Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Prof. Dr. Şenay Yalçın, okuma yazma bilmeyen anne babanın okumaya hevesli çocuğuydu. Devletin yatılı imkanlarından faydalanarak eğitim hayatına devam etti. Öğretmenliğin ilk yıllarında bir hoca sayesinde hayatı değişti ve akademik hayatı başladı. Hava Harp Okulu’nda da öğretim üyeliği yapmış olan Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şenay Yalçın, cerrah olmak isterken, maddi yetersizliklerden dolayı öğretmen okuluna gittiğini söylüyor. 

Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?

Eğitim hayatıma 1959 yılında Erzurum’un Olur ilçesi Karacasu Köyü’nde yer alan 2 odalı bir ilkokulda başladım. Birinci sınıftan, beşinci sınıfa kadar tüm öğrencilerin bir arada olduğu birleştirilmiş bir sınıfta eğitim gördüm. İlkokuldan sonra Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Okulu’nda yatılı olarak eğitim hayatıma başladım. Okulun son sınıfına geçtiğim zaman 6 yıllık Yüksek Öğretmen Okulları’na seçilen 3 kişi arasındaydım. İzmir, Ankara ve İstanbul’da yüksek öğretmen okulları vardı. Kura çektik, İzmir Yüksek öğretmen Okulu’na düştük.

Neden öğretmen okulunu tercih ettiniz?

Kazamızda ortaokul yoktu. Ortaokul olmayınca sadece devletin yatılı okullarında okuma şansına sahip oluyorsunuz. Bu sebepten dolayı yatılı okul sınavlarına girmeye karar verdim. Önce yaşadığım kazada yazılı bir sınava girdim. Ardından Erzurum’da sözlü sınava aldılar. Oradaki sözlü sınavı kazanınca yatılı öğretmen okulundaki eğitim hayatım başladı.

O yıllarda eğitim hayatınıza devam etmek sizin için bir hedefti değil mi?

Evet, eğitim hayatına devam etmek istiyordum. Orada da öğretmenlerin etkisi oluyor. Bir yedek subay öğretmenimiz vardı. O çok ısrar etmişti rahmetli babama, “Bu çocuğu İstanbul’a götüreyim, orada okusun, mutlaka okumalı” diye. Annem babam okuma yazma bilmezlerdi. Babam hep okumamı isterdi ama o yıllarda İstanbul’a da beni tek başıma göndermek istememişti. Bunun üzerine eski adı Pulur Köy Enstitüsü olan Yavuz Selim İlköğretmen Okulu’na gittim. Son sınıfa geçince seçilen grup arasında İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’na geldim. Bir sene hazırlık okudum. Bir sene sonra da 1970 yılında üniversite sınavına girdim. O zaman merkezi sınav vardı. Ancak merkezi yerleştirme yoktu. ODTÜ sınavını kendisi yapardı. Ben de onun sınavına girmiştim. Aldığınız puana göre de müracaat edip ön kaydınızı yaptırıyordunuz. Benim niyetim cerrah olmaktı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne ön kaydımı yaptırdım. Babama doktor olmak istediğimi yazmıştım. Bizim köy orman köyüdür. Babam da orada orman memuruna yazdırmış, devletin okuttuğu bir yer varsa oku, gel ilkokul öğretmeni olursun diye. Maddi yetersizliklerden dolayı ben de oradan kaydımı aldım. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’ne geldim. Çünkü Fen Fakültesi’nde okursanız, gece de Yüksek Öğretmen Okulu’nu okuyorsunuz. O zaman yatılı kalabiliyorsunuz. Yüksek Öğretmen Okulu ve Fen Fakültesi’nden ayrı ayrı diploma aldım. Okulu bitirdikten sonra Malatya Atatürk Lisesi’ne tayinim çıktı. O sırada benim akademisyen olarak yüksek lisans/doktora yapmamı isteyen hocalar vardı. Ben Malatya’dayken bir hoca beni aradı. O hocadan tek bir ders almıştım. Onun dışında kendisini tanımazdım. Benim hayatımın değişimine o hoca sebep olmuştur. Adını da hiç unutmuyorum, rahmetli Prof. Dr. Numan Zengin’di. Numan Hoca sayesinde akademik hayatım başladı.

HAVA HARP OKULU’NA ÖĞRETİM ÜYESİ OLDUM

Peki, o zamanlar akademisyen olmayı düşünüyor muydunuz?

Hep düşünüyordum ama imkan yoktu. O zamanlar devlet tarafından, okuduğunuz her bir yıl yatılı hayata karşılık 1,5 yıl mecburi hizmetle yükümleniyorsunuz. Benim de 10 yıl yatılı hayata karşılık 15 yıl mecburi hizmet yapmam gerekiyordu. Numan Zengin Hoca, Ege Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi’nde asistanlık kadrosu açıldığını söyledi. Yüksek lisansımı yaparken asistanlık sınavını kazanınca kadrom Mühendislik Bilimleri Fakültesi’ne geçmiş oldu. Doktoramın sonuna doğru yaklaştığım zamanlarda üniversitelerde objektif bir şekilde göreviniz yapmanız söz konusu değildi. O sırada gazetede ilan gördüm hava kuvvetlerine öğretim üyesi alınacak diye. Müracaat ettim, ardından mülakata çağırdılar. Mülakat sonrası bana dediler ki, güvenlik soruşturması yapacağız, ondan sonra olup olmayacağını size bildireceğiz. Güvenlik soruşturması 1 yıl kadar sürdü. Bir sabah sarı bir zarf getirdiler. Zarfta, teğmen rütbesiyle Hava Harp Okulu’na atandığımı bildiren bir kararname vardı. Ancak doktorayı yazma safhasına gelmiş, bitirmek üzereydim. 1,5 yılım daha var diyerek izin istedim. Hava Lisan Okulu’na temel İngilizce kursuna atadılar ve tez yazarken Hava Lisan Okulu’nda İngilizce dersi vermeye başladım. Daha askerliğimi yapmamıştım. Çünkü doktoradan dolayı 4,5 yıl ertelenmişti ama askerliğin ortasında buldum kendimi. Daha sonra Tuzla’ya temel askerlik eğitimine geldim. Burada bir yaz eğitim gördük. O sırada üst teğmen olmuştum. Daha sonra Hava Harp Okulu’nda eğitim öğretim hayatına başladım.

Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları’nın Başkanı Enver Yücel ile tanışmanız nasıl oldu?

1979 yılında bir arkadaş vesilesiyle Enver Yücel ile yollarımız kesişti. Ben Hava Harp Okulu’na devam ediyordum ve kıdemli binbaşının son senesine gelmiştim. Birkaç ay sonra da yarbay olacaktım. O sırada 1-2 öğretim görevlisi arkadaşımız ayrılmayı düşünüyordu ve Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumu’nda çalışma niyetindeydi. O arkadaşları tavsiye için Enver Bey’e getirmiştim. Ancak Enver Bey benle çalışmak istediğini söyledi. Böyle bir şey beklemiyordum, silahlı kuvvetlerden ayrılmayı düşünmüyordum.

Bu teklif, Bahçeşehir Üniversitesi’nin kurulma aşamasında mı geldi?

Hayır, o sırada Bahçeşehir Koleji’nin kurulması söz konusuydu. Enver Bey, bu fikirden bahsetti. Ayrıca üniversite kurmak istediğini de belirtti. Silahlı kuvvetlerdeyken akademik ilerleme açısından bir sıkıntı vardı. Bu ayrıcalık sadece Gülhane Tıp Akademisi’ne aitti. 1995 yılında ani bir kararla erken emekliliğimi istedim. Ve böylece Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları’na katıldım. 1995 yılında hemen doçentlik sınavına girdim ve doçent oldum. Daha sonra Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları’nın değişik birimlerinde gerek kolejlerin yapılanmasında gerek dershanelerdeki yayın hayatının düzenlenmesinde gerekse Bahçeşehir Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde yer aldım. Bahçehir Üniversitesi 15 Ocak 1998’te tescil edilip ilk öğrencilerini 1999 senesinde aldı. Profesör olabilmek için 5 yıllık bir süreç gerekiyordu. Bir taraftan da Harp Okulu’nda ders vermeye devam ettim.

1999 yılında daha Bahçeşehir Üniversitesi’nde eğitim hayatına başlamadan önce 5 aylığına Montana’ya araştırma grubuna katıldım. Orada çalışmalarım sürdü. Daha önce silahlı kuvvetlerdeyken TÜBİTAK bursuyla Miami’ye gitim. 2000 yılında profesör oldum. 2001 yılı sonu Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı, 2004’te Mühendislik Bilimleri Fakültesi Dekanı oldum. 2007 yılında Rektör Yardımcılığına geldim. Geçici bir görevle 2008 yılında Kemerburgaz Üniversitesi’nin kurucu rektörü görevini üstlendim. 3 yıldan beri de Bahçeşehir Üniversitesi’nde Rektörlük yapıyorum.

Öğretmen Okulları’ndan gelen birisiniz. Türkiye’nin köy enstitülerinden, öğretmen okullarından gelen kendine özgün kuruluşları vardı. Ancak bunlar ya kapatıldı ya da dönüştürüldü. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kapatılmasının sonuçları sizce ne oldu?

Kurumlar ihtiyaçlarına göre doğar. Öğretmen okulları sınavlarına girebilmek için köyden diploma alınma şartı vardı. Amaç köydeki imkanı olmayan insanlara bu fırsatı yaratmaktı. Öğrenciler öyle yetiştiriliyor ki köyün ihtiyacı olan her alanda tarımcılık, arıcılık, hayvancılık, marangozluk, aklınıza ne geliyorsa her alanda eğitiyorsunuz. Köy enstitüleri 1940’lı yıllarda kuruldu. Ve çok büyük işlevler yaptı. Daha sonra adı öğretmen okulları olarak değiştirildi. Şimdiyse Öğretmen Anadolu Liseleri olarak devam ediyor. Eğitim öğretim yapısı gittikçe ihtiyaca göre değiştiriliyor. Her müessesenin kendi çağına göre değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Belki iyileştirme, onların geliştirilmesi yönde çalışmalar yapılabilinirdi. Önemli olan şu andaki öğretmen yetiştirme modelinde biz en iyi nasıl yapabiliriz, en doğru öğretmeni nasıl yetiştirebiliriz ona bakmak gerekir.

Nasıl bir rektörsünüz?

Çok istemediğim halde meslek hayatımın büyük bir bölümünde idarecilik yaptım. Bu, bana çok şey kattı. Katılımcı yönetim tarzını beğenmişimdir. Bir konuyu tek başıma karar vermem. Asistanlarım da dahil bir konu hakkında herkesin fikrini aldıktan sonra bir karara varırız. Hakkaniyete çok önem veririm. Bir de takım çalışması çok önemli. Takımın uyum sağlaması önemli ama takımda öyle insanlar olacak ki sizi ciddi şekilde eleştirecek. Eleştiriye açık olacaksınız. O zaman işiniz daha rahat oluyor. O bakımdan takım arkadaşlarımızla çok rahat ve uyumlu çalışıyoruz.

ELDE EDEMEDİĞİM HEDEFİM OLMADI

Başarıyı nasıl tanımlıyorsunuz?

Başarı göreseldir. Yüksek atlamayı düşünün. Birisine göre 1 metre atlarsa o başarıdır. Birisi de 2 metre hedef koyar. O 2 metreyi atlamak onun için başarıdır. O yüzden başarı ancak koyduğunuz hedeflere ulaştığınız sürece vardır. Aksi halde başarılı değilsinizdir. Hedefleri de elinizdeki imkanlar ve potansiyeliniz doğrultusunda gerçekçi koyacaksınız. Ölçülebilir bir yapıyı oluşturacaksınız. Ölçemiyorsanız o yaptığınız işi, başarılı olup olmadığı göreseldir.

Sizin ölçüleriniz var mıydı? Bundan sonraki hedefiniz nedir?

Elbette vardı. Her zaman hedef koymuşumdur. Hayatım boyunca ilkokulun son yılları dahil olmak üzere hep hedef koydum. Ve bugüne kadar elde edemediğim hedef de olmadı. Bahçeşehir Üniversitesi’ni dünyanın ilk 100 üniversitesi içerisinde görmek benim hayalim. Asıl o zaman başarıyı yakaladık derim. Bunu yakalayabilecek hem irademiz hem potansiyelimiz var. Aslolan zaten mütevelli heyet başkanının vizyoner olmasıyla hedef göstermesi. Enver Yücel Bey de böyle bir vizyoner var. Okulun ilk açılış gününde şunu demişti; “Biz Harvard olmak için 250 sene bekleyemeyiz. Bizim hedefimiz Cumhuriyetin 100. yılında Harvard’ın yakaladığı dereceleri yakalamak.” Öyle de bir öngörü koymuştu. İddialı olacaksınız. İddianız yoksa başarılı olamazsınız zaten.

3 kızınız var. Kızlarınızla ilişkileriniz nasıl? Onları meslek seçimleri konusunda yönlendirdiniz mi?

Kızlarımın mesleki seçimlerinde hiç etki etmedim. Büyük kızım tıp seçti. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Radyolog olarak çalışıyor. Bu kızımdan ikiz torunlarım var. Ortanca kızım mühendisliği seçti. Daha sonra doktorasını yurt dışında yaptı. Şimdi Bahçeşehir Üniversitesi’nde çalışıyor. Bu kızımdan da bir torunum var. Küçük kızım da bu sene tıptan mezun oldu. TUS Sınavı’na hazırlanıyor. Elimden geldiğince, imkanlarım ölçüsünde yurt dışında gönderdim çocuklarımı. Çünkü uluslararası tecrübe çok önemli. Büyük kızım İngilizce’yi, ortanca kızım hem İngilizce hem Almanca’yı ve küçük kızım da İngilizce, Almanca, İtalyanca ve İspanyolca’yı iyi bilir.

TÜRKİYE’NİN ÖĞRETİM ÜYESİNE İHTİYACI VAR

Eğitimin birçok farklı alanında görev yapmış, farklı konumlarda yer almışsınız. Bütün bu gözlemleriniz içerisinde Türkiye’de eğitimi nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’de eğitimi okul öncesi, ilköğretim, lise ve yükseköğretim olarak değişik kademelerde görmek lazım. Bir bütün olarak ele almalıyız. Türkiye okullaşma açısından epey bir noktaya geldi. Zorunlu eğitim önceden 5 yıldı. Daha sonra 8 ve 12 yıla çıkarıldı. Bu önemli bir artıdır. Çünkü okuduğunu anlayan, yorumlayan insanlar lazım. Aksi halde hep başkalarının yorumuyla, başkalarının yönlendirmesiyle hareket edeceklerdir. Tabi Türkiye buna hazır mıydı, değil miydi ayrı bir olay. Sonuçta bunlar siyasi kararlarla oluyor. Keşke bilimsel çalışmaların sonucunda belirlenen ihtiyaçlara göre bunlar belirlense o zaman daha sağlıklı olur.

Son zamanlarda üniversite sayısı da oldukça hızla arttı. Bu yüzden sağlıklı bir büyüme olmadı. Türkiye’nin özellikle öğretim üyesine ihtiyacı var. Şu bir gerçek ki kaliteli eğitim öğretim yapabilmek için kaliteli öğretim elemanlarına ihtiyaç var. Yani altyapıyı ve fiziki imkanları kurabilirsiniz, bina oluşturabilirsiniz. Hatta laboratuvar da oluşturabilirsiniz. Ama önemli olan orayı işletecek olan yetişmiş elemandır. O binaya ruh verecek olan, oradaki eğitimi asıl bir yere taşıyacak olan öğretim üyeleridir. Eğer siz orada kaliteli öğretim üyelerini tutamazsanız, maalesef sadece diploma dağıtan bir müesseseler haline gelirsiniz. Bu da gelecek dönemlerde yine devletin büyük problemlerinden birisi olur.

> İmkansızlıklar içinde okusam da tüm hedeflerimi gerçekleştirdim

Prof. Dr. Şenay Yalçın, okuma yazma bilmeyen anne babanın okumaya hevesli çocuğuydu. Devletin yatılı imkanlarından faydalanarak eğitim hayatına devam etti. Öğretmenliğin ilk yıllarında bir hoca sayesinde hayatı değişti ve akademik hayatı başladı. Hava Harp Okulu’nda da öğretim üyeliği yapmış olan Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şenay Yalçın, cerrah olmak isterken, maddi yetersizliklerden dolayı öğretmen okuluna gittiğini söylüyor. 

Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?

Eğitim hayatıma 1959 yılında Erzurum’un Olur ilçesi Karacasu Köyü’nde yer alan 2 odalı bir ilkokulda başladım. Birinci sınıftan, beşinci sınıfa kadar tüm öğrencilerin bir arada olduğu birleştirilmiş bir sınıfta eğitim gördüm. İlkokuldan sonra Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Okulu’nda yatılı olarak eğitim hayatıma başladım. Okulun son sınıfına geçtiğim zaman 6 yıllık Yüksek Öğretmen Okulları’na seçilen 3 kişi arasındaydım. İzmir, Ankara ve İstanbul’da yüksek öğretmen okulları vardı. Kura çektik, İzmir Yüksek öğretmen Okulu’na düştük.

Neden öğretmen okulunu tercih ettiniz?

Kazamızda ortaokul yoktu. Ortaokul olmayınca sadece devletin yatılı okullarında okuma şansına sahip oluyorsunuz. Bu sebepten dolayı yatılı okul sınavlarına girmeye karar verdim. Önce yaşadığım kazada yazılı bir sınava girdim. Ardından Erzurum’da sözlü sınava aldılar. Oradaki sözlü sınavı kazanınca yatılı öğretmen okulundaki eğitim hayatım başladı.

O yıllarda eğitim hayatınıza devam etmek sizin için bir hedefti değil mi?

Evet, eğitim hayatına devam etmek istiyordum. Orada da öğretmenlerin etkisi oluyor. Bir yedek subay öğretmenimiz vardı. O çok ısrar etmişti rahmetli babama, “Bu çocuğu İstanbul’a götüreyim, orada okusun, mutlaka okumalı” diye. Annem babam okuma yazma bilmezlerdi. Babam hep okumamı isterdi ama o yıllarda İstanbul’a da beni tek başıma göndermek istememişti. Bunun üzerine eski adı Pulur Köy Enstitüsü olan Yavuz Selim İlköğretmen Okulu’na gittim. Son sınıfa geçince seçilen grup arasında İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’na geldim. Bir sene hazırlık okudum. Bir sene sonra da 1970 yılında üniversite sınavına girdim. O zaman merkezi sınav vardı. Ancak merkezi yerleştirme yoktu. ODTÜ sınavını kendisi yapardı. Ben de onun sınavına girmiştim. Aldığınız puana göre de müracaat edip ön kaydınızı yaptırıyordunuz. Benim niyetim cerrah olmaktı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne ön kaydımı yaptırdım. Babama doktor olmak istediğimi yazmıştım. Bizim köy orman köyüdür. Babam da orada orman memuruna yazdırmış, devletin okuttuğu bir yer varsa oku, gel ilkokul öğretmeni olursun diye. Maddi yetersizliklerden dolayı ben de oradan kaydımı aldım. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’ne geldim. Çünkü Fen Fakültesi’nde okursanız, gece de Yüksek Öğretmen Okulu’nu okuyorsunuz. O zaman yatılı kalabiliyorsunuz. Yüksek Öğretmen Okulu ve Fen Fakültesi’nden ayrı ayrı diploma aldım. Okulu bitirdikten sonra Malatya Atatürk Lisesi’ne tayinim çıktı. O sırada benim akademisyen olarak yüksek lisans/doktora yapmamı isteyen hocalar vardı. Ben Malatya’dayken bir hoca beni aradı. O hocadan tek bir ders almıştım. Onun dışında kendisini tanımazdım. Benim hayatımın değişimine o hoca sebep olmuştur. Adını da hiç unutmuyorum, rahmetli Prof. Dr. Numan Zengin’di. Numan Hoca sayesinde akademik hayatım başladı.

HAVA HARP OKULU’NA ÖĞRETİM ÜYESİ OLDUM

Peki, o zamanlar akademisyen olmayı düşünüyor muydunuz?

Hep düşünüyordum ama imkan yoktu. O zamanlar devlet tarafından, okuduğunuz her bir yıl yatılı hayata karşılık 1,5 yıl mecburi hizmetle yükümleniyorsunuz. Benim de 10 yıl yatılı hayata karşılık 15 yıl mecburi hizmet yapmam gerekiyordu. Numan Zengin Hoca, Ege Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi’nde asistanlık kadrosu açıldığını söyledi. Yüksek lisansımı yaparken asistanlık sınavını kazanınca kadrom Mühendislik Bilimleri Fakültesi’ne geçmiş oldu. Doktoramın sonuna doğru yaklaştığım zamanlarda üniversitelerde objektif bir şekilde göreviniz yapmanız söz konusu değildi. O sırada gazetede ilan gördüm hava kuvvetlerine öğretim üyesi alınacak diye. Müracaat ettim, ardından mülakata çağırdılar. Mülakat sonrası bana dediler ki, güvenlik soruşturması yapacağız, ondan sonra olup olmayacağını size bildireceğiz. Güvenlik soruşturması 1 yıl kadar sürdü. Bir sabah sarı bir zarf getirdiler. Zarfta, teğmen rütbesiyle Hava Harp Okulu’na atandığımı bildiren bir kararname vardı. Ancak doktorayı yazma safhasına gelmiş, bitirmek üzereydim. 1,5 yılım daha var diyerek izin istedim. Hava Lisan Okulu’na temel İngilizce kursuna atadılar ve tez yazarken Hava Lisan Okulu’nda İngilizce dersi vermeye başladım. Daha askerliğimi yapmamıştım. Çünkü doktoradan dolayı 4,5 yıl ertelenmişti ama askerliğin ortasında buldum kendimi. Daha sonra Tuzla’ya temel askerlik eğitimine geldim. Burada bir yaz eğitim gördük. O sırada üst teğmen olmuştum. Daha sonra Hava Harp Okulu’nda eğitim öğretim hayatına başladım.

Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları’nın Başkanı Enver Yücel ile tanışmanız nasıl oldu?

1979 yılında bir arkadaş vesilesiyle Enver Yücel ile yollarımız kesişti. Ben Hava Harp Okulu’na devam ediyordum ve kıdemli binbaşının son senesine gelmiştim. Birkaç ay sonra da yarbay olacaktım. O sırada 1-2 öğretim görevlisi arkadaşımız ayrılmayı düşünüyordu ve Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumu’nda çalışma niyetindeydi. O arkadaşları tavsiye için Enver Bey’e getirmiştim. Ancak Enver Bey benle çalışmak istediğini söyledi. Böyle bir şey beklemiyordum, silahlı kuvvetlerden ayrılmayı düşünmüyordum.

Bu teklif, Bahçeşehir Üniversitesi’nin kurulma aşamasında mı geldi?

Hayır, o sırada Bahçeşehir Koleji’nin kurulması söz konusuydu. Enver Bey, bu fikirden bahsetti. Ayrıca üniversite kurmak istediğini de belirtti. Silahlı kuvvetlerdeyken akademik ilerleme açısından bir sıkıntı vardı. Bu ayrıcalık sadece Gülhane Tıp Akademisi’ne aitti. 1995 yılında ani bir kararla erken emekliliğimi istedim. Ve böylece Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları’na katıldım. 1995 yılında hemen doçentlik sınavına girdim ve doçent oldum. Daha sonra Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları’nın değişik birimlerinde gerek kolejlerin yapılanmasında gerek dershanelerdeki yayın hayatının düzenlenmesinde gerekse Bahçeşehir Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde yer aldım. Bahçehir Üniversitesi 15 Ocak 1998’te tescil edilip ilk öğrencilerini 1999 senesinde aldı. Profesör olabilmek için 5 yıllık bir süreç gerekiyordu. Bir taraftan da Harp Okulu’nda ders vermeye devam ettim.

1999 yılında daha Bahçeşehir Üniversitesi’nde eğitim hayatına başlamadan önce 5 aylığına Montana’ya araştırma grubuna katıldım. Orada çalışmalarım sürdü. Daha önce silahlı kuvvetlerdeyken TÜBİTAK bursuyla Miami’ye gitim. 2000 yılında profesör oldum. 2001 yılı sonu Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı, 2004’te Mühendislik Bilimleri Fakültesi Dekanı oldum. 2007 yılında Rektör Yardımcılığına geldim. Geçici bir görevle 2008 yılında Kemerburgaz Üniversitesi’nin kurucu rektörü görevini üstlendim. 3 yıldan beri de Bahçeşehir Üniversitesi’nde Rektörlük yapıyorum.

Öğretmen Okulları’ndan gelen birisiniz. Türkiye’nin köy enstitülerinden, öğretmen okullarından gelen kendine özgün kuruluşları vardı. Ancak bunlar ya kapatıldı ya da dönüştürüldü. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kapatılmasının sonuçları sizce ne oldu?

Kurumlar ihtiyaçlarına göre doğar. Öğretmen okulları sınavlarına girebilmek için köyden diploma alınma şartı vardı. Amaç köydeki imkanı olmayan insanlara bu fırsatı yaratmaktı. Öğrenciler öyle yetiştiriliyor ki köyün ihtiyacı olan her alanda tarımcılık, arıcılık, hayvancılık, marangozluk, aklınıza ne geliyorsa her alanda eğitiyorsunuz. Köy enstitüleri 1940’lı yıllarda kuruldu. Ve çok büyük işlevler yaptı. Daha sonra adı öğretmen okulları olarak değiştirildi. Şimdiyse Öğretmen Anadolu Liseleri olarak devam ediyor. Eğitim öğretim yapısı gittikçe ihtiyaca göre değiştiriliyor. Her müessesenin kendi çağına göre değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Belki iyileştirme, onların geliştirilmesi yönde çalışmalar yapılabilinirdi. Önemli olan şu andaki öğretmen yetiştirme modelinde biz en iyi nasıl yapabiliriz, en doğru öğretmeni nasıl yetiştirebiliriz ona bakmak gerekir.

Nasıl bir rektörsünüz?

Çok istemediğim halde meslek hayatımın büyük bir bölümünde idarecilik yaptım. Bu, bana çok şey kattı. Katılımcı yönetim tarzını beğenmişimdir. Bir konuyu tek başıma karar vermem. Asistanlarım da dahil bir konu hakkında herkesin fikrini aldıktan sonra bir karara varırız. Hakkaniyete çok önem veririm. Bir de takım çalışması çok önemli. Takımın uyum sağlaması önemli ama takımda öyle insanlar olacak ki sizi ciddi şekilde eleştirecek. Eleştiriye açık olacaksınız. O zaman işiniz daha rahat oluyor. O bakımdan takım arkadaşlarımızla çok rahat ve uyumlu çalışıyoruz.

ELDE EDEMEDİĞİM HEDEFİM OLMADI

Başarıyı nasıl tanımlıyorsunuz?

Başarı göreseldir. Yüksek atlamayı düşünün. Birisine göre 1 metre atlarsa o başarıdır. Birisi de 2 metre hedef koyar. O 2 metreyi atlamak onun için başarıdır. O yüzden başarı ancak koyduğunuz hedeflere ulaştığınız sürece vardır. Aksi halde başarılı değilsinizdir. Hedefleri de elinizdeki imkanlar ve potansiyeliniz doğrultusunda gerçekçi koyacaksınız. Ölçülebilir bir yapıyı oluşturacaksınız. Ölçemiyorsanız o yaptığınız işi, başarılı olup olmadığı göreseldir.

Sizin ölçüleriniz var mıydı? Bundan sonraki hedefiniz nedir?

Elbette vardı. Her zaman hedef koymuşumdur. Hayatım boyunca ilkokulun son yılları dahil olmak üzere hep hedef koydum. Ve bugüne kadar elde edemediğim hedef de olmadı. Bahçeşehir Üniversitesi’ni dünyanın ilk 100 üniversitesi içerisinde görmek benim hayalim. Asıl o zaman başarıyı yakaladık derim. Bunu yakalayabilecek hem irademiz hem potansiyelimiz var. Aslolan zaten mütevelli heyet başkanının vizyoner olmasıyla hedef göstermesi. Enver Yücel Bey de böyle bir vizyoner var. Okulun ilk açılış gününde şunu demişti; “Biz Harvard olmak için 250 sene bekleyemeyiz. Bizim hedefimiz Cumhuriyetin 100. yılında Harvard’ın yakaladığı dereceleri yakalamak.” Öyle de bir öngörü koymuştu. İddialı olacaksınız. İddianız yoksa başarılı olamazsınız zaten.

3 kızınız var. Kızlarınızla ilişkileriniz nasıl? Onları meslek seçimleri konusunda yönlendirdiniz mi?

Kızlarımın mesleki seçimlerinde hiç etki etmedim. Büyük kızım tıp seçti. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Radyolog olarak çalışıyor. Bu kızımdan ikiz torunlarım var. Ortanca kızım mühendisliği seçti. Daha sonra doktorasını yurt dışında yaptı. Şimdi Bahçeşehir Üniversitesi’nde çalışıyor. Bu kızımdan da bir torunum var. Küçük kızım da bu sene tıptan mezun oldu. TUS Sınavı’na hazırlanıyor. Elimden geldiğince, imkanlarım ölçüsünde yurt dışında gönderdim çocuklarımı. Çünkü uluslararası tecrübe çok önemli. Büyük kızım İngilizce’yi, ortanca kızım hem İngilizce hem Almanca’yı ve küçük kızım da İngilizce, Almanca, İtalyanca ve İspanyolca’yı iyi bilir.

TÜRKİYE’NİN ÖĞRETİM ÜYESİNE İHTİYACI VAR

Eğitimin birçok farklı alanında görev yapmış, farklı konumlarda yer almışsınız. Bütün bu gözlemleriniz içerisinde Türkiye’de eğitimi nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’de eğitimi okul öncesi, ilköğretim, lise ve yükseköğretim olarak değişik kademelerde görmek lazım. Bir bütün olarak ele almalıyız. Türkiye okullaşma açısından epey bir noktaya geldi. Zorunlu eğitim önceden 5 yıldı. Daha sonra 8 ve 12 yıla çıkarıldı. Bu önemli bir artıdır. Çünkü okuduğunu anlayan, yorumlayan insanlar lazım. Aksi halde hep başkalarının yorumuyla, başkalarının yönlendirmesiyle hareket edeceklerdir. Tabi Türkiye buna hazır mıydı, değil miydi ayrı bir olay. Sonuçta bunlar siyasi kararlarla oluyor. Keşke bilimsel çalışmaların sonucunda belirlenen ihtiyaçlara göre bunlar belirlense o zaman daha sağlıklı olur.

Son zamanlarda üniversite sayısı da oldukça hızla arttı. Bu yüzden sağlıklı bir büyüme olmadı. Türkiye’nin özellikle öğretim üyesine ihtiyacı var. Şu bir gerçek ki kaliteli eğitim öğretim yapabilmek için kaliteli öğretim elemanlarına ihtiyaç var. Yani altyapıyı ve fiziki imkanları kurabilirsiniz, bina oluşturabilirsiniz. Hatta laboratuvar da oluşturabilirsiniz. Ama önemli olan orayı işletecek olan yetişmiş elemandır. O binaya ruh verecek olan, oradaki eğitimi asıl bir yere taşıyacak olan öğretim üyeleridir. Eğer siz orada kaliteli öğretim üyelerini tutamazsanız, maalesef sadece diploma dağıtan bir müesseseler haline gelirsiniz. Bu da gelecek dönemlerde yine devletin büyük problemlerinden birisi olur.

Son Güncelleme: Pazartesi, 15 Aralık 2014 08:16

Gösterim: 5947

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hamit Okur’la özel röportaj;

2010 yılında kurulan bir devlet üniversitesi olan İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin  kısa süre içinde büyük başarılara imza attığını vurgulayan Rektör Prof. Dr. Hamit Okur, “TÜBİTAK'ın belirlediği ‘Yenilikçi ve Girişimci Üniversite’ sıralamasında, daha önce kurulan birçok üniversiteyi geride bırakarak 40. Sırada yer aldık. Ayrıca TÜBİTAK Kariyer Projeleri sıralamasında da birinci olduk. Öğretim üyelerimiz de birçok alanda kişisel başarılar gösterdiler. Bu gelişmeler ‘Uluslararası Araştırma Üniversitesi’ olma hedefimize bizi ulaştıracak önemli gelişmeler” diyor.

Çocukluğunuz nasıl ve nerede geçti? Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Beş çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak 1958 yılında Erzurum’da doğdum. Aslen Afyonluyum. Babam astsubay, annem ise ev hanımıydı. Babamın görevi nedeniyle Erzurum’da bulunduğumuz için orada doğmuşum. Daha sonra yine babamın görevi nedeniyle Çorlu’ya yerleştik. Çocukluk yıllarım Çorlu’da geçti. Bahçeli bir evimiz vardı, her türlü sebze ve meyveyi rahmetli annem o bahçede yetiştirirdi. Yazın bahçeye çıktığımızda domatesin, maydanozun, dereotunun mis kokusunu içimize çekerdik. Hafta sonu geldiğinde ailece Ergene Nehri’ne pikniğe giderdik. O zaman Ergene Nehri pırıl pırıldı. Her türlü balık çeşidinin yaşadığı, insanların rahatça yüzdüğü ve kenarında piknik yaptığı bir nehirdi. Ama maalesef tahrip edildi, kirletildi zamanla. Yaz tatillerinde arkadaşlarla okulumuzun bahçesindeki barakadan yapılmış kütüphaneye giderdik. İçi çok sıcaktı, klima da yoktu. Güneşin altında hem terler hem de kitap okurduk. O kütüphanede Türk klasiklerinin hepsini okudum. Bunun yanında oyun oynamayı da ihmal etmedim. Okulun bahçesinde ya da uygun yerlerde çelik çomak oynayarak, misket oynayarak gayet güzel, dolu dolu geçti çocukluğum. Şimdiki çocuklar, çelik çomak nedir bilmiyor. Dışarıda oyun oynamıyorlar, bilgisayar başındalar hep. Hareket etmiyorlar. Hareketsizlik de obez bir neslin yetişmesine sebep oluyor. Ayrıca sürekli aynı şeyi yaptıkları için de düşünce yetileri de gelişmiyor.

Eğitim hayatınızdan bahsedebilir misiniz? Hangi okullarda okudunuz? Nasıl bir öğrenciydiniz?

İlkokulu Çorlu’da Aziz Günden İlkokulu’nda okudum. Sonrasında yatılı olarak İstanbul İmam Hatip Lisesi’ne kaydoldum. O zamanlar İstanbul İmam Hatip Lisesi, Türkiye’nin çok tercih edilen imam hatip okullarından birisiydi. Benim okula girdiğim yıl, 1500 civarında kişi müracaat etmişti, sadece 100 kişiyi almışlardı. Ben de o 100 kişinin içerisindeydim. Oradan çok iyi bir eğitim alarak 1976 yılında mezun oldum. Ancak o yıllarda imam hatip mezunlarının direkt olarak üniversiteye gidip gidemeyeceği konusunda birtakım tereddütler vardı. Sadece Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) kabul ediyordu. Bende tercihimde ODTÜ’yü yazdım. Bunun yanında kazanama ihtimalime karşı da lise fark derslerini vererek Balıkesir Lisesi diplomasını aldım. 1976 yılında yüksek bir puanla ODTÜ Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü kazandım. Fakat o yıllar öğrenci olayları çok yoğundu, ODTÜ de bu olayların merkezindeydi. Okul boykot nedeniyle bir yıl kapalı kaldı. Rektör değişikliği olmuştu. Bu yüzden tekrar üniversite sınavına girdim ve İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazandım. 1985 yılında oradan mezun oldum. Tıp fakültesinden sonra ilki yıl mecburi hizmet uygulaması vardı. Kura sonucu Kahramanmaraş Merkez Kavlaklı Sağlık Ocağı’na sağlık ocağı tabibi olarak atandım. 3 ay orada sağlık ocağı tabipliği yaptım. Sonrasında Kahramanmaraş merkeze gelerek, sağlık müdür yardımcısı olarak 1,5 yıl görev yaptım. Sonrasında iki yıl mecburi hizmetimi tamamlayıp sınava girerek Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde Çocuk Cerrahisi ihtisasını kazandım.

Çocuk Cerrahi alanında ihtisas yapmaya nasıl karar verdiniz?

İstanbul Tıp Fakültesi’nin 5. Sınıfındayken bir hafta süren Çocuk Cerrahisi stajımı yaptım. Fakültemizde o zamanlarda Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Alaaddin Çelik’ti. Yine bir staj gününde Prof. Dr. Alaaddin Çelik hocamız bir bebeğin filmini gösterdi. Sonra bize sordu: “Çocuklar bu filmde ne görüyorsunuz?”  Bütün herkes bebeğin akciğerine odaklandı ve akciğeriyle ilgili tespitlerde bulundu sadece. Ben ise filmi bütün olarak değerlendirdim. Hocaya dedim ki: “Bu bebeğin sırt kısmının altında tümöral bir oluşum var, bu filmde onu görüyorum.” Hoca bunun üzerine şöyle dedi: “Aferin, bildin. Sen gelecekte iyi bir çocuk cerrahı olursun.” O söz zihnimde yer etti ve Çocuk Cerrahisi ihtisası yapmaya karar verdim. Yıllar sonra doçentlik sınavına girdim. Doçentlik sınavının jürisinde o hoca vardı. Başarılı bir sınav verdim. Sonrasında Prof. Dr. Alaaddin Çelik, bana doçent cübbesi giydirdi ve tebrik etti. O anda bende kendisine yıllar önce yaşadığımız bu anıyı anlattım. Hoca duygulandı ve dedi ki: “Allah’ın takdirine bak, şimdi de doçent cübbesini giydiriyoruz.”

OKULUN İLK HAFTASI KIRMIZI KURDELE TAKTILAR

Hayatınızda iz bırakan, unutamadığınız öğretmenleriniz ya da rol modelim dediğiniz kişiler var mı?

Benim ilk öğretmenim anne ve babam. Özellikle rahmetli annemin yetişmemizde çok büyük katkısı oldu. Bana ve kardeşlerime çok bir güzel eğitim verdi. Aynı şekilde babam da öyle... Yemedi yedirdi, giymedi giydirdi. Okumayı ağabeylerimden öğrenmiştim. Ama annem ve babam da okumaya teşvik ederdi bizi. Okuma sevgisini ailem aşıladı. Babam işten geldiğinde bizi dizlerine oturtur, hem ahlak hem de insanlık dersi verirdi. Beni yetiştiren hocalarım da çok değerli insanlardı. İlkokulda çok iyi bir eğitim aldım. Öğretmenlerimiz öğretmen okulu mezunuydular. Ancak birinci sınıftaki öğretmenimi unutamıyorum. Okula başlamadan önce okuma yazma öğrenmiştim. Okuma yazmayı bildiğim için daha okulun ilk haftası öğrenim kolumdan tutup müdürün odasına götürmüştü, orada kırmızı kurdele takmışlardı bana.

 Hangi derslerde başarılı hangi derslerde başarısızdınız?

Sosyal derslerde daha başarılı olmakla birlikte fen derslerinde de başarılıydım. Mesela lisede matematik dersim çok iyiydi. Lisedeki matematik hocam, klasik tarzda sınav yapardı. Sınav esnasında yerinden kalkmazdı, kağıt imzalatma işini bana yaptırırdı. Sınav süresi 45 dakikaydı. Ben 45 dakikanın 10 dakikasında sınav sorularını çözer, kalan 35 dakikada da sınıf gözetmenliği yapardım.

Çocukken hayalini kurduğunuz meslek hangisiydi?

Çocukken makine mühendisliğini hayal ediyordum. Bunun da nedeni de anneme faydalı olmaktı. Annem gerçekten çok sıkıntılar çekti. Çamaşır makinemiz, buzdolabımız ve çoklu ocağımız yoktu. Annem çamaşırları elinde yıkardı. İspirtolu tekli bir ocağımız vardı. Annem üç çeşit yemeği sırasıyla pişirirdi. Böylece gününün bir kısmı yemek pişirmekle geçerdi. Çocukken anneme şöyle demiştim: “Anneciğim, ben ilerde makine mühendisi olacağım ve sana çamaşır makinesi, buzdolabı yapacağım.” Çocukluğumda kurduğum bu hayali ODTÜ makine mühendisliğini kazanarak gerçekleştirdim. Ama o zamanki öğrenci olayları sebebiyle bu idealimizi değiştirdik, tıp fakültesine geçiş yaptık.

Akademik kariyer yapmaya nasıl karar verdiniz?

ODTÜ’de İngilizce hazırlık okudum. Bu yüzden iyi bir İngilizcem vardı. Erciyes Üniversitesi’nde ihtisas yaparken Ana Bilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Küçükaydın, bana rehberlik etti. Benim akademik hayata devam etmemi istiyordu. 5,5 yıl süren ihtisas süresince beni hep akademik hayata hazırladı. Onun bu konudaki teşvikini her zaman takdirle karşılarım. Ben de bu yol haritasını daha sonra kendi asistanlarıma uyguladım. Eğer dili iyiyse, akademik anlamda potansiyeli varsa, o asistanımı akademik hayata yönlendirirdim. Yetiştirdiğim birçok asistanım şu an profesör oldu. Aynı meslekte birlikte devam ediyoruz.

Öğrencilerle aranız nasıl? Prof. Dr. Hamit Okur nasıl bir rektördür?

Öğrencilerle sıcak bir ilişki kurmaya dikkat ediyorum. Çünkü hayat, doğumdan başlayıp ölüme kadar devam eden bir okul. Bu okulda hepimizin herkesten öğreneceği birçok şey var. Bir öğrenci size bir konuda ders verebiliyor. Ben diyaloğa açık olmayı seven bir insanım. İyi bir dinleyiciyim. İnsan ne kadar dinlerse o kadar dinlenir. Bana mail atan, randevu talep eden kişiye mutlaka geri dönerim.

Rektörlük görevine gelişiniz nasıl oldu? Ne zamandır bu görevi yürütüyorsunuz?

Erciyes Üniversitesi’nde ihtisas sonrası 20 yıl hoca olarak kaldım. Fakat çalışkan olmam sebebiyle üniversite tarafından bana ek görevler verildi. Uluslararası ilişkiler koordinatörlüğü, bilimsel araştırmalar projeleri, deneysel araştırmalar müdürlüğü gibi. Bu görevler sebebiyle kendi mesleğimi yapamaz duruma gelmiştim. Bu sebeple oradan ayrılarak İstanbul’a kendi mesleğimi yapmaya karar verdim. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Klinik Şefi olarak çalışmaya başladım. 2 yıl gibi bir sürede eğitim kliniğini oluşturduk. Yine aynı hastanede 3 yıllık bir başhekimlik görevim oldu. Sonrasında İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin kurulduğunu öğrenince, rektörlük görevine talip oldum. 4 yıldan beridir de rektörlük görevini yürütüyorum.

EĞİTİMDE ULUSLARARASI AKREDİTASYON SAĞLAYACAĞIZ

İstanbul Medeniyet Üniversitesi hakkında bilgi alabilir miyiz?

İstanbul Medeniyet Üniversitesi 2010 yılında kurulan yeni bir devlet üniversitesidir. Kuruluşunda 11 fakülte, 2 yüksekokul ve 4 enstitüden oluşan İstanbul Medeniyet Üniversitesi bünyesinde şu fakülte, yüksekokul ve enstitüler yer almaktadır:

-Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Fen Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Turizm Fakültesi.

-Yabancı Diller Yüksekokulu ve Sivil Havacılık Yüksekokulu

-Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü ve Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türkiye’de lisans eğitimine ağırlık veren mevcut üniversitelerden farklı olarak yüksek lisans ve doktora programları ağırlıklı bir araştırma üniversite olmayı hedeflemektedir. Uluslararası kalite standartlarında bir eğitim anlayışı ile eğitimde uluslararası akreditasyon sağlayacağız. Planlamada nihai öğrenci sayımızı 15.000 olarak belirleyerek,  lisans ve lisansüstü öğrenci oranını yüzde 50 olarak gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. Böylece uluslararası bir araştırma üniversitesi olma hedefimizi sürdürme kararlılığındayız.

Üniversitenizde öğrencilerinize hangi olanakları sunuyorsunuz?

Üniversitemiz bünyesinde 12 tane öğrenci topluluğumuz bulunuyor.  Voleybol, basketbol, masa tenisi, futbol, futsal, vs. gibi turnuvalar düzenleyen üniversitemiz, öğrencilerine canlı bir kampüs hayatı sunuyor. Üniversitemize il dışından gelen öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından işletilen yurtların yanı sıra çok sayıda işbirliği yaptığımız özel yurt ve pansiyonla öğrencilerimize yardımcı oluyoruz. Yasal mevzuat gereği bütçemizden burs verilemiyor. Ancak dışardan gerek kamu, gerek özel kuruluşlardan bize tahsis edilen bursları üniversitemizin akademik personelinden oluşturulan burs komisyonu aracılığıyla ihtiyaç sahibi öğrencilerimize ulaştırmaktayız.  Ayrıca akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz kısa süreli değişim programları ile yurtdışındaki üniversitelerde araştırma ve eğitim fırsatlarına sahip olmaktadırlar.  İkili anlaşmalar dışında, YÖK Başkanlığının yeni bir programı olan Mevlana Değişim Programı kapsamında da şimdiye kadar 2 üniversite ile anlaşma yapılmış olup, ilgilenen öğrencilerimizin bu değişim programlarından faydalanarak yurtdışı deneyimi kazanmalarına yardımcı olmayı amaçlıyoruz.

Yakın zamanda üniversitenizde hangi projeleri gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz?

Fen ve mühendislik alanlarında Merkezi Laboratuvar öncelikle gerçekleştirmeyi planladığımız projemizdi ve bunun için Kalkınma Bakanlığı’ndan 10 Milyon TL destek aldık. Cihaz alımlarını ve laboratuvar fiziki yapılanmasını planladık ve kampüs yapılanmasında ilk etapta Merkezi Araştırma Laboratuvarımızı da kurmayı planlıyoruz.  Sosyal Bilimlerde “Sosyopark” projemiz bizim önemle üzerinde durduğumuz ve gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz bir proje idi. Sosyoparkı esas olarak teknoparkın sosyal alanda bir muadili olarak düşündük. Günümüzde üniversitelerin sosyal sorumluluğu daha da önemli konuma geldi. Üniversite toplum ilişkisi sosyal sorunların çözümünde ortak projelerin üretilmesi ve hayata geçirilmesi günümüzde daha önem kazandı. Biz de sosyal projeler kapsamında üniversitelerin paydaşları olan yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, dernekler, esnaf ve ticaret odaları, özel sektör vb. kuruluşlarla işbirliği yaparak ortak projeler geliştirmeyi hedefledik. Bu kapsamda Üsküdar Belediyesi ile Çocuk Üniversitesi’ni kurduk ve şu anda 1200 üstün yetenekli çocuğumuza eğitim desteği veriyoruz. Sosyopark için arama konferansı yaptık ve Sosyopark’ın teknopark benzeri yasal, idari ve uygulama konularında zeminini oluşturacak kararları yetkililerle paylaşıp kısa sürede kanunlaşmasını sağlamayı planlıyoruz.  Ayrıca “Medeniyet Araştırmaları Merkezi”ni kurduk ve bu merkezde sosyal alanlarda araştırma birimlerini oluşturarak ismimizin bize yüklediği misyon çerçevesinde medeniyet merkezi olmayı hedefliyoruz. Üsküdar yerleşkemizde “Deneysel ve Klinik Araştırma Merkezi” yapım ihalesini sonuçlandırdık. Kısa sürede burada da modern bir tıp araştırma merkezini kuracağız. Kampüs projemizi ve yapımını TOKİ ile protokol yaparak planladık ve proje ihale sürecimiz TOKİ tarafından sürdürülüyor.

BİR ROMANI BİR GÜNDE BİTİRİRİM

Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?

Çok fazla bir boş zamanım olmuyor. Çok yoğun bir cerrahi eğitimi aldım, mesleki hayatım gece gündüz ameliyatlarla geçti. Eve gittiğim zaman çoğu zaman otururken uyukladığım çok olmuştur. 4 çocuk babasıyım. Müsait olduğum zamanlarda çocuklarımla ilgilenmeyi, onların ödevlerine yardımcı olmakla geçirdim. Bazen onlar ders çalışırken ben kitap okurdum. Fikri eserler ve roman okumayı severim. Özellikle şöyle bir huyum var. Elime aldığım roman türünde kitabı bitirmeden bırakmam. Bir günde bir romanı bitirmek isterim. Bunu için gerekirse yemek bile yemem.  

“ODTÜ’de İngilizce hazırlık okudum. Bu yüzden iyi bir İngilizcem vardı. Erciyes Üniversitesi’nde ihtisas yaparken Ana Bilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Küçükaydın, bana rehberlik etti. Benim akademik hayata devam etmemi istiyordu. 5,5 yıl süren ihtisas süresince beni hep akademik hayata hazırladı. Onun bu konudaki teşvikini her zaman takdirle karşılarım.”

İstanbul Medeniyet Üniversitesi

2010 yılında kurulan bir devlet üniversitesi olan İstanbul Medeniyet Üniversitesi,  Rektör Prof. Dr. Hamit Okur öncülüğünde kısa süre içinde büyük başarılara imza attı. TÜBİTAK'ın belirlediği "Yenilikçi ve Girişimci Üniversite" sıralamasında, daha önce kurulan birçok üniversiteyi geride bırakarak  İstanbul Medeniyet Üniversitesi'ni 40. sıraya getirdi. Ayrıca yine TÜBİTAK Kariyer Projeleri sıralamasında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Türkiye'deki tüm üniversiteleri geride bırakarak 1. Sırada yer aldı. Üniversite öğretim üyeleri birçok alanda kişisel başarılar gösterdiler. Bu gelişmeler İstanbul Medeniyet Üniversitesi'nin kuruluşunda belirlediği "Uluslararası Araştırma Üniversitesi" olma hedeflerine kısa sürede uluşacağının bulguları olarak önemli gelişmeler.

> Hedefimiz uluslararası araştırma üniversitesi olmak

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hamit Okur’la özel röportaj;

2010 yılında kurulan bir devlet üniversitesi olan İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin  kısa süre içinde büyük başarılara imza attığını vurgulayan Rektör Prof. Dr. Hamit Okur, “TÜBİTAK'ın belirlediği ‘Yenilikçi ve Girişimci Üniversite’ sıralamasında, daha önce kurulan birçok üniversiteyi geride bırakarak 40. Sırada yer aldık. Ayrıca TÜBİTAK Kariyer Projeleri sıralamasında da birinci olduk. Öğretim üyelerimiz de birçok alanda kişisel başarılar gösterdiler. Bu gelişmeler ‘Uluslararası Araştırma Üniversitesi’ olma hedefimize bizi ulaştıracak önemli gelişmeler” diyor.

Çocukluğunuz nasıl ve nerede geçti? Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Beş çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak 1958 yılında Erzurum’da doğdum. Aslen Afyonluyum. Babam astsubay, annem ise ev hanımıydı. Babamın görevi nedeniyle Erzurum’da bulunduğumuz için orada doğmuşum. Daha sonra yine babamın görevi nedeniyle Çorlu’ya yerleştik. Çocukluk yıllarım Çorlu’da geçti. Bahçeli bir evimiz vardı, her türlü sebze ve meyveyi rahmetli annem o bahçede yetiştirirdi. Yazın bahçeye çıktığımızda domatesin, maydanozun, dereotunun mis kokusunu içimize çekerdik. Hafta sonu geldiğinde ailece Ergene Nehri’ne pikniğe giderdik. O zaman Ergene Nehri pırıl pırıldı. Her türlü balık çeşidinin yaşadığı, insanların rahatça yüzdüğü ve kenarında piknik yaptığı bir nehirdi. Ama maalesef tahrip edildi, kirletildi zamanla. Yaz tatillerinde arkadaşlarla okulumuzun bahçesindeki barakadan yapılmış kütüphaneye giderdik. İçi çok sıcaktı, klima da yoktu. Güneşin altında hem terler hem de kitap okurduk. O kütüphanede Türk klasiklerinin hepsini okudum. Bunun yanında oyun oynamayı da ihmal etmedim. Okulun bahçesinde ya da uygun yerlerde çelik çomak oynayarak, misket oynayarak gayet güzel, dolu dolu geçti çocukluğum. Şimdiki çocuklar, çelik çomak nedir bilmiyor. Dışarıda oyun oynamıyorlar, bilgisayar başındalar hep. Hareket etmiyorlar. Hareketsizlik de obez bir neslin yetişmesine sebep oluyor. Ayrıca sürekli aynı şeyi yaptıkları için de düşünce yetileri de gelişmiyor.

Eğitim hayatınızdan bahsedebilir misiniz? Hangi okullarda okudunuz? Nasıl bir öğrenciydiniz?

İlkokulu Çorlu’da Aziz Günden İlkokulu’nda okudum. Sonrasında yatılı olarak İstanbul İmam Hatip Lisesi’ne kaydoldum. O zamanlar İstanbul İmam Hatip Lisesi, Türkiye’nin çok tercih edilen imam hatip okullarından birisiydi. Benim okula girdiğim yıl, 1500 civarında kişi müracaat etmişti, sadece 100 kişiyi almışlardı. Ben de o 100 kişinin içerisindeydim. Oradan çok iyi bir eğitim alarak 1976 yılında mezun oldum. Ancak o yıllarda imam hatip mezunlarının direkt olarak üniversiteye gidip gidemeyeceği konusunda birtakım tereddütler vardı. Sadece Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) kabul ediyordu. Bende tercihimde ODTÜ’yü yazdım. Bunun yanında kazanama ihtimalime karşı da lise fark derslerini vererek Balıkesir Lisesi diplomasını aldım. 1976 yılında yüksek bir puanla ODTÜ Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü kazandım. Fakat o yıllar öğrenci olayları çok yoğundu, ODTÜ de bu olayların merkezindeydi. Okul boykot nedeniyle bir yıl kapalı kaldı. Rektör değişikliği olmuştu. Bu yüzden tekrar üniversite sınavına girdim ve İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazandım. 1985 yılında oradan mezun oldum. Tıp fakültesinden sonra ilki yıl mecburi hizmet uygulaması vardı. Kura sonucu Kahramanmaraş Merkez Kavlaklı Sağlık Ocağı’na sağlık ocağı tabibi olarak atandım. 3 ay orada sağlık ocağı tabipliği yaptım. Sonrasında Kahramanmaraş merkeze gelerek, sağlık müdür yardımcısı olarak 1,5 yıl görev yaptım. Sonrasında iki yıl mecburi hizmetimi tamamlayıp sınava girerek Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde Çocuk Cerrahisi ihtisasını kazandım.

Çocuk Cerrahi alanında ihtisas yapmaya nasıl karar verdiniz?

İstanbul Tıp Fakültesi’nin 5. Sınıfındayken bir hafta süren Çocuk Cerrahisi stajımı yaptım. Fakültemizde o zamanlarda Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Alaaddin Çelik’ti. Yine bir staj gününde Prof. Dr. Alaaddin Çelik hocamız bir bebeğin filmini gösterdi. Sonra bize sordu: “Çocuklar bu filmde ne görüyorsunuz?”  Bütün herkes bebeğin akciğerine odaklandı ve akciğeriyle ilgili tespitlerde bulundu sadece. Ben ise filmi bütün olarak değerlendirdim. Hocaya dedim ki: “Bu bebeğin sırt kısmının altında tümöral bir oluşum var, bu filmde onu görüyorum.” Hoca bunun üzerine şöyle dedi: “Aferin, bildin. Sen gelecekte iyi bir çocuk cerrahı olursun.” O söz zihnimde yer etti ve Çocuk Cerrahisi ihtisası yapmaya karar verdim. Yıllar sonra doçentlik sınavına girdim. Doçentlik sınavının jürisinde o hoca vardı. Başarılı bir sınav verdim. Sonrasında Prof. Dr. Alaaddin Çelik, bana doçent cübbesi giydirdi ve tebrik etti. O anda bende kendisine yıllar önce yaşadığımız bu anıyı anlattım. Hoca duygulandı ve dedi ki: “Allah’ın takdirine bak, şimdi de doçent cübbesini giydiriyoruz.”

OKULUN İLK HAFTASI KIRMIZI KURDELE TAKTILAR

Hayatınızda iz bırakan, unutamadığınız öğretmenleriniz ya da rol modelim dediğiniz kişiler var mı?

Benim ilk öğretmenim anne ve babam. Özellikle rahmetli annemin yetişmemizde çok büyük katkısı oldu. Bana ve kardeşlerime çok bir güzel eğitim verdi. Aynı şekilde babam da öyle... Yemedi yedirdi, giymedi giydirdi. Okumayı ağabeylerimden öğrenmiştim. Ama annem ve babam da okumaya teşvik ederdi bizi. Okuma sevgisini ailem aşıladı. Babam işten geldiğinde bizi dizlerine oturtur, hem ahlak hem de insanlık dersi verirdi. Beni yetiştiren hocalarım da çok değerli insanlardı. İlkokulda çok iyi bir eğitim aldım. Öğretmenlerimiz öğretmen okulu mezunuydular. Ancak birinci sınıftaki öğretmenimi unutamıyorum. Okula başlamadan önce okuma yazma öğrenmiştim. Okuma yazmayı bildiğim için daha okulun ilk haftası öğrenim kolumdan tutup müdürün odasına götürmüştü, orada kırmızı kurdele takmışlardı bana.

 Hangi derslerde başarılı hangi derslerde başarısızdınız?

Sosyal derslerde daha başarılı olmakla birlikte fen derslerinde de başarılıydım. Mesela lisede matematik dersim çok iyiydi. Lisedeki matematik hocam, klasik tarzda sınav yapardı. Sınav esnasında yerinden kalkmazdı, kağıt imzalatma işini bana yaptırırdı. Sınav süresi 45 dakikaydı. Ben 45 dakikanın 10 dakikasında sınav sorularını çözer, kalan 35 dakikada da sınıf gözetmenliği yapardım.

Çocukken hayalini kurduğunuz meslek hangisiydi?

Çocukken makine mühendisliğini hayal ediyordum. Bunun da nedeni de anneme faydalı olmaktı. Annem gerçekten çok sıkıntılar çekti. Çamaşır makinemiz, buzdolabımız ve çoklu ocağımız yoktu. Annem çamaşırları elinde yıkardı. İspirtolu tekli bir ocağımız vardı. Annem üç çeşit yemeği sırasıyla pişirirdi. Böylece gününün bir kısmı yemek pişirmekle geçerdi. Çocukken anneme şöyle demiştim: “Anneciğim, ben ilerde makine mühendisi olacağım ve sana çamaşır makinesi, buzdolabı yapacağım.” Çocukluğumda kurduğum bu hayali ODTÜ makine mühendisliğini kazanarak gerçekleştirdim. Ama o zamanki öğrenci olayları sebebiyle bu idealimizi değiştirdik, tıp fakültesine geçiş yaptık.

Akademik kariyer yapmaya nasıl karar verdiniz?

ODTÜ’de İngilizce hazırlık okudum. Bu yüzden iyi bir İngilizcem vardı. Erciyes Üniversitesi’nde ihtisas yaparken Ana Bilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Küçükaydın, bana rehberlik etti. Benim akademik hayata devam etmemi istiyordu. 5,5 yıl süren ihtisas süresince beni hep akademik hayata hazırladı. Onun bu konudaki teşvikini her zaman takdirle karşılarım. Ben de bu yol haritasını daha sonra kendi asistanlarıma uyguladım. Eğer dili iyiyse, akademik anlamda potansiyeli varsa, o asistanımı akademik hayata yönlendirirdim. Yetiştirdiğim birçok asistanım şu an profesör oldu. Aynı meslekte birlikte devam ediyoruz.

Öğrencilerle aranız nasıl? Prof. Dr. Hamit Okur nasıl bir rektördür?

Öğrencilerle sıcak bir ilişki kurmaya dikkat ediyorum. Çünkü hayat, doğumdan başlayıp ölüme kadar devam eden bir okul. Bu okulda hepimizin herkesten öğreneceği birçok şey var. Bir öğrenci size bir konuda ders verebiliyor. Ben diyaloğa açık olmayı seven bir insanım. İyi bir dinleyiciyim. İnsan ne kadar dinlerse o kadar dinlenir. Bana mail atan, randevu talep eden kişiye mutlaka geri dönerim.

Rektörlük görevine gelişiniz nasıl oldu? Ne zamandır bu görevi yürütüyorsunuz?

Erciyes Üniversitesi’nde ihtisas sonrası 20 yıl hoca olarak kaldım. Fakat çalışkan olmam sebebiyle üniversite tarafından bana ek görevler verildi. Uluslararası ilişkiler koordinatörlüğü, bilimsel araştırmalar projeleri, deneysel araştırmalar müdürlüğü gibi. Bu görevler sebebiyle kendi mesleğimi yapamaz duruma gelmiştim. Bu sebeple oradan ayrılarak İstanbul’a kendi mesleğimi yapmaya karar verdim. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Klinik Şefi olarak çalışmaya başladım. 2 yıl gibi bir sürede eğitim kliniğini oluşturduk. Yine aynı hastanede 3 yıllık bir başhekimlik görevim oldu. Sonrasında İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin kurulduğunu öğrenince, rektörlük görevine talip oldum. 4 yıldan beridir de rektörlük görevini yürütüyorum.

EĞİTİMDE ULUSLARARASI AKREDİTASYON SAĞLAYACAĞIZ

İstanbul Medeniyet Üniversitesi hakkında bilgi alabilir miyiz?

İstanbul Medeniyet Üniversitesi 2010 yılında kurulan yeni bir devlet üniversitesidir. Kuruluşunda 11 fakülte, 2 yüksekokul ve 4 enstitüden oluşan İstanbul Medeniyet Üniversitesi bünyesinde şu fakülte, yüksekokul ve enstitüler yer almaktadır:

-Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Fen Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Turizm Fakültesi.

-Yabancı Diller Yüksekokulu ve Sivil Havacılık Yüksekokulu

-Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü ve Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türkiye’de lisans eğitimine ağırlık veren mevcut üniversitelerden farklı olarak yüksek lisans ve doktora programları ağırlıklı bir araştırma üniversite olmayı hedeflemektedir. Uluslararası kalite standartlarında bir eğitim anlayışı ile eğitimde uluslararası akreditasyon sağlayacağız. Planlamada nihai öğrenci sayımızı 15.000 olarak belirleyerek,  lisans ve lisansüstü öğrenci oranını yüzde 50 olarak gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. Böylece uluslararası bir araştırma üniversitesi olma hedefimizi sürdürme kararlılığındayız.

Üniversitenizde öğrencilerinize hangi olanakları sunuyorsunuz?

Üniversitemiz bünyesinde 12 tane öğrenci topluluğumuz bulunuyor.  Voleybol, basketbol, masa tenisi, futbol, futsal, vs. gibi turnuvalar düzenleyen üniversitemiz, öğrencilerine canlı bir kampüs hayatı sunuyor. Üniversitemize il dışından gelen öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından işletilen yurtların yanı sıra çok sayıda işbirliği yaptığımız özel yurt ve pansiyonla öğrencilerimize yardımcı oluyoruz. Yasal mevzuat gereği bütçemizden burs verilemiyor. Ancak dışardan gerek kamu, gerek özel kuruluşlardan bize tahsis edilen bursları üniversitemizin akademik personelinden oluşturulan burs komisyonu aracılığıyla ihtiyaç sahibi öğrencilerimize ulaştırmaktayız.  Ayrıca akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz kısa süreli değişim programları ile yurtdışındaki üniversitelerde araştırma ve eğitim fırsatlarına sahip olmaktadırlar.  İkili anlaşmalar dışında, YÖK Başkanlığının yeni bir programı olan Mevlana Değişim Programı kapsamında da şimdiye kadar 2 üniversite ile anlaşma yapılmış olup, ilgilenen öğrencilerimizin bu değişim programlarından faydalanarak yurtdışı deneyimi kazanmalarına yardımcı olmayı amaçlıyoruz.

Yakın zamanda üniversitenizde hangi projeleri gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz?

Fen ve mühendislik alanlarında Merkezi Laboratuvar öncelikle gerçekleştirmeyi planladığımız projemizdi ve bunun için Kalkınma Bakanlığı’ndan 10 Milyon TL destek aldık. Cihaz alımlarını ve laboratuvar fiziki yapılanmasını planladık ve kampüs yapılanmasında ilk etapta Merkezi Araştırma Laboratuvarımızı da kurmayı planlıyoruz.  Sosyal Bilimlerde “Sosyopark” projemiz bizim önemle üzerinde durduğumuz ve gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz bir proje idi. Sosyoparkı esas olarak teknoparkın sosyal alanda bir muadili olarak düşündük. Günümüzde üniversitelerin sosyal sorumluluğu daha da önemli konuma geldi. Üniversite toplum ilişkisi sosyal sorunların çözümünde ortak projelerin üretilmesi ve hayata geçirilmesi günümüzde daha önem kazandı. Biz de sosyal projeler kapsamında üniversitelerin paydaşları olan yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, dernekler, esnaf ve ticaret odaları, özel sektör vb. kuruluşlarla işbirliği yaparak ortak projeler geliştirmeyi hedefledik. Bu kapsamda Üsküdar Belediyesi ile Çocuk Üniversitesi’ni kurduk ve şu anda 1200 üstün yetenekli çocuğumuza eğitim desteği veriyoruz. Sosyopark için arama konferansı yaptık ve Sosyopark’ın teknopark benzeri yasal, idari ve uygulama konularında zeminini oluşturacak kararları yetkililerle paylaşıp kısa sürede kanunlaşmasını sağlamayı planlıyoruz.  Ayrıca “Medeniyet Araştırmaları Merkezi”ni kurduk ve bu merkezde sosyal alanlarda araştırma birimlerini oluşturarak ismimizin bize yüklediği misyon çerçevesinde medeniyet merkezi olmayı hedefliyoruz. Üsküdar yerleşkemizde “Deneysel ve Klinik Araştırma Merkezi” yapım ihalesini sonuçlandırdık. Kısa sürede burada da modern bir tıp araştırma merkezini kuracağız. Kampüs projemizi ve yapımını TOKİ ile protokol yaparak planladık ve proje ihale sürecimiz TOKİ tarafından sürdürülüyor.

BİR ROMANI BİR GÜNDE BİTİRİRİM

Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?

Çok fazla bir boş zamanım olmuyor. Çok yoğun bir cerrahi eğitimi aldım, mesleki hayatım gece gündüz ameliyatlarla geçti. Eve gittiğim zaman çoğu zaman otururken uyukladığım çok olmuştur. 4 çocuk babasıyım. Müsait olduğum zamanlarda çocuklarımla ilgilenmeyi, onların ödevlerine yardımcı olmakla geçirdim. Bazen onlar ders çalışırken ben kitap okurdum. Fikri eserler ve roman okumayı severim. Özellikle şöyle bir huyum var. Elime aldığım roman türünde kitabı bitirmeden bırakmam. Bir günde bir romanı bitirmek isterim. Bunu için gerekirse yemek bile yemem.  

“ODTÜ’de İngilizce hazırlık okudum. Bu yüzden iyi bir İngilizcem vardı. Erciyes Üniversitesi’nde ihtisas yaparken Ana Bilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Küçükaydın, bana rehberlik etti. Benim akademik hayata devam etmemi istiyordu. 5,5 yıl süren ihtisas süresince beni hep akademik hayata hazırladı. Onun bu konudaki teşvikini her zaman takdirle karşılarım.”

İstanbul Medeniyet Üniversitesi

2010 yılında kurulan bir devlet üniversitesi olan İstanbul Medeniyet Üniversitesi,  Rektör Prof. Dr. Hamit Okur öncülüğünde kısa süre içinde büyük başarılara imza attı. TÜBİTAK'ın belirlediği "Yenilikçi ve Girişimci Üniversite" sıralamasında, daha önce kurulan birçok üniversiteyi geride bırakarak  İstanbul Medeniyet Üniversitesi'ni 40. sıraya getirdi. Ayrıca yine TÜBİTAK Kariyer Projeleri sıralamasında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Türkiye'deki tüm üniversiteleri geride bırakarak 1. Sırada yer aldı. Üniversite öğretim üyeleri birçok alanda kişisel başarılar gösterdiler. Bu gelişmeler İstanbul Medeniyet Üniversitesi'nin kuruluşunda belirlediği "Uluslararası Araştırma Üniversitesi" olma hedeflerine kısa sürede uluşacağının bulguları olarak önemli gelişmeler.

Son Güncelleme: Cuma, 17 Ekim 2014 10:59

Gösterim: 3721

Milli Eğitim Bakanlığınca, TEOG uygulaması kapsamında yerleştirmeye esas üçüncü nakil dönemi sonuçları internet sitesinden duyuruldu.

 

mebMilli Eğitim Bakanlığınca (MEB), Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş (TEOG) uygulaması kapsamında yerleştirmeye esas üçüncü nakil dönemi sonuçları açıklandı.
TEOG'a katılan öğrencilerden 29 Ağustos-2 Eylül 2016 tarihleri arasında üçüncü dönem nakil başvurusunda bulunan öğrenciler, sonuçları, "www.meb.gov.tr" adresinden öğrenebilecek.


> TEOG üçüncü nakil sonuçları açıklandı

Milli Eğitim Bakanlığınca, TEOG uygulaması kapsamında yerleştirmeye esas üçüncü nakil dönemi sonuçları internet sitesinden duyuruldu.

 

mebMilli Eğitim Bakanlığınca (MEB), Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş (TEOG) uygulaması kapsamında yerleştirmeye esas üçüncü nakil dönemi sonuçları açıklandı.
TEOG'a katılan öğrencilerden 29 Ağustos-2 Eylül 2016 tarihleri arasında üçüncü dönem nakil başvurusunda bulunan öğrenciler, sonuçları, "www.meb.gov.tr" adresinden öğrenebilecek.


Son Güncelleme: Perşembe, 08 Eylül 2016 15:37

Gösterim: 1932

Salim Ünsal - Kültür Eğitim Kurumları Eğitim ve Rehberlik Direktörü

salim_unsalHer yeni sistemin teorik olarak pek çok belirsizliği beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Bundan önceki irili ufaklı tüm sistem değişikliklerinde bu belirsizliklerin yansımalarını hem sınav, hem de tercih sürecinde çoğu kez gördük. Ancak aynı belirsizlikler sadece bir adayı ya da bir aday grubunu değil de tüm aday kitlesini ilgilendiriyorsa bu aslında sistem açısından krizin fırsata dönüşmesi için önemli sebeplerden biri.
Sınav deneyimini önceden yaşamış olmakla ilk kez bu deneyimi yaşayacak olanlar açısından bu yıl bir deneyim denkliği söz konusu olacak. En azından sınavın yapısal özelliklerine ilişkin büyük belirsizlikler bizi beklemiyor. Artık değişmez ise sınavın tarihini biliyoruz, ne kadar süreceğini ve hangi oturumlarda uygulanacağını, hangi derslerden kaç soru çıkacağını ve bunların konu dağılımlarının genel olarak neler olabileceğini biliyor ya da tahmin ediyoruz. Sadece soruların zorluk veya kolaylık derecesine dair net bir bilgimiz yok. Bir de hesaplanacak puan türlerini bilmemize rağmen bu puan spektrumunun neresinde yer alacağımıza dair temel bir belirsizlik var. Esas stres ve kaygı yaratan da puan ve sıra olarak alacağımız pozisyon ve bunların tercihlerde hangi referansla, nasıl kullanılacak olması.
İşte krizin fırsata dönüştüğü yer de burası olacak. Sistem değişikliğinin olduğu yıllarda geniş bir aralıktan liste oluşturan ve doğru tercihler yapabilen adayların, sistemin oturduğu yıllarda yerleşmekte zorlanacakları ve kapasitelerinin çok üstünde olan programlara yerleşebilme şanslarının olması muhtemel.
Şu an için adaylara en net tavsiyem şu ki; sınavın sonucuna odaklanmayı sınavın bittiği tarihe ertelemeleri. 2 Temmuz itibariyle sonuca ve tercih sürecine odaklanabilirler ama 2 Temmuz öncesi sınav performansının ötesinde bir odaklanmaya girmeleri gereksiz. Sorular daha az olduğu için her bir yanlış çok puan kaybettirecekken, her bir doğru da çok ama çok puan kazandıracak, unutmayın!
Yıl içinde TYT’ye ilişkin örnek sorular yayınlandı. Aynı zamanda TYT’nin örneği olabilecek nitelikte Milli Savunma Üniversitesi Sınavı uygulandı. AYT için ise böyle bir çalışmaya gerek duyulmadı. Buradan da anlıyoruz ki; TYT önceki sistemin YGS’sinden bir miktar farklı olacak ama AYT, önceki sistemin LYS’sine soru nitelikleri bakımından çok benzeyecek.
Yayınlanan çalışmada gördük ki, en radikal değişim TYT Temel Matematik testinde. Türkçe testinde de soru dağılımları itibariyle bir miktar farklılaşma var. Fen ve Sosyal bilimler neredeyse YGS’nin aynısı. İşte adayların burada en çok Matematik testlerine yabancılık çekmemesi, hazırlık sürecinde bu sorunu aşmaları gerekiyor.
Biz TYT’nin yorum ve akıl yürütmeye çok dayalı olacağını, AYT’nin ise salt bilgiden fazlasıyla istifade edeceğini tahmin ediyoruz. Adayların farklı nitelik ve özelliklere sahip (kolay, zor, fantastik gibi) testler çözerek sürecin her türlü olasılığına zihnen hazır olmaları gerekiyor. 30 Haziran sınavında “kahretsin! Bu soru da nereden çıktı?” dememeli hiçbir aday.
Bir de tüm sınav test yöntemine göre yapılacak, açık uçlu soru olmayacak. Bu yöntemi geliştirici, hız kazandırıcı, okuma ve anlama yeteneğini güçlendirici, yorgunluk ve stres altında doğru cevap verebilme direncini artırıcı egzersizleri sıklaştırmaları gerekiyor gençlerin. Bunu salt test çözerek de değil, bir sınav simülasyonu ile yapabilmeleri daha yararlı olacak.
Bedenin biyolojik saatini da sınava hazır hale getirmek gerekiyor. Turlama tekniği, eleme yöntemi vs. gibi sınava ilişkin bilindik pek çok taktiği burada tek tek sıralama gereği duymuyorum. Zira çoğu aday bunları zaten biliyor ve sıklıkla kullanıyor.
Öte yandan puanlama bakımından da önemli bir sınav. Eğer bir sistemde soru sayısı azalıyor ama puanlar aynı skalada hesaplanıyorsa 1 soru daha değerli olacak. Aday psikolojisi hep “1 yanlış yaparsam çok puan kaybedeceğim, çok!” şeklinde. Ama aynı adayın 1 doğru yaptığında da çok ama çok puan kazanacağını unutmaması gerekiyor. Bu nedenle yanlışa daha az düşmek adına sınav anında dikkatli olunmalı. Dikkati canlı tutacak eylemleri hem sınav öncesinde hem de sınav anında yapmak çok önemli. Beslenme, dinlenme ve uyku düzenine mutlaka dikkat edilmeli, ilaç desteği almadan her aday doğal haliyle sınava girmeli, alınacaksa da hekim gözetiminde bu işler yapılmalı.
TYT nispeten 9 ve 10. Sınıf konularının imbiklendiği bir sınav olacak. Belki 11 veya 12. Sınıfın ortak derslerinden de az da olsa soru gelebilir ama bu olasılık yüksek değil. Bu nedenle adayların lisenin ilk kademesine ilişkin ortak derslerin mantığını, kurgusunu, bilgisini iyi tahlil etmeleri gerekiyor. Artık şu dönem itibariyle TYT konularının bitmiş, halledilmiş olduğunu umuyoruz. Belki haziran ayı itibariyle şöyle üzerinden hızlıca bir geçilebilir.
Sınavın bir hafta ötelenmesi hazırlık sürecini artırmak açısından bir fırsat yaratmışa benziyor. Ancak baharın ve beraberinde rehavetin bedene düşmesi, bir de sınav bir hafta ötelenince bunu bir tembellik fırsatına dönüştürme riski de yok değil, aman dikkat!
Beklentisi olan, hedefi olan bir aday için bu süreç asla tembelliği kaldıracak bir süreç değil. Elbette 7/24 masa başında ders çalışmayacaksınız. Bu yöntem insani de değil, pedagojiye uygun da değil. Elbette bir sosyal varlık olarak toplum içine çıkmalı, bir fizyolojik varlık olarak temel ihtiyaçlarınızı gidermeye zaman ayırmalısınız. Ama bunu bir plan ve program doğrultusunda yapmanız çok önemli…
25 yıldır bu süreci adaylarla birebir yaşayan biri olarak şunu gözlemledim. Son düzlükte depara kalkanlar yarışı hep önde bitiriyorlar. Şu içinde bulunduğumuz günler ise işte bu son düzlük. Bütün eksiklerin tamamlanacağı, ince ayarların yapılacağı yegâne dönem…
4 Periyotluk bir basket maçının son periyodu ne kadar belirleyici ise işte adaylar açısından da sürecin kalan bu son 2 ayı, bir basket müsabakasının 4. Periyodu gibi nitelenebilir. Üçlüğü bol olan bir periyoda dönüştürmek sizin elinizde. Son saniyede o altın vuruşu da sınavda yapabilmek mümkün olacak.
Anne babaların sürece latent katılımlarının olmasını bekliyoruz. Sürecin asli aktörleri her zaman aday öğrenciler. Anne babaların mümkün mertebe öğrencinin performansından daha üstte bir beklentiye girmemeleri gerekiyor. Öğrenciden hiçbir beklentiye girmesinler demiyorum ama en azından bunu tavır ve davranışları ile çocuğa sürekli hissettirmek özellikle bu dönemde aday öğrencinin kaygısını artırır.
“Sana güveniyorum, sen başarırsın…” gibi gizli şartlı destek içeren motivasyon cümleleri bazen yerini bulmayabilir hatta kaygıyı daha da artırabilir. Tam tersine umursamaz gibi görünmek de çocuğun “kendimi kanıtlasam da değer verecek bir çevrem olmayacak sanki” kaygısına düşmesine yol açabilir.
Yerine göre sürece ilişkin şeylerden konuşmak ve genel olarak tarafsız kalabilmeyi başarmak veliler için iyi bir yöntem olacaktır. Sınava ve sonucuna endeksli bir bakış açısı çocuğa zarar verir. Özellikle sınav sonucuna dayalı ödül ve cezaların şu günlerde gündemi işgal etmemesi gerekiyor.
Hedefi olan bir çocuk veya genç için sınav sonrasında kazanılan statüden daha büyük bir ödül olmayacaktır.

> YKS’deki belirsizlikleri fırsata dönüştürmek mümkün

Salim Ünsal - Kültür Eğitim Kurumları Eğitim ve Rehberlik Direktörü

salim_unsalHer yeni sistemin teorik olarak pek çok belirsizliği beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Bundan önceki irili ufaklı tüm sistem değişikliklerinde bu belirsizliklerin yansımalarını hem sınav, hem de tercih sürecinde çoğu kez gördük. Ancak aynı belirsizlikler sadece bir adayı ya da bir aday grubunu değil de tüm aday kitlesini ilgilendiriyorsa bu aslında sistem açısından krizin fırsata dönüşmesi için önemli sebeplerden biri.
Sınav deneyimini önceden yaşamış olmakla ilk kez bu deneyimi yaşayacak olanlar açısından bu yıl bir deneyim denkliği söz konusu olacak. En azından sınavın yapısal özelliklerine ilişkin büyük belirsizlikler bizi beklemiyor. Artık değişmez ise sınavın tarihini biliyoruz, ne kadar süreceğini ve hangi oturumlarda uygulanacağını, hangi derslerden kaç soru çıkacağını ve bunların konu dağılımlarının genel olarak neler olabileceğini biliyor ya da tahmin ediyoruz. Sadece soruların zorluk veya kolaylık derecesine dair net bir bilgimiz yok. Bir de hesaplanacak puan türlerini bilmemize rağmen bu puan spektrumunun neresinde yer alacağımıza dair temel bir belirsizlik var. Esas stres ve kaygı yaratan da puan ve sıra olarak alacağımız pozisyon ve bunların tercihlerde hangi referansla, nasıl kullanılacak olması.
İşte krizin fırsata dönüştüğü yer de burası olacak. Sistem değişikliğinin olduğu yıllarda geniş bir aralıktan liste oluşturan ve doğru tercihler yapabilen adayların, sistemin oturduğu yıllarda yerleşmekte zorlanacakları ve kapasitelerinin çok üstünde olan programlara yerleşebilme şanslarının olması muhtemel.
Şu an için adaylara en net tavsiyem şu ki; sınavın sonucuna odaklanmayı sınavın bittiği tarihe ertelemeleri. 2 Temmuz itibariyle sonuca ve tercih sürecine odaklanabilirler ama 2 Temmuz öncesi sınav performansının ötesinde bir odaklanmaya girmeleri gereksiz. Sorular daha az olduğu için her bir yanlış çok puan kaybettirecekken, her bir doğru da çok ama çok puan kazandıracak, unutmayın!
Yıl içinde TYT’ye ilişkin örnek sorular yayınlandı. Aynı zamanda TYT’nin örneği olabilecek nitelikte Milli Savunma Üniversitesi Sınavı uygulandı. AYT için ise böyle bir çalışmaya gerek duyulmadı. Buradan da anlıyoruz ki; TYT önceki sistemin YGS’sinden bir miktar farklı olacak ama AYT, önceki sistemin LYS’sine soru nitelikleri bakımından çok benzeyecek.
Yayınlanan çalışmada gördük ki, en radikal değişim TYT Temel Matematik testinde. Türkçe testinde de soru dağılımları itibariyle bir miktar farklılaşma var. Fen ve Sosyal bilimler neredeyse YGS’nin aynısı. İşte adayların burada en çok Matematik testlerine yabancılık çekmemesi, hazırlık sürecinde bu sorunu aşmaları gerekiyor.
Biz TYT’nin yorum ve akıl yürütmeye çok dayalı olacağını, AYT’nin ise salt bilgiden fazlasıyla istifade edeceğini tahmin ediyoruz. Adayların farklı nitelik ve özelliklere sahip (kolay, zor, fantastik gibi) testler çözerek sürecin her türlü olasılığına zihnen hazır olmaları gerekiyor. 30 Haziran sınavında “kahretsin! Bu soru da nereden çıktı?” dememeli hiçbir aday.
Bir de tüm sınav test yöntemine göre yapılacak, açık uçlu soru olmayacak. Bu yöntemi geliştirici, hız kazandırıcı, okuma ve anlama yeteneğini güçlendirici, yorgunluk ve stres altında doğru cevap verebilme direncini artırıcı egzersizleri sıklaştırmaları gerekiyor gençlerin. Bunu salt test çözerek de değil, bir sınav simülasyonu ile yapabilmeleri daha yararlı olacak.
Bedenin biyolojik saatini da sınava hazır hale getirmek gerekiyor. Turlama tekniği, eleme yöntemi vs. gibi sınava ilişkin bilindik pek çok taktiği burada tek tek sıralama gereği duymuyorum. Zira çoğu aday bunları zaten biliyor ve sıklıkla kullanıyor.
Öte yandan puanlama bakımından da önemli bir sınav. Eğer bir sistemde soru sayısı azalıyor ama puanlar aynı skalada hesaplanıyorsa 1 soru daha değerli olacak. Aday psikolojisi hep “1 yanlış yaparsam çok puan kaybedeceğim, çok!” şeklinde. Ama aynı adayın 1 doğru yaptığında da çok ama çok puan kazanacağını unutmaması gerekiyor. Bu nedenle yanlışa daha az düşmek adına sınav anında dikkatli olunmalı. Dikkati canlı tutacak eylemleri hem sınav öncesinde hem de sınav anında yapmak çok önemli. Beslenme, dinlenme ve uyku düzenine mutlaka dikkat edilmeli, ilaç desteği almadan her aday doğal haliyle sınava girmeli, alınacaksa da hekim gözetiminde bu işler yapılmalı.
TYT nispeten 9 ve 10. Sınıf konularının imbiklendiği bir sınav olacak. Belki 11 veya 12. Sınıfın ortak derslerinden de az da olsa soru gelebilir ama bu olasılık yüksek değil. Bu nedenle adayların lisenin ilk kademesine ilişkin ortak derslerin mantığını, kurgusunu, bilgisini iyi tahlil etmeleri gerekiyor. Artık şu dönem itibariyle TYT konularının bitmiş, halledilmiş olduğunu umuyoruz. Belki haziran ayı itibariyle şöyle üzerinden hızlıca bir geçilebilir.
Sınavın bir hafta ötelenmesi hazırlık sürecini artırmak açısından bir fırsat yaratmışa benziyor. Ancak baharın ve beraberinde rehavetin bedene düşmesi, bir de sınav bir hafta ötelenince bunu bir tembellik fırsatına dönüştürme riski de yok değil, aman dikkat!
Beklentisi olan, hedefi olan bir aday için bu süreç asla tembelliği kaldıracak bir süreç değil. Elbette 7/24 masa başında ders çalışmayacaksınız. Bu yöntem insani de değil, pedagojiye uygun da değil. Elbette bir sosyal varlık olarak toplum içine çıkmalı, bir fizyolojik varlık olarak temel ihtiyaçlarınızı gidermeye zaman ayırmalısınız. Ama bunu bir plan ve program doğrultusunda yapmanız çok önemli…
25 yıldır bu süreci adaylarla birebir yaşayan biri olarak şunu gözlemledim. Son düzlükte depara kalkanlar yarışı hep önde bitiriyorlar. Şu içinde bulunduğumuz günler ise işte bu son düzlük. Bütün eksiklerin tamamlanacağı, ince ayarların yapılacağı yegâne dönem…
4 Periyotluk bir basket maçının son periyodu ne kadar belirleyici ise işte adaylar açısından da sürecin kalan bu son 2 ayı, bir basket müsabakasının 4. Periyodu gibi nitelenebilir. Üçlüğü bol olan bir periyoda dönüştürmek sizin elinizde. Son saniyede o altın vuruşu da sınavda yapabilmek mümkün olacak.
Anne babaların sürece latent katılımlarının olmasını bekliyoruz. Sürecin asli aktörleri her zaman aday öğrenciler. Anne babaların mümkün mertebe öğrencinin performansından daha üstte bir beklentiye girmemeleri gerekiyor. Öğrenciden hiçbir beklentiye girmesinler demiyorum ama en azından bunu tavır ve davranışları ile çocuğa sürekli hissettirmek özellikle bu dönemde aday öğrencinin kaygısını artırır.
“Sana güveniyorum, sen başarırsın…” gibi gizli şartlı destek içeren motivasyon cümleleri bazen yerini bulmayabilir hatta kaygıyı daha da artırabilir. Tam tersine umursamaz gibi görünmek de çocuğun “kendimi kanıtlasam da değer verecek bir çevrem olmayacak sanki” kaygısına düşmesine yol açabilir.
Yerine göre sürece ilişkin şeylerden konuşmak ve genel olarak tarafsız kalabilmeyi başarmak veliler için iyi bir yöntem olacaktır. Sınava ve sonucuna endeksli bir bakış açısı çocuğa zarar verir. Özellikle sınav sonucuna dayalı ödül ve cezaların şu günlerde gündemi işgal etmemesi gerekiyor.
Hedefi olan bir çocuk veya genç için sınav sonrasında kazanılan statüden daha büyük bir ödül olmayacaktır.

Son Güncelleme: Çarşamba, 20 Haziran 2018 15:05

Gösterim: 2330

ÖSYM 2016 üniversite kontenjan tablolarını yayınladı.

YÜKSEKÖĞRETİM PROGRAM KONTENJANLARI 2016

lys_2016

PUAN TÜRÜNE GÖRE YÜKSEKÖĞRETİM PROGRAM KONTENJANLARI 2016

lys_2016

lys_2016

PUAN TÜRLERİNE GÖRE KONTENJAN VE TERCİH YAPABİLECEK ADAY SAYILARI 2016

lys_2016

> Tüm üniversite kontenjanları açıklandı

ÖSYM 2016 üniversite kontenjan tablolarını yayınladı.

YÜKSEKÖĞRETİM PROGRAM KONTENJANLARI 2016

lys_2016

PUAN TÜRÜNE GÖRE YÜKSEKÖĞRETİM PROGRAM KONTENJANLARI 2016

lys_2016

lys_2016

PUAN TÜRLERİNE GÖRE KONTENJAN VE TERCİH YAPABİLECEK ADAY SAYILARI 2016

lys_2016

Son Güncelleme: Çarşamba, 20 Temmuz 2016 12:50

Gösterim: 2317


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.