Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Yükseköğretim yarışındaki öğrenciler için 2015 sınav maratonu sona erdi. Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Uzmanı Hatice Yılmaz, öğrencilere ve velilerine sonuçlar açıklanana kadar ve açıklandıktan sonra neler yapmaları gerektiği konusunda 7 önemli öneride bulundu.

hatice yılmazOğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Uzmanı Hatice Yılmaz, öğrencilerin girdikleri sınavlar sonucunda 4 ana gruptaki toplamda 17 puan türünden tercih yapmak için farklı bir mücadelenin içine gireceklerini belirterek, öğrencilerin lisans programlarına yönelik tercih yapabilmesi için ilgili puan türünden 180 ve üzeri puan alması gerektiğini, bu barajı aşamayan öğrencilerin de tercih yapabileceğini ancak değerlendirmeye alınmayacak bu tercihleri ölü tercih olacağı için tercih haklarını yanlış kullanmaları anlamına geleceğinden dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.

Tercih Sürecinde Neler Yapmalı?

Hedefini daha önceden belirlemiş adaylar için YÖK’ün belirlediği ve ÖSYM’nin onayladığı bu 9 günlük tercih yapma süresi aslında oldukça rahat geçeceğine dikkat çeken Hatice Yılmaz, “Hedefini belirlememiş olan ve hemen her LYS’ye girmiş olan adaylar ise karmaşık bir tablonun içinden çıkmak için uğraşacak. YÖK’ün açıklamasına göre 6-14 Temmuz tarihleri arasında geçecek olan tercih süreci öncesinde bir zamanda ÖSYM sonuçları açıklayacak. ÖSYM, sonuçları açıklamak için acele etmenin yorucu bir tempo sonucu hata yapma olasılığını arttırdığını ve dolayısı ile hata olmayacak şekilde hareket edeceklerini ve adayların da sabırla beklemesi gerektiğini duyurdu” dedi.

Yılmaz, ayrıca Oğuzkaan Koleji olarak, öğrencilerine ve velilerine sonuçlar açıklanana kadar ve açıklandıktan sonra neler yapmaları gerektiği konusunda verdikleri önerileri de sıraladı;

1. Sonuçlar açıklanana kadar sınav ile ilgili her şeyden uzak durmak en doğrusu. Sınav başına en az 80 soruya cevap vermişken tüm soruları ve onlara verdikleri yanıtları hatırlamak imkansıza yakınken soruları inceleyip tahmini net hesapları yapmak sadece spekülatif bir tavır olacaktır. Bu tarz çabalarda genelde adaylar yanlış hesaplar yapar ve sonrasında hayal kırıklığı yaşarlar.

2. İnternet üzerinde YGS ve LYS puan hesaplamaları ile ilgili yüzlerce site var. Bunların yarısından fazlası bilgisayara virüs bulaştırmak üzere tasarlanmış zararlı yazılımlar içeriyor. Her ne kadar sonuç açıklanana kadar puan hesaplaması yapılmasının doğru olmadığını söylüyor olsam da öğrencilerin birçoğunun dayanamayıp bu hesaplamalara giriştiğini farkındayım. Burada adayların dikkat etmesi gereken yalnız ve yalnız ÖSYM ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanmış internet sitelerine rağbet etmeleri. Bu konuda okuldaki rehber öğretmenler zamanında bilgilendirildi. Öğrenciler, okuldaki rehber öğretmenlerinden bu bilgiyi talep edebilir.

3. Sonuçlar açıklanır açıklanmaz peşin bir hükümle “kazandım” ya da “olmadı seneye” dememek lazım. Bu sene YGS’nin geçen seneye göre çok daha zor olduğu ÖSYM tarafından verilen sayısal verilerde net biçimde gözükmekte. LYS için de öğrenciler çok kolay bir sınav dönemi olduğuna yönelik açıklamalar yapmadılar. Bu da demek oluyor ki bazı programların puanları düşebilir. Çok başarılı öğrenciler bu durumdan ne kadar etkilendi bilmediğimiz için yüksek puanlı bölümlerde durum nasıl olur kestirmek güç; ancak şu bir gerçek ki puanlar ne yönde hareket ederse etsin, öğrencilerin tercih eğilimleri değişmediği sürece sıralamalarda çok büyük oynamalar olmaz. ÖSYM’nin kontenjan ve sıralamaları içeren tercih kılavuzu çıkana kadar kesin konuşmamak lazım.

4. Eski yıllarda dershaneler, öğrencileri tercih konusunda yönlendirirken bir sonraki sene de kendisine kaydolsun diye tercih konusunda ufuk açıcı bir rehberlik yapmaz, tam tersine bir kere daha girmesinin daha iyi olacağı konusunda adayları ikna etmeye çalışırdı. Önümüzdeki dönemde dershaneler olmayacağı için bu şekilde bir tavır sergilenmeyeceği düşünülebilir. Bu noktada kolejlerde ve köklü anadolu liselerinde okuyan öğrenciler biraz daha şanslı; çünkü onların rehber öğretmenleri bu konularda daha tecrübeli ve bilgili. Tanıdık aracılığı ile boş saatlerini yakalanabilirse bu kişilerden destek almak iyi olacaktır.

5. Vakıf Üniversitesi ve Devlet Üniversitesi ayrımında eski zamanlardaki “parası olan diploma alıyor” kavramı geçerliliğini yitirmiş vaziyette. Bazı vakıf üniversiteleri gerçek birer bilim yuvası ve bunu yıl içinde yaptığı bilimsel araştırmalar ve dünyada tanınmışlıklarını destekleyen çalışmalar ile göstermekte. Eskiden devlet üniversiteleri kendilerini tanıtma ihtiyacı bile duymazken, son birkaç yıldır şenlik havasında tanıtım günleri düzenlemekteler. Birçok üniversite, tercih dönemi başlamadan tanıtımları yapmaya başlayacak. Bu tanıtımlara gitmek ve bolca soru sormak lazım. “Niye bu üniversitede okuyayım, burası bana ne katacak?” sorusunu sormak her adayın hakkıdır.

6. Hala hangi yükseköğretim programında okuyacağını bilmeyen adaylar ise okullarındaki rehber öğretmenlerinden ya da liseden daha önce mezun olmuşlar ise kariyer eğitim merkezlerinden meslek ve kariyer testleri talep etmeli ve biraz olsun kendileri hakkında fikir sahibi olmalıdır. Aksi takdirde, sadece puanı ya da maddi gücü yetiyor diye bir bölüme yerleşecek ve hayatının geri kalanını bir zorunluluğa hapis edecektir.

7. Son olarak da anne ve babaların (hatta dayı, teyze, yenge, amca, komşu) çocuğun geleceği üzerinde hükümdar bir biçimde baskı kurmasının tehlikesini hatırlamak gerekir. Sadece “benim oğlum doktor olacak” deyip çevresine böbürlenmek için çocuğunuzun hayallerinin peşinden gitmesine engel olmayın. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirip Baro Stajını bile tamamlamışken hayali olan fotoğrafçılık için diplomasını babasına hediye edenleri de gördük, Cerrahpaşa İngilizce Tıp programını 5. sınıf sonunda bırakıp İstanbul Üniversitesi Gazetecilik için tekrar sınava gireni de. O beş sene yüzü gülmeyen o çocuklar, kendi hayalleri peşinden giderken hem daha mutlular hem de ister inanın ister inanmayın, daha çok para kazanıyorlar. Çoğu yeni mezun, tercihler için rehber öğretmenlerin yanına annesi ve babası ile gidecek. Anne ve babalar kafalarındaki soru işaretlerini rehber öğretmenler ile paylaşmalı ve çocukları için doğru olanı yapmalıdır.

> LYS tercih sürecinde veliler için 7 önemli öneri

Yükseköğretim yarışındaki öğrenciler için 2015 sınav maratonu sona erdi. Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Uzmanı Hatice Yılmaz, öğrencilere ve velilerine sonuçlar açıklanana kadar ve açıklandıktan sonra neler yapmaları gerektiği konusunda 7 önemli öneride bulundu.

hatice yılmazOğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Uzmanı Hatice Yılmaz, öğrencilerin girdikleri sınavlar sonucunda 4 ana gruptaki toplamda 17 puan türünden tercih yapmak için farklı bir mücadelenin içine gireceklerini belirterek, öğrencilerin lisans programlarına yönelik tercih yapabilmesi için ilgili puan türünden 180 ve üzeri puan alması gerektiğini, bu barajı aşamayan öğrencilerin de tercih yapabileceğini ancak değerlendirmeye alınmayacak bu tercihleri ölü tercih olacağı için tercih haklarını yanlış kullanmaları anlamına geleceğinden dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.

Tercih Sürecinde Neler Yapmalı?

Hedefini daha önceden belirlemiş adaylar için YÖK’ün belirlediği ve ÖSYM’nin onayladığı bu 9 günlük tercih yapma süresi aslında oldukça rahat geçeceğine dikkat çeken Hatice Yılmaz, “Hedefini belirlememiş olan ve hemen her LYS’ye girmiş olan adaylar ise karmaşık bir tablonun içinden çıkmak için uğraşacak. YÖK’ün açıklamasına göre 6-14 Temmuz tarihleri arasında geçecek olan tercih süreci öncesinde bir zamanda ÖSYM sonuçları açıklayacak. ÖSYM, sonuçları açıklamak için acele etmenin yorucu bir tempo sonucu hata yapma olasılığını arttırdığını ve dolayısı ile hata olmayacak şekilde hareket edeceklerini ve adayların da sabırla beklemesi gerektiğini duyurdu” dedi.

Yılmaz, ayrıca Oğuzkaan Koleji olarak, öğrencilerine ve velilerine sonuçlar açıklanana kadar ve açıklandıktan sonra neler yapmaları gerektiği konusunda verdikleri önerileri de sıraladı;

1. Sonuçlar açıklanana kadar sınav ile ilgili her şeyden uzak durmak en doğrusu. Sınav başına en az 80 soruya cevap vermişken tüm soruları ve onlara verdikleri yanıtları hatırlamak imkansıza yakınken soruları inceleyip tahmini net hesapları yapmak sadece spekülatif bir tavır olacaktır. Bu tarz çabalarda genelde adaylar yanlış hesaplar yapar ve sonrasında hayal kırıklığı yaşarlar.

2. İnternet üzerinde YGS ve LYS puan hesaplamaları ile ilgili yüzlerce site var. Bunların yarısından fazlası bilgisayara virüs bulaştırmak üzere tasarlanmış zararlı yazılımlar içeriyor. Her ne kadar sonuç açıklanana kadar puan hesaplaması yapılmasının doğru olmadığını söylüyor olsam da öğrencilerin birçoğunun dayanamayıp bu hesaplamalara giriştiğini farkındayım. Burada adayların dikkat etmesi gereken yalnız ve yalnız ÖSYM ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanmış internet sitelerine rağbet etmeleri. Bu konuda okuldaki rehber öğretmenler zamanında bilgilendirildi. Öğrenciler, okuldaki rehber öğretmenlerinden bu bilgiyi talep edebilir.

3. Sonuçlar açıklanır açıklanmaz peşin bir hükümle “kazandım” ya da “olmadı seneye” dememek lazım. Bu sene YGS’nin geçen seneye göre çok daha zor olduğu ÖSYM tarafından verilen sayısal verilerde net biçimde gözükmekte. LYS için de öğrenciler çok kolay bir sınav dönemi olduğuna yönelik açıklamalar yapmadılar. Bu da demek oluyor ki bazı programların puanları düşebilir. Çok başarılı öğrenciler bu durumdan ne kadar etkilendi bilmediğimiz için yüksek puanlı bölümlerde durum nasıl olur kestirmek güç; ancak şu bir gerçek ki puanlar ne yönde hareket ederse etsin, öğrencilerin tercih eğilimleri değişmediği sürece sıralamalarda çok büyük oynamalar olmaz. ÖSYM’nin kontenjan ve sıralamaları içeren tercih kılavuzu çıkana kadar kesin konuşmamak lazım.

4. Eski yıllarda dershaneler, öğrencileri tercih konusunda yönlendirirken bir sonraki sene de kendisine kaydolsun diye tercih konusunda ufuk açıcı bir rehberlik yapmaz, tam tersine bir kere daha girmesinin daha iyi olacağı konusunda adayları ikna etmeye çalışırdı. Önümüzdeki dönemde dershaneler olmayacağı için bu şekilde bir tavır sergilenmeyeceği düşünülebilir. Bu noktada kolejlerde ve köklü anadolu liselerinde okuyan öğrenciler biraz daha şanslı; çünkü onların rehber öğretmenleri bu konularda daha tecrübeli ve bilgili. Tanıdık aracılığı ile boş saatlerini yakalanabilirse bu kişilerden destek almak iyi olacaktır.

5. Vakıf Üniversitesi ve Devlet Üniversitesi ayrımında eski zamanlardaki “parası olan diploma alıyor” kavramı geçerliliğini yitirmiş vaziyette. Bazı vakıf üniversiteleri gerçek birer bilim yuvası ve bunu yıl içinde yaptığı bilimsel araştırmalar ve dünyada tanınmışlıklarını destekleyen çalışmalar ile göstermekte. Eskiden devlet üniversiteleri kendilerini tanıtma ihtiyacı bile duymazken, son birkaç yıldır şenlik havasında tanıtım günleri düzenlemekteler. Birçok üniversite, tercih dönemi başlamadan tanıtımları yapmaya başlayacak. Bu tanıtımlara gitmek ve bolca soru sormak lazım. “Niye bu üniversitede okuyayım, burası bana ne katacak?” sorusunu sormak her adayın hakkıdır.

6. Hala hangi yükseköğretim programında okuyacağını bilmeyen adaylar ise okullarındaki rehber öğretmenlerinden ya da liseden daha önce mezun olmuşlar ise kariyer eğitim merkezlerinden meslek ve kariyer testleri talep etmeli ve biraz olsun kendileri hakkında fikir sahibi olmalıdır. Aksi takdirde, sadece puanı ya da maddi gücü yetiyor diye bir bölüme yerleşecek ve hayatının geri kalanını bir zorunluluğa hapis edecektir.

7. Son olarak da anne ve babaların (hatta dayı, teyze, yenge, amca, komşu) çocuğun geleceği üzerinde hükümdar bir biçimde baskı kurmasının tehlikesini hatırlamak gerekir. Sadece “benim oğlum doktor olacak” deyip çevresine böbürlenmek için çocuğunuzun hayallerinin peşinden gitmesine engel olmayın. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirip Baro Stajını bile tamamlamışken hayali olan fotoğrafçılık için diplomasını babasına hediye edenleri de gördük, Cerrahpaşa İngilizce Tıp programını 5. sınıf sonunda bırakıp İstanbul Üniversitesi Gazetecilik için tekrar sınava gireni de. O beş sene yüzü gülmeyen o çocuklar, kendi hayalleri peşinden giderken hem daha mutlular hem de ister inanın ister inanmayın, daha çok para kazanıyorlar. Çoğu yeni mezun, tercihler için rehber öğretmenlerin yanına annesi ve babası ile gidecek. Anne ve babalar kafalarındaki soru işaretlerini rehber öğretmenler ile paylaşmalı ve çocukları için doğru olanı yapmalıdır.

Son Güncelleme: Salı, 23 Haziran 2015 14:12

Gösterim: 3323

Üniversiteye hazırlıkta sistem gereği iki basamaklı sınav uygulanıyor. Ancak ölçme değerlendirme yapılırken iki sınavda elde edilecek sonuçlar göz önünde bulunduruluyor. Yani sınav sistemi YGS ve LYS'lerle bir bütünlük oluşturuyor.

mektebim serpil yılmazÜniversiteye hazırlıkta sistem gereği iki basamaklı sınav uygulanıyor. Ancak ölçme değerlendirme yapılırken iki sınavda elde edilecek sonuçlar göz önünde bulunduruluyor. Yani sınav sistemi YGS ve LYS'lerle bir bütünlük oluşturuyor. YGS sonuçları ortalama değerlendirmenin % 40’ına karşılık gelirken, kalan yüzdelik kısmı LYS oluşturuyor. Bundan dolayı hazırlıkta sınavın bütünü, gözden kaçırılmamalıdır. YGS, sadece YGS puanıyla girilecek bölümlerde tek belirleyici sınavdır. Ancak LYS'ler sonucunda ortaya çıkan MF, TM, TS ve DİL puanlı bölümlerde hem bir baraj sınavı olarak hem de yerleştirme puanları hesaplanırken %40 oranında etkili oluyor. LYS sınavı ise değerlendirmenin %60 oranında etki ediyor. Bir basketbol maçında olduğunuzu düşünün, ilk yarı 100 atış hakkınızdan 40’ı; ikinci yarıda ise 100 atış hakkınızdan 60’ı basket oluyor. %60 etkili olan LYS’nin soruları bilgi ağırlıklı sorular olup yüzeysel çalışmak adayı başarıya götürmez. Daha derin bir çalışma ister ve bekler.

Genel olarak Türkiye’de sınavlar sınanma kaygısı ile karşımıza çıkar; sınav kaygısı yüksek bireylerde gözlenen belki de en önemli düşünce yanlışlığı, sınavların bilgi ve becerinin test edilmesinin ötesinde kişiliğin sınanması olduğuna inanmaktadır. Oysa bir sınav sonucuna, bütün bir kişilik değeri atfetmek yerine, bütünün parçalarından birindeki bir aksama diye bakabilmek gerekir. Aslında LYS bize sınavı bir sınanma kaygısına dönüştürmeden, sistemli, düzenli, programlı ve nasıl çalışılması gerektiğini hatırlattı.

SOSYAL BİLİMLER SINAVI (LYS4)

TARİH

Genel olarak soruların kolay ve orta zorlukta olduğu görülmektedir. Soruların cevapları da oldukça nettir. Bilgiye dayalı sorular yoruma dayalı sorulardan fazladır. Ama bilgiye dayalı sorular içinde birkaç bilginin sentezlenmesi ve yorumların eklenmesi gerekmektedir. Geçen yıllarla karşılaştırdığımızda Kurtuluş Savaşı Hazırlık Dönemi konusundan çıkan soru sayısının arttığını görmekteyiz. Osmanlı Yükseliş Dönemi Soruları tek soruya düşerken Osmanlı Dağılma Dönemi Islahat Hareketleri soru sayısı artmıştır. Kronolojiye dayalı sorular görülmektedir. Cumhuriyet dönemi ve eğitimle ilgili sorular biraz daha dikkat gerektirmektedir. Soğuk savaş dönemi soruları oldukça kolaydı.

COĞRAFYA-2   

Genel olarak bilgi ağırlıklı sorular sorulmuştur. Şekil ve haritaya dayalı sorular öğrenciler için zor görünse de zorluk derecesi ortadır. İklim bilgisi ve harita bilgisi ağırlıklı sorular yer almıştır. Sanayi, ticaret, turizm gibi bazı beşeri sistemleri içeren sorular harita ile ilişkilendirilerek uygulama düzeyinde sorulmuştur. Coğrafi konum ve yerel saat ile ilgi sorular doğrudan sorulmasa da coğrafi konuma bağlı sorular vardır. Küresel çevre ile ilgi sorular ön plandadır, iklim ve sıcaklık farkı ile ilgili soruların yanı sıra beşeri coğrafyaya ait sorular özellikle YGS müfredatına daha yakındır.

FELSEFE GRUBU

Genel olarak yoruma dayalı kolay sorular olsa da paragrafların uzunluğu dikkatin dağılmasına neden olabilir. Psikoloji ve Sosyoloji sorularında paragrafların uzunluğu dikkat çekmektedir. Sosyoloji de yorum sorularına ağırlık verilmiş olup Psikoloji dersinde bilgi soruları daha ağırlıklıdır. Mantık sorularının zorluk derecesi de orta seviyededir. Sınav sorularının müfredata uygun olarak hazırlandığı görülmektedir. Klasik mantık soruları daha ağırlıkta olsa da sembolik mantık ile ilgili sorular vardır. Sorularda konular arasında bağlantı kurmanın önemi fark edilmiştir.

EDEBİYAT-COĞRAFYA-1 (LYS-3 ) SINAVI

COĞRAFYA-1

Genel olarak soruların kolay ve orta zorlukta olduğu görülmektedir. Beşeri sistem ağırlıklı sorular yer almaktadır. Bu yıl geçmiş yıllara oranla Doğal Sistemler soruları artmıştır. Çevre sorunları, doğal afetler, İnsan-Doğa etkileşimi soruları ağırlıktadır. Soruların çoğu harita ile ilişkilendirilerek sorulmuştur.

LYS-3 EDEBİYAT

Sınavın edebiyat bölümünde yer alan 56 sorudan 23’ü dil ve anlatım, 33’ü Türk edebiyatına aittir. Alışılagelmiş soru tipleri sınavın geneline hâkimdir. Müfredat dışı soru bulunmamaktadır. Konuya hâkim olan her öğrencinin yapabileceği sorular vardır. Kazanımlar paralelinde sorular hazırlanmıştır.

 Edebiyat bölümünde Cumhuriyet dönemi ağırlıklı olarak sorulmuştur. Edebiyat konularında bilgiyi yorumlamaya yönelik sorulara yer verildiği görülmüştür. Batı edebiyatı sanatçılarına yönelik sorulara bu yıl da yer verilmediği gözlenmiştir. Son dönem sanatçılarına yönelik sorulara yer verilmemiştir. Yazar ve eser bilgisi ön plana çıkmaktadır.

Dil ve anlatım bölümünde sorular anlam bilgisi ağırlıklı olmak üzere dil bilgisinin genelini yoklayan sorular olmuştur. Paragraf ve dilbilgisi soruları çok zorlayıcı değildir.

Lisans Yerleştirme Sınavı-2 (Fen Bilimleri)

Öğrencilerimizden aldığımız bilgiler gösteriyor ki MEB müfredatı dışında soru olmadığı bazı soruların bilgi ağırlıklı bazıları öğrencilerin yorum yeteneği ölçen sorular ve grafiklerdi. Soruların konulara dağılımı dengeli kolay ve orta zorlukta bir sınavdı, sürpriz bir soru yada çok zor bir soru bulunmamaktadır. Fizik soruları öğrencileri zorlamayan bilgi sorularından, kimya soruları eski yıllarda çıkan sorulara benzeyen nitelikte her konudan soru sorulan organik kimya sorularının kolay olduğu, biyoloji testinde yorum ağırlıklı sorulardan oluştuğu geçmiş yıllara göre biraz daha öğrenciyi zorlayacak bir sınavdı. Genel değerlendirmeyle LYS 2 sınavı planlı çalışan bilgi eksiği olmayan öğrencilerimizin rahatlıkla iyi netler çıkarabileceği bir sınavdı.

Lisans Yerleştirme Sınavı-1 (Matematik)

2015 – LYS MATEMATİK

Matematik soruları, geçmiş yıllardan aşina olduğumuz soru tiplerinden olmasına karşın daha fazla zamana ihtiyaçları olan ve işlem fazlalığının hâkim olduğu sorulardan oldu. Sorunun çözümüne gidilmesi için birçok bilgiyi aynı anda kullanmanız gerekiyor ki bu durum türev ve trigonometri konularında öne çıkmış. Soruların müfredat dağılımda farklılıklar var. Her yıl az soru çıkan kümeler, determinant ve matris konularından daha çok soru çıkmış. Geçen yıl 50 matematik sorusundan ortalama 10.58 net çıkmıştı. Bu sene durum en iyi ihtimalle aynı ortalamalarda olacak gibi gözüküyor.

2015 – LYS GEOMETRİ

Matematik testinin işlem yoğunluğundan dolayı öğrenciler geometri testine önyargı ile girdiklerini söylüyorlar. Geçen yıl 30 geometri sorusundan ortalama 6.02 net çıkmıştı. Bu sene TM puanlarında geometri testinin etkisinin azaltılması ile geometri dersine yönelimin azaldığı gözleniyor. Ayrıca geometri testinin matematiğe oranla daha zor olduğu, soru tarzının geçmiş yıllara göre değiştiği, az bilgi ile görmeye dayalı ve yine yardımcı bilgiler kullanılarak çözülmesi gereken soruların ağırlıklı olduğu görülüyor.

 

SERPİL YILMAZ

Mektebim Koleji

Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölüm Başkanı

> LYS sonrasında ortaya çıkanlar

Üniversiteye hazırlıkta sistem gereği iki basamaklı sınav uygulanıyor. Ancak ölçme değerlendirme yapılırken iki sınavda elde edilecek sonuçlar göz önünde bulunduruluyor. Yani sınav sistemi YGS ve LYS'lerle bir bütünlük oluşturuyor.

mektebim serpil yılmazÜniversiteye hazırlıkta sistem gereği iki basamaklı sınav uygulanıyor. Ancak ölçme değerlendirme yapılırken iki sınavda elde edilecek sonuçlar göz önünde bulunduruluyor. Yani sınav sistemi YGS ve LYS'lerle bir bütünlük oluşturuyor. YGS sonuçları ortalama değerlendirmenin % 40’ına karşılık gelirken, kalan yüzdelik kısmı LYS oluşturuyor. Bundan dolayı hazırlıkta sınavın bütünü, gözden kaçırılmamalıdır. YGS, sadece YGS puanıyla girilecek bölümlerde tek belirleyici sınavdır. Ancak LYS'ler sonucunda ortaya çıkan MF, TM, TS ve DİL puanlı bölümlerde hem bir baraj sınavı olarak hem de yerleştirme puanları hesaplanırken %40 oranında etkili oluyor. LYS sınavı ise değerlendirmenin %60 oranında etki ediyor. Bir basketbol maçında olduğunuzu düşünün, ilk yarı 100 atış hakkınızdan 40’ı; ikinci yarıda ise 100 atış hakkınızdan 60’ı basket oluyor. %60 etkili olan LYS’nin soruları bilgi ağırlıklı sorular olup yüzeysel çalışmak adayı başarıya götürmez. Daha derin bir çalışma ister ve bekler.

Genel olarak Türkiye’de sınavlar sınanma kaygısı ile karşımıza çıkar; sınav kaygısı yüksek bireylerde gözlenen belki de en önemli düşünce yanlışlığı, sınavların bilgi ve becerinin test edilmesinin ötesinde kişiliğin sınanması olduğuna inanmaktadır. Oysa bir sınav sonucuna, bütün bir kişilik değeri atfetmek yerine, bütünün parçalarından birindeki bir aksama diye bakabilmek gerekir. Aslında LYS bize sınavı bir sınanma kaygısına dönüştürmeden, sistemli, düzenli, programlı ve nasıl çalışılması gerektiğini hatırlattı.

SOSYAL BİLİMLER SINAVI (LYS4)

TARİH

Genel olarak soruların kolay ve orta zorlukta olduğu görülmektedir. Soruların cevapları da oldukça nettir. Bilgiye dayalı sorular yoruma dayalı sorulardan fazladır. Ama bilgiye dayalı sorular içinde birkaç bilginin sentezlenmesi ve yorumların eklenmesi gerekmektedir. Geçen yıllarla karşılaştırdığımızda Kurtuluş Savaşı Hazırlık Dönemi konusundan çıkan soru sayısının arttığını görmekteyiz. Osmanlı Yükseliş Dönemi Soruları tek soruya düşerken Osmanlı Dağılma Dönemi Islahat Hareketleri soru sayısı artmıştır. Kronolojiye dayalı sorular görülmektedir. Cumhuriyet dönemi ve eğitimle ilgili sorular biraz daha dikkat gerektirmektedir. Soğuk savaş dönemi soruları oldukça kolaydı.

COĞRAFYA-2   

Genel olarak bilgi ağırlıklı sorular sorulmuştur. Şekil ve haritaya dayalı sorular öğrenciler için zor görünse de zorluk derecesi ortadır. İklim bilgisi ve harita bilgisi ağırlıklı sorular yer almıştır. Sanayi, ticaret, turizm gibi bazı beşeri sistemleri içeren sorular harita ile ilişkilendirilerek uygulama düzeyinde sorulmuştur. Coğrafi konum ve yerel saat ile ilgi sorular doğrudan sorulmasa da coğrafi konuma bağlı sorular vardır. Küresel çevre ile ilgi sorular ön plandadır, iklim ve sıcaklık farkı ile ilgili soruların yanı sıra beşeri coğrafyaya ait sorular özellikle YGS müfredatına daha yakındır.

FELSEFE GRUBU

Genel olarak yoruma dayalı kolay sorular olsa da paragrafların uzunluğu dikkatin dağılmasına neden olabilir. Psikoloji ve Sosyoloji sorularında paragrafların uzunluğu dikkat çekmektedir. Sosyoloji de yorum sorularına ağırlık verilmiş olup Psikoloji dersinde bilgi soruları daha ağırlıklıdır. Mantık sorularının zorluk derecesi de orta seviyededir. Sınav sorularının müfredata uygun olarak hazırlandığı görülmektedir. Klasik mantık soruları daha ağırlıkta olsa da sembolik mantık ile ilgili sorular vardır. Sorularda konular arasında bağlantı kurmanın önemi fark edilmiştir.

EDEBİYAT-COĞRAFYA-1 (LYS-3 ) SINAVI

COĞRAFYA-1

Genel olarak soruların kolay ve orta zorlukta olduğu görülmektedir. Beşeri sistem ağırlıklı sorular yer almaktadır. Bu yıl geçmiş yıllara oranla Doğal Sistemler soruları artmıştır. Çevre sorunları, doğal afetler, İnsan-Doğa etkileşimi soruları ağırlıktadır. Soruların çoğu harita ile ilişkilendirilerek sorulmuştur.

LYS-3 EDEBİYAT

Sınavın edebiyat bölümünde yer alan 56 sorudan 23’ü dil ve anlatım, 33’ü Türk edebiyatına aittir. Alışılagelmiş soru tipleri sınavın geneline hâkimdir. Müfredat dışı soru bulunmamaktadır. Konuya hâkim olan her öğrencinin yapabileceği sorular vardır. Kazanımlar paralelinde sorular hazırlanmıştır.

 Edebiyat bölümünde Cumhuriyet dönemi ağırlıklı olarak sorulmuştur. Edebiyat konularında bilgiyi yorumlamaya yönelik sorulara yer verildiği görülmüştür. Batı edebiyatı sanatçılarına yönelik sorulara bu yıl da yer verilmediği gözlenmiştir. Son dönem sanatçılarına yönelik sorulara yer verilmemiştir. Yazar ve eser bilgisi ön plana çıkmaktadır.

Dil ve anlatım bölümünde sorular anlam bilgisi ağırlıklı olmak üzere dil bilgisinin genelini yoklayan sorular olmuştur. Paragraf ve dilbilgisi soruları çok zorlayıcı değildir.

Lisans Yerleştirme Sınavı-2 (Fen Bilimleri)

Öğrencilerimizden aldığımız bilgiler gösteriyor ki MEB müfredatı dışında soru olmadığı bazı soruların bilgi ağırlıklı bazıları öğrencilerin yorum yeteneği ölçen sorular ve grafiklerdi. Soruların konulara dağılımı dengeli kolay ve orta zorlukta bir sınavdı, sürpriz bir soru yada çok zor bir soru bulunmamaktadır. Fizik soruları öğrencileri zorlamayan bilgi sorularından, kimya soruları eski yıllarda çıkan sorulara benzeyen nitelikte her konudan soru sorulan organik kimya sorularının kolay olduğu, biyoloji testinde yorum ağırlıklı sorulardan oluştuğu geçmiş yıllara göre biraz daha öğrenciyi zorlayacak bir sınavdı. Genel değerlendirmeyle LYS 2 sınavı planlı çalışan bilgi eksiği olmayan öğrencilerimizin rahatlıkla iyi netler çıkarabileceği bir sınavdı.

Lisans Yerleştirme Sınavı-1 (Matematik)

2015 – LYS MATEMATİK

Matematik soruları, geçmiş yıllardan aşina olduğumuz soru tiplerinden olmasına karşın daha fazla zamana ihtiyaçları olan ve işlem fazlalığının hâkim olduğu sorulardan oldu. Sorunun çözümüne gidilmesi için birçok bilgiyi aynı anda kullanmanız gerekiyor ki bu durum türev ve trigonometri konularında öne çıkmış. Soruların müfredat dağılımda farklılıklar var. Her yıl az soru çıkan kümeler, determinant ve matris konularından daha çok soru çıkmış. Geçen yıl 50 matematik sorusundan ortalama 10.58 net çıkmıştı. Bu sene durum en iyi ihtimalle aynı ortalamalarda olacak gibi gözüküyor.

2015 – LYS GEOMETRİ

Matematik testinin işlem yoğunluğundan dolayı öğrenciler geometri testine önyargı ile girdiklerini söylüyorlar. Geçen yıl 30 geometri sorusundan ortalama 6.02 net çıkmıştı. Bu sene TM puanlarında geometri testinin etkisinin azaltılması ile geometri dersine yönelimin azaldığı gözleniyor. Ayrıca geometri testinin matematiğe oranla daha zor olduğu, soru tarzının geçmiş yıllara göre değiştiği, az bilgi ile görmeye dayalı ve yine yardımcı bilgiler kullanılarak çözülmesi gereken soruların ağırlıklı olduğu görülüyor.

 

SERPİL YILMAZ

Mektebim Koleji

Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölüm Başkanı

Son Güncelleme: Pazartesi, 22 Haziran 2015 15:50

Gösterim: 2981

Prof. Dr. Mustafa Zülküf Altan / Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Kayseri

mustafa_altanOkullar kapandı. Bir akademik yılın daha sonuna gelindi. Bu aynı zamanda yazın geldiğinin bir müjdesidir ve çocuklar için okul kapılarından üç ay uzak durma, oyun oynama, yeni yerler görme, müze, ören yerleri ve hayvanat bahçelerini ziyaret etme, yeni arkadaşlar edinme, hayaller kurma, çevrelerinin kendilerine sunacağı gizemleri, defineleri ve hikâyeleri keşfetme zamanı anlamına geliyor.

Bu senaryo çok az bir grup çocuk için geçerli olabilir ancak pek çok çocuk için tatil, okuldan çok az farklı planlı, programlı, büyükler tarafından yapılandırılmış, sıkı kuralların olduğu, formal öğrenme ortamlarında yetişkinler tarafından gerçekleştirilen ders ve aktivitelerin birinden diğerine koşuşturulmasından başka bir anlama gelmiyor, maalesef.

Önceden planlanmamış, yetişkin ve uzmanlar tarafından gözden geçirilmemiş ve üzerinde çalışılmamış oyunlar ve oyun zamanları, çocukların çocuk olmalarına yani yaratıcı, meraklı kalabilmelerine ve hata yapmaktan korkmamalarına merhamet, özveri ve paylaşma gibi erdemleri kazanma ve geliştirmelerine yardım eden en değerli eğitim ve öğrenme fırsatlarıdır!

Çocukların, bu tür oyunlar ve oyun zamanları ve süresince edindikleri tecrübeler, hayal kurma dâhil, onların kişiliklerinin, bilişsel becerilerinin ve çok daha önemlisi onların duyuşsal becerilerinin yani sağ beyinlerinin gelişmesine katkı sağlar.

okulOkullarımız ve mevcut eğitim sistemimiz aynı zamanda benzer şekilde oluşturulan yaz okulları, kursları ve kampları; yaratıcılığı, risk alabilmeyi, merak etmeyi engelliyor ve yok ediyor. Çünkü bu tür sistemler sol beyin odaklı, rutin ve benzer becerileri sergileyebilen memurlar yetiştirmeye göre tasarlanmıştır. Bu tür aktivitelerde hata yapmaya yer yoktur, çocuklar tıpkı okullardaki gibi birbirleriyle yarış içindedir!

Okullardaki sayısal/sözel zekâ üzerine oturmuş değerlendirme sistemleri üzerine bir de merkezî yapılan yine benzer zekâların kullanıldığı ve tamamen bilgi içeren testler yüzünden çocukların yaratıcılıkları, bireysel farklılıkları, özgünlükleri ve cesaretleri maalesef kırılmaktadır. Böylece bireyler sıradanlaştırılmaktadır (Altan, 2014).

Bu yüzdendir ki bu mevcut sisteme ayak uyduramayanlar başarısız addedilerek sistemin dışına itilmektedir. Başarılı sayılanlar ise zekâ profillerindeki diğer zekâlara göre daha gelişmiş olan sayısal/sözel zekâları ve uzun süreli soru çözmeden kaynaklanan test yetenekleri sayesinde hepsi birbirine benzeyen bireylerden oluşmaktadır! Çünkü sistem bu gruba hitap etmekte ve açıkçası bu tür bireylere açık şekilde destek vermektedir. Yani ciddi bir hile, adaletsizlik ve eşitsizlik söz konusudur! (Altan, 2014).

Zevk alınmıyorsa, yeni şeyler öğrenilmiyorsa, bilim ziyafetine dâhil olunamıyorsa ve öğrenme süreci bir işkence ve eziyete dönüşüyor veya öyle algılanıyor ise burada sadece sol beynin beslendiği, aktivitelerin ve değerlendirmelerin bu yönde yapıldığı bir sistem var demektir. Bu sistemin ürünleri de yine birbirine benzeyen, benzer özelliklere ve düşünce yapısına sahip, standart sınavlarda başarılı olabilen doktorlar, hâkimler, öğretmenler, polisler, imamlar ve memurlardır.

Öğrenme sürecinden zevk alınıyorsa, sürekli öğrenme açlığı ve isteği içinde kalınıyorsa, hata yapma olağan karşılanıyor ve risk alınıyorsa, merak ve istek duygularının coştuğu bir öğrenme ortamı varsa orada sağ beyin besleniyor ve her iki beyin lobu dengeli kullanılıyor demektir. Şimdi okullarımızdaki sınıflarımızı düşünelim? Nasıl bir tablo gözünüzün önüne geliyor? (Altan, 2014)

Başkalarına karşı toleranslı, kültürler arası iletişime açık, ötekileştirmeyen, vicdanlı, ahlaklı, sorumlu ve sürekli ağızlarda pelesenk olan ancak toplumda kabul görmediği bireylerin yaygın davranışlardan belli olan, farklılıkların birer zenginlik olarak görülebilmesi ancak sağ beyne değer verilen ve sağ beynin beslendiği bir eğitim sistemiyle gerçekleşebilecektir (Altan, 2014).

Sezgisel beyin, yani sağ beyin, Allah’ın bir lütfu ve bir armağanıyken; mantıksal beyin, yani sol beyin sadık bir köledir. Köle de sahibi ne derse onu yapar! Ne acıdır ki mevcut eğitim sistemimiz, bizleri birer köle olmaya ve doğuştan bizlere bahşedilen ve daha iyi, daha hoşgörülü, yaratıcı ve adaletli insanlar olabilmemize yardım edecek tarafı göz ardı etmeye ve onu yok saymaya yönlendirmektedir (Altan, 2014).

İnsan elinden çıkmış parklara, ağaçlıklara ve ormanlara bir bakın. Güller, çalılar ve ağaçların hepsinin sıralı olduğunu görürsünüz! Doğal olanlarının ise kendi içinde bir harmonisi olduğunu ama asla askerler gibi sıralanarak dikilmediğini göreceksiniz! Sağ beyni daha gelişmiş ve hâlâ tahribata uğramamış mimarların, peyzaj mimarlarının ve iç dekoratörlerinin elinden çıkmış işlerin neden hep ayrı tutulduğunu veya bu insanlara neden ilgi duyulduğunu anlamak hiç de zor olmasa gerek (Altan, 2014).

Yukarıda izah etmeye çalıştığın tablodan yola çıkarak çocukları yetişkinlerin hazırladığı ve planlı, programlı öğrenme merkezlerinden bari yazın uzak tutalım. Çocukların kendilerinin oluşturduğu ve şekillendirdiği oyunlar ve oyunlar sırasında yaşadıkları çocukların hem hayatta hem de akademik başarılarında önemli bir yer tutan problem çözebilme, idare ve kontrol edebilme, iletişim kurabilme, vazgeçebilme, ödün verebilme, takım çalışması yapabilme gibi yönetim işlevleri dediğimiz temel becerilerinin gelişmesine en büyük katkıyı sağlayan unsurdur. Yönetim işlevleri; organizasyon, uzun süreli planlama, kendine hedef belirleme, düzenleme, girişimci davranabilme, inisiyatif ve risk alabilme ve aktiviteler arasında gidip gelebilme başarısı için kullanılan çok kapsamlı bir tanımdır.

Bu beceriler hem hayatta hem de akademik başarı için çok önemlidir ve maalesef okullarımızda ihmal edilmekte ve çocukların geleceği ipotek altına alınmaktadır. Çocukların bu becerileri kazabilmelerinin yegâne yeri de dışarısı ve kendilerinin oluşturduğu ve bizzat yaşadıkları oyunlardır! Grup çalışmalarındaki başarısızlıkların, uyumsuzlukların, hedef belirleyememenin, öğrenmenin sorumluluğunu alamamanın temelinde de yönetim işlevlerinin yetersiz ve gelişmemiş olması yatmaktadır.

Çocukların kendilerinin geliştirdiği ve organize ettiği hayali oyunlar, kendilerinin seçtikleri kitapları okumaları, kendilerinin seçtikleri aktiviteler ve hedefleri gerçekleştirmeleri,  yetişkinlerin yapılandırdığı dersler, ödevler, spor aktiviteleri ve toplumsal hizmetlerden çok daha fazla gelişimlerine katkıda bulunmaktadır. Kendilerinin sorumluluk aldığı ve organize ettikleri aktiviteler çocukları çok daha mutlu, kendine güvenli, sorumluluk sahibi yapmakta bu durum da kendilerini hayata çok iyi hazırlamaktadır.

Sağ beyin doğuştan olduğu için sağ beynin işlevleri arasında olan merak, yaratıcılık ve oyun oynama gibi işlevler ve bunların doğal sonucu olarak gerçekleştirdikleri aktiviteler çocuklara adeta doğanın bir armağanı gibidir ve çocukların yardımsız olmadıklarını kanıtlar. Çünkü aktiviteler sırasında kendilerine yardımcı olabilecek akranları her zaman yanı başlarındadır. Hataya yer vardır ve hatalar tolere edilmektedir! Akran öğreniminin de en iyi öğrenme şekli olduğu da unutulmamalıdır.

Merak, gerçekten de insanlardaki en yoğun ve temel dürtülerden biridir ve eğitim bu temel nitelik üzerine oturtulmalıdır. Ancak eğitim sistemleri bırakın bunu ön plana çıkarmayı, bu temel davranışı kör hatta yok etmektedir. Meraklı olduğumuzda beynin kimyası değişmekte ve bizlerin daha iyi öğrenmemize ve hatırlamamıza yardım ettiği bilinmesine rağmen çocuklardaki bu doğal nitelik okullar ve yetişkinler tarafından yapılandırılmış benzer oluşumlar süresinde kör ve zamanla yok edilmektedir.

Yetişkinlerden uzak olarak gerçekleştirilen oyunlarda her şeyin kontrolü çocuklardadır. Kendi kararlarını verirler, sorunları çözerler, kuralları yaratır ve onlara uyarlar ve daha önemlisi yetişkinlerin kontrolünde olma veya onlara karşı gelme yerine eşitler arasında bir birleriyle geçinme becerilerini geliştirirler. Bu beceri hayatlarında da kendilerine en çok yarayacak beceri olacaktır. Türkiye toplumu olarak giderek bu niteliklerden nasıl uzaklaştığımız çok açıktır.

Ne yazık ki artık pek çok anaokulunda bile resmi derslere yakın yetişkinler tarafından tasarlanmış, planlanmış öğrenmeye yani sol beyine yönelik bir sürü aktivite hatta dersler bulunmaktadır. Anaokullarından başlayarak eğitim süresince serbest oyun zamanını okullarımızdan kaldırdığımızda çocukların kendi düzenleme becerilerini geliştirememesi ileri de hiç bir şeyin sorumluluğunu da almamalarına sebep olmaktadır.  Bu yüzden de, yemek yemelerinden anneleri, odalarının düzeninden anne veya ablaları, okuldaki başarılarından öğretmenleri, askere gitme ve evlenmelerinden babaları, iş bulmalarından devlet ve iyi bir eşe sahip olmalarından da kader sorumludur (Altan, 2014)

Evde başlayacak, anaokulunda ve dışarıda devam edilecek serbest zaman oyunlarının sıklıkla ve anlamlı yapılmasına olanak verilmesi, çocuğun zekâ profilinin de gelişmesine büyük katkı vereceği açıktır.

Böylesi bir hazırlık süreci, kalabalık sınıflarda öğrencilerden kendi kendilerine yetmelerini, kendilerini yönlendirebilme ve yönetebilme gibi becerileri bekleyen öğretmenlerin de hayali olsa gerek.

Serbest zaman oyunları gibi aktivitelerin yapılması çocukların kaosa sürüklenmeme, kendi başlarına ve grup içinde uyumlu çalışmalarına, bağımsız ve amaçlar doğrultusunda hareket edebilmelerine ve diğer akranları tarafından dikkatleri bozulmadan hedeflerini gerçekleştirebilme becerilerini kazanmalarına yardımcı olmaktadır.

Aileler, çocuklarının yeni eğitim öğretim dönemine çok daha sağlıklı ve hem akademik hem de fiziksel olarak daha iyi girmesini istiyorsa, çocuklarını yetişkinlerin organize ettiği, hazırladığı, yönettiği yaz kursları, kampları, okulları veya formal ders kursları yerine, onların çevrelerindeki çocuklarla oyunlar oynamalarına ve/veya kendi aktivite programlarını düzenlemelerine fırsat vermelidirler.

Bırakın oynasınlar, bırakın kendi hayali krallıklarını kursunlar, bırakın kendi definelerini bulsunlar,  bırakın kendi ejderhalarını öldürsünler, bırakın kendi hastalarını iyileştirsinler, bırakın kendi turnuvalarını tertip etsinler.

Bütün bunları önerirken çevreye zarar vermeden yani insanları ve doğayı rahatsız ve tahrip etmeden yani otokontrollü olmaları gerektiği konusunun da göz ardı edilmemesi gerekir. Çocuktur yapar diye bir şey söz konusu olamaz. Uygun bir dille anlatılır ve gerekli açıklamalar yapılırsa çocukların bu konularda yetişkinlerden daha başarılı oldukları bilinmektedir. Uyarılar yapılırken alçak ses tonuyla konuşulmasına ve uyarılan konuların yetişkinler tarafından yapılmadığına ve ihlal edilmediğinden de emin olunmalıdır.

Bırakın çocuklar çocuk kalsın ve geleceğe hazırlansınlar. Hayatta başarılı olan yetişkinler, çocukluklarını çocukken kaybetmeyip, yetişkinliklerine kadar taşıyabilenlerdir.

Kaynakça

Altan, Mustafa Z. (2015 2. baskı). Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı girişimci öğretim girişimci           öğretmen. PEGEM,            Ankara.

 

 

 

 

> Prof. Dr. Altan: Bırakın çocuklar çocuk kalsın!

Prof. Dr. Mustafa Zülküf Altan / Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Kayseri

mustafa_altanOkullar kapandı. Bir akademik yılın daha sonuna gelindi. Bu aynı zamanda yazın geldiğinin bir müjdesidir ve çocuklar için okul kapılarından üç ay uzak durma, oyun oynama, yeni yerler görme, müze, ören yerleri ve hayvanat bahçelerini ziyaret etme, yeni arkadaşlar edinme, hayaller kurma, çevrelerinin kendilerine sunacağı gizemleri, defineleri ve hikâyeleri keşfetme zamanı anlamına geliyor.

Bu senaryo çok az bir grup çocuk için geçerli olabilir ancak pek çok çocuk için tatil, okuldan çok az farklı planlı, programlı, büyükler tarafından yapılandırılmış, sıkı kuralların olduğu, formal öğrenme ortamlarında yetişkinler tarafından gerçekleştirilen ders ve aktivitelerin birinden diğerine koşuşturulmasından başka bir anlama gelmiyor, maalesef.

Önceden planlanmamış, yetişkin ve uzmanlar tarafından gözden geçirilmemiş ve üzerinde çalışılmamış oyunlar ve oyun zamanları, çocukların çocuk olmalarına yani yaratıcı, meraklı kalabilmelerine ve hata yapmaktan korkmamalarına merhamet, özveri ve paylaşma gibi erdemleri kazanma ve geliştirmelerine yardım eden en değerli eğitim ve öğrenme fırsatlarıdır!

Çocukların, bu tür oyunlar ve oyun zamanları ve süresince edindikleri tecrübeler, hayal kurma dâhil, onların kişiliklerinin, bilişsel becerilerinin ve çok daha önemlisi onların duyuşsal becerilerinin yani sağ beyinlerinin gelişmesine katkı sağlar.

okulOkullarımız ve mevcut eğitim sistemimiz aynı zamanda benzer şekilde oluşturulan yaz okulları, kursları ve kampları; yaratıcılığı, risk alabilmeyi, merak etmeyi engelliyor ve yok ediyor. Çünkü bu tür sistemler sol beyin odaklı, rutin ve benzer becerileri sergileyebilen memurlar yetiştirmeye göre tasarlanmıştır. Bu tür aktivitelerde hata yapmaya yer yoktur, çocuklar tıpkı okullardaki gibi birbirleriyle yarış içindedir!

Okullardaki sayısal/sözel zekâ üzerine oturmuş değerlendirme sistemleri üzerine bir de merkezî yapılan yine benzer zekâların kullanıldığı ve tamamen bilgi içeren testler yüzünden çocukların yaratıcılıkları, bireysel farklılıkları, özgünlükleri ve cesaretleri maalesef kırılmaktadır. Böylece bireyler sıradanlaştırılmaktadır (Altan, 2014).

Bu yüzdendir ki bu mevcut sisteme ayak uyduramayanlar başarısız addedilerek sistemin dışına itilmektedir. Başarılı sayılanlar ise zekâ profillerindeki diğer zekâlara göre daha gelişmiş olan sayısal/sözel zekâları ve uzun süreli soru çözmeden kaynaklanan test yetenekleri sayesinde hepsi birbirine benzeyen bireylerden oluşmaktadır! Çünkü sistem bu gruba hitap etmekte ve açıkçası bu tür bireylere açık şekilde destek vermektedir. Yani ciddi bir hile, adaletsizlik ve eşitsizlik söz konusudur! (Altan, 2014).

Zevk alınmıyorsa, yeni şeyler öğrenilmiyorsa, bilim ziyafetine dâhil olunamıyorsa ve öğrenme süreci bir işkence ve eziyete dönüşüyor veya öyle algılanıyor ise burada sadece sol beynin beslendiği, aktivitelerin ve değerlendirmelerin bu yönde yapıldığı bir sistem var demektir. Bu sistemin ürünleri de yine birbirine benzeyen, benzer özelliklere ve düşünce yapısına sahip, standart sınavlarda başarılı olabilen doktorlar, hâkimler, öğretmenler, polisler, imamlar ve memurlardır.

Öğrenme sürecinden zevk alınıyorsa, sürekli öğrenme açlığı ve isteği içinde kalınıyorsa, hata yapma olağan karşılanıyor ve risk alınıyorsa, merak ve istek duygularının coştuğu bir öğrenme ortamı varsa orada sağ beyin besleniyor ve her iki beyin lobu dengeli kullanılıyor demektir. Şimdi okullarımızdaki sınıflarımızı düşünelim? Nasıl bir tablo gözünüzün önüne geliyor? (Altan, 2014)

Başkalarına karşı toleranslı, kültürler arası iletişime açık, ötekileştirmeyen, vicdanlı, ahlaklı, sorumlu ve sürekli ağızlarda pelesenk olan ancak toplumda kabul görmediği bireylerin yaygın davranışlardan belli olan, farklılıkların birer zenginlik olarak görülebilmesi ancak sağ beyne değer verilen ve sağ beynin beslendiği bir eğitim sistemiyle gerçekleşebilecektir (Altan, 2014).

Sezgisel beyin, yani sağ beyin, Allah’ın bir lütfu ve bir armağanıyken; mantıksal beyin, yani sol beyin sadık bir köledir. Köle de sahibi ne derse onu yapar! Ne acıdır ki mevcut eğitim sistemimiz, bizleri birer köle olmaya ve doğuştan bizlere bahşedilen ve daha iyi, daha hoşgörülü, yaratıcı ve adaletli insanlar olabilmemize yardım edecek tarafı göz ardı etmeye ve onu yok saymaya yönlendirmektedir (Altan, 2014).

İnsan elinden çıkmış parklara, ağaçlıklara ve ormanlara bir bakın. Güller, çalılar ve ağaçların hepsinin sıralı olduğunu görürsünüz! Doğal olanlarının ise kendi içinde bir harmonisi olduğunu ama asla askerler gibi sıralanarak dikilmediğini göreceksiniz! Sağ beyni daha gelişmiş ve hâlâ tahribata uğramamış mimarların, peyzaj mimarlarının ve iç dekoratörlerinin elinden çıkmış işlerin neden hep ayrı tutulduğunu veya bu insanlara neden ilgi duyulduğunu anlamak hiç de zor olmasa gerek (Altan, 2014).

Yukarıda izah etmeye çalıştığın tablodan yola çıkarak çocukları yetişkinlerin hazırladığı ve planlı, programlı öğrenme merkezlerinden bari yazın uzak tutalım. Çocukların kendilerinin oluşturduğu ve şekillendirdiği oyunlar ve oyunlar sırasında yaşadıkları çocukların hem hayatta hem de akademik başarılarında önemli bir yer tutan problem çözebilme, idare ve kontrol edebilme, iletişim kurabilme, vazgeçebilme, ödün verebilme, takım çalışması yapabilme gibi yönetim işlevleri dediğimiz temel becerilerinin gelişmesine en büyük katkıyı sağlayan unsurdur. Yönetim işlevleri; organizasyon, uzun süreli planlama, kendine hedef belirleme, düzenleme, girişimci davranabilme, inisiyatif ve risk alabilme ve aktiviteler arasında gidip gelebilme başarısı için kullanılan çok kapsamlı bir tanımdır.

Bu beceriler hem hayatta hem de akademik başarı için çok önemlidir ve maalesef okullarımızda ihmal edilmekte ve çocukların geleceği ipotek altına alınmaktadır. Çocukların bu becerileri kazabilmelerinin yegâne yeri de dışarısı ve kendilerinin oluşturduğu ve bizzat yaşadıkları oyunlardır! Grup çalışmalarındaki başarısızlıkların, uyumsuzlukların, hedef belirleyememenin, öğrenmenin sorumluluğunu alamamanın temelinde de yönetim işlevlerinin yetersiz ve gelişmemiş olması yatmaktadır.

Çocukların kendilerinin geliştirdiği ve organize ettiği hayali oyunlar, kendilerinin seçtikleri kitapları okumaları, kendilerinin seçtikleri aktiviteler ve hedefleri gerçekleştirmeleri,  yetişkinlerin yapılandırdığı dersler, ödevler, spor aktiviteleri ve toplumsal hizmetlerden çok daha fazla gelişimlerine katkıda bulunmaktadır. Kendilerinin sorumluluk aldığı ve organize ettikleri aktiviteler çocukları çok daha mutlu, kendine güvenli, sorumluluk sahibi yapmakta bu durum da kendilerini hayata çok iyi hazırlamaktadır.

Sağ beyin doğuştan olduğu için sağ beynin işlevleri arasında olan merak, yaratıcılık ve oyun oynama gibi işlevler ve bunların doğal sonucu olarak gerçekleştirdikleri aktiviteler çocuklara adeta doğanın bir armağanı gibidir ve çocukların yardımsız olmadıklarını kanıtlar. Çünkü aktiviteler sırasında kendilerine yardımcı olabilecek akranları her zaman yanı başlarındadır. Hataya yer vardır ve hatalar tolere edilmektedir! Akran öğreniminin de en iyi öğrenme şekli olduğu da unutulmamalıdır.

Merak, gerçekten de insanlardaki en yoğun ve temel dürtülerden biridir ve eğitim bu temel nitelik üzerine oturtulmalıdır. Ancak eğitim sistemleri bırakın bunu ön plana çıkarmayı, bu temel davranışı kör hatta yok etmektedir. Meraklı olduğumuzda beynin kimyası değişmekte ve bizlerin daha iyi öğrenmemize ve hatırlamamıza yardım ettiği bilinmesine rağmen çocuklardaki bu doğal nitelik okullar ve yetişkinler tarafından yapılandırılmış benzer oluşumlar süresinde kör ve zamanla yok edilmektedir.

Yetişkinlerden uzak olarak gerçekleştirilen oyunlarda her şeyin kontrolü çocuklardadır. Kendi kararlarını verirler, sorunları çözerler, kuralları yaratır ve onlara uyarlar ve daha önemlisi yetişkinlerin kontrolünde olma veya onlara karşı gelme yerine eşitler arasında bir birleriyle geçinme becerilerini geliştirirler. Bu beceri hayatlarında da kendilerine en çok yarayacak beceri olacaktır. Türkiye toplumu olarak giderek bu niteliklerden nasıl uzaklaştığımız çok açıktır.

Ne yazık ki artık pek çok anaokulunda bile resmi derslere yakın yetişkinler tarafından tasarlanmış, planlanmış öğrenmeye yani sol beyine yönelik bir sürü aktivite hatta dersler bulunmaktadır. Anaokullarından başlayarak eğitim süresince serbest oyun zamanını okullarımızdan kaldırdığımızda çocukların kendi düzenleme becerilerini geliştirememesi ileri de hiç bir şeyin sorumluluğunu da almamalarına sebep olmaktadır.  Bu yüzden de, yemek yemelerinden anneleri, odalarının düzeninden anne veya ablaları, okuldaki başarılarından öğretmenleri, askere gitme ve evlenmelerinden babaları, iş bulmalarından devlet ve iyi bir eşe sahip olmalarından da kader sorumludur (Altan, 2014)

Evde başlayacak, anaokulunda ve dışarıda devam edilecek serbest zaman oyunlarının sıklıkla ve anlamlı yapılmasına olanak verilmesi, çocuğun zekâ profilinin de gelişmesine büyük katkı vereceği açıktır.

Böylesi bir hazırlık süreci, kalabalık sınıflarda öğrencilerden kendi kendilerine yetmelerini, kendilerini yönlendirebilme ve yönetebilme gibi becerileri bekleyen öğretmenlerin de hayali olsa gerek.

Serbest zaman oyunları gibi aktivitelerin yapılması çocukların kaosa sürüklenmeme, kendi başlarına ve grup içinde uyumlu çalışmalarına, bağımsız ve amaçlar doğrultusunda hareket edebilmelerine ve diğer akranları tarafından dikkatleri bozulmadan hedeflerini gerçekleştirebilme becerilerini kazanmalarına yardımcı olmaktadır.

Aileler, çocuklarının yeni eğitim öğretim dönemine çok daha sağlıklı ve hem akademik hem de fiziksel olarak daha iyi girmesini istiyorsa, çocuklarını yetişkinlerin organize ettiği, hazırladığı, yönettiği yaz kursları, kampları, okulları veya formal ders kursları yerine, onların çevrelerindeki çocuklarla oyunlar oynamalarına ve/veya kendi aktivite programlarını düzenlemelerine fırsat vermelidirler.

Bırakın oynasınlar, bırakın kendi hayali krallıklarını kursunlar, bırakın kendi definelerini bulsunlar,  bırakın kendi ejderhalarını öldürsünler, bırakın kendi hastalarını iyileştirsinler, bırakın kendi turnuvalarını tertip etsinler.

Bütün bunları önerirken çevreye zarar vermeden yani insanları ve doğayı rahatsız ve tahrip etmeden yani otokontrollü olmaları gerektiği konusunun da göz ardı edilmemesi gerekir. Çocuktur yapar diye bir şey söz konusu olamaz. Uygun bir dille anlatılır ve gerekli açıklamalar yapılırsa çocukların bu konularda yetişkinlerden daha başarılı oldukları bilinmektedir. Uyarılar yapılırken alçak ses tonuyla konuşulmasına ve uyarılan konuların yetişkinler tarafından yapılmadığına ve ihlal edilmediğinden de emin olunmalıdır.

Bırakın çocuklar çocuk kalsın ve geleceğe hazırlansınlar. Hayatta başarılı olan yetişkinler, çocukluklarını çocukken kaybetmeyip, yetişkinliklerine kadar taşıyabilenlerdir.

Kaynakça

Altan, Mustafa Z. (2015 2. baskı). Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı girişimci öğretim girişimci           öğretmen. PEGEM,            Ankara.

 

 

 

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 15 Haziran 2015 11:24

Gösterim: 4947

Uzun bir eğitim öğretim sürecinden sonra tatile girecek olmanın mutluluğunu yaşayan öğrenciler için nasıl bir tatil programı olmalı?

yaz_tatiliYaz tatilini mutlu, verimli ve güzel bir şekilde geçirmek için her öğrenci kendi üzerine düşen bir yaz tatili programı çıkarmalıdır. Planlama ve hedef koyma hayatımızın her alanında olması gerekir. Programı hazırlarken dinlenmeye, gezmeye, arkadaşlıklara, eğlenmeye vakit ayrıldığı gibi dönem içerisinde akademik başarısı düşük olan derslerin telafisi de göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle okuldaki dersleri düşük ve ders konusunda eksiklikleri fazla olan öğrenciler için bu tatiller diğer arkadaşlarını yakalamada önemli bir fırsat olarak görmelidirler.

Şu anda 8. sınıfa geçenler için TEOG sınavı ön hazırlığın başladığı, 12. sınıfa geçenler için ise YGS hazırlığın başladığı bir döneme girecekleri ve önlerinde değerlendirebilecekleri bir tatil durmakta. Programları hazırlarken gelecek yıl karşımıza çıkacak durumları da göz önünde bulundurmakta fayda olacaktır. Özellikle sınav hazırlığında son yıla girmiş olan öğrenciler için bu yaz eksiklerini tamamlamak için bulunmaz kaftan niteliğinde zaman dilimleri içermektedir. Peki ders çalışma, konu eksiğini tamamlama ve sınav hazırlığı nasıl olmalıdır?

Benim kanaatime göre her öğrenciye aynı reçete sunmak veya şöyle demek; en verimli tatil şu şekilde geçilir gibi tabirler hem itici ifadeler olur hem de öğrencilerin bireysel özelliklerini göz ardı etmiş oluruz. Bu nedenle her öğrenci kendi durumu ile ilgili bir analiz yapıp, kendine özel bir çalışma stratejisi oluşturmalıdır. Önünde duran yaz tatilini ele aldığında yakın hedef, orta hedef ve uzak hedef şeklinde günü, haftayı ve tatil sonunu planında kapsayan bir program yapmalıdır. Oluşturulacak hedeflerde çalışmayı artıracak, çalışma isteğini kamçılayacak hedefler olmalıdır. Hayali olan ayakları yere sağlam basmayan plan ve hedeflerden uzak durmalıdır. Çünkü bu tür hedefler öğrencinin çalışma azminin kırılmasına çalışmayı bırakmasına neden olan davranışlar oluşturur.

Bu belirtilen durumlar ışığında bazı plan hazırlama stratejilerini sizlerle paylaşmak isterim.

1- Konu tekrarı yapmak: İnsan öğrendiklerinin %75’ini bir hafta içerisinde, %66’sını bir gün içerisinde, %54’ünü de bir saat içerisinde unutur. Unutmayı önlemenin en iyi yolu yapılan tekrarlardır. Özellikle geçmiş konulardan çok fazla hatası çıkan öğrenciler genel tekrara ağırlık vermelidir.

2- Eksik kalan konuları tamamlamak: Konu eksiği fazla olan, konuları sınava kadar yetiştirememe korkusu yaşayan öğrenciler, tatilde önceliği eksik konularını tamamlamaya ayırmalıdır. Çünkü, eksik bilgilerin üzerine yapılan öğrenme verimli sonuçlar vermez, yeni bilgilerin tam ve bilinçli olarak öğrenilmesini engeller.

3- Çalışılmış olunmasına rağmen zayıf hissedilen derslere ya da konulara yoğunlaşmak: Örneğin öğrencinin matematikten çok fazla eksiği varsa, öğrenci tatil döneminde bu derslere daha fazla vakit ayırarak bu zayıflığını gidermelidir.

4- Yeni konular çalışmak: Konu eksikleri olmayan ve çalıştığı konulardan çok az soru kaçıran öğrenciler bu stratejiyi kullanabilirler.

5- Sınav hazırlığında olan öğrenciler; hem 8. sınıfa geçen hem de 12. sınıfa geçen öğrenciler için eksikleri tamamlama, ders konularını tekrar etme, denemelerle kendilerini sınama yapmaları sonucunda elde sınava bir adım önde başlayacaklarını unutmamaları gerekir.

6- Özellikle 12. sınıfa geçen öğrencilerin YGS konularını tamamlamak önemli bir etken olup dönem içerisinde LYS konularına çalışma vakitlerini de böylelikle artırmış olurlar. Konuları tamamlamak daha fazla soru çözme, çıkmış soruları analiz etme ve netleri artırmada etken olacaktır.

KİTAP OKUMAK OLMAZSA OLMAZLARDAN

Ders eksiklerini tamamlama düzeyinde hazırlanan planların yanında tatiller öğrencilerin yeni şeyler keşfetmesinde kendi kişisel gelişimlerinde katkıda bulunacakları zaman dilimleridir. Kişisel gelişim kavramı içerisinde en etkili gelişim aracı kitaplardır. Bu tatilde okunacak her kitap yeni okyanuslara açılacak gemi niteliğinde olup öğrencinin bireysel gelişmesinde katkı sağlayacaktır. Kitabın başarı ile olan ilişkisi artık yadsınamayacak bir gerçek iken kitap okumaya karşı ilgisi olmayan öğrencilerin kalıcı başarıları yakalaması çok zor olacaktır.

Ayrıca tatilde kitap okumaya başlamak böyle bir alışkanlığa sahip olmayan öğrenciler için bu alışkanlığı kazanmaları, kitap okumanın keyfini yaşamaları açısından bulunmaz bir fırsattır. Bundan dolayı kitap okumak, iyi bir tatil programının olmazsa olmazlarındandır. Haftalık veya aylık kitap bitirme hedefleri koymak kitap okumaya teşvik açısından önemli bir adım olacaktır.

Tüm planlamaların ardından öğrencilerin aklına şu soru gelebilir;

Peki tatil demek yoğunluklu olarak ders çalışmak, tekrar yapmak ve kitap okumak mı demek?

Tabii ki hayır. Senenin yorgunluğunun atılması, bedenin ve zihnin dinlenmesi ve rahatlaması da gerekir. Zaten okul olmadığından bunlara ayıracak bol bol vakit olacaktır. Bundan dolayı hazırlanılacak tatil programına zevk alınacak birtakım aktiviteleri de eklemek önemlidir.

Bu aktiviteler;

* Sevilen ve zararsız televizyon programlarının izlenmesi,

* Bilgisayar ile çalışma ve sınırlı oyun oynama,

* Yaz okuluna gidilmesi,

* Yakınların ziyareti,

* Arkadaşlarla bir araya gelip ortak birtakım aktiviteler yapılması,

* Sportif aktivitelere katılma,

* Eğitici kurslardan faydalanma,

* Katkı sağlayacak geziler ve hobilere daha çok zaman ayrılması şeklinde olabilir.

SAĞLIĞA DA DİKKAT EDİLMELİ

Ancak, tüm bunları yaparken ölçülü olmak, ipin ucunu kaçırmamak da önemlidir. Tatilde öğrencinin sağlığına da dikkat etmesi oldukça önemlidir. Tatil boyunca alınan besinlere dikkat etmek, öğünleri düzenli ve zamanında yemek, kalkış ve yatış saatlerinin düzenli olmasına çalışmak ve riskli aktivitelerden sakınmak sağlık için oldukça önemlidir.

En kötü bir plan bile plansızlıktan daha iyi olacağını asla unutmayın. Önünüze koyacağınız her hedef sizi başarıya bir adım daha yaklaştıracaktır https://apotekerendk.com/. Bu tatilin öncelikle sağlıklı ve huzurlu geçmesi ve sonrasında size başarı getirecek nitelikte olması dileğiyle…

Okan Bal

Gaziantep Özel Sunguroğlu Liseleri

Uzman Psikolojik Danışman ve Aile Danışmanı

> Öğrenciler yaz tatilini nasıl değerlendirmeli?

Uzun bir eğitim öğretim sürecinden sonra tatile girecek olmanın mutluluğunu yaşayan öğrenciler için nasıl bir tatil programı olmalı?

yaz_tatiliYaz tatilini mutlu, verimli ve güzel bir şekilde geçirmek için her öğrenci kendi üzerine düşen bir yaz tatili programı çıkarmalıdır. Planlama ve hedef koyma hayatımızın her alanında olması gerekir. Programı hazırlarken dinlenmeye, gezmeye, arkadaşlıklara, eğlenmeye vakit ayrıldığı gibi dönem içerisinde akademik başarısı düşük olan derslerin telafisi de göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle okuldaki dersleri düşük ve ders konusunda eksiklikleri fazla olan öğrenciler için bu tatiller diğer arkadaşlarını yakalamada önemli bir fırsat olarak görmelidirler.

Şu anda 8. sınıfa geçenler için TEOG sınavı ön hazırlığın başladığı, 12. sınıfa geçenler için ise YGS hazırlığın başladığı bir döneme girecekleri ve önlerinde değerlendirebilecekleri bir tatil durmakta. Programları hazırlarken gelecek yıl karşımıza çıkacak durumları da göz önünde bulundurmakta fayda olacaktır. Özellikle sınav hazırlığında son yıla girmiş olan öğrenciler için bu yaz eksiklerini tamamlamak için bulunmaz kaftan niteliğinde zaman dilimleri içermektedir. Peki ders çalışma, konu eksiğini tamamlama ve sınav hazırlığı nasıl olmalıdır?

Benim kanaatime göre her öğrenciye aynı reçete sunmak veya şöyle demek; en verimli tatil şu şekilde geçilir gibi tabirler hem itici ifadeler olur hem de öğrencilerin bireysel özelliklerini göz ardı etmiş oluruz. Bu nedenle her öğrenci kendi durumu ile ilgili bir analiz yapıp, kendine özel bir çalışma stratejisi oluşturmalıdır. Önünde duran yaz tatilini ele aldığında yakın hedef, orta hedef ve uzak hedef şeklinde günü, haftayı ve tatil sonunu planında kapsayan bir program yapmalıdır. Oluşturulacak hedeflerde çalışmayı artıracak, çalışma isteğini kamçılayacak hedefler olmalıdır. Hayali olan ayakları yere sağlam basmayan plan ve hedeflerden uzak durmalıdır. Çünkü bu tür hedefler öğrencinin çalışma azminin kırılmasına çalışmayı bırakmasına neden olan davranışlar oluşturur.

Bu belirtilen durumlar ışığında bazı plan hazırlama stratejilerini sizlerle paylaşmak isterim.

1- Konu tekrarı yapmak: İnsan öğrendiklerinin %75’ini bir hafta içerisinde, %66’sını bir gün içerisinde, %54’ünü de bir saat içerisinde unutur. Unutmayı önlemenin en iyi yolu yapılan tekrarlardır. Özellikle geçmiş konulardan çok fazla hatası çıkan öğrenciler genel tekrara ağırlık vermelidir.

2- Eksik kalan konuları tamamlamak: Konu eksiği fazla olan, konuları sınava kadar yetiştirememe korkusu yaşayan öğrenciler, tatilde önceliği eksik konularını tamamlamaya ayırmalıdır. Çünkü, eksik bilgilerin üzerine yapılan öğrenme verimli sonuçlar vermez, yeni bilgilerin tam ve bilinçli olarak öğrenilmesini engeller.

3- Çalışılmış olunmasına rağmen zayıf hissedilen derslere ya da konulara yoğunlaşmak: Örneğin öğrencinin matematikten çok fazla eksiği varsa, öğrenci tatil döneminde bu derslere daha fazla vakit ayırarak bu zayıflığını gidermelidir.

4- Yeni konular çalışmak: Konu eksikleri olmayan ve çalıştığı konulardan çok az soru kaçıran öğrenciler bu stratejiyi kullanabilirler.

5- Sınav hazırlığında olan öğrenciler; hem 8. sınıfa geçen hem de 12. sınıfa geçen öğrenciler için eksikleri tamamlama, ders konularını tekrar etme, denemelerle kendilerini sınama yapmaları sonucunda elde sınava bir adım önde başlayacaklarını unutmamaları gerekir.

6- Özellikle 12. sınıfa geçen öğrencilerin YGS konularını tamamlamak önemli bir etken olup dönem içerisinde LYS konularına çalışma vakitlerini de böylelikle artırmış olurlar. Konuları tamamlamak daha fazla soru çözme, çıkmış soruları analiz etme ve netleri artırmada etken olacaktır.

KİTAP OKUMAK OLMAZSA OLMAZLARDAN

Ders eksiklerini tamamlama düzeyinde hazırlanan planların yanında tatiller öğrencilerin yeni şeyler keşfetmesinde kendi kişisel gelişimlerinde katkıda bulunacakları zaman dilimleridir. Kişisel gelişim kavramı içerisinde en etkili gelişim aracı kitaplardır. Bu tatilde okunacak her kitap yeni okyanuslara açılacak gemi niteliğinde olup öğrencinin bireysel gelişmesinde katkı sağlayacaktır. Kitabın başarı ile olan ilişkisi artık yadsınamayacak bir gerçek iken kitap okumaya karşı ilgisi olmayan öğrencilerin kalıcı başarıları yakalaması çok zor olacaktır.

Ayrıca tatilde kitap okumaya başlamak böyle bir alışkanlığa sahip olmayan öğrenciler için bu alışkanlığı kazanmaları, kitap okumanın keyfini yaşamaları açısından bulunmaz bir fırsattır. Bundan dolayı kitap okumak, iyi bir tatil programının olmazsa olmazlarındandır. Haftalık veya aylık kitap bitirme hedefleri koymak kitap okumaya teşvik açısından önemli bir adım olacaktır.

Tüm planlamaların ardından öğrencilerin aklına şu soru gelebilir;

Peki tatil demek yoğunluklu olarak ders çalışmak, tekrar yapmak ve kitap okumak mı demek?

Tabii ki hayır. Senenin yorgunluğunun atılması, bedenin ve zihnin dinlenmesi ve rahatlaması da gerekir. Zaten okul olmadığından bunlara ayıracak bol bol vakit olacaktır. Bundan dolayı hazırlanılacak tatil programına zevk alınacak birtakım aktiviteleri de eklemek önemlidir.

Bu aktiviteler;

* Sevilen ve zararsız televizyon programlarının izlenmesi,

* Bilgisayar ile çalışma ve sınırlı oyun oynama,

* Yaz okuluna gidilmesi,

* Yakınların ziyareti,

* Arkadaşlarla bir araya gelip ortak birtakım aktiviteler yapılması,

* Sportif aktivitelere katılma,

* Eğitici kurslardan faydalanma,

* Katkı sağlayacak geziler ve hobilere daha çok zaman ayrılması şeklinde olabilir.

SAĞLIĞA DA DİKKAT EDİLMELİ

Ancak, tüm bunları yaparken ölçülü olmak, ipin ucunu kaçırmamak da önemlidir. Tatilde öğrencinin sağlığına da dikkat etmesi oldukça önemlidir. Tatil boyunca alınan besinlere dikkat etmek, öğünleri düzenli ve zamanında yemek, kalkış ve yatış saatlerinin düzenli olmasına çalışmak ve riskli aktivitelerden sakınmak sağlık için oldukça önemlidir.

En kötü bir plan bile plansızlıktan daha iyi olacağını asla unutmayın. Önünüze koyacağınız her hedef sizi başarıya bir adım daha yaklaştıracaktır https://apotekerendk.com/. Bu tatilin öncelikle sağlıklı ve huzurlu geçmesi ve sonrasında size başarı getirecek nitelikte olması dileğiyle…

Okan Bal

Gaziantep Özel Sunguroğlu Liseleri

Uzman Psikolojik Danışman ve Aile Danışmanı

Son Güncelleme: Salı, 16 Haziran 2015 11:46

Gösterim: 3891

Prof. Dr. Cemal YILDIZ/T.C. Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri

okul_oncesi_yabanci_dilDil Hakkında Bazı Düşünceler

Dilin çok değişik tanımları vardır. Çok eski tarihlerde dil, bir mucize gibi kabul ediliyordu. Bu şaşılacak olayı açıklamak için başlıca iki düşünce vardı: İlk görüş dili, Allah'ın insana bir hediyesi olarak görülürken, diğer görüş dili, konuşulmuş, insan tarafından bulunmuş bir şey olarak kabul ediyordu.

Dile ait ilk bilgiler ise çeşitli mitoslarla değişik toplumlarda görülür. Örnek verecek olursak: Çinlilerde, bir su kaplumbağası sırtındaki çizgili şekillerde yazının sırrını taşıyarak imparatorun önüne gelip yazıyı öğretmiştir. Babillilerde, yarı balık yarı insan bir deniz canavarı sudan karaya çıkarak kendilerine yazıyı öğretmiştir.

Dilin daha ortaya çıkışında bir karışıklık olduğu için çok çeşitli tanımlara da sahiptir. Dilin tanımı yapılırken de belli başlı üç temel işleve oturtulur:

-          İletişim kurma.

-          Bilgi aktarma.

-          Düşünceyi geliştirme.

Hiç kuşkusuz dilin en karakteristik yanı, onun toplumsallığıdır. Genel olarak dilin gelişimiyle toplumsal kurumların evrimi arasında bir etkileşim mevcuttur. Özel olarak ise, tek tek doğal dillerle onları konuşan toplulukların kültürleri arasında güçlü bir bağ bulunduğu görülmektedir.

Yabancı Dil Öğrenmenin Gerekliliği

Dil bir iletişim aracıdır. Bir toplumda yaşayan bireyler birbirleriyle aynı dili konuşarak iletişim kurarlar. Bugün hızla gelişen ve değişen dünyamızda diğer uluslarla da iletişim sağlamak zorundayız. Başka bir deyişle, diğer ülkelerle her alanda bilgi alışverişi yapabilmek, ekonomik ilişkilerimizi yürütebilmek ve kendi düşüncelerimizi ifade edebilmek için ana dilimizden başka en az bir yabancı dili bilmek zorundayız.

Günümüzde ekonomik ve teknolojik gelişmeler sonucunda, İngilizce neredeyse tüm ülkelerde kullanılan “dünya dili” haline gelmiştir. Bu nedenle ülkemizde de yabancı dil öğretimi daha çok İngilizce öğretimi üzerinde yoğunlaşmıştır.

Yabancı Bir Dil Öğrenmenin Faydaları

Bir yabancı dili bilmek, bireyin o dildeki sözcükleri ve dilbilgisi yapılarını bilmesinin yanı sıra, bu sözcük ve yapılardan yararlanarak o dili konuşan kişilerle sözlü ya da yazılı iletişim kurabilmesidir. Başka bir deyişle, bir dili bilmek yalnızca o dil hakkında gerekli olan dilbilgisi kurallarını bilmek, yani “dilbilgisel yeti” ye sahip olmak değildir. Aynı zamanda hangi ortamlarda hangi yapı ve sözcüklerin kullanılacağını bilmek demek olan “iletişimsel yeti” ye sahip olmak gerekmektedir. Bunu kazanabilmek için de o dilin kültürü ve edebiyatı hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir.

İkinci dil öğrenenlerin kendi dillerindeki okuma-anlama becerilerini de geliştirdikleri ve ayrıca okuma sınavlarında daha yüksek notlar aldıkları bilinmektedir. Birçok durumda, başka bir dil öğrenmek çocuğun Türkçe yeteneğini geliştirir. Çocuklar diğer dillerin yapılarını öğrenirken Türkçe hakkında da birçok şey öğrenirler.

 
Erken Yaşta Yabancı Dil Öğretimiyle İlgili Görüşler

Dil, tüm zihinsel süreçlerimizle ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiştir. Düşünmek, hatırlamak, kavramak, dikkatini yöneltmek, algılamak vb. tüm zihinsel faaliyetlerde dil vardır. Dil ve zihin birbirine paralel gelişmektedir. Bu nedenle çocuğun dil gelişimi onun tüm zihinsel gelişimini desteklemektedir. Bebekler dünyaya geldiklerinde içine doğdukları ortamda konuşulan dili edinme potansiyeline sahiptirler. Tüm dünyadaki bebekler doğdukları andan itibaren tüm sesleri çıkarabilme yetisine sahipken, zaman geçtikçe sadece etrafında konuşulan dildeki sesleri tekrar eder hale gelirler.

Krashen (1973), çocukların beyinlerindeki dil gelişiminin iki yaşında başladığını ve bu gelişimin ergenlik dönemine kadar sürdüğünü açıklamaktadır. Eğer çocuk bu dönemde yabancı dil öğrenmeğe başlarsa yabancı dili de ana dili gibi rahatlıkla öğrenebilir. Lambert’in (1972) belirttiğine göre de, ana dili edinimini kazanmaya başlayan çocuk kritik yaş dönemini geçirmeden yabancı dil eğitimine başlarsa ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Erken çocukluk döneminde kazanılan yabancı dile yönelik bu yatkınlık çocukların bilişsel gelişimine de büyük katkı sağlamaktadır.

Dilbilimciler okul öncesinde yabancı dil öğrenen çocukların problem çözme yetilerinin de çok güçlü olduğunu düşünmektedirler. Erken yaşta verilen yabancı dil öğretimi çocukta zekayı geliştirmekte ve ana dilinde de anlama kabiliyetini arttırmaktadır. Buna göre yabancı dil öğrenmeye ne kadar erken yaşta başlanırsa dili öğrenmek o kadar kolaylaşır. Aslında okul öncesinde yabancı dil öğretiminin amacı yabancı dili çocuğa ana dilini öğrendiği gibi edindirmek değil, kendi dili ve kültürünün dışındaki dillerin ve kültürlerin varlığının bilincini vermektir.

Dil Öğrenmede Kritik Dönem

Dil edinme ve öğrenmede en merkezî ve önemli rol beyne verilmiştir. Beynin sol yarımküresinde dil edinmeyle ilgili bir bölge vardır Bu bölge doğuştan itibaren çok aktiftir. Bu aktiflik, derecesi giderek azalarak ergenliğin başlangıcı olan 10–14 yaşlarına kadar devam eder. Sağ ve sol beyin yarımkürelerinin gelişmesinin ergenlik döneminde sona ermesiyle, dil edinme artık zorlaşır.

Dil gelişiminde kritik bir dönemin varlığı pek çok araştırmayla ispatlanmıştır. Yabancı dil öğrenmede ideal yaşın yedi ve altı olduğu, bunu ergenliğe kadar olan sürenin takip ettiği, ergenlik dönemine girdikten sonra ise, dil öğrenmenin zorlaştığı bilinmektedir. Dil öğrenme hususunda kritik dönem fikrini ortaya atan Lenneberg'e göre, dil sadece bebeklikten ergenlik çağına kadar olan dönemde kazanılır (Lenneberg, 1967). Yapılan araştırmalar, yabancı dilin küçük yaşta ana dili ile birlikte kazandırılmasının en uygun yol olduğunu göstermektedir. Yedi yaşından sonra bir dili aksansız öğrenmek zorlaşmaktadır.

Erken yaşta yabancı dil öğrenen çocuk, psikolojik açıdan yaşıtlarına göre daha olgun, ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Ayrıca yabancı dil öğrenme, çocukların zihnî gelişmesine ve toplum içinde daha sosyal olmasına büyük katkı sağlamaktadır. Çocuklar günlük hayatta ikinci dili aktif olarak kullanmadıkları için öğrendiklerini unutsalar bile, yabancı dile karşı merakı uyanmakta, farklı bir dil ve kültür olduğunun farkına varmaktadırlar. İki dillilikte olduğu gibi, erken yaşta ikinci dil öğretirken, ana dilin de mutlaka çok iyi öğretilmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Erken Yaşta Yabancı Dil Nasıl Öğretilmelidir?

Okul öncesi dönemde çocuklara yabancı dil doğrudan değil, oyun, şarkı, tekerlemelerle dolaylı yoldan öğretilebilir. Böylece çocuk yabancı dille tabiî bir ortamda karşı karşıya gelir, duyarak, görerek ve bizzat yaşayarak öğrenir. Öğretmen, hareket, jest, mimik; uygun ipucu verme, resim ve şekillerle gösterme, şarkı söyleme, şiir okuma, karşılıklı konuşma gibi yolları kullanabilir. Yabancı dildeki sesleri duymaya alışan çocuklar bunları zamanla benimser. Öğretilen kelime ve cümlelerin çocukların günlük hayatından seçilmesi ilgiyi artırır. Çocuk hangi oyuncak ve nesnelerle oynuyorsa, onların İngilizce isimlerini de kolayca öğrenebilir. Oyun, çocuk için en iyi öğrenme yoludur. Oyunla yabancı dil bir araya getirilince öğrenme daha da kolaylaşır ve bir keyif hâline gelir. Dil öğretiminde şarkı ve hareket de başarıyı yükseltir. Ritm ve melodiyle öğrenme eğlenceli hâle gelir ve bilginin hafızada kalması kolaylaşır. Çocuk, şarkıları önce anlamını bilmeden ezberler, kelimeleri öğrendikçe anlamı da çözer. Bunun yanında, yabancı dil öğretimi için kullanılan boyama veya hikâye kitaplarından ve kasetlerden faydalanılabilir. Çocuklara dil öğretirken sık tekrarların yapılması öğrenilenlerin pekiştirilmesini ve derse katılamayanların da öğrenme fırsatı bulmasını sağlar.

Çocuk ana sınıfında doğal bir ortamda yabancı dille karşı karşıya gelmelidir. Dil eğitimi okul öncesinde bilişim teknolojilerine paralel olarak oyun, şarkı, tekerleme gibi doğal yöntemlerle öğretilmelidir. Özellikle oyun ile yabancı dil öğretimi dinleme, taklit etme, kavram oluşumu gibi dil gelişiminin temelini oluşturan bu becerilerin gelişimine yardımcı olur (Dönmez v.d., 1997). Okul öncesi dönemde çocuklar dinleme ve konuşma becerilerinde daha başarılı olmaktadırlar, bu yüzden yabancı dil eğitimi verilirken de bu ölçütler dikkate alınmalıdır.

Roth (1998) çocukların 3-4 yaşına kadar ana dillerinde kendilerini rahatça ifade edebileceklerini belirterek, 6 yaşından sonra ise artık zamanları algılayabilecek düzeye gelebileceklerini açıklamıştır. Günümüzde Avrupa ülkelerinin çoğunda yabancı dil öğrenme yaşı 5-6 yaşlarında başlamaktadır. Mirici’ye (2001) göre, çocuklar ve yetişkinlerin güdülenme seviyeleri, hazır bulunuşluk  düzeyleri ve öğrenme etkinliklerine tepkileri oldukça farklı olduğu için her iki gruba göre  düzenlenmiş programlar olmalı ve bu gerçeklere göre hedef ve davranışlar belirlenmelidir.

Eğitimcilerin ve ailelerin erken yaşlardaki dil eğitimi ile ilgili kaygıları nelerdir?

Yabancı dil eğitimi ile ilgili araştırma yapan uzmanlar araştırmaları esnasında birçok anne-baba ve eğitimci ile konuşup onlar için de cevapları belirsiz olan soruları tespit etmeye çalışmışlar. Bu çalışmaların sonucunda iki ana soruya odaklanmışlardır. Bunlar:

 

1) Ana dilinin dışında farklı bir dili öğrenmek erken yaşlardaki çocukların dil gelişimine zarar verir mi?

Bu soruya uzmanlar kesinlikle hayır cevabını veriyorlar. Hatta araştırmaların bu sorunun tam tersi bir cevabı ortaya çıkardığını söylüyorlar. Erken yaşlardaki (yani 2-6 yaş evresinde) dil öğrenimi esnasında beyin iki farklı dil öğrenimini birbirinden ayırt etmiyor ve iki dilin gelişimini paralel devam ettiriyor. Bu nedenle çocuğun yabancı dili öğrenmesi ana dilini öğrenmesine engel olmuyor, bilakis olumlu etkileri sayesinde çocuğun ana dilini daha kolay öğrenmesine katkıda bulunuyor.

 

2) Çocuğa erken yaşlarda verilen yabancı dil eğitimi onun dil öğrenmeye karşı eğilimini azaltır mı?

Çocuklar hepimizin bildiği gibi dünyanın en meraklı varlıklarıdır. Çocuklarda var olan bu doğal merak duygusunu dil eğitimi için elverişli hale getirmek tabii ki eğitimcilerin ve anne- babaların elindedir. Bunu gerçekleştirirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, çocuğu yabancı dil eğitimi konusunda fazla zorlamamaktır. Fazla zorlandığı takdirde çocuk yeni bir dil öğrenmekten soğur ya da vazgeçer.

Yabancı dil öğretimi her yaşta ve her düzeyde uygulanabilen fakat oldukça ciddiye alınması gereken bir süreçtir. Erken yaşta yabancı dil öğretimi ülkemizde son yıllarda çok büyük bir önem kazanmaktadır. Dil öğrenmek için çocuklarda belli kritik dönemlerin bulunduğu artık bilimsel bir gerçektir. Bu kritik dönemlerde okul, aile ve çevrenin gerekli işbirliği son derece önemlidir.

Kaynakça:

Demirezen, M. (2003): “Yabancı Dil ve Anadil Öğreniminde Kritik Dönemler”‚ Dil Dergisi. Sayı 118.TÖMER, Ankara Üniversitesi.

Dönmez, B, N. Abidoğlu, Ü. Dinçer, Ç. Erdemir, N. Gümüşcü, Ş. (1997): Okul Öncesi Dönemde Dil Gelişimi Etkinlikleri. Sim Yayıncılık: Ankara.

Krashen, S. (1973): Lateralization, Language Learning and Critical Period: Some new Evidence. Language  Learning.

Lambert,W.E. (1972): Language, Psychology and Culture.  Stanford CA: Stanford University Pres.

Lenneberg, E. (1967): Biological foundation of language, New York, Willey

Mirici,  İ.H.  (2001): Çocuklara Yabancı  Dil Öğretimi. Gazi Kitabevi, Ankara.

Roth,G . (1998): Teaching  Very  Young  Children Pre school and  Early Primary. Richmond Publishing. London.

http://www.kendinigelistir.com/yabanci-dil-ogrenmenin-yan-faydalari/#ixzz1hG2Ms2EW

 

> Okul öncesi dönemde yabancı dil öğretiminin önemi

Prof. Dr. Cemal YILDIZ/T.C. Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri

okul_oncesi_yabanci_dilDil Hakkında Bazı Düşünceler

Dilin çok değişik tanımları vardır. Çok eski tarihlerde dil, bir mucize gibi kabul ediliyordu. Bu şaşılacak olayı açıklamak için başlıca iki düşünce vardı: İlk görüş dili, Allah'ın insana bir hediyesi olarak görülürken, diğer görüş dili, konuşulmuş, insan tarafından bulunmuş bir şey olarak kabul ediyordu.

Dile ait ilk bilgiler ise çeşitli mitoslarla değişik toplumlarda görülür. Örnek verecek olursak: Çinlilerde, bir su kaplumbağası sırtındaki çizgili şekillerde yazının sırrını taşıyarak imparatorun önüne gelip yazıyı öğretmiştir. Babillilerde, yarı balık yarı insan bir deniz canavarı sudan karaya çıkarak kendilerine yazıyı öğretmiştir.

Dilin daha ortaya çıkışında bir karışıklık olduğu için çok çeşitli tanımlara da sahiptir. Dilin tanımı yapılırken de belli başlı üç temel işleve oturtulur:

-          İletişim kurma.

-          Bilgi aktarma.

-          Düşünceyi geliştirme.

Hiç kuşkusuz dilin en karakteristik yanı, onun toplumsallığıdır. Genel olarak dilin gelişimiyle toplumsal kurumların evrimi arasında bir etkileşim mevcuttur. Özel olarak ise, tek tek doğal dillerle onları konuşan toplulukların kültürleri arasında güçlü bir bağ bulunduğu görülmektedir.

Yabancı Dil Öğrenmenin Gerekliliği

Dil bir iletişim aracıdır. Bir toplumda yaşayan bireyler birbirleriyle aynı dili konuşarak iletişim kurarlar. Bugün hızla gelişen ve değişen dünyamızda diğer uluslarla da iletişim sağlamak zorundayız. Başka bir deyişle, diğer ülkelerle her alanda bilgi alışverişi yapabilmek, ekonomik ilişkilerimizi yürütebilmek ve kendi düşüncelerimizi ifade edebilmek için ana dilimizden başka en az bir yabancı dili bilmek zorundayız.

Günümüzde ekonomik ve teknolojik gelişmeler sonucunda, İngilizce neredeyse tüm ülkelerde kullanılan “dünya dili” haline gelmiştir. Bu nedenle ülkemizde de yabancı dil öğretimi daha çok İngilizce öğretimi üzerinde yoğunlaşmıştır.

Yabancı Bir Dil Öğrenmenin Faydaları

Bir yabancı dili bilmek, bireyin o dildeki sözcükleri ve dilbilgisi yapılarını bilmesinin yanı sıra, bu sözcük ve yapılardan yararlanarak o dili konuşan kişilerle sözlü ya da yazılı iletişim kurabilmesidir. Başka bir deyişle, bir dili bilmek yalnızca o dil hakkında gerekli olan dilbilgisi kurallarını bilmek, yani “dilbilgisel yeti” ye sahip olmak değildir. Aynı zamanda hangi ortamlarda hangi yapı ve sözcüklerin kullanılacağını bilmek demek olan “iletişimsel yeti” ye sahip olmak gerekmektedir. Bunu kazanabilmek için de o dilin kültürü ve edebiyatı hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir.

İkinci dil öğrenenlerin kendi dillerindeki okuma-anlama becerilerini de geliştirdikleri ve ayrıca okuma sınavlarında daha yüksek notlar aldıkları bilinmektedir. Birçok durumda, başka bir dil öğrenmek çocuğun Türkçe yeteneğini geliştirir. Çocuklar diğer dillerin yapılarını öğrenirken Türkçe hakkında da birçok şey öğrenirler.

 
Erken Yaşta Yabancı Dil Öğretimiyle İlgili Görüşler

Dil, tüm zihinsel süreçlerimizle ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiştir. Düşünmek, hatırlamak, kavramak, dikkatini yöneltmek, algılamak vb. tüm zihinsel faaliyetlerde dil vardır. Dil ve zihin birbirine paralel gelişmektedir. Bu nedenle çocuğun dil gelişimi onun tüm zihinsel gelişimini desteklemektedir. Bebekler dünyaya geldiklerinde içine doğdukları ortamda konuşulan dili edinme potansiyeline sahiptirler. Tüm dünyadaki bebekler doğdukları andan itibaren tüm sesleri çıkarabilme yetisine sahipken, zaman geçtikçe sadece etrafında konuşulan dildeki sesleri tekrar eder hale gelirler.

Krashen (1973), çocukların beyinlerindeki dil gelişiminin iki yaşında başladığını ve bu gelişimin ergenlik dönemine kadar sürdüğünü açıklamaktadır. Eğer çocuk bu dönemde yabancı dil öğrenmeğe başlarsa yabancı dili de ana dili gibi rahatlıkla öğrenebilir. Lambert’in (1972) belirttiğine göre de, ana dili edinimini kazanmaya başlayan çocuk kritik yaş dönemini geçirmeden yabancı dil eğitimine başlarsa ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Erken çocukluk döneminde kazanılan yabancı dile yönelik bu yatkınlık çocukların bilişsel gelişimine de büyük katkı sağlamaktadır.

Dilbilimciler okul öncesinde yabancı dil öğrenen çocukların problem çözme yetilerinin de çok güçlü olduğunu düşünmektedirler. Erken yaşta verilen yabancı dil öğretimi çocukta zekayı geliştirmekte ve ana dilinde de anlama kabiliyetini arttırmaktadır. Buna göre yabancı dil öğrenmeye ne kadar erken yaşta başlanırsa dili öğrenmek o kadar kolaylaşır. Aslında okul öncesinde yabancı dil öğretiminin amacı yabancı dili çocuğa ana dilini öğrendiği gibi edindirmek değil, kendi dili ve kültürünün dışındaki dillerin ve kültürlerin varlığının bilincini vermektir.

Dil Öğrenmede Kritik Dönem

Dil edinme ve öğrenmede en merkezî ve önemli rol beyne verilmiştir. Beynin sol yarımküresinde dil edinmeyle ilgili bir bölge vardır Bu bölge doğuştan itibaren çok aktiftir. Bu aktiflik, derecesi giderek azalarak ergenliğin başlangıcı olan 10–14 yaşlarına kadar devam eder. Sağ ve sol beyin yarımkürelerinin gelişmesinin ergenlik döneminde sona ermesiyle, dil edinme artık zorlaşır.

Dil gelişiminde kritik bir dönemin varlığı pek çok araştırmayla ispatlanmıştır. Yabancı dil öğrenmede ideal yaşın yedi ve altı olduğu, bunu ergenliğe kadar olan sürenin takip ettiği, ergenlik dönemine girdikten sonra ise, dil öğrenmenin zorlaştığı bilinmektedir. Dil öğrenme hususunda kritik dönem fikrini ortaya atan Lenneberg'e göre, dil sadece bebeklikten ergenlik çağına kadar olan dönemde kazanılır (Lenneberg, 1967). Yapılan araştırmalar, yabancı dilin küçük yaşta ana dili ile birlikte kazandırılmasının en uygun yol olduğunu göstermektedir. Yedi yaşından sonra bir dili aksansız öğrenmek zorlaşmaktadır.

Erken yaşta yabancı dil öğrenen çocuk, psikolojik açıdan yaşıtlarına göre daha olgun, ilerdeki eğitim hayatında da akranlarına göre daha başarılı olmaktadır. Ayrıca yabancı dil öğrenme, çocukların zihnî gelişmesine ve toplum içinde daha sosyal olmasına büyük katkı sağlamaktadır. Çocuklar günlük hayatta ikinci dili aktif olarak kullanmadıkları için öğrendiklerini unutsalar bile, yabancı dile karşı merakı uyanmakta, farklı bir dil ve kültür olduğunun farkına varmaktadırlar. İki dillilikte olduğu gibi, erken yaşta ikinci dil öğretirken, ana dilin de mutlaka çok iyi öğretilmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Erken Yaşta Yabancı Dil Nasıl Öğretilmelidir?

Okul öncesi dönemde çocuklara yabancı dil doğrudan değil, oyun, şarkı, tekerlemelerle dolaylı yoldan öğretilebilir. Böylece çocuk yabancı dille tabiî bir ortamda karşı karşıya gelir, duyarak, görerek ve bizzat yaşayarak öğrenir. Öğretmen, hareket, jest, mimik; uygun ipucu verme, resim ve şekillerle gösterme, şarkı söyleme, şiir okuma, karşılıklı konuşma gibi yolları kullanabilir. Yabancı dildeki sesleri duymaya alışan çocuklar bunları zamanla benimser. Öğretilen kelime ve cümlelerin çocukların günlük hayatından seçilmesi ilgiyi artırır. Çocuk hangi oyuncak ve nesnelerle oynuyorsa, onların İngilizce isimlerini de kolayca öğrenebilir. Oyun, çocuk için en iyi öğrenme yoludur. Oyunla yabancı dil bir araya getirilince öğrenme daha da kolaylaşır ve bir keyif hâline gelir. Dil öğretiminde şarkı ve hareket de başarıyı yükseltir. Ritm ve melodiyle öğrenme eğlenceli hâle gelir ve bilginin hafızada kalması kolaylaşır. Çocuk, şarkıları önce anlamını bilmeden ezberler, kelimeleri öğrendikçe anlamı da çözer. Bunun yanında, yabancı dil öğretimi için kullanılan boyama veya hikâye kitaplarından ve kasetlerden faydalanılabilir. Çocuklara dil öğretirken sık tekrarların yapılması öğrenilenlerin pekiştirilmesini ve derse katılamayanların da öğrenme fırsatı bulmasını sağlar.

Çocuk ana sınıfında doğal bir ortamda yabancı dille karşı karşıya gelmelidir. Dil eğitimi okul öncesinde bilişim teknolojilerine paralel olarak oyun, şarkı, tekerleme gibi doğal yöntemlerle öğretilmelidir. Özellikle oyun ile yabancı dil öğretimi dinleme, taklit etme, kavram oluşumu gibi dil gelişiminin temelini oluşturan bu becerilerin gelişimine yardımcı olur (Dönmez v.d., 1997). Okul öncesi dönemde çocuklar dinleme ve konuşma becerilerinde daha başarılı olmaktadırlar, bu yüzden yabancı dil eğitimi verilirken de bu ölçütler dikkate alınmalıdır.

Roth (1998) çocukların 3-4 yaşına kadar ana dillerinde kendilerini rahatça ifade edebileceklerini belirterek, 6 yaşından sonra ise artık zamanları algılayabilecek düzeye gelebileceklerini açıklamıştır. Günümüzde Avrupa ülkelerinin çoğunda yabancı dil öğrenme yaşı 5-6 yaşlarında başlamaktadır. Mirici’ye (2001) göre, çocuklar ve yetişkinlerin güdülenme seviyeleri, hazır bulunuşluk  düzeyleri ve öğrenme etkinliklerine tepkileri oldukça farklı olduğu için her iki gruba göre  düzenlenmiş programlar olmalı ve bu gerçeklere göre hedef ve davranışlar belirlenmelidir.

Eğitimcilerin ve ailelerin erken yaşlardaki dil eğitimi ile ilgili kaygıları nelerdir?

Yabancı dil eğitimi ile ilgili araştırma yapan uzmanlar araştırmaları esnasında birçok anne-baba ve eğitimci ile konuşup onlar için de cevapları belirsiz olan soruları tespit etmeye çalışmışlar. Bu çalışmaların sonucunda iki ana soruya odaklanmışlardır. Bunlar:

 

1) Ana dilinin dışında farklı bir dili öğrenmek erken yaşlardaki çocukların dil gelişimine zarar verir mi?

Bu soruya uzmanlar kesinlikle hayır cevabını veriyorlar. Hatta araştırmaların bu sorunun tam tersi bir cevabı ortaya çıkardığını söylüyorlar. Erken yaşlardaki (yani 2-6 yaş evresinde) dil öğrenimi esnasında beyin iki farklı dil öğrenimini birbirinden ayırt etmiyor ve iki dilin gelişimini paralel devam ettiriyor. Bu nedenle çocuğun yabancı dili öğrenmesi ana dilini öğrenmesine engel olmuyor, bilakis olumlu etkileri sayesinde çocuğun ana dilini daha kolay öğrenmesine katkıda bulunuyor.

 

2) Çocuğa erken yaşlarda verilen yabancı dil eğitimi onun dil öğrenmeye karşı eğilimini azaltır mı?

Çocuklar hepimizin bildiği gibi dünyanın en meraklı varlıklarıdır. Çocuklarda var olan bu doğal merak duygusunu dil eğitimi için elverişli hale getirmek tabii ki eğitimcilerin ve anne- babaların elindedir. Bunu gerçekleştirirken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, çocuğu yabancı dil eğitimi konusunda fazla zorlamamaktır. Fazla zorlandığı takdirde çocuk yeni bir dil öğrenmekten soğur ya da vazgeçer.

Yabancı dil öğretimi her yaşta ve her düzeyde uygulanabilen fakat oldukça ciddiye alınması gereken bir süreçtir. Erken yaşta yabancı dil öğretimi ülkemizde son yıllarda çok büyük bir önem kazanmaktadır. Dil öğrenmek için çocuklarda belli kritik dönemlerin bulunduğu artık bilimsel bir gerçektir. Bu kritik dönemlerde okul, aile ve çevrenin gerekli işbirliği son derece önemlidir.

Kaynakça:

Demirezen, M. (2003): “Yabancı Dil ve Anadil Öğreniminde Kritik Dönemler”‚ Dil Dergisi. Sayı 118.TÖMER, Ankara Üniversitesi.

Dönmez, B, N. Abidoğlu, Ü. Dinçer, Ç. Erdemir, N. Gümüşcü, Ş. (1997): Okul Öncesi Dönemde Dil Gelişimi Etkinlikleri. Sim Yayıncılık: Ankara.

Krashen, S. (1973): Lateralization, Language Learning and Critical Period: Some new Evidence. Language  Learning.

Lambert,W.E. (1972): Language, Psychology and Culture.  Stanford CA: Stanford University Pres.

Lenneberg, E. (1967): Biological foundation of language, New York, Willey

Mirici,  İ.H.  (2001): Çocuklara Yabancı  Dil Öğretimi. Gazi Kitabevi, Ankara.

Roth,G . (1998): Teaching  Very  Young  Children Pre school and  Early Primary. Richmond Publishing. London.

http://www.kendinigelistir.com/yabanci-dil-ogrenmenin-yan-faydalari/#ixzz1hG2Ms2EW

 

Son Güncelleme: Perşembe, 28 May 2015 12:45

Gösterim: 16905


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.