Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, TEOG yerine getirilen yeni liselere yerleştirme sistemini açıkladı. Yılmaz, “Eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemini getirdik" dedi.
ismet_yilmazBakan Yılmaz, liselere girişte yeni sistem tamamlandığını açıkladı. Yılmaz, "Eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemini getirdik. Bu sistemde veli ve öğrencimiz adresine en yakın okula yerleştirilecek." dedi.
Öğrencinin karşısına 5 okul çıkacak, tercih yapacak
Yılmaz, "Başvuruda öğrencinin karşısına 5 okul çıkacak, tercih yapacak." şeklinde konuştu. Yılmaz TEOG'un yerine getirilen yeni sistem hakkında şu ifadeleri kullandı:
"Bizim getirdiğimiz bu sistemde, evlatlarımızın kendi tercihlerini alacağız. Başvuru esnasında bir ekran önüne gelecek. Bu ekrandan 5 tane tercihte bulunacak. Her okul türüne göre hiçbir öğrencimizi, istemediği bir başka okul türüne yerleştirmeyeceğiz. O halde öğrencinin ve velisinin tercihi esastır burada."
Bakan Yılmaz konuyla alakalı olarak, "Bundan sonra, adres bölgelerindeki liselere farklı akademik düzeylerde farklı ilgi ve birikimdeki öğrenciler gelecek, akademik çeşitlilik sağlanacak ve bu, okulun başarı seviyesini yükseltecek." değerlendirmesinde bulundu.
Veliler, ortaokula kaydettikleri zaman evlatlarının bundan sonra hangi liseye gideceğini de bilebilecek. Dolayısıyla da ortaokulla lise arasındaki bir bağı biz kurmuş oluyoruz." diyen Milli Eğitim Bakanı Yılmaz, "Tercihe bağlı ve adrese en yakın okula yerleştirme olacağı için bu yaştaki öğrencilerin üzerinden sınav baskısı kalkmış olacaktır." dedi.
TEOG yerine liselere geçişte uygulanacak yeni sistem konusunda, "Esas gayemiz sınavsız liselere geçişi sağlayabilmektir." şeklinde konuşan Bakan Yılmaz şunları kaydetti: "Bunun için ne yapmak lazım? Bizim bütün liselerimizi fen lisesi ayarına, sosyal bilimler ayarına ve proje okulları ayarına çıkarmamız lazım. Bu yolda gerçekten çok büyük mesafe kat ettik, bunu gururla söyleyebilirim."

 

Milli Eğitim Bakanı Yılmaz Fen liseleri hakkında şu bilgileri paylaştı: "Fen lisesi sayımız 302, öğrenci sayısı 120 binin üzerinde. 12 bindi öğrenci sayısı, 120 binin üzerine çıkardık. 10 kattan fazla arttırdık. Hiçbir bölümde böyle bir artış da yok."
"İsteyen öğrencilerimizin girebileceği bir sınav hazırladık"
Milli Eğitim Bakanı Yılmaz, "Ülke genelinde belirlediğimiz farklı illerdeki sınırlı sayıdaki okulumuza sadece isteyen 8. sınıf öğrencilerimizin girebileceği bir sınav hazırladık, isteğe bağlı. Bu liselerin ismini ve sayısını mayıs ayı gibi açıklayacağız." diye konuştu.
"Yeni sistemin temel felsefesi sınava girmek isteğe bağlı"
Yeni sistemin temel felsefesinin sınava girmenin isteğe bağlı olduğuna dikkat çeken Bakan Yılmaz, "Velilerimiz çocuklarını bu sınava ister yönlendirir isterse de yönlendirmez. Bir liseye yerleşmek için bu sınava girmek zorunlu değildir. Mevcut TEOG'da mutlaka sınava girmek zorundaydınız. Sınav mecburiyeti ortadan kalktı." ifadelerini kullandı.


> İşte yeni liselere giriş sistemi

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, TEOG yerine getirilen yeni liselere yerleştirme sistemini açıkladı. Yılmaz, “Eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemini getirdik" dedi.
ismet_yilmazBakan Yılmaz, liselere girişte yeni sistem tamamlandığını açıkladı. Yılmaz, "Eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemini getirdik. Bu sistemde veli ve öğrencimiz adresine en yakın okula yerleştirilecek." dedi.
Öğrencinin karşısına 5 okul çıkacak, tercih yapacak
Yılmaz, "Başvuruda öğrencinin karşısına 5 okul çıkacak, tercih yapacak." şeklinde konuştu. Yılmaz TEOG'un yerine getirilen yeni sistem hakkında şu ifadeleri kullandı:
"Bizim getirdiğimiz bu sistemde, evlatlarımızın kendi tercihlerini alacağız. Başvuru esnasında bir ekran önüne gelecek. Bu ekrandan 5 tane tercihte bulunacak. Her okul türüne göre hiçbir öğrencimizi, istemediği bir başka okul türüne yerleştirmeyeceğiz. O halde öğrencinin ve velisinin tercihi esastır burada."
Bakan Yılmaz konuyla alakalı olarak, "Bundan sonra, adres bölgelerindeki liselere farklı akademik düzeylerde farklı ilgi ve birikimdeki öğrenciler gelecek, akademik çeşitlilik sağlanacak ve bu, okulun başarı seviyesini yükseltecek." değerlendirmesinde bulundu.
Veliler, ortaokula kaydettikleri zaman evlatlarının bundan sonra hangi liseye gideceğini de bilebilecek. Dolayısıyla da ortaokulla lise arasındaki bir bağı biz kurmuş oluyoruz." diyen Milli Eğitim Bakanı Yılmaz, "Tercihe bağlı ve adrese en yakın okula yerleştirme olacağı için bu yaştaki öğrencilerin üzerinden sınav baskısı kalkmış olacaktır." dedi.
TEOG yerine liselere geçişte uygulanacak yeni sistem konusunda, "Esas gayemiz sınavsız liselere geçişi sağlayabilmektir." şeklinde konuşan Bakan Yılmaz şunları kaydetti: "Bunun için ne yapmak lazım? Bizim bütün liselerimizi fen lisesi ayarına, sosyal bilimler ayarına ve proje okulları ayarına çıkarmamız lazım. Bu yolda gerçekten çok büyük mesafe kat ettik, bunu gururla söyleyebilirim."

 

Milli Eğitim Bakanı Yılmaz Fen liseleri hakkında şu bilgileri paylaştı: "Fen lisesi sayımız 302, öğrenci sayısı 120 binin üzerinde. 12 bindi öğrenci sayısı, 120 binin üzerine çıkardık. 10 kattan fazla arttırdık. Hiçbir bölümde böyle bir artış da yok."
"İsteyen öğrencilerimizin girebileceği bir sınav hazırladık"
Milli Eğitim Bakanı Yılmaz, "Ülke genelinde belirlediğimiz farklı illerdeki sınırlı sayıdaki okulumuza sadece isteyen 8. sınıf öğrencilerimizin girebileceği bir sınav hazırladık, isteğe bağlı. Bu liselerin ismini ve sayısını mayıs ayı gibi açıklayacağız." diye konuştu.
"Yeni sistemin temel felsefesi sınava girmek isteğe bağlı"
Yeni sistemin temel felsefesinin sınava girmenin isteğe bağlı olduğuna dikkat çeken Bakan Yılmaz, "Velilerimiz çocuklarını bu sınava ister yönlendirir isterse de yönlendirmez. Bir liseye yerleşmek için bu sınava girmek zorunlu değildir. Mevcut TEOG'da mutlaka sınava girmek zorundaydınız. Sınav mecburiyeti ortadan kalktı." ifadelerini kullandı.


Son Güncelleme: Pazar, 05 Kasım 2017 12:34

Gösterim: 2263

Sabancı Vakfı, Hibe Programları kapsamında destek verdiği sivil toplum kuruluşlarını “Ekim Zamanı Deneyim Paylaşım” toplantısında bir araya getirdi.

guler_sabanciSabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın ev sahipliğinde 25 Ekim’de gerçekleşen toplantıda, 2016-2017 yıllarında Sabancı Vakfı’ndan hibe desteği alan 6 sivil toplum kuruluşu (STK) projelerinin hikayelerini katılımcılarla paylaştı. Türkiye’de hibe programlarını uygulayan ilk vakıf olan Sabancı Vakfı, 10 yılda 137 projeye 16 milyon TL hibe desteği verdi. Vakıf, kadın, genç ve engelli bireylerin karşı karşıya kaldıkları toplumsal sorunların çözümü için projeler hayata geçiren STK’lara sadece hibe desteği değil, aynı zamanda bilgi ve tecrübe desteği de sağlıyor.

Sabancı Vakfı’nın 10 yıldır Hibe Programlarını yürüttüğünü belirten Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, “Vakfımız, Sadıka Sabancı’nın, bir yüce Anadolu kadınının, tüm mal varlığını bağışlamasıyla 1974 yılında kuruldu. 43 yıldır ‘insan sevgisiyle’ ve ‘Bu topraklardan kazandıklarımızı bu toprakların insanlarıyla paylaşmak’ ilkesiyle çalışıyoruz. Kuruluşumuzdan 2006 yılına kadar toplumla paylaşmak anlayışını benimsedik. Bu anlayışla ülkemize pek çok kalıcı eser kazandırdık; eğitim, kültür-sanat ve spor alanlarında başarılı bireyleri destekledik. 2007 yılından bu yana ise toplumla paylaşmaya devam ederken, toplumsal meselelerin çözümüne destek olmayı da görev edindik. Bu dönemde kadınlar, gençler ve engellilerin karşılaştıkları sorunların çözümü için çalışan sivil toplum kuruluşlarını ve fark yaratan kişileri desteklemeye başladık. Türkiye’de hibe programlarını uygulayan ilk vakıf olarak verdiğimiz bu hibelerle sivil toplumun güçlenmesini hedef aldık” dedi.

“Hibe Programlarımızın yıllık bütçesini 2 milyon TL’ye çıkardık”
Geçtiğimiz yıl bir strateji çalışması yaparak deneyimleri ve değişen toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda yeni yol haritasını benimsediklerini belirten Sabancı, “Önümüzdeki dönem için yarattığımız etkiyi daha da güçlendirmek amacıyla ‘kalıcı etki yaratma’ anlayışını benimsedik. Hibe Programlarımızın faaliyetlerimiz içindeki payını artırdık. Yıllık bütçesini 2 milyon TL’ye çıkardık. Bu sayede desteklediğimiz projelerin derinleşmesini ve etkisinin daha da büyümesini sağlayacağız. Kadın, genç ve engelli bireylere yönelik projeler geliştiren sivil toplum kuruluşlarıyla daha uzun vadeli işbirlikleri kuracağız. Bu çerçevede yeni alanlarda da çalışmaya başladık. Türkiye’de son yıllarda önemli toplumsal bir mesele olan mülteci konusunu da gündemimize aldık. Bundan sonra da ihtiyacın yoğun olduğu alanlarda toplumsal meselelerin çözümüne katkıda bulunmak ve kalıcı etki yaratmak için çalışmalarımızı sürdüreceğiz” dedi.

Sivil toplum kuruluşları Sabancı Vakfı Hibe Programları ile güçlendi
Hibe Programları kapsamında 10 yılda 137 projeye 16 milyon TL hibe desteği verdiklerini belirten Sabancı, “Hibe programlarımızla Türkiye’nin her bölgesinde yüzbinlerce insanın hayatına dokunduk. Erken yaşta evliliklerle mücadele sorunu toplumsal düzeyde kabul gördü. ‘Bizim böyle bir sorunumuz yok’ diyen erkekler bile meseleyi sahiplenmeye başladılar. Ayrımcılığa maruz kalan engelli üniversite öğrencileri, engelsiz kampüsler kurmak üzere yola çıktılar. Down sendromlu gençler çalışmaya ve kazandıkları parayla arkadaşlarına yemek ısmarlamaya başladılar. En önemlisi de, güçlenen sivil toplum kuruluşları, başka hibe destekleri bulmaya başladı” dedi.

Sivil toplum kuruluşlarına sağladıkları desteğin sadece maddi destekle sınırlı kalmadığını belirten Sabancı, onlara aynı zamanda proje yönetimi, bütçe izleme ve iletişim konularında da destek verdiklerini ifade etti.

Hibe Programı kapsamında desteklenen projelerin öykülerinin yer aldığı ‘Ekim Zamanı Hibe Programı Öyküleri’ kitabına www.sabancivakfi.org adresinden ulaşılabiliyor.

> Sabancı Vakfı, 10 yılda 137 projeye 16 milyon TL destek verdi

Sabancı Vakfı, Hibe Programları kapsamında destek verdiği sivil toplum kuruluşlarını “Ekim Zamanı Deneyim Paylaşım” toplantısında bir araya getirdi.

guler_sabanciSabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın ev sahipliğinde 25 Ekim’de gerçekleşen toplantıda, 2016-2017 yıllarında Sabancı Vakfı’ndan hibe desteği alan 6 sivil toplum kuruluşu (STK) projelerinin hikayelerini katılımcılarla paylaştı. Türkiye’de hibe programlarını uygulayan ilk vakıf olan Sabancı Vakfı, 10 yılda 137 projeye 16 milyon TL hibe desteği verdi. Vakıf, kadın, genç ve engelli bireylerin karşı karşıya kaldıkları toplumsal sorunların çözümü için projeler hayata geçiren STK’lara sadece hibe desteği değil, aynı zamanda bilgi ve tecrübe desteği de sağlıyor.

Sabancı Vakfı’nın 10 yıldır Hibe Programlarını yürüttüğünü belirten Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, “Vakfımız, Sadıka Sabancı’nın, bir yüce Anadolu kadınının, tüm mal varlığını bağışlamasıyla 1974 yılında kuruldu. 43 yıldır ‘insan sevgisiyle’ ve ‘Bu topraklardan kazandıklarımızı bu toprakların insanlarıyla paylaşmak’ ilkesiyle çalışıyoruz. Kuruluşumuzdan 2006 yılına kadar toplumla paylaşmak anlayışını benimsedik. Bu anlayışla ülkemize pek çok kalıcı eser kazandırdık; eğitim, kültür-sanat ve spor alanlarında başarılı bireyleri destekledik. 2007 yılından bu yana ise toplumla paylaşmaya devam ederken, toplumsal meselelerin çözümüne destek olmayı da görev edindik. Bu dönemde kadınlar, gençler ve engellilerin karşılaştıkları sorunların çözümü için çalışan sivil toplum kuruluşlarını ve fark yaratan kişileri desteklemeye başladık. Türkiye’de hibe programlarını uygulayan ilk vakıf olarak verdiğimiz bu hibelerle sivil toplumun güçlenmesini hedef aldık” dedi.

“Hibe Programlarımızın yıllık bütçesini 2 milyon TL’ye çıkardık”
Geçtiğimiz yıl bir strateji çalışması yaparak deneyimleri ve değişen toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda yeni yol haritasını benimsediklerini belirten Sabancı, “Önümüzdeki dönem için yarattığımız etkiyi daha da güçlendirmek amacıyla ‘kalıcı etki yaratma’ anlayışını benimsedik. Hibe Programlarımızın faaliyetlerimiz içindeki payını artırdık. Yıllık bütçesini 2 milyon TL’ye çıkardık. Bu sayede desteklediğimiz projelerin derinleşmesini ve etkisinin daha da büyümesini sağlayacağız. Kadın, genç ve engelli bireylere yönelik projeler geliştiren sivil toplum kuruluşlarıyla daha uzun vadeli işbirlikleri kuracağız. Bu çerçevede yeni alanlarda da çalışmaya başladık. Türkiye’de son yıllarda önemli toplumsal bir mesele olan mülteci konusunu da gündemimize aldık. Bundan sonra da ihtiyacın yoğun olduğu alanlarda toplumsal meselelerin çözümüne katkıda bulunmak ve kalıcı etki yaratmak için çalışmalarımızı sürdüreceğiz” dedi.

Sivil toplum kuruluşları Sabancı Vakfı Hibe Programları ile güçlendi
Hibe Programları kapsamında 10 yılda 137 projeye 16 milyon TL hibe desteği verdiklerini belirten Sabancı, “Hibe programlarımızla Türkiye’nin her bölgesinde yüzbinlerce insanın hayatına dokunduk. Erken yaşta evliliklerle mücadele sorunu toplumsal düzeyde kabul gördü. ‘Bizim böyle bir sorunumuz yok’ diyen erkekler bile meseleyi sahiplenmeye başladılar. Ayrımcılığa maruz kalan engelli üniversite öğrencileri, engelsiz kampüsler kurmak üzere yola çıktılar. Down sendromlu gençler çalışmaya ve kazandıkları parayla arkadaşlarına yemek ısmarlamaya başladılar. En önemlisi de, güçlenen sivil toplum kuruluşları, başka hibe destekleri bulmaya başladı” dedi.

Sivil toplum kuruluşlarına sağladıkları desteğin sadece maddi destekle sınırlı kalmadığını belirten Sabancı, onlara aynı zamanda proje yönetimi, bütçe izleme ve iletişim konularında da destek verdiklerini ifade etti.

Hibe Programı kapsamında desteklenen projelerin öykülerinin yer aldığı ‘Ekim Zamanı Hibe Programı Öyküleri’ kitabına www.sabancivakfi.org adresinden ulaşılabiliyor.

Son Güncelleme: Çarşamba, 25 Ekim 2017 15:43

Gösterim: 1916

YÖK Başkanı Yekta Saraç, yeni üniversiteye giriş sistemini canlı yayında açıkladı. İşte YÖK Başkanı Saraç’ın açıklamaları:
yokSınavın adı Yükseköğretim Kurumları Sınavı. Bütün dikkatimizi ve gayretimizi lise eğitimine tevcih etmemiz lazım. Bu yüzden sınavı bir hafta sonunda bitirmeyi planladık.
Türkçe ve matematik bu sınavın temelinde olacaktır. Bu vurgu diğer müfredatın sorulmayacağı anlamına gelmemektedir. Milli eğitim müfredatı esas alınacaktır. Ailelerimiz ve öğrencilerimiz asla tedirgin olmasınlar.
Öğrencilerimiz çalışma yöntemlerini değiştirmesinler sıkı sıkıya derslerine sarılsınlar. Bu yeni düzenleme ile dünyadaki iyi uygulamaları da dikkate alarak daha yalın daha sadece daha sistemli ve yönetilebilir hale getirmeyi istiyoruz.
Sınavda adaylar iki ayrı oturuma katılacaklar. İlk oturumda temel yeterlilik testi olacak. Muhakeme akıl yürütmek odaklı sözle ve sayısal becerileri test edilecek.
2 oturumlu bir sınav olacak. Yabancı dil sınavı ise Pazar günü tek oturumda gerçekleşecek. Bütün adayların birinci oturuma girmesi zorunludur. Birinci oturumdan sonra öğle arası verilecektir.
Birinci oturumda 40 Türkçe 40 matematik sorusu sorulacaktır. Bu sınavın sonucu adayların temel yeterlilik puanını belirleyecektir. Bu test yani temel yeterlilik testi baraj puanlarını belirleyecektir. Puanın en az 150 olması gerekmektedir. 180 ve üzeri puanlı adaylar lisans programlarını seçmeye hak kanacaktır. 200 ve üzeri puanı olanların bu puanı bir sonraki sene için de geçerli olacaktır.
2.oturumda edebiyat coğrafya sosyal bilimler matematik ve fen bilimleri olmak üzere 4 test olacaktır.
Yerleştirmede ön lisans puanlarında temel yeterlilik puanı esas alınacaktır. Lisans puan türünde ise 4 puan türü esas alınacaktır. Sözel sayısal eşit ağırlık ve dil. Temel yeterlilik testinin ağırlığı yüzde 40 olacaktır. Ortaöğretim başarı puanını hesaplanmasına herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir.

'YALIN, SADE, KOLAY ANLAŞILABİLİR, KOLAY YÖNETİLEBİLİR'
Özetle yeni sistemimiz daha yalın sade kolay anlaşılabilir ve kolay yönetilebilirdir. Türk yükseköğretimi için çok önemli bir eşiği atlıyoruz. Bu, Temel yeterlilik puanının oluşturulması ve temel yeterlilik sınavının oluşturulmasıdır.
Sınavın tarihi belli oldu mu?
Bu giriş sisteminin usul ve esaslarının belirlenmesi YÖK’e has. Ama ÖSYM’nin de bir sınav takvimi var. ÖSYM başkanı ile bu hususu müzakere edeceğiz.
Sınav sürelerine ilişkin bir karar alındı mı?
Stres yaşamamaları için gereken sürenin tespiti hususunda hem eğitim bilimcilerden hem de psikologlardan görüş alıyoruz.
Birinci oturum çok m daha kısa bir müddet olacak.

Toplamda bütününde soru başına düşen dakika hesaplarına baktığımızda bu 2006-2009 yılları arasında bir dakika idi. Daha sonra 1,5-1,7 arasında süre veriliyordu. Önceliğimiz adaylarımızın rahat ve huzur içinde bu sınavı yapacak süreye sahip olmaları.
Yeni sınav sistemi ne zaman uygulanmaya başlanacak?
Bu yıl ilk sınavda uygulanacak bu sistem. Hiç vakit kaybetmeden bu sene uygulamaya başlıyoruz.
Aday yeniden sınava girip önceki senden daha düşük puan alırsa yine de eski puanını kullanabilecek mi?
İstediği puanı kullanır. Biz mümkün olduğunca adaylarımızın rahat bir sınav süreci geçirmesini istiyoruz.
15 dakika kuralı değişecek mi?
Bu sınavın usul ve esasları değil uygulanmasıyla ilgili bir husus. ÖSYM başkanımızla bu husus da masaya yatırdık. Zannederim ki geçen sene yaşanan sıkıntılar bu sene yaşanmayacak. Bir takım güvenlik endişeleri var. Ama bu güvenlik endişeyle sınav konforu arasında bir denge tutturmamız lazım.

> Üniversiteye giriş sistemi açıklandı

YÖK Başkanı Yekta Saraç, yeni üniversiteye giriş sistemini canlı yayında açıkladı. İşte YÖK Başkanı Saraç’ın açıklamaları:
yokSınavın adı Yükseköğretim Kurumları Sınavı. Bütün dikkatimizi ve gayretimizi lise eğitimine tevcih etmemiz lazım. Bu yüzden sınavı bir hafta sonunda bitirmeyi planladık.
Türkçe ve matematik bu sınavın temelinde olacaktır. Bu vurgu diğer müfredatın sorulmayacağı anlamına gelmemektedir. Milli eğitim müfredatı esas alınacaktır. Ailelerimiz ve öğrencilerimiz asla tedirgin olmasınlar.
Öğrencilerimiz çalışma yöntemlerini değiştirmesinler sıkı sıkıya derslerine sarılsınlar. Bu yeni düzenleme ile dünyadaki iyi uygulamaları da dikkate alarak daha yalın daha sadece daha sistemli ve yönetilebilir hale getirmeyi istiyoruz.
Sınavda adaylar iki ayrı oturuma katılacaklar. İlk oturumda temel yeterlilik testi olacak. Muhakeme akıl yürütmek odaklı sözle ve sayısal becerileri test edilecek.
2 oturumlu bir sınav olacak. Yabancı dil sınavı ise Pazar günü tek oturumda gerçekleşecek. Bütün adayların birinci oturuma girmesi zorunludur. Birinci oturumdan sonra öğle arası verilecektir.
Birinci oturumda 40 Türkçe 40 matematik sorusu sorulacaktır. Bu sınavın sonucu adayların temel yeterlilik puanını belirleyecektir. Bu test yani temel yeterlilik testi baraj puanlarını belirleyecektir. Puanın en az 150 olması gerekmektedir. 180 ve üzeri puanlı adaylar lisans programlarını seçmeye hak kanacaktır. 200 ve üzeri puanı olanların bu puanı bir sonraki sene için de geçerli olacaktır.
2.oturumda edebiyat coğrafya sosyal bilimler matematik ve fen bilimleri olmak üzere 4 test olacaktır.
Yerleştirmede ön lisans puanlarında temel yeterlilik puanı esas alınacaktır. Lisans puan türünde ise 4 puan türü esas alınacaktır. Sözel sayısal eşit ağırlık ve dil. Temel yeterlilik testinin ağırlığı yüzde 40 olacaktır. Ortaöğretim başarı puanını hesaplanmasına herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir.

'YALIN, SADE, KOLAY ANLAŞILABİLİR, KOLAY YÖNETİLEBİLİR'
Özetle yeni sistemimiz daha yalın sade kolay anlaşılabilir ve kolay yönetilebilirdir. Türk yükseköğretimi için çok önemli bir eşiği atlıyoruz. Bu, Temel yeterlilik puanının oluşturulması ve temel yeterlilik sınavının oluşturulmasıdır.
Sınavın tarihi belli oldu mu?
Bu giriş sisteminin usul ve esaslarının belirlenmesi YÖK’e has. Ama ÖSYM’nin de bir sınav takvimi var. ÖSYM başkanı ile bu hususu müzakere edeceğiz.
Sınav sürelerine ilişkin bir karar alındı mı?
Stres yaşamamaları için gereken sürenin tespiti hususunda hem eğitim bilimcilerden hem de psikologlardan görüş alıyoruz.
Birinci oturum çok m daha kısa bir müddet olacak.

Toplamda bütününde soru başına düşen dakika hesaplarına baktığımızda bu 2006-2009 yılları arasında bir dakika idi. Daha sonra 1,5-1,7 arasında süre veriliyordu. Önceliğimiz adaylarımızın rahat ve huzur içinde bu sınavı yapacak süreye sahip olmaları.
Yeni sınav sistemi ne zaman uygulanmaya başlanacak?
Bu yıl ilk sınavda uygulanacak bu sistem. Hiç vakit kaybetmeden bu sene uygulamaya başlıyoruz.
Aday yeniden sınava girip önceki senden daha düşük puan alırsa yine de eski puanını kullanabilecek mi?
İstediği puanı kullanır. Biz mümkün olduğunca adaylarımızın rahat bir sınav süreci geçirmesini istiyoruz.
15 dakika kuralı değişecek mi?
Bu sınavın usul ve esasları değil uygulanmasıyla ilgili bir husus. ÖSYM başkanımızla bu husus da masaya yatırdık. Zannederim ki geçen sene yaşanan sıkıntılar bu sene yaşanmayacak. Bir takım güvenlik endişeleri var. Ama bu güvenlik endişeyle sınav konforu arasında bir denge tutturmamız lazım.

Son Güncelleme: Perşembe, 12 Ekim 2017 12:28

Gösterim: 2235

ABD’li tanınmış eğitim ekonomisti Eric Hanushek, Ankara’da, TED Üniversitesi’nde verdiği, “Beceriler ve Ulusların Ekonomik Geleceği” başlıklı konferansında, Türkiye’nin “eğitim kalitesini artırarak” elde edeceği kazanımların inanılmaz derecede yüksek olacağını vurguladı.

eric_hanushekTürk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu TEDMEM tarafından düzenlenen 21 Eylül tarihli “TEDMEM Kürsü” etkinliğine konuk Eric Hanushek, eğitim gündeminin son 30 yılında önemli tartışmalara yön veren pek çok çalışmaya imza atmış bir isim… Halen Stanford Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdüren Hanushek, 1980’li yıllardan bu yana eğitim çevrelerinin ilgiyle takip ettiği ve yararlandığı kritik konu başlıkları üzerine analizleriyle tanınıyor. Eğitim harcamalarıyla öğrenci performansı arasındaki ilişki, sınıf büyüklüğünün azaltılması, öğretmen niteliğinin ölçülmesi, becerilerin ekonomideki karşılığı gibi çalışmalarıyla eğitim politikalarını etkileyen öncü isimlerden biri olan Hanushek, Ankara’da, TED Üniversite’sinde verdiği konferansta, ekonomik büyüme - eğitim ilişkisi üzerine görüşlerini sayısal veriler eşliğinde aktardı. Türkiye dahil çok sayıda dünya ülkesinden öğrencilerin PISA ve diğer uluslararası sınavlarda aldığı sonuçları, bu ülkelerin ekonomik büyüme oranlarıyla ilişkilendirerek değerlendiren Hanushek, vardığı sonucu özetle şu başlıklar altında aktardı:
* Günümüzde insanların okula devam ettiği sürelerle ülkelerinin “ekonomik büyüme” oranı arasında belirleyici bir ilişkiden söz edemeyiz. Ekonomik büyüme ile asıl bağlantısı olan, insanların matematik ve bilimle ilgili bilgi düzeyleri… Geçmiş dönemde Birleşmiş Milletler’in hedefi, herkesin ilkokulu bitirmesini sağlamaktı. Böylelikle bütün dünyada insanların en azından düşük seviyede bir eğitim almasının sağlanması arzulanıyordu. Ama insanlar okula gidiyor, buna karşın bir şey öğrenmiyorlardı. Türkiye’deki durum da bu şekildeydi…
* İktisatçılar çok uzun bir süre ekonomik büyümeyi incelediler. 1960 – 2000 döneminde insanların eğitim alma süresi uzadıkça ülkelerinin ekonomik büyüme oranlarının da artmış olduğu görülmekte… İnsanların zorunlu eğitime devam ettiği yılların uzunluğu ile ülkenin ekonomik büyüme oranı arasında, belirttiğimiz dönem için, pozitif bir ilişki görülüyor. Ama kurmamız gereken doğru ilişki bu değil. Günümüzde sadece okul yıllarına değil, eğitim kalitesine de bakmamız gerekiyor. Türkiye’ye baktığınızda insanların zorunlu olarak eğitim aldığı yıllar süre olarak uzamış, fakat daha büyük problem okulların kalitesinin iyileştirilememesi…
* PISA sistemini biliyorsunuz; OECD bir matematik problemini alıyor, bütün dünyada okula devam eden 15 yaşındaki öğrencilerin çözmesini istiyor. Ve ona göre bir değerlendirme yapıyor. Bu sınavın sonuçlarından hareketle öğrencilerin temel matematik beceriler konusundaki durumuna bakıldığında görülüyor ki; Türkiye’de sınava katılan öğrencilerin %36’sı basit sorulara cevap verememiş… Mesela “Kaliforniya’dan İstanbul’a uçak bileti 2500 dolardır. Dolar ve Euro arasındaki değişim oranı 1’e 1.2 olarak alındığında, bilet fiyatı kaç Euro eder?” gibi basit bir matematik sorusunu 15 yaşındaki öğrencilerin %36’sı yanıtlayamamış. Tabii, okula devam etmeyen 15 yaş çocukları daha da büyük sıkıntı yaşayabileceklerdir böyle bir soru karşısında. Okullardaki eğitimin kalitesi iyileştirildiğinde, insanlar böyle basit bir problemi rahatlıkla çözecek seviyeye getirildiklerinde, bu gelişme Türk ekonomisinin gelişmesine katkı yapacak mı, bunlar arasında bir nedensellik ilişkisi gerçekten var mıdır, büyüme oranları bu gibi konulardan da etkileniyor mu diye düşünenler mutlaka vardır. Bu konuda yanıt olarak şu tabloyu göstermek isterim: Bir dizi ülke var bunda: Uzun vadede uluslararası sınavlara, testlere katılmış, öğrencileri başarılı olmuş ve diğer taraftan kayda değer ekonomik büyüme yaşamış ülkeler… İlk iki sırada Japonya ve Kore var. Uluslararası sınavlarda yıllar içinde çok yüksek puanlar elde etmişler. Keza, eğitim kalitesini yükseltmekten söz edildiğinde bütün dünyanın kahramanı Finlandiya, ön sıralarda… Evet, okullarınızı iyileştirdiğiniz zaman ekonominizi de iyileştirmiş olursunuz. Son 50 yıllık gelişmeler ve sayısal veriler bunu bize kanıtlıyor…
* Ülkelerin ekonomik büyüme oranları ve öğrencilerinin uluslararası sınavlarda elde ettiği puanlar geleceğe ışık tutuyor… Peki Türk öğrencilerin elde ettiği test sonuçları önümüzdeki 80 yıl içerisinde elde edilecek GSYİH konusunda ne anlatır bize? Önümüzdeki süreçte Türkiye’de herkes ortaokulu bitirir ve ortaokulu bitiren herkes de - az önce örnek verdiğim türden - basit matematik problemlerini çözebilir seviyeye getirilebilirse gayrı safi yurt içi hasılada %8,5’luk bir artış elde etmek mümkün. Bu çok büyük bir gelir artışıdır ve böyle bir iyileşme ülkeyi alıp yüksek gelirli ülkeler arasına sokar.

* Bir başka basit örnek vereyim: 2015 yılı PISA matematik sonuçlarında Bulgaristan ve Romanya, Türkiye’nin birkaç basamak yukarısında yer alıyor. Yani PISA sonuçlarına göre Bulgaristan ve Romanyalı çocuklar matematik problemlerini Türk yaşıtlarından biraz daha iyi çözebiliyor. Türkiye’nin eğitim kalitesini Bulgaristan ve Romanya seviyesine getirdiğini varsayalım. Bu gelişmeyle Türkiye’nin GSYİH’sında sağlayabileceği artış %5.4 gibi ciddi bir orandır.
* Okullarda sözünü ettiğimiz türde bir iyileştirmenin başarılabilmesi için 15 yıllık bir plana ihtiyaç var. Yani elleri göğe açıp “Durum iyileşsin!” diye beklemekle olmayacak. Politika seçeneklerine bakacak olursak, bunlardan ilki, nispeten geleneksel bir seçenektir… Buna göre, bütün Türk çocuklarının okula kaydedilmesi ve ortaöğretimi bitirmeleri gerekiyor. İkincisi, halihazırda okula devam eden çocukların eğitim kalitesinin yükseltilmesi, bir başka deyişle, az önce konu ettiğimiz Dolar/Euro problemini çok kolay bir şekilde çözebilecekleri seviyeye getirilmeleri, yani temel beceriler bakımından eşitlenmeleridir.
* İnsanların hem matematikte, hem okuryazarlıkta, hem bilimde daha fazla bilgiye sahip olduklarında daha fazla gelire sahip oldukları bilinen bir gerçek. OECD’nin “Uluslararası Yetişkin Becerileri Değerlendirme Programı” araştırması da bu gerçeği doğruluyor. Bu program kapsamında 30’dan fazla ülkede 15-65 yaş arası yetişkinlerin durumu incelenmiş... Aynı PISA testinde olduğu gibi, bu insanların matematik ve okuma testlerini çözüp çözemediklerine bakılıyor, gelir seviyeleri de dikkate alınarak şu sonuca varılıyor. Ülke nüfuslarını oluşturan bireyler daha bilgili olduklarında gelir seviyeleri de yükseliyor.
* Matematik sayısal bilgi ve becerinin getirisi, insanları yeniliğe, yeni şeylere daha kolay adapte olabilir hale getirmesi… Dolayısıyla eğitimli insanlar, dünyada bir değişiklik olduğunda, yeni bir dünya oluştuğunda buna adapte olabiliyorlar. Türkiye büyüdükçe, ekonomik büyümeyle gelen değişikliklere adapte olabilmek için Türk insanının daha fazla bilgiye, daha fazla beceriye sahip olması gerekiyor.

NELER YAPILABİLİR?
* Dünyada eğitimle ilgili bir tartışma olduğunda ilk duyduğumuz tümcelerden biri şu oluyor: “Eğer okulları geliştirmek istiyorsak, okullara daha fazla kaynak sağlamalıyız.” Ancak dünyadaki uygulamalarla ilgili veri ve sonuçlara baktığımızda sadece okullara daha fazla para vermenin okul kalitesini değiştirmediğini görüyoruz. Esas olan, okullara daha fazla kaynak ayırmak değil, bu paranın nasıl harcandığıdır. Daha fazla para harcandığında öğrenciler otomatikman daha başarılı hale gelmiyor. Burada çok dikkat etmemiz gereken bir şey var: “Para harcamanın kesinlikle hiçbir etkisi yoktur, olamaz” demiyorum. Demek istediğim şu: Okullarınız için mevcut teşvik sistemlerini doğru biçimde geliştirmezseniz etkili bir değişiklik bekleyemezsiniz. Tüm uluslararası deneyimlerin bize kanıtladığı bir diğer gerçek de şu: Okul kalitesini etkileyen en önemli unsurlardan başında öğretmen kalitesi geliyor. Bu konuda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde benzer bir durum gözlüyoruz: Okullardaki öğretmen kalitesinin çok iyi olmadığını söyleyebiliriz. Öğretmenin belli bir yüksek lisans derecesine sahip olması sınıfta daha kaliteli olacağını garanti etmiyor. Tecrübeli olması, bir iki yıldan sonra çok önemli bir etkiye sahip olmuyor sınıftaki etkinliği konusunda… ABD’de biz öğretmenleri becerilerine, eğitimlerine göre belli sertifikasyonlara tabi tutuyoruz. Ancak bunun da yine çok önemli bir etki yarattığını göremiyoruz. Bazı öğretmenler diğerlerinden daha farklı oluyor. Dolayısıyla bir öğretmenin özelliklerine göre sınıflandırılması da çok yanlış olur. Bakanlıkta oturup bir yasa yazamayız bununla ilgili: “Öğretmenin özelliği budur, dolayısıyla bu sınıfa dahil edilmelidir”, diyemeyiz.
* Tüm araştırmalarla doğrulanan bir gerçek: Daha iyi öğrencilerin olduğu ülkelerde daha iyi öğretmenler var. Aslında dünya çapında öğretmenleri karşılaştırma imkanımız da var. OECD tarafından yapılan PIAAC Testi gibi çalışmalar sayesinde her ülkedeki öğretmenlerin matematik problemlerini ne kadar iyi ve kolay çözebildiğini görebiliyoruz. Çeşitli ülkelerdeki üniversite mezunlarının sayısal becerilere göre sıralanışı ve öğretmenlerin tüm üniversite mezunları arasında sayısal beceriler açısından hangi noktaya düştüğü konusuna odaklanmış araştırma sonuçları bize şunu gösteriyor: Liste başında yer alan Finlandiya’daki öğretmenlerin büyük çoğunluğunun, matematik sayısal becerileri açısından geride kalan 30 ülkenin öğretmenlerinden çok daha iyi seviyede olduğu görülüyor. Bu kategoride Japonya, Almanya, Belçika, İsveç, Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Singapur, Norveç ve Fransa sırasıyla ilk onda yer tutan diğer ülkeler… Türkiye, üniversite mezunları ve öğretmenlerinin sayısal becerileri bakımından Rusya Federasyonu ve İsrail’in hemen gerisinde, 30. sırada, Şili’nin bir basamak üstünde yer alıyor. Dolayısıyla Türkiye gibi listenin aşağı sıralarında yer alan ülkelerde ortalama bir üniversite mezununun ve ortalama bir öğretmenin Finlandiya’daki meslektaşları kadar kaliteli eğitim almamış olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Bu çalışmanın gösterdiği Türkiye’yle ilgili bir diğer sonuç da, tüm üniversite mezunlarına ait skor dağılımları sonucunda Türk öğretmenlerinin orta seviyede bir yer edindiği gerçeği… Tabii bu kısmi bir ölçüt… Yine de politika oluştururken öğretmen kalitesinin ve dolayısıyla eğitim kalitesinin yükseltilmesi amacıyla kullanılabilecek bir veri…
* Eğitim kalitesini artıran şeylerden birinin merkezi sınav olduğu, bunun yararı ve etkinliği uluslararası araştırmalar ve kanıtlarla da destekleniyor. Çünkü bütün ülkedeki okullarda öğrencilerin ne durumda olduğunu görebiliyoruz bu şekilde... Ve bunun şeffaf bir şekilde yapılması halinde okullara gerekli teşvikleri vermek mümkün olabiliyor. Bununla bağlantılı olarak yine, insanları performansları konusunda sorumlu kılan bir sistem oluşturulabilir. Üçüncü bir reform, uluslararası ölçekte yine yapılan bir uygulama: Yerel düzeyde, hatta okul düzeyinde karar verme mekanizmasının oluşturulması… Bu kapsamda insanlara nasıl eğitim vereceklerini söylemek yerine, onlara ne yapacaklarını söylüyoruz ve onların yerel düzeyde bunu nasıl yapacaklarını kendilerinin belirlemesine izin veriyoruz.

“ÖĞRENCİSİZ SİSTEMDE HİÇ SORUN KALMAYACAK!”
Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, “Son günlerde yaşadığımız tartışmalarda açıkça gördüğümüz gibi, ülkemizde eğitimin bir sorun olmaktan çıkması için fazla bir sürece ihtiyacımız kalmadı. Tahmin ediyorum ki ülkemizi yönetenler – bugün ve dün farketmez – eğitim sistemine yaklaşımları noktasında ortaya koydukları gerçeklikle yakında öğrencileri de eğitim sisteminin dışına çıkarmayı deneyecekleri için, öğrencisiz bir sistemde hiçbir sorun kalmayacağına eminim.” dedi.
Eric Hanushek’in “Beceriler ve Ulusların Ekonomik Geleceği” Konferansı’nın açış konuşmasında eğitim süreçlerinin nitelikli insan yetiştirmedeki önemine vurgu yapan Pehlivanoğlu, “21. yüzyılda ülkelerin gücü ‘kaç bin yıllık geçmişe sahip oldukları’ veya ne kadar petrol kaynağına sahip bulunduklarıyla değil, nitelikli nüfuslarıyla ölçülüyor.” diye konuştu. “Beceri” kavramının 21’inci yüzyıl ekonomilerinde geçerli küresel para birimi olarak tanımlanır hale geldiğini kaydeden Selçuk Pehlivanoğlu, “Bilgiye erişimin böylesine kolaylaştığı bir zaman diliminde bireylerin ne kadar bilgiye sahip oldukları değil, bildikleriyle neler yapabildikleri hem sosyal hem de ekonomik açıdan önemli hale gelmiştir.” diye sürdürdü. Tüm iş türlerinde mesleklerin gerektirdiği temel becerilerin yaklaşık %35'inin 2020 yılına kadar değişeceği ya da tamamen yenileneceği yönündeki öngörüleri anımsatan TED Genel Başkanı, son yıllarda gündemden düşmeyen yapay zeka, artırılmış gerçeklik, robot bilimi, nanoteknoloji, nesnelerin interneti, malzeme bilimi, 3 boyutlu yazıcılar ve sürücüsüz araçlar gibi gelişmeleri de anımsatarak şunları söyledi: “Bu gelişmelerle şimdiye kadar bir araya gelmesi ya da bir arada işlemesi mümkün olmayan sistemler yeni iş kolları yaratacaktır. Bu noktada, bireylerin ve ekonomilerin dönüşümün beraberinde getirdiği bu yeni olasılıklardan akıllıca yararlanabilmelerinin tek yolu ‘beceriler’e odaklanmaktır. Becerilere, yani insana yatırım yapan sistemlerin değişikliklere hızla uyum sağlayan ve geleceğe en çok hazır olan sistemler olduğu tartışma götürmeyen tarihi bir gerçek. Ancak ülkemizde maalesef, 15 yaş grubu öğrencilerimizin ve yetişkinlerimizin önemli bir bölümü hayata etkin katılım göstermek için gerekli temel beceriler konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadır. Ülke olarak bir taraftan eğitim sistemimizdeki temel sorunları çözmeye çalışırken diğer taraftan da önemli dönüşüm süreçlerine gençlerimizi nasıl hazırlayabileceğimizi düşünmeliyiz.”

> Eğitimde başarıyı yakalamak için 15 yıllık plan

ABD’li tanınmış eğitim ekonomisti Eric Hanushek, Ankara’da, TED Üniversitesi’nde verdiği, “Beceriler ve Ulusların Ekonomik Geleceği” başlıklı konferansında, Türkiye’nin “eğitim kalitesini artırarak” elde edeceği kazanımların inanılmaz derecede yüksek olacağını vurguladı.

eric_hanushekTürk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu TEDMEM tarafından düzenlenen 21 Eylül tarihli “TEDMEM Kürsü” etkinliğine konuk Eric Hanushek, eğitim gündeminin son 30 yılında önemli tartışmalara yön veren pek çok çalışmaya imza atmış bir isim… Halen Stanford Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdüren Hanushek, 1980’li yıllardan bu yana eğitim çevrelerinin ilgiyle takip ettiği ve yararlandığı kritik konu başlıkları üzerine analizleriyle tanınıyor. Eğitim harcamalarıyla öğrenci performansı arasındaki ilişki, sınıf büyüklüğünün azaltılması, öğretmen niteliğinin ölçülmesi, becerilerin ekonomideki karşılığı gibi çalışmalarıyla eğitim politikalarını etkileyen öncü isimlerden biri olan Hanushek, Ankara’da, TED Üniversite’sinde verdiği konferansta, ekonomik büyüme - eğitim ilişkisi üzerine görüşlerini sayısal veriler eşliğinde aktardı. Türkiye dahil çok sayıda dünya ülkesinden öğrencilerin PISA ve diğer uluslararası sınavlarda aldığı sonuçları, bu ülkelerin ekonomik büyüme oranlarıyla ilişkilendirerek değerlendiren Hanushek, vardığı sonucu özetle şu başlıklar altında aktardı:
* Günümüzde insanların okula devam ettiği sürelerle ülkelerinin “ekonomik büyüme” oranı arasında belirleyici bir ilişkiden söz edemeyiz. Ekonomik büyüme ile asıl bağlantısı olan, insanların matematik ve bilimle ilgili bilgi düzeyleri… Geçmiş dönemde Birleşmiş Milletler’in hedefi, herkesin ilkokulu bitirmesini sağlamaktı. Böylelikle bütün dünyada insanların en azından düşük seviyede bir eğitim almasının sağlanması arzulanıyordu. Ama insanlar okula gidiyor, buna karşın bir şey öğrenmiyorlardı. Türkiye’deki durum da bu şekildeydi…
* İktisatçılar çok uzun bir süre ekonomik büyümeyi incelediler. 1960 – 2000 döneminde insanların eğitim alma süresi uzadıkça ülkelerinin ekonomik büyüme oranlarının da artmış olduğu görülmekte… İnsanların zorunlu eğitime devam ettiği yılların uzunluğu ile ülkenin ekonomik büyüme oranı arasında, belirttiğimiz dönem için, pozitif bir ilişki görülüyor. Ama kurmamız gereken doğru ilişki bu değil. Günümüzde sadece okul yıllarına değil, eğitim kalitesine de bakmamız gerekiyor. Türkiye’ye baktığınızda insanların zorunlu olarak eğitim aldığı yıllar süre olarak uzamış, fakat daha büyük problem okulların kalitesinin iyileştirilememesi…
* PISA sistemini biliyorsunuz; OECD bir matematik problemini alıyor, bütün dünyada okula devam eden 15 yaşındaki öğrencilerin çözmesini istiyor. Ve ona göre bir değerlendirme yapıyor. Bu sınavın sonuçlarından hareketle öğrencilerin temel matematik beceriler konusundaki durumuna bakıldığında görülüyor ki; Türkiye’de sınava katılan öğrencilerin %36’sı basit sorulara cevap verememiş… Mesela “Kaliforniya’dan İstanbul’a uçak bileti 2500 dolardır. Dolar ve Euro arasındaki değişim oranı 1’e 1.2 olarak alındığında, bilet fiyatı kaç Euro eder?” gibi basit bir matematik sorusunu 15 yaşındaki öğrencilerin %36’sı yanıtlayamamış. Tabii, okula devam etmeyen 15 yaş çocukları daha da büyük sıkıntı yaşayabileceklerdir böyle bir soru karşısında. Okullardaki eğitimin kalitesi iyileştirildiğinde, insanlar böyle basit bir problemi rahatlıkla çözecek seviyeye getirildiklerinde, bu gelişme Türk ekonomisinin gelişmesine katkı yapacak mı, bunlar arasında bir nedensellik ilişkisi gerçekten var mıdır, büyüme oranları bu gibi konulardan da etkileniyor mu diye düşünenler mutlaka vardır. Bu konuda yanıt olarak şu tabloyu göstermek isterim: Bir dizi ülke var bunda: Uzun vadede uluslararası sınavlara, testlere katılmış, öğrencileri başarılı olmuş ve diğer taraftan kayda değer ekonomik büyüme yaşamış ülkeler… İlk iki sırada Japonya ve Kore var. Uluslararası sınavlarda yıllar içinde çok yüksek puanlar elde etmişler. Keza, eğitim kalitesini yükseltmekten söz edildiğinde bütün dünyanın kahramanı Finlandiya, ön sıralarda… Evet, okullarınızı iyileştirdiğiniz zaman ekonominizi de iyileştirmiş olursunuz. Son 50 yıllık gelişmeler ve sayısal veriler bunu bize kanıtlıyor…
* Ülkelerin ekonomik büyüme oranları ve öğrencilerinin uluslararası sınavlarda elde ettiği puanlar geleceğe ışık tutuyor… Peki Türk öğrencilerin elde ettiği test sonuçları önümüzdeki 80 yıl içerisinde elde edilecek GSYİH konusunda ne anlatır bize? Önümüzdeki süreçte Türkiye’de herkes ortaokulu bitirir ve ortaokulu bitiren herkes de - az önce örnek verdiğim türden - basit matematik problemlerini çözebilir seviyeye getirilebilirse gayrı safi yurt içi hasılada %8,5’luk bir artış elde etmek mümkün. Bu çok büyük bir gelir artışıdır ve böyle bir iyileşme ülkeyi alıp yüksek gelirli ülkeler arasına sokar.

* Bir başka basit örnek vereyim: 2015 yılı PISA matematik sonuçlarında Bulgaristan ve Romanya, Türkiye’nin birkaç basamak yukarısında yer alıyor. Yani PISA sonuçlarına göre Bulgaristan ve Romanyalı çocuklar matematik problemlerini Türk yaşıtlarından biraz daha iyi çözebiliyor. Türkiye’nin eğitim kalitesini Bulgaristan ve Romanya seviyesine getirdiğini varsayalım. Bu gelişmeyle Türkiye’nin GSYİH’sında sağlayabileceği artış %5.4 gibi ciddi bir orandır.
* Okullarda sözünü ettiğimiz türde bir iyileştirmenin başarılabilmesi için 15 yıllık bir plana ihtiyaç var. Yani elleri göğe açıp “Durum iyileşsin!” diye beklemekle olmayacak. Politika seçeneklerine bakacak olursak, bunlardan ilki, nispeten geleneksel bir seçenektir… Buna göre, bütün Türk çocuklarının okula kaydedilmesi ve ortaöğretimi bitirmeleri gerekiyor. İkincisi, halihazırda okula devam eden çocukların eğitim kalitesinin yükseltilmesi, bir başka deyişle, az önce konu ettiğimiz Dolar/Euro problemini çok kolay bir şekilde çözebilecekleri seviyeye getirilmeleri, yani temel beceriler bakımından eşitlenmeleridir.
* İnsanların hem matematikte, hem okuryazarlıkta, hem bilimde daha fazla bilgiye sahip olduklarında daha fazla gelire sahip oldukları bilinen bir gerçek. OECD’nin “Uluslararası Yetişkin Becerileri Değerlendirme Programı” araştırması da bu gerçeği doğruluyor. Bu program kapsamında 30’dan fazla ülkede 15-65 yaş arası yetişkinlerin durumu incelenmiş... Aynı PISA testinde olduğu gibi, bu insanların matematik ve okuma testlerini çözüp çözemediklerine bakılıyor, gelir seviyeleri de dikkate alınarak şu sonuca varılıyor. Ülke nüfuslarını oluşturan bireyler daha bilgili olduklarında gelir seviyeleri de yükseliyor.
* Matematik sayısal bilgi ve becerinin getirisi, insanları yeniliğe, yeni şeylere daha kolay adapte olabilir hale getirmesi… Dolayısıyla eğitimli insanlar, dünyada bir değişiklik olduğunda, yeni bir dünya oluştuğunda buna adapte olabiliyorlar. Türkiye büyüdükçe, ekonomik büyümeyle gelen değişikliklere adapte olabilmek için Türk insanının daha fazla bilgiye, daha fazla beceriye sahip olması gerekiyor.

NELER YAPILABİLİR?
* Dünyada eğitimle ilgili bir tartışma olduğunda ilk duyduğumuz tümcelerden biri şu oluyor: “Eğer okulları geliştirmek istiyorsak, okullara daha fazla kaynak sağlamalıyız.” Ancak dünyadaki uygulamalarla ilgili veri ve sonuçlara baktığımızda sadece okullara daha fazla para vermenin okul kalitesini değiştirmediğini görüyoruz. Esas olan, okullara daha fazla kaynak ayırmak değil, bu paranın nasıl harcandığıdır. Daha fazla para harcandığında öğrenciler otomatikman daha başarılı hale gelmiyor. Burada çok dikkat etmemiz gereken bir şey var: “Para harcamanın kesinlikle hiçbir etkisi yoktur, olamaz” demiyorum. Demek istediğim şu: Okullarınız için mevcut teşvik sistemlerini doğru biçimde geliştirmezseniz etkili bir değişiklik bekleyemezsiniz. Tüm uluslararası deneyimlerin bize kanıtladığı bir diğer gerçek de şu: Okul kalitesini etkileyen en önemli unsurlardan başında öğretmen kalitesi geliyor. Bu konuda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde benzer bir durum gözlüyoruz: Okullardaki öğretmen kalitesinin çok iyi olmadığını söyleyebiliriz. Öğretmenin belli bir yüksek lisans derecesine sahip olması sınıfta daha kaliteli olacağını garanti etmiyor. Tecrübeli olması, bir iki yıldan sonra çok önemli bir etkiye sahip olmuyor sınıftaki etkinliği konusunda… ABD’de biz öğretmenleri becerilerine, eğitimlerine göre belli sertifikasyonlara tabi tutuyoruz. Ancak bunun da yine çok önemli bir etki yarattığını göremiyoruz. Bazı öğretmenler diğerlerinden daha farklı oluyor. Dolayısıyla bir öğretmenin özelliklerine göre sınıflandırılması da çok yanlış olur. Bakanlıkta oturup bir yasa yazamayız bununla ilgili: “Öğretmenin özelliği budur, dolayısıyla bu sınıfa dahil edilmelidir”, diyemeyiz.
* Tüm araştırmalarla doğrulanan bir gerçek: Daha iyi öğrencilerin olduğu ülkelerde daha iyi öğretmenler var. Aslında dünya çapında öğretmenleri karşılaştırma imkanımız da var. OECD tarafından yapılan PIAAC Testi gibi çalışmalar sayesinde her ülkedeki öğretmenlerin matematik problemlerini ne kadar iyi ve kolay çözebildiğini görebiliyoruz. Çeşitli ülkelerdeki üniversite mezunlarının sayısal becerilere göre sıralanışı ve öğretmenlerin tüm üniversite mezunları arasında sayısal beceriler açısından hangi noktaya düştüğü konusuna odaklanmış araştırma sonuçları bize şunu gösteriyor: Liste başında yer alan Finlandiya’daki öğretmenlerin büyük çoğunluğunun, matematik sayısal becerileri açısından geride kalan 30 ülkenin öğretmenlerinden çok daha iyi seviyede olduğu görülüyor. Bu kategoride Japonya, Almanya, Belçika, İsveç, Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Singapur, Norveç ve Fransa sırasıyla ilk onda yer tutan diğer ülkeler… Türkiye, üniversite mezunları ve öğretmenlerinin sayısal becerileri bakımından Rusya Federasyonu ve İsrail’in hemen gerisinde, 30. sırada, Şili’nin bir basamak üstünde yer alıyor. Dolayısıyla Türkiye gibi listenin aşağı sıralarında yer alan ülkelerde ortalama bir üniversite mezununun ve ortalama bir öğretmenin Finlandiya’daki meslektaşları kadar kaliteli eğitim almamış olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Bu çalışmanın gösterdiği Türkiye’yle ilgili bir diğer sonuç da, tüm üniversite mezunlarına ait skor dağılımları sonucunda Türk öğretmenlerinin orta seviyede bir yer edindiği gerçeği… Tabii bu kısmi bir ölçüt… Yine de politika oluştururken öğretmen kalitesinin ve dolayısıyla eğitim kalitesinin yükseltilmesi amacıyla kullanılabilecek bir veri…
* Eğitim kalitesini artıran şeylerden birinin merkezi sınav olduğu, bunun yararı ve etkinliği uluslararası araştırmalar ve kanıtlarla da destekleniyor. Çünkü bütün ülkedeki okullarda öğrencilerin ne durumda olduğunu görebiliyoruz bu şekilde... Ve bunun şeffaf bir şekilde yapılması halinde okullara gerekli teşvikleri vermek mümkün olabiliyor. Bununla bağlantılı olarak yine, insanları performansları konusunda sorumlu kılan bir sistem oluşturulabilir. Üçüncü bir reform, uluslararası ölçekte yine yapılan bir uygulama: Yerel düzeyde, hatta okul düzeyinde karar verme mekanizmasının oluşturulması… Bu kapsamda insanlara nasıl eğitim vereceklerini söylemek yerine, onlara ne yapacaklarını söylüyoruz ve onların yerel düzeyde bunu nasıl yapacaklarını kendilerinin belirlemesine izin veriyoruz.

“ÖĞRENCİSİZ SİSTEMDE HİÇ SORUN KALMAYACAK!”
Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, “Son günlerde yaşadığımız tartışmalarda açıkça gördüğümüz gibi, ülkemizde eğitimin bir sorun olmaktan çıkması için fazla bir sürece ihtiyacımız kalmadı. Tahmin ediyorum ki ülkemizi yönetenler – bugün ve dün farketmez – eğitim sistemine yaklaşımları noktasında ortaya koydukları gerçeklikle yakında öğrencileri de eğitim sisteminin dışına çıkarmayı deneyecekleri için, öğrencisiz bir sistemde hiçbir sorun kalmayacağına eminim.” dedi.
Eric Hanushek’in “Beceriler ve Ulusların Ekonomik Geleceği” Konferansı’nın açış konuşmasında eğitim süreçlerinin nitelikli insan yetiştirmedeki önemine vurgu yapan Pehlivanoğlu, “21. yüzyılda ülkelerin gücü ‘kaç bin yıllık geçmişe sahip oldukları’ veya ne kadar petrol kaynağına sahip bulunduklarıyla değil, nitelikli nüfuslarıyla ölçülüyor.” diye konuştu. “Beceri” kavramının 21’inci yüzyıl ekonomilerinde geçerli küresel para birimi olarak tanımlanır hale geldiğini kaydeden Selçuk Pehlivanoğlu, “Bilgiye erişimin böylesine kolaylaştığı bir zaman diliminde bireylerin ne kadar bilgiye sahip oldukları değil, bildikleriyle neler yapabildikleri hem sosyal hem de ekonomik açıdan önemli hale gelmiştir.” diye sürdürdü. Tüm iş türlerinde mesleklerin gerektirdiği temel becerilerin yaklaşık %35'inin 2020 yılına kadar değişeceği ya da tamamen yenileneceği yönündeki öngörüleri anımsatan TED Genel Başkanı, son yıllarda gündemden düşmeyen yapay zeka, artırılmış gerçeklik, robot bilimi, nanoteknoloji, nesnelerin interneti, malzeme bilimi, 3 boyutlu yazıcılar ve sürücüsüz araçlar gibi gelişmeleri de anımsatarak şunları söyledi: “Bu gelişmelerle şimdiye kadar bir araya gelmesi ya da bir arada işlemesi mümkün olmayan sistemler yeni iş kolları yaratacaktır. Bu noktada, bireylerin ve ekonomilerin dönüşümün beraberinde getirdiği bu yeni olasılıklardan akıllıca yararlanabilmelerinin tek yolu ‘beceriler’e odaklanmaktır. Becerilere, yani insana yatırım yapan sistemlerin değişikliklere hızla uyum sağlayan ve geleceğe en çok hazır olan sistemler olduğu tartışma götürmeyen tarihi bir gerçek. Ancak ülkemizde maalesef, 15 yaş grubu öğrencilerimizin ve yetişkinlerimizin önemli bir bölümü hayata etkin katılım göstermek için gerekli temel beceriler konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadır. Ülke olarak bir taraftan eğitim sistemimizdeki temel sorunları çözmeye çalışırken diğer taraftan da önemli dönüşüm süreçlerine gençlerimizi nasıl hazırlayabileceğimizi düşünmeliyiz.”

Son Güncelleme: Salı, 17 Ekim 2017 13:46

Gösterim: 1587

YÖK Başkan Yekta Saraç üniversite giriş sisteminin değiştirileceğini söyledi. Saraç, sınavın bir hafta sonu başlayıp bitirileceğini belirtti.

so dakikaYÖK Başkan Yekta Saraç üniversite giriş sisteminin değiştirileceğini söyledi. Saraç, sınavın bir hafta sonu başlayıp bitirileceğini belirtti.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki yeni akademik yıl açılışında konuşan Saraç, şunları söyledi: "Şu an uygulanmakta olan giriş sistemi iki aşamalı olarak gerçekleştirilmekte. Sınavların ilki mart, diğeri haziran ayında ve toplam 5 gün sürmektedir. Neredeyse 4 aya yayılan bu durum lise eğitimini olumsuz etkilemektedir.
Yeni düzenlemeyle sınavı, bir hafta sonunda başlayıp, bitirmeyi planlamaktayız. 18 puan türünde azaltmaya gidiyoruz.
Temel olarak sayısal, sözel, eşit ağırlık puan türleri olacak.
Türkçe ve matematik, sınavın merkezi olacak. Sorular yine müfredattan olacak.
Öğrencilerimiz çalışma sistemini değiştirmesinler, sadece sıkı sıkı derslerine çalışsınlar"
ERDOĞAN'DAN AÇIKLAMA
YÖK Başkanı'nın ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde düzenlenen "2017-2018 Yükseköğretim Akademik Yılı Açılış Töreni"nde konuşuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasının satırbaşları şöyle:
"YÖK'e iki yeni hedef açıklamak istiyorum. Öğretmen yetiştiren programlarının geliştirilmesi bunlardan ilki. Öğretmen kalitesi meselenin önemli boyutlarından biri. Müfredattan ders kitaplarına, yüksek öğretime geçişe kadar eğitim ve öğretimde çözmemiz gereken pek çok sorun bulunuyor. Türkiye'de her alanda çok büyük reformlara imza attık. İki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar eğitim ve öğretimdir. Kültürdür.
"DERS KİTAPLARIYLA İLGİLİ ŞİKAYETLER GELİYOR"
Böylesine önemli bir konuda en küçük bir ihmale tahammülümüz olamaz. Ders kitapları konusunda daha fazla şikayet gelmeye başladı. İlgili arkadaşlara, başta Hükümetimiz olmak üzere zaman zaman YÖK Başkanımla bunları paylaşıyorum. Demek ki bunda bir sıkıntı var. Bakanımızla bu meseleyi konuştuk. Gerekli tedbirler alınacak. Bu da ayrı bir eleştiri konusu. Hala öğretmenlerimizi de öğrencilerimizi de velilerimizi de memnun eden bir sistem kuramadık. Bir toplumun inşası burada söz konusu. Son düzenlemeye rağmen, müfredat ve ders kitapları konusunda da istediğimiz neticeyi elde edemediğimiz anlaşılıyor.
Üzerine durmamız gereken diğer önemli konuda öğretmenlerin niteliği meselesidir. Öğretmen kalitemizin yükseltilmesine yönelik çalışmalara da ihtiyacımız olduğu açıktır. Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde bu hususun masaya yatırılması şarttır.
TEOG ile ilgili görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmıştım. Özel nitelikli okullar dışında lise eğitiminde ortalama standardı tutturduğumuzda hiçbir öğrencimizin böyle bir arayışı kalmayacaktır. Yavrularımızı sınav noktasındaki sıkıntılardan arındırmamız ve kendilerini derslerine yönlendirmemiz gerek. En iyi okul aslında evladımızın evine en yakın okuldur."

> YÖK Başkanı üniversite sınav sistemini açıkladı

YÖK Başkan Yekta Saraç üniversite giriş sisteminin değiştirileceğini söyledi. Saraç, sınavın bir hafta sonu başlayıp bitirileceğini belirtti.

so dakikaYÖK Başkan Yekta Saraç üniversite giriş sisteminin değiştirileceğini söyledi. Saraç, sınavın bir hafta sonu başlayıp bitirileceğini belirtti.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki yeni akademik yıl açılışında konuşan Saraç, şunları söyledi: "Şu an uygulanmakta olan giriş sistemi iki aşamalı olarak gerçekleştirilmekte. Sınavların ilki mart, diğeri haziran ayında ve toplam 5 gün sürmektedir. Neredeyse 4 aya yayılan bu durum lise eğitimini olumsuz etkilemektedir.
Yeni düzenlemeyle sınavı, bir hafta sonunda başlayıp, bitirmeyi planlamaktayız. 18 puan türünde azaltmaya gidiyoruz.
Temel olarak sayısal, sözel, eşit ağırlık puan türleri olacak.
Türkçe ve matematik, sınavın merkezi olacak. Sorular yine müfredattan olacak.
Öğrencilerimiz çalışma sistemini değiştirmesinler, sadece sıkı sıkı derslerine çalışsınlar"
ERDOĞAN'DAN AÇIKLAMA
YÖK Başkanı'nın ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde düzenlenen "2017-2018 Yükseköğretim Akademik Yılı Açılış Töreni"nde konuşuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasının satırbaşları şöyle:
"YÖK'e iki yeni hedef açıklamak istiyorum. Öğretmen yetiştiren programlarının geliştirilmesi bunlardan ilki. Öğretmen kalitesi meselenin önemli boyutlarından biri. Müfredattan ders kitaplarına, yüksek öğretime geçişe kadar eğitim ve öğretimde çözmemiz gereken pek çok sorun bulunuyor. Türkiye'de her alanda çok büyük reformlara imza attık. İki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar eğitim ve öğretimdir. Kültürdür.
"DERS KİTAPLARIYLA İLGİLİ ŞİKAYETLER GELİYOR"
Böylesine önemli bir konuda en küçük bir ihmale tahammülümüz olamaz. Ders kitapları konusunda daha fazla şikayet gelmeye başladı. İlgili arkadaşlara, başta Hükümetimiz olmak üzere zaman zaman YÖK Başkanımla bunları paylaşıyorum. Demek ki bunda bir sıkıntı var. Bakanımızla bu meseleyi konuştuk. Gerekli tedbirler alınacak. Bu da ayrı bir eleştiri konusu. Hala öğretmenlerimizi de öğrencilerimizi de velilerimizi de memnun eden bir sistem kuramadık. Bir toplumun inşası burada söz konusu. Son düzenlemeye rağmen, müfredat ve ders kitapları konusunda da istediğimiz neticeyi elde edemediğimiz anlaşılıyor.
Üzerine durmamız gereken diğer önemli konuda öğretmenlerin niteliği meselesidir. Öğretmen kalitemizin yükseltilmesine yönelik çalışmalara da ihtiyacımız olduğu açıktır. Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde bu hususun masaya yatırılması şarttır.
TEOG ile ilgili görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmıştım. Özel nitelikli okullar dışında lise eğitiminde ortalama standardı tutturduğumuzda hiçbir öğrencimizin böyle bir arayışı kalmayacaktır. Yavrularımızı sınav noktasındaki sıkıntılardan arındırmamız ve kendilerini derslerine yönlendirmemiz gerek. En iyi okul aslında evladımızın evine en yakın okuldur."

Son Güncelleme: Salı, 26 Eylül 2017 12:40

Gösterim: 2936


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.