Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

MEB Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan, eğitimi yönetme konusunda performansı giderek düşen bakanlığın, dershaneleri kapatması halinde eğitimin bugünkünden daha iyi bir işleyişe ve sisteme kavuşacağını belirtti.

Dershanelerle ilgili tartışmaya MEB Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan'dan farklı bir yorum geldi. Dershanelerin kapatılmasını köklü bir reform olarak niteleyen Prof. Dr. Erdoğan, eğitimi yönetme konusunda performansı giderek düşen bakanlığın, dershaneleri kapatması halinde eğitimin bugünkünden daha iyi bir işleyişe ve sisteme kavuşacağını söylüyor. İşte Erdoğan’ın açıklamaları:

Bakanlık köklü bir adım atabilir mi?

Dershaneler kapatılabilir. Bu asla mümkün değilmiş gibi düşünmemek gerekir. Diğer taraftan dershaneler devam edebilir ve okullar kapatılabilir. Bu da olabilir. Her şey mümkün, yeter ki bilinçli ve sistemli olsun. Dershaneleri kapatmayı doğru veya yanlış fark etmez, çok köklü bir adım olarak görmek gerekir. Ancak Türkiye'deki eğitimi yönetme konusunda performansı iyice düşen Bakanlık köklü bir adım atabilir mi? Bu sorunun cevaplanması gerekir.

Son 10 yıldır reform adı altında birçok çalışma yapıldı. Bu çalışmaların önemli bir kısmı özellikle müfredatlarla ilgili olanları sadece laf kalabalığından ibaret kaldı.

Dershane konusu ilk, orta ve lise yapılanmasına geçişten sonraki en etkili çalışma olacak. Çalışmanın etki alanı çok büyük olduğu için kervan yolda düzelecek ve eğitim bugünkünden daha iyi bir işleyişe ve sisteme kavuşacak.

Türk eğitim sistemi kamusal hüviyetini ilk kez kaybedecek

Peki dershaneler gerçekten kapanacak mı? Dershaneler dönüşecek ve Türk eğitim sistemi belki de ilk kez kamusallığa dayalı hüviyetini kaybedecek, özel teşebbüs ile daha çok ilişkilendirilmiş olacak. Dershaneler belki de uğrayacağı metamorfoz ile daha da güçlenecek.

Endişeye mahal yok. Nehir, yön vermeye çalışacakların birikimi, bilinci ve niyeti ne olursa olsun yatağını bulacak.

> Dershaneler de okullar da kapatılabilir!

MEB Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan, eğitimi yönetme konusunda performansı giderek düşen bakanlığın, dershaneleri kapatması halinde eğitimin bugünkünden daha iyi bir işleyişe ve sisteme kavuşacağını belirtti.

Dershanelerle ilgili tartışmaya MEB Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan'dan farklı bir yorum geldi. Dershanelerin kapatılmasını köklü bir reform olarak niteleyen Prof. Dr. Erdoğan, eğitimi yönetme konusunda performansı giderek düşen bakanlığın, dershaneleri kapatması halinde eğitimin bugünkünden daha iyi bir işleyişe ve sisteme kavuşacağını söylüyor. İşte Erdoğan’ın açıklamaları:

Bakanlık köklü bir adım atabilir mi?

Dershaneler kapatılabilir. Bu asla mümkün değilmiş gibi düşünmemek gerekir. Diğer taraftan dershaneler devam edebilir ve okullar kapatılabilir. Bu da olabilir. Her şey mümkün, yeter ki bilinçli ve sistemli olsun. Dershaneleri kapatmayı doğru veya yanlış fark etmez, çok köklü bir adım olarak görmek gerekir. Ancak Türkiye'deki eğitimi yönetme konusunda performansı iyice düşen Bakanlık köklü bir adım atabilir mi? Bu sorunun cevaplanması gerekir.

Son 10 yıldır reform adı altında birçok çalışma yapıldı. Bu çalışmaların önemli bir kısmı özellikle müfredatlarla ilgili olanları sadece laf kalabalığından ibaret kaldı.

Dershane konusu ilk, orta ve lise yapılanmasına geçişten sonraki en etkili çalışma olacak. Çalışmanın etki alanı çok büyük olduğu için kervan yolda düzelecek ve eğitim bugünkünden daha iyi bir işleyişe ve sisteme kavuşacak.

Türk eğitim sistemi kamusal hüviyetini ilk kez kaybedecek

Peki dershaneler gerçekten kapanacak mı? Dershaneler dönüşecek ve Türk eğitim sistemi belki de ilk kez kamusallığa dayalı hüviyetini kaybedecek, özel teşebbüs ile daha çok ilişkilendirilmiş olacak. Dershaneler belki de uğrayacağı metamorfoz ile daha da güçlenecek.

Endişeye mahal yok. Nehir, yön vermeye çalışacakların birikimi, bilinci ve niyeti ne olursa olsun yatağını bulacak.

Son Güncelleme: Çarşamba, 20 Kasım 2013 11:59

Gösterim: 3578

Ortaöğretime öğrenci seçme karmaşası bir faciaya doğru ilerliyor

Başa dönelim ve anlamaya çalışalım.  On beş yıl öncesine kadar az sayıda ayrıcalıklı sayılabilecek Fen ve Anadolu liseleri vardı. O yıllara kadar liseler ve meslek liseleri de değersiz değildi.   Bu üç lise türünün hiç biriyle ilgili olarak katı bir tabakalamaya dayalı bir yapı oluşmamıştı henüz. Mesela çok başarılı çocukların devam ettiği okul sadece fen ve Anadolu liselerinde ibarettir şeklinde bir kast oluşmamıştı. Liselere ve meslek liselerine de devam eden başarılı çocuklar bulunmaktaydı.  Ancak 1998 yılında üniversiteye girişte mezun olunan okula dayalı ağırlıklı ortaöğretim başarı puanı uygulamasına başlandı ve okullar belli puan aralıklarına göre sınıflanmaya başladı. İşte bu sistem tam on dört yıl boyunca liselerin başarısı düşük olan çocukların devam ettiği okullar olarak etiketlenmesine yol açtı. Benzer algı meslek liseleri için de oluştu. 

Bu gidişatın düzeltilmesi gerekirdi.  Bu anlamda üniversitelere geçişte uygulanan ağırlıklı ortaöğretim başarı puan uygulamasının kaldırılması ve ardından bütün liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi çok doğru adımlardı.  Bu sayede yirmi otuz yıl öncesine kadar olduğu gibi ortaöğretim kurumlarının tamamı anlamlı ve değerli olacaktı. 

Ancak bugünkü geldiğimiz noktada yaşananlar tam bir faciadır.  Meslek liseleri, Anadolu liselerine yerleşemeyen öğrencilerin devam ettiği değersizleştirilmiş okullar olma durumuna düşürülmektedir.  Bir zamanlar meslek liselerinden mezun olanların üniversiteye devam edebilmelerini önlemek ne kadar zulümse bugün de sayıları ne olursa olsun yüz binlerce öğrencinin arzu etmediği bir lise türüne üstelik “başarısız” diye damgalanarak mahkum bırakılması da aynı şekilde bir zulümdür.

Liselerin tamamının tek bir ad altında toplanması yani Anadolu lisesi adını alması ortaöğretime yerleştirme sistemini yeniden ele almayı gerektirmektedir. Bakanlığın yetkili birim ve kurulları bu durumu maalesef kavrayamamış durumdadır.  Çok şey söylemeye gerek yok. Liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi vizyonu doğru anlaşılmalı ve adımlar ona göre atılmalıdır.  Yapılacak her düzenleme ilköğretimi bitiren her öğrencinin zorunlu eğitim kapsamına giren ortaöğretim kademesinde istediği lise türünde öğrenim görme hakkına sahip olması kabulüne dayanmalıdır.   Ve bu modeli geliştirmek mümkündür…

Prof. İrfan Erdoğan

Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

> Ortaöğretime geçiş sistemi bir faciaya doğru ilerliyor

Ortaöğretime öğrenci seçme karmaşası bir faciaya doğru ilerliyor

Başa dönelim ve anlamaya çalışalım.  On beş yıl öncesine kadar az sayıda ayrıcalıklı sayılabilecek Fen ve Anadolu liseleri vardı. O yıllara kadar liseler ve meslek liseleri de değersiz değildi.   Bu üç lise türünün hiç biriyle ilgili olarak katı bir tabakalamaya dayalı bir yapı oluşmamıştı henüz. Mesela çok başarılı çocukların devam ettiği okul sadece fen ve Anadolu liselerinde ibarettir şeklinde bir kast oluşmamıştı. Liselere ve meslek liselerine de devam eden başarılı çocuklar bulunmaktaydı.  Ancak 1998 yılında üniversiteye girişte mezun olunan okula dayalı ağırlıklı ortaöğretim başarı puanı uygulamasına başlandı ve okullar belli puan aralıklarına göre sınıflanmaya başladı. İşte bu sistem tam on dört yıl boyunca liselerin başarısı düşük olan çocukların devam ettiği okullar olarak etiketlenmesine yol açtı. Benzer algı meslek liseleri için de oluştu. 

Bu gidişatın düzeltilmesi gerekirdi.  Bu anlamda üniversitelere geçişte uygulanan ağırlıklı ortaöğretim başarı puan uygulamasının kaldırılması ve ardından bütün liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi çok doğru adımlardı.  Bu sayede yirmi otuz yıl öncesine kadar olduğu gibi ortaöğretim kurumlarının tamamı anlamlı ve değerli olacaktı. 

Ancak bugünkü geldiğimiz noktada yaşananlar tam bir faciadır.  Meslek liseleri, Anadolu liselerine yerleşemeyen öğrencilerin devam ettiği değersizleştirilmiş okullar olma durumuna düşürülmektedir.  Bir zamanlar meslek liselerinden mezun olanların üniversiteye devam edebilmelerini önlemek ne kadar zulümse bugün de sayıları ne olursa olsun yüz binlerce öğrencinin arzu etmediği bir lise türüne üstelik “başarısız” diye damgalanarak mahkum bırakılması da aynı şekilde bir zulümdür.

Liselerin tamamının tek bir ad altında toplanması yani Anadolu lisesi adını alması ortaöğretime yerleştirme sistemini yeniden ele almayı gerektirmektedir. Bakanlığın yetkili birim ve kurulları bu durumu maalesef kavrayamamış durumdadır.  Çok şey söylemeye gerek yok. Liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi vizyonu doğru anlaşılmalı ve adımlar ona göre atılmalıdır.  Yapılacak her düzenleme ilköğretimi bitiren her öğrencinin zorunlu eğitim kapsamına giren ortaöğretim kademesinde istediği lise türünde öğrenim görme hakkına sahip olması kabulüne dayanmalıdır.   Ve bu modeli geliştirmek mümkündür…

Prof. İrfan Erdoğan

Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

Son Güncelleme: Çarşamba, 17 Temmuz 2013 15:31

Gösterim: 3251

Kayhan Karlı / Eğitimci - Yazar

kayhan_karliBu sınav hem içeriği hem de yöntemleri nedeniyle yıllardır en çok tartışılan, değişim gören sınavdır. Hemen hemen tüm bakanlar bu sistem üzerinde değişiklikler yaptı ancak tüm değişiklikler sınavın içeriğiyle ilgiliydi ve esas problemimiz olan okullar arası niteliksel farklarıortadan kaldırmadığı içinişe yaramadı.

Herkesin neredeyse iki sınavın tarihini konuştuğu şu dönem itibariyle bence esas sorunu gözden kaçırıyoruz.Bana göre üniversite seçme ve yerleştirme sınavlarının bu yıl yapılmaması kimse için bir kayıp olmaz ve kesinlikle yapılmamalıdır… Öte yandan liseye geçiş sınavı ise her çocuğun yaşamında sadece bir kez karşısına çıkacak olduğu için çok daha önemli bir sınav tartışması. Bu sınavın böyle bir dönemde, hangi tarihte yapılırsa yapılsın bazı öğrencileri mağdur edeceği ve adil olmayacağı açık bir şekilde görülüyor. Bu nedenle benim önerim aslında bu yıl lise giriş sınavlarını kaldıralım, yapmayalım…

RADİKAL BİR DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİ

Aslında yola çıktığım nokta şu ki; bu sınav hem içeriği hem de yöntemleri nedeniyle yıllardır en çok tartışılan, değişim gören sınavdır. Hemen hemen tüm bakanlar bu sistem üzerinde değişiklikler yaptı ancak tüm değişiklikler sınavın içeriğiyle ilgiliydi ve esas problemimiz olan okullar arası niteliksel farklarıortadan kaldırmadığı içinişe yaramadı. Şimdi de baktığımız zaman okullarımız arası nitelik sorunlarını bir çırpıda çözme şansımız yok ancak alınacak radikal bir kararla bu süreç hızlandırılabilir. Benim önerim bu liselere geçiş sürecini bu yıldan başlayarak 9. Sınıfın sonuna alalım. Böylelikle bu yıl yapılacak sınavda her türlü adaletsizliği ortadan kaldırarak öğrencilere hem psikolojik hem de yetkinlik olarak hazırlanabilecekleri bir yıl kazandırmış olacağız. Elbette bu kararın liselerimizin değişimi sürecine de büyük katkıları olacaktır. Aslında pek çok kişinin bu çocukların bazıları için yeni bir sürenin stresi artıracağı yönünde itirazlarını duyar gibiyim. Unutmayın ki şu durumda da binlerce ebeveyn ve öğrenci böyle bir ortamda yapılacak sınav nedeniyle yoğun stres ve baskı altındalar ve bu durum yıllarca devam edecek travmalara sebep oluşturacaktır. Sınavı gelecek yıla bırakmak kesinlikle şimdiki durumdan daha az sayıda sorun oluşturacaktır.

MEVCUT LİSELERE NASIL BİR KATKISI OLACAK?

Mevcut durumda eğitim sistemimizde en sorunlu okul türleri ortaokul ve liseler Özellikle ortaokullarımızın 4+4+4 sistemiyle birlikte arada kalmış ve ergenliğin en sıkıntılı dönemlerinde mezuniyet duygusuyla başa çıkmaları gereken, sınavlar yoluyla ezilmelerine sebep olan bir okul türüne dönüştü. Ne yazık ki bugün özellikle büyük kentlerimizde şiddet, bağımlılık ve akran zorbalığını en fazla gözlemlediğimiz okul türü ortaokullarımızdır. Ayrıca başladıkları yıldan itibaren sınav baskısı nedeniyle kişilik ve kimlik gelişimini sağlayacak sosyal ve duygusal beceriler üzerine hiç çalışılamamakta. Bir diğer önemli konu ise; sistem değişikliği sonrasında 4 yıllık lisenin en baştan hata olduğunun açıklıkla ortaya çıkmasıdır. Liselerimizin bu sıkıntılı durumunu çözmek için MEB kısa bir süre önce yeni program taslağını tanıtmıştı, çünkü mevcut durumda lise türlerini azaltmak adına hepsinin adını Anadolu Lisesi yaptığımız zavallı liselerimiz, gelenekleriyle yok oldular. Konya Lisesi, Adana Lisesi, Bursa Lisesi, Afyon Lisesi ve daha niceleri şimdi neredeler?

İşte tam bu bağlamda benim önerim şöyle; gelin zaten liselerin müfredatını değiştirmeye çalıştığımız bu dönemde ve mevzuatta da 9. Sınıf ortak genel sınıf olarak tarif edildiğine göre, bu sınıfa özel bir içerik belirleyelim. Bizim çocukların hem anadil hem yabancı dil okuryazarlığı gelişmiyor, Matematik ve Bilim okuryazarlığı da aynı durumda. Tam bu yaşlarda yani 15 yaşında yapılan PISA araştırmaları da durumumuzu ortaya koyuyor. 9. Sınıfı içerik olarak beş dersle yeniden yapılandıralım ve gerçekten her çocuk için ortak ara sınıf olsun, bir çeşit hazırlık sınıfı gibi. Bu dersler;

* Türkçe

* İngilizce

* Matematik

* Doğa Bilimleri

* Sosyal Bilimler

Böylelikle tüm çocuklarımızın asgari yetkinliklere erişebilmesi için fırsat eşitliği de yaratmış olacağız…

Bu arada çocuklar mekan anlamında mevcut ortaokul binalarında bile 9. Sınıf okuyabilirler. Mahallesindeki liseye gidenler de başka bir liseyi hedefliyorsa çalışıp iyi bir 9. Sınıf geçirmeli ve gitmeli veya aynı okulda kalabilmeli. Örneğin Beyoğlu bölgesinde oturan ve 9. Sınıfı Galatasaray Lisesinde okuyan öğrencinin orada kalabilmesi için gerekeni yapması veya Bağcılar x lisesinde okuyan öğrencinin Galatasaray Lisesine gidebilmesi için çalışıp çok iyi bir 9. Sınıf geçirmesi gerekir.

YERLEŞTİRME KRİZİ

Bu önerim bir anlamda uzun zamandır tartıştığımız sınavın tek tip araç olmasını da değiştirebilecektir. 9. sınıf boyunca takip edilecek bir çoklu değerlendirme modeli kurgulayabiliriz ve şüphesiz bu konuda üzerinde konuşarak çok sağlıklı bir model ortaya koyabiliriz. Ana hatları ise şu şekilde olabilir;

* Yıl boyunca okuduğu bu beş dersten elde ettikleri ortalamalar

* Bu beş ders üzerinden alacakları projelerden oluşan bir portfolyo

* Yazacakları bir araştırma makalesi

* Sosyal etkinlik ve kişisel gelişim portfolyosu

* Senenin somunda bir oturumluk bu beş dersten oluşan bir sınav

ÖZETLE;

Salgın dönemine bir kriz dönemi olarak bakıyorum. Her kriz içinde tehlikeleri de fırsatları da barındırır. Bu nedenle gelin bunu radikal bir dönüşüm fırsatı olarak kullanalım. Elbette, bu söylediklerim bir netliğe ulaşmış, somutlaşmış fikirlerim değil, herkes açısından bakılarak tartışılsın, farklı bakabilmemize fırsat sağlasın diye paylaştığım düşüncelerimdir…

 

> Liselere Giriş Sınavları hakkında bir görüş

Kayhan Karlı / Eğitimci - Yazar

kayhan_karliBu sınav hem içeriği hem de yöntemleri nedeniyle yıllardır en çok tartışılan, değişim gören sınavdır. Hemen hemen tüm bakanlar bu sistem üzerinde değişiklikler yaptı ancak tüm değişiklikler sınavın içeriğiyle ilgiliydi ve esas problemimiz olan okullar arası niteliksel farklarıortadan kaldırmadığı içinişe yaramadı.

Herkesin neredeyse iki sınavın tarihini konuştuğu şu dönem itibariyle bence esas sorunu gözden kaçırıyoruz.Bana göre üniversite seçme ve yerleştirme sınavlarının bu yıl yapılmaması kimse için bir kayıp olmaz ve kesinlikle yapılmamalıdır… Öte yandan liseye geçiş sınavı ise her çocuğun yaşamında sadece bir kez karşısına çıkacak olduğu için çok daha önemli bir sınav tartışması. Bu sınavın böyle bir dönemde, hangi tarihte yapılırsa yapılsın bazı öğrencileri mağdur edeceği ve adil olmayacağı açık bir şekilde görülüyor. Bu nedenle benim önerim aslında bu yıl lise giriş sınavlarını kaldıralım, yapmayalım…

RADİKAL BİR DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİ

Aslında yola çıktığım nokta şu ki; bu sınav hem içeriği hem de yöntemleri nedeniyle yıllardır en çok tartışılan, değişim gören sınavdır. Hemen hemen tüm bakanlar bu sistem üzerinde değişiklikler yaptı ancak tüm değişiklikler sınavın içeriğiyle ilgiliydi ve esas problemimiz olan okullar arası niteliksel farklarıortadan kaldırmadığı içinişe yaramadı. Şimdi de baktığımız zaman okullarımız arası nitelik sorunlarını bir çırpıda çözme şansımız yok ancak alınacak radikal bir kararla bu süreç hızlandırılabilir. Benim önerim bu liselere geçiş sürecini bu yıldan başlayarak 9. Sınıfın sonuna alalım. Böylelikle bu yıl yapılacak sınavda her türlü adaletsizliği ortadan kaldırarak öğrencilere hem psikolojik hem de yetkinlik olarak hazırlanabilecekleri bir yıl kazandırmış olacağız. Elbette bu kararın liselerimizin değişimi sürecine de büyük katkıları olacaktır. Aslında pek çok kişinin bu çocukların bazıları için yeni bir sürenin stresi artıracağı yönünde itirazlarını duyar gibiyim. Unutmayın ki şu durumda da binlerce ebeveyn ve öğrenci böyle bir ortamda yapılacak sınav nedeniyle yoğun stres ve baskı altındalar ve bu durum yıllarca devam edecek travmalara sebep oluşturacaktır. Sınavı gelecek yıla bırakmak kesinlikle şimdiki durumdan daha az sayıda sorun oluşturacaktır.

MEVCUT LİSELERE NASIL BİR KATKISI OLACAK?

Mevcut durumda eğitim sistemimizde en sorunlu okul türleri ortaokul ve liseler Özellikle ortaokullarımızın 4+4+4 sistemiyle birlikte arada kalmış ve ergenliğin en sıkıntılı dönemlerinde mezuniyet duygusuyla başa çıkmaları gereken, sınavlar yoluyla ezilmelerine sebep olan bir okul türüne dönüştü. Ne yazık ki bugün özellikle büyük kentlerimizde şiddet, bağımlılık ve akran zorbalığını en fazla gözlemlediğimiz okul türü ortaokullarımızdır. Ayrıca başladıkları yıldan itibaren sınav baskısı nedeniyle kişilik ve kimlik gelişimini sağlayacak sosyal ve duygusal beceriler üzerine hiç çalışılamamakta. Bir diğer önemli konu ise; sistem değişikliği sonrasında 4 yıllık lisenin en baştan hata olduğunun açıklıkla ortaya çıkmasıdır. Liselerimizin bu sıkıntılı durumunu çözmek için MEB kısa bir süre önce yeni program taslağını tanıtmıştı, çünkü mevcut durumda lise türlerini azaltmak adına hepsinin adını Anadolu Lisesi yaptığımız zavallı liselerimiz, gelenekleriyle yok oldular. Konya Lisesi, Adana Lisesi, Bursa Lisesi, Afyon Lisesi ve daha niceleri şimdi neredeler?

İşte tam bu bağlamda benim önerim şöyle; gelin zaten liselerin müfredatını değiştirmeye çalıştığımız bu dönemde ve mevzuatta da 9. Sınıf ortak genel sınıf olarak tarif edildiğine göre, bu sınıfa özel bir içerik belirleyelim. Bizim çocukların hem anadil hem yabancı dil okuryazarlığı gelişmiyor, Matematik ve Bilim okuryazarlığı da aynı durumda. Tam bu yaşlarda yani 15 yaşında yapılan PISA araştırmaları da durumumuzu ortaya koyuyor. 9. Sınıfı içerik olarak beş dersle yeniden yapılandıralım ve gerçekten her çocuk için ortak ara sınıf olsun, bir çeşit hazırlık sınıfı gibi. Bu dersler;

* Türkçe

* İngilizce

* Matematik

* Doğa Bilimleri

* Sosyal Bilimler

Böylelikle tüm çocuklarımızın asgari yetkinliklere erişebilmesi için fırsat eşitliği de yaratmış olacağız…

Bu arada çocuklar mekan anlamında mevcut ortaokul binalarında bile 9. Sınıf okuyabilirler. Mahallesindeki liseye gidenler de başka bir liseyi hedefliyorsa çalışıp iyi bir 9. Sınıf geçirmeli ve gitmeli veya aynı okulda kalabilmeli. Örneğin Beyoğlu bölgesinde oturan ve 9. Sınıfı Galatasaray Lisesinde okuyan öğrencinin orada kalabilmesi için gerekeni yapması veya Bağcılar x lisesinde okuyan öğrencinin Galatasaray Lisesine gidebilmesi için çalışıp çok iyi bir 9. Sınıf geçirmesi gerekir.

YERLEŞTİRME KRİZİ

Bu önerim bir anlamda uzun zamandır tartıştığımız sınavın tek tip araç olmasını da değiştirebilecektir. 9. sınıf boyunca takip edilecek bir çoklu değerlendirme modeli kurgulayabiliriz ve şüphesiz bu konuda üzerinde konuşarak çok sağlıklı bir model ortaya koyabiliriz. Ana hatları ise şu şekilde olabilir;

* Yıl boyunca okuduğu bu beş dersten elde ettikleri ortalamalar

* Bu beş ders üzerinden alacakları projelerden oluşan bir portfolyo

* Yazacakları bir araştırma makalesi

* Sosyal etkinlik ve kişisel gelişim portfolyosu

* Senenin somunda bir oturumluk bu beş dersten oluşan bir sınav

ÖZETLE;

Salgın dönemine bir kriz dönemi olarak bakıyorum. Her kriz içinde tehlikeleri de fırsatları da barındırır. Bu nedenle gelin bunu radikal bir dönüşüm fırsatı olarak kullanalım. Elbette, bu söylediklerim bir netliğe ulaşmış, somutlaşmış fikirlerim değil, herkes açısından bakılarak tartışılsın, farklı bakabilmemize fırsat sağlasın diye paylaştığım düşüncelerimdir…

 

Son Güncelleme: Perşembe, 28 May 2020 11:06

Gösterim: 1163

50 yıldır sürdürülen bir klasik: Beş Yıllık Kalkınma Planları

Şu sıralarda 1961 Anayasası ile kurulan Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan Beş Yıllık Kalkınma Planlarının Onuncusu üzerinde çalışılmaktadır. Şu ana kadar hazırlanan bu planların her biri, Türkiye’nin gelişim seyrine ışık tutmuştur. Özellikle ilk planların belirttiği hedeflere, eşgüdümlü bir şekilde harfiyen uyulmuştur. Unutulmamalıdır ki, Beş Yıllık Kalkınma Planları sadece sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelere ışık tutmamış aynı zamanda eğitim alanındaki gelişmelere da yön vermiştir. Aşağıda şimdiye kadar hazırlanan ve uygulanan dokuz ayrı planda eğitime dair geçen belli başlı hedeflere dikkat çekilecektir.

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1963-1967 yıllarını kapsamıştır. Bu planda gençlerin mesleki ve teknik eğitime yöneltilmesi ve öğretmenlik mesleğinin cazip hale gelmesi planlanmıştır. Türkiye’de uzun yıllar öğretmenlik, işsiz kalan kişiler için ‘bari öğretmen olsaydın’ diye anlamlandırılan bir meslekti. Neyse ki bugün öğretmen olmak artık zordur.  Bu sonucun, devletin birinci planda öngördüğü gibi şartların iyileştirilmesi ile değil, işsizlik sorununa dayalı olarak elde edilmiş olduğu da bir gerçektir.

İkinci Beş Yıllık Plan ise 1968-1972 yıllarını kapsamaktaydı. Planda milli savunma, sağlık, tarım ve emniyetle ilgili eğitim kurumları dışındaki bütün eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması hedeflendi. Aslında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öngörüldüğü halde, bu plana kadar bahsi bile geçmeyen bu hedefe 2000’li yılların ortalarına doğru Bakan Hüseyin Çelik döneminde ulaşılmıştır. Bu planda ilkokullara bağlı anasınıflarının kurulması ve geliştirilmesi de hedeflenmiş olsa da 2000’li yılların ikinci yarısına kadar istenen sonuçlara maalesef ulaşılamadı.

Üçüncü Beş Yıllık Plan’da (1973-1977) ise yüksek öğretim kademesinde 1-2 yıllık mesleki ara uygulayıcı eleman yetiştiren bölümlerin kurulması önerildi. Bu hedefe de daha sonraki dönemlerde uyuldu ve çok sayıda meslek yüksek okulu açıldı. Dördüncü Beş Yıllık Plan (1979-1983)’nda ilkokullardaki kitap giderlerinin devlet tarafından karşılanması öngörüldü. Bu hedef yaklaşık 25 yıl sonra Bakan Hüseyin Çelik’in öncülüğüyle ilk önce ilköğretim, daha sonra da ortaöğretim kurumlarını da kapsayacak şekilde gerçekleştirildi. 

Beşinci Beş Yıllık Planda ise (1985-1989) ortaöğretimde edinilen meslek alanında yüksek öğretime devamı sağlayacak teşviklerin geliştirilmesi önerildi. Bu hedef, TTK Başkanı iken organize ettiğimiz 17. Milli Eğitim Şurası’nın en önemli kararlarından biriydi. Ancak bu hedefe hala ulaşılamadı. Altıncı Beş Yıllık Planda (1990-1994), okullarda bilgisayar destekli eğitimin yaygınlaştırılması, özel eğitim gerektiren çocukların eğitimi için gerekli tedbirlerin alınması, meslek lisesi mezunlarının alanlarının devamı niteliğindeki üniversite programlarına devam edebilmelerini sağlayan düzenlemelerin yapılması, hizmet içi eğitimin ücret terfi sistemi ile ilişkilendirilmesi hedeflendi. Hizmet içi eğitimler kısmi de olsa atamalarda dikkate alınmaya başlandı.

Yedinci Beş Yıllık Planda da (1996-2000) zorunlu temel eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması, mesleki ve teknik eğitimde modüler sisteme geçilmesi, zorunlu eğitimin dışındaki kademelerde özel sektörden hizmet satın alınması önerildi. Mesleki eğitimde modüler sisteme geçiş, 2006 yılının Haziran ayında, Talim ve Terbiye Kurulu kararıyla gerçekleşti. Özel sektörün eğitimdeki yerine dair bu düşüncenin önümüzdeki dönemlerde hayata geçmesi söz konusu olabilir. Sekizinci Beş Yıllık Planında (2001-2005), zorunlu temel eğitimin 12 yıla çıkarılması için altyapının hazırlanması, öğretmen ihtiyacının karşılanması için sözleşmeli statüde istihdam yapılması, toplam kalite yönetimi anlayışına geçilmesi, YÖK’ün üst düzeyde planlama ve koordinasyon işlevini yürütecek yapıya kavuşturulması, bakanlık yetkilerinin azaltılması, hizmet içi eğitimlerin özlük haklarına yansıtılması ve sözleşmeli öğretmen uygulamasına geçilmesi önerildi. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına geçildi ancak daha sonra kaldırıldı. Sözleşmeli öğretmenliğin tekrar gündeme gelmesi muhtemeldir. YÖK ile ilgili bu hedefe doğru belli adımlar atılmaktadır. TKY bir tarafa, modern yönetim kavramları özellikle son yıllarda sıkça telaffuz edilmeye başlanmıştır.

Dokuzuncu Beş Yıllık Planda ise (2007-2013) özel eğitim gerektiren çocuklar için kaynaştırma eğitimine ağırlık verilmesi, öğrenci katkı paylarının arttırılması, eğitim sisteminin sınav odaklı yapıdan kurtulması, yüksek öğretime giriş sisteminin okul başarısına ve müfredatla uyumlu hale getirilmesi planlandı. Ayrıca dershanelerin özel okullara dönüştürülmesinin teşvik edilmesi, yetki ve sorumlulukların taşra teşkilatlarına ve eğitim kurumlarına devredilmesi, eğitim kurumlarında kalite güvence sistemlerinin kurulması, kalite standartlarının belirlenerek yaygınlaştırılması hedeflendi. Kaynaştırma eğitimi yaygınlaştırılmakla birlikte, yeterince dikkat çekilen bir uygulama olamamıştır. Bu planda öngörülen kaynaştırma eğitiminin yaygınlaştırılmasına dair hedefin iyi anlaşılıp gerçekleşmesi için yeni çabalara ihtiyaç bulunmaktadır. Şu sıralarda gündeme gelen dershanelerin özel okula dönüştürülmesine dair düşünce de ilk kez ifade edilmemiş olup, daha önce Dokuzuncu Beş Yıllık Planda da dile getirilmiştir. Bu arada planda yer alan harçların payının arttırılmasıyla ilgili hedef bir tarafa, harçlar tamamen kaldırılmıştır.

Şu an Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmaktadır. Bu planın da diğer planlar gibi eğitimin daha sonraki dönemlerde gündemine girebilecek hedefleri ortaya koyup koyamayacağını zaman gösterecek. Bu planın, bizim öngörümüze göre havada kalma gibi bir riski açık görünmektedir. Çünkü eğitimdeki gelişmeleri uzun süreli öngörülerden ziyade, zamanın ruhuna uygun dinamik gelişmelerin seyri etkilemektedir. Okullaşma oranlarının düşük olduğu dönemlerde bu planlar daha gerçekçiydi. Zaten planların en çarpıcı ve etkili kısmı okullaşma oranlarına dair belirlenen hedeflere dayanmaktaydı. Şimdi ise eğitimde niceliğe dayalı sorunlar hızla geride kalmaktadır. Okul, öğretmen, öğrenci oranlarında artık belli bir noktaya gelinmiştir. Popüler tabirle paradigma değişmiştir artık… Nitekim 2014-2018 dönemini kapsayacak olan Onuncu Beş Yıllık Planın eğitime dair odaklandığı husus isabetli bir şekilde eğitimde kalitenin arttırılması üzerinde olmuştur.  Planlı kalkınma Türkiye’nin diğer alanlarda hala gerçeği olabilir, ancak eğitimde artık uzun vadeli planlar yapmaya ihtiyaç bulunmamaktadır. Çünkü içinde yaşadığımız zamanın ruhu ve niteliği beş yıllık bir zaman diliminin, yani geleceğin planlanmasını işlevsiz kılabilir. Bu yüzden eğitimin beş yıllık dönemlere göre planlanmasına dayalı uygulamadan artık vazgeçilmelidir.  

Bu öneriyi saklı tutarak, yine de Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, yer alırsa aşağıdaki hedefin belki de son kez hazırlanmış olacak olan bu plana karizma kazandıracağını düşünmekteyim. “MEB’in ortaöğretimde Anadolu liseleri ve liseler şeklindeki farklılaşmayı ortadan kaldıran ‘Bütün genel liselerin Anadolu lisesi haline dönüştürülmesi’ hususunda yaptığı çalışmalar son derece yerindedir. Bu doğrultuda yeni dönemde de lise ve meslek lisesi şeklindeki ayrışma ortadan kaldırılmalı ve bütün liseler bütünleştirilerek bu ikilik ortadan kaldırılmalıdır. Bu anlamda liselerin dönüştürülmesiyle oluşturulan Anadolu liselerinin programlarına mesleki eğitime dayalı bir içeriğin dahil edilmesiyle birlikte, meslek liseleri kapatılmalıdır. Bu anlamda, uzun zamandır anlamsızca açık tutulan Anadolu Öğretmen Liseleri de kapatılmalıdır.

Eğitimtercihi

Prof. İrfan Erdoğan

Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

> Kalkınma planları sürecinde eğitim ve öğretmenlik

50 yıldır sürdürülen bir klasik: Beş Yıllık Kalkınma Planları

Şu sıralarda 1961 Anayasası ile kurulan Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan Beş Yıllık Kalkınma Planlarının Onuncusu üzerinde çalışılmaktadır. Şu ana kadar hazırlanan bu planların her biri, Türkiye’nin gelişim seyrine ışık tutmuştur. Özellikle ilk planların belirttiği hedeflere, eşgüdümlü bir şekilde harfiyen uyulmuştur. Unutulmamalıdır ki, Beş Yıllık Kalkınma Planları sadece sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelere ışık tutmamış aynı zamanda eğitim alanındaki gelişmelere da yön vermiştir. Aşağıda şimdiye kadar hazırlanan ve uygulanan dokuz ayrı planda eğitime dair geçen belli başlı hedeflere dikkat çekilecektir.

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1963-1967 yıllarını kapsamıştır. Bu planda gençlerin mesleki ve teknik eğitime yöneltilmesi ve öğretmenlik mesleğinin cazip hale gelmesi planlanmıştır. Türkiye’de uzun yıllar öğretmenlik, işsiz kalan kişiler için ‘bari öğretmen olsaydın’ diye anlamlandırılan bir meslekti. Neyse ki bugün öğretmen olmak artık zordur.  Bu sonucun, devletin birinci planda öngördüğü gibi şartların iyileştirilmesi ile değil, işsizlik sorununa dayalı olarak elde edilmiş olduğu da bir gerçektir.

İkinci Beş Yıllık Plan ise 1968-1972 yıllarını kapsamaktaydı. Planda milli savunma, sağlık, tarım ve emniyetle ilgili eğitim kurumları dışındaki bütün eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması hedeflendi. Aslında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öngörüldüğü halde, bu plana kadar bahsi bile geçmeyen bu hedefe 2000’li yılların ortalarına doğru Bakan Hüseyin Çelik döneminde ulaşılmıştır. Bu planda ilkokullara bağlı anasınıflarının kurulması ve geliştirilmesi de hedeflenmiş olsa da 2000’li yılların ikinci yarısına kadar istenen sonuçlara maalesef ulaşılamadı.

Üçüncü Beş Yıllık Plan’da (1973-1977) ise yüksek öğretim kademesinde 1-2 yıllık mesleki ara uygulayıcı eleman yetiştiren bölümlerin kurulması önerildi. Bu hedefe de daha sonraki dönemlerde uyuldu ve çok sayıda meslek yüksek okulu açıldı. Dördüncü Beş Yıllık Plan (1979-1983)’nda ilkokullardaki kitap giderlerinin devlet tarafından karşılanması öngörüldü. Bu hedef yaklaşık 25 yıl sonra Bakan Hüseyin Çelik’in öncülüğüyle ilk önce ilköğretim, daha sonra da ortaöğretim kurumlarını da kapsayacak şekilde gerçekleştirildi. 

Beşinci Beş Yıllık Planda ise (1985-1989) ortaöğretimde edinilen meslek alanında yüksek öğretime devamı sağlayacak teşviklerin geliştirilmesi önerildi. Bu hedef, TTK Başkanı iken organize ettiğimiz 17. Milli Eğitim Şurası’nın en önemli kararlarından biriydi. Ancak bu hedefe hala ulaşılamadı. Altıncı Beş Yıllık Planda (1990-1994), okullarda bilgisayar destekli eğitimin yaygınlaştırılması, özel eğitim gerektiren çocukların eğitimi için gerekli tedbirlerin alınması, meslek lisesi mezunlarının alanlarının devamı niteliğindeki üniversite programlarına devam edebilmelerini sağlayan düzenlemelerin yapılması, hizmet içi eğitimin ücret terfi sistemi ile ilişkilendirilmesi hedeflendi. Hizmet içi eğitimler kısmi de olsa atamalarda dikkate alınmaya başlandı.

Yedinci Beş Yıllık Planda da (1996-2000) zorunlu temel eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması, mesleki ve teknik eğitimde modüler sisteme geçilmesi, zorunlu eğitimin dışındaki kademelerde özel sektörden hizmet satın alınması önerildi. Mesleki eğitimde modüler sisteme geçiş, 2006 yılının Haziran ayında, Talim ve Terbiye Kurulu kararıyla gerçekleşti. Özel sektörün eğitimdeki yerine dair bu düşüncenin önümüzdeki dönemlerde hayata geçmesi söz konusu olabilir. Sekizinci Beş Yıllık Planında (2001-2005), zorunlu temel eğitimin 12 yıla çıkarılması için altyapının hazırlanması, öğretmen ihtiyacının karşılanması için sözleşmeli statüde istihdam yapılması, toplam kalite yönetimi anlayışına geçilmesi, YÖK’ün üst düzeyde planlama ve koordinasyon işlevini yürütecek yapıya kavuşturulması, bakanlık yetkilerinin azaltılması, hizmet içi eğitimlerin özlük haklarına yansıtılması ve sözleşmeli öğretmen uygulamasına geçilmesi önerildi. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına geçildi ancak daha sonra kaldırıldı. Sözleşmeli öğretmenliğin tekrar gündeme gelmesi muhtemeldir. YÖK ile ilgili bu hedefe doğru belli adımlar atılmaktadır. TKY bir tarafa, modern yönetim kavramları özellikle son yıllarda sıkça telaffuz edilmeye başlanmıştır.

Dokuzuncu Beş Yıllık Planda ise (2007-2013) özel eğitim gerektiren çocuklar için kaynaştırma eğitimine ağırlık verilmesi, öğrenci katkı paylarının arttırılması, eğitim sisteminin sınav odaklı yapıdan kurtulması, yüksek öğretime giriş sisteminin okul başarısına ve müfredatla uyumlu hale getirilmesi planlandı. Ayrıca dershanelerin özel okullara dönüştürülmesinin teşvik edilmesi, yetki ve sorumlulukların taşra teşkilatlarına ve eğitim kurumlarına devredilmesi, eğitim kurumlarında kalite güvence sistemlerinin kurulması, kalite standartlarının belirlenerek yaygınlaştırılması hedeflendi. Kaynaştırma eğitimi yaygınlaştırılmakla birlikte, yeterince dikkat çekilen bir uygulama olamamıştır. Bu planda öngörülen kaynaştırma eğitiminin yaygınlaştırılmasına dair hedefin iyi anlaşılıp gerçekleşmesi için yeni çabalara ihtiyaç bulunmaktadır. Şu sıralarda gündeme gelen dershanelerin özel okula dönüştürülmesine dair düşünce de ilk kez ifade edilmemiş olup, daha önce Dokuzuncu Beş Yıllık Planda da dile getirilmiştir. Bu arada planda yer alan harçların payının arttırılmasıyla ilgili hedef bir tarafa, harçlar tamamen kaldırılmıştır.

Şu an Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmaktadır. Bu planın da diğer planlar gibi eğitimin daha sonraki dönemlerde gündemine girebilecek hedefleri ortaya koyup koyamayacağını zaman gösterecek. Bu planın, bizim öngörümüze göre havada kalma gibi bir riski açık görünmektedir. Çünkü eğitimdeki gelişmeleri uzun süreli öngörülerden ziyade, zamanın ruhuna uygun dinamik gelişmelerin seyri etkilemektedir. Okullaşma oranlarının düşük olduğu dönemlerde bu planlar daha gerçekçiydi. Zaten planların en çarpıcı ve etkili kısmı okullaşma oranlarına dair belirlenen hedeflere dayanmaktaydı. Şimdi ise eğitimde niceliğe dayalı sorunlar hızla geride kalmaktadır. Okul, öğretmen, öğrenci oranlarında artık belli bir noktaya gelinmiştir. Popüler tabirle paradigma değişmiştir artık… Nitekim 2014-2018 dönemini kapsayacak olan Onuncu Beş Yıllık Planın eğitime dair odaklandığı husus isabetli bir şekilde eğitimde kalitenin arttırılması üzerinde olmuştur.  Planlı kalkınma Türkiye’nin diğer alanlarda hala gerçeği olabilir, ancak eğitimde artık uzun vadeli planlar yapmaya ihtiyaç bulunmamaktadır. Çünkü içinde yaşadığımız zamanın ruhu ve niteliği beş yıllık bir zaman diliminin, yani geleceğin planlanmasını işlevsiz kılabilir. Bu yüzden eğitimin beş yıllık dönemlere göre planlanmasına dayalı uygulamadan artık vazgeçilmelidir.  

Bu öneriyi saklı tutarak, yine de Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, yer alırsa aşağıdaki hedefin belki de son kez hazırlanmış olacak olan bu plana karizma kazandıracağını düşünmekteyim. “MEB’in ortaöğretimde Anadolu liseleri ve liseler şeklindeki farklılaşmayı ortadan kaldıran ‘Bütün genel liselerin Anadolu lisesi haline dönüştürülmesi’ hususunda yaptığı çalışmalar son derece yerindedir. Bu doğrultuda yeni dönemde de lise ve meslek lisesi şeklindeki ayrışma ortadan kaldırılmalı ve bütün liseler bütünleştirilerek bu ikilik ortadan kaldırılmalıdır. Bu anlamda liselerin dönüştürülmesiyle oluşturulan Anadolu liselerinin programlarına mesleki eğitime dayalı bir içeriğin dahil edilmesiyle birlikte, meslek liseleri kapatılmalıdır. Bu anlamda, uzun zamandır anlamsızca açık tutulan Anadolu Öğretmen Liseleri de kapatılmalıdır.

Eğitimtercihi

Prof. İrfan Erdoğan

Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

Son Güncelleme: Cuma, 14 Aralık 2012 14:09

Gösterim: 9013

Kayhan Karlı / Eğitimci - Yazar

kayhan_karliHerkes açısından alışık olunmayan ve beklenmedik zamanları yaşadığımız bugünlerde özellikle eğitim alanında pek çok şey konuşuluyor, konuşulmaya da devam edecek. Aile içinde her birimizin kendini keşfetmekten daha çok birbirimizin ihtiyaçlarını ve yaşam biçimlerini keşfediyoruz. Bu durum aslında aile bireyleri arasında en çok çatışmalara neden oluyor çünkü eşimizin ve/veya çocuklarımızın bizim algıladığımız, varsaydığımız kişi yerine farklı bir birey olduğunu fark etmek duygu dünyamızda patlamalara sebep oluyor. Bunun sonucu olarak da evlerde ilk haftalarda ciddi çatışmalar yaşandı ancak şimdilerde birlikte yaşamayı yeniden tanımlamaya ve ortak yeni tutum ve alışkanlıklar geliştirmeye başladık...

Eğitim süreçleri...

Bu yeniden yapılanan aile süreçlerinde en çok tartışılan alanın eğitim süreçleri olduğunu görmeye başladık. Ebeveynler açısından en büyük yanılgı okulun sadece bir öğretim alanı gibi algılanmasıydı ancak bu süreçte fark ettiler ki yaşamın içindeki temel ihtiyaçları bu değilmiş... Korona öncesinde eve gönderilen ödevlerin azlığından şikayet eden neden daha çok çalışmıyor, sınavlara nasıl hazırlanacak diye kaygı duyan ebeveynler şimdilerde bu kadar çok ödev neden veriliyor diye sormaya başladılar. Diğer yandan çocuklarının sosyal ve duygusal becerilerinin gelişmediğini gördükleri gibi kendilerinde de bu eksiklik olduğunu fark etmek önemli bir duygusal kırılganlık oluşturdu. Bir önemli konu da ebeveynler evde olmalarına rağmen aslında bir taraftan da işteler ve çalışmaları gerekiyor... Tüm işyerlerinin önemli bir kısmı evden çalışmaya geçerken bir kısım ebeveynler halen işe gidiyorlar. Bu nedenle de ebeveynler geçmişte yaşadıklarından çok daha fazla çocuklarının eğitim süreçlerinin planlanması ve yürütülmesi konusunda sorumluluk almaları gerekiyor. Bu durumun ne okullar, öğretmenler ne de işyerimiz farkında! Yani ebeveynlerin durumu Gülhane parkındaki Ceviz ağacının durumu gibiJ

Okullar açısından bakınca durum en az ev ortamı kadar vahim hatta daha kötü... Resmi okullar bu süreci sayın bakanın üstüne attıkları için tüm gözler ve eleştiriler bakana gidiyor. Özel okullar ise sanki sürekli var olma nedenini ispat etmek istercesine bulabildiği tüm kanallar üzerinden çocuklar ve velilere bombardıman yapıyorlar. Bunu yaparken ne bugünlerin özel durumunu ne hepimizin psikolojik açıdan durumumuzu ne de öğretmenlerin durumunu düşünmeden düşünmedikleri de ortada. Bir başka konuda ne yazık ki özel okulların uzaktan eğitim ve/veya harmanlanmış öğrenme gibi alanlarda tecrübeyi bırakın düşünme biçimleri bile hazır olmadığı için bu süreçte acil bir şekilde mecburculuk yapmaktalar. Bu elbette kaçınılmaz bir şekilde bilgisayarları daktilo gibi kavradığımız ilk dönemlere döndürdü eğitimcileri ve okulları, öyle ki canlı ders yapmayı öğretmenin sürekli konuştuğu anlattığı ve çocukların dinlediği bir hale getiriyor ve asenkron paylaşımı ise ödev göndermek zannedip etkileşim yetersizliği oluşuyor.

Ne yapmalı?

Bu süreç açısından baktığımızda okulların, eğitimcilerin kendilerini ispat etmelerini gerektirecek bir süreç algısını fark ederek durmaları gerekiyor. Bu süreç biz eğitimciler açısından okulun ve okuldaki süreçlerin kalıcı bir şekilde değişimini tetiklediği için hepimizin uyumlanma ve değişimi zorunluluk haline getirdi. Bu nedenle okullar ve eğitimciler şimdi ve sonrası için düşünme biçimlerini, iş yapış biçimlerini sorgulamaya hazır olmalı ve bu denemi deneyim elde edilen bir fırsat dönemi gibi veri toplamaya devam etmek gerekir. Mümkün ise okullar ve veliler açısından süreci haftalık programlarla dinamik ve esnek yürütmek hedeflenmeli. Bundan önceki yıllarda aynı içerikle geçirdiğimiz dönemlerdeki sonuçları elde etmeye değil elde ettiğimiz sonuçları iyi analiz etmeye odaklanalım...

Aileler açısından ise bu süreç yeni ve deneyim kazandığımız bir dönem olacak. Aile içinde birbirimizi daha çok tanıdıkça aklımızda tutmamız gereken herkesin kendisi için özerk alanlara, zamanlara fırsat oluşturmak olmalı. Çocuklarımızın içerik olarak kaçırdıkları her şeyin telafisi mümkün merak etmeyin. Siz yeter ki bu dönemin yaşama deneyimlerinizle çocuklarımızın sosyal duygusal becerilerini geliştirmeyi hedefleyin. Okulunuz çok fazla yük veriyorsa siz hafifletin ve çocuklarınızla merak ettiklerini sorarak merak müfredatını siz oluşturun... Unutmayın ki her çocuk bir bireydir ve kendi özerk alanlarına sahip olma hakları vardır...

Son söz olarak; bu dönem her birimizin yeni beceriler ve alışkanlıklar geliştireceği, yaşamımızın kalıcı şekilde değişeceği bir dönem. Bu nedenle yeni durumlara uyumlanabilme becerilerimize odaklanalım, kurumlar ve kişiler olarak...

Sağlıkla kalınız...

> Korona günlerinde eğitimin dokunaklı hali!

Kayhan Karlı / Eğitimci - Yazar

kayhan_karliHerkes açısından alışık olunmayan ve beklenmedik zamanları yaşadığımız bugünlerde özellikle eğitim alanında pek çok şey konuşuluyor, konuşulmaya da devam edecek. Aile içinde her birimizin kendini keşfetmekten daha çok birbirimizin ihtiyaçlarını ve yaşam biçimlerini keşfediyoruz. Bu durum aslında aile bireyleri arasında en çok çatışmalara neden oluyor çünkü eşimizin ve/veya çocuklarımızın bizim algıladığımız, varsaydığımız kişi yerine farklı bir birey olduğunu fark etmek duygu dünyamızda patlamalara sebep oluyor. Bunun sonucu olarak da evlerde ilk haftalarda ciddi çatışmalar yaşandı ancak şimdilerde birlikte yaşamayı yeniden tanımlamaya ve ortak yeni tutum ve alışkanlıklar geliştirmeye başladık...

Eğitim süreçleri...

Bu yeniden yapılanan aile süreçlerinde en çok tartışılan alanın eğitim süreçleri olduğunu görmeye başladık. Ebeveynler açısından en büyük yanılgı okulun sadece bir öğretim alanı gibi algılanmasıydı ancak bu süreçte fark ettiler ki yaşamın içindeki temel ihtiyaçları bu değilmiş... Korona öncesinde eve gönderilen ödevlerin azlığından şikayet eden neden daha çok çalışmıyor, sınavlara nasıl hazırlanacak diye kaygı duyan ebeveynler şimdilerde bu kadar çok ödev neden veriliyor diye sormaya başladılar. Diğer yandan çocuklarının sosyal ve duygusal becerilerinin gelişmediğini gördükleri gibi kendilerinde de bu eksiklik olduğunu fark etmek önemli bir duygusal kırılganlık oluşturdu. Bir önemli konu da ebeveynler evde olmalarına rağmen aslında bir taraftan da işteler ve çalışmaları gerekiyor... Tüm işyerlerinin önemli bir kısmı evden çalışmaya geçerken bir kısım ebeveynler halen işe gidiyorlar. Bu nedenle de ebeveynler geçmişte yaşadıklarından çok daha fazla çocuklarının eğitim süreçlerinin planlanması ve yürütülmesi konusunda sorumluluk almaları gerekiyor. Bu durumun ne okullar, öğretmenler ne de işyerimiz farkında! Yani ebeveynlerin durumu Gülhane parkındaki Ceviz ağacının durumu gibiJ

Okullar açısından bakınca durum en az ev ortamı kadar vahim hatta daha kötü... Resmi okullar bu süreci sayın bakanın üstüne attıkları için tüm gözler ve eleştiriler bakana gidiyor. Özel okullar ise sanki sürekli var olma nedenini ispat etmek istercesine bulabildiği tüm kanallar üzerinden çocuklar ve velilere bombardıman yapıyorlar. Bunu yaparken ne bugünlerin özel durumunu ne hepimizin psikolojik açıdan durumumuzu ne de öğretmenlerin durumunu düşünmeden düşünmedikleri de ortada. Bir başka konuda ne yazık ki özel okulların uzaktan eğitim ve/veya harmanlanmış öğrenme gibi alanlarda tecrübeyi bırakın düşünme biçimleri bile hazır olmadığı için bu süreçte acil bir şekilde mecburculuk yapmaktalar. Bu elbette kaçınılmaz bir şekilde bilgisayarları daktilo gibi kavradığımız ilk dönemlere döndürdü eğitimcileri ve okulları, öyle ki canlı ders yapmayı öğretmenin sürekli konuştuğu anlattığı ve çocukların dinlediği bir hale getiriyor ve asenkron paylaşımı ise ödev göndermek zannedip etkileşim yetersizliği oluşuyor.

Ne yapmalı?

Bu süreç açısından baktığımızda okulların, eğitimcilerin kendilerini ispat etmelerini gerektirecek bir süreç algısını fark ederek durmaları gerekiyor. Bu süreç biz eğitimciler açısından okulun ve okuldaki süreçlerin kalıcı bir şekilde değişimini tetiklediği için hepimizin uyumlanma ve değişimi zorunluluk haline getirdi. Bu nedenle okullar ve eğitimciler şimdi ve sonrası için düşünme biçimlerini, iş yapış biçimlerini sorgulamaya hazır olmalı ve bu denemi deneyim elde edilen bir fırsat dönemi gibi veri toplamaya devam etmek gerekir. Mümkün ise okullar ve veliler açısından süreci haftalık programlarla dinamik ve esnek yürütmek hedeflenmeli. Bundan önceki yıllarda aynı içerikle geçirdiğimiz dönemlerdeki sonuçları elde etmeye değil elde ettiğimiz sonuçları iyi analiz etmeye odaklanalım...

Aileler açısından ise bu süreç yeni ve deneyim kazandığımız bir dönem olacak. Aile içinde birbirimizi daha çok tanıdıkça aklımızda tutmamız gereken herkesin kendisi için özerk alanlara, zamanlara fırsat oluşturmak olmalı. Çocuklarımızın içerik olarak kaçırdıkları her şeyin telafisi mümkün merak etmeyin. Siz yeter ki bu dönemin yaşama deneyimlerinizle çocuklarımızın sosyal duygusal becerilerini geliştirmeyi hedefleyin. Okulunuz çok fazla yük veriyorsa siz hafifletin ve çocuklarınızla merak ettiklerini sorarak merak müfredatını siz oluşturun... Unutmayın ki her çocuk bir bireydir ve kendi özerk alanlarına sahip olma hakları vardır...

Son söz olarak; bu dönem her birimizin yeni beceriler ve alışkanlıklar geliştireceği, yaşamımızın kalıcı şekilde değişeceği bir dönem. Bu nedenle yeni durumlara uyumlanabilme becerilerimize odaklanalım, kurumlar ve kişiler olarak...

Sağlıkla kalınız...

Son Güncelleme: Çarşamba, 22 Nisan 2020 10:54

Gösterim: 1496


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.