Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda öğrencilere serbest kıyafeti getiren düzenlemesinin ardından uygulamanın öğretmenleri de kapsaması gerektiğini belirten Eğitim-Bir-Sen üyesi öğretmenler 2 Ocak’ta okullarda serbest kıyafetle derse girecek.
Eğitim-Bir-Sen üyeleri, öğretmenlere de kıyafet serbestliği getirilmesi için 2 Ocak'ta okullarda serbest kıyafetle ders verecek.
Memur-Sen Konfederasyonu ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 2013-2014 eğitim öğretim yılında uygulamaya geçilecek olan öğrencilere kılık kıyafet serbestliğinin ardından öğretmenler içinde kılık kıyafetin serbest olmasını istedi.
Kılık Kıyafet Yönetmeliği'nde yapılan düzenleme ile öğretmen adaylarının başörtüsüyle derslere girebilecek olmasını eğitim sisteminde atılan yarım özgürlük adımlarından biri olduğunu kaydeden Gündoğdu, ''Bir diğer özgürlük adımı ise İmam Hatip liseleri ve seçmeli Kur'an derslerinde öğrencilerin başörtüsü takabilecek olmasıdır. Biz bu 1982 yılından kalan 657 Sayılı Yasa'nın Kılık Kıyafet Yönetmeliği'nde değişiklik yapılarak, tam özgürlük getirilmesini istiyoruz. Bu amaçla 1982 model, çağ dışı, Kılık Kıyafet Yönetmeliği'ni protesto ediyoruz'' diye konuştu.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda öğrencilere serbest kıyafeti getiren düzenlemesinin ardından uygulamanın öğretmenleri de kapsaması gerektiğini belirten Eğitim-Bir-Sen üyesi öğretmenler 2 Ocak’ta okullarda serbest kıyafetle derse girecek.
Eğitim-Bir-Sen üyeleri, öğretmenlere de kıyafet serbestliği getirilmesi için 2 Ocak'ta okullarda serbest kıyafetle ders verecek.
Memur-Sen Konfederasyonu ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 2013-2014 eğitim öğretim yılında uygulamaya geçilecek olan öğrencilere kılık kıyafet serbestliğinin ardından öğretmenler içinde kılık kıyafetin serbest olmasını istedi.
Kılık Kıyafet Yönetmeliği'nde yapılan düzenleme ile öğretmen adaylarının başörtüsüyle derslere girebilecek olmasını eğitim sisteminde atılan yarım özgürlük adımlarından biri olduğunu kaydeden Gündoğdu, ''Bir diğer özgürlük adımı ise İmam Hatip liseleri ve seçmeli Kur'an derslerinde öğrencilerin başörtüsü takabilecek olmasıdır. Biz bu 1982 yılından kalan 657 Sayılı Yasa'nın Kılık Kıyafet Yönetmeliği'nde değişiklik yapılarak, tam özgürlük getirilmesini istiyoruz. Bu amaçla 1982 model, çağ dışı, Kılık Kıyafet Yönetmeliği'ni protesto ediyoruz'' diye konuştu.
Son Güncelleme: Pazartesi, 31 Aralık 2012 09:41
Gösterim: 2887
Öğretmenlerin ‘ek ders’ ücretlerinde 2013’te kaç liralık bir artış olacak? 2013 ‘ek ders’ ücretleri net ve brüt ne kadar artacak?
Dün açıklanan yeni ‘asgari ücret’in ardından 2013’te öğretmenlerin alacağı ek ders ücretlerinin de ne kadar artacağı merak ediliyor. Öğretmenler 2013’te memurlara yapılacak yüzde 3 oranında zamdan yararlanacaklar buna bağlı olarak da ek ders ücretleri yüzde 3 oranında artacak.
01 Ocak 2013 itibariyle gündüz ve gece ek ders ücreti saatlik ne kadar olacak? Normal ve özel eğitim ile yüksek lisans ve doktora sahibi öğretmenlerin 2013 ek ders ücreti ne kadar olacak? İşte cevabı
Normal eğitim
Gündüz 10,02 TL bürüt - 8,45 TL net -2013 de 8.70 TL olacak - 9,13 TL Yüksek lisans - 9,97 Doktora
Gece 10,74 TL bürüt -9,06 TL net - 9.33 TL olacak
Özel eğitim
Gündüz 12,53 TL bürüt -10,57 TL net- 10,89 olacak
Gece 13,42 TL bürüt - 11,32 TL net -2013 de 11,66 olacak 2013 Ek ders ödemeleri Ocak 2012 de belirlenen maaş katsayısı üzerinden ödendiği için geçmişe dönük ek ders farkları öğretmenlere 1 aylık olarak ödenecek. Ayrıca Aralık ayı enflasyon farkları çıkarsa hem maaş hem de ek dersler için öğretmenlere ödenecek.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Öğretmenlerin ‘ek ders’ ücretlerinde 2013’te kaç liralık bir artış olacak? 2013 ‘ek ders’ ücretleri net ve brüt ne kadar artacak?
Dün açıklanan yeni ‘asgari ücret’in ardından 2013’te öğretmenlerin alacağı ek ders ücretlerinin de ne kadar artacağı merak ediliyor. Öğretmenler 2013’te memurlara yapılacak yüzde 3 oranında zamdan yararlanacaklar buna bağlı olarak da ek ders ücretleri yüzde 3 oranında artacak.
01 Ocak 2013 itibariyle gündüz ve gece ek ders ücreti saatlik ne kadar olacak? Normal ve özel eğitim ile yüksek lisans ve doktora sahibi öğretmenlerin 2013 ek ders ücreti ne kadar olacak? İşte cevabı
Normal eğitim
Gündüz 10,02 TL bürüt - 8,45 TL net -2013 de 8.70 TL olacak - 9,13 TL Yüksek lisans - 9,97 Doktora
Gece 10,74 TL bürüt -9,06 TL net - 9.33 TL olacak
Özel eğitim
Gündüz 12,53 TL bürüt -10,57 TL net- 10,89 olacak
Gece 13,42 TL bürüt - 11,32 TL net -2013 de 11,66 olacak 2013 Ek ders ödemeleri Ocak 2012 de belirlenen maaş katsayısı üzerinden ödendiği için geçmişe dönük ek ders farkları öğretmenlere 1 aylık olarak ödenecek. Ayrıca Aralık ayı enflasyon farkları çıkarsa hem maaş hem de ek dersler için öğretmenlere ödenecek.
Son Güncelleme: Cumartesi, 29 Aralık 2012 14:27
Gösterim: 3886
Melih Aşık’ın Milliyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden…
Rektörün akı karası olur mu? Oldu bile... 14 rektör yukardan gelen emirle saldırıya uğrayan ODTÜ öğrencileri ve öğretim üyelerinin aleyhinde bildiri yayınladılar.
Rıfat Serdaroğlu “ak rektörler” adını verdiği bu şahısların meziyetlerini şöyle sıralamış...
- Türkiye’de Kuvvetler Ayrılığı İlkesi iktidarca yok sayılır, Ak Rektörler “susarlar.”
- Türkiye’de Hukuk Devleti İlkesi çiğnenir, Ak Rektörler “tısss.”
- Türkiye’de Laiklik İlkesi paspas yapılır, Ak Rektörler “pıssst.”
- Cumhuriyete, Cumhuriyeti kuranlara hakaret edilir, Ak Rektörler “şşşşt”
- “Eğitim-Öğretim Birliği” parçalanır, Ak Rektörler “Aman koltuk gitmesin.”
- Basılmamış kitaplar mahkemeye verilir, Ak Rektörler “Ödenekler kesilmesin”
- Türkiye’de Yunus Emre eserleri “makaslanır”, Ak Rektörler “susssss.”
- Türkiye’de bunları yetiştiren gerçek Rektörler suçsuz yere tutuklanır ve yıllarca hasta - hasta hapiste tutulurlar, Ak Rektörler “Yaa öyle mi, haberim yoktu!”
SBF Dekanı Prof. Yalçın Karatepe Başbakan Erdoğan’ın yeni başarısına! dikkati çekiyor:
- Sayın Başbakan “üniversiteleri böl ve yönet stratejisi”nde başarılı oldu...
Prof. Karatepe yardakçı üniversitelerin son durumunu şöyle özetliyor:
- Başbakan “zıpla” dediği zaman herkes “Ne kadar yükseğe?” diye soruyor. “Niye zıplayayım?” diye soran yok maalesef...
Üniversiteye siyaset, rektör seçimi ya da başka yollardan bolca sokuldu. İktidardan beklentileri olanlar yan yattılar. Neyse ki ak rektör sayısı 14’ü geçmedi. O ak rektörlerin okullarındaki genç öğretim üyeleri de hazmedemedi durumu... Homurtuları rektörlük katından duyuluyor olmalı...
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Melih Aşık’ın Milliyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden…
Rektörün akı karası olur mu? Oldu bile... 14 rektör yukardan gelen emirle saldırıya uğrayan ODTÜ öğrencileri ve öğretim üyelerinin aleyhinde bildiri yayınladılar.
Rıfat Serdaroğlu “ak rektörler” adını verdiği bu şahısların meziyetlerini şöyle sıralamış...
- Türkiye’de Kuvvetler Ayrılığı İlkesi iktidarca yok sayılır, Ak Rektörler “susarlar.”
- Türkiye’de Hukuk Devleti İlkesi çiğnenir, Ak Rektörler “tısss.”
- Türkiye’de Laiklik İlkesi paspas yapılır, Ak Rektörler “pıssst.”
- Cumhuriyete, Cumhuriyeti kuranlara hakaret edilir, Ak Rektörler “şşşşt”
- “Eğitim-Öğretim Birliği” parçalanır, Ak Rektörler “Aman koltuk gitmesin.”
- Basılmamış kitaplar mahkemeye verilir, Ak Rektörler “Ödenekler kesilmesin”
- Türkiye’de Yunus Emre eserleri “makaslanır”, Ak Rektörler “susssss.”
- Türkiye’de bunları yetiştiren gerçek Rektörler suçsuz yere tutuklanır ve yıllarca hasta - hasta hapiste tutulurlar, Ak Rektörler “Yaa öyle mi, haberim yoktu!”
SBF Dekanı Prof. Yalçın Karatepe Başbakan Erdoğan’ın yeni başarısına! dikkati çekiyor:
- Sayın Başbakan “üniversiteleri böl ve yönet stratejisi”nde başarılı oldu...
Prof. Karatepe yardakçı üniversitelerin son durumunu şöyle özetliyor:
- Başbakan “zıpla” dediği zaman herkes “Ne kadar yükseğe?” diye soruyor. “Niye zıplayayım?” diye soran yok maalesef...
Üniversiteye siyaset, rektör seçimi ya da başka yollardan bolca sokuldu. İktidardan beklentileri olanlar yan yattılar. Neyse ki ak rektör sayısı 14’ü geçmedi. O ak rektörlerin okullarındaki genç öğretim üyeleri de hazmedemedi durumu... Homurtuları rektörlük katından duyuluyor olmalı...
Son Güncelleme: Perşembe, 27 Aralık 2012 09:58
Gösterim: 1584
Can Dündar’ın Milliyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden…
12 Eylül’de öğrenciydim. Üniversite ağır baskı altındaydı. Hocalarımız türlü bahanelerle kovuluyor, büyük bir tasfiye yaşanıyordu.
YÖK, özerkliği yok ediyor, rektörleri memura, akademisyenleri emir erine çeviriyordu.
Hepimiz gür bir ses, bir toplu itiraz bekliyorduk.
Ne var ki herkes sindirilmişti. 2 sene ses çıkmadı.
Nihayet Haziran 1982’de 100’ü aşkın akademisyenin bir ortak bildiri hazırladığını haber aldık. Heyecanlandık.
Askeri yönetime sunulan bildiriyi merak içinde dinledik.
Şöyle diyordu:
“Bira, gençleri alkolizme sürükler. 18 yaşından küçüklere satılmamalıdır.”
“Yuh olsun. Size her şey müstahak” dediğimi hatırlıyorum.
* * *
Özerk üniversitenin, akademik bağımsızlığın tehdit altında olduğu, toplumsal muhalefetin polis şiddetiyle bastırıldığı ortamda, 44 üniversite yönetiminin ODTÜ’yü kınaması, bana 12 Eylül akademisyenlerinin “Bira zararlıdır” açıklamasını hatırlattı.
Öğrenciler saldırıya uğrarken, kimi rektörlerin iktidara yaranma yarışına girmesi, üniversite tarihi için kara bir leke oldu.
Neyse ki o üniversitelerin akademisyenleri, öğrencileri, bu yağcılık gayretini eleştirirken, akademinin itibarına ve ODTÜ’nün dik duruşuna sahip çıktılar.
Bütün baskılara ve YÖK’ün soruşturma hazırlığına rağmen geri adım atmayan, öğrencisini kollayan ve son açıklamasıyla bir demokratik kültür dersi veren ODTÜ yönetimini kutluyoruz.
Üniversitelerini ve üniversite özerkliğini sahiplenen ODTÜ’lüleri de...
Dilerim büyüyüp tüm kampüslere yayılan bu demokratik tepkiyi şiddete çekmek isteyenlerin tuzağına düşmezler ve Siyasetçilere, üniversitenin uydu yapabileceğini, ama uyduluk yapmayacağını öğretirler.
Ankara Üniversitesi ve Paşa’nın kızı
Ankara Üniversitesi, 14 fakültesi olan dev bir yapıdır.
Her sene Tıp’a, Eczacılık’a, Mülkiye’ye, Dil Tarih’e, İletişim’e vs. kadrolar açılır.
Resmi Gazete’de son kadro ilanı çıktı. Bütün fakülteler yeni rektörden kadro beklerken sadece 2 fakülte için 16 akademisyen alınacağı açıklandı.
Şanslı fakültenin hangisi olduğunu tahmin edersiniz:
16 kadronun 13’ü İlahiyat’a gitti.
3 doçent kadrosu ise kadro bekleyen Tıp Fakültesi’ndekileri şok edecek şekilde, sadece Erişkin Psikiyatri kliniğine verildi.
Niye?
Ankara Üniversiteliler diyor ki:
“Tıp’ta alınacak kadroda aranan özellikler için öyle bir açıklama yazılmış ki, tıpatıp Genelkurmay Başkanı’nın kızını tarif ediyor sanki...”
Atama yapılsın da bakalım o mu?
Herhalde diğer fakültelerin kadroları da peyderpey açıklanacaktır; ancak yeni rektörle önceliklerin değişmesi dikkat çekici değil mi?
“Son şans” da gitti
Kürt sorununun sağduyulu sesiydi Şerafettin Elçi...
Ömrü bu sorunla mücadeleyle geçti.
Çözümü göremeden vefat etti.
Diyarbakır’daki son görüşmemizi hatırlıyorum:“Çözüm için son şans, bizim nesildir. Bizim arkamızdan, devlet diye sadece jandarmayı, polisi bilen, çok öfkeli bir nesil geliyor” demişti.
Ne yazık ki devlet, son şansı değerlendiremedi.
Çözüm için bambaşka fikirleri olan, öfkeli bir nesil bekliyor onları şimdi...
Şerafettin Elçi’ye rahmet diliyorum.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Can Dündar’ın Milliyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden…
12 Eylül’de öğrenciydim. Üniversite ağır baskı altındaydı. Hocalarımız türlü bahanelerle kovuluyor, büyük bir tasfiye yaşanıyordu.
YÖK, özerkliği yok ediyor, rektörleri memura, akademisyenleri emir erine çeviriyordu.
Hepimiz gür bir ses, bir toplu itiraz bekliyorduk.
Ne var ki herkes sindirilmişti. 2 sene ses çıkmadı.
Nihayet Haziran 1982’de 100’ü aşkın akademisyenin bir ortak bildiri hazırladığını haber aldık. Heyecanlandık.
Askeri yönetime sunulan bildiriyi merak içinde dinledik.
Şöyle diyordu:
“Bira, gençleri alkolizme sürükler. 18 yaşından küçüklere satılmamalıdır.”
“Yuh olsun. Size her şey müstahak” dediğimi hatırlıyorum.
* * *
Özerk üniversitenin, akademik bağımsızlığın tehdit altında olduğu, toplumsal muhalefetin polis şiddetiyle bastırıldığı ortamda, 44 üniversite yönetiminin ODTÜ’yü kınaması, bana 12 Eylül akademisyenlerinin “Bira zararlıdır” açıklamasını hatırlattı.
Öğrenciler saldırıya uğrarken, kimi rektörlerin iktidara yaranma yarışına girmesi, üniversite tarihi için kara bir leke oldu.
Neyse ki o üniversitelerin akademisyenleri, öğrencileri, bu yağcılık gayretini eleştirirken, akademinin itibarına ve ODTÜ’nün dik duruşuna sahip çıktılar.
Bütün baskılara ve YÖK’ün soruşturma hazırlığına rağmen geri adım atmayan, öğrencisini kollayan ve son açıklamasıyla bir demokratik kültür dersi veren ODTÜ yönetimini kutluyoruz.
Üniversitelerini ve üniversite özerkliğini sahiplenen ODTÜ’lüleri de...
Dilerim büyüyüp tüm kampüslere yayılan bu demokratik tepkiyi şiddete çekmek isteyenlerin tuzağına düşmezler ve Siyasetçilere, üniversitenin uydu yapabileceğini, ama uyduluk yapmayacağını öğretirler.
Ankara Üniversitesi ve Paşa’nın kızı
Ankara Üniversitesi, 14 fakültesi olan dev bir yapıdır.
Her sene Tıp’a, Eczacılık’a, Mülkiye’ye, Dil Tarih’e, İletişim’e vs. kadrolar açılır.
Resmi Gazete’de son kadro ilanı çıktı. Bütün fakülteler yeni rektörden kadro beklerken sadece 2 fakülte için 16 akademisyen alınacağı açıklandı.
Şanslı fakültenin hangisi olduğunu tahmin edersiniz:
16 kadronun 13’ü İlahiyat’a gitti.
3 doçent kadrosu ise kadro bekleyen Tıp Fakültesi’ndekileri şok edecek şekilde, sadece Erişkin Psikiyatri kliniğine verildi.
Niye?
Ankara Üniversiteliler diyor ki:
“Tıp’ta alınacak kadroda aranan özellikler için öyle bir açıklama yazılmış ki, tıpatıp Genelkurmay Başkanı’nın kızını tarif ediyor sanki...”
Atama yapılsın da bakalım o mu?
Herhalde diğer fakültelerin kadroları da peyderpey açıklanacaktır; ancak yeni rektörle önceliklerin değişmesi dikkat çekici değil mi?
“Son şans” da gitti
Kürt sorununun sağduyulu sesiydi Şerafettin Elçi...
Ömrü bu sorunla mücadeleyle geçti.
Çözümü göremeden vefat etti.
Diyarbakır’daki son görüşmemizi hatırlıyorum:“Çözüm için son şans, bizim nesildir. Bizim arkamızdan, devlet diye sadece jandarmayı, polisi bilen, çok öfkeli bir nesil geliyor” demişti.
Ne yazık ki devlet, son şansı değerlendiremedi.
Çözüm için bambaşka fikirleri olan, öfkeli bir nesil bekliyor onları şimdi...
Şerafettin Elçi’ye rahmet diliyorum.
Son Güncelleme: Perşembe, 27 Aralık 2012 10:10
Gösterim: 1659
Taha Akyol, Hürriyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden
SERMAYE defol... Üniversite AŞ’ye hayır! Her yer ODTÜ, her yer direniş... Üniversitenin, bilimin piyasalaşmasına hayır...
Bunlar, ODTÜ olayları üzerine yapılan protesto eylemlerindeki sloganlar. Trabzon’da KTÜ’de düzenlenen “üniversite-sanayi işbirliği” toplantısı da protesto eylemlerine maruz kaldı.
YÖK’ün reform taslağında “üniversite sanayi işbirliği”nin geliştirilmesi öngörülüyor ya, ona karşı çıkıyorlar. Taslakta yer alan “rekabet ve performans değerlendirmesi”ne de şu sözlerle karşı çıkıyorlar:
“Rekabet ve performans değerlendirmesi üzerinden emekçiler birbirinin kurdu haline getirilmek ve baskı altına alınmak isteniyor.”
YÖK raporu, 2007
SAYIN Ahmet Necdet Sezer ve onun atadığı eski YÖK Başkanı Sayın Erdoğan Teziç’in döneminde uluslararası katılımla hazırlanan Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi 2007 başlıklı 250 sayfalık rapor... Cumhurbaşkanı Sezer, raporu okumuş ve çok beğendiğini söylemişti.
Sonra, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de raporu okudu ve çok beğendiğini açıkladı.
Demek ki bazı konuları, siyaset ve dünya görüşlerinden ayrı olarak, o konunun evrensel standartları açısından değerlendirmek mümkün. Her konuya politik taraftarlık veya karşıtlık gözlüğüyle bakmak, “analitik düşünce”nin gelişmemiş olduğu bir zihin yapısını yansıtır.
Üniversite-sanayi işbirliği
ŞİMDİ size Teziç’in bu raporundan bir bölüm sunacağım. Yükseköğretimin kitleselleşmesi ve araştırmaların çok pahalı olması karşısında, dünyadaki gidişi şöyle anlatıyor:
“... Öğretim giderlerinin karşılanmasında öğrencilerin katkı payı, araştırma giderlerinin karşılanmasında ise sanayi desteği, üniversite-sanayi işbirliği, öncelikli gündem maddeleri haline gelmiş, öğretim ve araştırma bütçeleri oldukça kesin çizgilerle birbirinden ayrılmaya başlamıştır.” (Sf. 17)
Katkı payını ödeyemeyen öğrencininkini devlet ödeyecektir elbette.
Düşünelim: Türkiye’nin teknolojik ürünler ihraç ederek ülkeye daha fazla kazanç girmesini ve dış açığın kapanmasını kim istemez? Bunun için şirketler AR-GE denilen araştırmaları kime yaptırsın? Parasını verip dışarıya mı, yoksa parasını verip kendi üniversitelerimize mi?! Araştırmacılık bu yolla yabancı üniversitelerde gelişsin de bizde gelişmesin mi?!
Hattatların matbaaya karşı çıkması gibi bir gericiliktir bu.
Elbette kalite kontrolü
1980 yılında on bin çalışan nüfusa düşen bilimsel ve teknolojik araştırmacı sayısı Sovyetler’de 85 iken, Amerika’da 65, Almanya’da 53’tü! Buna rağmen Sovyetler çöktü. Çünkü Sovyetler’de üniversite ve enstitülerdeki araştırmaları sanayiye akıtacak “piyasa” yoktu, “üniversite-sanayi işbirliği” yoktu!
Teziç’in raporunda, dünya üniversitelerindeki eğilimler anlatılırken, “özelleşme, küreselleşme, özerkleşme, hesap verirlik, kalite” gibi kavramlar vurgulanıyor. “Kalite kontrol” kavramını “emekçilerin köleleştirilmesi” sananlar okusun, Teziç’in raporunda “Türk üniversitelerinde Kalite Belirleme Projesi”nin hazırlandığı ama maalesef hayata geçirilemediği belirtiliyor. (Sf. 102)
Elbette üniversitelerde de kalite ve performans ölçümü olacak. ‘Salla başını, al maaşını’ çağı, karasabanla birlikte geride kaldı!
Politizasyon bilime karşı
TÜRK üniversitelerinde her gün siyasi gösteri, protesto ve çatışmanın yaşandığı 1980 öncesini inceleyen Prof. Joseph S. Szyliowicz’in uzun yazısından sadece bir tek cümle alıyorum buraya: “Fakültelerin politizasyonu akademik hayatı gerçekten imkânsız hale getirdi...”
Ve 1978 yılında, uluslararası fen bilimleri atıf indeksinde yer alan bilimsel makale sayısı Türkiye için 337, İran için 610’du!
Dikkat fen bilimlerinde İran’ın yarısı düzeyindeydik!
Üniversitelerde elbette politik özgürlük de olur... Ama unutmayalım, üniversitede öncelikli olan öğretimdir, bilimdir, araştırmadır. Szyliowicz’in anlattığı ‘politik üniversite’ kâbusunun geri gelmemesine bilhassa öğretim üyeleri dikkat etmelidir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Taha Akyol, Hürriyet Gazetesi’ndeki bugünkü köşesinden
SERMAYE defol... Üniversite AŞ’ye hayır! Her yer ODTÜ, her yer direniş... Üniversitenin, bilimin piyasalaşmasına hayır...
Bunlar, ODTÜ olayları üzerine yapılan protesto eylemlerindeki sloganlar. Trabzon’da KTÜ’de düzenlenen “üniversite-sanayi işbirliği” toplantısı da protesto eylemlerine maruz kaldı.
YÖK’ün reform taslağında “üniversite sanayi işbirliği”nin geliştirilmesi öngörülüyor ya, ona karşı çıkıyorlar. Taslakta yer alan “rekabet ve performans değerlendirmesi”ne de şu sözlerle karşı çıkıyorlar:
“Rekabet ve performans değerlendirmesi üzerinden emekçiler birbirinin kurdu haline getirilmek ve baskı altına alınmak isteniyor.”
YÖK raporu, 2007
SAYIN Ahmet Necdet Sezer ve onun atadığı eski YÖK Başkanı Sayın Erdoğan Teziç’in döneminde uluslararası katılımla hazırlanan Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi 2007 başlıklı 250 sayfalık rapor... Cumhurbaşkanı Sezer, raporu okumuş ve çok beğendiğini söylemişti.
Sonra, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de raporu okudu ve çok beğendiğini açıkladı.
Demek ki bazı konuları, siyaset ve dünya görüşlerinden ayrı olarak, o konunun evrensel standartları açısından değerlendirmek mümkün. Her konuya politik taraftarlık veya karşıtlık gözlüğüyle bakmak, “analitik düşünce”nin gelişmemiş olduğu bir zihin yapısını yansıtır.
Üniversite-sanayi işbirliği
ŞİMDİ size Teziç’in bu raporundan bir bölüm sunacağım. Yükseköğretimin kitleselleşmesi ve araştırmaların çok pahalı olması karşısında, dünyadaki gidişi şöyle anlatıyor:
“... Öğretim giderlerinin karşılanmasında öğrencilerin katkı payı, araştırma giderlerinin karşılanmasında ise sanayi desteği, üniversite-sanayi işbirliği, öncelikli gündem maddeleri haline gelmiş, öğretim ve araştırma bütçeleri oldukça kesin çizgilerle birbirinden ayrılmaya başlamıştır.” (Sf. 17)
Katkı payını ödeyemeyen öğrencininkini devlet ödeyecektir elbette.
Düşünelim: Türkiye’nin teknolojik ürünler ihraç ederek ülkeye daha fazla kazanç girmesini ve dış açığın kapanmasını kim istemez? Bunun için şirketler AR-GE denilen araştırmaları kime yaptırsın? Parasını verip dışarıya mı, yoksa parasını verip kendi üniversitelerimize mi?! Araştırmacılık bu yolla yabancı üniversitelerde gelişsin de bizde gelişmesin mi?!
Hattatların matbaaya karşı çıkması gibi bir gericiliktir bu.
Elbette kalite kontrolü
1980 yılında on bin çalışan nüfusa düşen bilimsel ve teknolojik araştırmacı sayısı Sovyetler’de 85 iken, Amerika’da 65, Almanya’da 53’tü! Buna rağmen Sovyetler çöktü. Çünkü Sovyetler’de üniversite ve enstitülerdeki araştırmaları sanayiye akıtacak “piyasa” yoktu, “üniversite-sanayi işbirliği” yoktu!
Teziç’in raporunda, dünya üniversitelerindeki eğilimler anlatılırken, “özelleşme, küreselleşme, özerkleşme, hesap verirlik, kalite” gibi kavramlar vurgulanıyor. “Kalite kontrol” kavramını “emekçilerin köleleştirilmesi” sananlar okusun, Teziç’in raporunda “Türk üniversitelerinde Kalite Belirleme Projesi”nin hazırlandığı ama maalesef hayata geçirilemediği belirtiliyor. (Sf. 102)
Elbette üniversitelerde de kalite ve performans ölçümü olacak. ‘Salla başını, al maaşını’ çağı, karasabanla birlikte geride kaldı!
Politizasyon bilime karşı
TÜRK üniversitelerinde her gün siyasi gösteri, protesto ve çatışmanın yaşandığı 1980 öncesini inceleyen Prof. Joseph S. Szyliowicz’in uzun yazısından sadece bir tek cümle alıyorum buraya: “Fakültelerin politizasyonu akademik hayatı gerçekten imkânsız hale getirdi...”
Ve 1978 yılında, uluslararası fen bilimleri atıf indeksinde yer alan bilimsel makale sayısı Türkiye için 337, İran için 610’du!
Dikkat fen bilimlerinde İran’ın yarısı düzeyindeydik!
Üniversitelerde elbette politik özgürlük de olur... Ama unutmayalım, üniversitede öncelikli olan öğretimdir, bilimdir, araştırmadır. Szyliowicz’in anlattığı ‘politik üniversite’ kâbusunun geri gelmemesine bilhassa öğretim üyeleri dikkat etmelidir.
Son Güncelleme: Perşembe, 27 Aralık 2012 09:34
Gösterim: 1848