Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Kenan Işık’ın sunduğu 'Kim Milyoner Olmak İster'e katılan 18 yaşındaki genç kız izleyenleri ve Kenan Işık'ı gülme krizine soktu.
ATV ekranlarında yayınlanan Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında kahkaha dolu anlar yaşandı. Kenan Işık 'ın sunduğu yarışmanın dün geceki yarışmacılarından birisi de 18 yaşındaki Meltem Yılmaz 'dı.
Meltem Yılmaz isimli yarışmacı 'Kim milyoner olmak ister?' adlı yarışma programında sempatik tavırlarıyla Kenan Işık'a gülme krizine soktu.
Ne yaptım ay Kenan Bey
Sempatik tavırlarıyla hem ekran başındakilere hem de Kenan Işık'a keyifli anlar yaşatan yarışmacı, sorular ve cevap şıkları üzerine ilginç yorumlarda bulunurken, sık sık kullandığı “Ay Kenan Bey” sözleri sosyal medyada TT oldu.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Kenan Işık’ın sunduğu 'Kim Milyoner Olmak İster'e katılan 18 yaşındaki genç kız izleyenleri ve Kenan Işık'ı gülme krizine soktu.
ATV ekranlarında yayınlanan Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında kahkaha dolu anlar yaşandı. Kenan Işık 'ın sunduğu yarışmanın dün geceki yarışmacılarından birisi de 18 yaşındaki Meltem Yılmaz 'dı.
Meltem Yılmaz isimli yarışmacı 'Kim milyoner olmak ister?' adlı yarışma programında sempatik tavırlarıyla Kenan Işık'a gülme krizine soktu.
Ne yaptım ay Kenan Bey
Sempatik tavırlarıyla hem ekran başındakilere hem de Kenan Işık'a keyifli anlar yaşatan yarışmacı, sorular ve cevap şıkları üzerine ilginç yorumlarda bulunurken, sık sık kullandığı “Ay Kenan Bey” sözleri sosyal medyada TT oldu.
Son Güncelleme: Çarşamba, 06 Şubat 2013 09:23
Gösterim: 1933
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, kızının üniversiteye başörtüsüyle başladığını, 28 Şubat'ta yasak geldiğini söyleyerek "Başındaki eşarbı çıkardı, şapka taktı olmadı, bone giydi olmadı. Kapıdaki yasakçılardan kurtulamadı, tuvalet penceresinden girdi, olmadı. Yakaladılar, bağırdılar, çağırdılar, hakaret ettiler" diye konuştu.
Celal Bayar Üniversitesi'nin kurucu rektörü olan ağabeyi Prof. Dr. Ümit Doğay Arınç'ın isminin verildiği kültür merkezinin açılışını gerçekleştiren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, buradaki törende yaptığı konuşmada, merkeze Arınç soyisminin verilmesinin kendilerini çok mutlu ettiğini belirtti.
Ağabeyinin Celal Bayar Üniversitesi için canla başla çalıştığını, yerel imkanları zorladığını, çok şeyler yaptığını anlatan Arınç, şöyle konuştu:
'Biz hayatımızı buna koymuşken üniversite yıllarında birileri 'bu iş böyle gitmeyecek, bundan kurtulmak lazım, dindar insan, üniversiteye şunları getirecek' dedi. Ama çok çalışkan biri. 'Olsun' dediler. Ağabeyim görevden alındı. Sonra 'tekrar seçime gir, çok oy alırsan atamanı yapacağız' dediler.
Ağabeyim girdi ve en yakın rakibine 3 misli fark yaptı. Sözü veren cumhurbaşkanı, her zaman olduğu gibi 24 saatlik yaşayan insandır o. 'Dün dündür bugün bugündür' diyen. (Ben öyle demiştim ama şimdi başka türlü düşünüyorum) dedi ve atamayı yapmadı.
Kızım da bu üniversiteden Türk Dili ve Edebiyatı'ndan mezun. Ayşenur Arınç'ın babasıyım ben. Başörtüsüyle başlamışlardı. 28 Şubat'ta her şey yasak oldu. Dekanla görüştüm. Yasağın sebebini sordum, 'Siz daha iyi biliyorsunuz' dedi. Böyle bir yasak Anayasa'da, kanunlarda yok' edim.' (Ankara'dan telefon ediyorlar, alamayız, edemeyiz' dediler. Başındaki eşarbı çıkardı, şapka taktı olmadı, bone giydi olmadı. Kapıdaki yasakçılardan kurtulamadı, tuvalet penceresinden girdi, olmadı. Yakaladılar, bağırdılar, çağırdılar, hakaret ettiler. Zar zor üniversiteyi bitirebildi.
Bu acılı olayların yaşandığı üniversitede 20 yıl sonra bir rektör, haksız bir şekilde görevden uzaklaştırılan bu üniversitenin kurucusunun, sivil asker işbirliğiyle bu üniversiteden ve eğitim hayatından uzaklaştırılan bir insanın hatıratına sahip çıkıyor. Manisa şimdi Manisa oldu. Üniversitemize, rektörümüze teşekkür ediyorum. O zamanlar aleyhte çalışan, binbir türlü iftirayla bu dindar ve inançlı insanı görevinden edenlere Allah'tan hidayet diliyorum. 20 sene sonra bize bunu gösteren, 20-30 sene sonra darbecilerin yargılandığını gösteren Rabbime hamdolsun.'
'İSMİMİ TAŞIYAN OKULA, BARAJA İZİN VERMEDİM'
5 yıl Meclis başkanlığı yaptığını, pek çok açılış yapıp temel attıklarını ifade eden Arınç, şöyle devam etti:
'Büyük Atatürk'ten başlayarak 25 meclis başkanı geldi. Bunlardan bir tanesini de Rabbim bize nasip etti. Çalıştığım dönemde pek çok açılış yaptık, temel attık. Manisa'ya pek çok şeyin kazandırılmasında benim de emeğim geçti. Bana her yerde ismimi vermeyi teklif ettiler. Bazen okullara, bazen yollara, bazen barajlara... Hiçbirini kabul etmedim. Bunlar benim şahsıma ait değil. Ben bunlara milletimin bir ferdi olarak aracılık yaptım, vesile oldum. 'Böyle bir şeyi uygun görmüyorum' dedim. Zoraki bazı yerlerde yaptılar ama Manisa'da benim ismimi taşıyan okula, baraja, yola hiçbir zaman müsaade etmedim. Çünkü insan hayattayken, özellikle siyasi şahısların isimlerinin verilmesi bazı kesimlerde tepki de toplayabilir. Öyle belediyeler vardır ki en işlek caddeye kendi genel başkanının ismini verir. Turgutlu'da olduğu gibi. Sonra başkası gelir kaldırmak ister. Bu üniversitede bir kültür merkezine çok uygun şekilde ağabeyimin isminin verilmesinin ayrı bir anlamı var. Bu çok yerindedir, doğrudur, hayırlı bir iştir.
Bundan dolayı hem ağabeyim hem de şahsım ve ailemiz adına bu kadirşinaslıktan dolayı rektörümüze teşekkür ediyoruz.'
(VATAN)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, kızının üniversiteye başörtüsüyle başladığını, 28 Şubat'ta yasak geldiğini söyleyerek "Başındaki eşarbı çıkardı, şapka taktı olmadı, bone giydi olmadı. Kapıdaki yasakçılardan kurtulamadı, tuvalet penceresinden girdi, olmadı. Yakaladılar, bağırdılar, çağırdılar, hakaret ettiler" diye konuştu.
Celal Bayar Üniversitesi'nin kurucu rektörü olan ağabeyi Prof. Dr. Ümit Doğay Arınç'ın isminin verildiği kültür merkezinin açılışını gerçekleştiren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, buradaki törende yaptığı konuşmada, merkeze Arınç soyisminin verilmesinin kendilerini çok mutlu ettiğini belirtti.
Ağabeyinin Celal Bayar Üniversitesi için canla başla çalıştığını, yerel imkanları zorladığını, çok şeyler yaptığını anlatan Arınç, şöyle konuştu:
'Biz hayatımızı buna koymuşken üniversite yıllarında birileri 'bu iş böyle gitmeyecek, bundan kurtulmak lazım, dindar insan, üniversiteye şunları getirecek' dedi. Ama çok çalışkan biri. 'Olsun' dediler. Ağabeyim görevden alındı. Sonra 'tekrar seçime gir, çok oy alırsan atamanı yapacağız' dediler.
Ağabeyim girdi ve en yakın rakibine 3 misli fark yaptı. Sözü veren cumhurbaşkanı, her zaman olduğu gibi 24 saatlik yaşayan insandır o. 'Dün dündür bugün bugündür' diyen. (Ben öyle demiştim ama şimdi başka türlü düşünüyorum) dedi ve atamayı yapmadı.
Kızım da bu üniversiteden Türk Dili ve Edebiyatı'ndan mezun. Ayşenur Arınç'ın babasıyım ben. Başörtüsüyle başlamışlardı. 28 Şubat'ta her şey yasak oldu. Dekanla görüştüm. Yasağın sebebini sordum, 'Siz daha iyi biliyorsunuz' dedi. Böyle bir yasak Anayasa'da, kanunlarda yok' edim.' (Ankara'dan telefon ediyorlar, alamayız, edemeyiz' dediler. Başındaki eşarbı çıkardı, şapka taktı olmadı, bone giydi olmadı. Kapıdaki yasakçılardan kurtulamadı, tuvalet penceresinden girdi, olmadı. Yakaladılar, bağırdılar, çağırdılar, hakaret ettiler. Zar zor üniversiteyi bitirebildi.
Bu acılı olayların yaşandığı üniversitede 20 yıl sonra bir rektör, haksız bir şekilde görevden uzaklaştırılan bu üniversitenin kurucusunun, sivil asker işbirliğiyle bu üniversiteden ve eğitim hayatından uzaklaştırılan bir insanın hatıratına sahip çıkıyor. Manisa şimdi Manisa oldu. Üniversitemize, rektörümüze teşekkür ediyorum. O zamanlar aleyhte çalışan, binbir türlü iftirayla bu dindar ve inançlı insanı görevinden edenlere Allah'tan hidayet diliyorum. 20 sene sonra bize bunu gösteren, 20-30 sene sonra darbecilerin yargılandığını gösteren Rabbime hamdolsun.'
'İSMİMİ TAŞIYAN OKULA, BARAJA İZİN VERMEDİM'
5 yıl Meclis başkanlığı yaptığını, pek çok açılış yapıp temel attıklarını ifade eden Arınç, şöyle devam etti:
'Büyük Atatürk'ten başlayarak 25 meclis başkanı geldi. Bunlardan bir tanesini de Rabbim bize nasip etti. Çalıştığım dönemde pek çok açılış yaptık, temel attık. Manisa'ya pek çok şeyin kazandırılmasında benim de emeğim geçti. Bana her yerde ismimi vermeyi teklif ettiler. Bazen okullara, bazen yollara, bazen barajlara... Hiçbirini kabul etmedim. Bunlar benim şahsıma ait değil. Ben bunlara milletimin bir ferdi olarak aracılık yaptım, vesile oldum. 'Böyle bir şeyi uygun görmüyorum' dedim. Zoraki bazı yerlerde yaptılar ama Manisa'da benim ismimi taşıyan okula, baraja, yola hiçbir zaman müsaade etmedim. Çünkü insan hayattayken, özellikle siyasi şahısların isimlerinin verilmesi bazı kesimlerde tepki de toplayabilir. Öyle belediyeler vardır ki en işlek caddeye kendi genel başkanının ismini verir. Turgutlu'da olduğu gibi. Sonra başkası gelir kaldırmak ister. Bu üniversitede bir kültür merkezine çok uygun şekilde ağabeyimin isminin verilmesinin ayrı bir anlamı var. Bu çok yerindedir, doğrudur, hayırlı bir iştir.
Bundan dolayı hem ağabeyim hem de şahsım ve ailemiz adına bu kadirşinaslıktan dolayı rektörümüze teşekkür ediyoruz.'
(VATAN)
Son Güncelleme: Salı, 05 Şubat 2013 08:53
Gösterim: 1597
Şuurlu Öğretmenler Derneği (ÖĞ-DER) Genel Başkanı İsmail Hakkı Akkiraz kız ve erkek öğrencilerin okullarının ayrılmasını isterken, “Tedip için öğretmeni tarafından kulağı çekilen bir öğrencinin velisi okula avukatla gelip öğretmeni tehdit ediyorsa bu kurumda eğitim ve öğretim yapılamaz” dedi.
Vatan Gazetesi’nin haberine göre, Ağırlıkla Milli Görüş’ü destekleyen öğretmenlerin yer aldığı Şuurlu Öğretmenler Derneği (ÖĞ-DER) Genel Başkanı İsmail Hakkı Akkiraz Şube Başkanları toplantısında bir konuşma yaptı. Müslüman bir topluluk olduklarını belirten Akkiraz, “Bu ülkede inandığımız gibi yaşamak istiyoruz. Her talebin bir bedelinin olduğunu biliyoruz. Bu bedeli ödemeden inandığımız gibi yaşama hakkına sahip olamayacağımızı da bilmemiz gerekir. Mücadele etmeden, gereğini yerine getirmeden, fedakârlıkta bulunmadan yaşadığımız menfi hali müspete çevirmemiz mümkün değildir” dedi.
“EĞİTİMDE HRİSTİYANLIK PROPAGANDASI YAPILIYOR”
“Ülkemizde ve dünyada yürütülmekte olan düzen bizlere saadet yerine zulüm sunmaktadır. Bin yıl insanlığa İslam ile hizmet etmiş milletimiz, yürütülmekte olan ifsat çalışmalarıyla çürütülmeye çalışılmaktadır” diyen Akkiraz, şu iddialarda bulundu:
“-Ilımlı İslam, medeniyetler ittifakı, dinler arası diyalog çalışmaları bağlamında beyinleri yıkanan nesiller hak ile batılı birbirinden ayıramaz kimseler olarak yetiştirilmektedir. Kökü dışarıda olan dernekler ile materyalist dünyanın desteklediği birtakım topluluklar okullarımızda her türlü ifsat ve misyonerlik faaliyetlerini rahatlıkla yapabilmektedir.
-Bu menfi çalışmalara MEB yetkilileri de destek vermektedir. Bunun son örneklerinden birsi de İstanbul İl Milli Eğitimi Müdürlüğü’nün organize ettiği ‘Değerler Eğitimi Projesi’ kapsamında anasınıfı, ilkokul ve ortaokulu öğrencilerine, ‘Birlikte Yaşama ve Kardeşlik’ konulu seminer çalışmalarıdır. En son Kasım-Aralık aylarında Taksim Ticaret Lisesinde gerçekleştirilen seminere İstanbul İl Müftü Yardımcısı Kadriye Avcı Erdemli ve Ermeni Kilisesi Papazı Peder Zaven İshak Bıçakcı birlikte katılmışlardır.
-Bu çalışmalarda alenen Hıristiyanlık propagandası yapılmaktadır. Muharref Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin de İslam dini gibi hak dinlerden olduğu telkin edilmektedir. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bu durum hepimizi tedirgin etmektedir. Talebimiz bu çalışmaların bir an önce durdurulmasıdır. Yeni Milli Eğitim Bakanı sayın Nabi Avcı’nın bu konuya el atacağına olan inancımız tamdır. Çünkü İslam varlığımız ciddi tehdit ve saldırı altındadır. Müslüman bir toplum olarak buna rıza göstermemiz düşünülemez.”
“EĞİTİMİN REFERANSI TEVRAT, İNCİL, BATI FELSEFESİ VE MİTOLOJİLERİ”
Eğitimin muhtevasının “İslam düşmanı batının muhtevası” olduğunu, referanslarının ise “Muharref Tevrat, İncil, batı felsefesi ve mitolojileri”nden alındığını öne süren Akkiraz, “Talim ve terbiyemiz İslam esas alınarak yeniden inşa edilmelidir. Müfredatlar ve okul kitapları buna göre yeniden yazılmalıdır” dedi.
“TEDİP İÇİN KULAĞI ÇEKİLEN BİR ÖĞRENCİNİN VELİSİ...”
Konuşmasının “Eğitimde disiplin ve ciddiyet” bölümünde ise İsmail Hakkı Akkiraz şu önerilerde bulundu:
“Her alanda olduğu gibi talim ve terbiye alanında da disiplin ve ciddiyet esas alınmadan netice alınmaz. Disiplin yönetmeliğinde öğrenci merkezli yapılan değişikliler idare ve öğretmenlerin öğrenci üzerindeki etkinliğini ortadan kaldırmıştır. Disiplinin olmadığı yerde eğitim olmaz. Tedip için öğretmeni tarafından kulağı çekilen bir öğrencinin velisi okula avukatla gelip öğretmeni tehdit ediyorsa bu kurumda eğitim ve öğretim yapılamaz. Güney doğuda bir okulun yurdunda gece nöbeti tutan bir öğretmen yaramazlık yapan bir öğrenciyi tedip ederken bu öğrencinin saldırısına uğramış, yediği yumrukla gözünü kaybedecek duruma gelmiştir. Bu olay okula zarar gelmesin diye mağdur öğretmenin talebi üzerine kapatılmıştır. Türkiye’de bu durum ve laçkalıktan şikâyetçi olmayan bir tek eğitimci yoktur.”
Bakanlığın kılık kıyafet konusunu yeniden ele alması ve doğal ahlak kuralları içinde edep ve haya esaslarına uygun olarak yeniden düzenlemesi gerektiğini belirten Akkiraz başörtüsü yasaklarının kaldırılmasını istedi. Akkiraz, karma eğitimden vazgeçilmesini, kız ve erkeklerin okullarının ayrılmasını önerirken, “Kız ve erkek öğrencilerin aynı ortamda okumaları eğitimi eğitim olmaktan çıkaran en önemli etkendir. Kız okulları yeniden açılmalıdır” dedi.
Akkiraz, önerilerine şöyle son verdi:
“Eğitimde Keskin ve Radikal çözümler istiyoruz
1.Ülkemizde yürütülen batıcı eğitimi milli değil, gayr-i millidir. Bu eğitim anlayışından hayır gelmemiştir, gelmeyecektir. Eğitim milletimizin temel görüşü olan Milli Görüş esaslarına göre yeniden inşa edilmelidir.
2. Eğitimin üç amacı vardır. Birincisi: Genç nesillere İslam itikadını doğru bir şekilde öğretmek, İkincisi: Aksiyon ve eylem planında Salih amel esaslarını öğretmek, yüksek ahlak ve karakter kazandırmak, Üçüncüsü: Güzellik, estetik boyutu kazandırmaktır. Eğitim sistemi bu görevi yapacak hale getirilmelidir.
3. Türkiye’deki hâkim resmi vesayet ideolojisi milli kimliğimize, milli kültürümüze, kendi medeniyetimize aykırı, bozuk bir ideolojidir. Latince ilim ve eğitim dili olamaz. Bu yanlış yoldan dönülmeli ve Türkçe yeniden eğitim ve ilim dili hane getirilmelidir.
4. Okullarımızda mutlaka ibadet yerleri açılmalıdır. Uygulamalı eğitime imkan tanınmalıdır.
5. Eğitim sistemimiz ABD ve AB vesayetinden kurtarılmalı, Talim ve Terbiye gibi kurumlarımızda çalışan bütün yabancı uzmanların işine son verilmelidir.
6. Kamuda çalışan bayan öğretmenler başta olmak üzere başörtüsü yasağı kaldırılmalıdır. Bunun için Memur Sen’in başörtüsüne özgürlük için on milyon imza kampanyasını destekliyoruz.
7. Mütedeyyin, namazını kılan öğretmen ve öğrencilerin Cuma namazına gitmeleri hala problemdir. Bu konuya köklü bir çözüm bekliyoruz.
Özet olarak eğitimin millileştirilmesini istiyoruz. Çünkü, 'salih' nesiller ancak milli eğitimle yetişir vesselam.”
(Vatan)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Şuurlu Öğretmenler Derneği (ÖĞ-DER) Genel Başkanı İsmail Hakkı Akkiraz kız ve erkek öğrencilerin okullarının ayrılmasını isterken, “Tedip için öğretmeni tarafından kulağı çekilen bir öğrencinin velisi okula avukatla gelip öğretmeni tehdit ediyorsa bu kurumda eğitim ve öğretim yapılamaz” dedi.
Vatan Gazetesi’nin haberine göre, Ağırlıkla Milli Görüş’ü destekleyen öğretmenlerin yer aldığı Şuurlu Öğretmenler Derneği (ÖĞ-DER) Genel Başkanı İsmail Hakkı Akkiraz Şube Başkanları toplantısında bir konuşma yaptı. Müslüman bir topluluk olduklarını belirten Akkiraz, “Bu ülkede inandığımız gibi yaşamak istiyoruz. Her talebin bir bedelinin olduğunu biliyoruz. Bu bedeli ödemeden inandığımız gibi yaşama hakkına sahip olamayacağımızı da bilmemiz gerekir. Mücadele etmeden, gereğini yerine getirmeden, fedakârlıkta bulunmadan yaşadığımız menfi hali müspete çevirmemiz mümkün değildir” dedi.
“EĞİTİMDE HRİSTİYANLIK PROPAGANDASI YAPILIYOR”
“Ülkemizde ve dünyada yürütülmekte olan düzen bizlere saadet yerine zulüm sunmaktadır. Bin yıl insanlığa İslam ile hizmet etmiş milletimiz, yürütülmekte olan ifsat çalışmalarıyla çürütülmeye çalışılmaktadır” diyen Akkiraz, şu iddialarda bulundu:
“-Ilımlı İslam, medeniyetler ittifakı, dinler arası diyalog çalışmaları bağlamında beyinleri yıkanan nesiller hak ile batılı birbirinden ayıramaz kimseler olarak yetiştirilmektedir. Kökü dışarıda olan dernekler ile materyalist dünyanın desteklediği birtakım topluluklar okullarımızda her türlü ifsat ve misyonerlik faaliyetlerini rahatlıkla yapabilmektedir.
-Bu menfi çalışmalara MEB yetkilileri de destek vermektedir. Bunun son örneklerinden birsi de İstanbul İl Milli Eğitimi Müdürlüğü’nün organize ettiği ‘Değerler Eğitimi Projesi’ kapsamında anasınıfı, ilkokul ve ortaokulu öğrencilerine, ‘Birlikte Yaşama ve Kardeşlik’ konulu seminer çalışmalarıdır. En son Kasım-Aralık aylarında Taksim Ticaret Lisesinde gerçekleştirilen seminere İstanbul İl Müftü Yardımcısı Kadriye Avcı Erdemli ve Ermeni Kilisesi Papazı Peder Zaven İshak Bıçakcı birlikte katılmışlardır.
-Bu çalışmalarda alenen Hıristiyanlık propagandası yapılmaktadır. Muharref Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin de İslam dini gibi hak dinlerden olduğu telkin edilmektedir. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bu durum hepimizi tedirgin etmektedir. Talebimiz bu çalışmaların bir an önce durdurulmasıdır. Yeni Milli Eğitim Bakanı sayın Nabi Avcı’nın bu konuya el atacağına olan inancımız tamdır. Çünkü İslam varlığımız ciddi tehdit ve saldırı altındadır. Müslüman bir toplum olarak buna rıza göstermemiz düşünülemez.”
“EĞİTİMİN REFERANSI TEVRAT, İNCİL, BATI FELSEFESİ VE MİTOLOJİLERİ”
Eğitimin muhtevasının “İslam düşmanı batının muhtevası” olduğunu, referanslarının ise “Muharref Tevrat, İncil, batı felsefesi ve mitolojileri”nden alındığını öne süren Akkiraz, “Talim ve terbiyemiz İslam esas alınarak yeniden inşa edilmelidir. Müfredatlar ve okul kitapları buna göre yeniden yazılmalıdır” dedi.
“TEDİP İÇİN KULAĞI ÇEKİLEN BİR ÖĞRENCİNİN VELİSİ...”
Konuşmasının “Eğitimde disiplin ve ciddiyet” bölümünde ise İsmail Hakkı Akkiraz şu önerilerde bulundu:
“Her alanda olduğu gibi talim ve terbiye alanında da disiplin ve ciddiyet esas alınmadan netice alınmaz. Disiplin yönetmeliğinde öğrenci merkezli yapılan değişikliler idare ve öğretmenlerin öğrenci üzerindeki etkinliğini ortadan kaldırmıştır. Disiplinin olmadığı yerde eğitim olmaz. Tedip için öğretmeni tarafından kulağı çekilen bir öğrencinin velisi okula avukatla gelip öğretmeni tehdit ediyorsa bu kurumda eğitim ve öğretim yapılamaz. Güney doğuda bir okulun yurdunda gece nöbeti tutan bir öğretmen yaramazlık yapan bir öğrenciyi tedip ederken bu öğrencinin saldırısına uğramış, yediği yumrukla gözünü kaybedecek duruma gelmiştir. Bu olay okula zarar gelmesin diye mağdur öğretmenin talebi üzerine kapatılmıştır. Türkiye’de bu durum ve laçkalıktan şikâyetçi olmayan bir tek eğitimci yoktur.”
Bakanlığın kılık kıyafet konusunu yeniden ele alması ve doğal ahlak kuralları içinde edep ve haya esaslarına uygun olarak yeniden düzenlemesi gerektiğini belirten Akkiraz başörtüsü yasaklarının kaldırılmasını istedi. Akkiraz, karma eğitimden vazgeçilmesini, kız ve erkeklerin okullarının ayrılmasını önerirken, “Kız ve erkek öğrencilerin aynı ortamda okumaları eğitimi eğitim olmaktan çıkaran en önemli etkendir. Kız okulları yeniden açılmalıdır” dedi.
Akkiraz, önerilerine şöyle son verdi:
“Eğitimde Keskin ve Radikal çözümler istiyoruz
1.Ülkemizde yürütülen batıcı eğitimi milli değil, gayr-i millidir. Bu eğitim anlayışından hayır gelmemiştir, gelmeyecektir. Eğitim milletimizin temel görüşü olan Milli Görüş esaslarına göre yeniden inşa edilmelidir.
2. Eğitimin üç amacı vardır. Birincisi: Genç nesillere İslam itikadını doğru bir şekilde öğretmek, İkincisi: Aksiyon ve eylem planında Salih amel esaslarını öğretmek, yüksek ahlak ve karakter kazandırmak, Üçüncüsü: Güzellik, estetik boyutu kazandırmaktır. Eğitim sistemi bu görevi yapacak hale getirilmelidir.
3. Türkiye’deki hâkim resmi vesayet ideolojisi milli kimliğimize, milli kültürümüze, kendi medeniyetimize aykırı, bozuk bir ideolojidir. Latince ilim ve eğitim dili olamaz. Bu yanlış yoldan dönülmeli ve Türkçe yeniden eğitim ve ilim dili hane getirilmelidir.
4. Okullarımızda mutlaka ibadet yerleri açılmalıdır. Uygulamalı eğitime imkan tanınmalıdır.
5. Eğitim sistemimiz ABD ve AB vesayetinden kurtarılmalı, Talim ve Terbiye gibi kurumlarımızda çalışan bütün yabancı uzmanların işine son verilmelidir.
6. Kamuda çalışan bayan öğretmenler başta olmak üzere başörtüsü yasağı kaldırılmalıdır. Bunun için Memur Sen’in başörtüsüne özgürlük için on milyon imza kampanyasını destekliyoruz.
7. Mütedeyyin, namazını kılan öğretmen ve öğrencilerin Cuma namazına gitmeleri hala problemdir. Bu konuya köklü bir çözüm bekliyoruz.
Özet olarak eğitimin millileştirilmesini istiyoruz. Çünkü, 'salih' nesiller ancak milli eğitimle yetişir vesselam.”
(Vatan)
Son Güncelleme: Pazartesi, 04 Şubat 2013 16:57
Gösterim: 1728
Taha Akyol’un Hürriyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden…
UNESCO tarafından yayınlanan “Bilim Raporu”na göre Türkiye tek başına bütün Arap ülkelerinin toplamından fazla bilimsel yayın yapıyor.
Ama Türkiye’nin bilimsel yayın sayısı Güney Kore’den az!
Bu veriler üzerinde ciddiyetle düşünmeliyiz. Meselenin ‘bilim politikası’ tarafı vardır, ekonomik tarafı vardır, bir de belki hepsinden önemlisi zihniyet tarafı vardır.
Dünkü yazımda bilimin Türkiye ve İran’daki durumundan bahsetmiştim, bugün Arap ülkelerine bakalım.
TEK BAŞINA TÜRKİYE
UNESCO her beş yılda kapsamlı bir “Bilim Raporu” yayınlıyor. 2010 raporuna göre, Türkiye kaynaklı bilimsel yayınların sayısı 2008 yılında 17.784’e ulaşmıştır. Şimdi 20 bini geçmiş olmalıdır. Raporun “Arap ülkeleri” bölümünde 20 Arap ülkesi var. Yine 2008 yılında bunların yaptığı bilimsel yayınları topladım, 14.283 çıktı. Demek ki, 2008 yılında 20 Arap ülkesinden yapılan toplam bilimsel yayın sayısı 14 binin biraz üstünde, Türkiye ise tek başına 18 bine yakın bilimsel yayın yapmış!
Raporda Arap ülkelerinde bilimsel gelişmenin “eskiden beri yavaş” olduğu vurgulanıyor. Gerçekten, 2000-2008 yılları arasında Türkiye kaynaklı bilimsel yayınlar 3.5 kat arttığı halde, Arap ülkelerinde bu artış sadece 1.8 kat.
Bunun coğrafi sebepleri var, sıcak iklim kuşağı gibi... Tarihi sebepleri var, İstanbul’da Mühendishane ve Darülfünun çalışırken Arap ülkelerinde tam karşılığı yoktu. Bunun ekonomik sebepleri var, ekonomi bilime ihtiyaç duyacak düzeye gelmiş değil. Bu şartlarda oluşmuş kültür, elbette din ve milliyetçilik anlayışlarını da etkiliyor, bilimden ziyade aşırı politizasyona yönelik anlayışlardır bunlar.
ZİHNİYET ENGELİ
Aynı rapora göre, Arap ülkelerinde bir yılda bilim ve teknoloji alanında 6 bin kitap basılıyor. Kuzey Amerika’da bu sayı 102.000’dir!
İstediğin kadar sokaklarda gösteri yap, istediğin kadar “Kahrolsun emperyalizm” diye bağır, bomba patlat! Yüz bin kitap karşısında 6 bin kitapla yapabileceğin fazla bir şey yok.
Arap sosyalizmi, Arap milliyetçiliği gibi laik akımlar ve Arap İslamcılığı gibi dini akımlar son derece coşkulu, duygusal ve militan olmalarına karşılık, sadece bilimde değil, mesela ekonomide de dikkat çekici bir başarı ortaya koyamadılar. Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler adlı “devrimci” kitabında, Müslümanların yozlaşmasının 8. yüzyılda Yunan klasiklerinin tercümesiyle başladığını yazmıştı! Bunu yazarken dünya 20. yüzyılın tam ortasındaydı!
Bilimin önündeki zihniyet engellerinden biri, siyasal aşırılıktır; bunu hiç unutmamalıyız.
NASIL BİR YARINA?
Türkiye bilim ve araştırmada iyi bir ivme yakalamıştır fakat önümüzdeki yol hâlâ çok uzundur. Bilim zihniyetini geliştirmek için de, bilime kaynak ayırmak için de daha çok gayret etmemiz gerekiyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Taha Akyol’un Hürriyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden…
UNESCO tarafından yayınlanan “Bilim Raporu”na göre Türkiye tek başına bütün Arap ülkelerinin toplamından fazla bilimsel yayın yapıyor.
Ama Türkiye’nin bilimsel yayın sayısı Güney Kore’den az!
Bu veriler üzerinde ciddiyetle düşünmeliyiz. Meselenin ‘bilim politikası’ tarafı vardır, ekonomik tarafı vardır, bir de belki hepsinden önemlisi zihniyet tarafı vardır.
Dünkü yazımda bilimin Türkiye ve İran’daki durumundan bahsetmiştim, bugün Arap ülkelerine bakalım.
TEK BAŞINA TÜRKİYE
UNESCO her beş yılda kapsamlı bir “Bilim Raporu” yayınlıyor. 2010 raporuna göre, Türkiye kaynaklı bilimsel yayınların sayısı 2008 yılında 17.784’e ulaşmıştır. Şimdi 20 bini geçmiş olmalıdır. Raporun “Arap ülkeleri” bölümünde 20 Arap ülkesi var. Yine 2008 yılında bunların yaptığı bilimsel yayınları topladım, 14.283 çıktı. Demek ki, 2008 yılında 20 Arap ülkesinden yapılan toplam bilimsel yayın sayısı 14 binin biraz üstünde, Türkiye ise tek başına 18 bine yakın bilimsel yayın yapmış!
Raporda Arap ülkelerinde bilimsel gelişmenin “eskiden beri yavaş” olduğu vurgulanıyor. Gerçekten, 2000-2008 yılları arasında Türkiye kaynaklı bilimsel yayınlar 3.5 kat arttığı halde, Arap ülkelerinde bu artış sadece 1.8 kat.
Bunun coğrafi sebepleri var, sıcak iklim kuşağı gibi... Tarihi sebepleri var, İstanbul’da Mühendishane ve Darülfünun çalışırken Arap ülkelerinde tam karşılığı yoktu. Bunun ekonomik sebepleri var, ekonomi bilime ihtiyaç duyacak düzeye gelmiş değil. Bu şartlarda oluşmuş kültür, elbette din ve milliyetçilik anlayışlarını da etkiliyor, bilimden ziyade aşırı politizasyona yönelik anlayışlardır bunlar.
ZİHNİYET ENGELİ
Aynı rapora göre, Arap ülkelerinde bir yılda bilim ve teknoloji alanında 6 bin kitap basılıyor. Kuzey Amerika’da bu sayı 102.000’dir!
İstediğin kadar sokaklarda gösteri yap, istediğin kadar “Kahrolsun emperyalizm” diye bağır, bomba patlat! Yüz bin kitap karşısında 6 bin kitapla yapabileceğin fazla bir şey yok.
Arap sosyalizmi, Arap milliyetçiliği gibi laik akımlar ve Arap İslamcılığı gibi dini akımlar son derece coşkulu, duygusal ve militan olmalarına karşılık, sadece bilimde değil, mesela ekonomide de dikkat çekici bir başarı ortaya koyamadılar. Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler adlı “devrimci” kitabında, Müslümanların yozlaşmasının 8. yüzyılda Yunan klasiklerinin tercümesiyle başladığını yazmıştı! Bunu yazarken dünya 20. yüzyılın tam ortasındaydı!
Bilimin önündeki zihniyet engellerinden biri, siyasal aşırılıktır; bunu hiç unutmamalıyız.
NASIL BİR YARINA?
Türkiye bilim ve araştırmada iyi bir ivme yakalamıştır fakat önümüzdeki yol hâlâ çok uzundur. Bilim zihniyetini geliştirmek için de, bilime kaynak ayırmak için de daha çok gayret etmemiz gerekiyor.
Son Güncelleme: Salı, 05 Şubat 2013 08:43
Gösterim: 1590
Eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, okullarda kılık kıyafetin serbest bırakılmasıyla ilgili, ''Okul dışında aynı mahallede bir arada bulunan çocuklar, okul ortamında da birlikteliklerini sürdüreceklerinden farklı bir durum söz konusu olmayacaktır'' dedi.
Dinçer, MHP Hatay Milletvekili Şefik Çirkin'in yazılı soru önergesine verdiği yanıtta, dünya uygulamalarına bakıldığında, özellikle gelişmiş ülkelerde zorunlu bir kıyafet uygulamasının bulunmadığını ifade etti.
Örnek olarak Fransa'da 1968 yılından bu yana, birkaç istisna dışında okullarda tek tip okul kıyafeti kullanılmadığını aktaran Dinçer, ''Almanya'da okul üniformaları ikinci Dünya Savaşı'ndan önce kullanılmış, okullarda üniforma giyme zorunluluğu 1980'li ve 199O'lı yıllarda neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır'' dedi.
Kanada'da devlet okullarında okul kıyafeti uygulamasının bulunmadığını, bazı okullarda ise kıyafetlerin okul aile birliğinde oy hakkına sahip velilerin yüzde 55'inin onaylaması sonucu seçildiğini anlatan Dinçer, şunları kaydetti:
''İngiltere'de tek tip okul kıyafeti 1950'lere kadar devam etmiş, sonrasında ise 'Butler Reformu' ile ortaöğretimde farklı tipte okul kıyafetleri kullanılmaya başlanmıştır. Belçika ve Hollanda'da okul kıyafeti kullanılmamaktadır. ABD'deki uygulamalar ise eyaletlere göre değişmekle birlikte, genel olarak devlet okullarında zorunlu değildir.
Öğrenci okul kıyafetlerinin değerlendirilmesine yönelik akademik çalışmaların sonuç raporlarında da kılık ve kıyafetle ilgili mevzuatta yeni bir düzenlemenin yapılması, serbest bir kıyafet uygulamasına gidilmesi gerektiği görüşü ifade edilmektedir.
Ayrıca, okul aile birlikleri ve okul yönetimlerinin kararıyla okullarda sık sık kıyafet değişikliğine gidilmesi, belirlenen renk ve desenlerdeki tek tip kıyafetin rahatlıkla her yerde bulunamaması, sadece bir veya birkaç mağazada bulunabilmesi, velilere ek mali yük getirmesi nedeniyle şikayetlere neden olmaktadır.
Yeni düzenlemeye göre, resmi okullarda öğrencilerin kılık ve kıyafetleri serbest bırakılmıştır. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin, yas grubu özelliklerine uygun, temiz ve düzenli bir kıyafet giymeleri ön görülmüştür.
Özel kurumlara ait okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde velilerinin en az yüzde altmışının muvaffakıyetiyle, okul yönetimlerince okul kıyafeti belirlenebileceği hüküm altına alınmıştır. Söz konusu yönetmelikte, milletlerarası özel öğretim kurumlan, yabancı okullar ve azınlık okulları kapsam dışında tutulmuştur.
Okul ve kuramlarımızda öğrenci kayıtları, eğitim bölgeleri esas alınarak yapıldığından, genelde aynı bölgedeki çocuklar aynı okullarda eğitim-öğretim görmektedir. İstisnalar dışında toplu yaşam alanlarında mahalle ya da bölgeler kendi içlerinde benzer sosyo-ekonomik özellikler barındırmaktadır. Bu sebeple okul dışında aynı mahallede bir arada bulunan çocuklar, okul ortamında da birlikteliklerini sürdüreceklerinden farklı bir durum söz konusu olmayacaktır.''
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, okullarda kılık kıyafetin serbest bırakılmasıyla ilgili, ''Okul dışında aynı mahallede bir arada bulunan çocuklar, okul ortamında da birlikteliklerini sürdüreceklerinden farklı bir durum söz konusu olmayacaktır'' dedi.
Dinçer, MHP Hatay Milletvekili Şefik Çirkin'in yazılı soru önergesine verdiği yanıtta, dünya uygulamalarına bakıldığında, özellikle gelişmiş ülkelerde zorunlu bir kıyafet uygulamasının bulunmadığını ifade etti.
Örnek olarak Fransa'da 1968 yılından bu yana, birkaç istisna dışında okullarda tek tip okul kıyafeti kullanılmadığını aktaran Dinçer, ''Almanya'da okul üniformaları ikinci Dünya Savaşı'ndan önce kullanılmış, okullarda üniforma giyme zorunluluğu 1980'li ve 199O'lı yıllarda neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır'' dedi.
Kanada'da devlet okullarında okul kıyafeti uygulamasının bulunmadığını, bazı okullarda ise kıyafetlerin okul aile birliğinde oy hakkına sahip velilerin yüzde 55'inin onaylaması sonucu seçildiğini anlatan Dinçer, şunları kaydetti:
''İngiltere'de tek tip okul kıyafeti 1950'lere kadar devam etmiş, sonrasında ise 'Butler Reformu' ile ortaöğretimde farklı tipte okul kıyafetleri kullanılmaya başlanmıştır. Belçika ve Hollanda'da okul kıyafeti kullanılmamaktadır. ABD'deki uygulamalar ise eyaletlere göre değişmekle birlikte, genel olarak devlet okullarında zorunlu değildir.
Öğrenci okul kıyafetlerinin değerlendirilmesine yönelik akademik çalışmaların sonuç raporlarında da kılık ve kıyafetle ilgili mevzuatta yeni bir düzenlemenin yapılması, serbest bir kıyafet uygulamasına gidilmesi gerektiği görüşü ifade edilmektedir.
Ayrıca, okul aile birlikleri ve okul yönetimlerinin kararıyla okullarda sık sık kıyafet değişikliğine gidilmesi, belirlenen renk ve desenlerdeki tek tip kıyafetin rahatlıkla her yerde bulunamaması, sadece bir veya birkaç mağazada bulunabilmesi, velilere ek mali yük getirmesi nedeniyle şikayetlere neden olmaktadır.
Yeni düzenlemeye göre, resmi okullarda öğrencilerin kılık ve kıyafetleri serbest bırakılmıştır. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin, yas grubu özelliklerine uygun, temiz ve düzenli bir kıyafet giymeleri ön görülmüştür.
Özel kurumlara ait okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde velilerinin en az yüzde altmışının muvaffakıyetiyle, okul yönetimlerince okul kıyafeti belirlenebileceği hüküm altına alınmıştır. Söz konusu yönetmelikte, milletlerarası özel öğretim kurumlan, yabancı okullar ve azınlık okulları kapsam dışında tutulmuştur.
Okul ve kuramlarımızda öğrenci kayıtları, eğitim bölgeleri esas alınarak yapıldığından, genelde aynı bölgedeki çocuklar aynı okullarda eğitim-öğretim görmektedir. İstisnalar dışında toplu yaşam alanlarında mahalle ya da bölgeler kendi içlerinde benzer sosyo-ekonomik özellikler barındırmaktadır. Bu sebeple okul dışında aynı mahallede bir arada bulunan çocuklar, okul ortamında da birlikteliklerini sürdüreceklerinden farklı bir durum söz konusu olmayacaktır.''
Son Güncelleme: Pazartesi, 04 Şubat 2013 17:07
Gösterim: 1965