Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Sağlık Bakanlığı yeni eğitim-öğretim yılı öncesi, ilkokula giden çocukların yeterli ve dengeli beslenmesi için örnek haftalık menü hazırladı. Beslenme çantasında taze sebze ve meyve, hazır kek ve bisküviler yerine evde hazırlanan yiyecekler bulunması önerildi
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, okul öncesi, gelişme çağındaki çocukların yeterli ve dengeli beslenmesinin sağlanabilmesi amacıyla ailelere ve öğretmenlere uyarılarda bulunuldu.
Öğretmenlerden, yeterli ve dengeli beslenme konusunda bilgi yarışması, sınıf gazetesi, beslenme köşesi gibi etkinlikler düzenlemesi, bu konunun öğrenciler arasında tartışılmasına zemin hazırlaması, öğrencilerin kahvaltı yapıp yapmadıklarını sorgulaması, dışarıda açıkta satılan yiyecekleri tüketmemeleri konusunda sık sık uyarıda bulunması istendi.
Çocukların beslenme çantasının Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen menü örneklerine göre hazırlanmasının sağlanması ve içeriklerinin sıklıkla kontrol edilmesi gerektiği belirtilerek, beslenme saatlerinde patates kızartması ve çikolata gibi yiyecekler yerine, peynir, yumurta, ekmek, taze sebze ve meyve, gazlı ve diğer hazır içecekler yerine de süt, ayran ve taze sıkılmış meyve suyunun tercih edilmesi konusunda çocukların uyarılması, bu konuda velilerle işbirliği yapılması önerildi. Ayrıca öğrencilerin boy ve ağırlık artışlarının takip edilerek değerlendirilmesi de tavsiye edildi.
Günde 2-3 bardak süt
Çocukların, dört besin grubundaki gıdalardan yeterli miktarda ve dengeli tüketmeleri gerektiği, süt, yoğurt, et, tavuk, yumurta, peynir, kuru baklagiller, sebze ve meyve ile ekmek, bulgur, makarna, pirinç gibi besinlerin her öğünde yeterli miktarlarda tüketilmesi istendi.
Çocukların özellikle kemik ve diş gelişimi için günde 2-3 su bardağı süt veya yoğurt, bir kibrit kutusu kadar beyaz peynir, hastalıklara karşı daha dirençli olmaları, göz, cilt ve sindirim sistemlerinin sağlıklı olması için her gün mevsimine göre 5 porsiyon taze sebze veya meyve tüketmelerinin önem taşıdığı bildirildi.
Öğrenciler için en önemli öğün olan kahvaltının yapılmadığı takdirde dikkat dağınıklığı, yorgunluk, baş ağrısı ve zihinsel performansta azalma olduğu ifade edildi. Güne yeterli ve dengeli yapılan bir kahvaltıyla başlamanın öğrencilerin okul başarısının artmasında son derece etkili olduğu, çocukların her sabah düzenli kahvaltı yapma alışkanlığı kazanmalarına özen gösterilmesi gerektiği kaydedildi. Dengeli bir kahvaltı için peynir, haşlanmış yumurta, taze meyve suyu, birkaç dilim ekmek veya bir bardak süt, poğaça ve meyve tüketilebileceği belirtildi.
Öğün atlanmaması, besinlerin 3 ana ve 2 ara öğünde alınması, okulda veya evde dinlenirken ve ders çalışırken açlık hissedildiğinde tüketilen besinlere dikkat edilmesi, şeker ve şekerli besinler, çikolata, cips, gazlı içecekler yerine süt, yoğurt, sütlü tatlılar, ekmek arası peynir, taze sıkılmış meyve suları ve kuru meyve tercih edilmesinin sağlıklı beslenme açısından daha yararlı olduğu aktarıldı.
Vücudun düzenli çalışması, tüketilen besinlerin vücuda yararlılığının artırılması, çocukların fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimine olumlu katkı sağlaması açısından fiziksel aktivitenin artırılmasına önem verilmesi, çocukların bir spor dalıyla ilgilenmesinin teşvik edilmesi istendi.
Sağlıklı yaşam için çocuklara el yıkama ve diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması, özellikle yemek yemeden önce ve sonra, tuvalete girdikten sonra, oyun oynadıktan sonra eve gelince ellerini ılık akan su altında, sabunla iyice ovuşturarak yıkamaları konusunda alışkanlık kazandırılması gerektiği vurgulandı.
Çocukların okul kantini ve büfe gibi yerlerden satın aldıkları besinlerin seçiminde dikkatli olması, süt, ayran gibi ambalajlı besinleri satın alırken etiket bilgisinde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından üretim izninin bulunmasına ve son kullanım tarihinin geçmemiş olmasına, ambalajsız satılan tost, simit, poğaça gibi yiyeceklerin de temiz ve güvenilir şekilde hazırlanmış olmasına dikkat edilmesi gerektiği bildirildi.
Beslenme çantası için örnek menü
Sağlık Bakanlığının ilkokullara yönelik beslenme çantası için hazırladığı örnek menüde şunlar yer alıyor:
Pazartesi: Börek veya poğaça, ayran, meyve (Mevsimine göre 1 küçük boy elma, 1 orta boy portakal, 1 büyük boy mandalina, 1 salkım üzüm veya 5 erik şeklindeki seçeneklerden biri)
Salı: Haşlanmış yumurtalı sandviç, 5 adet zeytin, meyve suyu
Çarşamba: Peynirli tost veya sandviç, ayran, çiğ sebze (Mevsimine göre 1 küçük boy domates, 4-5 orta boy yeşil biber, 1 orta boy havuç veya 5-6 yaprak marul şeklindeki seçeneklerden biri)
Perşembe: Kek (tercihen meyveli), süt, meyve (Mevsimine göre 1 küçük boy elma, 1 orta boy portakal, 1 büyük boy mandalina, 1 salkım üzüm veya 5 erik erik şeklindeki seçeneklerden biri)
Cuma: 1 kibrit kutusu peynir, 5 adet zeytin, tam buğday ekmek, süt, çiğ sebze (Mevsimine göre 1 küçük boy domates, 4-5 orta boy yeşil biber, 1 orta boy havuç veya 5-6 yaprak marul şeklindeki seçeneklerden biri)
Beslenme çantasının temizliğine dikkat
Sağlık Bakanlığınca ayrıca beslenme çantasının her gün çok iyi bir şekilde yıkanması, beslenme örtüsü, peçete ve suyun unutulmaması, sebze ve meyvelerin çok iyi yıkanması, okula getirilecek ambalajlı yiyeceklerin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından izinli olup olmadığına ve son kullanma tarihine dikkat edilmesi, öğrencilerin okula götürdüğü besinleri tüketip tüketmediğinin izlenmesi, beslenme çantası hazırlanırken hazır kek ve bisküviler yerine evde hazırlanan yiyeceklerin tercih edilmesi gerektiği belirtilerek, velilerin ekonomik durumları gözönünde tutularak beslenme çantasına fındık ve ceviz gibi kuruyemiş ya da kuru meyve ilave edilebileceği bildirildi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Sağlık Bakanlığı yeni eğitim-öğretim yılı öncesi, ilkokula giden çocukların yeterli ve dengeli beslenmesi için örnek haftalık menü hazırladı. Beslenme çantasında taze sebze ve meyve, hazır kek ve bisküviler yerine evde hazırlanan yiyecekler bulunması önerildi
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, okul öncesi, gelişme çağındaki çocukların yeterli ve dengeli beslenmesinin sağlanabilmesi amacıyla ailelere ve öğretmenlere uyarılarda bulunuldu.
Öğretmenlerden, yeterli ve dengeli beslenme konusunda bilgi yarışması, sınıf gazetesi, beslenme köşesi gibi etkinlikler düzenlemesi, bu konunun öğrenciler arasında tartışılmasına zemin hazırlaması, öğrencilerin kahvaltı yapıp yapmadıklarını sorgulaması, dışarıda açıkta satılan yiyecekleri tüketmemeleri konusunda sık sık uyarıda bulunması istendi.
Çocukların beslenme çantasının Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen menü örneklerine göre hazırlanmasının sağlanması ve içeriklerinin sıklıkla kontrol edilmesi gerektiği belirtilerek, beslenme saatlerinde patates kızartması ve çikolata gibi yiyecekler yerine, peynir, yumurta, ekmek, taze sebze ve meyve, gazlı ve diğer hazır içecekler yerine de süt, ayran ve taze sıkılmış meyve suyunun tercih edilmesi konusunda çocukların uyarılması, bu konuda velilerle işbirliği yapılması önerildi. Ayrıca öğrencilerin boy ve ağırlık artışlarının takip edilerek değerlendirilmesi de tavsiye edildi.
Günde 2-3 bardak süt
Çocukların, dört besin grubundaki gıdalardan yeterli miktarda ve dengeli tüketmeleri gerektiği, süt, yoğurt, et, tavuk, yumurta, peynir, kuru baklagiller, sebze ve meyve ile ekmek, bulgur, makarna, pirinç gibi besinlerin her öğünde yeterli miktarlarda tüketilmesi istendi.
Çocukların özellikle kemik ve diş gelişimi için günde 2-3 su bardağı süt veya yoğurt, bir kibrit kutusu kadar beyaz peynir, hastalıklara karşı daha dirençli olmaları, göz, cilt ve sindirim sistemlerinin sağlıklı olması için her gün mevsimine göre 5 porsiyon taze sebze veya meyve tüketmelerinin önem taşıdığı bildirildi.
Öğrenciler için en önemli öğün olan kahvaltının yapılmadığı takdirde dikkat dağınıklığı, yorgunluk, baş ağrısı ve zihinsel performansta azalma olduğu ifade edildi. Güne yeterli ve dengeli yapılan bir kahvaltıyla başlamanın öğrencilerin okul başarısının artmasında son derece etkili olduğu, çocukların her sabah düzenli kahvaltı yapma alışkanlığı kazanmalarına özen gösterilmesi gerektiği kaydedildi. Dengeli bir kahvaltı için peynir, haşlanmış yumurta, taze meyve suyu, birkaç dilim ekmek veya bir bardak süt, poğaça ve meyve tüketilebileceği belirtildi.
Öğün atlanmaması, besinlerin 3 ana ve 2 ara öğünde alınması, okulda veya evde dinlenirken ve ders çalışırken açlık hissedildiğinde tüketilen besinlere dikkat edilmesi, şeker ve şekerli besinler, çikolata, cips, gazlı içecekler yerine süt, yoğurt, sütlü tatlılar, ekmek arası peynir, taze sıkılmış meyve suları ve kuru meyve tercih edilmesinin sağlıklı beslenme açısından daha yararlı olduğu aktarıldı.
Vücudun düzenli çalışması, tüketilen besinlerin vücuda yararlılığının artırılması, çocukların fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimine olumlu katkı sağlaması açısından fiziksel aktivitenin artırılmasına önem verilmesi, çocukların bir spor dalıyla ilgilenmesinin teşvik edilmesi istendi.
Sağlıklı yaşam için çocuklara el yıkama ve diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması, özellikle yemek yemeden önce ve sonra, tuvalete girdikten sonra, oyun oynadıktan sonra eve gelince ellerini ılık akan su altında, sabunla iyice ovuşturarak yıkamaları konusunda alışkanlık kazandırılması gerektiği vurgulandı.
Çocukların okul kantini ve büfe gibi yerlerden satın aldıkları besinlerin seçiminde dikkatli olması, süt, ayran gibi ambalajlı besinleri satın alırken etiket bilgisinde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından üretim izninin bulunmasına ve son kullanım tarihinin geçmemiş olmasına, ambalajsız satılan tost, simit, poğaça gibi yiyeceklerin de temiz ve güvenilir şekilde hazırlanmış olmasına dikkat edilmesi gerektiği bildirildi.
Beslenme çantası için örnek menü
Sağlık Bakanlığının ilkokullara yönelik beslenme çantası için hazırladığı örnek menüde şunlar yer alıyor:
Pazartesi: Börek veya poğaça, ayran, meyve (Mevsimine göre 1 küçük boy elma, 1 orta boy portakal, 1 büyük boy mandalina, 1 salkım üzüm veya 5 erik şeklindeki seçeneklerden biri)
Salı: Haşlanmış yumurtalı sandviç, 5 adet zeytin, meyve suyu
Çarşamba: Peynirli tost veya sandviç, ayran, çiğ sebze (Mevsimine göre 1 küçük boy domates, 4-5 orta boy yeşil biber, 1 orta boy havuç veya 5-6 yaprak marul şeklindeki seçeneklerden biri)
Perşembe: Kek (tercihen meyveli), süt, meyve (Mevsimine göre 1 küçük boy elma, 1 orta boy portakal, 1 büyük boy mandalina, 1 salkım üzüm veya 5 erik erik şeklindeki seçeneklerden biri)
Cuma: 1 kibrit kutusu peynir, 5 adet zeytin, tam buğday ekmek, süt, çiğ sebze (Mevsimine göre 1 küçük boy domates, 4-5 orta boy yeşil biber, 1 orta boy havuç veya 5-6 yaprak marul şeklindeki seçeneklerden biri)
Beslenme çantasının temizliğine dikkat
Sağlık Bakanlığınca ayrıca beslenme çantasının her gün çok iyi bir şekilde yıkanması, beslenme örtüsü, peçete ve suyun unutulmaması, sebze ve meyvelerin çok iyi yıkanması, okula getirilecek ambalajlı yiyeceklerin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından izinli olup olmadığına ve son kullanma tarihine dikkat edilmesi, öğrencilerin okula götürdüğü besinleri tüketip tüketmediğinin izlenmesi, beslenme çantası hazırlanırken hazır kek ve bisküviler yerine evde hazırlanan yiyeceklerin tercih edilmesi gerektiği belirtilerek, velilerin ekonomik durumları gözönünde tutularak beslenme çantasına fındık ve ceviz gibi kuruyemiş ya da kuru meyve ilave edilebileceği bildirildi.
Son Güncelleme: Cuma, 13 Eylül 2013 12:39
Gösterim: 3349
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Türkiye’nin eğitim tarihi bir ‘reformlar çöplüğü’dür” dedi. Reform adı altında, ‘akıl dışı’ uygulamalarla öğrencilerin ve Türkiye’nin geleceğinin çalındığını ifade eden İnce, “Velilerden ricam; çocuklarınızın üzerine daha fazla düşünüz ve çocuklarınızı Milli Eğitim Bakanlığından lütfen koruyunuz!” açıklamasında bulundu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce ile özel röportaj
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Türkiye’nin eğitim tarihi bir ‘reformlar çöplüğü’dür” dedi.
Reform adı altında, ‘akıl dışı’ uygulamalarla öğrencilerin ve Türkiye’nin geleceğinin çalındığını ifade eden Muharrem İnce, “Velilerden ricam; çocuklarınızın üzerine daha fazla düşünüz ve çocuklarınızı Milli Eğitim Bakanlığından lütfen koruyunuz!” dedi.
İlk ve orta öğretimde geçen yıl uygulanmaya başlayan değişikliklerin ardından, yeni eğitim-öğretim yılına da ortaöğretime geçiş sistemini önemli ölçüde değiştiren düzenleme ve onu tamamlamak üzere TBMM Genel Kurulu’na gelmesi beklenen, dershanelerin geleceğini belirleyecek yasa tasarısı hazırlıklarıyla giriliyor… Eğitim camiasında yoğun şekilde tartışılan bu ve diğer güncel konularla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Yalova milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, kaldırılan Seviye Belirleme Sınavı (SBS) yerine uygulamaya konacak yeni sistemde dershanelerin - umulanın tersine - daha da önemli hale geleceğini söylüyor.
BİR ÖLÇÜDE ESKİ SİSTEME DÖNÜLDÜ
Geniş öğrenci kitlelerini etkileyen zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması düzenlemesinin hedeflediği dönüşümün sancısız biçimde hayata geçirildiği, öğrenci/veli uyumu temelindeki sıkıntıların giderildiği değerlendirmelerine katılıyor musunuz?
Elbette buna katılmam mümkün değil. Getirilen sistemin her aşamasında sorunlar devam ediyor. Okula başlama yaşıyla ilgili sorunda önemli geri adımlar atıldı. Aslında bir ölçüde eski sisteme dönüldü. Çıkarılan kanun önce genelgeyle, daha sonra da yönetmelikle ortadan kaldırılmış oldu. Bir Bakanın imzasıyla geçerlik kazanan genelge ve yönetmeliklerle Meclis iradesinin değiştirilebildiği bir ülke olduk. Şimdi gelelim sorunlara… Geçen öğretim yılında kanundan önce okula başlaması gereken öğrenci sayısı 1 milyon 404 bini buluyordu. Kanun çıktıktan sonra bu sayının 2 milyon 800 bini bulacağı açıklanmıştı. Oysa bu kadar öğrenci okula başlamadı. 66 ay genelgesiyle ve duyarlı velilerin çocuklarını okula göndermemeleri nedeniyle – ki, bunların 70 bin 861 kadarı rapor aldı - 2012-2013 eğitim öğretim yılında öğrenci sayısında 465 bin 848 artış oldu ve 1. sınıfa giden öğrenci sayısı olması gerekenin üzerinde artarak 1 milyon 870 bin 705’e çıktı. Bu durum okullarda birkaç sorunu birden getirdi. Birinci sorun kalabalık sınıflar, ikinci sorun çocuklar arasındaki gelişmişlik düzeylerinin yarattığı sorunlar, üçüncü sorun okulların fiziki donanımlarının yetersizliği, dördüncü sorun öğretmenlerin pedagojik yeterlilikleri idi. Çünkü onlar 69-72 aylık çocuklara yönelik donanımlara sahipti. Ve son olarak da müfredata bağlı sorunlar ortaya çıktı. Bir de alınan kararın yarattığı başka sorunlar var: Okulların dönüştürülmesiyle ortaya çıkan sorunlar ile ilkokulun 4 yıl olmasıyla 5’inci sınıf okutan öğretmenlerin norm fazlası olması, velilerin daha önce belirledikleri okulların ortaokul olması sorunu gibi. Bu sorunların aşıldığına dair hiçbir emare yok. Sadece başlama yaşına ilişkin sorun aşılmış gibi gözüküyor. Gözüküyor diyorum, çünkü şu anda 69 aydan küçük çocukların okula başlamalarında veli takdiri yeterli görülüyor. Halbuki okula başlama veli takdiriyle olabilecek bir iş değil. Bir çocuğun okula başlaması, onun okul olgunluğuna ulaşıp ulaşmadığı, uzman kararı gerektirecek bir durumdur. Oysa yeni yönetmeliğe göre veli takdiri yeterli görülüyor. Bu doğru bir uygulama değildir.
YAPILACAK OLAN ‘DİNİ EĞİTİM’ DEĞİL, DİNİ TELKİN!
Yeni öğretim yılına ilişkin öngörü ve beklentilerinizi, önerilerinizle birlikte alabilir miyiz?
Bu konuda iki şeyi ayırmak gerekiyor. Birincisi değişmez sorunlarımız, ikincisi Bakanlığın aldığı kararlar dolayısıyla yaşanan sorunlar. Örneğin kalabalık sınıflar, boş geçen dersler, eğitim harcamalarındaki fiyat artışları bizim geleneksel sorunlarımızdı. Öyle olmaya da devam ediyorlar. Bu sorunları çözmesi gereken Bakanlık, çözme adına aldığı kararlarla yeni sorunları da beraberinde getirdi. 4+4+4 uygulaması gibi sistemde köklü değişiklik getiren uygulama ise bu sorunlara ilave bonus olmuştur. Benim bu iktidarın 11 yıllık icraatlarına bakarak eğitime dair hiçbir sorunu çözemeyeceklerine dair kanaatim, kanaat olmaktan çıkıp inanca dönüşmüştür. O nedenle kendilerinden bir beklentim yoktur.
Biz bu uygulamalar öncesinde sayısız öneri getirdik. İlköğretimin 4+4 biçiminde kademelendirilmesinin yanlış olduğunu söyledik. Ama İmam-Hatip eğitimini öne çekmek için böyle bir uygulamaya girdiler. Bunun ne imam-hatiplere faydası olur, ne de diğer çocuklarımıza. Veliler şimdi her dört yılda bir çocuklar için okul arama derdine düşüyorlar. Halbuki 8 yıllık ilköğretimi koruyarak, kendilerinin başlattığı anaokullarını zorunlu eğitim kapsamına alınmasına devam edilmesi ve liselerin zorunlu eğitim içine alınması daha doğru olurdu. Zorunlu eğitimde kademeler arasında geçiş, sınavla olmaz. Hem zorunlu bir eğitimden bahsediyorsunuz, hem de sınavla öğrenci alıyorsunuz. Zorunluluk var ise eleme ya da seçme sınavı olmaz. Kademeler arasında geçiş öğrencilerin yönelimlerinin desteklenmesiyle olur. Ortaokul adıyla çocukların önüne genel ortaokul ve dini eğitim ortaokulu koymuş iseniz burada öğrencilerin ilgilerinin desteklenmesinden bahsedebilir misiniz? Bu uygulamayla zorunlu eğitim dini olan ve olmayan biçimde iki eğitim biçimine indirgenmiştir. Bu yanlıştır, dini eğitim çocukların soyut düşünme yeteneklerinin iyice geliştiği 11-12 yaş aralığında olmalıdır. Bundan önceki yaş gruplarına yapılacak dini eğitim, dini eğitim değil, dini telkindir. Dini eğitimi, dinin telkinine indirgeyen bir zihniyet var karşımızda. Siyasi kaygısı pedagojik kaygısından daha fazla olan bir anlayış bu. Böyle oldukları için de önerilere kapalı bir yönetim anlayışına sahipler.
SORUNUN TEMELİ, OKULLAR ARASINDAKİ NİTELİK FARKI
Milli Eğitim Bakanlığı’nın SBS ile ilgili adımları hakkında neler söylersiniz? Öğrencilerin geleceğini tek bir sınava endekslemenin yanlışlığı düşüncesiyle, “dershanelerde kazanılan test becerileri yerine, okulda edinilen bilgi ve becerileri öne çıkarmayı” hedeflediği vurgulanan bu yeni yol, beklenen sonuçları verebilecek, gençleri rahatlatabilecek midir? MEB’in merkezi denetim ve gözetiminde yapılacak sene içi sınavların değerlendirmeye esas oluşturması, böylece “daha adil” bir genel not havuzu ortaya çıkacağı değerlendirmesi hakkında düşüncenizi alabilir miyiz?
Bu konuda söylenecek ne var ki? LGS’yi OKS yapmak reform, OKS’yi SBS yapmak reform, bir olan sınavı üçe çıkarmak reform, üç sınavı aynı gerekçelerle bire indirmek reform, kaldırıyormuş gibi yapıp sayısı belli olmayan sınavlara mahkum etmek reform!.. Her tarafı yanlış uygulama için öneri getirmenin anlamı yok. Önce sorunu kavrayışımızı değiştirmeliyiz: Liselere geçişi neden sınavla yapıyoruz? Önce bunu doğru anlamalıyız. Bunun temel nedeni, okullarımız arasındaki nitelik farkıdır; bunları kaldırmak varken neden sınavlara yöneliyoruz?
İkinci neden, lise türlerinin çokluğu… Bugün bu kadar çeşitli lisenin bir anlamı yok. Örneğin Fen Liselerinin birincil amacı, fen alanında bilim adamı yetiştirmek... Yönetmelikte bu hüküm olduğu gibi duruyor. Oysa bizim bilim adamı kaynağımız liseler değil, yüksek lisansını bitirmiş, bu alanlarda doktora yapan öğrenciler. İyi öğrenciler bir tarafa, kötü / işe yaramaz / başarısız öğrenciler bir tarafa mantığıyla işleyen bir mekanizma başarılı olamaz. Ayrıca meslek liselerini de yeniden düşünmeliyiz. Biz çocuklarımızın kişisel gelişimlerini mi destekleyeceğiz, yoksa onların kişisel gelişimlerini dikkate almadan belli bir alanda uzmanlaşmalarını ortaöğretim olarak mı göreceğiz? Biz fabrikalara, işyerlerine ara elaman mı yetiştireceğiz, yoksa yaşam ve zihinsel becerilerini en üst seviyeye getirmeyi mi amaçlayacağız? 18 yaş altı gruptan, kanun karşısında hala çocuk sayılanlardan söz ediyoruz. Onlara meslek dayatmak başka; onların ilgilerini desteklemek, eğitimleri süresince bu ilgileri yönünde gelişmelerini desteklemek başka bir şeydir. Birisi bana Meslek Yüksek Okulları ile Meslek Liseleri arasındaki farkı açıklasın. Lisede dört yıl boyunca tuttuğum öğrenciye verdiğim eğitimi, yetişkin olduğu için kişilik gelişimini tamamlamış, yaşam becerisi yüksek bir gruba iki yılda verebiliyorum… Şöyle bir yanlışımız var; “Mesleki eğitim başarısız öğrencinin işidir.” gibi... Oysa tam tersi... Siz fizik, matematik bilgisi yeterli olmayan bir öğrenciye nasıl makine anlatacaksınız, elektronik anlatacaksınız? İş dünyasına girmiş ama kendi yaşadığı dünyadan haberi olmayan, sosyal gelişimi yetersiz bir insan bizim arzuladığımız insan tipi olamaz. Zorunlu eğitim, meslek edindirme eğitimi olamaz; zorunlu eğitim kişisel ve sosyal gelişimi esas alan bir eğitim olmalıdır.
Mesleki eğitimi, “ara eleman” üzerinden yapılandırmak, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında az gelişmiş ülkelerde ve savaşta yıkıma uğramış ülkelerde geçerli bir anlayıştı. Bu anlayışın gereği olarak, kalkınmada bir geç kalmışlık düşüncesi hemen her şeyi yönlendirmiştir. Bugün bu noktada değiliz. Üniversite mezunlarımıza dahi iş bulamayan bir ülkeyiz. O halde yapmamız gereken çocuklarımızı erken yaşta meslek sahibi yapmak değil, onların kişisel ve sosyal gelişimlerini en üst seviyeye çıkarmaktır. Onların meslek seçimleri ve mesleklerindeki başarıları için sağlam bir altyapıya sahip olmalarını sağlamaktır. Spor ve sanat liseleri hariç diğer ortaöğretim kurumlarının hiçbir anlamı yoktur. Öğretmen liselerinden öğretmen, fen liselerinden fen bilim adamı, sosyal bilim liselerinden sosyal bilimci, meslek liselerinden meslek sahibi, imam-hatipten imam ve hatip yetiştirmediğimize göre bunların varlığını sorgulamak durumundayız. Ayrıca bütün liseleri Anadolu Lisesi yapmanın çocuklarımızı ve kendimizi aldatmaktan başka bir anlamı yok.
Sizce SBS mevcut haliyle mi korunmalıydı?
SBS liselere giriş için esas alınmayan, ama mutlaka yapılan bir sınav olmalı. Çünkü SBS ile biz okullarımız hakkında sağlıklı veriler toplayabilir ve sağlıklı karşılaştırmalar yapabiliriz. Örneğin Manisa’daki bir lise ile Hakkâri’deki bir lisedeki matematik başarısını sistem üzerinden görebiliriz. Bu sınav bize tek tek okullarımız hakkında kesin olmasa da sağlıklı bilgi verebilecek bir içeriğe sahip. Ama biz bu sınavı okul seçmeye indirgediğimiz için bu yönünü hiç tartışmadık.
ELEME” VARSA, DERSHANE DE OLACAK!
Dershanelerin sadece “test becerisi” kazandırdığı ifadesi doğru mudur? Kapatılmaları veya özel eğitim kurumlarına dönüştürülmelerinin artıları / eksileri; dershane sektörü, öğrenciler ve dershane öğretmenleri üzerinde olası etkileri neler olur?
Dershanelerle ilgili Hükümetin ve Bakanlığın tutumunun mantıklı bir gerekçesi yok. Dershaneler kalkmaz. Siz sınavları kaldırsanız dahi dershaneler kalkmaz. Eğer eğitimde kademeler arasındaki geçişte bir eleme var ise bu elemede her zaman öne geçmek isteyenler olacaktır ve bunu yapabilmek için öğrenci ve veli, okul dışında bir arayışa girecektir. Daha iyi bir meslek için daha iyi olmak zorundaysanız ve okul buna yeterli değilse, bu arayış kendi kurumunu mutlaka yaratır. Bugün bunun adı dershane olur, yarın başka bir şey olur. Bugünkü dershane modelini biçimlendiren, merkezi sınavlardır. Bu sınavların yapısı test olduğu sürece bu kurumlardaki eğitim de test üzerinden yürür, bundan daha doğal bir şey olamaz. Dershaneleri özel okula dönüştürmek, ya da dershane sahiplerine özel okul açtırmak bugünün meselesi değil. Geçmişten beri uygulanmaya çalışılıyor. Zaten büyük dershanelerin bazıları zamanla özel okul da açmaktadır. Ancak bütün dershaneleri okula dönüştürmek mümkün değil. Çünkü fiziki konumları buna uygun olmadığı gibi, özel okul çok daha büyük ve riskli bir yatırım. Ne kadar teşvik ederseniz edin, bütün dershanelerin bu riski alması gerçekçi değildir. Bugün dershanelerde kadrolu çalışan öğretmen sayısı 60 bine yaklaşıyor. Bu sayıyı 4 ile çarparsanız, 240 bin kişi yaşamını buradan kazanıyor. Buna burada çalışan hizmetli, sekreter, kantin işletmecilerini ve sahiplerini aileleriyle birlikte katarsanız bu sayı 600 bini geçmektedir. Ayrıca dershane yayıncılığını da unutmamak gerek, oralarda çalışanları da bu sayıya ilave edin. Kapattım dediğinizde bu 600 bin kişi için bir çözümünüz var mı? Bunu konuşan bile yok. Geçmişte, 2007 seçimlerinde benim üniversite sınavlarına yönelik bir önerim oldu. Sistem içinde kalarak bugünkü sorunu aşmanın en akılcı yolu budur. Bakınız çözüm demiyorum, çünkü elemesiz bir yükseköğretime geçiş mümkün değil. Ama bugünkü yapısını değiştirerek liselerimizi kurtarabiliriz ve ortaöğretimde nicelik tartışmaktan nitelik tartışmaya geçebiliriz.
ÜNİVERSİTEYE GİRİŞ ÖNCESİ “ARA İSTASYON”…
Üniversiteye giriş sisteminde değişiklik yapılması kararı, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısından sonra Bakan Nihat Ergün tarafından açıklandı. Bakan, öğrencinin stresini azaltmayı hedefleyen, bilgiyi sınamaktan ziyade, öğrencinin birtakım işleri yapma becerisinin olup olmadığını ölçen bir sistem hedeflediklerini söyledi. Bu açıklama, üniversite giriş sisteminin 2014 sonrası şekli konusunda size bir fikir veriyor mu? Bu konudaki eleştiri ve önerileriniz?
Nihat Ergün’ün önerisini basına yansıyabildiği kadar biliyorum. Dediği biçimde olması mümkün değil. Projesini tam olarak açıklarsa ayrıntılı tartışmamız mümkün olabilir. Ama yanlış yerden başladığını düşündüğüm için baştan düşüncem olumsuzdur. Madem bu konuyu açtık, 2007 seçimlerine girerken geliştirdiğim projenin içeriğini burada kısaca anlatayım, çünkü gelen sorulara verilen cevaplarla 20 sayfalık bir rapordu. Biz çözümü “Lisans Ön Hazırlık Okulları” olarak adlandırdık ve yeni bir eğitim kurumunu öngördük. Bu modeli tamamen kendi eğitim modelimiz içerisinden çıkardık. Önerimizin nasıl ortaya çıktığının öyküsünü anlatırsak önerdiğimiz çözüm, kafalarımızda daha somut bir hal kazanabilir: Dershaneler üzerine çalışırken, diğer dershanelerden tümüyle farklı bir yapı ve özellik gösteren Açık Öğretim Dershanelerini ziyaret etmiştik. Açık Öğretim Fakültelerinde okuyan öğrencilere hizmet veren bu dershaneler, bir üniversitenin lisans ya da ön lisans programlarındaki derslere öğrenci hazırlıyor. Aslında bir bakıma garip ama üniversite eğitimi yapıyor. Ziyaretimiz sırasında, tıpkı üniversite kantinlerinde olduğu gibi, öğrencileri kantinde, biraz önce gördükleri derste tamamlanmamış bir tartışmayı hararetle sürdürürken gördük. Kamu yönetimi okuyan birinci sınıf öğrencileriydi. Aralarındaki ilişkiler tıpkı üniversite kampuslarında tanık olduğumuz türdendi. Bir bakıma öğrenciler bu dershanelerde üniversitenin kültür ortamını, havasını tam olmasa da yaşıyorlardı. Lisans eğitimi yapılan, üniversite ortamı yaşanılan bu eğitim kurumu, ilginçtir ki Bakanlığa bağlı çalışıyor. Bunun yanlış olduğunu, bu kurumların ilgili üniversitenin denetiminde olmasının, koşullarını ilgili üniversitenin belirlemesinin daha iyi olacağını düşündük. Bunu düşünürken aklımıza birdenbire dershanelerin üniversitelerin denetiminde olması fikri geldi ve ardından üzerinde biraz daha düşünerek Lisans Ön Hazırlık Okulları fikrine ulaştık. Lisans eğitimine hazırlık açısından biraz da ODTÜ Yabancı Dil Hazırlık Okulları modelinden yararlandık. Bu modelde öğrenci, üniversite öğrencisi statüsüne sahip olmasına rağmen lisans programını okumak için sahip olması gereken dil bilme koşulunu yerine getiriyor. Orada yapılan sınavlarda elde ettiği başarıdan sonra ancak lisans programını okuyabiliyor. Aslında ÖSS’yi kazanarak lisans eğitimi hakkını kazanmış olmuyor. ODTÜ o hakkı hazırlık sınıfından sonra veriyor.
“Lisans Ön Hazırlık Okulları”nın temel özelliklerini biraz açar mısınız?
Tabii. Öncelikle bu okulların üniversitelerin bünyesinde kurulmasını öngörüyoruz. Bütün il ve ilçe merkezlerinde ihtiyacı karşılayacak biçimde okul ve şubeler açılabilir. Bu okulların amacı, üniversitelerin lisans programlarına alınacak öğrencileri, lisans programlarına geçiş sınavları için hazırlamaktır. Lisans Ön Hazırlık Okullarının eğitim- öğretim süresi bir yıldır. Herhangi bir orta öğretim kurumundan mezun olmuş ve sadece üniversitelerin 4 yıllık lisans ve daha uzun süreli eğitim veren fakülte ve yüksekokullarının ilgili bölümlerinde eğitim- öğretimlerine devam etmek isteyenler istedikleri ilde kayıt yaptırabilir ve bu okulun hizmetlerinden yararlanabilir… Bu okullarda eğitim, lisans programlarına kayıt için bugün kabul edilen Sayısal, Sözel, Eşit ağırlık ve Yabancı dil alanlarıyla ilgili lise derslerinin sınava hazırlık biçiminde tekrarından oluşur. Ayrıca bu derslere ilave olarak öğrencilerin Türkçeyi kullanma ve kendilerini ifade etmelerine dönük çeşitli sosyal etkinliklerden ibaret bir program uygulanır. Eğer öğrencilerin girecekleri lisans programları bu okula kayıt aşamasında belirlenir ve geçiş sınavı bu programların her biri için ayrı ayrı yapılır ise, aday öğrencilere kayıt yapacakları programın temel becerilerini içeren ilave ders ya da dersler konabilir ve geçiş sınavlarında aday öğrencilere bu derslerden de sorular sorulur.
Lisans Ön Hazırlık Okulları, hazırlık ders programlarının yürütülmesinde üniversitelerin kendi imkanlarından yararlanabileceği gibi, önceden belirlenmiş koşullara sahip MEB’e bağlı ortaöğretim kurumlarından, onların personelinden ve özel öğretim kurumları olan dershanelerden yararlanabilir. Bu okullara kayıt yaptıran öğrencilere, hazırlık öğrenimlerini gündüz, gece ve hafta sonu örgün eğitim biçiminde sürdürme gibi seçeneklerin yanında açık öğretim, interaktif eğitim ya da sadece sınava katılmak biçiminde seçenekler de sunulur ve bunların maliyetine göre bir ücret alınır. Ekonomik durumunun iyi olmadığını belgeleyenlerden her hangi bir ücret alınmaz. Üniversiteler, belediyeler, çeşitli sivil toplum kuruluşları, bu okula kayıt yaptırmış öğrencilere burs verebilir veya tercih edilen hizmet türüne göre öğrencinin ücretini karşılayabilirler. Ücretlerin belirlenmesinde Açık Öğretim Fakültesinin ücretlendirme yönteminden yararlanılır. Lisans Ön Hazırlık Okuluna kayıt yaptıran öğrencilerin bilgileri ÖSYM’de toplanır ve orada değerlendirilir. Bir hazırlık eğitimi döneminde en az bir ya da en fazla bugünkü biçimde dört sınav yapılır ve şu anda uygulanan sistemde olduğu gibi lisans programlarına öğrenciler, aldıkları başarı puanına göre kayıt yaptırma hakkını kazanır. Bir lisans programını kazandığı halde bu programa kayıt yaptırmayanlar, lisans programına giriş hakkını yeniden elde edebilmek için aynı yıl tekrar kaydını yenilemek durumundadır. Kayıt yaptırdıkları dönemde bir lisans programını kazanamayan aday öğrenciler için kayıt yenileme süresi iki yıldır. Bu okullardan mezuniyet, lisans programlarına kayıt için yapılan merkezi sınavı kazanmakla mümkündür. Bunun dışında adaylar, yukarıda belirtilen koşullar içinde kayıtlarını her yıl dönem başında yenilerler. Kayıt yenilemeyenler üniversite öğrencisi sayılmazlar. Sonraki yıllarda da kayıt yenilemeyi tercih edebilirler. Kayıt yenilememe sadece üniversite öğrencisi olma hakkını kaybettirir. Aday öğrencilerin girecekleri lisans programını kayıt yaparken tercih etmeleri gibi bir uygulama yoluna gidilirse, lisans programları ortak özelliklerine göre gruplandırılır ve sınavlar, bu programların hazırlık derslerinin içeriğine göre her bir program için en az bir, en fazla dört sınav olarak yapılır.
SINAVSIZ ÜNİVERSİTE, BU SİSTEMLE MÜMKÜN…
Önerdiğiniz sistemde mevcut sistemden neler kalkacak, neler kalacak? Önerdiğiniz sistemin temel faydalarını nasıl özetlerseniz?
Önerdiğimiz sistem kabul edilirse, yukarıda sıralanan ilkeler doğrultusunda lise son sınıfta merkezi sınava girilmesi ortadan kalkacak, ancak sınavsız öğrenci alan meslek yüksek okullarına kayıt yaptırmak devam edecek. Açık Öğretim Fakültesi için de bu okula kayıt yaptırmak zorunlu olacak. Aynı durum, eğer devletlerarası bir anlaşma kapsamında ülkemize gelmemişse yabancı öğrenciler için de geçerli olacaktır. Onlarda Ön Hazırlık Okuluna kayıt yaptırmak durumundadırlar.
• Lisans Ön Hazırlık Okullarının uygulamaya geçirilmesiyle merkezi sınav nedeniyle orta öğretime yansıyan olumsuzlukların önemli bir bölümü ortadan kalkacak, lise eğitimi ilgili mevzuatta belirtilen amaçlar doğrultusunda merkezi sınav baskısından uzak biçimde yapılabilecektir.
• Öğrenci aileleri orta öğretim boyunca sınav nedeniyle karşılaştıkları ekonomik zorluklardan kurtulacaktır. Bugün ortalama her yıl için öğrenci başına 6 bin TL olarak ödenen sınav hazırlık ücreti sadece bir yıl için 500 YTL seviyesine inebilecektir. Ücretlendirmede Açık Öğretim Fakültesi’nin örnek alınmasını öneriyoruz.
• Bugüne kadar eğitimin niteliği ve niceliğine katkısı tartışmalı olan sınav hazırlık harcamalarını daha verimli kullanmanın yolunu açmış; böylece üniversitelerimize yeni bir gelir kaynağı, ayrıca çok sayıda öğretmenimiz için yeni ve güvenilir bir iş alanı yaratmış oluyoruz.
• Bugüne kadar getirilen önerilerin tümünde dershanelerin kaldırılması öngörülmekte idi. Biz doğrudan kaldırma yoluna gitmeyerek, burada çalışan 60 bin öğretmen ve diğer personelini sokağa atmıyoruz. Bizim önerimizde dershaneler kendilerinde aranan koşullara sahip iseler Lisans Ön Hazırlık Okullarının şubesi ya da anfisi olarak ilgili üniversite adına hizmet vermeye devam edecektir. Üniversitelerin kendilerinden talep ettiklerini yerine getirmeyen dershaneler, hiçbir biçimde üniversiteye hazırlık kursu açamayacak. Hizmet satın alınan birimlerde denetim ve gözetimi, ilgili üniversite yapacak.
Bu öneriye ne tür eleştiriler geldi?
İki eleştiri geldi: Birincisi liselerin dört yıl olmasından dolayı bu çocuklara bir yıl kaybettirilmesiydi. Bunu liseleri eskisi gibi üç yıla indirerek aştık. İkinci eleştiri üniversitelerin yükünü artırmak biçimindeydi. Evet, üniversitelerin örgütlenme yapısında bir genişleme söz konusu olacak. Ancak bu belirtildiği biçimde üniversitenin asli işi olan akademik faaliyeti doğrudan etkilemeyecek bir durum. Çünkü bu okullar, zaten akademik birimlerle aynı anda, aynı yerde, aynı hocalarla eğitim-öğretim yapan kurumlar olmayacak. Önerimiz, üniversite ile lise eğitimi arasında yaşanan kopukluğu ortadan kaldırmaya dönüktür. Lise, lise olarak eğitim verecek. Üniversitede, üniversite eğitimi verilecek. Bu okullar, bir ara istasyon işlevi üstlenecek. Yönetim ve denetimin üniversitelerce yürütülmesinden amaç, üniversitelerin kendi lisans programlarına alacakları öğrenciler için koyduğu, koyacağı kriterlerin liseye yansımasını önlemektir. Sistem içinde kalarak gerçekçi çözümün bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıntılarını herkesle tartışmaya hazırım.
ÖĞRETMEN ATAMALARINA FRANSIZ MODELİ
Öğretmen atamaları, yol açtığı mağduriyetler nedeniyle eğitim camiasında sürekli yakınma konusu… İlkokul - ortaokul ayrışması sonrasında ortaya çıkan norm kadro güncelleme işlemlerinde “norm fazlası” durumuna düşen öğretmenlerin durumu da yeni bir konu olarak gündeme geldi. Alan değişikliği işlemleri de bir başka konu... Aday öğretmenlerin gözü de KPSS puanına dayalı ilk atamalarda… Tüm bu süreçlerin öğretmen ve öğretmen adayları açısından daha sıkıntısız yürüyebilmesi için neler yapılabilir?
Siz ilköğretimi 4+4 yaptığınızda, 53 bin beşinci sınıf şube öğretmenini açığa çıkarıyorsunuz. Ayrıca okulları ilkokul ve ortaokul olarak dönüştürdüğünüzde diğerlerine kapıyı gösteriyorsunuz. Bunlar insan, bunların da ailesi var, kurulu bir düzenleri var. Bakınız, bir öğretmenin gerçek başarısı, o okulun öğretim süresinin bir yıl fazlasıyla ortaya çıkar. Eğer siz ilkokul 4 yıl diyorsanız, o öğretmenin o okulda beş yıl kalmış olması gerekir, 5 ise 6 yıl. Oysa bizim öğretmenlerimiz sürekli göç halinde. 30 yıllık hizmetlerinde 15-20 okul değiştirenler var. Bir öğretmen çocukları ikinci sınıfa getiriyor, gidiyor. Öğretim süresi bittiğinde başarı ya da başarısızlık hangi öğretmenindir, bunu belirlemeniz mümkün olmuyor. Nakil ve yer değiştirme sistemi tümüyle yanlış. Bu yanlışa bir de bakanlığın aldığı kararlar ekleniyor. Atanamayan öğretmenlere gelince, bunların sorununun çözümü eğitim yatırımlarından geçiyor. İkili eğitimi, birleştirilmiş sınıfları, taşımalı eğitimi, birleştirilmiş branşları (örneğin felsefe grubu gibi) bunları çözerseniz, şu an atanamayanlardan daha fazla öğretmene ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Öğretmen yetiştirme ve atama sistemini KPSS ile değil, Fransa’daki modele benzer bir model ile aşabiliriz. YÖK ve MEB bu konuyu düşünmeli ve bunun üzerinde çalışmalı.
Bakanlığın düşündüğü sistemin sonuçları bakın neler olur?
Bir: Dershaneler kalkmaz daha önemli hale gelir. Dershaneleri yasaklarsanız kayıt dışı eğitim kurumları çoğalır, evlerde özel ders dönemleri başlar.
İki: Boş geçen dersler olduğunda öğrenci MEB’e dava açabilir. Başarısızlığından Bakanlığı sorumlu tutabilir.
Üç: Beden eğitimi, Resim, Müzik gibi temel dersler yapılmaz, yapılamaz.
Dört: Öğrenci üzerindeki baskı azalmadığı gibi artar ve sınav dönemleri yaklaşan haftalarda ders yapılamaz. Sahte raporlar havada uçuşur. Okulun değil, sınava hazırlayan kurumların önemi artar.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Türkiye’nin eğitim tarihi bir ‘reformlar çöplüğü’dür” dedi. Reform adı altında, ‘akıl dışı’ uygulamalarla öğrencilerin ve Türkiye’nin geleceğinin çalındığını ifade eden İnce, “Velilerden ricam; çocuklarınızın üzerine daha fazla düşünüz ve çocuklarınızı Milli Eğitim Bakanlığından lütfen koruyunuz!” açıklamasında bulundu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce ile özel röportaj
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Türkiye’nin eğitim tarihi bir ‘reformlar çöplüğü’dür” dedi.
Reform adı altında, ‘akıl dışı’ uygulamalarla öğrencilerin ve Türkiye’nin geleceğinin çalındığını ifade eden Muharrem İnce, “Velilerden ricam; çocuklarınızın üzerine daha fazla düşünüz ve çocuklarınızı Milli Eğitim Bakanlığından lütfen koruyunuz!” dedi.
İlk ve orta öğretimde geçen yıl uygulanmaya başlayan değişikliklerin ardından, yeni eğitim-öğretim yılına da ortaöğretime geçiş sistemini önemli ölçüde değiştiren düzenleme ve onu tamamlamak üzere TBMM Genel Kurulu’na gelmesi beklenen, dershanelerin geleceğini belirleyecek yasa tasarısı hazırlıklarıyla giriliyor… Eğitim camiasında yoğun şekilde tartışılan bu ve diğer güncel konularla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Yalova milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Muharrem İnce, kaldırılan Seviye Belirleme Sınavı (SBS) yerine uygulamaya konacak yeni sistemde dershanelerin - umulanın tersine - daha da önemli hale geleceğini söylüyor.
BİR ÖLÇÜDE ESKİ SİSTEME DÖNÜLDÜ
Geniş öğrenci kitlelerini etkileyen zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması düzenlemesinin hedeflediği dönüşümün sancısız biçimde hayata geçirildiği, öğrenci/veli uyumu temelindeki sıkıntıların giderildiği değerlendirmelerine katılıyor musunuz?
Elbette buna katılmam mümkün değil. Getirilen sistemin her aşamasında sorunlar devam ediyor. Okula başlama yaşıyla ilgili sorunda önemli geri adımlar atıldı. Aslında bir ölçüde eski sisteme dönüldü. Çıkarılan kanun önce genelgeyle, daha sonra da yönetmelikle ortadan kaldırılmış oldu. Bir Bakanın imzasıyla geçerlik kazanan genelge ve yönetmeliklerle Meclis iradesinin değiştirilebildiği bir ülke olduk. Şimdi gelelim sorunlara… Geçen öğretim yılında kanundan önce okula başlaması gereken öğrenci sayısı 1 milyon 404 bini buluyordu. Kanun çıktıktan sonra bu sayının 2 milyon 800 bini bulacağı açıklanmıştı. Oysa bu kadar öğrenci okula başlamadı. 66 ay genelgesiyle ve duyarlı velilerin çocuklarını okula göndermemeleri nedeniyle – ki, bunların 70 bin 861 kadarı rapor aldı - 2012-2013 eğitim öğretim yılında öğrenci sayısında 465 bin 848 artış oldu ve 1. sınıfa giden öğrenci sayısı olması gerekenin üzerinde artarak 1 milyon 870 bin 705’e çıktı. Bu durum okullarda birkaç sorunu birden getirdi. Birinci sorun kalabalık sınıflar, ikinci sorun çocuklar arasındaki gelişmişlik düzeylerinin yarattığı sorunlar, üçüncü sorun okulların fiziki donanımlarının yetersizliği, dördüncü sorun öğretmenlerin pedagojik yeterlilikleri idi. Çünkü onlar 69-72 aylık çocuklara yönelik donanımlara sahipti. Ve son olarak da müfredata bağlı sorunlar ortaya çıktı. Bir de alınan kararın yarattığı başka sorunlar var: Okulların dönüştürülmesiyle ortaya çıkan sorunlar ile ilkokulun 4 yıl olmasıyla 5’inci sınıf okutan öğretmenlerin norm fazlası olması, velilerin daha önce belirledikleri okulların ortaokul olması sorunu gibi. Bu sorunların aşıldığına dair hiçbir emare yok. Sadece başlama yaşına ilişkin sorun aşılmış gibi gözüküyor. Gözüküyor diyorum, çünkü şu anda 69 aydan küçük çocukların okula başlamalarında veli takdiri yeterli görülüyor. Halbuki okula başlama veli takdiriyle olabilecek bir iş değil. Bir çocuğun okula başlaması, onun okul olgunluğuna ulaşıp ulaşmadığı, uzman kararı gerektirecek bir durumdur. Oysa yeni yönetmeliğe göre veli takdiri yeterli görülüyor. Bu doğru bir uygulama değildir.
YAPILACAK OLAN ‘DİNİ EĞİTİM’ DEĞİL, DİNİ TELKİN!
Yeni öğretim yılına ilişkin öngörü ve beklentilerinizi, önerilerinizle birlikte alabilir miyiz?
Bu konuda iki şeyi ayırmak gerekiyor. Birincisi değişmez sorunlarımız, ikincisi Bakanlığın aldığı kararlar dolayısıyla yaşanan sorunlar. Örneğin kalabalık sınıflar, boş geçen dersler, eğitim harcamalarındaki fiyat artışları bizim geleneksel sorunlarımızdı. Öyle olmaya da devam ediyorlar. Bu sorunları çözmesi gereken Bakanlık, çözme adına aldığı kararlarla yeni sorunları da beraberinde getirdi. 4+4+4 uygulaması gibi sistemde köklü değişiklik getiren uygulama ise bu sorunlara ilave bonus olmuştur. Benim bu iktidarın 11 yıllık icraatlarına bakarak eğitime dair hiçbir sorunu çözemeyeceklerine dair kanaatim, kanaat olmaktan çıkıp inanca dönüşmüştür. O nedenle kendilerinden bir beklentim yoktur.
Biz bu uygulamalar öncesinde sayısız öneri getirdik. İlköğretimin 4+4 biçiminde kademelendirilmesinin yanlış olduğunu söyledik. Ama İmam-Hatip eğitimini öne çekmek için böyle bir uygulamaya girdiler. Bunun ne imam-hatiplere faydası olur, ne de diğer çocuklarımıza. Veliler şimdi her dört yılda bir çocuklar için okul arama derdine düşüyorlar. Halbuki 8 yıllık ilköğretimi koruyarak, kendilerinin başlattığı anaokullarını zorunlu eğitim kapsamına alınmasına devam edilmesi ve liselerin zorunlu eğitim içine alınması daha doğru olurdu. Zorunlu eğitimde kademeler arasında geçiş, sınavla olmaz. Hem zorunlu bir eğitimden bahsediyorsunuz, hem de sınavla öğrenci alıyorsunuz. Zorunluluk var ise eleme ya da seçme sınavı olmaz. Kademeler arasında geçiş öğrencilerin yönelimlerinin desteklenmesiyle olur. Ortaokul adıyla çocukların önüne genel ortaokul ve dini eğitim ortaokulu koymuş iseniz burada öğrencilerin ilgilerinin desteklenmesinden bahsedebilir misiniz? Bu uygulamayla zorunlu eğitim dini olan ve olmayan biçimde iki eğitim biçimine indirgenmiştir. Bu yanlıştır, dini eğitim çocukların soyut düşünme yeteneklerinin iyice geliştiği 11-12 yaş aralığında olmalıdır. Bundan önceki yaş gruplarına yapılacak dini eğitim, dini eğitim değil, dini telkindir. Dini eğitimi, dinin telkinine indirgeyen bir zihniyet var karşımızda. Siyasi kaygısı pedagojik kaygısından daha fazla olan bir anlayış bu. Böyle oldukları için de önerilere kapalı bir yönetim anlayışına sahipler.
SORUNUN TEMELİ, OKULLAR ARASINDAKİ NİTELİK FARKI
Milli Eğitim Bakanlığı’nın SBS ile ilgili adımları hakkında neler söylersiniz? Öğrencilerin geleceğini tek bir sınava endekslemenin yanlışlığı düşüncesiyle, “dershanelerde kazanılan test becerileri yerine, okulda edinilen bilgi ve becerileri öne çıkarmayı” hedeflediği vurgulanan bu yeni yol, beklenen sonuçları verebilecek, gençleri rahatlatabilecek midir? MEB’in merkezi denetim ve gözetiminde yapılacak sene içi sınavların değerlendirmeye esas oluşturması, böylece “daha adil” bir genel not havuzu ortaya çıkacağı değerlendirmesi hakkında düşüncenizi alabilir miyiz?
Bu konuda söylenecek ne var ki? LGS’yi OKS yapmak reform, OKS’yi SBS yapmak reform, bir olan sınavı üçe çıkarmak reform, üç sınavı aynı gerekçelerle bire indirmek reform, kaldırıyormuş gibi yapıp sayısı belli olmayan sınavlara mahkum etmek reform!.. Her tarafı yanlış uygulama için öneri getirmenin anlamı yok. Önce sorunu kavrayışımızı değiştirmeliyiz: Liselere geçişi neden sınavla yapıyoruz? Önce bunu doğru anlamalıyız. Bunun temel nedeni, okullarımız arasındaki nitelik farkıdır; bunları kaldırmak varken neden sınavlara yöneliyoruz?
İkinci neden, lise türlerinin çokluğu… Bugün bu kadar çeşitli lisenin bir anlamı yok. Örneğin Fen Liselerinin birincil amacı, fen alanında bilim adamı yetiştirmek... Yönetmelikte bu hüküm olduğu gibi duruyor. Oysa bizim bilim adamı kaynağımız liseler değil, yüksek lisansını bitirmiş, bu alanlarda doktora yapan öğrenciler. İyi öğrenciler bir tarafa, kötü / işe yaramaz / başarısız öğrenciler bir tarafa mantığıyla işleyen bir mekanizma başarılı olamaz. Ayrıca meslek liselerini de yeniden düşünmeliyiz. Biz çocuklarımızın kişisel gelişimlerini mi destekleyeceğiz, yoksa onların kişisel gelişimlerini dikkate almadan belli bir alanda uzmanlaşmalarını ortaöğretim olarak mı göreceğiz? Biz fabrikalara, işyerlerine ara elaman mı yetiştireceğiz, yoksa yaşam ve zihinsel becerilerini en üst seviyeye getirmeyi mi amaçlayacağız? 18 yaş altı gruptan, kanun karşısında hala çocuk sayılanlardan söz ediyoruz. Onlara meslek dayatmak başka; onların ilgilerini desteklemek, eğitimleri süresince bu ilgileri yönünde gelişmelerini desteklemek başka bir şeydir. Birisi bana Meslek Yüksek Okulları ile Meslek Liseleri arasındaki farkı açıklasın. Lisede dört yıl boyunca tuttuğum öğrenciye verdiğim eğitimi, yetişkin olduğu için kişilik gelişimini tamamlamış, yaşam becerisi yüksek bir gruba iki yılda verebiliyorum… Şöyle bir yanlışımız var; “Mesleki eğitim başarısız öğrencinin işidir.” gibi... Oysa tam tersi... Siz fizik, matematik bilgisi yeterli olmayan bir öğrenciye nasıl makine anlatacaksınız, elektronik anlatacaksınız? İş dünyasına girmiş ama kendi yaşadığı dünyadan haberi olmayan, sosyal gelişimi yetersiz bir insan bizim arzuladığımız insan tipi olamaz. Zorunlu eğitim, meslek edindirme eğitimi olamaz; zorunlu eğitim kişisel ve sosyal gelişimi esas alan bir eğitim olmalıdır.
Mesleki eğitimi, “ara eleman” üzerinden yapılandırmak, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında az gelişmiş ülkelerde ve savaşta yıkıma uğramış ülkelerde geçerli bir anlayıştı. Bu anlayışın gereği olarak, kalkınmada bir geç kalmışlık düşüncesi hemen her şeyi yönlendirmiştir. Bugün bu noktada değiliz. Üniversite mezunlarımıza dahi iş bulamayan bir ülkeyiz. O halde yapmamız gereken çocuklarımızı erken yaşta meslek sahibi yapmak değil, onların kişisel ve sosyal gelişimlerini en üst seviyeye çıkarmaktır. Onların meslek seçimleri ve mesleklerindeki başarıları için sağlam bir altyapıya sahip olmalarını sağlamaktır. Spor ve sanat liseleri hariç diğer ortaöğretim kurumlarının hiçbir anlamı yoktur. Öğretmen liselerinden öğretmen, fen liselerinden fen bilim adamı, sosyal bilim liselerinden sosyal bilimci, meslek liselerinden meslek sahibi, imam-hatipten imam ve hatip yetiştirmediğimize göre bunların varlığını sorgulamak durumundayız. Ayrıca bütün liseleri Anadolu Lisesi yapmanın çocuklarımızı ve kendimizi aldatmaktan başka bir anlamı yok.
Sizce SBS mevcut haliyle mi korunmalıydı?
SBS liselere giriş için esas alınmayan, ama mutlaka yapılan bir sınav olmalı. Çünkü SBS ile biz okullarımız hakkında sağlıklı veriler toplayabilir ve sağlıklı karşılaştırmalar yapabiliriz. Örneğin Manisa’daki bir lise ile Hakkâri’deki bir lisedeki matematik başarısını sistem üzerinden görebiliriz. Bu sınav bize tek tek okullarımız hakkında kesin olmasa da sağlıklı bilgi verebilecek bir içeriğe sahip. Ama biz bu sınavı okul seçmeye indirgediğimiz için bu yönünü hiç tartışmadık.
ELEME” VARSA, DERSHANE DE OLACAK!
Dershanelerin sadece “test becerisi” kazandırdığı ifadesi doğru mudur? Kapatılmaları veya özel eğitim kurumlarına dönüştürülmelerinin artıları / eksileri; dershane sektörü, öğrenciler ve dershane öğretmenleri üzerinde olası etkileri neler olur?
Dershanelerle ilgili Hükümetin ve Bakanlığın tutumunun mantıklı bir gerekçesi yok. Dershaneler kalkmaz. Siz sınavları kaldırsanız dahi dershaneler kalkmaz. Eğer eğitimde kademeler arasındaki geçişte bir eleme var ise bu elemede her zaman öne geçmek isteyenler olacaktır ve bunu yapabilmek için öğrenci ve veli, okul dışında bir arayışa girecektir. Daha iyi bir meslek için daha iyi olmak zorundaysanız ve okul buna yeterli değilse, bu arayış kendi kurumunu mutlaka yaratır. Bugün bunun adı dershane olur, yarın başka bir şey olur. Bugünkü dershane modelini biçimlendiren, merkezi sınavlardır. Bu sınavların yapısı test olduğu sürece bu kurumlardaki eğitim de test üzerinden yürür, bundan daha doğal bir şey olamaz. Dershaneleri özel okula dönüştürmek, ya da dershane sahiplerine özel okul açtırmak bugünün meselesi değil. Geçmişten beri uygulanmaya çalışılıyor. Zaten büyük dershanelerin bazıları zamanla özel okul da açmaktadır. Ancak bütün dershaneleri okula dönüştürmek mümkün değil. Çünkü fiziki konumları buna uygun olmadığı gibi, özel okul çok daha büyük ve riskli bir yatırım. Ne kadar teşvik ederseniz edin, bütün dershanelerin bu riski alması gerçekçi değildir. Bugün dershanelerde kadrolu çalışan öğretmen sayısı 60 bine yaklaşıyor. Bu sayıyı 4 ile çarparsanız, 240 bin kişi yaşamını buradan kazanıyor. Buna burada çalışan hizmetli, sekreter, kantin işletmecilerini ve sahiplerini aileleriyle birlikte katarsanız bu sayı 600 bini geçmektedir. Ayrıca dershane yayıncılığını da unutmamak gerek, oralarda çalışanları da bu sayıya ilave edin. Kapattım dediğinizde bu 600 bin kişi için bir çözümünüz var mı? Bunu konuşan bile yok. Geçmişte, 2007 seçimlerinde benim üniversite sınavlarına yönelik bir önerim oldu. Sistem içinde kalarak bugünkü sorunu aşmanın en akılcı yolu budur. Bakınız çözüm demiyorum, çünkü elemesiz bir yükseköğretime geçiş mümkün değil. Ama bugünkü yapısını değiştirerek liselerimizi kurtarabiliriz ve ortaöğretimde nicelik tartışmaktan nitelik tartışmaya geçebiliriz.
ÜNİVERSİTEYE GİRİŞ ÖNCESİ “ARA İSTASYON”…
Üniversiteye giriş sisteminde değişiklik yapılması kararı, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısından sonra Bakan Nihat Ergün tarafından açıklandı. Bakan, öğrencinin stresini azaltmayı hedefleyen, bilgiyi sınamaktan ziyade, öğrencinin birtakım işleri yapma becerisinin olup olmadığını ölçen bir sistem hedeflediklerini söyledi. Bu açıklama, üniversite giriş sisteminin 2014 sonrası şekli konusunda size bir fikir veriyor mu? Bu konudaki eleştiri ve önerileriniz?
Nihat Ergün’ün önerisini basına yansıyabildiği kadar biliyorum. Dediği biçimde olması mümkün değil. Projesini tam olarak açıklarsa ayrıntılı tartışmamız mümkün olabilir. Ama yanlış yerden başladığını düşündüğüm için baştan düşüncem olumsuzdur. Madem bu konuyu açtık, 2007 seçimlerine girerken geliştirdiğim projenin içeriğini burada kısaca anlatayım, çünkü gelen sorulara verilen cevaplarla 20 sayfalık bir rapordu. Biz çözümü “Lisans Ön Hazırlık Okulları” olarak adlandırdık ve yeni bir eğitim kurumunu öngördük. Bu modeli tamamen kendi eğitim modelimiz içerisinden çıkardık. Önerimizin nasıl ortaya çıktığının öyküsünü anlatırsak önerdiğimiz çözüm, kafalarımızda daha somut bir hal kazanabilir: Dershaneler üzerine çalışırken, diğer dershanelerden tümüyle farklı bir yapı ve özellik gösteren Açık Öğretim Dershanelerini ziyaret etmiştik. Açık Öğretim Fakültelerinde okuyan öğrencilere hizmet veren bu dershaneler, bir üniversitenin lisans ya da ön lisans programlarındaki derslere öğrenci hazırlıyor. Aslında bir bakıma garip ama üniversite eğitimi yapıyor. Ziyaretimiz sırasında, tıpkı üniversite kantinlerinde olduğu gibi, öğrencileri kantinde, biraz önce gördükleri derste tamamlanmamış bir tartışmayı hararetle sürdürürken gördük. Kamu yönetimi okuyan birinci sınıf öğrencileriydi. Aralarındaki ilişkiler tıpkı üniversite kampuslarında tanık olduğumuz türdendi. Bir bakıma öğrenciler bu dershanelerde üniversitenin kültür ortamını, havasını tam olmasa da yaşıyorlardı. Lisans eğitimi yapılan, üniversite ortamı yaşanılan bu eğitim kurumu, ilginçtir ki Bakanlığa bağlı çalışıyor. Bunun yanlış olduğunu, bu kurumların ilgili üniversitenin denetiminde olmasının, koşullarını ilgili üniversitenin belirlemesinin daha iyi olacağını düşündük. Bunu düşünürken aklımıza birdenbire dershanelerin üniversitelerin denetiminde olması fikri geldi ve ardından üzerinde biraz daha düşünerek Lisans Ön Hazırlık Okulları fikrine ulaştık. Lisans eğitimine hazırlık açısından biraz da ODTÜ Yabancı Dil Hazırlık Okulları modelinden yararlandık. Bu modelde öğrenci, üniversite öğrencisi statüsüne sahip olmasına rağmen lisans programını okumak için sahip olması gereken dil bilme koşulunu yerine getiriyor. Orada yapılan sınavlarda elde ettiği başarıdan sonra ancak lisans programını okuyabiliyor. Aslında ÖSS’yi kazanarak lisans eğitimi hakkını kazanmış olmuyor. ODTÜ o hakkı hazırlık sınıfından sonra veriyor.
“Lisans Ön Hazırlık Okulları”nın temel özelliklerini biraz açar mısınız?
Tabii. Öncelikle bu okulların üniversitelerin bünyesinde kurulmasını öngörüyoruz. Bütün il ve ilçe merkezlerinde ihtiyacı karşılayacak biçimde okul ve şubeler açılabilir. Bu okulların amacı, üniversitelerin lisans programlarına alınacak öğrencileri, lisans programlarına geçiş sınavları için hazırlamaktır. Lisans Ön Hazırlık Okullarının eğitim- öğretim süresi bir yıldır. Herhangi bir orta öğretim kurumundan mezun olmuş ve sadece üniversitelerin 4 yıllık lisans ve daha uzun süreli eğitim veren fakülte ve yüksekokullarının ilgili bölümlerinde eğitim- öğretimlerine devam etmek isteyenler istedikleri ilde kayıt yaptırabilir ve bu okulun hizmetlerinden yararlanabilir… Bu okullarda eğitim, lisans programlarına kayıt için bugün kabul edilen Sayısal, Sözel, Eşit ağırlık ve Yabancı dil alanlarıyla ilgili lise derslerinin sınava hazırlık biçiminde tekrarından oluşur. Ayrıca bu derslere ilave olarak öğrencilerin Türkçeyi kullanma ve kendilerini ifade etmelerine dönük çeşitli sosyal etkinliklerden ibaret bir program uygulanır. Eğer öğrencilerin girecekleri lisans programları bu okula kayıt aşamasında belirlenir ve geçiş sınavı bu programların her biri için ayrı ayrı yapılır ise, aday öğrencilere kayıt yapacakları programın temel becerilerini içeren ilave ders ya da dersler konabilir ve geçiş sınavlarında aday öğrencilere bu derslerden de sorular sorulur.
Lisans Ön Hazırlık Okulları, hazırlık ders programlarının yürütülmesinde üniversitelerin kendi imkanlarından yararlanabileceği gibi, önceden belirlenmiş koşullara sahip MEB’e bağlı ortaöğretim kurumlarından, onların personelinden ve özel öğretim kurumları olan dershanelerden yararlanabilir. Bu okullara kayıt yaptıran öğrencilere, hazırlık öğrenimlerini gündüz, gece ve hafta sonu örgün eğitim biçiminde sürdürme gibi seçeneklerin yanında açık öğretim, interaktif eğitim ya da sadece sınava katılmak biçiminde seçenekler de sunulur ve bunların maliyetine göre bir ücret alınır. Ekonomik durumunun iyi olmadığını belgeleyenlerden her hangi bir ücret alınmaz. Üniversiteler, belediyeler, çeşitli sivil toplum kuruluşları, bu okula kayıt yaptırmış öğrencilere burs verebilir veya tercih edilen hizmet türüne göre öğrencinin ücretini karşılayabilirler. Ücretlerin belirlenmesinde Açık Öğretim Fakültesinin ücretlendirme yönteminden yararlanılır. Lisans Ön Hazırlık Okuluna kayıt yaptıran öğrencilerin bilgileri ÖSYM’de toplanır ve orada değerlendirilir. Bir hazırlık eğitimi döneminde en az bir ya da en fazla bugünkü biçimde dört sınav yapılır ve şu anda uygulanan sistemde olduğu gibi lisans programlarına öğrenciler, aldıkları başarı puanına göre kayıt yaptırma hakkını kazanır. Bir lisans programını kazandığı halde bu programa kayıt yaptırmayanlar, lisans programına giriş hakkını yeniden elde edebilmek için aynı yıl tekrar kaydını yenilemek durumundadır. Kayıt yaptırdıkları dönemde bir lisans programını kazanamayan aday öğrenciler için kayıt yenileme süresi iki yıldır. Bu okullardan mezuniyet, lisans programlarına kayıt için yapılan merkezi sınavı kazanmakla mümkündür. Bunun dışında adaylar, yukarıda belirtilen koşullar içinde kayıtlarını her yıl dönem başında yenilerler. Kayıt yenilemeyenler üniversite öğrencisi sayılmazlar. Sonraki yıllarda da kayıt yenilemeyi tercih edebilirler. Kayıt yenilememe sadece üniversite öğrencisi olma hakkını kaybettirir. Aday öğrencilerin girecekleri lisans programını kayıt yaparken tercih etmeleri gibi bir uygulama yoluna gidilirse, lisans programları ortak özelliklerine göre gruplandırılır ve sınavlar, bu programların hazırlık derslerinin içeriğine göre her bir program için en az bir, en fazla dört sınav olarak yapılır.
SINAVSIZ ÜNİVERSİTE, BU SİSTEMLE MÜMKÜN…
Önerdiğiniz sistemde mevcut sistemden neler kalkacak, neler kalacak? Önerdiğiniz sistemin temel faydalarını nasıl özetlerseniz?
Önerdiğimiz sistem kabul edilirse, yukarıda sıralanan ilkeler doğrultusunda lise son sınıfta merkezi sınava girilmesi ortadan kalkacak, ancak sınavsız öğrenci alan meslek yüksek okullarına kayıt yaptırmak devam edecek. Açık Öğretim Fakültesi için de bu okula kayıt yaptırmak zorunlu olacak. Aynı durum, eğer devletlerarası bir anlaşma kapsamında ülkemize gelmemişse yabancı öğrenciler için de geçerli olacaktır. Onlarda Ön Hazırlık Okuluna kayıt yaptırmak durumundadırlar.
• Lisans Ön Hazırlık Okullarının uygulamaya geçirilmesiyle merkezi sınav nedeniyle orta öğretime yansıyan olumsuzlukların önemli bir bölümü ortadan kalkacak, lise eğitimi ilgili mevzuatta belirtilen amaçlar doğrultusunda merkezi sınav baskısından uzak biçimde yapılabilecektir.
• Öğrenci aileleri orta öğretim boyunca sınav nedeniyle karşılaştıkları ekonomik zorluklardan kurtulacaktır. Bugün ortalama her yıl için öğrenci başına 6 bin TL olarak ödenen sınav hazırlık ücreti sadece bir yıl için 500 YTL seviyesine inebilecektir. Ücretlendirmede Açık Öğretim Fakültesi’nin örnek alınmasını öneriyoruz.
• Bugüne kadar eğitimin niteliği ve niceliğine katkısı tartışmalı olan sınav hazırlık harcamalarını daha verimli kullanmanın yolunu açmış; böylece üniversitelerimize yeni bir gelir kaynağı, ayrıca çok sayıda öğretmenimiz için yeni ve güvenilir bir iş alanı yaratmış oluyoruz.
• Bugüne kadar getirilen önerilerin tümünde dershanelerin kaldırılması öngörülmekte idi. Biz doğrudan kaldırma yoluna gitmeyerek, burada çalışan 60 bin öğretmen ve diğer personelini sokağa atmıyoruz. Bizim önerimizde dershaneler kendilerinde aranan koşullara sahip iseler Lisans Ön Hazırlık Okullarının şubesi ya da anfisi olarak ilgili üniversite adına hizmet vermeye devam edecektir. Üniversitelerin kendilerinden talep ettiklerini yerine getirmeyen dershaneler, hiçbir biçimde üniversiteye hazırlık kursu açamayacak. Hizmet satın alınan birimlerde denetim ve gözetimi, ilgili üniversite yapacak.
Bu öneriye ne tür eleştiriler geldi?
İki eleştiri geldi: Birincisi liselerin dört yıl olmasından dolayı bu çocuklara bir yıl kaybettirilmesiydi. Bunu liseleri eskisi gibi üç yıla indirerek aştık. İkinci eleştiri üniversitelerin yükünü artırmak biçimindeydi. Evet, üniversitelerin örgütlenme yapısında bir genişleme söz konusu olacak. Ancak bu belirtildiği biçimde üniversitenin asli işi olan akademik faaliyeti doğrudan etkilemeyecek bir durum. Çünkü bu okullar, zaten akademik birimlerle aynı anda, aynı yerde, aynı hocalarla eğitim-öğretim yapan kurumlar olmayacak. Önerimiz, üniversite ile lise eğitimi arasında yaşanan kopukluğu ortadan kaldırmaya dönüktür. Lise, lise olarak eğitim verecek. Üniversitede, üniversite eğitimi verilecek. Bu okullar, bir ara istasyon işlevi üstlenecek. Yönetim ve denetimin üniversitelerce yürütülmesinden amaç, üniversitelerin kendi lisans programlarına alacakları öğrenciler için koyduğu, koyacağı kriterlerin liseye yansımasını önlemektir. Sistem içinde kalarak gerçekçi çözümün bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıntılarını herkesle tartışmaya hazırım.
ÖĞRETMEN ATAMALARINA FRANSIZ MODELİ
Öğretmen atamaları, yol açtığı mağduriyetler nedeniyle eğitim camiasında sürekli yakınma konusu… İlkokul - ortaokul ayrışması sonrasında ortaya çıkan norm kadro güncelleme işlemlerinde “norm fazlası” durumuna düşen öğretmenlerin durumu da yeni bir konu olarak gündeme geldi. Alan değişikliği işlemleri de bir başka konu... Aday öğretmenlerin gözü de KPSS puanına dayalı ilk atamalarda… Tüm bu süreçlerin öğretmen ve öğretmen adayları açısından daha sıkıntısız yürüyebilmesi için neler yapılabilir?
Siz ilköğretimi 4+4 yaptığınızda, 53 bin beşinci sınıf şube öğretmenini açığa çıkarıyorsunuz. Ayrıca okulları ilkokul ve ortaokul olarak dönüştürdüğünüzde diğerlerine kapıyı gösteriyorsunuz. Bunlar insan, bunların da ailesi var, kurulu bir düzenleri var. Bakınız, bir öğretmenin gerçek başarısı, o okulun öğretim süresinin bir yıl fazlasıyla ortaya çıkar. Eğer siz ilkokul 4 yıl diyorsanız, o öğretmenin o okulda beş yıl kalmış olması gerekir, 5 ise 6 yıl. Oysa bizim öğretmenlerimiz sürekli göç halinde. 30 yıllık hizmetlerinde 15-20 okul değiştirenler var. Bir öğretmen çocukları ikinci sınıfa getiriyor, gidiyor. Öğretim süresi bittiğinde başarı ya da başarısızlık hangi öğretmenindir, bunu belirlemeniz mümkün olmuyor. Nakil ve yer değiştirme sistemi tümüyle yanlış. Bu yanlışa bir de bakanlığın aldığı kararlar ekleniyor. Atanamayan öğretmenlere gelince, bunların sorununun çözümü eğitim yatırımlarından geçiyor. İkili eğitimi, birleştirilmiş sınıfları, taşımalı eğitimi, birleştirilmiş branşları (örneğin felsefe grubu gibi) bunları çözerseniz, şu an atanamayanlardan daha fazla öğretmene ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Öğretmen yetiştirme ve atama sistemini KPSS ile değil, Fransa’daki modele benzer bir model ile aşabiliriz. YÖK ve MEB bu konuyu düşünmeli ve bunun üzerinde çalışmalı.
Bakanlığın düşündüğü sistemin sonuçları bakın neler olur?
Bir: Dershaneler kalkmaz daha önemli hale gelir. Dershaneleri yasaklarsanız kayıt dışı eğitim kurumları çoğalır, evlerde özel ders dönemleri başlar.
İki: Boş geçen dersler olduğunda öğrenci MEB’e dava açabilir. Başarısızlığından Bakanlığı sorumlu tutabilir.
Üç: Beden eğitimi, Resim, Müzik gibi temel dersler yapılmaz, yapılamaz.
Dört: Öğrenci üzerindeki baskı azalmadığı gibi artar ve sınav dönemleri yaklaşan haftalarda ders yapılamaz. Sahte raporlar havada uçuşur. Okulun değil, sınava hazırlayan kurumların önemi artar.
Son Güncelleme: Cuma, 13 Eylül 2013 09:49
Gösterim: 2856
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Pedagojik Formasyon Sertifika Programları ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı.
YÖK, pedagojik formasyon sertifika programlarına girişte Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) sonuçlarının bu yıldan itibaren kullanılacağını bildirdi. Yapılan açıklamada formasyon alacak adayların sonuçları 3 yıl geçerli olan ALES puanını kullanabileceği son üç yılda ALES’e girmemiş adayların da 2013 ALES Sonbahar Dönemi’ne girmeleri gerektiği belirtildi.
Formasyon başvuruları ne zaman başlıyor?
YÖK pedagojik formasyon sertifika programları için toplam kontenjan sayısını da 20 bin olarak belirledi. Başvurular ALES-2013 Sonbahar Dönemi sonuçları açıklandıktan sonra alınacak.
YÖK'ten yapılan ALES açıklaması şöyle;
Yükseköğretim Kurulu'nca geçtiğimiz yıllarda izin verilen üniversitelerimizde yürütülen pedagojik formasyon sertifika programlarına, 2013-2014 öğretim yılından itibaren öğrencilerin, alanlara göre ayrılacak kontenjanlar dahilinde, merkezi olarak ÖSYM tarafından yerleştirilmesine karar verilmiştir.
Geçmiş yıllarda öğrencilerin akademik başarı ortalamalarına göre yapılan söz konusu yerleştirmede, 2013-2014 öğretim yılından itibaren Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) sonuçları da kullanılacaktır. Bununla ilgili kısa bir açıklama, ÖSYM tarafından yayınlanan ALES 2013 Sonbahar Dönemi Kılavuzunda, sınavla ilgili Genel Bilgiler, Temel İlke ve Kurallar başlığı altında 1.8. maddede, "Yükseköğretim Kurulu tarafından izin verilen yükseköğretim kurumlarındaki öğretmenlik sertifika programlarına öğrenci seçme ve yerleştirme işlemlerinde de ALES sonuçları kullanılacaktır. Öğretmenlik sertifika programlarına başvuruda bulunmak isteyenlerin bu sınava girmeleri zorunludur" şeklinde yer almıştır. Bu sınavın sonuçları üç yıl geçerli olduğundan son üç yıl içinde ALES'e girmemiş olanların, programa başvurabilmek için Kasım 2013 ayında yapılacak sınava katılmaları gerekmektedir.
Pedagojik Formasyon Sertifika Programları için toplam kontenjan sayısı 20 bin olarak belirlenmiş olup başvurular ALES 2013 Sonbahar Dönemi sonuçları açıklandıktan sonra alınacaktır. Konuyla ilgili çalışmalar devam etmekte olup programa internet üzerinden online başvuru ve yerleştirme sistemi ile ilgili ayrıntılı bilgiler, programın uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar, önümüzdeki günlerde YÖK ve ÖSYM web sayfalarından ilan edilecektir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Pedagojik Formasyon Sertifika Programları ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı.
YÖK, pedagojik formasyon sertifika programlarına girişte Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) sonuçlarının bu yıldan itibaren kullanılacağını bildirdi. Yapılan açıklamada formasyon alacak adayların sonuçları 3 yıl geçerli olan ALES puanını kullanabileceği son üç yılda ALES’e girmemiş adayların da 2013 ALES Sonbahar Dönemi’ne girmeleri gerektiği belirtildi.
Formasyon başvuruları ne zaman başlıyor?
YÖK pedagojik formasyon sertifika programları için toplam kontenjan sayısını da 20 bin olarak belirledi. Başvurular ALES-2013 Sonbahar Dönemi sonuçları açıklandıktan sonra alınacak.
YÖK'ten yapılan ALES açıklaması şöyle;
Yükseköğretim Kurulu'nca geçtiğimiz yıllarda izin verilen üniversitelerimizde yürütülen pedagojik formasyon sertifika programlarına, 2013-2014 öğretim yılından itibaren öğrencilerin, alanlara göre ayrılacak kontenjanlar dahilinde, merkezi olarak ÖSYM tarafından yerleştirilmesine karar verilmiştir.
Geçmiş yıllarda öğrencilerin akademik başarı ortalamalarına göre yapılan söz konusu yerleştirmede, 2013-2014 öğretim yılından itibaren Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) sonuçları da kullanılacaktır. Bununla ilgili kısa bir açıklama, ÖSYM tarafından yayınlanan ALES 2013 Sonbahar Dönemi Kılavuzunda, sınavla ilgili Genel Bilgiler, Temel İlke ve Kurallar başlığı altında 1.8. maddede, "Yükseköğretim Kurulu tarafından izin verilen yükseköğretim kurumlarındaki öğretmenlik sertifika programlarına öğrenci seçme ve yerleştirme işlemlerinde de ALES sonuçları kullanılacaktır. Öğretmenlik sertifika programlarına başvuruda bulunmak isteyenlerin bu sınava girmeleri zorunludur" şeklinde yer almıştır. Bu sınavın sonuçları üç yıl geçerli olduğundan son üç yıl içinde ALES'e girmemiş olanların, programa başvurabilmek için Kasım 2013 ayında yapılacak sınava katılmaları gerekmektedir.
Pedagojik Formasyon Sertifika Programları için toplam kontenjan sayısı 20 bin olarak belirlenmiş olup başvurular ALES 2013 Sonbahar Dönemi sonuçları açıklandıktan sonra alınacaktır. Konuyla ilgili çalışmalar devam etmekte olup programa internet üzerinden online başvuru ve yerleştirme sistemi ile ilgili ayrıntılı bilgiler, programın uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar, önümüzdeki günlerde YÖK ve ÖSYM web sayfalarından ilan edilecektir.
Son Güncelleme: Perşembe, 12 Eylül 2013 17:10
Gösterim: 2952
Bir eğitim öğretim yılı daha eğitim sistemimizde sınavlar ve özel dershaneler konularını tartışarak geçti. Ailelerin doğal bir refleks olarak çocukları için en iyi geleceği hazırlama ve bu nedenle çocuklarına en nitelikli eğitimi aldırma kaygıları, daha iyi ve nitelikli okullara talebi doğurmuştur. Bu talebin yüksekliği ve yarattığı rekabet ise eğitim sistemindeki eşitsizliklerle birleşince, eğitim öğretim alanı her daim sıcak tartışmalara sahne olmuştur. Bu tartışmaların doğal bir sonucu olarak eğitim sistemini planlayanlar sık sık yeni düzenlemelere gitmiş, eğitimde reform girişimleri ülkemiz gündemini meşgul etmiştir ve etmeye devam etmektedir.
Eğitimi geliştirmek ve iyileştirmek için yapılan değişiklik girişimlerinin ne yazık ki bu alandaki sorunları çözmekten uzak kaldığı, hatta birçok yeni sorununa yol açtığı da görülmektedir. Yapılan bir değişikliğin olgunlaşması beklenmeden yerine bir yenisi konulmuş, değişiklikler bir öncekini tamamlayıcı olmaktan uzaklaşmıştır. Siyasi tercih ve kaygıların da etkisiyle ortaya çıkan bu durum nedeniyle yapılan değişikliklerin toplumda olumlu yankı bulduğu söylenemez.
Önceki yıllar için de durum çok farklı değildir; ama son 10-11 yıla baktığımızda eğitimin içeriğinden sınav sistemine kadar pek çok temel değişiklik yapıldığını görüyoruz. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılı çok tartışılan 4+4+4 ile 12 yıllık zorunlu eğitim başlamış, yeni öğretim yılı için liseye geçiş sistemi dördüncü kez değiştirilmiştir. Örneğin bu dönem içinde üç yıllık lise eğitimi dört yıla çıkmış, LGS yerine getirilen OKS 2007 yılında kaldırılmış, yerine OGES olarak da tanınan üç aşamalı SBS sistemine geçilmiş ancak 2010 yılında üç aşamadan vazgeçilip tek sınava dönülmüştür. Şimdi ise tek merkezi sınav olan SBS kaldırılıp yerine okul sınavlarının 12 tanesinin merkezi olarak yapıldığı TEOG sistemine geçilmiştir. Tek başına ortaöğretime geçiş sistemindeki bu değişiklikler bile yukarıda bahsettiğimiz durumu örneklemektedir.
Milli Eğitim Bakanımız Sayın Nabi Avcı’nın TEOG sistemini açıkladığı 4 Eylül 2013 tarihli basın toplantısında ısrarla tekrarladığı; “Eğitim dinamik bir alandır” vurgusu kendi başına elbette doğrudur. Ancak bu dinamizm var olan sistemleri iyileştirmek ve geliştirmek yerine, “sil-baştan” yeni uygulamalar getirmek yönünde gerçekleşmektedir. Yapboza dönen eğitim sisteminden etkilenenler ise öncelikle öğrenciler sonra da bu alana gönül vermiş eğitimcilerdir, aslında tüm ülkedir.
Eğitim sistemindeki hızlı değişim ve dershane tartışmaları
Türkiye’de eğitim sisteminin değişim hızı düşünüldüğünde, dershaneler gibi eğitim sisteminin önemli bir parçası haline gelmiş kurumların bu kadar tartışılmasına şaşırmamak gerekir. Hatırlanacağı gibi Sayın Başbakan Erdoğan’ın 25 Mart 2012’de ''Üniversite giriş sınavlarını da, üniversite hazırlık kurslarını da ortadan kaldırıyoruz.'' diyerek başlattığı tartışma ve gerek kendilerinin gerekse Milli Eğitim Bakanlarımızın sonraları da bu görüşü tekrarlamaları sektörde kaygılara neden olmuştur.
Bu süreçte biz, sektörün ilk sivil toplum örgütü ÖZ-DE-BİR olarak tartışmalara yapıcı şekilde katkı vermek amacıyla çalışmalar başlattık. Dernek yayınlarımızda bu konuyu farklı yönleriyle ele aldık ve diğer dershane dernekleriyle işbirliği içinde olduk, kamuoyunu bilgilendirici yayınlar yaptık, dünyadan örneklere de yer verdiğimiz kapsamlı bir broşür hazırladık, ortak açıklamalara imza attık.
Hem üye dershanelerimizi hem de değerli veli ve öğrencilerimizi yazılı ve görsel basın aracılığıyla sık sık bilgilendirerek, üzerine düşünülmeden spontane olarak yapılan açıklamaların toplumda ve dershane çevrelerimizde yarattığı kaygıyı gidermeye çalıştık. Biz dernek olarak hep velilerimize ve öğrencilerimize, telaş ve kaygıya yer olmadığını, dershanelerimizin eğitim öğretim çalışmalarında gerekli hazırlıklar içinde olduğunu duyurduk.
Dershane yerine özel okul gerçekçi mi?
Dershanelerin özel okula dönüştürülmeleri konusu, geçen yılın tartışılan konuları içinde önemli bir yer tuttu. Biliyoruz ki dershaneler, her şeyden önce özel ders ihtiyacını karşılayan kurumlardır. Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde bu ihtiyaç dershaneler ya da benzer eğitim kurumları aracılığıyla karşılanmaktadır. Özel ders talebini kontrollü biçimde, daha ekonomik ve sistemli olarak karşılayan bu organizasyonların işlevleriyle okulların işlevleri birbirinden tamamen farklıdır. Özel Öğretim Kurumları Kanunu, dershaneleri; “Öğrencileri, bir üst okulun veya yükseköğretime giriş sınavlarına hazırlamak, istedikleri derslerde yetiştirmek ve (onların) bilgi düzeylerini yükseltmek amacıyla faaliyet gösteren özel öğretim kurumları” olarak tanımlanmıştır.
Okulların kalite bakımından ciddi farklılıklar göstermesi, aynı okulda ve aynı sınıfta öğrenciler arasında öğrenme hızına bağlı farklılıkların olması, öğrencilerin ve velilerin daha nitelikli eğitim olanaklarından yararlanarak sosyal statüsü yüksek mesleklere yönelmeleri ve sınavlara hazırlanma talebi, dershanelere duyulan ihtiyacın nedenlerinden bazılarıdır.
Unutulmamalıdır ki; dershaneler çoğunlukla dar ve orta gelirli ailelerin çocuklarının, daha uygun ekonomik şartlarda özel ders ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Tüm dershaneler okul olabilecek özelliklere sahip olsalar bile işlevlerinin farklılığı nedeniyle tam bir dönüşüm sağlanamaz. Zaten okul açmanın önünde bir engel de bulunmamakta ve son yıllarda da özel okulculuğa yatırım yapmak isteyen arkadaşlarımızın sayısı artmaktadır, koşulları buna uygun olan özel dershane girişimcilerimiz özel okullar açmaktadır.
Gerek ortaöğretime gerek yükseköğretime geçişte yüksek talep gören okullara ya da bölümlere yerleştirmenin hakkaniyet ölçülerinde yapılması son derece önemlidir. Türkiye’de dershanelerin yaygınlığını düşünürsek, eğitim sistemimizdeki derin eşitsizlik devam ettiği sürece dershaneleri eğitim sistemi dışına çıkarmak mümkün görünmemektedir. Ortaöğretim ve Yükseköğretime geçişte sistem sürekli değişse de sınav gerçeği devam etmektedir. Sınavlar yapılmaya devam ettiği sürece de dershanelere duyulan ihtiyaç kesinlikle ortadan kalkmayacaktır. Durum böyleyken eğer siz dershaneleri sistem dışına çıkarmak isterseniz, öğrencilerin yüksek bedellerle özel ders alacakları küçük büroların ve devlet denetiminden uzak organizasyonların önünü açmış olursunuz. Bu yasa dışı yapıdan da elbette en çok Türkiye ekonomisi zarar görür.
Eğitim sistemi planlanırken sorunların kaynağına inilmeli!
Eğitim yapa boza düzenlenemeyecek kadar önemli bir alandır. Dershanelerle ilgili yapılacak herhangi bir düzenlemede 100 bine yakın çalışan, öğretmen ve personelin bundan doğrudan etkileneceğini unutmamak gerekir. Dershanelere 1,5 milyona yakın öğrenci devam etmektedir. Bu sektörün kimi yasa değişiklikleriyle yok sayılması ile gerek matbaa sektöründe gerek yayın sektöründe çalışan binlerce kişi, matbaacı, kırtasiyeci, yayıncı, yazarın bundan etkileneceği de ayrı bir gerçektir. Biz dershanelerin varlıklarını sürdüreceklerine inandığımız için aksi duruma ilişkin de bir çalışma içinde de değiliz. Dershanelere olan ihtiyacın azaltılmasına dönük nasıl bir çalışma yapıldığını görmüyoruz. Bu bakımdan Artı Eğitim Dergisi aracılığıyla şunu söylemek isterim: Veli ve öğrencilerimizin dershanelerimizden alacakları eğitim hizmetlerinde hiçbir aksama olmayacaktır. Ne dershane öğretmenlerimiz, ne de dershanelerimize kaydolan öğrencilerimiz, velilerimiz bu dönemle ilgili herhangi bir kaygıya ve endişeye kapılmamalıdır.
18 Kasım 2013 tarihinde yapacağımız genel kurul toplantısı ile tüm bu süreci yeniden değerlendirecek Genel Kurulun seçeceği yeni yönetim kurulumuzla Türkiye’de eğitim sisteminin ve özel dershanelerin sorunlarına çözüm üretme çabamıza ara vermeksizin devam edeceğiz.
Genel Kurulumuzla tüm hazırlıklarını tamamlayacağımız 2013-2014 eğitim öğretim yılından temennimiz eğitim alanında yapılacak düzenlemeler planlanırken sorunların kaynağına inilmesi, eğitim eşitsizliklerinin giderilmesine dönük hızla adım atılmasıdır. Kararlı ve kalıcı bir gelişme seyri izleyebilen bir eğitim sistemi için atılacak tüm adımların çok yönlü araştırmalara ve geniş tabanlı fikir alışverişlerine dayalı olması bu ve sonraki eğitim öğretim yıllarında beklentimizdir.
Dershanelerle ilgili yapılacak değişiklikler, tepeden inme kararlarla değil eğitim sisteminin dershanelere ihtiyaç duyulmayacak şekilde düzenlenmesi ile doğal bir sürece yayılmalıdır.
Yeni Eğitim Öğretim yılının, bunca soruna rağmen, tüm velilerimize, öğrencilerimize ve eğitimcilerimize başarı getirmesini dileyerek dershanelerimizin tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da yeni eğitim öğretim yılına hazır olduğunu yinelemek isterim.
Faruk KÖPRÜLÜ
ÖZ-DE-BİR Yönetim Kurulu Başkanı
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Bir eğitim öğretim yılı daha eğitim sistemimizde sınavlar ve özel dershaneler konularını tartışarak geçti. Ailelerin doğal bir refleks olarak çocukları için en iyi geleceği hazırlama ve bu nedenle çocuklarına en nitelikli eğitimi aldırma kaygıları, daha iyi ve nitelikli okullara talebi doğurmuştur. Bu talebin yüksekliği ve yarattığı rekabet ise eğitim sistemindeki eşitsizliklerle birleşince, eğitim öğretim alanı her daim sıcak tartışmalara sahne olmuştur. Bu tartışmaların doğal bir sonucu olarak eğitim sistemini planlayanlar sık sık yeni düzenlemelere gitmiş, eğitimde reform girişimleri ülkemiz gündemini meşgul etmiştir ve etmeye devam etmektedir.
Eğitimi geliştirmek ve iyileştirmek için yapılan değişiklik girişimlerinin ne yazık ki bu alandaki sorunları çözmekten uzak kaldığı, hatta birçok yeni sorununa yol açtığı da görülmektedir. Yapılan bir değişikliğin olgunlaşması beklenmeden yerine bir yenisi konulmuş, değişiklikler bir öncekini tamamlayıcı olmaktan uzaklaşmıştır. Siyasi tercih ve kaygıların da etkisiyle ortaya çıkan bu durum nedeniyle yapılan değişikliklerin toplumda olumlu yankı bulduğu söylenemez.
Önceki yıllar için de durum çok farklı değildir; ama son 10-11 yıla baktığımızda eğitimin içeriğinden sınav sistemine kadar pek çok temel değişiklik yapıldığını görüyoruz. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılı çok tartışılan 4+4+4 ile 12 yıllık zorunlu eğitim başlamış, yeni öğretim yılı için liseye geçiş sistemi dördüncü kez değiştirilmiştir. Örneğin bu dönem içinde üç yıllık lise eğitimi dört yıla çıkmış, LGS yerine getirilen OKS 2007 yılında kaldırılmış, yerine OGES olarak da tanınan üç aşamalı SBS sistemine geçilmiş ancak 2010 yılında üç aşamadan vazgeçilip tek sınava dönülmüştür. Şimdi ise tek merkezi sınav olan SBS kaldırılıp yerine okul sınavlarının 12 tanesinin merkezi olarak yapıldığı TEOG sistemine geçilmiştir. Tek başına ortaöğretime geçiş sistemindeki bu değişiklikler bile yukarıda bahsettiğimiz durumu örneklemektedir.
Milli Eğitim Bakanımız Sayın Nabi Avcı’nın TEOG sistemini açıkladığı 4 Eylül 2013 tarihli basın toplantısında ısrarla tekrarladığı; “Eğitim dinamik bir alandır” vurgusu kendi başına elbette doğrudur. Ancak bu dinamizm var olan sistemleri iyileştirmek ve geliştirmek yerine, “sil-baştan” yeni uygulamalar getirmek yönünde gerçekleşmektedir. Yapboza dönen eğitim sisteminden etkilenenler ise öncelikle öğrenciler sonra da bu alana gönül vermiş eğitimcilerdir, aslında tüm ülkedir.
Eğitim sistemindeki hızlı değişim ve dershane tartışmaları
Türkiye’de eğitim sisteminin değişim hızı düşünüldüğünde, dershaneler gibi eğitim sisteminin önemli bir parçası haline gelmiş kurumların bu kadar tartışılmasına şaşırmamak gerekir. Hatırlanacağı gibi Sayın Başbakan Erdoğan’ın 25 Mart 2012’de ''Üniversite giriş sınavlarını da, üniversite hazırlık kurslarını da ortadan kaldırıyoruz.'' diyerek başlattığı tartışma ve gerek kendilerinin gerekse Milli Eğitim Bakanlarımızın sonraları da bu görüşü tekrarlamaları sektörde kaygılara neden olmuştur.
Bu süreçte biz, sektörün ilk sivil toplum örgütü ÖZ-DE-BİR olarak tartışmalara yapıcı şekilde katkı vermek amacıyla çalışmalar başlattık. Dernek yayınlarımızda bu konuyu farklı yönleriyle ele aldık ve diğer dershane dernekleriyle işbirliği içinde olduk, kamuoyunu bilgilendirici yayınlar yaptık, dünyadan örneklere de yer verdiğimiz kapsamlı bir broşür hazırladık, ortak açıklamalara imza attık.
Hem üye dershanelerimizi hem de değerli veli ve öğrencilerimizi yazılı ve görsel basın aracılığıyla sık sık bilgilendirerek, üzerine düşünülmeden spontane olarak yapılan açıklamaların toplumda ve dershane çevrelerimizde yarattığı kaygıyı gidermeye çalıştık. Biz dernek olarak hep velilerimize ve öğrencilerimize, telaş ve kaygıya yer olmadığını, dershanelerimizin eğitim öğretim çalışmalarında gerekli hazırlıklar içinde olduğunu duyurduk.
Dershane yerine özel okul gerçekçi mi?
Dershanelerin özel okula dönüştürülmeleri konusu, geçen yılın tartışılan konuları içinde önemli bir yer tuttu. Biliyoruz ki dershaneler, her şeyden önce özel ders ihtiyacını karşılayan kurumlardır. Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde bu ihtiyaç dershaneler ya da benzer eğitim kurumları aracılığıyla karşılanmaktadır. Özel ders talebini kontrollü biçimde, daha ekonomik ve sistemli olarak karşılayan bu organizasyonların işlevleriyle okulların işlevleri birbirinden tamamen farklıdır. Özel Öğretim Kurumları Kanunu, dershaneleri; “Öğrencileri, bir üst okulun veya yükseköğretime giriş sınavlarına hazırlamak, istedikleri derslerde yetiştirmek ve (onların) bilgi düzeylerini yükseltmek amacıyla faaliyet gösteren özel öğretim kurumları” olarak tanımlanmıştır.
Okulların kalite bakımından ciddi farklılıklar göstermesi, aynı okulda ve aynı sınıfta öğrenciler arasında öğrenme hızına bağlı farklılıkların olması, öğrencilerin ve velilerin daha nitelikli eğitim olanaklarından yararlanarak sosyal statüsü yüksek mesleklere yönelmeleri ve sınavlara hazırlanma talebi, dershanelere duyulan ihtiyacın nedenlerinden bazılarıdır.
Unutulmamalıdır ki; dershaneler çoğunlukla dar ve orta gelirli ailelerin çocuklarının, daha uygun ekonomik şartlarda özel ders ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Tüm dershaneler okul olabilecek özelliklere sahip olsalar bile işlevlerinin farklılığı nedeniyle tam bir dönüşüm sağlanamaz. Zaten okul açmanın önünde bir engel de bulunmamakta ve son yıllarda da özel okulculuğa yatırım yapmak isteyen arkadaşlarımızın sayısı artmaktadır, koşulları buna uygun olan özel dershane girişimcilerimiz özel okullar açmaktadır.
Gerek ortaöğretime gerek yükseköğretime geçişte yüksek talep gören okullara ya da bölümlere yerleştirmenin hakkaniyet ölçülerinde yapılması son derece önemlidir. Türkiye’de dershanelerin yaygınlığını düşünürsek, eğitim sistemimizdeki derin eşitsizlik devam ettiği sürece dershaneleri eğitim sistemi dışına çıkarmak mümkün görünmemektedir. Ortaöğretim ve Yükseköğretime geçişte sistem sürekli değişse de sınav gerçeği devam etmektedir. Sınavlar yapılmaya devam ettiği sürece de dershanelere duyulan ihtiyaç kesinlikle ortadan kalkmayacaktır. Durum böyleyken eğer siz dershaneleri sistem dışına çıkarmak isterseniz, öğrencilerin yüksek bedellerle özel ders alacakları küçük büroların ve devlet denetiminden uzak organizasyonların önünü açmış olursunuz. Bu yasa dışı yapıdan da elbette en çok Türkiye ekonomisi zarar görür.
Eğitim sistemi planlanırken sorunların kaynağına inilmeli!
Eğitim yapa boza düzenlenemeyecek kadar önemli bir alandır. Dershanelerle ilgili yapılacak herhangi bir düzenlemede 100 bine yakın çalışan, öğretmen ve personelin bundan doğrudan etkileneceğini unutmamak gerekir. Dershanelere 1,5 milyona yakın öğrenci devam etmektedir. Bu sektörün kimi yasa değişiklikleriyle yok sayılması ile gerek matbaa sektöründe gerek yayın sektöründe çalışan binlerce kişi, matbaacı, kırtasiyeci, yayıncı, yazarın bundan etkileneceği de ayrı bir gerçektir. Biz dershanelerin varlıklarını sürdüreceklerine inandığımız için aksi duruma ilişkin de bir çalışma içinde de değiliz. Dershanelere olan ihtiyacın azaltılmasına dönük nasıl bir çalışma yapıldığını görmüyoruz. Bu bakımdan Artı Eğitim Dergisi aracılığıyla şunu söylemek isterim: Veli ve öğrencilerimizin dershanelerimizden alacakları eğitim hizmetlerinde hiçbir aksama olmayacaktır. Ne dershane öğretmenlerimiz, ne de dershanelerimize kaydolan öğrencilerimiz, velilerimiz bu dönemle ilgili herhangi bir kaygıya ve endişeye kapılmamalıdır.
18 Kasım 2013 tarihinde yapacağımız genel kurul toplantısı ile tüm bu süreci yeniden değerlendirecek Genel Kurulun seçeceği yeni yönetim kurulumuzla Türkiye’de eğitim sisteminin ve özel dershanelerin sorunlarına çözüm üretme çabamıza ara vermeksizin devam edeceğiz.
Genel Kurulumuzla tüm hazırlıklarını tamamlayacağımız 2013-2014 eğitim öğretim yılından temennimiz eğitim alanında yapılacak düzenlemeler planlanırken sorunların kaynağına inilmesi, eğitim eşitsizliklerinin giderilmesine dönük hızla adım atılmasıdır. Kararlı ve kalıcı bir gelişme seyri izleyebilen bir eğitim sistemi için atılacak tüm adımların çok yönlü araştırmalara ve geniş tabanlı fikir alışverişlerine dayalı olması bu ve sonraki eğitim öğretim yıllarında beklentimizdir.
Dershanelerle ilgili yapılacak değişiklikler, tepeden inme kararlarla değil eğitim sisteminin dershanelere ihtiyaç duyulmayacak şekilde düzenlenmesi ile doğal bir sürece yayılmalıdır.
Yeni Eğitim Öğretim yılının, bunca soruna rağmen, tüm velilerimize, öğrencilerimize ve eğitimcilerimize başarı getirmesini dileyerek dershanelerimizin tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da yeni eğitim öğretim yılına hazır olduğunu yinelemek isterim.
Faruk KÖPRÜLÜ
ÖZ-DE-BİR Yönetim Kurulu Başkanı
Son Güncelleme: Cuma, 13 Eylül 2013 11:32
Gösterim: 2217
ÖSYM’nin 2013 ALES Sonbahar Kılavuzu’nda yer alan “Öğretmenlik sertifika programları” için "ALES’e girme şartı"na sosyal medyadan tepki yağdı.
Eğitimtercihi- Fen-edebiyat fakültelerinden mezun olanlar için yükseköğretim kurumlarındaki öğretmenlik sertifika programlarına öğrenci seçme ve yerleştirme işlemlerinde Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) şartı getirilmesine öğrenciler ve mezunlar sosyal medyada isyan etti.
Formasyon başvurularına az bir zaman kala açıklanan karar eğitim camiasında şok etkisi yarattı. Formasyon için bekleyen yüzlerce öğrenci ve mezun sosyal medyadan seslerini duyurmak için #2013FormasyonİçinAleseHayır hashtagıyla ALES kararına tepki gösterdi.
ÖSYM’nin 2013 ALES Sonbahar Dönemi Başvuru açıklamasında yer alan açıklama şöyle;
Yükseköğretim Kurulu tarafından izin verilen yükseköğretim kurumlarındaki öğretmenlik sertifika programlarına öğrenci seçme ve yerleştirme işlemlerinde de Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) sonuçları kullanılacaktır. Öğretmenlik sertifika programlarına başvuruda bulunmak isteyenlerin bu sınava girmeleri zorunludur.
Bu yıl ilke defa uygulanacak olan yeni düzenlemeyle ilgili YÖK’ten henüz bir açıklama yapılmadı.
Twitter’dan gelen tepkiler şöyle;
berivan odabaşı @odabasiberivan 42 dk
bu ne saçmalıktır formasyon için ales zorunluluğu!! sürekli sistem değişikliği !! 1yılımız kaybolmasın !! #2013FormasyonİçinAleseHayır
Adnan ÇELİK @502Adnan 1 sa
Planlarımız yaptık son hafta da ales gelirse mağdur olacağız bundan dolayı #2013FormasyonİçinAleseHayır
MeBeMee. @Mervelibetul 1 sa
Neden herşeyi zorlaştırıyorsunuz? İlla bi yerlere gelmek için sürünmek mi gerekiyor? #2013FormasyonİçinAleseHayır
semra @semraakutukk 2 sa
Osym yine tutarsız kararlarıyla insanları mağdur etmeyi, strese sokmayı başardı. #2013FormasyonİçinAleseHayır. Bu yıl uygulanmamalı!!!
Tuğba Küpçüoğlu @tugbakupcuoglu 2 sa
#2013FormasyonİçinAleseHayır Bu yıl uygulanması haksızlıktır, konu hakkında açıklama bekliyoruz @cetinsayag
Brunette @ozgecvk_mabell 2 sa
#2013FormasyonİçinAleseHayır formasyon başvurularına bir hafta kala bu bizlere yapılmamalı!! ben alese girdim beni bağlamaz deme!! DESTEKKKK
Merak Edilenler @MerakEdilenler2 3 sa
Alesin bu sene gelmesi haksızlık. Alese girmemiş olanlar mağdur mu olsun,düşük alanlar mağdur mu olsun. #2013FormasyonİçinAleseHayır
M.a @madeinmaydin 3 sa
Ogretmenlerin saglikli nesiller yetistirmemesi icin ellerinden geleni yapan bir zihniyet.Peki kim dur diyecek ? #2013FormasyonİçinAleseHayır
canan kılıç @cannankilic 3 sa
bizim korkumuz Ales'e girmek değil,bunun yeni açıklanmış olması! #2013FormasyonİçinAleseHayır
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
ÖSYM’nin 2013 ALES Sonbahar Kılavuzu’nda yer alan “Öğretmenlik sertifika programları” için "ALES’e girme şartı"na sosyal medyadan tepki yağdı.
Eğitimtercihi- Fen-edebiyat fakültelerinden mezun olanlar için yükseköğretim kurumlarındaki öğretmenlik sertifika programlarına öğrenci seçme ve yerleştirme işlemlerinde Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) şartı getirilmesine öğrenciler ve mezunlar sosyal medyada isyan etti.
Formasyon başvurularına az bir zaman kala açıklanan karar eğitim camiasında şok etkisi yarattı. Formasyon için bekleyen yüzlerce öğrenci ve mezun sosyal medyadan seslerini duyurmak için #2013FormasyonİçinAleseHayır hashtagıyla ALES kararına tepki gösterdi.
ÖSYM’nin 2013 ALES Sonbahar Dönemi Başvuru açıklamasında yer alan açıklama şöyle;
Yükseköğretim Kurulu tarafından izin verilen yükseköğretim kurumlarındaki öğretmenlik sertifika programlarına öğrenci seçme ve yerleştirme işlemlerinde de Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) sonuçları kullanılacaktır. Öğretmenlik sertifika programlarına başvuruda bulunmak isteyenlerin bu sınava girmeleri zorunludur.
Bu yıl ilke defa uygulanacak olan yeni düzenlemeyle ilgili YÖK’ten henüz bir açıklama yapılmadı.
Twitter’dan gelen tepkiler şöyle;
berivan odabaşı @odabasiberivan 42 dk
bu ne saçmalıktır formasyon için ales zorunluluğu!! sürekli sistem değişikliği !! 1yılımız kaybolmasın !! #2013FormasyonİçinAleseHayır
Adnan ÇELİK @502Adnan 1 sa
Planlarımız yaptık son hafta da ales gelirse mağdur olacağız bundan dolayı #2013FormasyonİçinAleseHayır
MeBeMee. @Mervelibetul 1 sa
Neden herşeyi zorlaştırıyorsunuz? İlla bi yerlere gelmek için sürünmek mi gerekiyor? #2013FormasyonİçinAleseHayır
semra @semraakutukk 2 sa
Osym yine tutarsız kararlarıyla insanları mağdur etmeyi, strese sokmayı başardı. #2013FormasyonİçinAleseHayır. Bu yıl uygulanmamalı!!!
Tuğba Küpçüoğlu @tugbakupcuoglu 2 sa
#2013FormasyonİçinAleseHayır Bu yıl uygulanması haksızlıktır, konu hakkında açıklama bekliyoruz @cetinsayag
Brunette @ozgecvk_mabell 2 sa
#2013FormasyonİçinAleseHayır formasyon başvurularına bir hafta kala bu bizlere yapılmamalı!! ben alese girdim beni bağlamaz deme!! DESTEKKKK
Merak Edilenler @MerakEdilenler2 3 sa
Alesin bu sene gelmesi haksızlık. Alese girmemiş olanlar mağdur mu olsun,düşük alanlar mağdur mu olsun. #2013FormasyonİçinAleseHayır
M.a @madeinmaydin 3 sa
Ogretmenlerin saglikli nesiller yetistirmemesi icin ellerinden geleni yapan bir zihniyet.Peki kim dur diyecek ? #2013FormasyonİçinAleseHayır
canan kılıç @cannankilic 3 sa
bizim korkumuz Ales'e girmek değil,bunun yeni açıklanmış olması! #2013FormasyonİçinAleseHayır
Son Güncelleme: Perşembe, 12 Eylül 2013 15:24
Gösterim: 2715