banner

Eğitimde ‘ben açtım, ben kapattım’ olmaz!




İrfan Erdoğan ile Soru ve Cevap

Prof. Dr. İrfan Erdoğan’la Soru&Cevap bölümünde bu ay eğitimin en çok tartışılan konularından biri olan öğretmen yetiştirmeyi ve bu kapsamda eğitim fakültelerinin işlevini ele aldık. Prof. Erdoğan, öğretmen yetiştirmenin dışında eğitimde batılılaşma etkisi, öğretmen okullarının kapatılması ve eğitim kurumlarının el değiştirmesi konusunda görüşlerini bizlerle paylaştı.

EĞİTİM FAKÜLTELERİ ENERJİSİNİ KİTABA UYDURMAK İÇİN HARCIYOR

1. Sayın Erdoğan, MEB tarafından Öğretmen Yetiştirme Stratejisi hazırlanıyor. Çok sayıda eğitim fakültesi ve fen edebiyat fakültesine sahibiz ve bu fakülteler uzun yıllardan bu yana eğitim veriyorlar. Türkiye öğretmen yetiştiremiyor mu? Yetiştiremiyorsa bu fakülteler ne işe yarıyor? Bu alanları bitiren her mezun öğretmen midir? Öğretmen nasıl olunur? İyi öğretmen var mıdır?

Sorunuz çelişkilerle dolu bir problem alanına dokunmakta.  Öğretmen olmayla ilgili oldukça fazla tecrübe ve birikimimiz var. Herkesin öğretmen olduğu dönemleri yaşadık. Neyse ki bu geride kaldı ve artık herkes öğretmen olamıyor. Ancak öğretmenleri yetiştiren eğitim fakültelerinde öğretim elemanı olmanın herhangi bir sınırı yok.

Öğretmen yetiştirme denince akla doğal olarak Eğitim fakülteleri gelmekte. Öğretmenliğin adeta yegane kaynağı haline gelmiş olan bu fakültelerin mercek altına alınması gerekir.  Zira öğretmen yetiştirme teorik çerçevesinden koparılıp teknik bir alan haline gelmektedir. İş akışı, performans göstergeleri, kalite standartları vs modeller ve işleyişlerin okulların dokusunu fabrikalara ve atölyelere benzeterek tahrip ettiği yetmiyormuş gibi eğitim fakülteleri de Bologna süreci, öğretmen öz yeterlilikleri, Avrupa Birliği kredi transferi gibi piyasa terimlerini ve kültürünü tasallut eden uygulamalara boyun eğmektedir. Nitekim eğitim fakülteleri enerjisini ağırlıklı olarak sıkça değişen standartlar ve yönetmeliklere göre “kitabına uydurmak” için harcamaktadır. Oysa fakültelerde eğitim öğretimin ve öğretmenliğin felsefesi ve bilimi yapılmalıdır.   

MİLLİ EĞİTİM AKADEMİSİ NE OLDU?

Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde de öğretmen eğitimiyle, temel misyonu öğretmen okullarının sevk ve idaresiyle sınırlı olan bir genel müdürlüğün ilgilenmesi de yeterli olmamalıdır. Bu işe teori ile pratiği birleştirerek ileri düzeyde el atması tasarlanan bir Milli Eğitim Akademisi vardı. Tam bu noktada akla gelebilecek birkaç sorunun cevabını vermek zor olsa gerek. Yasası çıkan ve Başkanı bile atanan o akademiye ne oldu? Öğretmen eğitimi için her türlü imkana ve Türkiye’nin her yerindeki ilgili birimlerini harekete geçirme kapasitesine sahip olan MEB’in bu işi, hiçbir şekilde hesap verebilirliliği olmayan bir takım özel kurumlara havale etmesi ne ölçüde doğru?  Yasalarla kurulan ve çalışan enstitü ve akademilere oldu? 

HER ÖNÜNE GELEN DEĞERLENDİRME YAPMAMALI

Bir başka husus; öğretmen olmaya ve öğretmen yetiştirmeye dair yapılan eleştirilerin lakaytlığı ile ilgili. Öğretmen yetiştirme bilimsel bir alandır. Bu nedenle bilhassa eğitim fakülteleri ile ilgili ulu orta her önüne gelen değerlendirme yapmamalıdır. Eleştiriler ve değerlendirmeler özeleştiri mahiyetinde içeriden yapılmalı ve hesap verebilirliği olan belirli bir çerçeve temelinde olmalıdır.

YÖK ve EĞİTİMCİLER

Dikkat çekilebilecek bir husus da şudur: YÖK’de uzun süre başkan vekilliği görevlerinden birisi öğretmen yetiştirme alanını temsil eden bir akademisyen uzmanlar tarafından yürütüldü.  Mehmet Ali Kısakürek, Barboros Günçer, Bener Cordan, İsa Eşme gibi Eğitim Fakültesi hocaları YÖK Başkan vekili olarak görev yaptılar.  Bu teamüle iki dönemdir uyulmamaktadır. Bu durumun öğretmen yetiştirmeye dair yaşanan perspektif problemine ve rol karmaşasına çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzdendir ki, tezsiz yüksek lisans kaldırıldı ve yerine bir model konamadı. Ardından fen edebiyat fakültelerine pedagojik formasyon programı kondu, ancak Danıştay iptal etti. Yine aynı dönemde pedagojik formasyon kurslarının konması, kaldırılması ve tekrar konması gibi çelişkili adımlar atıldı.

AMERİKANVARİ KAVRAMSALLAŞTIMALAR TUTMAZ!

2. MEB’in YÖK ile de işbirliği içinde hazırladığı Öğretmen Yetiştirme Strateji Belgesi’nde Pedagojik formasyon yerine “Teknolojik Pedagojik Alan Bilgisi” kavramının geliştirileceği ifade ediliyor. Bu kavrama dair ne düşünüyorsunuz?

Pedagojik Formasyon Programı kavramı bugün ortaya çıkmış bir kavram değil ki kolayca bir kelime ilave edilerek değiştirilebilsin… Teknolojik Pedagojik Alan Bilgisi adıyla yapılan kavramsallaştırma son derece yersiz, anlamsız, yanlış, hatta zararlıdır. Eğitim öğretim, öğrenme ve öğretmenlikle ilgili herhangi bir ehliyeti olmayan kişilerin son yıllarda sergiledikleri uydurmacılık ve yüzeysellik anlaşılabilir ama bu belgeyi hazırlayan birim ve mercilere böyle bir kavramsallaştırma yapmak yakışmamıştır. Bu zorlamaya hiç gerek yoktur. Nasıl ki 1998’lerde formasyon derslerinin adlarında ve içeriklerinde yapılan Amerikanvari değişiklikler tutmayıp tekrar ana mecraya dönülmek zorunda kalındıysa Teknolojik Pedagojik Alan Bilgisi diye bir kavram da tutmaz.

FEN EDEBİYAT MEZUNLARI ÖĞRETMEN OLMASINDA SAKINCA YOK!  

Aynı Strateji Belgesinde ortaöğretim öğretmenlerinin fen edebiyat fakültelerinde yetiştirileceği ifade edilmektedir. Bu doğru mu sizce?

Eğitim fakülteleri yaklaşık on beş yıldır öğretmen yetiştirmeyi tekeline almış ve ayrıcalıklı bir konum elde etmiş durumdadır. Fakültecilik taassubuna gerek yok. Ortaöğretimde görev yapacak öğretmenlerin fen edebiyat fakültelerinde yetişmesinde her hangi bir sakınca görmüyorum. Kısa sürede gerekli hazırlıklar yapılır, ilgili bölümler açılır ve düşünce hayata geçirilebilir. Böyle bir süreç aslında uzun zamandır odağı ve ekseni kaymış olan eğitim fakültelerini de arıtır ve hatta geliştirir.  Aslında mezun olunan lisans programı açısından öğretmen olma kaynağının yelpazesi daha da genişletilebilir.

ÖĞRETMEN OKULLARI MİSYONUNU TAMAMLADI  

3. Aynı şekilde Anadolu Öğretmen Liselerinin kapatılması gündeme geldi. 165 yıllık bir tarihi olduğu söylenen bu liselerin kapatılması doğru mudur? Bu okullarının misyonu nedir? Kapatılmak istenmeleri misyonlarının bittiğini mi göstermektedir? Bu okullar bir geleneği temsil ederler mi? Eğitimde gelenek haline gelen kurumlar neyi ifade eder?

Bugünkü Anadolu Öğretmen Liseleri 1848 yılından buyana kurulan o meşhur öğretmen okulları değildir. Öğretmen okulları, aslında mezunlarının öğretmen olma haklarının 1970’li yıllarda ellerinden alınmasından sonra misyonlarını tamamladı. Özellikle son yıllar için bu okullarda öğrenim görmenin öğretmenlik için yarattığı manidar bir farklılığın olmadığını söylemek mümkündür. Bu gerçeği görmek ve yetmişli yıllardan sonra açılan öğretmen liselerini kesinlikle kapatmak, daha doğrusu liselere dönüştürmek gerekir. Tarihsel geçmişi açısından belli bir kimliği olan okullar açık kalabilir ve kalmalıdır da. Zira Edirne’den Karsa, Samsun’dan Diyarbakır’a, Çanakkale’den Van’a kadar uzanmış illerimizde vaktiyle açılmış olan ve köklü hatırası olan öğretmen okullarının temsil ettiği gelenek önemlidir ve yaşatılmalıdır.   

EĞİTİMDE “AÇTIM KAPATTIM” OLMAZ!

4. Sayın Erdoğan, eğitim sektöründe uzun zamandan bu yana okulların el değiştirdiğini gözlemliyoruz. Zincir okullar hedef ve planlamalarına uygun okulları İstanbul’da olsun, Anadolu kentlerinde olsun bünyelerine katarak büyümektedirler. Sizce eğitim kurumunun sahibi olur mu? Başarılı ya da başarısız, okulların el değiştirmesini etik bir çerçevesi var mıdır?

TTK Başkanı iken sizin “zincir okullar”, benim de “mc okullaşma dönemi” olarak tanımladığım bir sürecin yaşanacağına hatırlarsanız yine bu dergide dikkat çekmiştik.  Aradan altı yedi yıl geçtikten sonra işte şimdi, o dönem yaşanıyor. O zaman böyle bir süreci eğitimin özgün renklerinin kaybolmasına yol açar diye sakıncalı bulmuştum. Buna rağmen bugün için zincir okullar gerçeği ile yüzleşmek ve bu süreci yararlı kılmak gerekir diye düşünüyorum.  Yaşanan eğitim adına enerjik bir varoluştur ve hareketliliktir.

Devlet olsun özel kişi ve kurum olsun fark etmez eğitimi kim sunarsa sunsun; eğitim sunmanın “kamusal” bir iş olduğu kabul edilmelidir. Özel kişi ve kurum üstlendiği eğitim işletmeciliği ve liderliği görevini kamusal bir sorumluluk içinde deruhte etmelidir. Eğitim ile ilgili inisiyatif alan kişi ve kurum, işlettiği okulu market açıp kapatmak gibi kolayca açıp kapayamamalıdır. Bu bağlamda sektör, sıkça referans verdiği özel okulculuğun geliştiği ülkeleri tekrar incelemeli ve gördüklerinden hareketle Türkiye’de onlarca yıl sonra yaygınlaşmaya henüz başlayan özel okulculukla ilgili yasal çerçevelerin oluşmasına katkı sağlamalıdır. Zaman zaman yaşanan “Açtımsa ben açtım, aynı şekilde istediğim zaman da ben kapatırım.” kabilinden bir anlayış terk edilmelidir. Eğitim özel okulda da olsa kamusallığı temel alarak sunulur ve bu paralelde değerler yerleşirse el değiştirme, alma, satma gibi kelimeler özel okulcuğun lügatında yer bulamaz.  Özel okulculuk için şimdiye kadar ileri sürülen yaygınlaşma hedefli talepler geride kalmalı bunun yerine felsefi, daha ahlaki ve insani talepler üretilmelidir ve bu doğrultuda teamüller oluşturulmalı, çerçeveler geliştirilmelidir. 

KAMPUS FRENKÇE, KÜLLİYE ARAPÇA, PEKİ BUNUN TÜRKÇESİ YOK MU?     

5. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı eğitimde Abdülhamit’ten bu yana batının izinde olduğumuzu söylüyor. Eğitimde batının izinde olmak ne demek? Eğitimde bir modernleşme tarihinden söz etmek mümkün mü? Eğitimde modernleşmeyi batıdan kopyacılık ya da taklitçilik olarak mı düşünmeliyiz? Bu çerçevede TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in kampus yerine külliye denmesini önermesini nasıl değerlendirmeliyiz?

Doğrudur, bizim yönümüz hep Batıya doğru olmuştur. Orta Asya’dan başlayan yolculuğun istikameti de Batı’dır hep...  Eğitimde de yönümüz hep Batı’ya dönük olmuştur. Önceleri Almanya’ya, sonra Fransa’ya ve diğer Avrupa ülkelerine ve 1950’lerden sonra da ABD’ne öğrenciler gönderdik ve o ülkeleri örnek aldık. Ancak Ahilik, Enderun okulları ve Köy Enstitüleri gibi kendimize özgü karizmatik kurumlara da sahip olduk. Eğitim adına Batı ile kurduğumuz etkileşimler için diyebilirim ki Cumhuriyetin ilk yıllarında Avrupa’daki okullar çok sistemli bir şekilde incelendi ve bu paralelde “milli” bir eğitim sistemi yaratılmaya çalışıldı. Bakan Mustafa Necati’nin bizzat kendisi, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, İsmail Hakkı Tonguç, Selim Sırrı Tarcan ve daha birçok ünlü eğitimci aylarca süren incelemeler yaptı.  Bu hassasiyetin ve özenin 1950’lerden sonra aynı ölçüde gösterilebildiğini söylemek zor. Sayın Meclis Başkanımız kampus yerine külliye denmesini önermiş. Bir hikaye aklıma geldi. Deveye sormuşlar, yokuşu mu seversin, inişi mi diye. O da “Bu yolun düzü yok mu hiç?” demiş. Kampus Frenkçe, külliye Arapça, peki bunu Türkçesi yok mu?       

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.