Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Hamza Aydoğdu – MEB İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısı

hamza aydoğduİçinde yaşadığımız dünya sürekli değişim ve dönüşüm içerisindedir. Bu değişim ve dönüşüm nedeniyledir ki bir dakika önce yaşadığımız dünya ile bir dakika sonra yaşadığımız dünya aynı değildir. Ünlü Filozof Herakleitos “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü ile her şeyin değiştiğini, sabit kalmadığını çok güzel özetlemiştir. Etrafımıza baktığımızda her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini görmemiz mümkündür. O hâlde, her şey değişirken insanın değişmemesi, etrafında meydana gelen değişimlere karşı gözlerini kapatması hayret edilecek bir durum değil midir?

Geçmişten günümüze genel bir bakış, toplumsal hayatımızda da birçok değişim meydana geldiğini gösterecektir. İlk olarak tarım toplumu dediğimiz bir dönem yaşanmış, ardından fabrikaların gelişimi ile sanayi toplumuna geçilmiş daha sonra ise bilginin önem kazanması ile birlikte şu anda içinde bulunduğumuz bilgi toplumuna geçilmiştir. Bu geçişler sırasında köy olarak nitelendirdiğimiz yerleşim yerlerinde hayatını sürdüren insanlar, sanayi toplumu ve bilgi toplumu sürecinde şehirlere göç etmeye başlamıştır. Bunun sonucunda toplumlar genel olarak şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar şeklinde ayrılırken, şehirde yaşayan insanlara şehirli, köyde yaşayan insanlara ise köylü denilmiştir.

Peki, şehirli ya da köylü ayrımı yapmak bu kadar kolay mıdır? Yaşamını devam etirmek için şehir dediğimiz yerlere gittiği zaman şehirli, köye gittiği zaman da köylü mü olur her insan? Şehirli ve köylü arasındaki fark mekânsal mıdır yoksa zihinsel midir? Belki farkında olarak ya da olmayarak kurduğumuz cümlelerde şehirli veya köylü derken ne demek istediğimizi, neyi kastettiğimizi düşündük mü hiç?

Köy ve şehirler genel olarak gelişmişlik düzeyine göre birbirinden ayrılan yerleşim yerleridir. Köylerde doğa ile daha iç içe bir yaşam hâkim iken şehirlerde daha çok sanayi ve teknoloji ile iç içe bir yaşam hâkimdir. Bu açıdan ele alındığında köy kavramı çoğu zaman geri kalmış, modernleşmemiş yerler olarak algılanırken; şehirler bunun tam tersi olarak algılanmaktadır. 

Şehir, üretken, yenilikçi, bilim, sanat, kültür, özgün düşünce gibi değerlerin filizlenip yeşerdiği, modern ve medeni yer; şehirli ise sorun üretmek yerine çözüm üreten, sürekli değişen ve kendini yenileyen ama öz değerlerini de asla inkâr etmeyen, fikri hür insan demektir. Peki gerçekler öyle mi? Şehir yaşantımız uymakta mıdır tanımlara? Beton yığınları arasına sıkışmış hayatlar ve boğucu trafik şehirleşme midir? Sürekli şikayet eden, yeniliğe kapalı, alışkanlıkları kendine düstur edinen, kendi gibi olmayanı kabul etmeyen, şehirli midir? 

“Elbette Hayır”… 

Birçok şehir ve bu şehirli, medeniyet krizi içerisindedir. Ne şehirler şehir gibidir ne de şehirliler şehirli gibi.… İçi bomboş kavramlar olmuştur artık şehir ve şehirlilik. Oysa ruhun ve zihniyetin, öz değerlerini inkâr etmeden sürekli ve yeniden imar edilmesidir şehirlilik… Şehirde yaşamakla şehirli olunmuyor işte. Çok eğitim almakla da şehirli olunmuyor. Siz hiç şehirde yaşayan ama hala köylü kafası taşıyan akademisyen, eğitimci, doktor görmediniz mi?

Şehirlilik olgusu bir zihniyet meselesidir. Hz. İsa “Köyden peygamber çıkmaz” derken bir zihniyete vurgu yapar, biyolojik bir varlığa değil… O hâlde kimdir bu köylü kafalar? Onlar köylülük zihniyetinin müdavimleridir. Başarıyı çekemez, kültürel iletişime kapalıdır, hasettir, bencildir, ben merkezlidir, övünmeyi sever, egosu Ağrı Dağı gibidir. Dış görünüşü şehirli ve medenidir; iç dünyası ortaçağ karanlığında seyr-ü süluk etmektedir… Kolektif şuuru sevmez; davranışları yapmacık, ruhu estetiklidir, doğal değildir ve gösteriş düşkünüdür. Yeniliğe ve yeni fikirlere kapalıdır, alışkanlıklarına sorgusuz sualsiz bağlıdır ve tutucudur. Kendisinden aşağıda olanı ezerken kendisinden güçlüye boyun eğer, bedeni medeni bir ortamda yaşasa bile ruhunu köylülüğe köle etmiştir. Bu da yetmezmiş gibi kendisini çağdaş ve süslü sözcüklerin arkasına saklar. Herkes onları şehirle evli bilir, ama onlar şehirle flört bile etmiyordur. Şehir onlar için yaşamsal bir alandır, bir yaşam biçimi ve hayat tarzı değildir.

Şehirli olmak ya da köylü olmak mekânsal bir tabir olmayıp zihinsel bir aktivitedir. Asla öteki oluşturmak değildir. Bir insan şehirde köylü gibi, bir başka insan da köyde şehirli gibi yaşayabilir. Şehirlilik ve köylülük bir kast sistemi olmamakla birlikte iki kavram arasındaki geçiş imkansız değildir ve köyden şehre göç etmekten daha kolaydır. Gerekli olan tek şey zihniyet değişikliğini istemek ve hayata geçirmektir. Daha sonra da kendisini o şehre ait hissetmeli ve şehirle bütünleşmelidir. Şehirle bütünleşme duygusu şehre hâkim olan kültürel değerleri, gelenekleri, genel yaşam biçimlerini ve bunların etrafından gelişen alışkanlıkları paylaşmayı beraberinde getirmektedir. Eğer bir insan yaşadığı şehirle bütünleşmemiş ise diğerlerine karşı yabancıdır. Sorsanız aslında hayatından da gayet memnundur ancak farkında değildir bedeni hür iken fikrini, düşüncelerini prangalara vurduğundan…

Köyde yaşamak ne kabahattir ne de bir suç. Köylerin de kendine göre bir yaşam tarzı vardır. Mesele köyde hayatını sürdürmek değil, mesele hayatı boyunca köyü ve köylülüğü içinden söküp atamamaktır. Ülkemiz açısından bu konuyu düşündüğümüzde belki de birçok sorunun kaynağının burada yattığını söyleyebiliriz. Şehirde de yaşasak köyde de yaşasak kendimize has orijinal şehir kültürü oluşturamıyoruz. Bunu toplumsal bir hamleye dönüştüremiyoruz… Oysaki Ülke olarak, Dünya ülkeleri arasında varlığımızı sürdürmek ve güçlü olmak için vakit kaybetmeden bu kültürel evrimi tamamlamalıyız. En önemlisi de eğitimde şehirli olabilmeyi, şehirli gençler, şehirli zihniyetler yetiştirebilmeyi başarmalıyız. Belki de en temel problemimiz budur…

Eğitim, davranışları yönlendirme ve biçimlendirme ise bunun öncelikle zihniyet değişimi ile mümkün olacağını bilmeliyiz. Değişmeden, zihinlerimizi yeniden imar etmeden kendimize has bir kimlik oluşturmadan birey olamayacağımız gibi şehirli hiç olamayız. Çünkü üretici olmak, yeni fikirler ortaya koymak, çözümler aramak, yeni fırsatlar oluşturmak ve başarıya ulaşmak bireyin şehirli olmasıyla mümkündür. Bu durumda birey ile şehir etle tırnak gibidir. Birey şehre ait olmalı şehir de bireye ait olmalıdır. Bunun en güzel örneği, bir şehir insanı olan Socrates’in hayatında gizlidir. Socrates idama mahkum edilir, üstelik kendini ait hissettiği şehir olan Atina’da… Öğrencileri Socrates’i kaçırmak ister ama o, Atina’daki ölümü, Atina dışındaki hiçliğe tercih eder. Çünkü Socratesler ancak şehirlerde yaşar ve ölürler… 

Gel ne olursan ol yine gel diyerek herkese kucak açan Mevlana “Köyü mesken tutmak aklı mezara koymaktır” derken ne güzel bir söz söylemiştir. Aklını mezara koyan bir insanın yaşamasının ne anlamı vardır? Şehirlilik, bir yaşam tarzıdır, bir kültürel devrimdir, bir kolektif şuurdur. Bir bilinç ve zihniyet değişimidir. Gelecek nesilleri yetiştirecek kilometre taşlarıdır. Bu taşların köylücülük zihniyeti ile döşenmesinin sancılarını çekiyoruz bugün; belki de farkında değiliz…

İlk başta söylediğimiz gibi sürekli değişim içinde olan dünyaya ayak uydurmak değişimi ve gelişimi kabul etmek gerekir. Ama değişimler içselleştirilmedikçe , zihniyetler algılanmadıkça insan üzerinde de hayatımız üzerinde de eğreti duracaktır. Hayatın her alanında ve özellikle eğitimde başarı ve davranış modlarının sistematik ahengi “şehirli bir eğitimle ve kültürle” mümkündür desem; çok mu büyük laf etmiş olurum…


> Şehirli olabilmek mi yoksa köylü kalmak mı?

Hamza Aydoğdu – MEB İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısı

hamza aydoğduİçinde yaşadığımız dünya sürekli değişim ve dönüşüm içerisindedir. Bu değişim ve dönüşüm nedeniyledir ki bir dakika önce yaşadığımız dünya ile bir dakika sonra yaşadığımız dünya aynı değildir. Ünlü Filozof Herakleitos “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü ile her şeyin değiştiğini, sabit kalmadığını çok güzel özetlemiştir. Etrafımıza baktığımızda her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini görmemiz mümkündür. O hâlde, her şey değişirken insanın değişmemesi, etrafında meydana gelen değişimlere karşı gözlerini kapatması hayret edilecek bir durum değil midir?

Geçmişten günümüze genel bir bakış, toplumsal hayatımızda da birçok değişim meydana geldiğini gösterecektir. İlk olarak tarım toplumu dediğimiz bir dönem yaşanmış, ardından fabrikaların gelişimi ile sanayi toplumuna geçilmiş daha sonra ise bilginin önem kazanması ile birlikte şu anda içinde bulunduğumuz bilgi toplumuna geçilmiştir. Bu geçişler sırasında köy olarak nitelendirdiğimiz yerleşim yerlerinde hayatını sürdüren insanlar, sanayi toplumu ve bilgi toplumu sürecinde şehirlere göç etmeye başlamıştır. Bunun sonucunda toplumlar genel olarak şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar şeklinde ayrılırken, şehirde yaşayan insanlara şehirli, köyde yaşayan insanlara ise köylü denilmiştir.

Peki, şehirli ya da köylü ayrımı yapmak bu kadar kolay mıdır? Yaşamını devam etirmek için şehir dediğimiz yerlere gittiği zaman şehirli, köye gittiği zaman da köylü mü olur her insan? Şehirli ve köylü arasındaki fark mekânsal mıdır yoksa zihinsel midir? Belki farkında olarak ya da olmayarak kurduğumuz cümlelerde şehirli veya köylü derken ne demek istediğimizi, neyi kastettiğimizi düşündük mü hiç?

Köy ve şehirler genel olarak gelişmişlik düzeyine göre birbirinden ayrılan yerleşim yerleridir. Köylerde doğa ile daha iç içe bir yaşam hâkim iken şehirlerde daha çok sanayi ve teknoloji ile iç içe bir yaşam hâkimdir. Bu açıdan ele alındığında köy kavramı çoğu zaman geri kalmış, modernleşmemiş yerler olarak algılanırken; şehirler bunun tam tersi olarak algılanmaktadır. 

Şehir, üretken, yenilikçi, bilim, sanat, kültür, özgün düşünce gibi değerlerin filizlenip yeşerdiği, modern ve medeni yer; şehirli ise sorun üretmek yerine çözüm üreten, sürekli değişen ve kendini yenileyen ama öz değerlerini de asla inkâr etmeyen, fikri hür insan demektir. Peki gerçekler öyle mi? Şehir yaşantımız uymakta mıdır tanımlara? Beton yığınları arasına sıkışmış hayatlar ve boğucu trafik şehirleşme midir? Sürekli şikayet eden, yeniliğe kapalı, alışkanlıkları kendine düstur edinen, kendi gibi olmayanı kabul etmeyen, şehirli midir? 

“Elbette Hayır”… 

Birçok şehir ve bu şehirli, medeniyet krizi içerisindedir. Ne şehirler şehir gibidir ne de şehirliler şehirli gibi.… İçi bomboş kavramlar olmuştur artık şehir ve şehirlilik. Oysa ruhun ve zihniyetin, öz değerlerini inkâr etmeden sürekli ve yeniden imar edilmesidir şehirlilik… Şehirde yaşamakla şehirli olunmuyor işte. Çok eğitim almakla da şehirli olunmuyor. Siz hiç şehirde yaşayan ama hala köylü kafası taşıyan akademisyen, eğitimci, doktor görmediniz mi?

Şehirlilik olgusu bir zihniyet meselesidir. Hz. İsa “Köyden peygamber çıkmaz” derken bir zihniyete vurgu yapar, biyolojik bir varlığa değil… O hâlde kimdir bu köylü kafalar? Onlar köylülük zihniyetinin müdavimleridir. Başarıyı çekemez, kültürel iletişime kapalıdır, hasettir, bencildir, ben merkezlidir, övünmeyi sever, egosu Ağrı Dağı gibidir. Dış görünüşü şehirli ve medenidir; iç dünyası ortaçağ karanlığında seyr-ü süluk etmektedir… Kolektif şuuru sevmez; davranışları yapmacık, ruhu estetiklidir, doğal değildir ve gösteriş düşkünüdür. Yeniliğe ve yeni fikirlere kapalıdır, alışkanlıklarına sorgusuz sualsiz bağlıdır ve tutucudur. Kendisinden aşağıda olanı ezerken kendisinden güçlüye boyun eğer, bedeni medeni bir ortamda yaşasa bile ruhunu köylülüğe köle etmiştir. Bu da yetmezmiş gibi kendisini çağdaş ve süslü sözcüklerin arkasına saklar. Herkes onları şehirle evli bilir, ama onlar şehirle flört bile etmiyordur. Şehir onlar için yaşamsal bir alandır, bir yaşam biçimi ve hayat tarzı değildir.

Şehirli olmak ya da köylü olmak mekânsal bir tabir olmayıp zihinsel bir aktivitedir. Asla öteki oluşturmak değildir. Bir insan şehirde köylü gibi, bir başka insan da köyde şehirli gibi yaşayabilir. Şehirlilik ve köylülük bir kast sistemi olmamakla birlikte iki kavram arasındaki geçiş imkansız değildir ve köyden şehre göç etmekten daha kolaydır. Gerekli olan tek şey zihniyet değişikliğini istemek ve hayata geçirmektir. Daha sonra da kendisini o şehre ait hissetmeli ve şehirle bütünleşmelidir. Şehirle bütünleşme duygusu şehre hâkim olan kültürel değerleri, gelenekleri, genel yaşam biçimlerini ve bunların etrafından gelişen alışkanlıkları paylaşmayı beraberinde getirmektedir. Eğer bir insan yaşadığı şehirle bütünleşmemiş ise diğerlerine karşı yabancıdır. Sorsanız aslında hayatından da gayet memnundur ancak farkında değildir bedeni hür iken fikrini, düşüncelerini prangalara vurduğundan…

Köyde yaşamak ne kabahattir ne de bir suç. Köylerin de kendine göre bir yaşam tarzı vardır. Mesele köyde hayatını sürdürmek değil, mesele hayatı boyunca köyü ve köylülüğü içinden söküp atamamaktır. Ülkemiz açısından bu konuyu düşündüğümüzde belki de birçok sorunun kaynağının burada yattığını söyleyebiliriz. Şehirde de yaşasak köyde de yaşasak kendimize has orijinal şehir kültürü oluşturamıyoruz. Bunu toplumsal bir hamleye dönüştüremiyoruz… Oysaki Ülke olarak, Dünya ülkeleri arasında varlığımızı sürdürmek ve güçlü olmak için vakit kaybetmeden bu kültürel evrimi tamamlamalıyız. En önemlisi de eğitimde şehirli olabilmeyi, şehirli gençler, şehirli zihniyetler yetiştirebilmeyi başarmalıyız. Belki de en temel problemimiz budur…

Eğitim, davranışları yönlendirme ve biçimlendirme ise bunun öncelikle zihniyet değişimi ile mümkün olacağını bilmeliyiz. Değişmeden, zihinlerimizi yeniden imar etmeden kendimize has bir kimlik oluşturmadan birey olamayacağımız gibi şehirli hiç olamayız. Çünkü üretici olmak, yeni fikirler ortaya koymak, çözümler aramak, yeni fırsatlar oluşturmak ve başarıya ulaşmak bireyin şehirli olmasıyla mümkündür. Bu durumda birey ile şehir etle tırnak gibidir. Birey şehre ait olmalı şehir de bireye ait olmalıdır. Bunun en güzel örneği, bir şehir insanı olan Socrates’in hayatında gizlidir. Socrates idama mahkum edilir, üstelik kendini ait hissettiği şehir olan Atina’da… Öğrencileri Socrates’i kaçırmak ister ama o, Atina’daki ölümü, Atina dışındaki hiçliğe tercih eder. Çünkü Socratesler ancak şehirlerde yaşar ve ölürler… 

Gel ne olursan ol yine gel diyerek herkese kucak açan Mevlana “Köyü mesken tutmak aklı mezara koymaktır” derken ne güzel bir söz söylemiştir. Aklını mezara koyan bir insanın yaşamasının ne anlamı vardır? Şehirlilik, bir yaşam tarzıdır, bir kültürel devrimdir, bir kolektif şuurdur. Bir bilinç ve zihniyet değişimidir. Gelecek nesilleri yetiştirecek kilometre taşlarıdır. Bu taşların köylücülük zihniyeti ile döşenmesinin sancılarını çekiyoruz bugün; belki de farkında değiliz…

İlk başta söylediğimiz gibi sürekli değişim içinde olan dünyaya ayak uydurmak değişimi ve gelişimi kabul etmek gerekir. Ama değişimler içselleştirilmedikçe , zihniyetler algılanmadıkça insan üzerinde de hayatımız üzerinde de eğreti duracaktır. Hayatın her alanında ve özellikle eğitimde başarı ve davranış modlarının sistematik ahengi “şehirli bir eğitimle ve kültürle” mümkündür desem; çok mu büyük laf etmiş olurum…


Son Güncelleme: Pazar, 20 May 2012 14:12

Gösterim: 5247

Milli Eğitim Bakanlığı, 4+4+4 kesintili zorunlu eğitim sisteminin yasalaşmasının ardından okul öncesi eğitimi yaygınlaştıracak adımlar da atmaya başladı. 

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in her fırsatta dile getirdiği okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranının artırılması için yeni düzenlemeler yapılacak. 2014 yılı sonuna kadar resmi anaokulu sayısı 2 bin 402′ye çıkarılacak. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranı düşük olan belde ve ilçelere bağımsız anaokulları yapımında öncelik verilecek. Kamu envanterine kayıtlı ve atıl durumdaki okul ve kurum binaları ise okul öncesi eğitim kurumu olarak yeniden düzenlenecek.

MEB, kamu kaynaklarının etkin kullanılmasının sağlanması için atıl durumdaki belde ve köy okullarını yeniden eğitim-öğretim hayatına kazandıracak. Atıl durumdaki okulların yeniden düzenlenmesiyle yatırımdan da tasarruf edilmiş olacak. Okul öncesi eğitimde hedeflenen okullaşma oranına ulaşmak için, bağımsız anaokulu ve ana sınıfı yapılacak bölgelere, güncelliği güvenilir olan ihtiyaç envanterleri tutulup bu envanterler doğrultusunda karar verilecek. 

AİLELERLE GÖRÜŞÜLECEK

9. Kalkınma Planı ve Hükümet Programında, 48-72 aylık çağ nüfusunun okullaşması hedefine ulaşabilmek için 2014 yılı sonuna kadar resmî anaokulu sayısı 2 bin 402′ye, derslik sayısı ise 12 bin 10′a çıkarılacak. Böylelikle toplam derslik sayısı 45 bin 407 olacak. Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması kapsamında, toplumsal farkındalık düzeyini yükseltmek için geniş kapsamlı tanıtım faaliyetleri ve projeler yürütülecek. Okullaşmanın düşük olduğu bölgelere de öncelik verilerek, yüz yüze annebaba bilgilendirmeleri yapılacak. Okul öncesi eğitimde, eğitim personelinin nitelik ve niceliğine de önem atfeden Bakanlık, bu doğrultuda alan mezunlarına öncelik verecek. Öğretmen ihtiyacının alan mezunlarından karşılanamaması durumunda sözleşmeli ve ücretli öğretmenler sisteme dâhil edilecek. Bakanlık, okul öncesi eğitim kurumlarında özel eğitim gerektiren çocukların eğitimi için ise rehber öğretmen istihdam edilmesine ilişkin gerekli düzenlemeleri yapacak.

BAĞIMSIZ ANAOKULLARI

Okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak ve niteliğini yükseltmek için istihdamın yoğun olduğu ve hızlı göç alan bölgeler ile sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan yerleşim yerlerinde bağımsız anaokulları açılacak. Anaokulu yapımı ve donatımı ile her türlü eğitim kurumunun bünyesinde açılacak olan ana sınıflarının donatımı için de kaynak planlaması yapılacak. Bakanlık bu sayede okul öncesi eğitimde okullaşma sürecini bütün bölgelerde eşit şekilde yaygınlaştırmış olacak.

(Bugün)

> MEB'den 'okul öncesi' için büyük bir adım

Milli Eğitim Bakanlığı, 4+4+4 kesintili zorunlu eğitim sisteminin yasalaşmasının ardından okul öncesi eğitimi yaygınlaştıracak adımlar da atmaya başladı. 

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in her fırsatta dile getirdiği okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranının artırılması için yeni düzenlemeler yapılacak. 2014 yılı sonuna kadar resmi anaokulu sayısı 2 bin 402′ye çıkarılacak. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranı düşük olan belde ve ilçelere bağımsız anaokulları yapımında öncelik verilecek. Kamu envanterine kayıtlı ve atıl durumdaki okul ve kurum binaları ise okul öncesi eğitim kurumu olarak yeniden düzenlenecek.

MEB, kamu kaynaklarının etkin kullanılmasının sağlanması için atıl durumdaki belde ve köy okullarını yeniden eğitim-öğretim hayatına kazandıracak. Atıl durumdaki okulların yeniden düzenlenmesiyle yatırımdan da tasarruf edilmiş olacak. Okul öncesi eğitimde hedeflenen okullaşma oranına ulaşmak için, bağımsız anaokulu ve ana sınıfı yapılacak bölgelere, güncelliği güvenilir olan ihtiyaç envanterleri tutulup bu envanterler doğrultusunda karar verilecek. 

AİLELERLE GÖRÜŞÜLECEK

9. Kalkınma Planı ve Hükümet Programında, 48-72 aylık çağ nüfusunun okullaşması hedefine ulaşabilmek için 2014 yılı sonuna kadar resmî anaokulu sayısı 2 bin 402′ye, derslik sayısı ise 12 bin 10′a çıkarılacak. Böylelikle toplam derslik sayısı 45 bin 407 olacak. Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması kapsamında, toplumsal farkındalık düzeyini yükseltmek için geniş kapsamlı tanıtım faaliyetleri ve projeler yürütülecek. Okullaşmanın düşük olduğu bölgelere de öncelik verilerek, yüz yüze annebaba bilgilendirmeleri yapılacak. Okul öncesi eğitimde, eğitim personelinin nitelik ve niceliğine de önem atfeden Bakanlık, bu doğrultuda alan mezunlarına öncelik verecek. Öğretmen ihtiyacının alan mezunlarından karşılanamaması durumunda sözleşmeli ve ücretli öğretmenler sisteme dâhil edilecek. Bakanlık, okul öncesi eğitim kurumlarında özel eğitim gerektiren çocukların eğitimi için ise rehber öğretmen istihdam edilmesine ilişkin gerekli düzenlemeleri yapacak.

BAĞIMSIZ ANAOKULLARI

Okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak ve niteliğini yükseltmek için istihdamın yoğun olduğu ve hızlı göç alan bölgeler ile sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan yerleşim yerlerinde bağımsız anaokulları açılacak. Anaokulu yapımı ve donatımı ile her türlü eğitim kurumunun bünyesinde açılacak olan ana sınıflarının donatımı için de kaynak planlaması yapılacak. Bakanlık bu sayede okul öncesi eğitimde okullaşma sürecini bütün bölgelerde eşit şekilde yaygınlaştırmış olacak.

(Bugün)

Son Güncelleme: Pazar, 20 May 2012 13:37

Gösterim: 1983

Trafik güvenliği konusunda çözüm önerileri geliştirilmesi amacıyla düzenlenen '3. Karayolu Trafik Güvenliği Sempozyumu' sonuç bildirgesi açıklandı. 

stajyer sürücüTrafik kazalarında sürücü hatalarının çok yüksek olması yeni arayışları beraberinde getirdi. Bu kapsamda sürücü belgesi sınavlarının yeniden yapılandırılması; 'stajyer sürücülük' sisteminin bir an önce uygulamaya konulması isteniyor.

İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığı ile Polis Akademisi Başkanlığı; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü ile Karayolları Genel Müdürlüğü; Gazi Üniversitesi; Bahçeşehir Üniversitesi; TÜVTURK ve diğer ilgili kuruluşların işbirliği gerçekleştirilen sempozyuma toplam 155 bildiri gönderildi. Bunların 85'i sözlü, 50'si de poster olarak sunuldu. Trafik sorunlarının, konu ile ilgili bütün birim ve kurumlarca belirlenmiş olan ortak hedefler doğrultusunda hareket ettiği bir 'güvenli sistem yaklaşımı' içerisinde ele alınması gerektiği hususu genel kabul gördü.

Sempozyumda şu görüş ve öneriler ön plana çıktı: "Karayolu ulaşım sisteminin işleyişinde rolü olan bütün aktörler 'ortak sorumluluk' anlayışı çerçevesinde hareket etmeli; vatandaşlar ile kamu kurumları, özel sektör ve sivil toplum örgütleri aynı güvenlik vizyon ve isteği doğrultusunda işbirliği içerisinde olmalıdır.

Ülkemizde yük ve yolcu taşımacılığı çok büyük oranda karayolları üzeride yapılmaktadır. Ulaştırmada karayolu aleyhine olan bu dengesizliğin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak, taşıma modları arasındaki karayollarının ağırlığını azaltacak şekilde, deniz ve su yolları, havayolları, raylı sistemler ve kombine taşımacılığa önem verilerek yük ve yolcu taşımacılığında bu sistemlerin kullanımının yaygınlaştırılması için gerekli altyapı ve mevzuat düzenlemeleri yapılmalıdır. 

Karayolu trafik güvenliği alanında görev ve yetki verilen kurum ve kuruluşların ortak hedefler doğrultusunda işbirliği ve eşgüdüm içerisinde çalışmaları gerekmektedir. Trafik Hizmetleri Başkanlığı'nca hazırlanarak Karayolu Trafik Güvenliği Kurulu'nca uygun görülen önerileri değerlendirip karara bağlayan ve bu kararların yaşama geçirilmesi için kurumlar arasında koordinasyon önlemlerini belirleyen Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu, kurulduğu 1997 yılından beri sadece iki kez toplanmıştır. Kurumlar arası işbirliği ve koordinasyonun ön plana çıktığı ve ulusal bir strateji belirlemenin önem kazandığı günümüzde Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu'nun bu ay içerisinde yeniden toplanacak olması önemli bir gelişmedir. Kurul, Karayolları Trafik Kanunu'nda belirtildiği üzere rutin olarak toplanmaya devam etmelidir." 

SÜRÜCÜ BELGESİ SINAVLARI YENİDEN YAPILANDIRILMALI 

"Emniyet Genel Müdürlüğü'nce, trafik güvenliği ile ilgili kurum ve kuruluşların katkıları ile 'Karayolu Trafik Güvenliği On Yıllık Eylem Planı' hazırlanmış; Karayolu Trafik Güvenliği Kurulu'nda görüşülerek Başbakanlığa sunulmuştur. Söz konusu eylem planı, Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu'nda ele alınarak en kısa zamanda yürürlüğe konulmalı ve uygulanma aşamaları kurul tarafından takip edilmelidir. 

Trafik kazalarında sürücü hatalarının çok yüksek bir orana sahip olması nedeniyle, kaliteli ve bilinçli sürücüler yetiştirebilmek için sürücü eğitim sistemi ve sürücü kursları AB standartlarına uygun olarak yeniden yapılandırılmalı ve diğer kurumlar bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'na destek olmalıdır. Ayrıca, sürücü belgesi sınavları da yeniden yapılandırılarak, stajyer sürücülük sistemi uygulamaya konulmalıdır. 

Temel eğitimden başlayarak, bütün öğrencilerin trafikte yaya, yolcu ve bisiklet sürücüsü olarak güvenli bir yol kullanıcısı olmalarını sağlayacak eğitim programlarının yanı sıra, yetişkin eğitimini de kapsayacak şekilde trafik güvenliği ile ilgili yaşam boyu öğrenme eğitim programları hayata geçirilmelidir. Ayrıca bilinçlendirme kampanyaları ile bireylerin okulda öğrendikleri bilgiler desteklenmelidir."

ALKOL DENETİMİ GİBİ SÜRÜCÜLERDE UYUŞTURUCU VE KEYİF VERİCİ MADDE KONTROLÜ YAPILMALI

"Sürücülerde algılanan yakalanma riskinin arttırılması amacı ile trafik denetimleri özellikle aşağıdaki alanlarda sıklaştırılmalı ve süreklilik arz etmelidir: Emniyet kemeri ve kask kullanımı, aşırı hızın önlenmesi, yaya güvenliği, kırmızı ışık ihlallerinin önlenmesi, araç kullanırken cep telefonu kullanımının önlenmesi, alkollü iken araç kullanımının önlenmesi, alkol denetiminde olduğu gibi, sürücülerde uyuşturucu veya keyif verici madde kullanıp kullanılmadığının da resen tespit edilebilmesi için gerekli mevzuat düzenlemesinin yapılarak, bununla ilgili teknik cihazları alınmalı ve en kısa zamanda uygulamaya geçilmelidir. 

Trafik hizmetlerinde çalışan polislerin yanında diğer birimlerde çalışan polislerin de trafik suçu tespit yetkisi bulunmasına rağmen aktif olarak kullanılmamaktadır. Kural ihlallerinin tespitine yönelik denetimlerin etkinliğini artırarak, sürücülerde, 'Bir kural ihlali yaparsam kesin yakalanırım ve kesin ceza alırım' inancının yerleşmesini ve algılanan yakalanma riskinin artmasını sağlayacak olan bu yetki aktif hale getirilmeli, genel hizmet polislerine belli kural ihlalleri için trafik suçu tespit tutanağı düzenleme yetkisi verilmelidir." 

TRAFİK CEZALARININ YÜZDE 13'Ü ELEKTRONİK DENETİM SİSTEMLERİ İLE YAZILDI 

"Belediyelere elektronik trafik denetim sistemlerinin kurulması ve yaygınlaştırılması yetkisi verilmiştir. 2011 yılı verilerine göre cezaların yüzde 13'ü Elektronik Denetim Sistemleri ile yazılmıştır. Elektronik trafik denetim sistemlerinin şehir içi ve otoyolların tamamında kurularak işletilmesinin sağlanması ve etkin olarak kullanılması sürücülerde trafik kuralı ihlallerinde algılanan yakalanma riskinin artırarak trafik kurallarına uymama neticesinde meydana gelen kazaların azaltılmasını sağlayacaktır. Önümüzdeki yıllarda bu sistem ihtiyaç duyulan tüm yollarda kurulmalı ve etkin olarak kullanılmalıdır. Trafik güvenliğinin artırılmasında akıllı ulaşım sistemleri kapsamındaki çağdaş uygulamalardan ve teknolojik gelişmelerden faydalanılmalıdır.

Halkımızın trafik kazalarını önlemede trafik polisimize yardımcı olmasını sağlayarak, algılanan yakalanma riskini artırmak amacıyla, Fahri Trafik Müfettişliği müessesesi kurulmuştur. Mevcut durumda 11 bin 239 Fahri Trafik Müfettişi görev yapmaktadır. Fahri trafik müfettişlerinin her yıl en az bir defa eğitime katılmaları sağlanmaktadır. Yönetmelikteki hükümlere göre tescilli araç sayısının binde ikisi kadar Fahri Trafik Müfettişi görevlendirilmesi gerekmektedir. Bu hedefe her yıl ulaşılması ayrıca yılda en az iki defa eğitim verilmesi ve böylelikle sürücülerde trafik kuralı ihlallerinde algılanan yakalanma riskinin artırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır." 

KAZALARDAN SONRA 30 GÜNLÜK TEDAVİ SÜRECİ TAKİP EDİLMELİ 

"Araçların kış mevsimi şartlarına uygun olmayan lastik ve diğer donanımlarla kullanılması karayolu güvenliğini tehlikeye sokan durumlar oluşmasına neden olmaktadır. Buna mukabil, Karayolları Trafik Kanunu'nda kış lastiği kullanılmasını zorunlu kılacak bir hüküm bulunmamaktadır. Kış lastiği kullanımının bölgesel olarak farklı zamanlarda zorunluluk haline getirilmesini sağlayacak mevzuat düzenlemeleri yapılarak uygulamaya konulmalı ve bu konunun etkin denetimlerle takibi yapılmalıdır. 

Trafik kazaları sonrasında sunulan acil yardım hizmetlerinin her geçen gün geliştiği görülmektedir. Bu bağlamda, şehir içi ve kırsal alanlarda meydana gelen kazalardaki acil çağrılara müdahale süresinin en aza indirilmesi, vatandaşların ilk yardım konusundaki becerilerinin artırılması, kazalardan sonra 30 günlük tedavi süreci takip edilerek Avrupa Birliği standartlarına uygun istatistiki verilerin toplanması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. 

Karayolu trafik güvenliği, sadece kanunca yetki ve görev verilen kurumların sorumluluğunda olan bir alan değildir. Bu konuda sivil toplum örgütleri, üniversiteler, diğer kamu kurumları ve özel sektör kuruluşlarının da sorumluluğu bulunmaktadır. Bu birim ve kurumlar tarafından trafik kazaları sonucu meydana gelen maddi ve manevi kayıpları azaltmak için toplumsal farkındalık ve bilinç oluşturmak adına proje ve kampanya çalışmaları yapılmalı ve bütün paydaşlarca desteklenmelidir."

(haber7)

> 'Stajyer sürücülük' sistemi geliyor

Trafik güvenliği konusunda çözüm önerileri geliştirilmesi amacıyla düzenlenen '3. Karayolu Trafik Güvenliği Sempozyumu' sonuç bildirgesi açıklandı. 

stajyer sürücüTrafik kazalarında sürücü hatalarının çok yüksek olması yeni arayışları beraberinde getirdi. Bu kapsamda sürücü belgesi sınavlarının yeniden yapılandırılması; 'stajyer sürücülük' sisteminin bir an önce uygulamaya konulması isteniyor.

İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığı ile Polis Akademisi Başkanlığı; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü ile Karayolları Genel Müdürlüğü; Gazi Üniversitesi; Bahçeşehir Üniversitesi; TÜVTURK ve diğer ilgili kuruluşların işbirliği gerçekleştirilen sempozyuma toplam 155 bildiri gönderildi. Bunların 85'i sözlü, 50'si de poster olarak sunuldu. Trafik sorunlarının, konu ile ilgili bütün birim ve kurumlarca belirlenmiş olan ortak hedefler doğrultusunda hareket ettiği bir 'güvenli sistem yaklaşımı' içerisinde ele alınması gerektiği hususu genel kabul gördü.

Sempozyumda şu görüş ve öneriler ön plana çıktı: "Karayolu ulaşım sisteminin işleyişinde rolü olan bütün aktörler 'ortak sorumluluk' anlayışı çerçevesinde hareket etmeli; vatandaşlar ile kamu kurumları, özel sektör ve sivil toplum örgütleri aynı güvenlik vizyon ve isteği doğrultusunda işbirliği içerisinde olmalıdır.

Ülkemizde yük ve yolcu taşımacılığı çok büyük oranda karayolları üzeride yapılmaktadır. Ulaştırmada karayolu aleyhine olan bu dengesizliğin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak, taşıma modları arasındaki karayollarının ağırlığını azaltacak şekilde, deniz ve su yolları, havayolları, raylı sistemler ve kombine taşımacılığa önem verilerek yük ve yolcu taşımacılığında bu sistemlerin kullanımının yaygınlaştırılması için gerekli altyapı ve mevzuat düzenlemeleri yapılmalıdır. 

Karayolu trafik güvenliği alanında görev ve yetki verilen kurum ve kuruluşların ortak hedefler doğrultusunda işbirliği ve eşgüdüm içerisinde çalışmaları gerekmektedir. Trafik Hizmetleri Başkanlığı'nca hazırlanarak Karayolu Trafik Güvenliği Kurulu'nca uygun görülen önerileri değerlendirip karara bağlayan ve bu kararların yaşama geçirilmesi için kurumlar arasında koordinasyon önlemlerini belirleyen Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu, kurulduğu 1997 yılından beri sadece iki kez toplanmıştır. Kurumlar arası işbirliği ve koordinasyonun ön plana çıktığı ve ulusal bir strateji belirlemenin önem kazandığı günümüzde Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu'nun bu ay içerisinde yeniden toplanacak olması önemli bir gelişmedir. Kurul, Karayolları Trafik Kanunu'nda belirtildiği üzere rutin olarak toplanmaya devam etmelidir." 

SÜRÜCÜ BELGESİ SINAVLARI YENİDEN YAPILANDIRILMALI 

"Emniyet Genel Müdürlüğü'nce, trafik güvenliği ile ilgili kurum ve kuruluşların katkıları ile 'Karayolu Trafik Güvenliği On Yıllık Eylem Planı' hazırlanmış; Karayolu Trafik Güvenliği Kurulu'nda görüşülerek Başbakanlığa sunulmuştur. Söz konusu eylem planı, Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu'nda ele alınarak en kısa zamanda yürürlüğe konulmalı ve uygulanma aşamaları kurul tarafından takip edilmelidir. 

Trafik kazalarında sürücü hatalarının çok yüksek bir orana sahip olması nedeniyle, kaliteli ve bilinçli sürücüler yetiştirebilmek için sürücü eğitim sistemi ve sürücü kursları AB standartlarına uygun olarak yeniden yapılandırılmalı ve diğer kurumlar bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'na destek olmalıdır. Ayrıca, sürücü belgesi sınavları da yeniden yapılandırılarak, stajyer sürücülük sistemi uygulamaya konulmalıdır. 

Temel eğitimden başlayarak, bütün öğrencilerin trafikte yaya, yolcu ve bisiklet sürücüsü olarak güvenli bir yol kullanıcısı olmalarını sağlayacak eğitim programlarının yanı sıra, yetişkin eğitimini de kapsayacak şekilde trafik güvenliği ile ilgili yaşam boyu öğrenme eğitim programları hayata geçirilmelidir. Ayrıca bilinçlendirme kampanyaları ile bireylerin okulda öğrendikleri bilgiler desteklenmelidir."

ALKOL DENETİMİ GİBİ SÜRÜCÜLERDE UYUŞTURUCU VE KEYİF VERİCİ MADDE KONTROLÜ YAPILMALI

"Sürücülerde algılanan yakalanma riskinin arttırılması amacı ile trafik denetimleri özellikle aşağıdaki alanlarda sıklaştırılmalı ve süreklilik arz etmelidir: Emniyet kemeri ve kask kullanımı, aşırı hızın önlenmesi, yaya güvenliği, kırmızı ışık ihlallerinin önlenmesi, araç kullanırken cep telefonu kullanımının önlenmesi, alkollü iken araç kullanımının önlenmesi, alkol denetiminde olduğu gibi, sürücülerde uyuşturucu veya keyif verici madde kullanıp kullanılmadığının da resen tespit edilebilmesi için gerekli mevzuat düzenlemesinin yapılarak, bununla ilgili teknik cihazları alınmalı ve en kısa zamanda uygulamaya geçilmelidir. 

Trafik hizmetlerinde çalışan polislerin yanında diğer birimlerde çalışan polislerin de trafik suçu tespit yetkisi bulunmasına rağmen aktif olarak kullanılmamaktadır. Kural ihlallerinin tespitine yönelik denetimlerin etkinliğini artırarak, sürücülerde, 'Bir kural ihlali yaparsam kesin yakalanırım ve kesin ceza alırım' inancının yerleşmesini ve algılanan yakalanma riskinin artmasını sağlayacak olan bu yetki aktif hale getirilmeli, genel hizmet polislerine belli kural ihlalleri için trafik suçu tespit tutanağı düzenleme yetkisi verilmelidir." 

TRAFİK CEZALARININ YÜZDE 13'Ü ELEKTRONİK DENETİM SİSTEMLERİ İLE YAZILDI 

"Belediyelere elektronik trafik denetim sistemlerinin kurulması ve yaygınlaştırılması yetkisi verilmiştir. 2011 yılı verilerine göre cezaların yüzde 13'ü Elektronik Denetim Sistemleri ile yazılmıştır. Elektronik trafik denetim sistemlerinin şehir içi ve otoyolların tamamında kurularak işletilmesinin sağlanması ve etkin olarak kullanılması sürücülerde trafik kuralı ihlallerinde algılanan yakalanma riskinin artırarak trafik kurallarına uymama neticesinde meydana gelen kazaların azaltılmasını sağlayacaktır. Önümüzdeki yıllarda bu sistem ihtiyaç duyulan tüm yollarda kurulmalı ve etkin olarak kullanılmalıdır. Trafik güvenliğinin artırılmasında akıllı ulaşım sistemleri kapsamındaki çağdaş uygulamalardan ve teknolojik gelişmelerden faydalanılmalıdır.

Halkımızın trafik kazalarını önlemede trafik polisimize yardımcı olmasını sağlayarak, algılanan yakalanma riskini artırmak amacıyla, Fahri Trafik Müfettişliği müessesesi kurulmuştur. Mevcut durumda 11 bin 239 Fahri Trafik Müfettişi görev yapmaktadır. Fahri trafik müfettişlerinin her yıl en az bir defa eğitime katılmaları sağlanmaktadır. Yönetmelikteki hükümlere göre tescilli araç sayısının binde ikisi kadar Fahri Trafik Müfettişi görevlendirilmesi gerekmektedir. Bu hedefe her yıl ulaşılması ayrıca yılda en az iki defa eğitim verilmesi ve böylelikle sürücülerde trafik kuralı ihlallerinde algılanan yakalanma riskinin artırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır." 

KAZALARDAN SONRA 30 GÜNLÜK TEDAVİ SÜRECİ TAKİP EDİLMELİ 

"Araçların kış mevsimi şartlarına uygun olmayan lastik ve diğer donanımlarla kullanılması karayolu güvenliğini tehlikeye sokan durumlar oluşmasına neden olmaktadır. Buna mukabil, Karayolları Trafik Kanunu'nda kış lastiği kullanılmasını zorunlu kılacak bir hüküm bulunmamaktadır. Kış lastiği kullanımının bölgesel olarak farklı zamanlarda zorunluluk haline getirilmesini sağlayacak mevzuat düzenlemeleri yapılarak uygulamaya konulmalı ve bu konunun etkin denetimlerle takibi yapılmalıdır. 

Trafik kazaları sonrasında sunulan acil yardım hizmetlerinin her geçen gün geliştiği görülmektedir. Bu bağlamda, şehir içi ve kırsal alanlarda meydana gelen kazalardaki acil çağrılara müdahale süresinin en aza indirilmesi, vatandaşların ilk yardım konusundaki becerilerinin artırılması, kazalardan sonra 30 günlük tedavi süreci takip edilerek Avrupa Birliği standartlarına uygun istatistiki verilerin toplanması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. 

Karayolu trafik güvenliği, sadece kanunca yetki ve görev verilen kurumların sorumluluğunda olan bir alan değildir. Bu konuda sivil toplum örgütleri, üniversiteler, diğer kamu kurumları ve özel sektör kuruluşlarının da sorumluluğu bulunmaktadır. Bu birim ve kurumlar tarafından trafik kazaları sonucu meydana gelen maddi ve manevi kayıpları azaltmak için toplumsal farkındalık ve bilinç oluşturmak adına proje ve kampanya çalışmaları yapılmalı ve bütün paydaşlarca desteklenmelidir."

(haber7)

Son Güncelleme: Pazar, 20 May 2012 12:28

Gösterim: 1734

Türkiye’nin en büyük istihdam sorunları arasında ataması yapılmayan öğretmenler geliyor. Hükümetlerin her seçim dönemimde büyük vaatlerle atama rakamları açıklaması ve sonrasında bu sözlerini yerine getirmemesi atanamayan öğretmenleri mağdur etmeye devam ediyor.

atanamayanlardan şarkılı protestoAtanmayan öğretmenler sorunu giderek büyüyor. Her fırsatta tepkilerini dile getiren öğretmenler, sorunlarını TV5'te yayınlanan Sabah Gündemi programında dile getirdi. Kadir Öztürk'ün sorularını içtenlikle cevaplayan öğretmenlerden biri olan Boğaziçi Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümü mezunu Süleyman Dilmen yaşadıklarını anlattı. Hükümet yetkilileri tarafından kandırılmaktan bıktıklarını anlatan Dilmen Haziran 2012'de hak ettikleri atamaların yapılmasını istedi. Kendilerinin öğrencileri, öğrencilerin de kendilerini özlediğini dile getiren Dilmen birçok arkadaşın psikolojik olarak bunalımda olduğunu hatırlattı. 15 seneyi aşkın eğitim gördüklerini hatırlatan öğretmenler toplumun kendilerinden bekledikleri talepleri yerine getirememenin rahatsızlığını yaşıyor.


Haberin videosu



> Ataması yapılmayan öğretmenlerden şarkılı protesto

Türkiye’nin en büyük istihdam sorunları arasında ataması yapılmayan öğretmenler geliyor. Hükümetlerin her seçim dönemimde büyük vaatlerle atama rakamları açıklaması ve sonrasında bu sözlerini yerine getirmemesi atanamayan öğretmenleri mağdur etmeye devam ediyor.

atanamayanlardan şarkılı protestoAtanmayan öğretmenler sorunu giderek büyüyor. Her fırsatta tepkilerini dile getiren öğretmenler, sorunlarını TV5'te yayınlanan Sabah Gündemi programında dile getirdi. Kadir Öztürk'ün sorularını içtenlikle cevaplayan öğretmenlerden biri olan Boğaziçi Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümü mezunu Süleyman Dilmen yaşadıklarını anlattı. Hükümet yetkilileri tarafından kandırılmaktan bıktıklarını anlatan Dilmen Haziran 2012'de hak ettikleri atamaların yapılmasını istedi. Kendilerinin öğrencileri, öğrencilerin de kendilerini özlediğini dile getiren Dilmen birçok arkadaşın psikolojik olarak bunalımda olduğunu hatırlattı. 15 seneyi aşkın eğitim gördüklerini hatırlatan öğretmenler toplumun kendilerinden bekledikleri talepleri yerine getirememenin rahatsızlığını yaşıyor.


Haberin videosu



Son Güncelleme: Pazar, 20 May 2012 12:49

Gösterim: 2014

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan’ın bugünkü yazısı.

ahmet hakan“ŞUURSUZCA ” kutlanıyordu.

İlk kez “şuurla” kutlandı.

Anlamsız bir alışkanlığın ve tekdüzeliğin kurbanı olmuştu 19 Mayıs...

İlk kez silkinmenin ve yenilenmenin başlangıcı oldu.

* * *

Dünkü kutlamalarda...

Kule yoktu, prova yoktu, bir örnek giysiler yoktu...

Temsili milis güçleri yoktu, bıkkınlık yoktu...

Anlamsız vücut hareketleri yoktu, stadyumlara tıkılma yoktu...

Garnizon komutanı yoktu, vali yoktu...

Zorunluluk yoktu, “bitse de gitsek” duygusu yoktu...

“Rap rap rap” yoktu, askeri adımlar yoktu...

O utanç verici “etek boyu tartışması”nı başlatacak malzeme yoktu...

1930’ların “terbiye edilmiş bedenler” ideolojisi yoktu...

Bireyi yok sayan, kalabalık içinde eriten, bütünün minicik bir parçası haline getiren görsellikler yoktu...

İnançsızca atılan nutuklar yoktu.

* * *

Ya ne vardı?

Gayriresmi bir şuur vardı...

İlle de devlete yaslanmak gerekmeyeceğinin kanıtları vardı...

“Bir şey yapmalı” diyenlerin yaptıkları şeyler vardı...

Sempozyumlar, konserler, yürüyüşler, mitingler vardı...

“Viva 19 Mayıs” hareketi vardı...

Belediyelerin kutlama yarışları vardı...

Gönüllülük vardı...

Ne gönüllüğü? Canıgönüllülük vardı...

Sivillik vardı, neşe vardı, renklilik vardı, kararlılık vardı, ayaklar üstünde durma vardı...

İdeolojik duruş vardı...

Tepki vardı, etki vardı...

Hatta ve hatta...

Birazcık acemilik bile vardı...

* * *

19 Mayıs’ı statlarda yasaklayanların maksadı, 19 Mayıs’ı boğmak mıydı?

Bilmiyorum.

Ama eğer maksatları boğmak idiyse boğarken dirilttiler.

19 Mayıs statlardan çıktı, kurtuldu yani...

Böylece her şeyden kurtulmuş oldu:

Sıkıcılıktan kurtuldu, resmiyetten kurtuldu, vali nutuklarından kurtuldu, bilinçsizlikten kurtuldu, provalardan kurtuldu, bin yıllık alışkanlıklardan kurtuldu, sevgisizlikten kurtuldu, yasal zorunluluklardan kurtuldu.

O denli kurtuldu ki...

Eğer 19 Mayıs’ı statlarda yasaklayanların maksatları gerçekten 19 Mayıs’ı boğmak idiyse...

Bu yılki heyecan fırtınasını, şuur hareketini ve devletin zırnık yardımı olmadan toplumun kendi ayakları üzerinde durma enerjisini görünce...

Kutlamaları seneye yeniden statlara hapsedebilirler.

O dereceydi yani...

(Ahmet Hakan-hürriyet)

> 19 Mayıs işte böyle kutlanır

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan’ın bugünkü yazısı.

ahmet hakan“ŞUURSUZCA ” kutlanıyordu.

İlk kez “şuurla” kutlandı.

Anlamsız bir alışkanlığın ve tekdüzeliğin kurbanı olmuştu 19 Mayıs...

İlk kez silkinmenin ve yenilenmenin başlangıcı oldu.

* * *

Dünkü kutlamalarda...

Kule yoktu, prova yoktu, bir örnek giysiler yoktu...

Temsili milis güçleri yoktu, bıkkınlık yoktu...

Anlamsız vücut hareketleri yoktu, stadyumlara tıkılma yoktu...

Garnizon komutanı yoktu, vali yoktu...

Zorunluluk yoktu, “bitse de gitsek” duygusu yoktu...

“Rap rap rap” yoktu, askeri adımlar yoktu...

O utanç verici “etek boyu tartışması”nı başlatacak malzeme yoktu...

1930’ların “terbiye edilmiş bedenler” ideolojisi yoktu...

Bireyi yok sayan, kalabalık içinde eriten, bütünün minicik bir parçası haline getiren görsellikler yoktu...

İnançsızca atılan nutuklar yoktu.

* * *

Ya ne vardı?

Gayriresmi bir şuur vardı...

İlle de devlete yaslanmak gerekmeyeceğinin kanıtları vardı...

“Bir şey yapmalı” diyenlerin yaptıkları şeyler vardı...

Sempozyumlar, konserler, yürüyüşler, mitingler vardı...

“Viva 19 Mayıs” hareketi vardı...

Belediyelerin kutlama yarışları vardı...

Gönüllülük vardı...

Ne gönüllüğü? Canıgönüllülük vardı...

Sivillik vardı, neşe vardı, renklilik vardı, kararlılık vardı, ayaklar üstünde durma vardı...

İdeolojik duruş vardı...

Tepki vardı, etki vardı...

Hatta ve hatta...

Birazcık acemilik bile vardı...

* * *

19 Mayıs’ı statlarda yasaklayanların maksadı, 19 Mayıs’ı boğmak mıydı?

Bilmiyorum.

Ama eğer maksatları boğmak idiyse boğarken dirilttiler.

19 Mayıs statlardan çıktı, kurtuldu yani...

Böylece her şeyden kurtulmuş oldu:

Sıkıcılıktan kurtuldu, resmiyetten kurtuldu, vali nutuklarından kurtuldu, bilinçsizlikten kurtuldu, provalardan kurtuldu, bin yıllık alışkanlıklardan kurtuldu, sevgisizlikten kurtuldu, yasal zorunluluklardan kurtuldu.

O denli kurtuldu ki...

Eğer 19 Mayıs’ı statlarda yasaklayanların maksatları gerçekten 19 Mayıs’ı boğmak idiyse...

Bu yılki heyecan fırtınasını, şuur hareketini ve devletin zırnık yardımı olmadan toplumun kendi ayakları üzerinde durma enerjisini görünce...

Kutlamaları seneye yeniden statlara hapsedebilirler.

O dereceydi yani...

(Ahmet Hakan-hürriyet)

Son Güncelleme: Pazar, 20 May 2012 11:28

Gösterim: 1692


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.