'da Son Dureta Hastahanelerinde yapılan araştırma sonucunda öğrencilerin, vücut ağırlıklarının yüzde onunu aşan hiç bir şeyi taşımamaları söylendi.
Kuzey İspanya'da 12-17 yaş arası 11 farklı okuldan öğrenciler üzerinde yapılan araştırmada, öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin yüzde on kuralına uymadıkları görüldü.
Sırt çantasının ağırlığının, sırt ağrısı üzerindeki etkileri incelendiğinde ise, kurala uymayan öğrencilerin yılda minimum 15 günü sırt ağrısıyla geçirdikleri saptandı.
Uzmanlar, öğrencileri sırt çantalarının ağırlığına göre dört ayrı gruba ayırdılar.
Sırt çantası ağırlığı en yüksek olan gruptaki öğrencilerin, sırt çantası ağırlığı en az olan öğrencilere oranla yüzde 50 daha çok sırt ağrısı yaşadıkları belirtildi.
Rapora göre sırt ağrısı kız çocuklarında daha çok görülen bir problem.
Bu sağlık sorunu yaşla birlikte daha da artıyor.
Araştırmanın yazar iş hayatında yetişkinlerin fazla kilo taşımasına müsaade edilmezken, çocuklara ağır yükler taşıtıldığını belirtiyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: İlköğretim ve Liseler
İspanya'da öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre sırt ağrılarının ağır okul kitaplarıyla dolu sırt çantalarıyla bağlantılı olduğu ortaya çıktı.Archives of Disease in Childhood sağlık dergisinde yayınlanan rapora göre bir çok öğrencinin sırt çantası aşırı derecede ağır.
1,403 öğrenci üzerinde yapılan araştırmaya göre yoğun sırt ağrıları bu sepepten kaynaklanıyor.
İspanya'da Burela'da Costa ve Palma'da Son Dureta Hastahanelerinde yapılan araştırma sonucunda öğrencilerin, vücut ağırlıklarının yüzde onunu aşan hiç bir şeyi taşımamaları söylendi.
Kuzey İspanya'da 12-17 yaş arası 11 farklı okuldan öğrenciler üzerinde yapılan araştırmada, öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin yüzde on kuralına uymadıkları görüldü.
Sırt çantasının ağırlığının, sırt ağrısı üzerindeki etkileri incelendiğinde ise, kurala uymayan öğrencilerin yılda minimum 15 günü sırt ağrısıyla geçirdikleri saptandı.
Uzmanlar, öğrencileri sırt çantalarının ağırlığına göre dört ayrı gruba ayırdılar.
Sırt çantası ağırlığı en yüksek olan gruptaki öğrencilerin, sırt çantası ağırlığı en az olan öğrencilere oranla yüzde 50 daha çok sırt ağrısı yaşadıkları belirtildi.
Rapora göre sırt ağrısı kız çocuklarında daha çok görülen bir problem.
Bu sağlık sorunu yaşla birlikte daha da artıyor.
Araştırmanın yazar iş hayatında yetişkinlerin fazla kilo taşımasına müsaade edilmezken, çocuklara ağır yükler taşıtıldığını belirtiyor.
Son Güncelleme: Cuma, 16 Mart 2012 15:29
Gösterim: 1762
Dün tahliye edilen gazeteci yazar Nedim Şener, bu sabah eşiyle birlikte kızını okula götürdü.
Şener sabah saatlerinde eşi ve kızı ile Bakırköy’deki evlerinden çıktı. Şener, tahliyesinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlarken ilk iş olarak kızını okula götüreceğini söylemişti. Şener, evinden eşi Vecide ve kızları Defne ile birlikte çıktı.
Kendisini bekleyen gazetecilerle selamlaşan Şener ailesi daha sonra okula gitmek üzere araçlarına yürüdü. Gazetecilere tek tek teşekkür eden ve oldukça mutlu olduğu gözlenen Şener, kızı ve eşiyle birlikte el sallayarak sokaktan ayrıldı.
Üst Kategori: ROOT Kategori: İlköğretim ve Liseler
Dün tahliye edilen gazeteci yazar Nedim Şener, bu sabah eşiyle birlikte kızını okula götürdü.
Şener sabah saatlerinde eşi ve kızı ile Bakırköy’deki evlerinden çıktı. Şener, tahliyesinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlarken ilk iş olarak kızını okula götüreceğini söylemişti. Şener, evinden eşi Vecide ve kızları Defne ile birlikte çıktı.
Kendisini bekleyen gazetecilerle selamlaşan Şener ailesi daha sonra okula gitmek üzere araçlarına yürüdü. Gazetecilere tek tek teşekkür eden ve oldukça mutlu olduğu gözlenen Şener, kızı ve eşiyle birlikte el sallayarak sokaktan ayrıldı.
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 14:09
Gösterim: 2334