Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün, öğretmenlerin yaşadığı sıkıntıları anlatmak için iyi bir fırsat olduğu görüşünde
24 Kasım’ı öğretmenlerin problemlerini anlatmak adına bir fırsat olarak değerlendirdiklerini söyleyen Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün sisteme dolayısıyla öğretmenlerimize olumsuzluk olarak yansıyor” dedi.
24 Kasım: Öğretmenlerin problemlerini anlatmak için bir fırsat tarihi
Ülkemizdeki eğitim sisteminin değerlendirilmesini 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’tan istedik. Öğretmenlerin sorunlarının çok yoğun olduğunu ve sıralamanın mümkün olmayacağını belirten Koncuk, Sendika olarak sundukları çözüm önerileri hakkında bizleri bilgilendirdi.
Ülkemiz 2012-2013 eğitim-öğretim yılını 4+4+4 sistemi ile karşıladı. Büyük tartışmalara rağmen kabul edilen sistemin getireceği sorunlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?
4+4+4 sistemi büyük tartışmalara ve karşı çıkışlara rağmen kabul edilerek, yeni eğitim-öğretim yılında uygulanmaya başlandı. Bu sistem eğitimin ihtiyaçları düşünülmeden, ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla hareket edilerek, konunun muhataplarının görüşleri alınmadan ihdas edildi. Bu sistem birçok açıdan arazlı. En önemli sorunlardan birisi okula başlama yaşının öne çekilmesi. Farklı yaş gruplarını, farklı fiziki ve zihinsel gelişimdeki çocukları aynı dersliklere yerleştirmek, onların aynı anda öğrenmesini beklemek kadar garabet bir uygulama olamaz. Bu konudaki tüm karşı çıkışlarımız görmezden gelinmiş, inatçı bir tutum sergilenmiştir. Okula başlama yaşının öne çekilmesi sınıf mevcutlarını artırırken, ilkokul birinci sınıflarda yığılma oluşturdu. Ülkemizde derslik açığı zaten büyük bir sorun iken, okullarda fiziki imkanlar yetersiz iken, yeni sistemle birlikte bu sorunların daha da artması eğitim-öğretimi baltaladı.
SINIF ÖĞRETMENLERİNE BÜYÜK YIKIM
4+4+4 sistemi sınıf öğretmenleri için tam bir yıkım oldu. On binlerce sınıf öğretmeni norm kadro fazlası oldu. Büyük bir kısmı alan değiştirmek zorunda kaldı. Oysa sendikamız bu yasa ilk gündeme geldiği andan itibaren sınıf öğretmenlerinin yüzde 20’sinin norm kadro fazlası olacağını dile getirmişti. Hatta bu olumsuzluğu öngördüğümüz için sistemin 1+5+3+4 şeklinde olmasını istemiştik. Bakanlık ise ısrarla bir tane bile sınıf öğretmeninin mağdur olmayacağını söyleyerek, 5. sınıflara da sınıf öğretmenlerinin gireceğini iddia etmişti. Hükümete yakın sendika da bu konuda Bakanlığı desteklemişti. Bugün gelinen noktada sendikamızın ne kadar haklı olduğu görülüyor. Keşke biz haklı çıkmasaydık. Diğer yandan sınıf öğretmenleri norm kadro fazlası olurken, branş öğretmeni ihtiyacı da arttı. Alan değiştirmek zorunda kalan sınıf öğretmenleri ise büyük bir bocalama yaşıyor. Yıllardır sınıf öğretmenliği yapan öğretmenlerin birden bire alan değiştirip, matematik, teknoloji ve tasarım ya da zihinsel engelliler öğretmeni olması ne kadar doğru? Yıllardır sınıf öğretmenliği yaptığı için yan alanlarına tam anlamıyla hakim olamayan öğretmenler şu anda çok mutsuz. Kısacası bu sistem faydadan çok zarar getirdi, eğitimi bilinmezliğe sürükledi.
Eğitim sistemimizin ve öğretmenlerimizin öncelikli sorunları sizce neler?
Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün sisteme olumsuzluk olarak yansıyor. Öğretmen ve derslik açığı, okullarımızdaki teknik ve fiziki alt yapı imkanların yetersizliği, atama bekleyen öğretmenlerin dramı, öğretmenlerin itibarsızlaştırılması, okullarda yaşanan güvenlik sorunu, norm kadro fazlası olan sınıf öğretmenlerinin durumu, özür grubu tayinlerinin yapılamaması, öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının yaşadığı maddi sıkıntılar, eğitim çalışanlarının özlük ve sosyal haklarının gün geçtikçe tırpanlanması gibi daha sayabileceğimiz onlar mesele, eğitim hayatımızın önemli sorunlarından. Dile getirdiğimiz ve daha ifade edemediğimiz düzinelerce problemin her birisi de eğitim sistemimiz için ehemmiyet arz eden meseleler.
Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?
MEB’in verilerine göre İstanbul’un genelinde orta öğretimde öğretmen başına 16 öğrenci düştüğü söylenirken, örneğin Sayın Başbakanın Kasımpaşa’sında 85 kişilik sınıf mevcudu olan liselerin varlığını biliyoruz. Ya da aynı İstanbul’da binlerce ücretli öğretmenin okullarımızda görevlendirildiğini de çok iyi biliyoruz. Bırakın kırsal bölgeleri, büyük metropollerimizin büyük çoğunluğunda dahi öğretmenlerimiz 30-35 kişilik sınıf mevcutlarını gördüklerinde şükrediyorlar. Ülkemizde halen binlerce okulumuzda birleştirilmiş sınıf uygulaması devam ediyor. Daha da ötesi bu ülkenin Başbakanı bile 120 bin öğretmen ihtiyacından bahsediyor. Hal böyleyken sayılarla oynayarak ülkemizin gerçeklerini olduğundan farklı göstermek doğru değil.
YÖK SİYASİ İRADENİN BİR UZANTISI
Türk Eğitim Sen’in öğretmenler adına devletten beklentileri neler?
Ülkemizde öğretmen maaşları yıllık 11 bin 800 dolar ile 13 bin 800 dolar arasında değişiyor. Bu gerçeklere rağmen ülkeyi yönetenler öğretmenlerin az çalışıp, çok maş aldığını iddia ediyor. Öğretmenler ile diğer meslek gruplarını karşı karşıya getirme çabası da dikkatimizden kaçmıyor. Oysa bu ülkenin öğretmenleri ne az çalışıyor, ne de çok para kazanıyor. Öğretmenlerin ek ödemelerine bile artış yapılmadı, öğretmen maaşları en düşük memur maaşı seviyesine geriledi. Hal böyleyken sendikamızın öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının maddi, özlük ve sosyal hakları noktasındaki mücadelesi dün ve bugün olduğu gibi yarın da devam edecek. Bu noktada Türk Eğitim-Sen, olarak her türlü eylemi meşru görüyoruz.
Yeni yükseköğretim yasa tasarısı konusunda sendika olarak önerileriniz neler?
Eğitim-Sen olarak, YÖK’ün şimdiki yapısı ve yetkileriyle özerk ve demokratik üniversite oluşumunun önünde bir engel olduğunu, siyasi iradenin YÖK üzerinden üniversiteleri kontrol ve yönlendirme amacını güttüğünü iddia ediyoruz. Böylesi bir yüksek öğrenim organizasyonu, 21. yüzyıl Türkiye’sine hem hiç yakışmıyor hem de ülkemizin ilerlemesi önünde tıkaç oluyor.
TERÖRE KARŞI ÖĞRETMENLERİMİZ KORUNMALI
Maalesef son günlerde terör yine öğretmenlerimizi hedef aldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
PKK özellikle son aylarda eğitimi hedef alıyor. Okulları yakıyor, öğretmenleri kaçırıyor, öğrencilerin eğitim almasına engel olmaya çalışıyor. Terörün eğitim-öğretim hizmetlerini aksatmak, öğretmenleri, eğitim çalışanlarını yıldırarak korkutmak, onları bölgeden uzaklaştırmak, bölgedeki çocukların eğitim-öğretim almasını engellemek için yaptığı bu tür eylemler tedbir alınmadığı takdirde son bulmayacak. PKK her geçen gün eylemlerinin şiddetini ve dozunu artırıyor. Devletimiz ivedilikle öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının kaçırılmasına karşı tedbir almalı, onların can güvenliğini sağlamalı, okullara yapılan saldırıları engellemeli.
KARŞIYIZ ÇÜNKÜ….
Türk Eğitim- Sen’in 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili değerlendirme raporundan bölümler:
• Zorunlu eğitimin 8 yıldan, 12 yıla çıkarılması olumlu bir gelişmedir. Ancak, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması yeterli değildir. Zorunlu eğitim okul öncesi ile birlikte 13 yıl olmalıdır. Yasa teklifinde fiziki alt yapının yetersiz olması gerekçesiyle okul öncesinin kapsam dışı bırakılması büyük bir hatadır.
• Türk Eğitim-Sen olarak, zorunlu eğitimin kesintili olmasına karşı değiliz. Ancak bu model 4+4+4 şeklinde değil; 1+5+3+4 şeklinde olmalıdır. Çünkü; 4+4+4 şeklindeki model 50 bin sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürecektir. Öğretmen ihtiyacının bulunmadığı illerde bu öğretmenlerin istihdamın edilmesi büyük sorun olacaktır.
• Kesintili eğitim öğrencilerin mesleki ve teknik eğitime yönlendirilmesi açısından olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü ülkemizde mesleki eğitime gereken önem verilmemekte, mesleki eğitim son sıralarda yer almaktadır. Öğrencilerin mesleki anlamda istediği okula gidebilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak ilköğretim 4’üncü sınıftan sonra öğrencilerin eğitimlerine açık öğretim yoluyla devam edebilmesine yönelik bir düzenleme yapılmasını doğru bulmuyoruz.
• Bu düzenleme kız öğrencileri okula gitmesi önünde büyük bir engel olacaktır. Bilindiği gibi bazı bölgelerde aileler çocuklarını okula göndermemek için elinden geleni yapmaktadır. Çocuklarını okutmak yerine tarlada çalıştırmak ya da evlendirmek onlar için en büyük seçenektir. Bu durumda kız çocuklarının okula gönderilmesi için bugüne kadar yapılan kampanyaların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Çocuk gelinlerin sayısı hızla artacak, çocuk işçiliği dolaylı olarak meşru zemine kavuşacaktır.
• Diğer yandan eğitim-öğretim okulda yapılır. Eğitim öğretimi sadece ders kitaplarından ibaret görmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Öğrencilerin okul havasını soluması, arkadaşları ile birlikte olması, eğitimini yüz yüze ve öğretmenlerinin gözetiminde sürdürmesi, sosyalleşebileceği bir ortama sahip olması gibi unsurlarla birlikte eğitim öğretimi değerlendirmek gereklidir.
EĞİTİMTERCİHİ
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM Dosyası
Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün, öğretmenlerin yaşadığı sıkıntıları anlatmak için iyi bir fırsat olduğu görüşünde
24 Kasım’ı öğretmenlerin problemlerini anlatmak adına bir fırsat olarak değerlendirdiklerini söyleyen Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün sisteme dolayısıyla öğretmenlerimize olumsuzluk olarak yansıyor” dedi.
24 Kasım: Öğretmenlerin problemlerini anlatmak için bir fırsat tarihi
Ülkemizdeki eğitim sisteminin değerlendirilmesini 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’tan istedik. Öğretmenlerin sorunlarının çok yoğun olduğunu ve sıralamanın mümkün olmayacağını belirten Koncuk, Sendika olarak sundukları çözüm önerileri hakkında bizleri bilgilendirdi.
Ülkemiz 2012-2013 eğitim-öğretim yılını 4+4+4 sistemi ile karşıladı. Büyük tartışmalara rağmen kabul edilen sistemin getireceği sorunlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?
4+4+4 sistemi büyük tartışmalara ve karşı çıkışlara rağmen kabul edilerek, yeni eğitim-öğretim yılında uygulanmaya başlandı. Bu sistem eğitimin ihtiyaçları düşünülmeden, ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla hareket edilerek, konunun muhataplarının görüşleri alınmadan ihdas edildi. Bu sistem birçok açıdan arazlı. En önemli sorunlardan birisi okula başlama yaşının öne çekilmesi. Farklı yaş gruplarını, farklı fiziki ve zihinsel gelişimdeki çocukları aynı dersliklere yerleştirmek, onların aynı anda öğrenmesini beklemek kadar garabet bir uygulama olamaz. Bu konudaki tüm karşı çıkışlarımız görmezden gelinmiş, inatçı bir tutum sergilenmiştir. Okula başlama yaşının öne çekilmesi sınıf mevcutlarını artırırken, ilkokul birinci sınıflarda yığılma oluşturdu. Ülkemizde derslik açığı zaten büyük bir sorun iken, okullarda fiziki imkanlar yetersiz iken, yeni sistemle birlikte bu sorunların daha da artması eğitim-öğretimi baltaladı.
SINIF ÖĞRETMENLERİNE BÜYÜK YIKIM
4+4+4 sistemi sınıf öğretmenleri için tam bir yıkım oldu. On binlerce sınıf öğretmeni norm kadro fazlası oldu. Büyük bir kısmı alan değiştirmek zorunda kaldı. Oysa sendikamız bu yasa ilk gündeme geldiği andan itibaren sınıf öğretmenlerinin yüzde 20’sinin norm kadro fazlası olacağını dile getirmişti. Hatta bu olumsuzluğu öngördüğümüz için sistemin 1+5+3+4 şeklinde olmasını istemiştik. Bakanlık ise ısrarla bir tane bile sınıf öğretmeninin mağdur olmayacağını söyleyerek, 5. sınıflara da sınıf öğretmenlerinin gireceğini iddia etmişti. Hükümete yakın sendika da bu konuda Bakanlığı desteklemişti. Bugün gelinen noktada sendikamızın ne kadar haklı olduğu görülüyor. Keşke biz haklı çıkmasaydık. Diğer yandan sınıf öğretmenleri norm kadro fazlası olurken, branş öğretmeni ihtiyacı da arttı. Alan değiştirmek zorunda kalan sınıf öğretmenleri ise büyük bir bocalama yaşıyor. Yıllardır sınıf öğretmenliği yapan öğretmenlerin birden bire alan değiştirip, matematik, teknoloji ve tasarım ya da zihinsel engelliler öğretmeni olması ne kadar doğru? Yıllardır sınıf öğretmenliği yaptığı için yan alanlarına tam anlamıyla hakim olamayan öğretmenler şu anda çok mutsuz. Kısacası bu sistem faydadan çok zarar getirdi, eğitimi bilinmezliğe sürükledi.
Eğitim sistemimizin ve öğretmenlerimizin öncelikli sorunları sizce neler?
Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün sisteme olumsuzluk olarak yansıyor. Öğretmen ve derslik açığı, okullarımızdaki teknik ve fiziki alt yapı imkanların yetersizliği, atama bekleyen öğretmenlerin dramı, öğretmenlerin itibarsızlaştırılması, okullarda yaşanan güvenlik sorunu, norm kadro fazlası olan sınıf öğretmenlerinin durumu, özür grubu tayinlerinin yapılamaması, öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının yaşadığı maddi sıkıntılar, eğitim çalışanlarının özlük ve sosyal haklarının gün geçtikçe tırpanlanması gibi daha sayabileceğimiz onlar mesele, eğitim hayatımızın önemli sorunlarından. Dile getirdiğimiz ve daha ifade edemediğimiz düzinelerce problemin her birisi de eğitim sistemimiz için ehemmiyet arz eden meseleler.
Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?
MEB’in verilerine göre İstanbul’un genelinde orta öğretimde öğretmen başına 16 öğrenci düştüğü söylenirken, örneğin Sayın Başbakanın Kasımpaşa’sında 85 kişilik sınıf mevcudu olan liselerin varlığını biliyoruz. Ya da aynı İstanbul’da binlerce ücretli öğretmenin okullarımızda görevlendirildiğini de çok iyi biliyoruz. Bırakın kırsal bölgeleri, büyük metropollerimizin büyük çoğunluğunda dahi öğretmenlerimiz 30-35 kişilik sınıf mevcutlarını gördüklerinde şükrediyorlar. Ülkemizde halen binlerce okulumuzda birleştirilmiş sınıf uygulaması devam ediyor. Daha da ötesi bu ülkenin Başbakanı bile 120 bin öğretmen ihtiyacından bahsediyor. Hal böyleyken sayılarla oynayarak ülkemizin gerçeklerini olduğundan farklı göstermek doğru değil.
YÖK SİYASİ İRADENİN BİR UZANTISI
Türk Eğitim Sen’in öğretmenler adına devletten beklentileri neler?
Ülkemizde öğretmen maaşları yıllık 11 bin 800 dolar ile 13 bin 800 dolar arasında değişiyor. Bu gerçeklere rağmen ülkeyi yönetenler öğretmenlerin az çalışıp, çok maş aldığını iddia ediyor. Öğretmenler ile diğer meslek gruplarını karşı karşıya getirme çabası da dikkatimizden kaçmıyor. Oysa bu ülkenin öğretmenleri ne az çalışıyor, ne de çok para kazanıyor. Öğretmenlerin ek ödemelerine bile artış yapılmadı, öğretmen maaşları en düşük memur maaşı seviyesine geriledi. Hal böyleyken sendikamızın öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının maddi, özlük ve sosyal hakları noktasındaki mücadelesi dün ve bugün olduğu gibi yarın da devam edecek. Bu noktada Türk Eğitim-Sen, olarak her türlü eylemi meşru görüyoruz.
Yeni yükseköğretim yasa tasarısı konusunda sendika olarak önerileriniz neler?
Eğitim-Sen olarak, YÖK’ün şimdiki yapısı ve yetkileriyle özerk ve demokratik üniversite oluşumunun önünde bir engel olduğunu, siyasi iradenin YÖK üzerinden üniversiteleri kontrol ve yönlendirme amacını güttüğünü iddia ediyoruz. Böylesi bir yüksek öğrenim organizasyonu, 21. yüzyıl Türkiye’sine hem hiç yakışmıyor hem de ülkemizin ilerlemesi önünde tıkaç oluyor.
TERÖRE KARŞI ÖĞRETMENLERİMİZ KORUNMALI
Maalesef son günlerde terör yine öğretmenlerimizi hedef aldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
PKK özellikle son aylarda eğitimi hedef alıyor. Okulları yakıyor, öğretmenleri kaçırıyor, öğrencilerin eğitim almasına engel olmaya çalışıyor. Terörün eğitim-öğretim hizmetlerini aksatmak, öğretmenleri, eğitim çalışanlarını yıldırarak korkutmak, onları bölgeden uzaklaştırmak, bölgedeki çocukların eğitim-öğretim almasını engellemek için yaptığı bu tür eylemler tedbir alınmadığı takdirde son bulmayacak. PKK her geçen gün eylemlerinin şiddetini ve dozunu artırıyor. Devletimiz ivedilikle öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının kaçırılmasına karşı tedbir almalı, onların can güvenliğini sağlamalı, okullara yapılan saldırıları engellemeli.
KARŞIYIZ ÇÜNKÜ….
Türk Eğitim- Sen’in 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili değerlendirme raporundan bölümler:
• Zorunlu eğitimin 8 yıldan, 12 yıla çıkarılması olumlu bir gelişmedir. Ancak, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması yeterli değildir. Zorunlu eğitim okul öncesi ile birlikte 13 yıl olmalıdır. Yasa teklifinde fiziki alt yapının yetersiz olması gerekçesiyle okul öncesinin kapsam dışı bırakılması büyük bir hatadır.
• Türk Eğitim-Sen olarak, zorunlu eğitimin kesintili olmasına karşı değiliz. Ancak bu model 4+4+4 şeklinde değil; 1+5+3+4 şeklinde olmalıdır. Çünkü; 4+4+4 şeklindeki model 50 bin sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürecektir. Öğretmen ihtiyacının bulunmadığı illerde bu öğretmenlerin istihdamın edilmesi büyük sorun olacaktır.
• Kesintili eğitim öğrencilerin mesleki ve teknik eğitime yönlendirilmesi açısından olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü ülkemizde mesleki eğitime gereken önem verilmemekte, mesleki eğitim son sıralarda yer almaktadır. Öğrencilerin mesleki anlamda istediği okula gidebilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak ilköğretim 4’üncü sınıftan sonra öğrencilerin eğitimlerine açık öğretim yoluyla devam edebilmesine yönelik bir düzenleme yapılmasını doğru bulmuyoruz.
• Bu düzenleme kız öğrencileri okula gitmesi önünde büyük bir engel olacaktır. Bilindiği gibi bazı bölgelerde aileler çocuklarını okula göndermemek için elinden geleni yapmaktadır. Çocuklarını okutmak yerine tarlada çalıştırmak ya da evlendirmek onlar için en büyük seçenektir. Bu durumda kız çocuklarının okula gönderilmesi için bugüne kadar yapılan kampanyaların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Çocuk gelinlerin sayısı hızla artacak, çocuk işçiliği dolaylı olarak meşru zemine kavuşacaktır.
• Diğer yandan eğitim-öğretim okulda yapılır. Eğitim öğretimi sadece ders kitaplarından ibaret görmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Öğrencilerin okul havasını soluması, arkadaşları ile birlikte olması, eğitimini yüz yüze ve öğretmenlerinin gözetiminde sürdürmesi, sosyalleşebileceği bir ortama sahip olması gibi unsurlarla birlikte eğitim öğretimi değerlendirmek gereklidir.
EĞİTİMTERCİHİ
Son Güncelleme: Cuma, 16 Kasım 2012 09:26
Gösterim: 2831
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamama kararı aldı
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor” dedi.
24 Kasım Öğretmenler Günü yaklaşıyor. Bu sayımızda eğitimi ve eğitim sorunlarını sendikalarla konuşalım istedik. Öğrendiğimiz kadarıyla Eğitim-Bir-Sen 24 Kasım’ı kutlamayacak. Öncelikle sendikanın neden böyle bir karar aldığını Genel Başkan Ahmet Gündoğdu’ya sorduk.
Eğitim-Bir-Sen’li öğretmenlerimiz niye kendi günlerini kutlamayacaklar?
Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine bu kararı aldık. 2012 Yılı Toplu Sözleşme süreci sonrası Haziran ayında Kızılcahamam’da yaptığımız 23. Başkanlar Kurulu toplantısının sonuç bildirgesinde, “Öğretmenlik mesleğinin ekonomik ve mesleki itibarını hedef alan yaklaşımlar bertaraf edilmediği sürece 24 Kasım Öğretmenler Günü etkinlikleri yapılmamalı ve hiç kimse kutlama mesajı yayınlamamalıdır” kararımızı açıklamıştık. Kararımızdan bugüne kadar geçen zaman zarfında mağduriyetin giderilmesine yönelik somut gelişme olmadı. Kararımız hala geçerli. Eğitim-Bir-Sen teşkilatı olarak aldığımız karar gereği, 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği ve öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırıldığı bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor. Çünkü öğretmenlerin mağduriyeti ve sorunları devam ediyor.
TEMEL SORUN ÖĞRETMENE BAKIŞ SORUNU
Peki, öğretmenlerin öncelikli sorunları neler diye sorsak…
Önceki yıllarda bu soruyu sormuş olsaydınız, ilk sırada ekonomik sorunlar diyebilirdim ancak son dönemde öğretmen için ilk sorun öğretmene bakış sorunu. Eğitim sistemini anlamlı kılan baş aktör öğretmen. Öğretmene bakışta baş aşağı iniyoruz. Öğretmene bakışta sorun var. Öğretmen, Bakan ve Bakanlık tarafından ‘çalışmıyor’ gösteriliyor. Yöneticiler, suç işlemeye meyilli gösteriliyor. Öğretmen, Bakanı tarafından sürekli örselenirken, bu yaklaşım birilerine cesaret veriyor; öğretmen, veliler ve öğrenci yakınlarının hatta bazen de öğrencilerin şiddetine maruz kalıyor. Dolayısıyla öğretmenlik mesleği her geçen gün itibarsızlaştırılıyor. Bu, öğretmene zarar verdiği gibi, ülkenin geleceğinin inşasını da dinamitliyor. Bunun dışında sıralayabileceğimiz sorunlar ise ekonomik sorunlar, aile bütünlüğünün sağlanamaması, motivasyonun düşürülmesi, OECD ortalamasının üzerinde sınıf mevcutlarında hizmet sunmak zorunda olması.
Ülkemizde Bakanlık verilerine göre geçtiğimiz yıl resmi kurumlarda 710 bin öğretmenin görev yaptığı biliniyor. Halen bunların ne kadarı sözleşmeli?
Sendikamız sayesinde sözleşmeli öğretmen kalmadı. Hatırlanacağı üzere, 2006 yılından sözleşmelilerin kadroya geçirildiği 2011 yılına kadar, “Bütün öğretmenler kadrolu olmalıdır” diyerek sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi mücadelesini yürüttük. ‘70 bin sözleşmeli için 70 bin dilekçe’ kampanyası düzenledik. 18. Milli Eğitim Şurası kararlarına ‘sözleşmeliye kadro’ talebimizin girmesini sağladık. Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığımız Kurum İdari Kurulu Ekim 2009 Çalışma Raporu’nda, “Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin çalışmaların sonuçlandırılması” kararını aldırdık. 29 Mart 2011’de “Sözler tutulsun, kadro verilsin” diyerek eylem kararı aldık ve gerçekleştirdik. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığımız görüşmelerde konuyu gündeme getirerek, ‘kadro’ talebimizi yineledik. Başbakan Erdoğan’ın, 16 Nisan 2011 tarihinde yapılan Memur-Sen 4. Olağan Genel Kurulu’nda ‘müjdeyi vermesi’ ve sözleşmelilere kadro sağlayan Kanun Hükmünde Kararname’nin 4 Haziran 2011’de Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla mücadelemiz amacına ulaşmış ve sadece öğretmenler değil, 200 bin sözleşmeli kadroya geçirildi. Ağırlıklı olarak belediyelerde olmak üzere bazı sözleşmeliler kaldı. Bu konunun da peşini bırakmayarak, yaptığımız ısrarlı çalışmalar onlar içinde müjdeyi getirdi.
SAYEMİZDE SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN KALMADI
Bir yandan öğretmen açığı yaşanırken, diğer yandan ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları gündemden düşmüyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Şu anda ülkemizde yaklaşık 250 bin eğitim fakültesi mezunu bulunuyor. Bu durum, Türkiye’de mezun ve istihdamı konusunda sorun olduğunu gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı öğretmen ihtiyacı ise 120 bin civarında. Öyleyse ihtiyaç analizi düzgün yapılamamıştır diyebiliriz. Şu an 120 bin ihtiyaç varsa, 130 bin öğretmen adayı açıkta kalıyor demektir. Bu açığın oluşmasının sebebi ise, bölümlerin kontenjanları belirlenirken ihtiyaçların göz önünde bulundurulmaması, kontenjanların arz talep ölçüsü içerisinde bir plana bağlı olmadan yapılması. Bu durum şimdiye kadar YÖK ve Bakanlık arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandı. Şu an Bakanlık YÖK’le koordineli olarak çalışmaya başladı. İhtiyaç duyduğu bölümleri ve sayıyı YÖK’le paylaşarak önümüzdeki dönemde oluşacak yığılmaların da önüne geçmeyi hedefledi. Doğrusu da bu.
250 bin mezun atama bekliyor ve 120 bin ihtiyaç var deniliyor. Geri kalan 130 binin atanma problemi sizce nasıl çözülür?
Şu an için ihtiyaç olan 120 bin öğretmen sayısının dışındaki istihdam bekleyen öğretmenlerin atanma problemi; 4+4+4 eğitim sisteminin altyapısının hızlı bir şekilde tamamlanması ile çözülebilecek. 4+4+4 yeni eğitim sistemi ile örgün eğitimdeki öğrenci sayısı artmakla birlikte, okulların sistemin özüne uygun olarak ilkokul, ortaokul ve lise şeklinde müstakil binalara ayrılması amacıyla yapılacak yeni okul binaları ile sınıf mevcutları OECD ortalamasına yaklaşacak ve bu da yeni istihdama kapı aralayacak. Kalabalık sınıflardan kurtulduğumuzda, yani yeni derslik inşa edilip altyapı oluşturulduğunda, ihtiyaç 130 binden de fazla olabilecek.
YÖK tarafından hazırlanan yeni yükseköğretim yasa taslağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda sendika olarak önerileriniz neler?
Ana hatlarıyla değinecek olursak, yönetsel süreçlerde katılımcılığı esas alan, paydaşların varlığını kabul eden, bilimsel ve akademik özgürlük içeren, üreten üniversiteler istiyoruz. Sendika olarak YÖK’ün yeniden yapılandırılmasına çok önem veriyoruz. Bu doğrultuda daha önce yürüttüğümüz birçok çalışmaya ilaveten yasa taslağı için iki büyük çalıştay düzenledik ve konuyla ilgili birçok akademisyen ve eğitimciyle birlikte YÖK yasa taslağı üzerine çok yönlü çalışma yürüttük. Bu çalışmalardan çıkan sonucu yakın zamanda hem YÖK’le hem de kamuoyuyla paylaşmış olacağız.
OECD ülkelerinde öğretmenlerin yıllık çalışma saatleri 1.652 saat, ülkemizde ise 1.840. Üstelik ücretler de çok daha az. Bu konuda sendika olarak ne tür çalışmalarınız ve beklentileriniz var?
Öğretmenlerimiz şimdiye kadar fazla çalışma saatlerinden hiçbir zaman şikayet etmemiştir. OECD ülkelerinde çalışma saatleri 1.625 saat iken, ülkemizde 1.840 saate kadar çıkıyor. Buna rağmen öğretmenlerimiz ‘az çalışıyor’ gösterilip, halk nazarında zor duruma düşürülüyor. Bu, öğretmenlere karşı yapılan haksızlıktır, ekonomik açıdan değerlendirecek olursak. “Eşit işe eşit ücret” kapsamında 666 sayılı KHK ile farklı kurumlarda aynı unvanda çalışan kamu personelinin ücretlerinde ek ödeme oranları üzerinden eşitleme yapılırken, öğretmen ve öğretim elemanlarının ücretlerinde iyileştirme yapılmaması ve öğretmenlerin kamuda en düşük maaş alan ikinci personel seviyesine düşürülmesi nedeniyle, öğretmen ve öğretim elemanları KHK mağduru haline getirilmiştir. Ayrıca ele geçen ücretlerin bir kısmı da emeklilikte herhangi bir işe yaramamaktadır. Emekliliği kâbusa çeviren bu yanlışlar düzeltilmelidir apotheke-zag.de.
‘Eşit işe eşit ücret’ ilkesi kapsamında kurum içi ücret dengesi dikkate alınarak Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerde çalışan şube müdürü, şef, memur ve hizmetlilerin Maliye Bakanlığı başta olmak üzere diğer kamu kurumlarında çalışan emsalleri ile ücretlerinin eşitlenmesi için yıllarca verdiğimiz mücadele sonucunda çalışma arkadaşlarımızdan bir kısmının mağduriyetinin düzeltilmiş olması umut verici ama öğretmen ve öğretim elemanlarının unutulmuş olması üzüntü verici.
Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?
Geçen yıl öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 20, ortaöğretimde 16; derslik başına ise ilköğretimde 30, ortaöğretimde 31 öğrenci düşmekteydi. Bu rakamlar İstanbul ve Doğu’da 40-45’lere kadar çıkıyor. Bu yıl 4+4+4 yeni eğitim sistemiyle lisenin zorunlu hale getirilmesi, okula başlama yaşının düşürülmesi ve yeni öğretmen atamalarının yapılması gibi nedenlerden dolayı ortaya net bir rakam çıkmış değil. Ama bu rakamların az da olsa arttığını söyleyebiliriz. Geçen yılki rakamlar üzerinden değerlendirme yapacak olursak, OECD ortalaması bakımından ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 21, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ise 16. Ortaöğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı da 14. Türkiye’de bu rakamlar homojen değil. Yani doğu illerinde ve bazı büyükşehirlerde bu rakamlar daha da fazla. Derslik ve öğretmen sayısı her geçen yıl artmasına rağmen henüz istenilen rakamları yakalamış değiliz.
DEĞİŞİMLERDE DİP DALGA ÖNEMLİ
Birleştirilmiş sınıf uygulaması ülkemizde özellikle hangi coğrafyada uygulanıyor?
Taşımalı eğitim imkânının olmadığı yerleşim birimlerinde ilkokullarda uygulanıyor. Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri ağırlıklı. İmkânsızlıklarla boğuşan okul sayısına gelince; okulların finansman sorunu çözülmediği müddetçe bu durum devam edecek gibi gözüküyor. Üstüne üstlük, bir de bu durumu anlamayan Bakanlık ve siyasilerin okul yönetimlerini örseleyen yaklaşımları geldikçe, konu daha da karmaşık hale geliyor. Biz yıllardır okul yönetimlerinin tahsildar konumundan çıkarılmasını haykırıyoruz. Okul yöneticileri okulların fiziki problemlerini çözmek için veliden bağış talep etmekten, yardımcı hizmetlisi, memuru, güvenlikçisi olmayan okula ücretli personel çalıştırmak için kaynak bulmaya çalışmaktan eğitim liderliği yapmaya vakit bulamıyor. Bu sorun bir an önce çözülmeli.
Sendika olarak devletten beklentileriniz neler?
Devlet, geleneksel anlayışından bir an önce vazgeçmeli, demokratik kültürün gereği olarak yönetimde katılımcılığı içselleştirmeli, paydaşların görüşlerini almayı alışkanlık haline getirmeli. “Her şeyi ben bilirim, yetki bende, ben karar veririm” yaklaşımı artık tarih oluyor. Toplu Sözleşme Hakkı ile yeni bir dönem başladı. Kamu İşveren Heyeti ile kamu çalışanlarının temsilcileri eşit şartlarda masaya karşılıklı oturuyor, uzlaştıkları ve imza altına aldıkları kararlar direkt uygulanacak yasal yaptırım niteliği taşıyor. Yasalar yeni anlayışa göre şekillenirken, bürokratik oligarşi de yavaş yavaş etkisini kaybediyor. Kısacası, devletin milletinden milletin devletine geçiyoruz. Bir buna hemen uyum sağlayanlar, bir de gecikmeli olarak mecburen aynı noktaya gelenler var. Direnç noktaları zamanla kayboluyor. Sendikalar sayesinde katılımcı demokratik iklim her geçen gün yaygınlaşıyor.
Değişimler kendiliğinden olmuyor. Her değişimin arkasında zorlayan sebepler var. Değişimlerde dip dalga önemli. Dip dalgayı oluşturanlar örgütlü olanlardır. Ülkemizde son yıllarda demokratikleşme adına atılan adımlarda genellikle itici güç Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’dir. Demokrasinin korku tünelinden çıkması için elimizi taşın altına koymuş bir kurumuz. Ben buradan, örgütsüz olan kamu çalışanlarının, Rahmetli Erdem Bayazıt’ın “Büyüyen elimin üstüne koy elini/Gelen zamanı haber veriyorum” dizelerindeki gibi, ellerini ellerimizin üzerine koymasını bekliyorum. Bu sohbeti yapmamıza vesile olduğunuz için sizlere de ayrıca teşekkür ediyorum.
İç spot: “Devlet, 666 sayılı KHK ile mesleki açıdan emsali olmayan öğretmenlere ‘sizin emsalinizi bulamadığım için ek ödeme veremedim’ diyor. Bu durum çok inandırıcı değil. Kamudaki bazı çalışanların ek ödeme oranları olumlu yönde düzenlenirken, Maliye’nin refleksleri ağır basmışa benziyor. Eğer gelir dağılımında adaletten söz ediyorsak, öğretmen ve öğretim elemanları adaletsizlikle karşı karşıyadır. Sendika olarak, 2012 Yılı Toplu Sözleşme görüşmelerinde bu konuyu olmazsa olmazımız yaptık.”
4+4+4 SİSTEMİNİN ÖNERİSİ BİZE AİT
4+4+4 yeni eğitim sisteminin önerisinin bize ait olduğu doğru. 28 Şubat’ta MGK kararları ile dayatılan 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi bu ülkeye çok şey kaybettirdi. Değerlerimiz ile problemleri olanlar, İmam Hatip’ler başta olmak üzere tüm meslek liselerine alerjileri yüzünden ülkenin geleceği ile oynadı. 8 yıllık kesintisiz dayatması suyu tersine akıtma projesiydi ve bütün direnmelere rağmen darbecilerin zoruyla hayata geçirildi. Ama tartışmalar 15 yıl boyunca devam etti. 18. Milli Eğitim Şurası’nda sendika olarak 1+4+4+4 şeklinde ilk bir ve son dört isteğe bağlı olmak üzere teklifte bulunduk ve Milli Eğitim’in en üst istişare, yani danışma kurulu olan Şura’da karar alındı. 4+4+4’te ilk 4 okula ve topluma uyum, ikinci 4 sistemli bilgi, üçüncü dört ise yüksek öğretime ve hayata hazırlık şeklinde kurgulandı. Bu sistemin özü, bu üç bölümün de müstakil binalarda verilmesi. Ülkemizdeki altyapı problemlerinin giderilmesi yönünde mevcut hükümetin ürettiği derslik sayısı ve yaptığı yeni okul sayısı gelecekten ümitvar olmayı gerektiriyor. Hükümet, 10 yılda yaptığı derslik sayısını, yeni bir proje ve kampanya dahilinde birkaç yılda yapmak isterse başarabilir. Yeni eğitim sistemi, 8 yıllık kesintisiz dayatması ile kıyaslanamayacak derecede pedagojik ve bilimsel. Dikkat ederseniz, tartışmalar sistemin ruhu ile ilgili değil, Milli Eğitim Bakanı ve bakanlık bürokrasisinin işçilik hataları ile alakalı.
EĞİTİMTERCİHİ
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM Dosyası
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamama kararı aldı
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor” dedi.
24 Kasım Öğretmenler Günü yaklaşıyor. Bu sayımızda eğitimi ve eğitim sorunlarını sendikalarla konuşalım istedik. Öğrendiğimiz kadarıyla Eğitim-Bir-Sen 24 Kasım’ı kutlamayacak. Öncelikle sendikanın neden böyle bir karar aldığını Genel Başkan Ahmet Gündoğdu’ya sorduk.
Eğitim-Bir-Sen’li öğretmenlerimiz niye kendi günlerini kutlamayacaklar?
Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine bu kararı aldık. 2012 Yılı Toplu Sözleşme süreci sonrası Haziran ayında Kızılcahamam’da yaptığımız 23. Başkanlar Kurulu toplantısının sonuç bildirgesinde, “Öğretmenlik mesleğinin ekonomik ve mesleki itibarını hedef alan yaklaşımlar bertaraf edilmediği sürece 24 Kasım Öğretmenler Günü etkinlikleri yapılmamalı ve hiç kimse kutlama mesajı yayınlamamalıdır” kararımızı açıklamıştık. Kararımızdan bugüne kadar geçen zaman zarfında mağduriyetin giderilmesine yönelik somut gelişme olmadı. Kararımız hala geçerli. Eğitim-Bir-Sen teşkilatı olarak aldığımız karar gereği, 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği ve öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırıldığı bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor. Çünkü öğretmenlerin mağduriyeti ve sorunları devam ediyor.
TEMEL SORUN ÖĞRETMENE BAKIŞ SORUNU
Peki, öğretmenlerin öncelikli sorunları neler diye sorsak…
Önceki yıllarda bu soruyu sormuş olsaydınız, ilk sırada ekonomik sorunlar diyebilirdim ancak son dönemde öğretmen için ilk sorun öğretmene bakış sorunu. Eğitim sistemini anlamlı kılan baş aktör öğretmen. Öğretmene bakışta baş aşağı iniyoruz. Öğretmene bakışta sorun var. Öğretmen, Bakan ve Bakanlık tarafından ‘çalışmıyor’ gösteriliyor. Yöneticiler, suç işlemeye meyilli gösteriliyor. Öğretmen, Bakanı tarafından sürekli örselenirken, bu yaklaşım birilerine cesaret veriyor; öğretmen, veliler ve öğrenci yakınlarının hatta bazen de öğrencilerin şiddetine maruz kalıyor. Dolayısıyla öğretmenlik mesleği her geçen gün itibarsızlaştırılıyor. Bu, öğretmene zarar verdiği gibi, ülkenin geleceğinin inşasını da dinamitliyor. Bunun dışında sıralayabileceğimiz sorunlar ise ekonomik sorunlar, aile bütünlüğünün sağlanamaması, motivasyonun düşürülmesi, OECD ortalamasının üzerinde sınıf mevcutlarında hizmet sunmak zorunda olması.
Ülkemizde Bakanlık verilerine göre geçtiğimiz yıl resmi kurumlarda 710 bin öğretmenin görev yaptığı biliniyor. Halen bunların ne kadarı sözleşmeli?
Sendikamız sayesinde sözleşmeli öğretmen kalmadı. Hatırlanacağı üzere, 2006 yılından sözleşmelilerin kadroya geçirildiği 2011 yılına kadar, “Bütün öğretmenler kadrolu olmalıdır” diyerek sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi mücadelesini yürüttük. ‘70 bin sözleşmeli için 70 bin dilekçe’ kampanyası düzenledik. 18. Milli Eğitim Şurası kararlarına ‘sözleşmeliye kadro’ talebimizin girmesini sağladık. Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığımız Kurum İdari Kurulu Ekim 2009 Çalışma Raporu’nda, “Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin çalışmaların sonuçlandırılması” kararını aldırdık. 29 Mart 2011’de “Sözler tutulsun, kadro verilsin” diyerek eylem kararı aldık ve gerçekleştirdik. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığımız görüşmelerde konuyu gündeme getirerek, ‘kadro’ talebimizi yineledik. Başbakan Erdoğan’ın, 16 Nisan 2011 tarihinde yapılan Memur-Sen 4. Olağan Genel Kurulu’nda ‘müjdeyi vermesi’ ve sözleşmelilere kadro sağlayan Kanun Hükmünde Kararname’nin 4 Haziran 2011’de Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla mücadelemiz amacına ulaşmış ve sadece öğretmenler değil, 200 bin sözleşmeli kadroya geçirildi. Ağırlıklı olarak belediyelerde olmak üzere bazı sözleşmeliler kaldı. Bu konunun da peşini bırakmayarak, yaptığımız ısrarlı çalışmalar onlar içinde müjdeyi getirdi.
SAYEMİZDE SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN KALMADI
Bir yandan öğretmen açığı yaşanırken, diğer yandan ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları gündemden düşmüyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Şu anda ülkemizde yaklaşık 250 bin eğitim fakültesi mezunu bulunuyor. Bu durum, Türkiye’de mezun ve istihdamı konusunda sorun olduğunu gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı öğretmen ihtiyacı ise 120 bin civarında. Öyleyse ihtiyaç analizi düzgün yapılamamıştır diyebiliriz. Şu an 120 bin ihtiyaç varsa, 130 bin öğretmen adayı açıkta kalıyor demektir. Bu açığın oluşmasının sebebi ise, bölümlerin kontenjanları belirlenirken ihtiyaçların göz önünde bulundurulmaması, kontenjanların arz talep ölçüsü içerisinde bir plana bağlı olmadan yapılması. Bu durum şimdiye kadar YÖK ve Bakanlık arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandı. Şu an Bakanlık YÖK’le koordineli olarak çalışmaya başladı. İhtiyaç duyduğu bölümleri ve sayıyı YÖK’le paylaşarak önümüzdeki dönemde oluşacak yığılmaların da önüne geçmeyi hedefledi. Doğrusu da bu.
250 bin mezun atama bekliyor ve 120 bin ihtiyaç var deniliyor. Geri kalan 130 binin atanma problemi sizce nasıl çözülür?
Şu an için ihtiyaç olan 120 bin öğretmen sayısının dışındaki istihdam bekleyen öğretmenlerin atanma problemi; 4+4+4 eğitim sisteminin altyapısının hızlı bir şekilde tamamlanması ile çözülebilecek. 4+4+4 yeni eğitim sistemi ile örgün eğitimdeki öğrenci sayısı artmakla birlikte, okulların sistemin özüne uygun olarak ilkokul, ortaokul ve lise şeklinde müstakil binalara ayrılması amacıyla yapılacak yeni okul binaları ile sınıf mevcutları OECD ortalamasına yaklaşacak ve bu da yeni istihdama kapı aralayacak. Kalabalık sınıflardan kurtulduğumuzda, yani yeni derslik inşa edilip altyapı oluşturulduğunda, ihtiyaç 130 binden de fazla olabilecek.
YÖK tarafından hazırlanan yeni yükseköğretim yasa taslağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda sendika olarak önerileriniz neler?
Ana hatlarıyla değinecek olursak, yönetsel süreçlerde katılımcılığı esas alan, paydaşların varlığını kabul eden, bilimsel ve akademik özgürlük içeren, üreten üniversiteler istiyoruz. Sendika olarak YÖK’ün yeniden yapılandırılmasına çok önem veriyoruz. Bu doğrultuda daha önce yürüttüğümüz birçok çalışmaya ilaveten yasa taslağı için iki büyük çalıştay düzenledik ve konuyla ilgili birçok akademisyen ve eğitimciyle birlikte YÖK yasa taslağı üzerine çok yönlü çalışma yürüttük. Bu çalışmalardan çıkan sonucu yakın zamanda hem YÖK’le hem de kamuoyuyla paylaşmış olacağız.
OECD ülkelerinde öğretmenlerin yıllık çalışma saatleri 1.652 saat, ülkemizde ise 1.840. Üstelik ücretler de çok daha az. Bu konuda sendika olarak ne tür çalışmalarınız ve beklentileriniz var?
Öğretmenlerimiz şimdiye kadar fazla çalışma saatlerinden hiçbir zaman şikayet etmemiştir. OECD ülkelerinde çalışma saatleri 1.625 saat iken, ülkemizde 1.840 saate kadar çıkıyor. Buna rağmen öğretmenlerimiz ‘az çalışıyor’ gösterilip, halk nazarında zor duruma düşürülüyor. Bu, öğretmenlere karşı yapılan haksızlıktır, ekonomik açıdan değerlendirecek olursak. “Eşit işe eşit ücret” kapsamında 666 sayılı KHK ile farklı kurumlarda aynı unvanda çalışan kamu personelinin ücretlerinde ek ödeme oranları üzerinden eşitleme yapılırken, öğretmen ve öğretim elemanlarının ücretlerinde iyileştirme yapılmaması ve öğretmenlerin kamuda en düşük maaş alan ikinci personel seviyesine düşürülmesi nedeniyle, öğretmen ve öğretim elemanları KHK mağduru haline getirilmiştir. Ayrıca ele geçen ücretlerin bir kısmı da emeklilikte herhangi bir işe yaramamaktadır. Emekliliği kâbusa çeviren bu yanlışlar düzeltilmelidir apotheke-zag.de.
‘Eşit işe eşit ücret’ ilkesi kapsamında kurum içi ücret dengesi dikkate alınarak Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerde çalışan şube müdürü, şef, memur ve hizmetlilerin Maliye Bakanlığı başta olmak üzere diğer kamu kurumlarında çalışan emsalleri ile ücretlerinin eşitlenmesi için yıllarca verdiğimiz mücadele sonucunda çalışma arkadaşlarımızdan bir kısmının mağduriyetinin düzeltilmiş olması umut verici ama öğretmen ve öğretim elemanlarının unutulmuş olması üzüntü verici.
Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?
Geçen yıl öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 20, ortaöğretimde 16; derslik başına ise ilköğretimde 30, ortaöğretimde 31 öğrenci düşmekteydi. Bu rakamlar İstanbul ve Doğu’da 40-45’lere kadar çıkıyor. Bu yıl 4+4+4 yeni eğitim sistemiyle lisenin zorunlu hale getirilmesi, okula başlama yaşının düşürülmesi ve yeni öğretmen atamalarının yapılması gibi nedenlerden dolayı ortaya net bir rakam çıkmış değil. Ama bu rakamların az da olsa arttığını söyleyebiliriz. Geçen yılki rakamlar üzerinden değerlendirme yapacak olursak, OECD ortalaması bakımından ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 21, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ise 16. Ortaöğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı da 14. Türkiye’de bu rakamlar homojen değil. Yani doğu illerinde ve bazı büyükşehirlerde bu rakamlar daha da fazla. Derslik ve öğretmen sayısı her geçen yıl artmasına rağmen henüz istenilen rakamları yakalamış değiliz.
DEĞİŞİMLERDE DİP DALGA ÖNEMLİ
Birleştirilmiş sınıf uygulaması ülkemizde özellikle hangi coğrafyada uygulanıyor?
Taşımalı eğitim imkânının olmadığı yerleşim birimlerinde ilkokullarda uygulanıyor. Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri ağırlıklı. İmkânsızlıklarla boğuşan okul sayısına gelince; okulların finansman sorunu çözülmediği müddetçe bu durum devam edecek gibi gözüküyor. Üstüne üstlük, bir de bu durumu anlamayan Bakanlık ve siyasilerin okul yönetimlerini örseleyen yaklaşımları geldikçe, konu daha da karmaşık hale geliyor. Biz yıllardır okul yönetimlerinin tahsildar konumundan çıkarılmasını haykırıyoruz. Okul yöneticileri okulların fiziki problemlerini çözmek için veliden bağış talep etmekten, yardımcı hizmetlisi, memuru, güvenlikçisi olmayan okula ücretli personel çalıştırmak için kaynak bulmaya çalışmaktan eğitim liderliği yapmaya vakit bulamıyor. Bu sorun bir an önce çözülmeli.
Sendika olarak devletten beklentileriniz neler?
Devlet, geleneksel anlayışından bir an önce vazgeçmeli, demokratik kültürün gereği olarak yönetimde katılımcılığı içselleştirmeli, paydaşların görüşlerini almayı alışkanlık haline getirmeli. “Her şeyi ben bilirim, yetki bende, ben karar veririm” yaklaşımı artık tarih oluyor. Toplu Sözleşme Hakkı ile yeni bir dönem başladı. Kamu İşveren Heyeti ile kamu çalışanlarının temsilcileri eşit şartlarda masaya karşılıklı oturuyor, uzlaştıkları ve imza altına aldıkları kararlar direkt uygulanacak yasal yaptırım niteliği taşıyor. Yasalar yeni anlayışa göre şekillenirken, bürokratik oligarşi de yavaş yavaş etkisini kaybediyor. Kısacası, devletin milletinden milletin devletine geçiyoruz. Bir buna hemen uyum sağlayanlar, bir de gecikmeli olarak mecburen aynı noktaya gelenler var. Direnç noktaları zamanla kayboluyor. Sendikalar sayesinde katılımcı demokratik iklim her geçen gün yaygınlaşıyor.
Değişimler kendiliğinden olmuyor. Her değişimin arkasında zorlayan sebepler var. Değişimlerde dip dalga önemli. Dip dalgayı oluşturanlar örgütlü olanlardır. Ülkemizde son yıllarda demokratikleşme adına atılan adımlarda genellikle itici güç Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’dir. Demokrasinin korku tünelinden çıkması için elimizi taşın altına koymuş bir kurumuz. Ben buradan, örgütsüz olan kamu çalışanlarının, Rahmetli Erdem Bayazıt’ın “Büyüyen elimin üstüne koy elini/Gelen zamanı haber veriyorum” dizelerindeki gibi, ellerini ellerimizin üzerine koymasını bekliyorum. Bu sohbeti yapmamıza vesile olduğunuz için sizlere de ayrıca teşekkür ediyorum.
İç spot: “Devlet, 666 sayılı KHK ile mesleki açıdan emsali olmayan öğretmenlere ‘sizin emsalinizi bulamadığım için ek ödeme veremedim’ diyor. Bu durum çok inandırıcı değil. Kamudaki bazı çalışanların ek ödeme oranları olumlu yönde düzenlenirken, Maliye’nin refleksleri ağır basmışa benziyor. Eğer gelir dağılımında adaletten söz ediyorsak, öğretmen ve öğretim elemanları adaletsizlikle karşı karşıyadır. Sendika olarak, 2012 Yılı Toplu Sözleşme görüşmelerinde bu konuyu olmazsa olmazımız yaptık.”
4+4+4 SİSTEMİNİN ÖNERİSİ BİZE AİT
4+4+4 yeni eğitim sisteminin önerisinin bize ait olduğu doğru. 28 Şubat’ta MGK kararları ile dayatılan 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi bu ülkeye çok şey kaybettirdi. Değerlerimiz ile problemleri olanlar, İmam Hatip’ler başta olmak üzere tüm meslek liselerine alerjileri yüzünden ülkenin geleceği ile oynadı. 8 yıllık kesintisiz dayatması suyu tersine akıtma projesiydi ve bütün direnmelere rağmen darbecilerin zoruyla hayata geçirildi. Ama tartışmalar 15 yıl boyunca devam etti. 18. Milli Eğitim Şurası’nda sendika olarak 1+4+4+4 şeklinde ilk bir ve son dört isteğe bağlı olmak üzere teklifte bulunduk ve Milli Eğitim’in en üst istişare, yani danışma kurulu olan Şura’da karar alındı. 4+4+4’te ilk 4 okula ve topluma uyum, ikinci 4 sistemli bilgi, üçüncü dört ise yüksek öğretime ve hayata hazırlık şeklinde kurgulandı. Bu sistemin özü, bu üç bölümün de müstakil binalarda verilmesi. Ülkemizdeki altyapı problemlerinin giderilmesi yönünde mevcut hükümetin ürettiği derslik sayısı ve yaptığı yeni okul sayısı gelecekten ümitvar olmayı gerektiriyor. Hükümet, 10 yılda yaptığı derslik sayısını, yeni bir proje ve kampanya dahilinde birkaç yılda yapmak isterse başarabilir. Yeni eğitim sistemi, 8 yıllık kesintisiz dayatması ile kıyaslanamayacak derecede pedagojik ve bilimsel. Dikkat ederseniz, tartışmalar sistemin ruhu ile ilgili değil, Milli Eğitim Bakanı ve bakanlık bürokrasisinin işçilik hataları ile alakalı.
EĞİTİMTERCİHİ
Son Güncelleme: Perşembe, 15 Kasım 2012 12:01
Gösterim: 3470
FATİH Projesi’nin yaşama geçirilmesiyle birlikte eğitim yayıncılığında dijital içerik bazında önemli çalışmalar yapıldığını söyleyen YAYFED Başkanı Bayram Murat, “Bu sayede Türk yayıncılar dünyaya örnek olacak, sıçrama yapacaklar” diyor.
Yayıncılık sektörünün iki önemli meslek birliği olan Basım Yayın Meslek Birliği ve Yayıncılar Meslek Birliği tarafından kurulan Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED), Türkiye’deki yayıncıların haklarını koruyan ve gelişmelerini sağlayan en önemli kuruluşlardan biri. Fatih Projesi ve eğitimde yapılan diğer değişiklerle birlikte, önemi her geçen gün artan eğitim yayıncılığı alanında da başarılı çalışmalar yapan ve destekler veren YAYFED’in Başkanı Bayram Murat, bu alanda çalışan herkesin müfredat hakkında bilgi sahibi olması gerektiğinin altını çiziyor. Dijital yayıncılık içeriklerinin geliştirilmesi kapsamında TÜBİTAK ve Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak çalışmalar yürüttüklerini de belirten Murat, öte yandan korsanla olan mücadelelerinde de emniyet ile dirsek temasında bulunduklarının altını çiziyor.
Eğitim yayıncılığı nedir? Diğer yayınlardan temel olarak ne farkı vardır?
Eğitim yayıncılığı, öğrencilerimizin ihtiyacı olan bilgiye en kısa yoldan ulaşmasını sağlayan yayıncılık alanıdır. Yani öğrencilerimizin günlük olarak dersleriyle uyumlu olan ve öğretmenlerimizin de beklentilerine cevap verebilecek şekilde hazırlanan yayınlar, eğitim yayıncılığının sahasına girer. Eğitim Yayıncılığı, sınıf ve branş bazında uzmanlık gerektiren bir iştir ve profesyonel olmayı gerektirir. Sadece ticari amaç için yapılamaz. Hedef kitlesindeki çocukların başarılarına katkı sağlamak için en kısa yoldan bilgileri sunacak şekilde hazırlanır. Eğitim yayınları hazırlanırken, grafikerinden yazarına ve dağıtım ekibine kadar ilgili müfredat programına hâkim olmak gerekir. Zira hazırladığınız çalışmalar çok yönlü olarak çocuğun işine yararsa satın alır, aksi takdirde başarılı olamazsınız. Eğitim yayıncılığı sadece temel ders kitaplarından ibaret değildir. Temel ders kitaplarının yanında soru bankaları, test kitapları gibi konuları pekiştirici kitaplar da mevcuttur. Eğitim yayıncıları, eğitim politikaları doğrultusunda şekil alır. Onun için Milli Eğitim Bakanlığı’nın her türlü çalışmasını dikkatle takip ederler.
Eğitim yayıncılığı kapsamında, ders kitapları dışında neler basılıyor? Edebiyat yayıncılığı da eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir mi?
Edebiyat yayıncılığı, eğitim yayıncılığı gibi direk bilgi paylaşımına göre hazırlanmayan ve eğitim yönü ikinci planda olan kitaplardır. Fakat eğitimin çok önemli bir parçası olduğu için, eğitim yayıncıları aynı zamanda edebiyat yayıncılarıdır. Zira onlar için oldukça dinamik, okuyan, satın alan dev bir 15 milyonluk öğrenci kitlesi mevcut. Edebiyat kitapları, hem görsel hem de içerik olarak estetik kaygı güderler. Edebiyat yayıncılığı, dolaylı yönden eğitime bilgi verme amacında olması nedeniyle eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir.
Z-KİTAP MALİYETLERİ YÜKSEK
Türkiye’de eğitim yayıncılığının geldiği nokta hakkında neler söyleyebilirsiniz? Dijital yayıncılık, eğitim yayıncılığına neler katıyor?
Ülkemizde eğitim yayıncılığı, basılı kitaplar olarak da gelişmiş durumda. Basılı kitap alanında güncel müfredatı ve öğrencilerimizin istifade edebileceği bilgileri, görsel ve içerik olarak oldukça etkileyici şekilde sunan yayınevlerimiz var. Fakat dijital yayıncılık, gelişmiş ülkelerde yüzde 10 civarındayken, ülkemizde henüz yüzde 1 seviyelerinde bile değil. FATİH Projesi’nde tabletlerin dağıtılmasından sonra yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretmeye başladılar. Dijital yayıncılıkta görsel ve animasyon desteğinin de bulunması, öğrencilerimizin öğrenmesini ve algılamasını kolaylaştırıyor.
Bu alanda FATİH Projesi kapsamında nasıl yatırımlar yapılıyor?
Yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretiyorlar. Bu bağlamda birçok yayınevi, e-pub formatında içerik üretimi yaparken, sınırlı sayıda yayınevi de z-kitap içeriklerinin üretimlerini yapıyor. Çünkü z-kitap üretimi maliyet olarak pahalı. Bunun yanında kitap hazırlayan ekibin, bilgi ve tecrübe olarak hem basılı kitap formatına hem de dijital kitap üretimine hâkim olmasını gerek. Özetle, ülkemizde hem e-pub, hem z-kitap, hem de öğretmenlerin ihtiyacı olan dijital içeriklerin üretimleri yapılıyor.
EĞİTİM YAYINLARI, TOPLAM PAZARIN YÜZDE 50’Sİ
İçerik geliştirilmesine yönelik olarak ne tür çalışmalar yapılıyor?
FATİH Projesi kapsamında, okul öncesinden 12’nci sınıfa kadar içeriklerin geliştirilmesiyle ilgili çalışmalar yapılıyor. Bu bağlamda konu anlatımlı ders kitaplarının z-kitap versiyonları hazırlanıyor. MEB, TÜBİTAK ve Yayıncılar Federasyonu’nun birlikte çalışmaları oluyor. Her bir çalışma, bizi daha ileriye götürüyor. Kanaatimce Fatih Projesi, yayıncılar arasından dünyaya model olarak çok başarılı yayıncıların çıkmasına kapı açacak. Bu proje ile yayıncılar ciddi sıçrama yapacaklar.
Türkiye’deki eğitim yayıncılığı, toplam kitap pazarının yüzde kaçını oluşturuyor? Devlet, bunun ne kadarını üstleniyor?
Devlet, okullara ülkemizde üretilen toplam kitaplar kadar ücretsiz kitap dağıtıyor. Bir o kadar, yani yaklaşık 300 milyon kadar da kültür ve eğitim yayıncıları kitap üretiyorlar. Bu rakamlar, son derece güzel rakamlar. İnternetten okumaların ciddi artmasına rağmen kitap satışlarında düşüş olmadığı gibi, hem adet bazlı hem de konu başlığı olarak ülkemizde kitap sayısı sürekli artıyor. Ders kitapları niteliğinde olan edebi eserleri de dikkate aldığımızda, ders/yardımcı kaynak kitaplar, toplam kitap pazarının yüzde 50’sini oluşturuyor.
KORSAN, BÜYÜK SORUN
Eğitim yayıncılığında da “korsan” problemi var mı? Bunu aşmak için neler yapılıyor?
Eğitim yayıncılığında, özellikle fotokopi olarak yayınların çoğaltılması ve merdiven altı diye tabir edilen matbaa ve üretim yerlerinde ar-ge masraflarına girmeden, telif ödemeden, herhangi bir yayınevinin kitabını alıp çoğaltmak suretiyle korsan tabir edilen problemler karşımıza sıkça çıkıyor. Bunu aşmak için emniyet birimleriyle koordineli olarak korsanla mücadele çalışmaları yürütülüyor. Emniyetin, bu konuda son yıllarda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Son yıllarda eğitim yayıncılığındaki artışın sebeplerinden birisi de korsan kitapların azalıyor olması.
Eğitimtercihi
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM Dosyası
FATİH Projesi’nin yaşama geçirilmesiyle birlikte eğitim yayıncılığında dijital içerik bazında önemli çalışmalar yapıldığını söyleyen YAYFED Başkanı Bayram Murat, “Bu sayede Türk yayıncılar dünyaya örnek olacak, sıçrama yapacaklar” diyor.
Yayıncılık sektörünün iki önemli meslek birliği olan Basım Yayın Meslek Birliği ve Yayıncılar Meslek Birliği tarafından kurulan Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED), Türkiye’deki yayıncıların haklarını koruyan ve gelişmelerini sağlayan en önemli kuruluşlardan biri. Fatih Projesi ve eğitimde yapılan diğer değişiklerle birlikte, önemi her geçen gün artan eğitim yayıncılığı alanında da başarılı çalışmalar yapan ve destekler veren YAYFED’in Başkanı Bayram Murat, bu alanda çalışan herkesin müfredat hakkında bilgi sahibi olması gerektiğinin altını çiziyor. Dijital yayıncılık içeriklerinin geliştirilmesi kapsamında TÜBİTAK ve Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak çalışmalar yürüttüklerini de belirten Murat, öte yandan korsanla olan mücadelelerinde de emniyet ile dirsek temasında bulunduklarının altını çiziyor.
Eğitim yayıncılığı nedir? Diğer yayınlardan temel olarak ne farkı vardır?
Eğitim yayıncılığı, öğrencilerimizin ihtiyacı olan bilgiye en kısa yoldan ulaşmasını sağlayan yayıncılık alanıdır. Yani öğrencilerimizin günlük olarak dersleriyle uyumlu olan ve öğretmenlerimizin de beklentilerine cevap verebilecek şekilde hazırlanan yayınlar, eğitim yayıncılığının sahasına girer. Eğitim Yayıncılığı, sınıf ve branş bazında uzmanlık gerektiren bir iştir ve profesyonel olmayı gerektirir. Sadece ticari amaç için yapılamaz. Hedef kitlesindeki çocukların başarılarına katkı sağlamak için en kısa yoldan bilgileri sunacak şekilde hazırlanır. Eğitim yayınları hazırlanırken, grafikerinden yazarına ve dağıtım ekibine kadar ilgili müfredat programına hâkim olmak gerekir. Zira hazırladığınız çalışmalar çok yönlü olarak çocuğun işine yararsa satın alır, aksi takdirde başarılı olamazsınız. Eğitim yayıncılığı sadece temel ders kitaplarından ibaret değildir. Temel ders kitaplarının yanında soru bankaları, test kitapları gibi konuları pekiştirici kitaplar da mevcuttur. Eğitim yayıncıları, eğitim politikaları doğrultusunda şekil alır. Onun için Milli Eğitim Bakanlığı’nın her türlü çalışmasını dikkatle takip ederler.
Eğitim yayıncılığı kapsamında, ders kitapları dışında neler basılıyor? Edebiyat yayıncılığı da eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir mi?
Edebiyat yayıncılığı, eğitim yayıncılığı gibi direk bilgi paylaşımına göre hazırlanmayan ve eğitim yönü ikinci planda olan kitaplardır. Fakat eğitimin çok önemli bir parçası olduğu için, eğitim yayıncıları aynı zamanda edebiyat yayıncılarıdır. Zira onlar için oldukça dinamik, okuyan, satın alan dev bir 15 milyonluk öğrenci kitlesi mevcut. Edebiyat kitapları, hem görsel hem de içerik olarak estetik kaygı güderler. Edebiyat yayıncılığı, dolaylı yönden eğitime bilgi verme amacında olması nedeniyle eğitim yayıncılığının içinde değerlendirilebilir.
Z-KİTAP MALİYETLERİ YÜKSEK
Türkiye’de eğitim yayıncılığının geldiği nokta hakkında neler söyleyebilirsiniz? Dijital yayıncılık, eğitim yayıncılığına neler katıyor?
Ülkemizde eğitim yayıncılığı, basılı kitaplar olarak da gelişmiş durumda. Basılı kitap alanında güncel müfredatı ve öğrencilerimizin istifade edebileceği bilgileri, görsel ve içerik olarak oldukça etkileyici şekilde sunan yayınevlerimiz var. Fakat dijital yayıncılık, gelişmiş ülkelerde yüzde 10 civarındayken, ülkemizde henüz yüzde 1 seviyelerinde bile değil. FATİH Projesi’nde tabletlerin dağıtılmasından sonra yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretmeye başladılar. Dijital yayıncılıkta görsel ve animasyon desteğinin de bulunması, öğrencilerimizin öğrenmesini ve algılamasını kolaylaştırıyor.
Bu alanda FATİH Projesi kapsamında nasıl yatırımlar yapılıyor?
Yayınevlerimiz dijital yayıncılıkla ilgili içerik üretiyorlar. Bu bağlamda birçok yayınevi, e-pub formatında içerik üretimi yaparken, sınırlı sayıda yayınevi de z-kitap içeriklerinin üretimlerini yapıyor. Çünkü z-kitap üretimi maliyet olarak pahalı. Bunun yanında kitap hazırlayan ekibin, bilgi ve tecrübe olarak hem basılı kitap formatına hem de dijital kitap üretimine hâkim olmasını gerek. Özetle, ülkemizde hem e-pub, hem z-kitap, hem de öğretmenlerin ihtiyacı olan dijital içeriklerin üretimleri yapılıyor.
EĞİTİM YAYINLARI, TOPLAM PAZARIN YÜZDE 50’Sİ
İçerik geliştirilmesine yönelik olarak ne tür çalışmalar yapılıyor?
FATİH Projesi kapsamında, okul öncesinden 12’nci sınıfa kadar içeriklerin geliştirilmesiyle ilgili çalışmalar yapılıyor. Bu bağlamda konu anlatımlı ders kitaplarının z-kitap versiyonları hazırlanıyor. MEB, TÜBİTAK ve Yayıncılar Federasyonu’nun birlikte çalışmaları oluyor. Her bir çalışma, bizi daha ileriye götürüyor. Kanaatimce Fatih Projesi, yayıncılar arasından dünyaya model olarak çok başarılı yayıncıların çıkmasına kapı açacak. Bu proje ile yayıncılar ciddi sıçrama yapacaklar.
Türkiye’deki eğitim yayıncılığı, toplam kitap pazarının yüzde kaçını oluşturuyor? Devlet, bunun ne kadarını üstleniyor?
Devlet, okullara ülkemizde üretilen toplam kitaplar kadar ücretsiz kitap dağıtıyor. Bir o kadar, yani yaklaşık 300 milyon kadar da kültür ve eğitim yayıncıları kitap üretiyorlar. Bu rakamlar, son derece güzel rakamlar. İnternetten okumaların ciddi artmasına rağmen kitap satışlarında düşüş olmadığı gibi, hem adet bazlı hem de konu başlığı olarak ülkemizde kitap sayısı sürekli artıyor. Ders kitapları niteliğinde olan edebi eserleri de dikkate aldığımızda, ders/yardımcı kaynak kitaplar, toplam kitap pazarının yüzde 50’sini oluşturuyor.
KORSAN, BÜYÜK SORUN
Eğitim yayıncılığında da “korsan” problemi var mı? Bunu aşmak için neler yapılıyor?
Eğitim yayıncılığında, özellikle fotokopi olarak yayınların çoğaltılması ve merdiven altı diye tabir edilen matbaa ve üretim yerlerinde ar-ge masraflarına girmeden, telif ödemeden, herhangi bir yayınevinin kitabını alıp çoğaltmak suretiyle korsan tabir edilen problemler karşımıza sıkça çıkıyor. Bunu aşmak için emniyet birimleriyle koordineli olarak korsanla mücadele çalışmaları yürütülüyor. Emniyetin, bu konuda son yıllarda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Son yıllarda eğitim yayıncılığındaki artışın sebeplerinden birisi de korsan kitapların azalıyor olması.
Eğitimtercihi
Son Güncelleme: Pazar, 21 Ekim 2012 12:41
Gösterim: 3067
Öğretmenlik mesleği yara aldı, saygınlığı zedelendi
Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor.
Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor. Ceylan; terör örgütü PKK’nın öğretmenleri kaçırması ve eğitimi kesintiye uğratma çabalarının ise toplumda öğretmenlere karşı yeniden bir duyarlılık oluşturduğu ancak mesleğin hak ettiği noktaya gelemediği görüşünde.
Müfettişler, Türk eğitim camiasında oldukça önemli bir yere sahipler. Eğitim çalışmalarının niteliğinin arttırılması ve eğitimcilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine katkı sağlamak amacıyla kurulan Müfettişler Derneği ise hem öğretmenlerin gözündeki müfettiş algısını olumluya dönüştürmeyi hem de meslektaşlarının daha iyi şartlarda görevlerini yapabilmesi için kamuoyu oluşturmayı görev ediniyor. Halen Ankara’da aktif eğitim müfettişliği yapan dernek başkanı Doğan Ceylan ile toplumun öğretmenlik mesleğine bakışından, eş durumundan yer değişikliği alamayan öğretmenlerin mağduriyetine; ataması yapılmayan öğretmenlerden, eğitimcilere uygulanan disiplin cezalarına kadar birçok başlıkta, öğretmenlerin mevcut durumunu konuştuk.
Öğretmenlerin 2012 yılındaki genel durumlarını kısaca özetleyebilir misiniz? Ekonomik, sosyal…
Öğretmenlerin hak ettiği düzeyde maaş almadığı ortada. Yıllardan beri bu hep böyle. Öncelikle öğretmenlere ek ödeme verilmeli, doğru bir kariyer sistemi getirilmeli ve kariyer basamaklarında cazip maaş artışları olmalı. Yıllardır sadece bir kez uzman öğretmenlik sınavı açıldı ve öğretmenlere her yıl uygulanması gereken bu sınav, bir daha yapılmadı. Polis, imam, vaiz vb. birçok meslekte kariyer basamakları oluşturulurken, öğretmenlerin kariyer sistemi işletilmedi ve öğretmenlerimiz mağdur edildiler. Son yıllarda öğretmenliğin saygınlığı zedelendi. Öğretmenler, maaşı karşılığında yeterince çalışmayan, bol tatil yapan, kendi çıkarını düşünen kişiler olarak nitelendirildi ve bunun sonucunda da meslek yara aldı. Öğretmenlere yönelik şiddet olaylarında da artışlar yaşandı.
Son dönemlerde toplumun öğretmenlik mesleğine olan bakış açısında bir değişiklik oldu mu? Toplumun algısı ne yönde?
Terör örgütü PKK’nın okullara saldırması ve öğretmenleri kaçırması, öğretmenlik mesleğine karşı toplumda yeniden bir duyarlılık oluşturdu. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer başta olmak üzere hükümet yetkililerinin, öğretmenlere yönelik söylemlerinde olumlu bir değişim yaşandığı gözleniyor. Tüm bu gelişmeler, öğretmenliğin toplum nazarında almış olduğu yaranın kapanmasına katkı sağlayacak. Ancak öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygın noktaya gelmesi için daha ciddi çalışmalara ihtiyaç var.
ANAYASANIN KORUDUĞU AİLE BİRLİĞİNİ, BAKANLIK KORUYAMIYOR
Eşleri sınıf öğretmeni olan öğretmenlerin mağduriyetleri hakkında neler söylemek istersiniz? Öğretmenler günü arifesinde böyle bir mağduriyetin giderilmesi için neler yapılması gerekir?
Eğitim bir gönül işi. Ailesi ve çocuklarından ayrı kalmış, yüreği iki parça olmuş öğretmenlerin verimli şekilde çalışması mümkün değil. Anayasa ile güvence altına alınmış aile bütünlüğünün, Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından sağlanamıyor olması da ayrıca çok üzücü. Geçmiş yıllarda da mağduriyetler yaşanıyordu ancak bu yıl, özellikle sınıf öğretmeni olan binlerce öğretmen, norm açığı olmadığı için ailesinden ayrı kalmak zorunda bırakıldı. Eşleri zorunlu hizmete tabi olan personelin devlet tarafından zorunlu olarak başka illere atanmasının ardından, sınıf öğretmeni olan eşlerinin atanamaması akıl almaz bir durum. Bakanlık, başlangıçta atama yapmaya yanaşmamasına rağmen geç de olsa çözüm arayışına girdi ve yan alana geçiş ve becayiş uygulamasıyla sorunu çözmeye çalıştı, ancak 4+4+4 kademeli eğitim sistemine geçişte öğretmenlerin yaşayabileceği mağduriyeti zamanında, doğru bir şekilde planlayarak gidermesi gerekirdi. Yönetmelikte yer almasa da Bakanlık, Şubat ayında öğretmenlere eş durumu ataması hakkı tanımalı ve öğretmenlerimizin mağduriyetini gidermeli.
Yeni eğitim yılı başlamasına rağmen, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları her geçen gün büyüyor. Sizce bu durumun telafi edilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı?
Bu sorun, Bakanlığın bir öğretmen alım politikası oluşturamaması ve YÖK ile koordinasyon sağlayamamasından kaynaklanıyor. MEB, mevcut öğretmen ihtiyacını hesaplamada bile sorun yaşıyor. Daha önce MEB tarafından 70 bin öğretmen ihtiyacının belirttiği dönemde, Bakanlık İç Denetim Birimi 130 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladı. 4+4+4 kademeli eğitim sitemine geçişle bazı ders saatlerinde artışlar olduğunda, biz de ülkemizde 160 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladık. Sayın Bakanımız aylar sonra aynı rakamı ifade edebildi. Bu yıl 40 bin öğretmen alındığını, şu anda 120 bin öğretmen açığı olduğunu düşünüyorlar, ancak bu hesapları da yanlış. Çünkü sadece seçmeli dersler nedeniyle önümüzdeki üç yıl içinde 90 bin öğretmen açığı olacak. Bizce, atanamayan öğretmenlere ilişkin öncelikle en az 5 yıllık bir öğretmen alım politikası oluşturulmalı ve bu konuda atanamayan öğretmenler bilgilendirilmeli. Bütün mezunlara devlette çalışma imkânı verilemeyeceği gerçeği de dikkate alınarak, özel okulların yaygınlaştırılması için teşvik verilmeli ve atanamayan öğretmenlere özel okullarda çalışma imkânı doğrulmalı.
ÖĞRENCİYE ŞİDDET, SORUŞTURMA KONULARININ BAŞINDA
Milli eğitim sistemi içindeki öğretmenler ve idarecilere uygulanan disiplin cezaları, en çok hangi konularda oluyor?
Öğretmenlerin en sık soruşturma geçirdiği konu, öğrenciye şiddet uygulamaları. Yine soruşturma konusunun fazla olduğu davranışlar arasında “hakaret veya kaba lisan kullanma”, “görevini yürütürken uyum içinde çalışmama” gibi fiiller yer alıyor. İdarecilerin ceza aldığı konular da genellikle Bakanlıkça belirlenen mevzuat hükümlerine uymamaktan kaynaklanan hususlar. En sık görülen fiiller, “kurumlarca belirlenen usule uymama” ve “görevi ihmal.” Geçen yıl, öğrenci kayıtlarında bağış talep edilmesinden dolayı da birçok okul yöneticisi ceza aldı.
Öğretmenlere en çok hangi tür cezalar uygulanıyor? Uzaklaştırma, tayin, vs.
Öğretmenlik mesleğinin niteliği itibariyle çok ağır cezalar gerektirecek durumlar olmuyor. Fiilin niteliğine göre, değişik kanunlardan cezalar uygulandığını söyleyebilirim. Cezaların çoğu uyarma, kusurlu sayılma veya ihtar gibi hafif cezalar. Talebe dövmek gibi ağır fillerde maaş kesilmesi ve aylıktan kesme cezası uygulanıyor. Görev yeri değişikliği ise ancak bir öğretmenin kendi kurumunda verimli çalışma ortamını kaybetmesi gibi özel durumlarda uygulanır, ki bu durum da çok nadirdir.
Söz konusu bu cezaları, son 5 yılla kıyasladığınızda nasıl bir sonuç elde ediyorsunuz? Önceki yıllara oranla nasıl bir gidişat söz konusu?
Cezaların nitelik ve sayı açısından değiştiğini düşünmüyorum. Soruşturma sayısının arttığı yıllar, iktidar değişikliklerinin yaşandığı yıllar. Her iktidar değişiminde biz bunu yaşadık. Uzun süredir iktidar değişimi olmadığı için de soruşturma sayılarında önemli bir değişim yok.
DEVLETTE İŞ İMKANI VAR DİYE ÖĞRETMEN OLUNMAZ
Öğretmen yetiştirme konusunda neler düşünüyorsunuz? Sistemin eksiklikleri var mı?
Öğretmen seçimi doğru değil! Öğretmenlik, insan sevgisi ve insan yetiştirme idealiyle yüreği dolu gençlerin seçeceği bir meslek olmalı. Günümüzde, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun olmadığı halde sadece devlette iş imkanı fazla olduğunu düşündüğü için birçok genç, öğretmenlik bölümlerini tercih ediyor. Bu öğrenciler, eğitim fakültelerinden yeterince bilinç kazanmadan mezun oluyor ve KPSS gibi alan yeterliğini ölçmeyen bir sınav sonrasında öğretmenliğe atanıyorlar. Bu nedenle ülkemizde idealist öğretmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Öğretmen alım sistemi bana göre yeniden oluşturulmalı, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun öğrenciler eğitim fakültelerine alınmalı ve öğretmen olarak yetiştirilmeli.
Eğitimtercihi
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM Dosyası
Öğretmenlik mesleği yara aldı, saygınlığı zedelendi
Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor.
Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor. Ceylan; terör örgütü PKK’nın öğretmenleri kaçırması ve eğitimi kesintiye uğratma çabalarının ise toplumda öğretmenlere karşı yeniden bir duyarlılık oluşturduğu ancak mesleğin hak ettiği noktaya gelemediği görüşünde.
Müfettişler, Türk eğitim camiasında oldukça önemli bir yere sahipler. Eğitim çalışmalarının niteliğinin arttırılması ve eğitimcilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine katkı sağlamak amacıyla kurulan Müfettişler Derneği ise hem öğretmenlerin gözündeki müfettiş algısını olumluya dönüştürmeyi hem de meslektaşlarının daha iyi şartlarda görevlerini yapabilmesi için kamuoyu oluşturmayı görev ediniyor. Halen Ankara’da aktif eğitim müfettişliği yapan dernek başkanı Doğan Ceylan ile toplumun öğretmenlik mesleğine bakışından, eş durumundan yer değişikliği alamayan öğretmenlerin mağduriyetine; ataması yapılmayan öğretmenlerden, eğitimcilere uygulanan disiplin cezalarına kadar birçok başlıkta, öğretmenlerin mevcut durumunu konuştuk.
Öğretmenlerin 2012 yılındaki genel durumlarını kısaca özetleyebilir misiniz? Ekonomik, sosyal…
Öğretmenlerin hak ettiği düzeyde maaş almadığı ortada. Yıllardan beri bu hep böyle. Öncelikle öğretmenlere ek ödeme verilmeli, doğru bir kariyer sistemi getirilmeli ve kariyer basamaklarında cazip maaş artışları olmalı. Yıllardır sadece bir kez uzman öğretmenlik sınavı açıldı ve öğretmenlere her yıl uygulanması gereken bu sınav, bir daha yapılmadı. Polis, imam, vaiz vb. birçok meslekte kariyer basamakları oluşturulurken, öğretmenlerin kariyer sistemi işletilmedi ve öğretmenlerimiz mağdur edildiler. Son yıllarda öğretmenliğin saygınlığı zedelendi. Öğretmenler, maaşı karşılığında yeterince çalışmayan, bol tatil yapan, kendi çıkarını düşünen kişiler olarak nitelendirildi ve bunun sonucunda da meslek yara aldı. Öğretmenlere yönelik şiddet olaylarında da artışlar yaşandı.
Son dönemlerde toplumun öğretmenlik mesleğine olan bakış açısında bir değişiklik oldu mu? Toplumun algısı ne yönde?
Terör örgütü PKK’nın okullara saldırması ve öğretmenleri kaçırması, öğretmenlik mesleğine karşı toplumda yeniden bir duyarlılık oluşturdu. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer başta olmak üzere hükümet yetkililerinin, öğretmenlere yönelik söylemlerinde olumlu bir değişim yaşandığı gözleniyor. Tüm bu gelişmeler, öğretmenliğin toplum nazarında almış olduğu yaranın kapanmasına katkı sağlayacak. Ancak öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygın noktaya gelmesi için daha ciddi çalışmalara ihtiyaç var.
ANAYASANIN KORUDUĞU AİLE BİRLİĞİNİ, BAKANLIK KORUYAMIYOR
Eşleri sınıf öğretmeni olan öğretmenlerin mağduriyetleri hakkında neler söylemek istersiniz? Öğretmenler günü arifesinde böyle bir mağduriyetin giderilmesi için neler yapılması gerekir?
Eğitim bir gönül işi. Ailesi ve çocuklarından ayrı kalmış, yüreği iki parça olmuş öğretmenlerin verimli şekilde çalışması mümkün değil. Anayasa ile güvence altına alınmış aile bütünlüğünün, Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından sağlanamıyor olması da ayrıca çok üzücü. Geçmiş yıllarda da mağduriyetler yaşanıyordu ancak bu yıl, özellikle sınıf öğretmeni olan binlerce öğretmen, norm açığı olmadığı için ailesinden ayrı kalmak zorunda bırakıldı. Eşleri zorunlu hizmete tabi olan personelin devlet tarafından zorunlu olarak başka illere atanmasının ardından, sınıf öğretmeni olan eşlerinin atanamaması akıl almaz bir durum. Bakanlık, başlangıçta atama yapmaya yanaşmamasına rağmen geç de olsa çözüm arayışına girdi ve yan alana geçiş ve becayiş uygulamasıyla sorunu çözmeye çalıştı, ancak 4+4+4 kademeli eğitim sistemine geçişte öğretmenlerin yaşayabileceği mağduriyeti zamanında, doğru bir şekilde planlayarak gidermesi gerekirdi. Yönetmelikte yer almasa da Bakanlık, Şubat ayında öğretmenlere eş durumu ataması hakkı tanımalı ve öğretmenlerimizin mağduriyetini gidermeli.
Yeni eğitim yılı başlamasına rağmen, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları her geçen gün büyüyor. Sizce bu durumun telafi edilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı?
Bu sorun, Bakanlığın bir öğretmen alım politikası oluşturamaması ve YÖK ile koordinasyon sağlayamamasından kaynaklanıyor. MEB, mevcut öğretmen ihtiyacını hesaplamada bile sorun yaşıyor. Daha önce MEB tarafından 70 bin öğretmen ihtiyacının belirttiği dönemde, Bakanlık İç Denetim Birimi 130 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladı. 4+4+4 kademeli eğitim sitemine geçişle bazı ders saatlerinde artışlar olduğunda, biz de ülkemizde 160 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladık. Sayın Bakanımız aylar sonra aynı rakamı ifade edebildi. Bu yıl 40 bin öğretmen alındığını, şu anda 120 bin öğretmen açığı olduğunu düşünüyorlar, ancak bu hesapları da yanlış. Çünkü sadece seçmeli dersler nedeniyle önümüzdeki üç yıl içinde 90 bin öğretmen açığı olacak. Bizce, atanamayan öğretmenlere ilişkin öncelikle en az 5 yıllık bir öğretmen alım politikası oluşturulmalı ve bu konuda atanamayan öğretmenler bilgilendirilmeli. Bütün mezunlara devlette çalışma imkânı verilemeyeceği gerçeği de dikkate alınarak, özel okulların yaygınlaştırılması için teşvik verilmeli ve atanamayan öğretmenlere özel okullarda çalışma imkânı doğrulmalı.
ÖĞRENCİYE ŞİDDET, SORUŞTURMA KONULARININ BAŞINDA
Milli eğitim sistemi içindeki öğretmenler ve idarecilere uygulanan disiplin cezaları, en çok hangi konularda oluyor?
Öğretmenlerin en sık soruşturma geçirdiği konu, öğrenciye şiddet uygulamaları. Yine soruşturma konusunun fazla olduğu davranışlar arasında “hakaret veya kaba lisan kullanma”, “görevini yürütürken uyum içinde çalışmama” gibi fiiller yer alıyor. İdarecilerin ceza aldığı konular da genellikle Bakanlıkça belirlenen mevzuat hükümlerine uymamaktan kaynaklanan hususlar. En sık görülen fiiller, “kurumlarca belirlenen usule uymama” ve “görevi ihmal.” Geçen yıl, öğrenci kayıtlarında bağış talep edilmesinden dolayı da birçok okul yöneticisi ceza aldı.
Öğretmenlere en çok hangi tür cezalar uygulanıyor? Uzaklaştırma, tayin, vs.
Öğretmenlik mesleğinin niteliği itibariyle çok ağır cezalar gerektirecek durumlar olmuyor. Fiilin niteliğine göre, değişik kanunlardan cezalar uygulandığını söyleyebilirim. Cezaların çoğu uyarma, kusurlu sayılma veya ihtar gibi hafif cezalar. Talebe dövmek gibi ağır fillerde maaş kesilmesi ve aylıktan kesme cezası uygulanıyor. Görev yeri değişikliği ise ancak bir öğretmenin kendi kurumunda verimli çalışma ortamını kaybetmesi gibi özel durumlarda uygulanır, ki bu durum da çok nadirdir.
Söz konusu bu cezaları, son 5 yılla kıyasladığınızda nasıl bir sonuç elde ediyorsunuz? Önceki yıllara oranla nasıl bir gidişat söz konusu?
Cezaların nitelik ve sayı açısından değiştiğini düşünmüyorum. Soruşturma sayısının arttığı yıllar, iktidar değişikliklerinin yaşandığı yıllar. Her iktidar değişiminde biz bunu yaşadık. Uzun süredir iktidar değişimi olmadığı için de soruşturma sayılarında önemli bir değişim yok.
DEVLETTE İŞ İMKANI VAR DİYE ÖĞRETMEN OLUNMAZ
Öğretmen yetiştirme konusunda neler düşünüyorsunuz? Sistemin eksiklikleri var mı?
Öğretmen seçimi doğru değil! Öğretmenlik, insan sevgisi ve insan yetiştirme idealiyle yüreği dolu gençlerin seçeceği bir meslek olmalı. Günümüzde, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun olmadığı halde sadece devlette iş imkanı fazla olduğunu düşündüğü için birçok genç, öğretmenlik bölümlerini tercih ediyor. Bu öğrenciler, eğitim fakültelerinden yeterince bilinç kazanmadan mezun oluyor ve KPSS gibi alan yeterliğini ölçmeyen bir sınav sonrasında öğretmenliğe atanıyorlar. Bu nedenle ülkemizde idealist öğretmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Öğretmen alım sistemi bana göre yeniden oluşturulmalı, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun öğrenciler eğitim fakültelerine alınmalı ve öğretmen olarak yetiştirilmeli.
Eğitimtercihi
Son Güncelleme: Perşembe, 15 Kasım 2012 12:38
Gösterim: 3712
Üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik olarak, aynı zamanda bir yerel kalkınma modeli de olan kümelenmeyi temel alan bir strateji izleyen Çankaya Üniversitesi, imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklanıyor.
“Kümelenme modelinin sanayide uygulanmasını sosyal sorumluluk olarak görüyor ve bölgemize bu konuda liderlik ediyoruz” diyen Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, yaptıkları projelerin öğrencileri için de güçlü bir referans oluşturduğunu vurguluyor. Güvenç, bünyelerinde kuracakları Tekno-Park ile küme üyesi KOBİ’lerin yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde üniversiteleri ile işbirliği yapmalarını sağlayacaklarını aktarıyor.
Çankaya Üniversitesi’nin Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine nasıl destek oluyor?
Çankaya Üniversitesi olarak üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik, kümelenme modelini temel alan bir strateji izledik. Kümelenme, belli bir sektörde çalışan ve rekabet içinde olan aynı zamanda birbirleriyle ilişkileri olan firmaların bir araya gelerek, bu birliktelikten avantaj sağlamaları olarak tanımlanıyor. Kümelenmede firmalar öncelikle coğrafi yakınlıktan oluşan bazı avantajlardan fayda elde ediyor. Ayrıca firmaların, gerek mali gerekse insan kaynaklarının yetersizliğinden dolayı tek başına gerçekleştiremediklerinin, birlikte hareket ederek yapılması sağlanıyor. Bu anlamda, kümelenme kalkınma için bir araç olan, bir yerel kalkınma modeli. Bunun yanı sıra, aynı zamanda kümelenme bir üniversite-sanayi işbirliği modeli. Kümelenmenin içerisinde işbirlikçi firmaların yanı sıra, kümelenmeye destek sağlayan kuruluşlarda yer alıyor; bunlar, yerel kalkınma ajansları, kamu kurumları, belediyeler ve üniversiteler ile araştırma merkezleri. Biz, üniversiteleri içine almayan kümelenmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle 2007 yılından itibaren, bölgemizde kümelenme faaliyetlerinin yürütülmesine liderlik yapıyoruz.
Kümelenme projesini yürütürken bir taraftan da bu modelin Türkiye’de bilinirliğinin artırılması ve yaygınlaştırılması için ilgili kurumlar ile işbirliği çalışmalarını yürüttük. Kamu kurumları ile birlikte kümelenme konusunda özel teşvik programlarının sağlanması için çalıştık. Kümelenme ile ilgili konferanslar düzenledik ve kümelenme hakkında yapılan panellere katıldık. Kümelenme ile ilgili ulusal ve uluslararası projeler yürüttük ve bu konuda yapılan projelerde yer almaya devam ediyoruz. KOSGEB, Milli Prodüktivite Merkezi, İş Makineleri Mühendisleri Birliği Derneği, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ile işbirliği protokolleri imzaladık. Türkiye’deki kümeler ve küme girişimleri arasındaki işbirliği, bilgi ve deneyim paylaşımı ile koordinasyonun sağlanması amacıyla, Anadolu Kümeleri İşbirliği Platformu’nun (AKİP) kurulmasında liderlik yaptık. Anadolu da bulunan tüm kümeleri tek bir bayrak altında toplayabilmeyi hedefleyen AKİP, 3 Haziran 2010 tarihinde imzalanan bir protokol çerçevesinde kuruldu. Kümelenme modelinin, Anadolu’nun her tarafında yerleşmesi ve bu model ile bölgelerin kalkınması için çalışmalarımızı sürekli olarak yürütmekteyiz.
OSTİM’LE BAŞLAYAN İŞBİRLİĞİ DİĞER OSB’LERLE BÜYÜDÜ
Üniversite olarak sanayi ile olan işbirliğinize ilk ne zaman başladınız? Bu konuda hayata geçirdiğiniz projelerden söz eder misiniz?
Çankaya Üniversitesinin sanayi ile olan işbirliği ilk olarak, Ostim Organize Sanayi Bölgesinde Mart 2007’de başladı. Ankara’da bölgesel kalkınmanın sağlanabilmesi amacıyla, kümelenme modelinin uygulanması için çalışmalar başlattık. Çalışmalarımız başladığında, özellikle sanayide kümelenme modelinin ne olduğu hakkında bir fikir birliği bulunmuyordu; o yıllarda yeni olan bu modelin Türkiye’de uygulaması da oldukça sınırlıydı. Modelin doğru uygulanması, başarılı olması ve benimsenebilmesi için, kümelenme için uygun sektörün belirlenmesinden önce, Ostim Yönetimi ile birlikte Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren ana sektörlerin analizini gerçekleştirdik. Bu analizlerin sonuçlandırılması 6 ay sürdü ve yapılan analizlerin sonucunda istihdam, ihracat büyüklüğü ve ürün geliştirme kapasitesi değerlendirilerek, İş ve İnşaat Makineleri Sektörü, kümelenme için uygun sektör olarak belirlendi. Sektörün belirlenmesinden sonra, yaklaşık 1,5 yıl sektörde faaliyet gösteren firmaların kümelenme hakkında bilgilendirilmesi amacıyla eğitim seminerleri düzenledik. Küme için maddi kaynak temin edebilmek için Avrupa Birliği Ulusal Ajansı’na sunduğumuz iki “Leonardo Da Vinci Yenilik Transferi” projemiz kabul edildi ve bu projeler ile birlikte Üniversiteden sağlanan ek kaynak ile kümelenme çalışmalarımız hızlandı. Bu projelerin amaçları İş ve İnşaat Makineleri Sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’lerin kümelenmesini ve bu KOBİ’ler arasında işbirlikçi ağların kurulmasını sağlamaktı. Projeler kapsamında, küme envanterinin çıkarılması için firmalar ile detaylı anket çalışması yapıldı. Yapılan anketler ve SWOT (GZFT) analizi sonucunda firmaların ihtiyacı olan eğitim konuları belirlendi ve bu eğitimler düzenli olarak gerçekleştirildi. Bu projelerin yanı sıra, Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından desteklenen, firmaların uluslararası rekabet güçlerinin arttırılması projesi kapsamında firmaların ihracata yönelik ihtiyaç analizleri tamamlandı.
Diğer taraftan, Ortak Satınalma Organizasyonu ile yapılan anlaşma ile firmaların ortak ihtiyaçlarının indirimli olarak temin edilmesi sağlanmış oldu. Avusturya Ticaret Müsteşarlığı ile birlikte, küme üyesi firmalar ile Avusturya firmaları arasında ortaklık kurulmasını temin etmek amacıyla, bir çalıştay düzenledik. Firmalar arasında işbirliği ortamının yaratılması için düzenli olarak, çeşitli sosyal faaliyetler gerçekleştirdik. Bunlar arasında, sabah kahvaltıları, iftar yemekleri ve konser katılımları yer alıyor ve benzer faaliyetlerimiz sürekli olarak devam ediyor.
Kümelenme alanında OSTİM’le attığınız ilk adım zaman içinde nasıl büyüdü ve şekillendi?
Kümelenme faaliyetlerimiz çerçevesinde özellikle imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklandık. Ankara’da farklı organize sanayi bölgelerindeki KOBİ’ler ile bu faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Öncelikle Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan firmalar ile başlayan işbirliğimiz, daha sonraları İvedik, Sincan, Kazan ve Gölbaşında bulunan firmaları da kapsayacak şekilde genişledi.
ÖĞRENCİLERİN YER ALDIĞI PROJE SAYISI 110’A ULAŞTI
Sürdürdüğünüz projelerde öğrenciler ne ölçüde yer alıyorlar ve ne tür katkılar sağlıyorlar?
Öğrencilerimiz öncelikle dünya standartlarında, çok iyi bir eğitim-öğretim alıyorlar. Üniversitemizde Hukuk Fakültesi hariç diğer tüm fakültelerde eğitim dili İngilizce. Bu nedenle, öğrencilerimiz iyi derecede yabancı bir dil bilgisi ile mezun oluyorlar.
Diğer taraftan, sanayi ile işbirliğimiz, firmaların yanı sıra öğrencilerimize de fayda sağlıyor. Çankaya Üniversitesi son sınıf öğrencileri 2007-2008 akademik döneminden itibaren Ostim, Kazan, İvedik ve Sincan organizede bulunan İş ve İnşaat Makineleri Küme üyesi firmalarda proje gerçekleştiriyorlar. Bu projeler, en az 2 kişilik öğrenci grubu ile onlara danışmanlık eden Çankaya Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından yürütülüyor. 2007-2008 akademik yılında Endüstri Mühendisliği Bölümü ile başlayan öğrenci projeleri, diğer yıllarda Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, İşletme ve Uluslararası Ticaret Bölümleri’ni de kapsayarak, her geçen yıl sayısını artırarak devam ediyor. 2011-2012 akademik dönemine kadar, 2007-2008 akademik döneminde 11 proje, 2008-2009 akademik döneminde 22 proje, 2009-2010 akademik döneminde 33 proje, 2010-2011 akademik döneminde 44 proje olmak üzere, toplam 110 proje tamamlandı.
Bu projelerin amacı, İş ve İnşaat Makineleri Kümesi firmalarının üretim, pazarlama, ihracat gibi konularda yaşadıkları ve gerekli zaman ve personel ayıramadıkları için çözemedikleri problemler için çözüm üretmek. Bu projeler ile firmaların kısa vadede verimliliklerinin artırılması sağlanıyor. Bu projeler ile mezun olacak öğrencilerimiz, Üniversitede almış oldukları teorik eğitimin gerçek hayatta bir uygulamasını gerçekleştiriyorlar. Öğrencilerimizin mezun olabilmeleri için yaptıkları projenin firmada uygulanması gerekli.
Bundan sonrası için amacımız tüm fakültelerimizdeki bölümlerin son sınıf öğrencilerini bu sistemin içerisine dahil ederek firmaların farklı sorunlarına çözümler geliştirmek. Bunun sonucunda hem firmaların hem de öğrencilerimizin kazanmasını sağlamak.
Okulunuzdan mezun olan öğrencilerinizin işe yerleşme oranı nedir? Bu konuda sanayi sektörü ile yaptığınız işbirlikleri nasıl bir rol oynuyor?
Sanayi ile yaptığımız işbirlikleri, öğrencilerimiz için bir farklılık oluşturuyor. Mezun olduktan sonra, benzer firmalarda benzer sorunlarla karşılaşacakları için, yaptıkları projeler öğrencilerimize avantaj sağlıyor çünkü kendilerini bekleyen iş hayatının önceden pratiğini yapıyorlar ve o sistemin içinde yaşamayı öğreniyorlar. Bu projeler ile öğrencilerimiz gerçek sorunlar ile baş etmenin yanı sıra takım çalışmasını da öğreniyorlar ve en önemlisi işler yürürken karşılaşılan sorunlara çözüm üretmeyi öğreniyorlar, bu bir şeyi sıfırdan tasarlamaya kıyasla çok daha zor. Bu nedenle, öğrencilerimizin işe yerleşme oranları yüksek seviyede. Yapılan bu projeler öğrencilerimiz için bir referans sağlıyor ve bu deneyimleri tercih edilmelerine neden oluyor. Bunun yanı sıra, proje yaptıkları firmalarda, mezuniyetleri sonrasında çalışmaya başlayan öğrencilerimiz de var.
Ayrıca Üniversitemizde girişimciliği destekleyen bir kültür mevcut. Öğrencilerimizin bir bölümü de, mezuniyetlerinden sonra kendi firmalarını kuruyorlar. Sanayide yapılan projelerin bu yeni girişimlerin üzerinde de etkileri oluyor. Öğrencilerimiz firmaların yaşadıkları sorunları bizzat kendileri yaşıyor ve bu deneyimlerinden kendi firmaları için ders çıkarıyorlar.
Çankaya Üniversitesi’nin yakın vadeli planları arasında bir Tekno-Park projesi de yer alıyor. Projeyle ilgili detayları ve hedeflerinizi anlatır mısınız?
Üniversite-sanayi işbirliği, çoğunlukla Ar-Ge ve inovasyon faaliyetlerinden ekonomiye bir katma değer sağlıyor. Günümüzde teknoloji çok hızlı ilerliyor. Bu teknolojik değişim süresinde, tek başına ne üniversite, ne de sanayici değişen ihtiyaçlara cevap verebilir. Yüksek teknoloji için, çok pahalı ve uzun süreli yatırım, insan gücü ve maddi kaynak gerekli. Ar-Ge ve Ar-Ge teçhizatları son derece pahalı, buna karşılık sanayicinin kaynağı ve insan gücü sınırlı. Bir üniversitenin ise hem araştırma yapıp, prototip üretip hem de bunu ticari bir ürüne dönüştürme olasılığı çok az. Yapılan araştırmaların ürüne dönüştürülebilmesi için, gerçek anlamda üniversite-sanayi işbirliği gerekiyor. Bir taraftan, üniversitede yapılan araştırmalar sonunda oluşan prototip ile ilgili sanayici eğitilmeli; diğer taraftan sanayici de ortaya çıkan prototipi kavrayıp, ürünü daha da geliştirmeli. Biz Ar-Ge’nin ancak sağlıklı bir kümede olabileceğini düşünüyoruz. Kümenin sürdürülebilirliği için, rekabetçi olması ve dolayısıyla yeniliklerini kendisinin üretebilmesi gerekli. KOBİ’lerin hiçbirisi, kaynak ayırmak istese dahi, tek başına kendisine rekabetçilik kazandıracak Ar-Ge yapamaz. Bu nedenle, biz firmalara ortak Ar-Ge yapmalarını öneriyoruz. Dolayısıyla, Çankaya Üniversitesi bünyesinde kurulacak olan Tekno-Park'ın, küme üyesi
KOBİ'lerin birlikte yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde işbirliği yapmalarını sağlayacağını düşünüyoruz.
KOBİ’LER GÜNÜ KURTARMAK YERİNE ÜNİVERSİTELERLE GELECEĞE UZANMALI
Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç verdiği bilgilere göre üniversite-sanayi işbirliği özellikle ABD gibi gelişmiş ülkelerde çok güçlü ve üniversiteler ile sanayi kuruluşları iç içe. Başta ABD olmak üzere yurtdışındaki üniversitelerde sanayinin talepleri projelendirilirken, Türkiye’de ise, üniversite sanayi işbirliği uzun yıllardır konuşulmasına rağmen tam anlamıyla gerçekleştirilemedi. “Aslında, KOBİ’lerin dünyadaki yenilikleri ve teknolojiyi yakından takip etme fırsatını yakalayabilmeleri için üniversitelere yakın olmaları gerekli. Ancak, sanayici kendi derdine çare ararken sadece günü kurtarmaya yönelik kararlar alıyor” diyen Güvenç, KOBİ’lerin yeterli birikime sahip elemanı olmadığı için üniversitelerden uzaklaştığının altını çiziyor. Türkiye’deki terfi sisteminin de üniversitelerde çalışan öğretim üyelerinin sanayiden ve uygulamalı çalışmalardan uzaklaşmalarına neden olduğunu vurgulayan Güveç sözlerini şöyle sürdürüyor: “Öğretim üyelerinin terfi edebilmeleri yayınlara bağlı. Uygulamalı araştırmalardan yayın oluşturma süresi, teorik ve deneysel çalışmalara göre daha uzun sürdüğü için, öğretim üyeleri uygulamalı araştırmaları tercih etmiyor. Bu durumda, her iki tarafta birbirinden uzaklaşıyor. Biz, Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi için öncülük yaptık. Her ne kadar, diğer Üniversitelerde de benzer uygulamalar başlatılsa da, bu işbirlikleri henüz yeterli seviyeye ulaşmadı.”
Güvenç, sanayicilerin hem operasyonlarını iyi yönetmesi, değer zinciri içinde kendilerini iyi konumlandırması ve dünya çapında rekabetçi olabilmeleri için katma değeri çok yüksek ürünler üretmesi gerektiğine de işaret ediyor. Firmaların bunu yapabilmek için Ar-Ge çalışmalarına fazlasıyla önem verdiğini kaydeden Güvenç, “Ar-Ge kadrolarını yetiştiren yerler ise hep üniversitelerdir. Dolayısıyla, bu firmalar yeni ürün geliştirmek için özellikle Ar-Ge alanında kalifiye işgücüne ihtiyaç duyuyorlar. Yeni ürün geliştirilmesinden sonra, bu ürünlerin pazarlaması, ticareti de önem kazanıyor ve firmaların bu alanda yetişmiş işgücüne ihtiyaç duymalarına neden oluyor” diye konuşuyor.
‘GELECEĞİ ÜÇ TEMEL DEĞER ÜZERİNE İNŞA EDİYORUZ’
Çankaya Üniversitesi’nin üç temel değer üzerinde büyümeye devam ettiğine dikkat çeken Rektör Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, bu değerleri öğrencilerinin çok iyi bir eğitim-öğretim kazanmalarını sağlamak, uluslar arası alanda kendini kanıtlamış çok iyi bilimsel çalışmalar yapmak, uluslararası araştırma ve geliştirme projelerinde yer almak ve sosyal sorumluluk çerçevesinde yerel sanayiye destek olmak şeklinde açıklıyor. Bu üç değerin birbirinden bağımsız değil, aslında birbiri ile iç içe olduğunu söyleyen Güvenç şöyle konuşuyor: “Öğrenci odaklı iyi bir eğitim sistemimiz mevcut, bilimsel yayın sıralamasında üst sıralarda yer almaktayız ve uluslararası projeler yürütüyoruz. Bunların yanı sıra, yerel kalkınma modeli olan kümelenmeyi Ankara’da başarıyla uygulamaya devam ediyoruz. Yeni kampüsümüzle birlikte daha da genişleyerek, bu değerler için hizmet etmeyi sürdürüyoruz.”
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM Dosyası
Üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik olarak, aynı zamanda bir yerel kalkınma modeli de olan kümelenmeyi temel alan bir strateji izleyen Çankaya Üniversitesi, imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklanıyor.
“Kümelenme modelinin sanayide uygulanmasını sosyal sorumluluk olarak görüyor ve bölgemize bu konuda liderlik ediyoruz” diyen Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, yaptıkları projelerin öğrencileri için de güçlü bir referans oluşturduğunu vurguluyor. Güvenç, bünyelerinde kuracakları Tekno-Park ile küme üyesi KOBİ’lerin yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde üniversiteleri ile işbirliği yapmalarını sağlayacaklarını aktarıyor.
Çankaya Üniversitesi’nin Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine nasıl destek oluyor?
Çankaya Üniversitesi olarak üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik, kümelenme modelini temel alan bir strateji izledik. Kümelenme, belli bir sektörde çalışan ve rekabet içinde olan aynı zamanda birbirleriyle ilişkileri olan firmaların bir araya gelerek, bu birliktelikten avantaj sağlamaları olarak tanımlanıyor. Kümelenmede firmalar öncelikle coğrafi yakınlıktan oluşan bazı avantajlardan fayda elde ediyor. Ayrıca firmaların, gerek mali gerekse insan kaynaklarının yetersizliğinden dolayı tek başına gerçekleştiremediklerinin, birlikte hareket ederek yapılması sağlanıyor. Bu anlamda, kümelenme kalkınma için bir araç olan, bir yerel kalkınma modeli. Bunun yanı sıra, aynı zamanda kümelenme bir üniversite-sanayi işbirliği modeli. Kümelenmenin içerisinde işbirlikçi firmaların yanı sıra, kümelenmeye destek sağlayan kuruluşlarda yer alıyor; bunlar, yerel kalkınma ajansları, kamu kurumları, belediyeler ve üniversiteler ile araştırma merkezleri. Biz, üniversiteleri içine almayan kümelenmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle 2007 yılından itibaren, bölgemizde kümelenme faaliyetlerinin yürütülmesine liderlik yapıyoruz.
Kümelenme projesini yürütürken bir taraftan da bu modelin Türkiye’de bilinirliğinin artırılması ve yaygınlaştırılması için ilgili kurumlar ile işbirliği çalışmalarını yürüttük. Kamu kurumları ile birlikte kümelenme konusunda özel teşvik programlarının sağlanması için çalıştık. Kümelenme ile ilgili konferanslar düzenledik ve kümelenme hakkında yapılan panellere katıldık. Kümelenme ile ilgili ulusal ve uluslararası projeler yürüttük ve bu konuda yapılan projelerde yer almaya devam ediyoruz. KOSGEB, Milli Prodüktivite Merkezi, İş Makineleri Mühendisleri Birliği Derneği, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ile işbirliği protokolleri imzaladık. Türkiye’deki kümeler ve küme girişimleri arasındaki işbirliği, bilgi ve deneyim paylaşımı ile koordinasyonun sağlanması amacıyla, Anadolu Kümeleri İşbirliği Platformu’nun (AKİP) kurulmasında liderlik yaptık. Anadolu da bulunan tüm kümeleri tek bir bayrak altında toplayabilmeyi hedefleyen AKİP, 3 Haziran 2010 tarihinde imzalanan bir protokol çerçevesinde kuruldu. Kümelenme modelinin, Anadolu’nun her tarafında yerleşmesi ve bu model ile bölgelerin kalkınması için çalışmalarımızı sürekli olarak yürütmekteyiz.
OSTİM’LE BAŞLAYAN İŞBİRLİĞİ DİĞER OSB’LERLE BÜYÜDÜ
Üniversite olarak sanayi ile olan işbirliğinize ilk ne zaman başladınız? Bu konuda hayata geçirdiğiniz projelerden söz eder misiniz?
Çankaya Üniversitesinin sanayi ile olan işbirliği ilk olarak, Ostim Organize Sanayi Bölgesinde Mart 2007’de başladı. Ankara’da bölgesel kalkınmanın sağlanabilmesi amacıyla, kümelenme modelinin uygulanması için çalışmalar başlattık. Çalışmalarımız başladığında, özellikle sanayide kümelenme modelinin ne olduğu hakkında bir fikir birliği bulunmuyordu; o yıllarda yeni olan bu modelin Türkiye’de uygulaması da oldukça sınırlıydı. Modelin doğru uygulanması, başarılı olması ve benimsenebilmesi için, kümelenme için uygun sektörün belirlenmesinden önce, Ostim Yönetimi ile birlikte Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren ana sektörlerin analizini gerçekleştirdik. Bu analizlerin sonuçlandırılması 6 ay sürdü ve yapılan analizlerin sonucunda istihdam, ihracat büyüklüğü ve ürün geliştirme kapasitesi değerlendirilerek, İş ve İnşaat Makineleri Sektörü, kümelenme için uygun sektör olarak belirlendi. Sektörün belirlenmesinden sonra, yaklaşık 1,5 yıl sektörde faaliyet gösteren firmaların kümelenme hakkında bilgilendirilmesi amacıyla eğitim seminerleri düzenledik. Küme için maddi kaynak temin edebilmek için Avrupa Birliği Ulusal Ajansı’na sunduğumuz iki “Leonardo Da Vinci Yenilik Transferi” projemiz kabul edildi ve bu projeler ile birlikte Üniversiteden sağlanan ek kaynak ile kümelenme çalışmalarımız hızlandı. Bu projelerin amaçları İş ve İnşaat Makineleri Sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’lerin kümelenmesini ve bu KOBİ’ler arasında işbirlikçi ağların kurulmasını sağlamaktı. Projeler kapsamında, küme envanterinin çıkarılması için firmalar ile detaylı anket çalışması yapıldı. Yapılan anketler ve SWOT (GZFT) analizi sonucunda firmaların ihtiyacı olan eğitim konuları belirlendi ve bu eğitimler düzenli olarak gerçekleştirildi. Bu projelerin yanı sıra, Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından desteklenen, firmaların uluslararası rekabet güçlerinin arttırılması projesi kapsamında firmaların ihracata yönelik ihtiyaç analizleri tamamlandı.
Diğer taraftan, Ortak Satınalma Organizasyonu ile yapılan anlaşma ile firmaların ortak ihtiyaçlarının indirimli olarak temin edilmesi sağlanmış oldu. Avusturya Ticaret Müsteşarlığı ile birlikte, küme üyesi firmalar ile Avusturya firmaları arasında ortaklık kurulmasını temin etmek amacıyla, bir çalıştay düzenledik. Firmalar arasında işbirliği ortamının yaratılması için düzenli olarak, çeşitli sosyal faaliyetler gerçekleştirdik. Bunlar arasında, sabah kahvaltıları, iftar yemekleri ve konser katılımları yer alıyor ve benzer faaliyetlerimiz sürekli olarak devam ediyor.
Kümelenme alanında OSTİM’le attığınız ilk adım zaman içinde nasıl büyüdü ve şekillendi?
Kümelenme faaliyetlerimiz çerçevesinde özellikle imalat sanayinde faaliyet gösteren KOBİ’lere odaklandık. Ankara’da farklı organize sanayi bölgelerindeki KOBİ’ler ile bu faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Öncelikle Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan firmalar ile başlayan işbirliğimiz, daha sonraları İvedik, Sincan, Kazan ve Gölbaşında bulunan firmaları da kapsayacak şekilde genişledi.
ÖĞRENCİLERİN YER ALDIĞI PROJE SAYISI 110’A ULAŞTI
Sürdürdüğünüz projelerde öğrenciler ne ölçüde yer alıyorlar ve ne tür katkılar sağlıyorlar?
Öğrencilerimiz öncelikle dünya standartlarında, çok iyi bir eğitim-öğretim alıyorlar. Üniversitemizde Hukuk Fakültesi hariç diğer tüm fakültelerde eğitim dili İngilizce. Bu nedenle, öğrencilerimiz iyi derecede yabancı bir dil bilgisi ile mezun oluyorlar.
Diğer taraftan, sanayi ile işbirliğimiz, firmaların yanı sıra öğrencilerimize de fayda sağlıyor. Çankaya Üniversitesi son sınıf öğrencileri 2007-2008 akademik döneminden itibaren Ostim, Kazan, İvedik ve Sincan organizede bulunan İş ve İnşaat Makineleri Küme üyesi firmalarda proje gerçekleştiriyorlar. Bu projeler, en az 2 kişilik öğrenci grubu ile onlara danışmanlık eden Çankaya Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından yürütülüyor. 2007-2008 akademik yılında Endüstri Mühendisliği Bölümü ile başlayan öğrenci projeleri, diğer yıllarda Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, İşletme ve Uluslararası Ticaret Bölümleri’ni de kapsayarak, her geçen yıl sayısını artırarak devam ediyor. 2011-2012 akademik dönemine kadar, 2007-2008 akademik döneminde 11 proje, 2008-2009 akademik döneminde 22 proje, 2009-2010 akademik döneminde 33 proje, 2010-2011 akademik döneminde 44 proje olmak üzere, toplam 110 proje tamamlandı.
Bu projelerin amacı, İş ve İnşaat Makineleri Kümesi firmalarının üretim, pazarlama, ihracat gibi konularda yaşadıkları ve gerekli zaman ve personel ayıramadıkları için çözemedikleri problemler için çözüm üretmek. Bu projeler ile firmaların kısa vadede verimliliklerinin artırılması sağlanıyor. Bu projeler ile mezun olacak öğrencilerimiz, Üniversitede almış oldukları teorik eğitimin gerçek hayatta bir uygulamasını gerçekleştiriyorlar. Öğrencilerimizin mezun olabilmeleri için yaptıkları projenin firmada uygulanması gerekli.
Bundan sonrası için amacımız tüm fakültelerimizdeki bölümlerin son sınıf öğrencilerini bu sistemin içerisine dahil ederek firmaların farklı sorunlarına çözümler geliştirmek. Bunun sonucunda hem firmaların hem de öğrencilerimizin kazanmasını sağlamak.
Okulunuzdan mezun olan öğrencilerinizin işe yerleşme oranı nedir? Bu konuda sanayi sektörü ile yaptığınız işbirlikleri nasıl bir rol oynuyor?
Sanayi ile yaptığımız işbirlikleri, öğrencilerimiz için bir farklılık oluşturuyor. Mezun olduktan sonra, benzer firmalarda benzer sorunlarla karşılaşacakları için, yaptıkları projeler öğrencilerimize avantaj sağlıyor çünkü kendilerini bekleyen iş hayatının önceden pratiğini yapıyorlar ve o sistemin içinde yaşamayı öğreniyorlar. Bu projeler ile öğrencilerimiz gerçek sorunlar ile baş etmenin yanı sıra takım çalışmasını da öğreniyorlar ve en önemlisi işler yürürken karşılaşılan sorunlara çözüm üretmeyi öğreniyorlar, bu bir şeyi sıfırdan tasarlamaya kıyasla çok daha zor. Bu nedenle, öğrencilerimizin işe yerleşme oranları yüksek seviyede. Yapılan bu projeler öğrencilerimiz için bir referans sağlıyor ve bu deneyimleri tercih edilmelerine neden oluyor. Bunun yanı sıra, proje yaptıkları firmalarda, mezuniyetleri sonrasında çalışmaya başlayan öğrencilerimiz de var.
Ayrıca Üniversitemizde girişimciliği destekleyen bir kültür mevcut. Öğrencilerimizin bir bölümü de, mezuniyetlerinden sonra kendi firmalarını kuruyorlar. Sanayide yapılan projelerin bu yeni girişimlerin üzerinde de etkileri oluyor. Öğrencilerimiz firmaların yaşadıkları sorunları bizzat kendileri yaşıyor ve bu deneyimlerinden kendi firmaları için ders çıkarıyorlar.
Çankaya Üniversitesi’nin yakın vadeli planları arasında bir Tekno-Park projesi de yer alıyor. Projeyle ilgili detayları ve hedeflerinizi anlatır mısınız?
Üniversite-sanayi işbirliği, çoğunlukla Ar-Ge ve inovasyon faaliyetlerinden ekonomiye bir katma değer sağlıyor. Günümüzde teknoloji çok hızlı ilerliyor. Bu teknolojik değişim süresinde, tek başına ne üniversite, ne de sanayici değişen ihtiyaçlara cevap verebilir. Yüksek teknoloji için, çok pahalı ve uzun süreli yatırım, insan gücü ve maddi kaynak gerekli. Ar-Ge ve Ar-Ge teçhizatları son derece pahalı, buna karşılık sanayicinin kaynağı ve insan gücü sınırlı. Bir üniversitenin ise hem araştırma yapıp, prototip üretip hem de bunu ticari bir ürüne dönüştürme olasılığı çok az. Yapılan araştırmaların ürüne dönüştürülebilmesi için, gerçek anlamda üniversite-sanayi işbirliği gerekiyor. Bir taraftan, üniversitede yapılan araştırmalar sonunda oluşan prototip ile ilgili sanayici eğitilmeli; diğer taraftan sanayici de ortaya çıkan prototipi kavrayıp, ürünü daha da geliştirmeli. Biz Ar-Ge’nin ancak sağlıklı bir kümede olabileceğini düşünüyoruz. Kümenin sürdürülebilirliği için, rekabetçi olması ve dolayısıyla yeniliklerini kendisinin üretebilmesi gerekli. KOBİ’lerin hiçbirisi, kaynak ayırmak istese dahi, tek başına kendisine rekabetçilik kazandıracak Ar-Ge yapamaz. Bu nedenle, biz firmalara ortak Ar-Ge yapmalarını öneriyoruz. Dolayısıyla, Çankaya Üniversitesi bünyesinde kurulacak olan Tekno-Park'ın, küme üyesi
KOBİ'lerin birlikte yenilikçi projeler üretmelerini ve daha büyük çaplı ürünlerin üretilmesinde işbirliği yapmalarını sağlayacağını düşünüyoruz.
KOBİ’LER GÜNÜ KURTARMAK YERİNE ÜNİVERSİTELERLE GELECEĞE UZANMALI
Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç verdiği bilgilere göre üniversite-sanayi işbirliği özellikle ABD gibi gelişmiş ülkelerde çok güçlü ve üniversiteler ile sanayi kuruluşları iç içe. Başta ABD olmak üzere yurtdışındaki üniversitelerde sanayinin talepleri projelendirilirken, Türkiye’de ise, üniversite sanayi işbirliği uzun yıllardır konuşulmasına rağmen tam anlamıyla gerçekleştirilemedi. “Aslında, KOBİ’lerin dünyadaki yenilikleri ve teknolojiyi yakından takip etme fırsatını yakalayabilmeleri için üniversitelere yakın olmaları gerekli. Ancak, sanayici kendi derdine çare ararken sadece günü kurtarmaya yönelik kararlar alıyor” diyen Güvenç, KOBİ’lerin yeterli birikime sahip elemanı olmadığı için üniversitelerden uzaklaştığının altını çiziyor. Türkiye’deki terfi sisteminin de üniversitelerde çalışan öğretim üyelerinin sanayiden ve uygulamalı çalışmalardan uzaklaşmalarına neden olduğunu vurgulayan Güveç sözlerini şöyle sürdürüyor: “Öğretim üyelerinin terfi edebilmeleri yayınlara bağlı. Uygulamalı araştırmalardan yayın oluşturma süresi, teorik ve deneysel çalışmalara göre daha uzun sürdüğü için, öğretim üyeleri uygulamalı araştırmaları tercih etmiyor. Bu durumda, her iki tarafta birbirinden uzaklaşıyor. Biz, Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi için öncülük yaptık. Her ne kadar, diğer Üniversitelerde de benzer uygulamalar başlatılsa da, bu işbirlikleri henüz yeterli seviyeye ulaşmadı.”
Güvenç, sanayicilerin hem operasyonlarını iyi yönetmesi, değer zinciri içinde kendilerini iyi konumlandırması ve dünya çapında rekabetçi olabilmeleri için katma değeri çok yüksek ürünler üretmesi gerektiğine de işaret ediyor. Firmaların bunu yapabilmek için Ar-Ge çalışmalarına fazlasıyla önem verdiğini kaydeden Güvenç, “Ar-Ge kadrolarını yetiştiren yerler ise hep üniversitelerdir. Dolayısıyla, bu firmalar yeni ürün geliştirmek için özellikle Ar-Ge alanında kalifiye işgücüne ihtiyaç duyuyorlar. Yeni ürün geliştirilmesinden sonra, bu ürünlerin pazarlaması, ticareti de önem kazanıyor ve firmaların bu alanda yetişmiş işgücüne ihtiyaç duymalarına neden oluyor” diye konuşuyor.
‘GELECEĞİ ÜÇ TEMEL DEĞER ÜZERİNE İNŞA EDİYORUZ’
Çankaya Üniversitesi’nin üç temel değer üzerinde büyümeye devam ettiğine dikkat çeken Rektör Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, bu değerleri öğrencilerinin çok iyi bir eğitim-öğretim kazanmalarını sağlamak, uluslar arası alanda kendini kanıtlamış çok iyi bilimsel çalışmalar yapmak, uluslararası araştırma ve geliştirme projelerinde yer almak ve sosyal sorumluluk çerçevesinde yerel sanayiye destek olmak şeklinde açıklıyor. Bu üç değerin birbirinden bağımsız değil, aslında birbiri ile iç içe olduğunu söyleyen Güvenç şöyle konuşuyor: “Öğrenci odaklı iyi bir eğitim sistemimiz mevcut, bilimsel yayın sıralamasında üst sıralarda yer almaktayız ve uluslararası projeler yürütüyoruz. Bunların yanı sıra, yerel kalkınma modeli olan kümelenmeyi Ankara’da başarıyla uygulamaya devam ediyoruz. Yeni kampüsümüzle birlikte daha da genişleyerek, bu değerler için hizmet etmeyi sürdürüyoruz.”
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 16:11
Gösterim: 4418