Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Bu yıl başlayacak 12 yıllık zorunlu eğitimle, 66 ayını (5,5 yaş) dolduran çocuklar okula alınacak ilk yıl okuma yazma öğretilmeyecek.

okul öncesi Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) küçük yaşta okula başlayacaklar için müfredat değişikliğine gidiyor. Çocuk gelişim uzmanlarının önerileriyle hazırlanan yeni müfredatta okuma yazma becerileri bir sonraki yıla ertelenecek. İlk yıl çocukların anlama ve çizme becerileri geliştirilecek.

Yeni müfredatta eğitimde eğlenerek ve oynayarak öğrenme dönemi başlatılacak. Mevcut müfredat yumuşatılacak ve oyun odaklı bir yapıya kavuşacak. İlk yıl çocukları okuma-yazmaya hazırlayacak el ve harfleri tanıma becerileri geliştirilecek. Buna göre 66 aylık ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin ilk eğitim döneminde oyun oynama ve sosyal becerilerinin gelişmelerine ağırlık verilecek. Bu sayede öğrencilerin okuma ve yazma öğrenmedeki yaşadıkları stres sona erdirilecek. Öğrencileri birinci sınıfta çok fazla zorlamak istemeyen yetkililer, öğrencilerin sindire sindire okuma yazma öğreneceklerini ifade etti.

Bakanlık, hazırladığı müfredatta 60-72 aylık çocukların gelişim özelliklerini de dikkate aldı. Bu dönemde okuma-yazmanın erken olduğu, bu yaş grubunun el yazısına hazırlanabilmesi için elini kaldırmadan çizgiler çizmesinin ve okuma yerine de dinlediğini anlayıp yeniden anlatmasının istenebileceği belirtildi. Mevcut müfredatta, çocuklar ikinci dönemin ikinci yarısından itibaren okuma-yazmaya başlarken yeni müfredatta çocuklara bu yönde bir zorlama yapılmayacak. Ayrıca veliler de çocuklarına okuma-yazmayı öğrenemedikleri için baskı kurmamaları konusunda uyarılacak. Yaş gruplarına göre birinci sınıfın sonunda henüz okuma-yazmayı öğrenememiş olmalarının normal olduğu velilere anlatılacak.

Devamsızlığa yeni düzenleme

Öte yandan MEB, öğrencilerin okula devamı konusunda yeni düzenlemelere gidiyor. Bakanlık, devamsızlıkları sıkı takibe alacak. Mazeretsiz devamsızlığı mevzuattan tamamen çıkaran bakanlık, öğrencinin bu şekilde bir gün bile devamsızlık yapmasına müsaade etmeyecek. Öğrencinin devamsızlık yapabilmesi için velinin yazılı izni istenecek. Ancak bu durumda öğrenciye mazeretsiz izin hakkı tanınacak.

(zaman)

> İlk yıl okuma yazma öğretilmeyecek

Bu yıl başlayacak 12 yıllık zorunlu eğitimle, 66 ayını (5,5 yaş) dolduran çocuklar okula alınacak ilk yıl okuma yazma öğretilmeyecek.

okul öncesi Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) küçük yaşta okula başlayacaklar için müfredat değişikliğine gidiyor. Çocuk gelişim uzmanlarının önerileriyle hazırlanan yeni müfredatta okuma yazma becerileri bir sonraki yıla ertelenecek. İlk yıl çocukların anlama ve çizme becerileri geliştirilecek.

Yeni müfredatta eğitimde eğlenerek ve oynayarak öğrenme dönemi başlatılacak. Mevcut müfredat yumuşatılacak ve oyun odaklı bir yapıya kavuşacak. İlk yıl çocukları okuma-yazmaya hazırlayacak el ve harfleri tanıma becerileri geliştirilecek. Buna göre 66 aylık ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin ilk eğitim döneminde oyun oynama ve sosyal becerilerinin gelişmelerine ağırlık verilecek. Bu sayede öğrencilerin okuma ve yazma öğrenmedeki yaşadıkları stres sona erdirilecek. Öğrencileri birinci sınıfta çok fazla zorlamak istemeyen yetkililer, öğrencilerin sindire sindire okuma yazma öğreneceklerini ifade etti.

Bakanlık, hazırladığı müfredatta 60-72 aylık çocukların gelişim özelliklerini de dikkate aldı. Bu dönemde okuma-yazmanın erken olduğu, bu yaş grubunun el yazısına hazırlanabilmesi için elini kaldırmadan çizgiler çizmesinin ve okuma yerine de dinlediğini anlayıp yeniden anlatmasının istenebileceği belirtildi. Mevcut müfredatta, çocuklar ikinci dönemin ikinci yarısından itibaren okuma-yazmaya başlarken yeni müfredatta çocuklara bu yönde bir zorlama yapılmayacak. Ayrıca veliler de çocuklarına okuma-yazmayı öğrenemedikleri için baskı kurmamaları konusunda uyarılacak. Yaş gruplarına göre birinci sınıfın sonunda henüz okuma-yazmayı öğrenememiş olmalarının normal olduğu velilere anlatılacak.

Devamsızlığa yeni düzenleme

Öte yandan MEB, öğrencilerin okula devamı konusunda yeni düzenlemelere gidiyor. Bakanlık, devamsızlıkları sıkı takibe alacak. Mazeretsiz devamsızlığı mevzuattan tamamen çıkaran bakanlık, öğrencinin bu şekilde bir gün bile devamsızlık yapmasına müsaade etmeyecek. Öğrencinin devamsızlık yapabilmesi için velinin yazılı izni istenecek. Ancak bu durumda öğrenciye mazeretsiz izin hakkı tanınacak.

(zaman)

Son Güncelleme: Perşembe, 17 May 2012 11:08

Gösterim: 1795

Sabah Gazetesi Yazarı Sait Gürsoy’un bugünkü yazısı.

sait gürsoyBilimsel ve teknolojik gelişimlerin yararları olduğu kadar, hayatımızdaki olumsuz etkileri de tartışılamaz. Geleceğimiz olan çocuklarımızı değerlerimize, geleneksel yapıya ve evrensel değerlere bağlı yetiştirmeliyiz. Olumsuzluklardan en alt seviyede etkilenmelerini ve insanlığa yararlı olmalarını sağlamalıyız. Geçen hafta Antalya'daydım. Valiliğin ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün, Değerler Eğitimiyle ilgili çalışmalarını sizinle paylaşmak istiyorum.

Her yıl ortalama 15 bin öğrenci artışı yaşanan Antalya'da, 80 ayrı il, 30 farklı ülkeden 390 bin öğrenci eğitim görüyor. Bu farklı kültürdeki insanların, farklılıklara saygı duyan, kültürel ve evrensel değerlere bağlı, bayrak ve vatan sevgisiyle dolu, engin dünya görüşüne sahip bireyler olarak yetiştirilmesi ve Antalya'da kalıcı kent kültürünün oluşturulması amacıyla Değerler Eğitimi çalışmaları başlatılmış.

İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Akdeniz Üniversitesi bu konuda bir çalıştay düzenlemiş. Çalıştayın ardından, yönetici ve öğretmenlere, Okulöncesi, İlköğretim ve Ortaöğretim seviyesinde üç ayrı kılavuz kitap dağıtılmış. Saptanan değerler ve alt değerleriyle birlikte yönetici, öğrenci, öğretmen ve velilere yönelik çalışmalar, haftalık ders programı olarak değil, tüm derslere yayılmış.

Hayatımızın her noktasında, zihnimizdeki çeşitli değerlerle harekete geçeriz. Bu nedenle değerler, tutum ve davranışlarımızla yakından ilişkilidir. Onlara yön verir. Sevgi, saygı, mutluluk, doğru davranış, insanlık onuru, dürüstlük, şiddetten kaçınma, hoşgörü vb. gibi temel insani değerler insanın en iyi tarafını ortaya çıkarmayı amaçlar. Ancak yaşadığımız dünyada, bazı değerler çok hızlı değişiyor. Bu değişimin sonunda, yalnız kuşaklar arasında değil, aile içinde de çatışmalar olabilir.

Önce aile, sonra okul

Değerler sonradan kazanılır. Çocuğun okul çağına kadar, değer kazanımında temel kurum ailedir. Bu nedenle, anne ve babaların davranışlarına özen göstermesi gerekiyor. Ne yazık ki günümüzde bazı değerler unutuluyor. Bu unutturulan değerler, gençlerimizi yaşam boyu olumsuz etkileyebilir. Değerler Eğitimi'yle ilgili çalışmalarından dolayı, Antalya Valiliği'ni ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nü kutluyorum.

(Sait Gürsoy-sabah)

> Antalya'da değerler eğitimi

Sabah Gazetesi Yazarı Sait Gürsoy’un bugünkü yazısı.

sait gürsoyBilimsel ve teknolojik gelişimlerin yararları olduğu kadar, hayatımızdaki olumsuz etkileri de tartışılamaz. Geleceğimiz olan çocuklarımızı değerlerimize, geleneksel yapıya ve evrensel değerlere bağlı yetiştirmeliyiz. Olumsuzluklardan en alt seviyede etkilenmelerini ve insanlığa yararlı olmalarını sağlamalıyız. Geçen hafta Antalya'daydım. Valiliğin ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün, Değerler Eğitimiyle ilgili çalışmalarını sizinle paylaşmak istiyorum.

Her yıl ortalama 15 bin öğrenci artışı yaşanan Antalya'da, 80 ayrı il, 30 farklı ülkeden 390 bin öğrenci eğitim görüyor. Bu farklı kültürdeki insanların, farklılıklara saygı duyan, kültürel ve evrensel değerlere bağlı, bayrak ve vatan sevgisiyle dolu, engin dünya görüşüne sahip bireyler olarak yetiştirilmesi ve Antalya'da kalıcı kent kültürünün oluşturulması amacıyla Değerler Eğitimi çalışmaları başlatılmış.

İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Akdeniz Üniversitesi bu konuda bir çalıştay düzenlemiş. Çalıştayın ardından, yönetici ve öğretmenlere, Okulöncesi, İlköğretim ve Ortaöğretim seviyesinde üç ayrı kılavuz kitap dağıtılmış. Saptanan değerler ve alt değerleriyle birlikte yönetici, öğrenci, öğretmen ve velilere yönelik çalışmalar, haftalık ders programı olarak değil, tüm derslere yayılmış.

Hayatımızın her noktasında, zihnimizdeki çeşitli değerlerle harekete geçeriz. Bu nedenle değerler, tutum ve davranışlarımızla yakından ilişkilidir. Onlara yön verir. Sevgi, saygı, mutluluk, doğru davranış, insanlık onuru, dürüstlük, şiddetten kaçınma, hoşgörü vb. gibi temel insani değerler insanın en iyi tarafını ortaya çıkarmayı amaçlar. Ancak yaşadığımız dünyada, bazı değerler çok hızlı değişiyor. Bu değişimin sonunda, yalnız kuşaklar arasında değil, aile içinde de çatışmalar olabilir.

Önce aile, sonra okul

Değerler sonradan kazanılır. Çocuğun okul çağına kadar, değer kazanımında temel kurum ailedir. Bu nedenle, anne ve babaların davranışlarına özen göstermesi gerekiyor. Ne yazık ki günümüzde bazı değerler unutuluyor. Bu unutturulan değerler, gençlerimizi yaşam boyu olumsuz etkileyebilir. Değerler Eğitimi'yle ilgili çalışmalarından dolayı, Antalya Valiliği'ni ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nü kutluyorum.

(Sait Gürsoy-sabah)

Son Güncelleme: Çarşamba, 16 May 2012 09:10

Gösterim: 2807

Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un yazısı.

taha akyolŞanlıurfa’da Harran Üniversitesi’ndeyim. Prof. Ahmet Yılmaz hem müjde veriyor hem yaklaşan bir felaket için uyarıyor:

“Çevre ülkelerde 210 milyar dolarlık bir gıda pazarı var. Harran’ın pazarı olabilir buralar. Fakat dikkat, Harran elden gitme tehlikesiyle karşı karşıya!”

Ne demek bu? Prof. Yılmaz devam ediyor:

“İsrail kayalık araziye toprak taşıyarak tarım arazisi yapmaya çalışıyor. Biz dünyanın nadir kalitede tarım arazisi olan Harran’da tarlalar üzerine beton binalar dikiyoruz!”

Cebi para görenler, ikinci, üçüncü eş alanlar, çocuğunu evlendirenler arazinin bir kenarına beton apartmanlar dikiyormuş!

Yetkilisi kimse ihbar ediyorum! Tarım Bakanı mı, Şehircilik Bakanı mı?

Rektörün sözleri

Harran diyarında bir üniversite ve bir “Bilim ve Teknoloji Şenliği”! Bunu eskiden düşünmek mümkün müydü?

Fikret Otyam’ın fotoğraflarla belgelediği eski Harran kuraklığın, yoksulluğun, hastalıkların diyarıydı. GAP projesiyle dağlar delindi, Fırat suyu Harran’a getirildi, şimdi Harran Üniversitesi “Bilim ve Teknoloji Şenliği” düzenliyor!

Rektör Prof. Dr. İbrahim Halil Mutlu, üniversitenin Bilim Merkezi’nde, sulamada güneş enerjisinin kullanılması, çürük sebze ve meyvelerle tarla atıklarından biyoenerji üretilmesi gibi konularda çalıştıklarını anlatıyor. Temel konuları, biyoteknoloji ve genetik.

Üniversitenin 420 öğretim üyesi, 16 bin öğrencisi var; kız-erkek öğrenci oranı eşite yakın. Şu sözler rektörün:

“Urfa dizilerden ve bazı tekil haberlerden bakıldığında çok ‘feodal’ gibi görülüyor, öyle değil. Buraya sanayi yatırımı yapmak için her şey hazır; doğal kaynak, üniversite, nüfus, sosyal çevre...”

Rektöre göre, Gaziantep gibi burada da sanayiciler olsa üniversite-sanayi işbirliği ile Urfa şahlanırdı.

Üstün zekâlı çocuklar

Bilim ve Teknoloji Şenliği için üniversitede kurulan stantları geziyoruz. Tarımsal teknoloji ağırlıklı olmak üzere genç mucitlerin eserleri sergileniyor. Mesela geliştirilen “Predatör böcekler”, bunlar zararlı böcek ve bitkileri yiyip yok ediyorlar. Sevimli “uğur böcekleri” böyleymiş.

Bir standın önüne geldiğimizde “Bunlar üstün zekâlı çocuklarımız” diyorlar.

Resmin solunda mavi gömlekli Ahmet Eren Öztürkmen ve resmin sağında Ahmet Özgür Köprülü, yaptıkları icatları ve zekâ oyunlarını masada sergiliyorlar. Normal zekâlı insanları hayli uğraştıracak oyunlar... Kafa değil hesap makinesi bu çocuklarınki.

Öğretmenleri anlattı; IQ’leri normalin çok üstünde olan bu çocuklar, sınavla seçilerek özel sınıflarda eğitim görüyorlar.

Büyüyünce Eren bilim adamı, Özgür doktor olacak... İkisine de öptüm kutladım.

Merkezi Laboratuvar

Prof. Dr. Nihat Dilsiz’in, buzul çağından günümüze insanlığın gelişimini ve biyoteknolojinin çağımızdaki önemini anlatan konuşmasını hayranlıkla izledim. Sonra bana Harran Üniversitesi’ndeki Merkezi Laboratuvar’ı gezdirdi:

Herhangi bir objeyi bir milyon kat büyüten elektronik mikroskop... Havadan saatte 7 litre sıvı azot üreten cihaz...

İndüktif eşleşmiş plazma optik emisyon spektrometresi...

Prof. Dilsiz, “Laboratuvarımız Avrupa’yı aratmaz” diyor.

Bilim ve Teknoloji Şenliği, GAP İdaresi ve Harran Üniversitesi’nin işbirliğiyle yapılıyor. GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil’in GAP’taki gelişmeler hakkında anlattığı bilgiler Türkiye adına gurur verici. Belki ayrı bir yazı konusu.

Şanlıurfa’dan mutlu döndüm.

(Taha Akyol-hürriyet)

> Harran’da bilim şenliği!

Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un yazısı.

taha akyolŞanlıurfa’da Harran Üniversitesi’ndeyim. Prof. Ahmet Yılmaz hem müjde veriyor hem yaklaşan bir felaket için uyarıyor:

“Çevre ülkelerde 210 milyar dolarlık bir gıda pazarı var. Harran’ın pazarı olabilir buralar. Fakat dikkat, Harran elden gitme tehlikesiyle karşı karşıya!”

Ne demek bu? Prof. Yılmaz devam ediyor:

“İsrail kayalık araziye toprak taşıyarak tarım arazisi yapmaya çalışıyor. Biz dünyanın nadir kalitede tarım arazisi olan Harran’da tarlalar üzerine beton binalar dikiyoruz!”

Cebi para görenler, ikinci, üçüncü eş alanlar, çocuğunu evlendirenler arazinin bir kenarına beton apartmanlar dikiyormuş!

Yetkilisi kimse ihbar ediyorum! Tarım Bakanı mı, Şehircilik Bakanı mı?

Rektörün sözleri

Harran diyarında bir üniversite ve bir “Bilim ve Teknoloji Şenliği”! Bunu eskiden düşünmek mümkün müydü?

Fikret Otyam’ın fotoğraflarla belgelediği eski Harran kuraklığın, yoksulluğun, hastalıkların diyarıydı. GAP projesiyle dağlar delindi, Fırat suyu Harran’a getirildi, şimdi Harran Üniversitesi “Bilim ve Teknoloji Şenliği” düzenliyor!

Rektör Prof. Dr. İbrahim Halil Mutlu, üniversitenin Bilim Merkezi’nde, sulamada güneş enerjisinin kullanılması, çürük sebze ve meyvelerle tarla atıklarından biyoenerji üretilmesi gibi konularda çalıştıklarını anlatıyor. Temel konuları, biyoteknoloji ve genetik.

Üniversitenin 420 öğretim üyesi, 16 bin öğrencisi var; kız-erkek öğrenci oranı eşite yakın. Şu sözler rektörün:

“Urfa dizilerden ve bazı tekil haberlerden bakıldığında çok ‘feodal’ gibi görülüyor, öyle değil. Buraya sanayi yatırımı yapmak için her şey hazır; doğal kaynak, üniversite, nüfus, sosyal çevre...”

Rektöre göre, Gaziantep gibi burada da sanayiciler olsa üniversite-sanayi işbirliği ile Urfa şahlanırdı.

Üstün zekâlı çocuklar

Bilim ve Teknoloji Şenliği için üniversitede kurulan stantları geziyoruz. Tarımsal teknoloji ağırlıklı olmak üzere genç mucitlerin eserleri sergileniyor. Mesela geliştirilen “Predatör böcekler”, bunlar zararlı böcek ve bitkileri yiyip yok ediyorlar. Sevimli “uğur böcekleri” böyleymiş.

Bir standın önüne geldiğimizde “Bunlar üstün zekâlı çocuklarımız” diyorlar.

Resmin solunda mavi gömlekli Ahmet Eren Öztürkmen ve resmin sağında Ahmet Özgür Köprülü, yaptıkları icatları ve zekâ oyunlarını masada sergiliyorlar. Normal zekâlı insanları hayli uğraştıracak oyunlar... Kafa değil hesap makinesi bu çocuklarınki.

Öğretmenleri anlattı; IQ’leri normalin çok üstünde olan bu çocuklar, sınavla seçilerek özel sınıflarda eğitim görüyorlar.

Büyüyünce Eren bilim adamı, Özgür doktor olacak... İkisine de öptüm kutladım.

Merkezi Laboratuvar

Prof. Dr. Nihat Dilsiz’in, buzul çağından günümüze insanlığın gelişimini ve biyoteknolojinin çağımızdaki önemini anlatan konuşmasını hayranlıkla izledim. Sonra bana Harran Üniversitesi’ndeki Merkezi Laboratuvar’ı gezdirdi:

Herhangi bir objeyi bir milyon kat büyüten elektronik mikroskop... Havadan saatte 7 litre sıvı azot üreten cihaz...

İndüktif eşleşmiş plazma optik emisyon spektrometresi...

Prof. Dilsiz, “Laboratuvarımız Avrupa’yı aratmaz” diyor.

Bilim ve Teknoloji Şenliği, GAP İdaresi ve Harran Üniversitesi’nin işbirliğiyle yapılıyor. GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil’in GAP’taki gelişmeler hakkında anlattığı bilgiler Türkiye adına gurur verici. Belki ayrı bir yazı konusu.

Şanlıurfa’dan mutlu döndüm.

(Taha Akyol-hürriyet)

Son Güncelleme: Salı, 15 May 2012 10:26

Gösterim: 1568

Sabah Gazetesi Yazarı Özay’ın bugünkü yazısı.

yaşar özayMilli Eğitim Bakanlığı 12 yıllık kesintili eğitim sistemiyle ilgili ilköğretim müfredatını yeniliyor. Yeni sisteme göre öğrenciler okullarda 'ev işi' yapmayı öğrenecek

Milli Eğitim Bakanlığı 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili ilköğretim müfredatını yeniliyor. Talim Terbiye Kurulu tarafından yeniden yazılmaya başlanan müfredatın ana hatları belirlenmeye başladı. Yeni ilköğretim müfredatında öğrencilerin hangi öğrenme metotları ile başarılarının artırılacağı, yaratıcı fikir üretmek için hangi tekniklerin kullanılacağı, sorun çözme kabiliyetinin nasıl artırılacağı, öğrenme teknikleri ile okuma hızını artırma, ekip çalışması ile sinerji yaratma, yabancı dili en kolay şekilde öğretme ve ev işi yapma gibi beceriler öğrencilere öğretilecek. Okullarda uygulanan sosyal sorumluluk projelerinden yararlandıklarını belirten Talim Terbiye Kurulu yetkileri, günümüzde pratik yapılmadan öğrenmenin kalıcı öğrenme olmadığını onun için bu konuya ağırlık verdiklerini açıkladılar. Bu konuda çalışmaları bulunan Muğla'daki Özel Piri Reis İlköğretim okulu öğrencileri "Hayatı Okula Taşı Projesi" kapsamında çamaşır yıkamayı, düğme dikmeyi, ayakkabı boyamayı, musluk tamir etmeyi ve çay demlemeyi öğreniyor.

Uygulamalı eğitim başarılı

Okulun Müdür Yardımcısı Ümit Tekin, proje kapsamında birinci sınıftan 8'inci sınıfa kadar tüm öğrencilerin haftada bir gün uygulamalı eğitim aldığını ifade etti. Tekin, "Projenin amacı çocukların yoğun olarak yaşadığı sınav ve derslerden kaynaklanan yorgunluğu atmalarını, bu sırada hayatın bazı zorluklarını öğrenmelerini sağlamak" dedi. Projeyle çocukların yaşamlarında ihtiyaç duyacakları çok sayıda beceriyi kazandığını söyleyen Tekin, "Çocukların yaşları ve seviyesine göre çamaşır yıkama, düğme dikme, ayakkabı boyama, musluk tamir etme, çay demleme, ütü yapma, ampul değiştirme gibi etkinliklerimiz var" diye konuştu.

(Yaşar Özay-sabah)

> Öğrenciler 'ev işi' yapmayı öğrenecek

Sabah Gazetesi Yazarı Özay’ın bugünkü yazısı.

yaşar özayMilli Eğitim Bakanlığı 12 yıllık kesintili eğitim sistemiyle ilgili ilköğretim müfredatını yeniliyor. Yeni sisteme göre öğrenciler okullarda 'ev işi' yapmayı öğrenecek

Milli Eğitim Bakanlığı 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili ilköğretim müfredatını yeniliyor. Talim Terbiye Kurulu tarafından yeniden yazılmaya başlanan müfredatın ana hatları belirlenmeye başladı. Yeni ilköğretim müfredatında öğrencilerin hangi öğrenme metotları ile başarılarının artırılacağı, yaratıcı fikir üretmek için hangi tekniklerin kullanılacağı, sorun çözme kabiliyetinin nasıl artırılacağı, öğrenme teknikleri ile okuma hızını artırma, ekip çalışması ile sinerji yaratma, yabancı dili en kolay şekilde öğretme ve ev işi yapma gibi beceriler öğrencilere öğretilecek. Okullarda uygulanan sosyal sorumluluk projelerinden yararlandıklarını belirten Talim Terbiye Kurulu yetkileri, günümüzde pratik yapılmadan öğrenmenin kalıcı öğrenme olmadığını onun için bu konuya ağırlık verdiklerini açıkladılar. Bu konuda çalışmaları bulunan Muğla'daki Özel Piri Reis İlköğretim okulu öğrencileri "Hayatı Okula Taşı Projesi" kapsamında çamaşır yıkamayı, düğme dikmeyi, ayakkabı boyamayı, musluk tamir etmeyi ve çay demlemeyi öğreniyor.

Uygulamalı eğitim başarılı

Okulun Müdür Yardımcısı Ümit Tekin, proje kapsamında birinci sınıftan 8'inci sınıfa kadar tüm öğrencilerin haftada bir gün uygulamalı eğitim aldığını ifade etti. Tekin, "Projenin amacı çocukların yoğun olarak yaşadığı sınav ve derslerden kaynaklanan yorgunluğu atmalarını, bu sırada hayatın bazı zorluklarını öğrenmelerini sağlamak" dedi. Projeyle çocukların yaşamlarında ihtiyaç duyacakları çok sayıda beceriyi kazandığını söyleyen Tekin, "Çocukların yaşları ve seviyesine göre çamaşır yıkama, düğme dikme, ayakkabı boyama, musluk tamir etme, çay demleme, ütü yapma, ampul değiştirme gibi etkinliklerimiz var" diye konuştu.

(Yaşar Özay-sabah)

Son Güncelleme: Çarşamba, 16 May 2012 09:00

Gösterim: 1617

Hürriyet Yazarı Mehmet Y. Yılmaz'ın bugünkü yazısı.

mehmet y yılmazGalatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül, “terör örgütü PKK’ya yardım etmek”, “patlayıcı madde bulundurmak” ve “mala zarar vermek” suçlarından toplam 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Kâğıthane’de bir markete molotofkokteyli attığı suçlamasıyla yargılanan Kırmızıgül’ün davası, Türkiye’deki yargılamalara öteden beri hâkim olan anlayışın genel özelliklerini taşıyor.

Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Kırmızıgül hakkında “elle tutulur hiçbir kanıt yok”.

Hayır, aslında şöyle demeliydim: Elle tutulur tek kanıt boynuna bir puşi bağlayarak dolaşması!

Nitekim puşi de mahkeme kararıyla “müsadere edilmiş”, suç işlenirken kullanıldığı için!

Yargılamayı izlediyseniz, Kırmızıgül’ün Kâğıthane’de bir markete molotofkokteyli atıldığı gün oralarda gezinirken yakalandığını hatırlarsınız.

Kendisinden şüphelenerek gözaltına alan polisler, yargılama sırasında mahkemede verdikleri ifadede, molotofkokteyli atan kişinin Kırmızıgül olup olmadığından tam olarak emin olmadıklarını söylediler.

Davanın üçüncü oturumunda ifade veren gizli tanık ise markete molotofkokteyli atarken gördüğü kişinin Kırmızıgül olmadığını söyledi.

Savcı, beşinci duruşmada beraat kararı verilmesini istedi ama sonunda Kırmızıgül, 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Mahkemenin gerekçeli kararını henüz görmedik ama duruşma boyunca izleyebildiğim kadarıyla, sanık ile “yardım ettiği” iddia edilen örgüt arasında bir ilişki kanıtlanamadı, bununla ilgili geçerli bir delil sunulmadı.

Tanık polisler, sanığın suçu işlediğinden tam olarak emin olmadıklarını söylediler, dikkate alınmadı. Ceza yargılamasında, “şüphe”, sanığın lehine değerlendirilmesi gereken bir durum değil mi? Yoksa Türkiye artık modern hukuktan kopup yeni bir yöne doğru mu gidiyor: Basit şüphenin bile suç kanıtı sayılabileceği bir “ortaçağ hukuk anlayışına” doğru mu evrim geçiriyoruz?

İstanbul’da Avrupa’nın en büyük “Adalet Sarayı” yapıldı. Modern bir bina! Ama üzerine artık “Allah Mahkemeye Düşürmesin” yazmak daha özlü ve durumu anlatan bir ifade olacaktır.

> ‘Allah Mahkemeye Düşürmesin’ Sarayı!

Hürriyet Yazarı Mehmet Y. Yılmaz'ın bugünkü yazısı.

mehmet y yılmazGalatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül, “terör örgütü PKK’ya yardım etmek”, “patlayıcı madde bulundurmak” ve “mala zarar vermek” suçlarından toplam 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Kâğıthane’de bir markete molotofkokteyli attığı suçlamasıyla yargılanan Kırmızıgül’ün davası, Türkiye’deki yargılamalara öteden beri hâkim olan anlayışın genel özelliklerini taşıyor.

Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Kırmızıgül hakkında “elle tutulur hiçbir kanıt yok”.

Hayır, aslında şöyle demeliydim: Elle tutulur tek kanıt boynuna bir puşi bağlayarak dolaşması!

Nitekim puşi de mahkeme kararıyla “müsadere edilmiş”, suç işlenirken kullanıldığı için!

Yargılamayı izlediyseniz, Kırmızıgül’ün Kâğıthane’de bir markete molotofkokteyli atıldığı gün oralarda gezinirken yakalandığını hatırlarsınız.

Kendisinden şüphelenerek gözaltına alan polisler, yargılama sırasında mahkemede verdikleri ifadede, molotofkokteyli atan kişinin Kırmızıgül olup olmadığından tam olarak emin olmadıklarını söylediler.

Davanın üçüncü oturumunda ifade veren gizli tanık ise markete molotofkokteyli atarken gördüğü kişinin Kırmızıgül olmadığını söyledi.

Savcı, beşinci duruşmada beraat kararı verilmesini istedi ama sonunda Kırmızıgül, 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Mahkemenin gerekçeli kararını henüz görmedik ama duruşma boyunca izleyebildiğim kadarıyla, sanık ile “yardım ettiği” iddia edilen örgüt arasında bir ilişki kanıtlanamadı, bununla ilgili geçerli bir delil sunulmadı.

Tanık polisler, sanığın suçu işlediğinden tam olarak emin olmadıklarını söylediler, dikkate alınmadı. Ceza yargılamasında, “şüphe”, sanığın lehine değerlendirilmesi gereken bir durum değil mi? Yoksa Türkiye artık modern hukuktan kopup yeni bir yöne doğru mu gidiyor: Basit şüphenin bile suç kanıtı sayılabileceği bir “ortaçağ hukuk anlayışına” doğru mu evrim geçiriyoruz?

İstanbul’da Avrupa’nın en büyük “Adalet Sarayı” yapıldı. Modern bir bina! Ama üzerine artık “Allah Mahkemeye Düşürmesin” yazmak daha özlü ve durumu anlatan bir ifade olacaktır.

Son Güncelleme: Pazartesi, 14 May 2012 15:19

Gösterim: 1758


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.