Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Prof. Dr. Aytekin İŞMAN

Sakarya Üniversitesi, İletişim Fakültesi/İletişim Tasarımı ve Medya Bölümü

aytekin ismanBilgi çağı olarak adlandırılan içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilgi teknolojileri hızla gelişmektedir. Bilgi teknolojilerindeki bu gelişmeler, uzaktan eğitim uygulamaları ile küresel iletişim ağının gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Bilgi çağı dediğimiz 21. yüzyılda iletişim, toplumun her katmanında yaşayan bireyler için kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Geçmiş yıllarda toplumlar için ütopya sayılan uzaktan eğitim uygulamaları bilgi teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte günümüzde küresel iletişim ağı üzerinden kolaylıkla uygulanabilir hale gelmiştir.

Küresel iletişim ağı, bilimsel araştırmaların, üretkenliğin,  kültürel değişimlerin, küresel ticaretin ve küresel eğitimin ana bilgi kaynağıdır. Belirtilen bilgi iletişim ağı, dünyada yaşayan tüm insanlar arasında yazılı, sözlü ve görüntülü iletişim kurmak için küresel bir merkez meydana getirmektir. Bunun yanı sıra, küresel iletişim ağı eğitimcilere, küresel uzaktan eğitim hizmetini sunma fırsatını da vermektedir (İşman, 1996).

Uzaktan eğitim, farklı ortamlarda bulunan öğrenci ve öğretmenlerin, öğrenme-öğretme faaliyetlerini, iletişim teknolojileri ve posta hizmetleri ile gerçekleştirdikleri bir eğitim sistemi modelini ifade eder. Uzaktan eğitim, bireylere kendi kendilerine öğrenme imkanını sağladığı, geleneksel eğitime göre daha esnek ve birey koşullarına uygulanabilir bir eğitimdir.

Yapılan birçok araştırma şunu göstermektedir ki, gelişmekte olan Türkiye, eğitim alanındaki çağdaşlık ve uygarlık sunan gelişmeleri kendi eğitim sisteminde uygulamaktan geri kalmamıştır. Bu çağdaş gelişmelerden bir tanesi de uzaktan eğitimdir.

Türkiye’deki ilk uzaktan eğitim çalışmaları 1924 yılında Dewey’in sunduğu “öğretmen eğitimi raporu” ile gündeme gelmiş, 1927 yılında kavram olarak oluşmaya başlamıştır (Alkan, 1997). Daha sonra çalışmalar durma noktasına gelmiş; fakat 1950 yılından sonra çalışmalar hızlanmış ve bu konudaki uygulama çalışmalarının hazırlıkları başlamıştır (İşman, 1997). Bu kitapta, uzaktan eğitimin Türk Eğitim Sistemi’ndeki gelişim süreçleri üç ana boyutta incelenmektedir:

1- Kavramsallaşma Süreci,

2- Mektupla Öğretim Süreci,

3- İletişim Teknolojilerini Kullanma Süreci.

Kavramsallaşma Süreci

Türkiye’de uzaktan eğitim konusundaki gelişmeler ülkenin sosyo-ekonomik şartlarıyla orantılı gitmektedir. Bu konudaki gelişmelerin, Cumhuriyet’in ilanından sonra başlayan bir dizi yenileşme hareketleriyle ülkemize davet edilen yabancı uzmanların tavsiyeleriyle başladığı görülmektedir. 1950’li yıllara kadar, uzaktan eğitim genel olarak kavram boyutunda kalmış olup bununla ilgili çeşitli kararlar alınmıştır. Bundan sonraki uygulamalar, alınan kararlar doğrultusunda yapılmıştır.

Mektupla Öğretim Süreci

Türk Eğitim Sistemi içindeki ilk uzaktan eğitim uygulamaları 1950’li yıllarda başlamıştır. Bu yıllarda yükseköğretime olan talebin artması ve klasik okulların bu talepleri karşılayamayacak durumda olması nedeni ile Milli Eğitim Bakanlığı “Mektupla Öğretim” uygulaması çalışmalarını başlatmıştır. Günümüze kadar yapılan Milli Eğitim Şûraları’nda, okullara çeşitli sebeplerle devam imkânı bulamayan okul çağındaki çocukların, yetişkin yurttaşlardan mesleki bilgi ve kültürünü artırmak isteyenlerin, daha yüksek derecedeki mesleki ve teknik okulları dışardan bitirme imtihanlarına girmek isteyenlerin,  çalıştıkları iş yerlerinden ayrılmadan bilgilerini arttırmak ve daha yüksek kademelere ulaşmak isteyenlerin mektupla öğretim yolu ile yetiştirilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu karar doğrultusunda, Mektupla Öğretim Merkezi genel müdürlük olarak örgütlenmiş, Deneme Yüksek Öğretmen Okulu kurulmuş ve mektupla öğretimi örgün ve yaygın eğitimde başarı ile uygulamıştır. Fakat zamanla iki uygulamanın da yetersiz olduğu düşünülmüş ve 1975 yılında uygulamalara son verilmiştir. 1975’de Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu (YAYKUR)  kurulmuş ve Deneme Yüksek Öğretmen Okulu ile uzaktan öğretime başlayan öğrenciler de bu kuruma devredilmiştir. Mektupla öğretim, açık yükseköğretim, dışarıdan bitirme ve örgün yükseköğretim programlarını bünyesinde toplayan YAYKUR bu programlar sayesinde çeşitli bölümlerde orta öğretim öğretmenliği, ilkokul öğretmenliği, teknik ve sosyal bilimler ile yabancı diller alanlarında uzaktan yükseköğrenim hizmeti vermiştir. YAYKUR’ un bu eğitiminde, danışmanlık hizmetleri ve uygulamalarında yazılı materyaller, televizyon, radyo ve ses bantları kullanılmıştır.

Fakat Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 42. maddesinde “Genel, mesleki ve teknik yaygın eğitim alanında görev alan resmi, özel ve gönüllü kuruluşların çalışmaları ve arasındaki koordinasyon Milli Eğitim Bakanlığı’nca sağlanır.” ifadesi YAYKUR’un bağımsız ve açık bir üniversite olmasını engelleyerek düşünüldüğü kadar yayılmasını engellemiştir. Adı Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu olan fakat istenilen yaygınlığı ve gelişmeyi sağlayamayan YAYKUR’un 1979 yılında çalışmalarına son verilmiştir.

Gerek Mektupla Öğretim Merkezi’nin, gerekse Deneme Yüksek Öğretmen Okulu’nun kurulmasındaki temel düşünce Türkiye için çağdaş bir uzaktan eğitim kurumu ortaya çıkarmaktır. Ancak bu girişimlerin akademik çevrelerce ve kamuoyunca olumsuz karşılanmış olması, yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere, öğretmen yetiştirme ile sınırlı kalmasına neden olmuştur. Bu uygulamanın ilk yılında öğrenciler temel bilgi kaynağı olarak yalnızca basılı materyaller (ders notu ve kitaplar) kullanmışlardır. 1975 yılının sonuna gelinirken yalnızca basılı materyaller ile yapılan uzaktan eğitimin yeterli olmadığına inanılmış, uygulama Bakanlıkça durdurulmuştur (Kaya ve Odabaşı, 1996). Daha sonra yapılan planlı ve çağdaş uygulamalarla, mektupla öğretim yöntemi günümüze kadar, “Açık Öğretim Fakültesi” ve “Açık Lise” uygulamaları ile günümüze kadar gelmiştir.

1982 yılında yürürlüğe giren 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası ile Anadolu Üniversitesi bünyesinde bir Açık Öğretim Fakültesi kurulmuştur. 10. Milli Eğitim Şûrası’nda yaygın eğitimin örgün eğitimi tamamlayan bir sistem olarak geliştirilmesine karar verilmiştir. Şûra sonrasında ise 2547 sayılı yasa gereğince uzaktan yükseköğretim görevi üniversitelere verilmiştir ki bu yaklaşım Türkiye’de uzaktan eğitimin gelişmesi açısından ve iletişim teknolojilerinin kullanılması bakımından önemli bir gelişme noktasıdır.

İletişim Teknolojilerini Kullanma Süreci

Görsel ve işitsel kitle iletişim araçları olan radyo ve televizyon toplum yaşamına önce haberleşme aracı olarak girmiş, geniş toplulukları etkileme özelliklerinden dolayı eğitimde de etkili biçimde kullanılmıştır. Bu kullanım ilk dönemlerde fazla düzenli ve sistemli değilken eğitimin amacını gerçekleştirecek düzeye ancak belli bir süre sonra ulaşabilmiştir.

Dünyadaki teknolojik ve bilimsel gelişmeler, bireylerin, piyasanın eğilimleri eğitim programlarının da kısa sürede sanayi ve bilgi toplumunun ihtiyacını karşılayacak meslek kazandırıcı eleman yetiştirecek şekilde değişmesini zorunlu kılmıştır. Teknolojik gelişmelere paralel olarak eğitim ihtiyaçlarında artış ve değişiklikler görülmektedir. Teknolojinin getirdiği ve günlük hayatta sürekli iç içe olduğumuz yenilikler sınırlı zaman ve kaynaklarla yeni metotların etkin kullanılması ülkenin eğitim programlarının ve eğitim hedeflerinin içinde yer alır. Özellikle son yirmi otuz yıllık bir döneme bakılacak olunursa teknolojik gelişmelerle uzaktan eğitimin gelişmesinde bir paralellik görülür. Yaşanılan kültürden bağımsız eğitim programı düşünülemeyeceği gibi yeni teknolojik gelişmelerden etkilenmeyen bir eğitim programı da düşünülemez. Bu nedenle eğitim ve öğretime ayrılan kaynaklar zamanla artmakta, kitlelerin eğitimi daha ön plana çıkmaktadır. Teknolojik gelişmelerin eğitime getirdiği yeniliklerden biri de, uzaktan eğitimin yabancı dil öğretiminde kullanılmaya başlanması ve videonun eğitimde kullanılmasıdır. Videonun eğitime getirdiği kolaylıklar, tekrar imkânının olması, zaman sıkıntısının olmaması ve zengin çeşitlilik olarak sıralanabilir.

Dünyadaki teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir hızla devam ettiği yüzyılımızda, bilgisayarların eğitimde kullanılması eğitime yeni bir boyut kazandırmıştır. ABD ve Japonya’da bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler büyük bir hızla eğitime transfer edilirken ülkemizdeki bilgisayarlar okul müdürlerinin odasına hapsedilmekte veya şifre konularak adeta bilgisayarlardan yararlanılmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Adı geçen ülkelerde “iletişimli video” (Interactive Video, Desktop Video Conferencing veya CU-See-Me) sistemli bilgisayarlar sınıflara girmiş, “Sanal Gerçeklik” (Virtual Reality) denilen bilgisayar programlarıyla tıp öğrencilerine kadavrasız anatomi dersleri gösterilmektedir.

Bilgisayarlar, televizyon sistemleri, eğitsel amaçlı uydular, tele iletişim, bilgi işlem sistemleri, veri bankaları ve veri tabanı sistemleri gibi yeni uygulamalar yeni teknolojik uygulamalara örnek olarak gösterilebilir. Çoklu ortamlar, video, videoteks, etkileşimli video, telefaks, eğitim teknolojisi merkezleri, program geliştirme laboratuvarları, öğretme makineleri, robotlar, benzeşim ortamları gibi örneklerden de eğitim teknolojisinin ortam boyutu ile ilgili birkaç yeni uygulama olarak bahsedilebilir (Alkan, 1997). Uzaktan eğitimde bilgisayar ortamına dayalı teknolojilere bakıldığında ise telefon, uydu, fiber optikler, entegreli sistemler, dijital iletişim ağı (Integrated Systems Digital Network), CD-Rom ve video disk olduğu görülmektedir. Bilgisayar destekli öğretim ve bilgisayara dayalı öğretimi de kapsayan bilgisayar yardımlı öğrenme (Computer Aided Learning), e-mail, bilgisayar konferansı, işitsel grafikler, veri tabanları ve çoklu ortamlar ise bilgisayar ortamına dayalı uzaktan eğitim uygulamalarına birer örnektir.

Günümüzde ise tüm dünyada hızlı bir gelişme içinde olan uzaktan eğitim konusu ülkemizde de önem arz etmektedir. Şu andaki çalışmaların Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi’nde, Açık Lisede ve Sakarya Üniversitesi, Fırat Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, ODTÜ, Bilkent vb. diğer bazı üniversitelerde ve eğitim kuruluşlarında devam ettiğini görüyoruz. Bu üniversiteler ve eğitim kuruluşları, hızla değişen ve gelişen teknolojik gelişmeler ile birlikte uzaktan eğitimin de değişmesini ve gelişmesini sağlayarak sistemlerine entegre etmeye çalışmaktadırlar.

Üniversitelerin yanında bazı devlet kurumları da uzaktan eğitim çalışmalarına devam etmiştir.  Örnek olarak, TÜBİTAK bünyesinde uygulamaya konulan Ulusal Akademik Network (ULAK-NET) projesi ile üniversitelerde uzaktan kumandalı eğitim devri başlamıştır. 

Bu proje üniversiteler arasında bir bağ oluşturmak amacıyla başlamıştır. Türk Telekom’un yardımıyla gerçekleşen bu projeye DPT, DİE ve benzeri araştırma geliştirme kuruluşlarıyla UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Milli Kütüphane, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu da destek vermiş ve proje kapsamına girmişlerdir.

Kitle eğitiminde etkin bir şekilde kullanılabilecek olan uzaktan eğitimin geliştirilme çalışmaları kamu ve özel sektörde devam etmektedir. Son yıllarda kitle iletişim araçlarının rahatlıkla uzaktan eğitim sistemi içinde etkili bir şekilde kullanılması ile ortaöğretim ve yükseköğretimden sonra ilköğretimde de uzaktan eğitim uygulaması için çalışmalar hız kazanmıştır.

Gelişen teknolojiler, özellikle internet teknolojisi ve uzaktan eğitimin bu teknolojiler ışığında yaygınlaşması ile birlikte Türkiye’de Web Tabanlı Uzaktan Eğitim (WTUE) uygulamaları artmıştır. Günümüzde uzaktan eğitim veren kurumların büyük bir çoğunluğu web tabanlı olarak bu hizmeti vermektedir.

Sonuç

Türkiye’deki uzaktan eğitimin gelişimini üç dönemde incelememiz mümkündür. Bu gelişim dönemleri:  Kavramsallaşma Süreci, Mektupla Öğretim Süreci ve İletişim Teknolojileri Sürecidir. Bu süreçler gelişen teknolojilere bağlı olarak gelişmiş ve değişmiştir. İleriki dönemlerde gelişen teknolojilerle birlikte uzaktan eğitim sistemleri daha da değişecektir. Bu değişim için teknolojik gelişmeler takip edilerek uzaktan eğitim sistemlerine entegre edilebilir.  

2010-2011 eğitim-öğretim yılı itibari ile Türkiye’de birçok özel veya devlet okulu ve üniversitesi uzaktan eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu okullar ve üniversiteler uzaktan eğitim faaliyetlerini özellikle web tabanlı uzaktan eğitim sistemlerini kullanarak devam ettirmektedirler. Ayrıca 24 Nisan 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmeliğe göre açık ve uzaktan öğretimden diğer açık ve uzaktan öğretim diploma programlarına yatay geçiş yapılabilmektedir. Açık ve uzaktan öğretimden örgün öğretim programlarına yatay geçiş yapılabilmesi için, öğrencinin öğrenim görmekte olduğu programdaki genel not ortalamasının 100 üzerinden 80 veya üzeri olması veya kayıt olduğu yıldaki merkezi yerleştirme puanının, geçmek istediği üniversitenin diploma programının o yılki taban puanına eşit veya taban puanından yüksek olması gerekmektedir. Bu yönetmelik uzaktan öğretim öğrencilerine hem istedikleri uzaktan eğitim hem de örgün eğitim kurumlarındaki bölümlerine yatay geçiş yapmalarına imkân sağlamıştır.

Tarihsel gelişimi itibarıyla dünyada uygulanan uzaktan eğitim projelerinden (ilk uygulama 1728’lerde yapılmış) yaklaşık iki asır sonra ancak ülkemize gelebilen uzaktan eğitimde yeni teknolojik gelişmelerin de ülkemize uygulama olarak girmesi için bir o kadar yıl daha bekleme gereği yoktur. Bu nedenle teknolojik gelişmeler takip edilerek en etkin bir şekilde kullanılmalı, Türk Milli Eğitimi’ni yönlendirenler bu yöndeki gerekli çalışma ve çabaları önemle takip etmelidir.

Kaynakça

Al, Umut ve Madran, Orçun. (2004). Web Tabanlı Uzaktan Eğitim Sistemleri: Sahip Olması Gereken Özellikler ve Standartlar, 2006. Bilgi Dünyası. ÜNAK.259-271.

Alkan, Cevat. (1997). Uzaktan Eğitimin Tarihsel Gelişimi. Türkiye 1. Uluslararası Uzaktan Eğitim Sempozyumu. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara.

Alkan Cevat. (1987). AÇIK ÖĞRETİM “Uzaktan Eğitim Sistemleri’nin Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara.

Alkan Cevat. (1997). Eğitim Teknolojisi, Anı Yayıncılık, Ankara.

Aziz Aysel, (1982), Radyo ve Televizyonla Eğitim, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi EFAM Yayınları, Sevinç Matbaası, Ankara.

Çilenti Kamuran. (1993). Televizyonla Eğitimin Türkiye’deki Uygulamaları Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Ankara.

Devlet Planlama Teşkilatı. (1992). Kalkınma Planlarları. D.P.T. Yayınları, Ankara.

Duman A. (1992). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Ankara Üniversitesi Yayınevi, 25 (1), Ankara.

Fidan, Nurettin ve Okan, Kenan. (1975). Açık Yüksek Öğretim Sistemleri ve Uzaktan Eğitim, Ayyıldız Matbaası, Ankara.

Gani Veysel, (1993). Kitle İletişim Araçlarının Eğitimde Kullanılması, Yeni Forum (14/284).

Harry K., John M. İ Keegan D. (1993),  Distance Education: New Perspectives.  Routledge. London and New York.

Hızal, Alişan. (1983). Uzaktan Öğretim Süreçleri ve Yazılı Gereçler: Eğitim Teknolojisi Açısından Yaklaşımı, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara.

İşman, Aytekin. (1997). Student’s Perceptions of a Class Offered Through Distance Education.  Ohio University. Basılmış Doktora Tezi.

İşman, Aytekin. (August, 1996). Living in The Information Age: Global Distance Education. ED Journal, v:10#8.

İşman, Aytekin. (August, 1997). Diffusion of Distancs Education in Turkish Higher Education.  Educational Technology Research and Development, v. 45, n.2. A quaterly publication of the Association for Educational Communication and Technology.

Kaya Zeki, Odabaşı Ferhan. (1996). Türkiye’de uzaktan eğitimin gelişimi. Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi (6/1), Anadolu Üniversitesi Yayınlan, Eskişehir.

Kaya, Yahya Kemal. (1984). İnsan Yetiştirme Düzenimiz, Politika, Eğitim, Kalkınma, Geliştirilmiş 4. Baskı, Ankara.

Mentes Atiye, (1990), Televizyon ile Okuma-Yazma Öğretimi, Milli Eğitim Dergisi (102), Ankara.

Milli Eğitim Şûraları (1939–1993 ve 1995) Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Başkanlığı Şûra Sekreterliği Milli Eğitim Basımevi, Ankara.

M.E.B. (1975). Eğitim Teknolojisi Strateji ve Yöntem Grubu Yönetmeliği, Resmi Gazete, 8 Mayıs, Sayı 15230.

Milli Eğitim Bakanlığı. (1975). Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu, Koordinasyon ve Yönetim Dairesi, Yayın No:l, Ankara.

Moore, M. G. İ Kearsley G. (1996). Distance Education: A Systems View. VVadsvvorth Publishing Company.

Özcan Mustafa, (1992). Kitle Haberleşme Vasıtalarının Eğitim Fonksiyonları, Din Öğretimi Dergisi, (34).

Özer Bekir, (1993). Uzaktan Eğitim Yaklaşımının Öğretmen Eğitiminde Kullanılması, Eğitim Bilimleri I.Ulusal Kongresi, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara.

Özbay Murat, (1992). Televizyonla Öğretim, Eğitim Dergisi (l),Ankara.

Özdil İlhan, (1986). Uzaktan Öğretimin Evrensel Çerçevesi ve Türk Eğitim Sisteminde Uzaktan Öğretimin Yeri, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Ankara.

Özdil, İlhan (1982). Uzaktan Öğretim Uygulamasının Türkiyedeki Durumu, Yetişkinlerin Uzaktan Eğitimi Üzerine Açık Üniversite Konferansına Sunulan Bildiri, Eğitim ve Bilim Dergisi, Cilt6, Sayı36, S.43-48, Ankara.

Teker Necmettin, (1991). Video ve Eğitimde Kullanılması, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 24, (2).

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık, 1980, 1981, 1983, 1987, 1989 Hükümet programları. T.C.B. Yayınları, Ankara.

Usun Salih. (1997). Uzaktan Eğitimde Bilgisayar Teknolojisi, Çağdaş Eğitim (22/233), Ankara.

> Uzaktan Eğitim

Prof. Dr. Aytekin İŞMAN

Sakarya Üniversitesi, İletişim Fakültesi/İletişim Tasarımı ve Medya Bölümü

aytekin ismanBilgi çağı olarak adlandırılan içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilgi teknolojileri hızla gelişmektedir. Bilgi teknolojilerindeki bu gelişmeler, uzaktan eğitim uygulamaları ile küresel iletişim ağının gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Bilgi çağı dediğimiz 21. yüzyılda iletişim, toplumun her katmanında yaşayan bireyler için kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Geçmiş yıllarda toplumlar için ütopya sayılan uzaktan eğitim uygulamaları bilgi teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte günümüzde küresel iletişim ağı üzerinden kolaylıkla uygulanabilir hale gelmiştir.

Küresel iletişim ağı, bilimsel araştırmaların, üretkenliğin,  kültürel değişimlerin, küresel ticaretin ve küresel eğitimin ana bilgi kaynağıdır. Belirtilen bilgi iletişim ağı, dünyada yaşayan tüm insanlar arasında yazılı, sözlü ve görüntülü iletişim kurmak için küresel bir merkez meydana getirmektir. Bunun yanı sıra, küresel iletişim ağı eğitimcilere, küresel uzaktan eğitim hizmetini sunma fırsatını da vermektedir (İşman, 1996).

Uzaktan eğitim, farklı ortamlarda bulunan öğrenci ve öğretmenlerin, öğrenme-öğretme faaliyetlerini, iletişim teknolojileri ve posta hizmetleri ile gerçekleştirdikleri bir eğitim sistemi modelini ifade eder. Uzaktan eğitim, bireylere kendi kendilerine öğrenme imkanını sağladığı, geleneksel eğitime göre daha esnek ve birey koşullarına uygulanabilir bir eğitimdir.

Yapılan birçok araştırma şunu göstermektedir ki, gelişmekte olan Türkiye, eğitim alanındaki çağdaşlık ve uygarlık sunan gelişmeleri kendi eğitim sisteminde uygulamaktan geri kalmamıştır. Bu çağdaş gelişmelerden bir tanesi de uzaktan eğitimdir.

Türkiye’deki ilk uzaktan eğitim çalışmaları 1924 yılında Dewey’in sunduğu “öğretmen eğitimi raporu” ile gündeme gelmiş, 1927 yılında kavram olarak oluşmaya başlamıştır (Alkan, 1997). Daha sonra çalışmalar durma noktasına gelmiş; fakat 1950 yılından sonra çalışmalar hızlanmış ve bu konudaki uygulama çalışmalarının hazırlıkları başlamıştır (İşman, 1997). Bu kitapta, uzaktan eğitimin Türk Eğitim Sistemi’ndeki gelişim süreçleri üç ana boyutta incelenmektedir:

1- Kavramsallaşma Süreci,

2- Mektupla Öğretim Süreci,

3- İletişim Teknolojilerini Kullanma Süreci.

Kavramsallaşma Süreci

Türkiye’de uzaktan eğitim konusundaki gelişmeler ülkenin sosyo-ekonomik şartlarıyla orantılı gitmektedir. Bu konudaki gelişmelerin, Cumhuriyet’in ilanından sonra başlayan bir dizi yenileşme hareketleriyle ülkemize davet edilen yabancı uzmanların tavsiyeleriyle başladığı görülmektedir. 1950’li yıllara kadar, uzaktan eğitim genel olarak kavram boyutunda kalmış olup bununla ilgili çeşitli kararlar alınmıştır. Bundan sonraki uygulamalar, alınan kararlar doğrultusunda yapılmıştır.

Mektupla Öğretim Süreci

Türk Eğitim Sistemi içindeki ilk uzaktan eğitim uygulamaları 1950’li yıllarda başlamıştır. Bu yıllarda yükseköğretime olan talebin artması ve klasik okulların bu talepleri karşılayamayacak durumda olması nedeni ile Milli Eğitim Bakanlığı “Mektupla Öğretim” uygulaması çalışmalarını başlatmıştır. Günümüze kadar yapılan Milli Eğitim Şûraları’nda, okullara çeşitli sebeplerle devam imkânı bulamayan okul çağındaki çocukların, yetişkin yurttaşlardan mesleki bilgi ve kültürünü artırmak isteyenlerin, daha yüksek derecedeki mesleki ve teknik okulları dışardan bitirme imtihanlarına girmek isteyenlerin,  çalıştıkları iş yerlerinden ayrılmadan bilgilerini arttırmak ve daha yüksek kademelere ulaşmak isteyenlerin mektupla öğretim yolu ile yetiştirilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu karar doğrultusunda, Mektupla Öğretim Merkezi genel müdürlük olarak örgütlenmiş, Deneme Yüksek Öğretmen Okulu kurulmuş ve mektupla öğretimi örgün ve yaygın eğitimde başarı ile uygulamıştır. Fakat zamanla iki uygulamanın da yetersiz olduğu düşünülmüş ve 1975 yılında uygulamalara son verilmiştir. 1975’de Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu (YAYKUR)  kurulmuş ve Deneme Yüksek Öğretmen Okulu ile uzaktan öğretime başlayan öğrenciler de bu kuruma devredilmiştir. Mektupla öğretim, açık yükseköğretim, dışarıdan bitirme ve örgün yükseköğretim programlarını bünyesinde toplayan YAYKUR bu programlar sayesinde çeşitli bölümlerde orta öğretim öğretmenliği, ilkokul öğretmenliği, teknik ve sosyal bilimler ile yabancı diller alanlarında uzaktan yükseköğrenim hizmeti vermiştir. YAYKUR’ un bu eğitiminde, danışmanlık hizmetleri ve uygulamalarında yazılı materyaller, televizyon, radyo ve ses bantları kullanılmıştır.

Fakat Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 42. maddesinde “Genel, mesleki ve teknik yaygın eğitim alanında görev alan resmi, özel ve gönüllü kuruluşların çalışmaları ve arasındaki koordinasyon Milli Eğitim Bakanlığı’nca sağlanır.” ifadesi YAYKUR’un bağımsız ve açık bir üniversite olmasını engelleyerek düşünüldüğü kadar yayılmasını engellemiştir. Adı Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu olan fakat istenilen yaygınlığı ve gelişmeyi sağlayamayan YAYKUR’un 1979 yılında çalışmalarına son verilmiştir.

Gerek Mektupla Öğretim Merkezi’nin, gerekse Deneme Yüksek Öğretmen Okulu’nun kurulmasındaki temel düşünce Türkiye için çağdaş bir uzaktan eğitim kurumu ortaya çıkarmaktır. Ancak bu girişimlerin akademik çevrelerce ve kamuoyunca olumsuz karşılanmış olması, yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere, öğretmen yetiştirme ile sınırlı kalmasına neden olmuştur. Bu uygulamanın ilk yılında öğrenciler temel bilgi kaynağı olarak yalnızca basılı materyaller (ders notu ve kitaplar) kullanmışlardır. 1975 yılının sonuna gelinirken yalnızca basılı materyaller ile yapılan uzaktan eğitimin yeterli olmadığına inanılmış, uygulama Bakanlıkça durdurulmuştur (Kaya ve Odabaşı, 1996). Daha sonra yapılan planlı ve çağdaş uygulamalarla, mektupla öğretim yöntemi günümüze kadar, “Açık Öğretim Fakültesi” ve “Açık Lise” uygulamaları ile günümüze kadar gelmiştir.

1982 yılında yürürlüğe giren 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası ile Anadolu Üniversitesi bünyesinde bir Açık Öğretim Fakültesi kurulmuştur. 10. Milli Eğitim Şûrası’nda yaygın eğitimin örgün eğitimi tamamlayan bir sistem olarak geliştirilmesine karar verilmiştir. Şûra sonrasında ise 2547 sayılı yasa gereğince uzaktan yükseköğretim görevi üniversitelere verilmiştir ki bu yaklaşım Türkiye’de uzaktan eğitimin gelişmesi açısından ve iletişim teknolojilerinin kullanılması bakımından önemli bir gelişme noktasıdır.

İletişim Teknolojilerini Kullanma Süreci

Görsel ve işitsel kitle iletişim araçları olan radyo ve televizyon toplum yaşamına önce haberleşme aracı olarak girmiş, geniş toplulukları etkileme özelliklerinden dolayı eğitimde de etkili biçimde kullanılmıştır. Bu kullanım ilk dönemlerde fazla düzenli ve sistemli değilken eğitimin amacını gerçekleştirecek düzeye ancak belli bir süre sonra ulaşabilmiştir.

Dünyadaki teknolojik ve bilimsel gelişmeler, bireylerin, piyasanın eğilimleri eğitim programlarının da kısa sürede sanayi ve bilgi toplumunun ihtiyacını karşılayacak meslek kazandırıcı eleman yetiştirecek şekilde değişmesini zorunlu kılmıştır. Teknolojik gelişmelere paralel olarak eğitim ihtiyaçlarında artış ve değişiklikler görülmektedir. Teknolojinin getirdiği ve günlük hayatta sürekli iç içe olduğumuz yenilikler sınırlı zaman ve kaynaklarla yeni metotların etkin kullanılması ülkenin eğitim programlarının ve eğitim hedeflerinin içinde yer alır. Özellikle son yirmi otuz yıllık bir döneme bakılacak olunursa teknolojik gelişmelerle uzaktan eğitimin gelişmesinde bir paralellik görülür. Yaşanılan kültürden bağımsız eğitim programı düşünülemeyeceği gibi yeni teknolojik gelişmelerden etkilenmeyen bir eğitim programı da düşünülemez. Bu nedenle eğitim ve öğretime ayrılan kaynaklar zamanla artmakta, kitlelerin eğitimi daha ön plana çıkmaktadır. Teknolojik gelişmelerin eğitime getirdiği yeniliklerden biri de, uzaktan eğitimin yabancı dil öğretiminde kullanılmaya başlanması ve videonun eğitimde kullanılmasıdır. Videonun eğitime getirdiği kolaylıklar, tekrar imkânının olması, zaman sıkıntısının olmaması ve zengin çeşitlilik olarak sıralanabilir.

Dünyadaki teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir hızla devam ettiği yüzyılımızda, bilgisayarların eğitimde kullanılması eğitime yeni bir boyut kazandırmıştır. ABD ve Japonya’da bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler büyük bir hızla eğitime transfer edilirken ülkemizdeki bilgisayarlar okul müdürlerinin odasına hapsedilmekte veya şifre konularak adeta bilgisayarlardan yararlanılmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Adı geçen ülkelerde “iletişimli video” (Interactive Video, Desktop Video Conferencing veya CU-See-Me) sistemli bilgisayarlar sınıflara girmiş, “Sanal Gerçeklik” (Virtual Reality) denilen bilgisayar programlarıyla tıp öğrencilerine kadavrasız anatomi dersleri gösterilmektedir.

Bilgisayarlar, televizyon sistemleri, eğitsel amaçlı uydular, tele iletişim, bilgi işlem sistemleri, veri bankaları ve veri tabanı sistemleri gibi yeni uygulamalar yeni teknolojik uygulamalara örnek olarak gösterilebilir. Çoklu ortamlar, video, videoteks, etkileşimli video, telefaks, eğitim teknolojisi merkezleri, program geliştirme laboratuvarları, öğretme makineleri, robotlar, benzeşim ortamları gibi örneklerden de eğitim teknolojisinin ortam boyutu ile ilgili birkaç yeni uygulama olarak bahsedilebilir (Alkan, 1997). Uzaktan eğitimde bilgisayar ortamına dayalı teknolojilere bakıldığında ise telefon, uydu, fiber optikler, entegreli sistemler, dijital iletişim ağı (Integrated Systems Digital Network), CD-Rom ve video disk olduğu görülmektedir. Bilgisayar destekli öğretim ve bilgisayara dayalı öğretimi de kapsayan bilgisayar yardımlı öğrenme (Computer Aided Learning), e-mail, bilgisayar konferansı, işitsel grafikler, veri tabanları ve çoklu ortamlar ise bilgisayar ortamına dayalı uzaktan eğitim uygulamalarına birer örnektir.

Günümüzde ise tüm dünyada hızlı bir gelişme içinde olan uzaktan eğitim konusu ülkemizde de önem arz etmektedir. Şu andaki çalışmaların Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi’nde, Açık Lisede ve Sakarya Üniversitesi, Fırat Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, ODTÜ, Bilkent vb. diğer bazı üniversitelerde ve eğitim kuruluşlarında devam ettiğini görüyoruz. Bu üniversiteler ve eğitim kuruluşları, hızla değişen ve gelişen teknolojik gelişmeler ile birlikte uzaktan eğitimin de değişmesini ve gelişmesini sağlayarak sistemlerine entegre etmeye çalışmaktadırlar.

Üniversitelerin yanında bazı devlet kurumları da uzaktan eğitim çalışmalarına devam etmiştir.  Örnek olarak, TÜBİTAK bünyesinde uygulamaya konulan Ulusal Akademik Network (ULAK-NET) projesi ile üniversitelerde uzaktan kumandalı eğitim devri başlamıştır. 

Bu proje üniversiteler arasında bir bağ oluşturmak amacıyla başlamıştır. Türk Telekom’un yardımıyla gerçekleşen bu projeye DPT, DİE ve benzeri araştırma geliştirme kuruluşlarıyla UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Milli Kütüphane, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu da destek vermiş ve proje kapsamına girmişlerdir.

Kitle eğitiminde etkin bir şekilde kullanılabilecek olan uzaktan eğitimin geliştirilme çalışmaları kamu ve özel sektörde devam etmektedir. Son yıllarda kitle iletişim araçlarının rahatlıkla uzaktan eğitim sistemi içinde etkili bir şekilde kullanılması ile ortaöğretim ve yükseköğretimden sonra ilköğretimde de uzaktan eğitim uygulaması için çalışmalar hız kazanmıştır.

Gelişen teknolojiler, özellikle internet teknolojisi ve uzaktan eğitimin bu teknolojiler ışığında yaygınlaşması ile birlikte Türkiye’de Web Tabanlı Uzaktan Eğitim (WTUE) uygulamaları artmıştır. Günümüzde uzaktan eğitim veren kurumların büyük bir çoğunluğu web tabanlı olarak bu hizmeti vermektedir.

Sonuç

Türkiye’deki uzaktan eğitimin gelişimini üç dönemde incelememiz mümkündür. Bu gelişim dönemleri:  Kavramsallaşma Süreci, Mektupla Öğretim Süreci ve İletişim Teknolojileri Sürecidir. Bu süreçler gelişen teknolojilere bağlı olarak gelişmiş ve değişmiştir. İleriki dönemlerde gelişen teknolojilerle birlikte uzaktan eğitim sistemleri daha da değişecektir. Bu değişim için teknolojik gelişmeler takip edilerek uzaktan eğitim sistemlerine entegre edilebilir.  

2010-2011 eğitim-öğretim yılı itibari ile Türkiye’de birçok özel veya devlet okulu ve üniversitesi uzaktan eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu okullar ve üniversiteler uzaktan eğitim faaliyetlerini özellikle web tabanlı uzaktan eğitim sistemlerini kullanarak devam ettirmektedirler. Ayrıca 24 Nisan 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmeliğe göre açık ve uzaktan öğretimden diğer açık ve uzaktan öğretim diploma programlarına yatay geçiş yapılabilmektedir. Açık ve uzaktan öğretimden örgün öğretim programlarına yatay geçiş yapılabilmesi için, öğrencinin öğrenim görmekte olduğu programdaki genel not ortalamasının 100 üzerinden 80 veya üzeri olması veya kayıt olduğu yıldaki merkezi yerleştirme puanının, geçmek istediği üniversitenin diploma programının o yılki taban puanına eşit veya taban puanından yüksek olması gerekmektedir. Bu yönetmelik uzaktan öğretim öğrencilerine hem istedikleri uzaktan eğitim hem de örgün eğitim kurumlarındaki bölümlerine yatay geçiş yapmalarına imkân sağlamıştır.

Tarihsel gelişimi itibarıyla dünyada uygulanan uzaktan eğitim projelerinden (ilk uygulama 1728’lerde yapılmış) yaklaşık iki asır sonra ancak ülkemize gelebilen uzaktan eğitimde yeni teknolojik gelişmelerin de ülkemize uygulama olarak girmesi için bir o kadar yıl daha bekleme gereği yoktur. Bu nedenle teknolojik gelişmeler takip edilerek en etkin bir şekilde kullanılmalı, Türk Milli Eğitimi’ni yönlendirenler bu yöndeki gerekli çalışma ve çabaları önemle takip etmelidir.

Kaynakça

Al, Umut ve Madran, Orçun. (2004). Web Tabanlı Uzaktan Eğitim Sistemleri: Sahip Olması Gereken Özellikler ve Standartlar, 2006. Bilgi Dünyası. ÜNAK.259-271.

Alkan, Cevat. (1997). Uzaktan Eğitimin Tarihsel Gelişimi. Türkiye 1. Uluslararası Uzaktan Eğitim Sempozyumu. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara.

Alkan Cevat. (1987). AÇIK ÖĞRETİM “Uzaktan Eğitim Sistemleri’nin Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara.

Alkan Cevat. (1997). Eğitim Teknolojisi, Anı Yayıncılık, Ankara.

Aziz Aysel, (1982), Radyo ve Televizyonla Eğitim, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi EFAM Yayınları, Sevinç Matbaası, Ankara.

Çilenti Kamuran. (1993). Televizyonla Eğitimin Türkiye’deki Uygulamaları Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Ankara.

Devlet Planlama Teşkilatı. (1992). Kalkınma Planlarları. D.P.T. Yayınları, Ankara.

Duman A. (1992). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Ankara Üniversitesi Yayınevi, 25 (1), Ankara.

Fidan, Nurettin ve Okan, Kenan. (1975). Açık Yüksek Öğretim Sistemleri ve Uzaktan Eğitim, Ayyıldız Matbaası, Ankara.

Gani Veysel, (1993). Kitle İletişim Araçlarının Eğitimde Kullanılması, Yeni Forum (14/284).

Harry K., John M. İ Keegan D. (1993),  Distance Education: New Perspectives.  Routledge. London and New York.

Hızal, Alişan. (1983). Uzaktan Öğretim Süreçleri ve Yazılı Gereçler: Eğitim Teknolojisi Açısından Yaklaşımı, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara.

İşman, Aytekin. (1997). Student’s Perceptions of a Class Offered Through Distance Education.  Ohio University. Basılmış Doktora Tezi.

İşman, Aytekin. (August, 1996). Living in The Information Age: Global Distance Education. ED Journal, v:10#8.

İşman, Aytekin. (August, 1997). Diffusion of Distancs Education in Turkish Higher Education.  Educational Technology Research and Development, v. 45, n.2. A quaterly publication of the Association for Educational Communication and Technology.

Kaya Zeki, Odabaşı Ferhan. (1996). Türkiye’de uzaktan eğitimin gelişimi. Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi (6/1), Anadolu Üniversitesi Yayınlan, Eskişehir.

Kaya, Yahya Kemal. (1984). İnsan Yetiştirme Düzenimiz, Politika, Eğitim, Kalkınma, Geliştirilmiş 4. Baskı, Ankara.

Mentes Atiye, (1990), Televizyon ile Okuma-Yazma Öğretimi, Milli Eğitim Dergisi (102), Ankara.

Milli Eğitim Şûraları (1939–1993 ve 1995) Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Başkanlığı Şûra Sekreterliği Milli Eğitim Basımevi, Ankara.

M.E.B. (1975). Eğitim Teknolojisi Strateji ve Yöntem Grubu Yönetmeliği, Resmi Gazete, 8 Mayıs, Sayı 15230.

Milli Eğitim Bakanlığı. (1975). Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu, Koordinasyon ve Yönetim Dairesi, Yayın No:l, Ankara.

Moore, M. G. İ Kearsley G. (1996). Distance Education: A Systems View. VVadsvvorth Publishing Company.

Özcan Mustafa, (1992). Kitle Haberleşme Vasıtalarının Eğitim Fonksiyonları, Din Öğretimi Dergisi, (34).

Özer Bekir, (1993). Uzaktan Eğitim Yaklaşımının Öğretmen Eğitiminde Kullanılması, Eğitim Bilimleri I.Ulusal Kongresi, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara.

Özbay Murat, (1992). Televizyonla Öğretim, Eğitim Dergisi (l),Ankara.

Özdil İlhan, (1986). Uzaktan Öğretimin Evrensel Çerçevesi ve Türk Eğitim Sisteminde Uzaktan Öğretimin Yeri, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Ankara.

Özdil, İlhan (1982). Uzaktan Öğretim Uygulamasının Türkiyedeki Durumu, Yetişkinlerin Uzaktan Eğitimi Üzerine Açık Üniversite Konferansına Sunulan Bildiri, Eğitim ve Bilim Dergisi, Cilt6, Sayı36, S.43-48, Ankara.

Teker Necmettin, (1991). Video ve Eğitimde Kullanılması, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 24, (2).

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık, 1980, 1981, 1983, 1987, 1989 Hükümet programları. T.C.B. Yayınları, Ankara.

Usun Salih. (1997). Uzaktan Eğitimde Bilgisayar Teknolojisi, Çağdaş Eğitim (22/233), Ankara.

Son Güncelleme: Çarşamba, 18 Kasım 2015 15:20

Gösterim: 6107

Prof. Dr. Ayhan AYDIN - Dr. Şengül UYSAL

Eğitimin toplumsal barış, gönenç, hoşgörü, sevgi güven vb. olumlu insancıl değerlerin katalizörü olduğu bilinir.  Öte yandan eğitim aynı zamanda ileri teknoloji yoluyla katma değer üretme, başka bir deyişle evrensel nitelikli insan gücü yaratma işlevini de taşır. Bu yüzden eğitim hem ekonomik hem de sosyal kültürel gelişmenin lokomotifi olarak algılanır. Bu bilgilerin ışığında eğitim sistemimizin özellikle son dönemdeki performansına daha yakından bakma ve irdeleme gereği ortaya çıkmıştır (Aydın, 2015).

Uluslararası düzeyde yapılan sınavlarda (TIMSS, PIRLS ve PISA) öğrenci akademik başarıları açısından Türkiye’nin yeterince iyi sonuçlar almadığı gözlenmektedir. Araştırma sonuçları öğrencilerin, diğer ülkelerdeki akranlarına oranla bazı hedeflere ulaşmada yetersiz olduğu yönünde işaretler vermektedir. PISA uygulamasına 2003 yılından itibaren katılan Türkiye’nin hangi düzeyde bulunduğunun belirlenmesi ve bazı değişkenler açısından genel durumunun değerlendirilmesi, özellikle Türk Eğitim Sistemi’ne bir vizyon oluşturma önem kazanmaktadır (Aydın, Sarıer ve Uysal, 2014).

tablo1

Eğitim sistemleri performans değerlendirme indeksi olarak PISA, 15 yaş grubu öğrencilerinin okuma, matematik, fen bilgisi ve problem çözme alanlarındaki bilgi ve beceri düzeylerini ölçmeyi amaçlamaktadır. PISA sadece öğrencilerin söz konusu alanlardaki bilgi ve beceri düzeylerini değerlendirmemekte, eğitim sistemlerini nitelik, eşitlik ve yeterlilik kavramları açısından da irdeleyerek, öğrencilerin bilgi ve becerilerini modern yaşama nasıl geçirdiklerini değerlendirmektedir.  PISA sınavlarında sorular zorluk ve karmaşıklık düzeylerine göre 1’den 6’ya kadar derecelendirilmektedir. Buna göre 1 https://gutepotenz.de/. ve 2. dereceler temel işlem becerilerini, diğer düzeyler ise aşamalı olarak yorumlama, ilişkilendirme, yordama, analiz ve sentez becerilerini içermektedir. 2012 PISA sonuçlarına göre Türkiye'nin her 3 alanda da ortalama puanı OECD ülkelerinin ortalama puanlarının altında yer almaktadır (Uysal, 2015). Tablo 1 göstermektedir ki Türkiye her üç alanda da 34’ü OECD ülkesi olmak üzere toplam 65 ülkenin katıldığı PISA 2012’de Matematik alanında 44. Fen bilimleri alanında 43. ve Okuma alanında 42.  sırada yer almıştır.  Ayrıca OECD ülkeleri içinde sadece Meksika ve Şili’yi geride bırakarak 32. sırada olduğumuzu da hatırlayalım.

graik1Bu tablonun 2003, 2006, 2009 ve 2012 yıllarında gerçekleştirilen PISA sınavlarında değişmediği gözlenmektedir. Başka bir anlatımla bir dizi sınav sonucu, eğitim sistemimizde kayda değer bir nitelik gelişmesinin olmadığını göstermektedir.  Türkiye’nin şu ana kadar katıldığı PISA uygulamalarındaki ortalama puanı her 3 alanda da artmaktadır. Ancak bu artış miktarları Türkiye’yi, en azından OECD ortalaması civarına taşıyacak düzeye henüz ulaşamamıştır. Bununla birlikte bu artışı nitelik anlamında kayda değer bir kalite artışı olarak değerlendirmek güçtür. Nitekim bu oranlar hem OECD ortalamasının altında kalmakta hem de genel olarak ülke sıralamalarında bulunduğu yeri değiştirmemektedir. Başka bir anlatımla söz konusu artış diğer ülkeler içinde geçerlidir.

grafik2 3Yeterlilik düzeyleri açısından bakıldığında ve Türkiye’nin geçmiş yıllardaki PISA uygulama sonuçları üst performans düzeyine ulaşmış öğrenci oranları açısından ele alındığında, 2006’dan bu yana genel olarak bir artış eğiliminden söz edilebilir. Ancak oranlar açısından bakıldığında,  PISA 2012 sonuçlarına göre Çin (Şanghay) ve Singapur’da öğrencilerin yaklaşık yarısı matematik alanında üst performans düzeyine ulaşırken bu oranın Türk öğrenciler için %5-6 düzeyinde kalması çarpıcı bir bulgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

PISA çalışmasında 5. veya 6. düzeye ulaşmış öğrenci oranlarının yanı sıra 2. düzeye ulaşamamış öğrenci oranlarına da dikkat edilmektedir.  OECD’nin bakış açısına paralel bir şekilde, bilgi çağında, öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun (tercihen hepsinin) en azından 2. yeterlik düzeyine ulaşmış olması gerektiği kabul edilmektedir. Türkiye’de asgari yeterlilik düzeyine (2. Yeterlik düzeyi) ulaşamamış öğrenci sayılarının her üç alanda da azalma eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak PISA 2012 sonuçlarına göre Türkiye’de öğrencilerin %42’si henüz matematik alanında 2. yeterlik düzeyine ulaşamamıştır. Bu oranın Çin (Şanghay) için %4 ve OED ortalamasının % 23 olduğunu belirtmekte fayda var.

Bu bilgiler ışığında bakıldığında soruların zorluk derecesi düştüğünde öğrenci yüzdelerinin yükseldiği görülmektedir. Buna göre kültürel, eleştirel ve analitik düşünce becerilerinin kazandırılması yönünde daha çok çaba gösterilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Nitekim Grafik 3’de öğrencilerimizin büyük çoğunluğunun en alt düzey olan 1. ve 2. seviyelerde yer alan düzeylere yanıt verebildiği görülmektedir. Bu bağlamda en düşündürücü sonuç özellikle matematik becerileri alanında ortaya çıkmaktadır.


tablo2

Bu konuya bölgeler arası farklılıklar açısından bakıldığında da tablo değişmemektedir. Türkiye’de PISA 2012 çalışmasına katılacak öğrenciler Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum süreci doğrultusunda Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından belirlenen 12 bölgeyi temsil edecek şekilde seçilmişlerdir. Tablo 2’de verilere bakıldığında ülkemizin özellikle eğitimde fırsat ve olanak eşitliği, eğitime erişim, genellik gibi temel eğitsel ilkeler açısından trajik bir durumda olduğu anlaşılmaktadır.  Bu açıdan bakıldığında 2012 PISA sonuçlarına göre dört ayrı bölge olarak (Çin-Şanghay, Çin-Hong Kong, Çin-Taipei, Çin-Macau) katılan Çin’in başarısı kayda değer ölçüde dikkat çekicidir. PISA matematik test ölçeğinde ortalama olarak 41 puanın yaklaşık bir yıllık okul öğrenimine denk geldiği hesaplanmaktadır. Bu durumda Batı Marmara ile Ortadoğu Anadolu arasındaki 84 puanlık farkın yaklaşık 2 yıllık bir okul süresini işaret ettiği söylenebilir.

grafik4

Türkiye’de farklı türdeki okulların ortalama matematik başarı puanları incelendiğinde ise geçmiş yıllarda da karşımıza çıkan, okullar arasındaki ciddi farklılıkların hâlâ sürdüğü görülmektedir.

Fen liselerinin 668 puanlık matematik başarısına karşın meslek liselerinin 391 oranında performans göstermesi bu bağlamda da ciddi bir kalite sorunu olduğunu, fırsat ve olanak eşitliği ve eğitime erişim açısından irdelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Başka bir anlatımla okul türleri açısından kayda değer ölçüde başarı düzeylerinin farklılaştığı görülmektedir. Türkiye’de öğrencilerin PISA 2012 matematik puanlarındaki varyansın (farklılığın) %62’sinin okullar arasındaki farklılıktan kaynaklandığı hesaplanmaktadır. Bu oran OECD ülkelerinde ortalama %37’dir

grafik5

Grafik 5’ te görüldüğü üzere Finlandiya 519 puanla hem OECD ortalamasının üzerinde bir matematik başarısı göstermekte hem de bu iyi öğrenim imkânını okullarının büyük bir çoğunluğunda sunabilmektedir.

Bu bağlamda gelişmişliğin bir göstergesi olarak algılanan eğitim hakkı ve bu süreçte eğitime erişim, fırsat ve olanak eşitliği gibi ilkeler açısından da Finlandiya ve benzeri ülkelerin başarılı olduğu yargısına ulaşılabilir.

Sonuç

PISA sonuçları, Türk Eğitim Sistemi’nin öğrencilerin yarıya yakınını oldukça başarısız kıldığını göstermektedir. Birçok uluslararası raporda, örneğin OECD eğitim raporlarında Türkiye’ye yönelik genel yargı şöyledir; Türkiye öğrencilerinin çok küçük bir bölümüne dünya ortalamasının üstünde eğitim sunarken büyük bir çoğunluğuna ortalamanın çok altında eğitim olanağı sunmaktadır. Benzer şekilde 2006 Dünya Bankası Eğitim Raporu’na göre de Türk Eğitim Sistemi, çok az öğrenciyi iyi eğitmekte, çoğunu başarısız kılmaktadır. Bu bilgiler ışığında Türkiye eğitimde seferberlik ilan ederek PISA vb. sınav sonuçlarıyla öğretmen eğitimi başta olmak üzere sistemi tüm bileşenleri ile sorgulamalı özellikle hizmet öncesi, hizmet içi öğretmen eğitimi programları çağdaş gelişmeler ışığında güncellenmeli; analitik ve eleştirel düşünce süreçleri kazandırmak için öğretmen eğitimi davranış bilimleri odaklı bir anlayışla yeniden yapılandırılmalıdır. Felsefe, psikoloji ve sosyoloji disiplinlerinin core-ders anlayışıyla programlara yerleştirilmesi sağlanmalıdır.

Bu makalede Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı-PISA (Programme for International Student Assessment) sonuçları değerlendirilmiştir.

Kaynakça

Aydın, A. (2015). Eğitim Politikaları. Anakara: Pegem Akademi.

Aydın, A., Sarıer, Y. ve Uysal, Ş. (2014). PISA Sonuçları Bağlamında Öğrencilerin Akademik Başarılarının Değerlendirilmesi. İlköğretim online, 13(3), 1065-1074.

Aydın, A., Sarıer, Y. ve Uysal, Ş. (2009). 2003–2006 PISA Matematik Sonuçlarının Karşılaştırmalı Olarak Değerlendirilmesi. XVIII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kurultayında sunulmuş bildiri, İzmir.

MEB (2013). Pısa 2012 Ulusal Ön Raporu. Ankara.

OECD (2014). PISA 2012 Results in Focus: What 15-year-olds know and what they can do with what they know, OECD Publications.

Uysal, S. (2015). Factors affecting the Mathematics achievement of Turkish students in PISA 2012. Educational Research and Reviews, 10(12), 1670-1678.

> Türkiye’nin PISA Gerçeği

Prof. Dr. Ayhan AYDIN - Dr. Şengül UYSAL

Eğitimin toplumsal barış, gönenç, hoşgörü, sevgi güven vb. olumlu insancıl değerlerin katalizörü olduğu bilinir.  Öte yandan eğitim aynı zamanda ileri teknoloji yoluyla katma değer üretme, başka bir deyişle evrensel nitelikli insan gücü yaratma işlevini de taşır. Bu yüzden eğitim hem ekonomik hem de sosyal kültürel gelişmenin lokomotifi olarak algılanır. Bu bilgilerin ışığında eğitim sistemimizin özellikle son dönemdeki performansına daha yakından bakma ve irdeleme gereği ortaya çıkmıştır (Aydın, 2015).

Uluslararası düzeyde yapılan sınavlarda (TIMSS, PIRLS ve PISA) öğrenci akademik başarıları açısından Türkiye’nin yeterince iyi sonuçlar almadığı gözlenmektedir. Araştırma sonuçları öğrencilerin, diğer ülkelerdeki akranlarına oranla bazı hedeflere ulaşmada yetersiz olduğu yönünde işaretler vermektedir. PISA uygulamasına 2003 yılından itibaren katılan Türkiye’nin hangi düzeyde bulunduğunun belirlenmesi ve bazı değişkenler açısından genel durumunun değerlendirilmesi, özellikle Türk Eğitim Sistemi’ne bir vizyon oluşturma önem kazanmaktadır (Aydın, Sarıer ve Uysal, 2014).

tablo1

Eğitim sistemleri performans değerlendirme indeksi olarak PISA, 15 yaş grubu öğrencilerinin okuma, matematik, fen bilgisi ve problem çözme alanlarındaki bilgi ve beceri düzeylerini ölçmeyi amaçlamaktadır. PISA sadece öğrencilerin söz konusu alanlardaki bilgi ve beceri düzeylerini değerlendirmemekte, eğitim sistemlerini nitelik, eşitlik ve yeterlilik kavramları açısından da irdeleyerek, öğrencilerin bilgi ve becerilerini modern yaşama nasıl geçirdiklerini değerlendirmektedir.  PISA sınavlarında sorular zorluk ve karmaşıklık düzeylerine göre 1’den 6’ya kadar derecelendirilmektedir. Buna göre 1 https://gutepotenz.de/. ve 2. dereceler temel işlem becerilerini, diğer düzeyler ise aşamalı olarak yorumlama, ilişkilendirme, yordama, analiz ve sentez becerilerini içermektedir. 2012 PISA sonuçlarına göre Türkiye'nin her 3 alanda da ortalama puanı OECD ülkelerinin ortalama puanlarının altında yer almaktadır (Uysal, 2015). Tablo 1 göstermektedir ki Türkiye her üç alanda da 34’ü OECD ülkesi olmak üzere toplam 65 ülkenin katıldığı PISA 2012’de Matematik alanında 44. Fen bilimleri alanında 43. ve Okuma alanında 42.  sırada yer almıştır.  Ayrıca OECD ülkeleri içinde sadece Meksika ve Şili’yi geride bırakarak 32. sırada olduğumuzu da hatırlayalım.

graik1Bu tablonun 2003, 2006, 2009 ve 2012 yıllarında gerçekleştirilen PISA sınavlarında değişmediği gözlenmektedir. Başka bir anlatımla bir dizi sınav sonucu, eğitim sistemimizde kayda değer bir nitelik gelişmesinin olmadığını göstermektedir.  Türkiye’nin şu ana kadar katıldığı PISA uygulamalarındaki ortalama puanı her 3 alanda da artmaktadır. Ancak bu artış miktarları Türkiye’yi, en azından OECD ortalaması civarına taşıyacak düzeye henüz ulaşamamıştır. Bununla birlikte bu artışı nitelik anlamında kayda değer bir kalite artışı olarak değerlendirmek güçtür. Nitekim bu oranlar hem OECD ortalamasının altında kalmakta hem de genel olarak ülke sıralamalarında bulunduğu yeri değiştirmemektedir. Başka bir anlatımla söz konusu artış diğer ülkeler içinde geçerlidir.

grafik2 3Yeterlilik düzeyleri açısından bakıldığında ve Türkiye’nin geçmiş yıllardaki PISA uygulama sonuçları üst performans düzeyine ulaşmış öğrenci oranları açısından ele alındığında, 2006’dan bu yana genel olarak bir artış eğiliminden söz edilebilir. Ancak oranlar açısından bakıldığında,  PISA 2012 sonuçlarına göre Çin (Şanghay) ve Singapur’da öğrencilerin yaklaşık yarısı matematik alanında üst performans düzeyine ulaşırken bu oranın Türk öğrenciler için %5-6 düzeyinde kalması çarpıcı bir bulgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

PISA çalışmasında 5. veya 6. düzeye ulaşmış öğrenci oranlarının yanı sıra 2. düzeye ulaşamamış öğrenci oranlarına da dikkat edilmektedir.  OECD’nin bakış açısına paralel bir şekilde, bilgi çağında, öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun (tercihen hepsinin) en azından 2. yeterlik düzeyine ulaşmış olması gerektiği kabul edilmektedir. Türkiye’de asgari yeterlilik düzeyine (2. Yeterlik düzeyi) ulaşamamış öğrenci sayılarının her üç alanda da azalma eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak PISA 2012 sonuçlarına göre Türkiye’de öğrencilerin %42’si henüz matematik alanında 2. yeterlik düzeyine ulaşamamıştır. Bu oranın Çin (Şanghay) için %4 ve OED ortalamasının % 23 olduğunu belirtmekte fayda var.

Bu bilgiler ışığında bakıldığında soruların zorluk derecesi düştüğünde öğrenci yüzdelerinin yükseldiği görülmektedir. Buna göre kültürel, eleştirel ve analitik düşünce becerilerinin kazandırılması yönünde daha çok çaba gösterilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Nitekim Grafik 3’de öğrencilerimizin büyük çoğunluğunun en alt düzey olan 1. ve 2. seviyelerde yer alan düzeylere yanıt verebildiği görülmektedir. Bu bağlamda en düşündürücü sonuç özellikle matematik becerileri alanında ortaya çıkmaktadır.


tablo2

Bu konuya bölgeler arası farklılıklar açısından bakıldığında da tablo değişmemektedir. Türkiye’de PISA 2012 çalışmasına katılacak öğrenciler Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum süreci doğrultusunda Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından belirlenen 12 bölgeyi temsil edecek şekilde seçilmişlerdir. Tablo 2’de verilere bakıldığında ülkemizin özellikle eğitimde fırsat ve olanak eşitliği, eğitime erişim, genellik gibi temel eğitsel ilkeler açısından trajik bir durumda olduğu anlaşılmaktadır.  Bu açıdan bakıldığında 2012 PISA sonuçlarına göre dört ayrı bölge olarak (Çin-Şanghay, Çin-Hong Kong, Çin-Taipei, Çin-Macau) katılan Çin’in başarısı kayda değer ölçüde dikkat çekicidir. PISA matematik test ölçeğinde ortalama olarak 41 puanın yaklaşık bir yıllık okul öğrenimine denk geldiği hesaplanmaktadır. Bu durumda Batı Marmara ile Ortadoğu Anadolu arasındaki 84 puanlık farkın yaklaşık 2 yıllık bir okul süresini işaret ettiği söylenebilir.

grafik4

Türkiye’de farklı türdeki okulların ortalama matematik başarı puanları incelendiğinde ise geçmiş yıllarda da karşımıza çıkan, okullar arasındaki ciddi farklılıkların hâlâ sürdüğü görülmektedir.

Fen liselerinin 668 puanlık matematik başarısına karşın meslek liselerinin 391 oranında performans göstermesi bu bağlamda da ciddi bir kalite sorunu olduğunu, fırsat ve olanak eşitliği ve eğitime erişim açısından irdelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Başka bir anlatımla okul türleri açısından kayda değer ölçüde başarı düzeylerinin farklılaştığı görülmektedir. Türkiye’de öğrencilerin PISA 2012 matematik puanlarındaki varyansın (farklılığın) %62’sinin okullar arasındaki farklılıktan kaynaklandığı hesaplanmaktadır. Bu oran OECD ülkelerinde ortalama %37’dir

grafik5

Grafik 5’ te görüldüğü üzere Finlandiya 519 puanla hem OECD ortalamasının üzerinde bir matematik başarısı göstermekte hem de bu iyi öğrenim imkânını okullarının büyük bir çoğunluğunda sunabilmektedir.

Bu bağlamda gelişmişliğin bir göstergesi olarak algılanan eğitim hakkı ve bu süreçte eğitime erişim, fırsat ve olanak eşitliği gibi ilkeler açısından da Finlandiya ve benzeri ülkelerin başarılı olduğu yargısına ulaşılabilir.

Sonuç

PISA sonuçları, Türk Eğitim Sistemi’nin öğrencilerin yarıya yakınını oldukça başarısız kıldığını göstermektedir. Birçok uluslararası raporda, örneğin OECD eğitim raporlarında Türkiye’ye yönelik genel yargı şöyledir; Türkiye öğrencilerinin çok küçük bir bölümüne dünya ortalamasının üstünde eğitim sunarken büyük bir çoğunluğuna ortalamanın çok altında eğitim olanağı sunmaktadır. Benzer şekilde 2006 Dünya Bankası Eğitim Raporu’na göre de Türk Eğitim Sistemi, çok az öğrenciyi iyi eğitmekte, çoğunu başarısız kılmaktadır. Bu bilgiler ışığında Türkiye eğitimde seferberlik ilan ederek PISA vb. sınav sonuçlarıyla öğretmen eğitimi başta olmak üzere sistemi tüm bileşenleri ile sorgulamalı özellikle hizmet öncesi, hizmet içi öğretmen eğitimi programları çağdaş gelişmeler ışığında güncellenmeli; analitik ve eleştirel düşünce süreçleri kazandırmak için öğretmen eğitimi davranış bilimleri odaklı bir anlayışla yeniden yapılandırılmalıdır. Felsefe, psikoloji ve sosyoloji disiplinlerinin core-ders anlayışıyla programlara yerleştirilmesi sağlanmalıdır.

Bu makalede Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı-PISA (Programme for International Student Assessment) sonuçları değerlendirilmiştir.

Kaynakça

Aydın, A. (2015). Eğitim Politikaları. Anakara: Pegem Akademi.

Aydın, A., Sarıer, Y. ve Uysal, Ş. (2014). PISA Sonuçları Bağlamında Öğrencilerin Akademik Başarılarının Değerlendirilmesi. İlköğretim online, 13(3), 1065-1074.

Aydın, A., Sarıer, Y. ve Uysal, Ş. (2009). 2003–2006 PISA Matematik Sonuçlarının Karşılaştırmalı Olarak Değerlendirilmesi. XVIII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kurultayında sunulmuş bildiri, İzmir.

MEB (2013). Pısa 2012 Ulusal Ön Raporu. Ankara.

OECD (2014). PISA 2012 Results in Focus: What 15-year-olds know and what they can do with what they know, OECD Publications.

Uysal, S. (2015). Factors affecting the Mathematics achievement of Turkish students in PISA 2012. Educational Research and Reviews, 10(12), 1670-1678.

Son Güncelleme: Cuma, 23 Ekim 2015 14:56

Gösterim: 8799

Selçuk Pehlivanoğlu / Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı

selcuk pehlivanogluYeni eğitim-öğretim yılı açılışı öncesinde yine, eğitim sistemimizin mevcut ve maalesef kronikleşmiş sorunları üzerinde tartışıyoruz. Derslik sorunundan, öğretmen istihdamına, okullaşma oranından öğretim programlarımıza kadar üstesinden gelmeye çalışılan pek çok sorunun yanı sıra, Türk Eğitim Derneği olarak şu anda eğitim sistemini çıkmaza sokan en önemli ve acil sorunun sıralama sınavı ısrarı olduğunu düşünüyoruz.

Temel sorunların çözümü için harcanacak enerji, ne yazık ki, kademeler arası geçiş konusunda baştan yanlış kurgulanan uygulamalar bütünü nedeniyle, kısa aralıklarla ortaya çıkan krizlerin çözümü için heba ediliyor. Hâlbuki öğrencilerinin yüzde 69’unun alt ekonomik sosyal ve kültürel grupta bulunduğu Türkiye, öncelikle eğitim hakkına adil erişim sorununu bir an önce halletmek durumunda. Ekonomik olarak sınıf atlamanın ve yoksullukla mücadelenin bir aracı olan eğitim, merkezi sınavların baskısı nedeniyle, parası olanın daha kolay ulaşabildiği bir kurum haline geldi. LGS, OKS, SBS, TEOG, ÖSS, ÖYS, YGS, LYS gibi yeni adlandırmalarla çocuklarımızın gerçek hayatta karşılığı olmayan “sahte başarılar” için yarıştırılması, eğitim sistemimizi büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Son 15 yılda 7 milli eğitim bakanı eşliğinde, 20’ye yakın yeni sınav sistemiyle tanıştık. Başkasının sırtına basarak üst kademeye geçiş anlamına gelen sıralama sınavı, unutulmamalıdır ki, eğitim konusunda yapılacak her türlü olumlu hamleyi gölgede bırakıyor.

Peki, ne yapılmalıdır? Eğitim gibi toplumun her kademesini ilgilendiren hayati bir konuda niceliksel bir bakış açısından kurtulup niteliğe yönelik adımlar için kararlı olmak zorundayız. Her ülke için eğitim sistemlerinde önemli olan, kendi coğrafyalarında, kendi ihtiyaçları için, kendi medeniyet tasarımlarına uygun olan özgün tasarımlar ortaya koymaktır.

Daha adil bir eğitim sistemine ulaşmanın yolu; sınav odaklı sistemden vazgeçilmesi, okullar arasındaki farklılıkların azaltılması, derslik ve öğretmen açığının giderilmesi, öğretmen yetiştirme ve niteliğinin arttırılması konusunda gerçek bir reform yapılması, öğrencilerin sosyo-ekonomik dezavantajından kaynaklanan okul başarısızlığı için tedbir alınması gibi bütünleyici uygulamalardan geçmektedir. Bu tür uygulamalar, insan yetiştirmenin niteliğine katkı sağlayabileceği gibi eşitliği adalet üzerinde sağlamaya da aracılık edecektir. Sınav için bireyleri süreç içerisinde eşitleyecek altyapının iyileştirilmesine yönelik çabalar, problemi gerçekçi bakış açısı ile çözmekten ziyade bir nevi sorumluluktan kurtulma, vicdani rahatlama ve yönetme sorumluluğunu eleştiri nedenlerinden kurtarma olarak düşünülebilir.

Bir süre önce kamuoyunun ve karar vericilerin dikkatine sunduğumuz Ulusal Eğitim Programı’nın temel ilkelerinden biri olarak dile getirdiğimiz, “eğitimin bir ülke ödevi” olduğu gerçeğini kabul etmekle başlamalıyız. Aksi halde ne yaparsak yapalım, çocuklarımızın yararını gözetmeyen bir sistem veya onun içinde gerçekleştirilen uygulamalar, önemli bir genç nüfusa sahip olan ülkemizi, dünyayla rekabet edebilme hedefinden uzaklaştıracaktır.

Yıllar içinde biriken ve kartopu gibi büyüyen temel sorunların kökten çözümü için bir ulusal eğitim programının uygulamaya konulması gerektiğini düşünüyoruz. Eğitim sistemimiz temelini veriler, ölçümler ve bilgi yönetim sistemlerinin oluşturduğu bir program sayesinde düze çıkabilir.

Bu program çerçevesinde, kademeli olarak sıralama sınavını kaldırılıp ölçme sınavı getirilmeli. Liseye geçişte TEOG benzeri sınavları ortadan kaldıracak, öğrencilerin bilimsel ölçütlerle yönlendirileceği sistemin temelleri atılmalı. Öğrencilerin okul notlarına ve öğretmen görüşlerine göre, sadece fen liseleri ve ayrıcalıklı Anadolu liseleri için az sayıda öğrencinin gireceği, ülkenin bilim insanı ihtiyacının temelini oluşturacak bir sınav sistemi getirilmeli.

Bunun yanı sıra eğitimin kalitesini en fazla etkileyen unsur olan öğretmenlerimizin yetiştirilmesi ve istihdamı konusundaki anlayışımızı da tümden gözden geçirmeliyiz. Bir ülkenin geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin, nitelikli, ölçülebilir bir eğitim sürecinden geçmeleri, mesleklerini icra ederken de aynı şekilde sürdürülebilir bir ölçme-değerlendirme sisteminin oturtulması, öğretmenliğin bir kariyer mesleği haline dönüştürülmesi, koşullarının ve toplumsal algının iyileştirilmesi sağlanmalıdır. Öğretmenlerin yanı sıra eğitim sisteminde dönüşümün temeli olması gereken “okul” kavramının yeniden ele alınması, okul müdürlerinin de öğretmenlik mesleğinde olduğu gibi yetiştirilme ve istihdamının yeni bir sistemle değerlendirilmesi, okul müdürü değil eğitim lideri anlayışının zorunlu olduğu görülmelidir.

Eğitime ayrılan kaynaklar, adil bir biçimde dezavantajlı kesimler gözetilerek kullanılmalı, eğitim hakkına erişimin “ertelenemez ve engellenemez” hak olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Öğretim programlarımız, dünyadaki ileri öğretim programları doğrultusunda şekillendirilmeli; siyasi, bürokratik, kültürel, toplumsal kaygıların ötesinde hazırlanmalıdır.

Türkiye’nin tüm bunları gerçekleştirecek gücünün olduğunu biliyoruz. İhtiyacımız olan tek şey, eğitimin gerçek sorunlarını iyi tespit etmek, tahlil etmek ve çözüm için kararlı olmaktır. Unutmamalıdır ki güçlü devletlerle, geri kalmış devletler arasındaki fark, eğitime doğru yatırım yapmak ya da yanlış yatırım yapmak üzerine kuruludur.

> Eğitimde Gerçekçi Bakış Açısı ve Kararlılık

Selçuk Pehlivanoğlu / Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı

selcuk pehlivanogluYeni eğitim-öğretim yılı açılışı öncesinde yine, eğitim sistemimizin mevcut ve maalesef kronikleşmiş sorunları üzerinde tartışıyoruz. Derslik sorunundan, öğretmen istihdamına, okullaşma oranından öğretim programlarımıza kadar üstesinden gelmeye çalışılan pek çok sorunun yanı sıra, Türk Eğitim Derneği olarak şu anda eğitim sistemini çıkmaza sokan en önemli ve acil sorunun sıralama sınavı ısrarı olduğunu düşünüyoruz.

Temel sorunların çözümü için harcanacak enerji, ne yazık ki, kademeler arası geçiş konusunda baştan yanlış kurgulanan uygulamalar bütünü nedeniyle, kısa aralıklarla ortaya çıkan krizlerin çözümü için heba ediliyor. Hâlbuki öğrencilerinin yüzde 69’unun alt ekonomik sosyal ve kültürel grupta bulunduğu Türkiye, öncelikle eğitim hakkına adil erişim sorununu bir an önce halletmek durumunda. Ekonomik olarak sınıf atlamanın ve yoksullukla mücadelenin bir aracı olan eğitim, merkezi sınavların baskısı nedeniyle, parası olanın daha kolay ulaşabildiği bir kurum haline geldi. LGS, OKS, SBS, TEOG, ÖSS, ÖYS, YGS, LYS gibi yeni adlandırmalarla çocuklarımızın gerçek hayatta karşılığı olmayan “sahte başarılar” için yarıştırılması, eğitim sistemimizi büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Son 15 yılda 7 milli eğitim bakanı eşliğinde, 20’ye yakın yeni sınav sistemiyle tanıştık. Başkasının sırtına basarak üst kademeye geçiş anlamına gelen sıralama sınavı, unutulmamalıdır ki, eğitim konusunda yapılacak her türlü olumlu hamleyi gölgede bırakıyor.

Peki, ne yapılmalıdır? Eğitim gibi toplumun her kademesini ilgilendiren hayati bir konuda niceliksel bir bakış açısından kurtulup niteliğe yönelik adımlar için kararlı olmak zorundayız. Her ülke için eğitim sistemlerinde önemli olan, kendi coğrafyalarında, kendi ihtiyaçları için, kendi medeniyet tasarımlarına uygun olan özgün tasarımlar ortaya koymaktır.

Daha adil bir eğitim sistemine ulaşmanın yolu; sınav odaklı sistemden vazgeçilmesi, okullar arasındaki farklılıkların azaltılması, derslik ve öğretmen açığının giderilmesi, öğretmen yetiştirme ve niteliğinin arttırılması konusunda gerçek bir reform yapılması, öğrencilerin sosyo-ekonomik dezavantajından kaynaklanan okul başarısızlığı için tedbir alınması gibi bütünleyici uygulamalardan geçmektedir. Bu tür uygulamalar, insan yetiştirmenin niteliğine katkı sağlayabileceği gibi eşitliği adalet üzerinde sağlamaya da aracılık edecektir. Sınav için bireyleri süreç içerisinde eşitleyecek altyapının iyileştirilmesine yönelik çabalar, problemi gerçekçi bakış açısı ile çözmekten ziyade bir nevi sorumluluktan kurtulma, vicdani rahatlama ve yönetme sorumluluğunu eleştiri nedenlerinden kurtarma olarak düşünülebilir.

Bir süre önce kamuoyunun ve karar vericilerin dikkatine sunduğumuz Ulusal Eğitim Programı’nın temel ilkelerinden biri olarak dile getirdiğimiz, “eğitimin bir ülke ödevi” olduğu gerçeğini kabul etmekle başlamalıyız. Aksi halde ne yaparsak yapalım, çocuklarımızın yararını gözetmeyen bir sistem veya onun içinde gerçekleştirilen uygulamalar, önemli bir genç nüfusa sahip olan ülkemizi, dünyayla rekabet edebilme hedefinden uzaklaştıracaktır.

Yıllar içinde biriken ve kartopu gibi büyüyen temel sorunların kökten çözümü için bir ulusal eğitim programının uygulamaya konulması gerektiğini düşünüyoruz. Eğitim sistemimiz temelini veriler, ölçümler ve bilgi yönetim sistemlerinin oluşturduğu bir program sayesinde düze çıkabilir.

Bu program çerçevesinde, kademeli olarak sıralama sınavını kaldırılıp ölçme sınavı getirilmeli. Liseye geçişte TEOG benzeri sınavları ortadan kaldıracak, öğrencilerin bilimsel ölçütlerle yönlendirileceği sistemin temelleri atılmalı. Öğrencilerin okul notlarına ve öğretmen görüşlerine göre, sadece fen liseleri ve ayrıcalıklı Anadolu liseleri için az sayıda öğrencinin gireceği, ülkenin bilim insanı ihtiyacının temelini oluşturacak bir sınav sistemi getirilmeli.

Bunun yanı sıra eğitimin kalitesini en fazla etkileyen unsur olan öğretmenlerimizin yetiştirilmesi ve istihdamı konusundaki anlayışımızı da tümden gözden geçirmeliyiz. Bir ülkenin geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin, nitelikli, ölçülebilir bir eğitim sürecinden geçmeleri, mesleklerini icra ederken de aynı şekilde sürdürülebilir bir ölçme-değerlendirme sisteminin oturtulması, öğretmenliğin bir kariyer mesleği haline dönüştürülmesi, koşullarının ve toplumsal algının iyileştirilmesi sağlanmalıdır. Öğretmenlerin yanı sıra eğitim sisteminde dönüşümün temeli olması gereken “okul” kavramının yeniden ele alınması, okul müdürlerinin de öğretmenlik mesleğinde olduğu gibi yetiştirilme ve istihdamının yeni bir sistemle değerlendirilmesi, okul müdürü değil eğitim lideri anlayışının zorunlu olduğu görülmelidir.

Eğitime ayrılan kaynaklar, adil bir biçimde dezavantajlı kesimler gözetilerek kullanılmalı, eğitim hakkına erişimin “ertelenemez ve engellenemez” hak olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Öğretim programlarımız, dünyadaki ileri öğretim programları doğrultusunda şekillendirilmeli; siyasi, bürokratik, kültürel, toplumsal kaygıların ötesinde hazırlanmalıdır.

Türkiye’nin tüm bunları gerçekleştirecek gücünün olduğunu biliyoruz. İhtiyacımız olan tek şey, eğitimin gerçek sorunlarını iyi tespit etmek, tahlil etmek ve çözüm için kararlı olmaktır. Unutmamalıdır ki güçlü devletlerle, geri kalmış devletler arasındaki fark, eğitime doğru yatırım yapmak ya da yanlış yatırım yapmak üzerine kuruludur.

Son Güncelleme: Salı, 29 Eylül 2015 17:09

Gösterim: 4710

Ahmet Akça / ÖZDER Genel Başkanı 

Yeni bir eğitim-öğretim yılına başlıyoruz. Öncelikle yeni yılın başta öğretmenlerimiz olmak üzere tüm eğitim camiasına hayırlı olmasını temenni ediyorum. Yeni döneme dair umutlarımız, hedeflerimiz ve beklentilerimiz var. Elbette bir de gerçeklerimiz var!

Özel okullar açısından bu yıl ilk defa eğitimde yeni bir olgu ile karşı karşıyayız: “Dönüşüm okulları/temel liseler”. Bu yılın sonunda bu okulların gerçekten işe yarayıp yaramadığını hep birlikte tecrübe edeceğiz. Kanaatim odur ki bu okullar uzun yıllar adından söz ettirecek yeni bir okul türü olarak eğitim hayatımızda varlığını sürdürecek. Özellikle temel liselerin, dershanelerin dönüşümü sonrası ortaya çıkan dershane-okul karışımı üçüncü bir form olduğunu düşünüyorum.

Eğitimde sınavlar giderek hayatımızın kâbusu olmaktan çıkıyor. Geçen yıl hayatımıza giren “TEOG Sistemi”, ortaokulda öğrencilerin daha okul merkezli bir eğitim alma imkânını sağlarken okul dışı yardımcı eğitim kurumlarına ihtiyacı azalttı. Bu sistemin devamı olarak benzer bir uygulamanın üniversiteye girişte de olması  gerektiğini düşünüyorum. Okullara devlet, ücretsiz kitap dağıtımı yapıyor ancak okullara yardımcı kaynak girişinin geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yasaklanma yoluna gidilmesinin okullarda takviye kurslarındaki kaliteyi düşüreceği bir gerçek. Dolayısıyla bu yasaklama kararının tekrar düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim hatta yasaklamak yerine öğrencinin doğru kaynağa ulaşması için rehberlik edilmeli.

Okullarda bu yıl da öğretmen açığı olduğu gibi norm fazlası öğretmen gerçeği ile de karşı karşıyayız. Bizim önerimiz şu: MEB’de norm fazlası öğretmenlerin özlük hakları devlette kalmak kaydı ile bu öğretmenlerin tam zamanlı özel okullarda çalışabilmelerinin önü açılmalı. Bu hem devleti norm fazlası öğretmene maaş verme yükünden kurtaracağı gibi özel okullardaki öğretmen ihtiyacının giderilmesine de büyük katkı sağlayacaktır.

Dershanelerin kapanması ile birlikte meslek liseliler, üniversite giriş sınavlarına hazırlıkla ilgili ciddi bir problemle karşı karşıyalar, zira meslek liselerinde üniversite giriş sınavında sorulan sorulara dair işlenen dersler diğer liselere nazaran daha az. Ayrıca fen ve Anadolu liselerinde okuyan öğrenciler, üniversite sınavlarına diğer okullara nazaran daha iyi hazırladığını düşündüğü temel liseye geçiş yaptıklarında herhangi bir maddi kayıp yaşamaz iken; meslek liseliler son sınıfta temel liseye geçiş yaptıklarında meslek lisesi mezunu olma hakkını yitirmiş olacaklardır. Dolayısıyla bu durum, muhtemelen ilerleyen zamanlarda meslek liselerine yönelimi azaltacaktır. Bu durumun ilerleyen süreçte mutlaka açıklığa kavuşturulması lazım. Şu ana kadar MEB’in bütün politikası, eğitimde meslek liselerinin payının artırılmasına yönelikti. Yeni oluşan bu durumun genel politikaya aykırı olduğunu düşünüyorum. Buna çözüm olarak da önerim, meslek liselerinin sadece kültür derslerini temel liselerden almasını sağlayacak bir formül geliştirilmesidir.

Fatih Projesi’nin yeniden bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu kanaatindeyim; zira eğitimde bilişim materyallerinin kullanılması her ne kadar cazip olsa da eğitimin tamamen bilgisayarın, tabletin, etkileşimli tahtaların üzerine bina edilmesinin henüz erken olduğunu düşünüyorum. Bu materyaller yardımcı eğitim unsurları olarak kullanılabilir ancak kitabı ve kalemi erken dönemde bırakmanın farklı sıkıntıları da beraberinde getireceğini düşünüyorum.

Eğitimin içeriğine dönük beklentilere dair en önemli unsurun öğretmen faktörü olduğu bilinen bir gerçektir. Bu anlamda öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerinin, mesleki yeterliliklerinin artırılmasına dair çalışmaların çoğalarak devam etmesi gerekir.

Tabii burada bir hatırlatmayı da velilere yapmakta yarar var: Okul, anne baba değildir; okul aile değildir. Dolayısıyla okul, onların yapması gerekenleri yapamaz.  Ebeveynlik görevi aslen, öğrencimizi okula kaydettirdiğimiz andan itibaren başlıyor. Velilerimizin okullarıyla bağlarını güçlü tutmasını, öğrencilerinin hem akademik hem sosyo-kültürel gelişimlerini vs. yakından takip etmelerini tavsiye ediyorum.

Eğitim dönemi geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl için de büyük fırsatlar barındırıyor, eğitim destek teşvikinin bu yılda 235 bin yeni öğrenciye verilecek olması, temel liselerin hemen hemen  her semte açılması çok önemli sonuçlar doğuracak. Öncelikle Devlet okullarındaki kalabalık sınıf ortamları eriyecek ve eğitimin kalitesi artacak, okulların öğrenci mevcudunun azalması güvenlikli okul ortamlarını oluşturacak.Özel okulların sahadaki mevcudiyetleri rekabeti artıracak, istihdamı artıracak. Son cümle olarak şunu söylemekte yarar var: Okullar, özeliyle resmisiyle hepsi bu devletindir ve hepsi MEB’e bağlı okullardır. Eğitimde kalitenin artması özel sektörün bu alana teşvik edilmesi ile mümkündür. Bizim devletimizden beklentimiz eğitim reformlarının geliştirilerek sürdürülmesi ve özel öğretim sektörünün desteklenmesidir.

Bu vesile ile tekrar 2015-2016 eğitim ve öğretim yılının ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

> Fatih Projesi Yeniden Değerlendirilmeli

Ahmet Akça / ÖZDER Genel Başkanı 

Yeni bir eğitim-öğretim yılına başlıyoruz. Öncelikle yeni yılın başta öğretmenlerimiz olmak üzere tüm eğitim camiasına hayırlı olmasını temenni ediyorum. Yeni döneme dair umutlarımız, hedeflerimiz ve beklentilerimiz var. Elbette bir de gerçeklerimiz var!

Özel okullar açısından bu yıl ilk defa eğitimde yeni bir olgu ile karşı karşıyayız: “Dönüşüm okulları/temel liseler”. Bu yılın sonunda bu okulların gerçekten işe yarayıp yaramadığını hep birlikte tecrübe edeceğiz. Kanaatim odur ki bu okullar uzun yıllar adından söz ettirecek yeni bir okul türü olarak eğitim hayatımızda varlığını sürdürecek. Özellikle temel liselerin, dershanelerin dönüşümü sonrası ortaya çıkan dershane-okul karışımı üçüncü bir form olduğunu düşünüyorum.

Eğitimde sınavlar giderek hayatımızın kâbusu olmaktan çıkıyor. Geçen yıl hayatımıza giren “TEOG Sistemi”, ortaokulda öğrencilerin daha okul merkezli bir eğitim alma imkânını sağlarken okul dışı yardımcı eğitim kurumlarına ihtiyacı azalttı. Bu sistemin devamı olarak benzer bir uygulamanın üniversiteye girişte de olması  gerektiğini düşünüyorum. Okullara devlet, ücretsiz kitap dağıtımı yapıyor ancak okullara yardımcı kaynak girişinin geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yasaklanma yoluna gidilmesinin okullarda takviye kurslarındaki kaliteyi düşüreceği bir gerçek. Dolayısıyla bu yasaklama kararının tekrar düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim hatta yasaklamak yerine öğrencinin doğru kaynağa ulaşması için rehberlik edilmeli.

Okullarda bu yıl da öğretmen açığı olduğu gibi norm fazlası öğretmen gerçeği ile de karşı karşıyayız. Bizim önerimiz şu: MEB’de norm fazlası öğretmenlerin özlük hakları devlette kalmak kaydı ile bu öğretmenlerin tam zamanlı özel okullarda çalışabilmelerinin önü açılmalı. Bu hem devleti norm fazlası öğretmene maaş verme yükünden kurtaracağı gibi özel okullardaki öğretmen ihtiyacının giderilmesine de büyük katkı sağlayacaktır.

Dershanelerin kapanması ile birlikte meslek liseliler, üniversite giriş sınavlarına hazırlıkla ilgili ciddi bir problemle karşı karşıyalar, zira meslek liselerinde üniversite giriş sınavında sorulan sorulara dair işlenen dersler diğer liselere nazaran daha az. Ayrıca fen ve Anadolu liselerinde okuyan öğrenciler, üniversite sınavlarına diğer okullara nazaran daha iyi hazırladığını düşündüğü temel liseye geçiş yaptıklarında herhangi bir maddi kayıp yaşamaz iken; meslek liseliler son sınıfta temel liseye geçiş yaptıklarında meslek lisesi mezunu olma hakkını yitirmiş olacaklardır. Dolayısıyla bu durum, muhtemelen ilerleyen zamanlarda meslek liselerine yönelimi azaltacaktır. Bu durumun ilerleyen süreçte mutlaka açıklığa kavuşturulması lazım. Şu ana kadar MEB’in bütün politikası, eğitimde meslek liselerinin payının artırılmasına yönelikti. Yeni oluşan bu durumun genel politikaya aykırı olduğunu düşünüyorum. Buna çözüm olarak da önerim, meslek liselerinin sadece kültür derslerini temel liselerden almasını sağlayacak bir formül geliştirilmesidir.

Fatih Projesi’nin yeniden bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu kanaatindeyim; zira eğitimde bilişim materyallerinin kullanılması her ne kadar cazip olsa da eğitimin tamamen bilgisayarın, tabletin, etkileşimli tahtaların üzerine bina edilmesinin henüz erken olduğunu düşünüyorum. Bu materyaller yardımcı eğitim unsurları olarak kullanılabilir ancak kitabı ve kalemi erken dönemde bırakmanın farklı sıkıntıları da beraberinde getireceğini düşünüyorum.

Eğitimin içeriğine dönük beklentilere dair en önemli unsurun öğretmen faktörü olduğu bilinen bir gerçektir. Bu anlamda öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerinin, mesleki yeterliliklerinin artırılmasına dair çalışmaların çoğalarak devam etmesi gerekir.

Tabii burada bir hatırlatmayı da velilere yapmakta yarar var: Okul, anne baba değildir; okul aile değildir. Dolayısıyla okul, onların yapması gerekenleri yapamaz.  Ebeveynlik görevi aslen, öğrencimizi okula kaydettirdiğimiz andan itibaren başlıyor. Velilerimizin okullarıyla bağlarını güçlü tutmasını, öğrencilerinin hem akademik hem sosyo-kültürel gelişimlerini vs. yakından takip etmelerini tavsiye ediyorum.

Eğitim dönemi geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl için de büyük fırsatlar barındırıyor, eğitim destek teşvikinin bu yılda 235 bin yeni öğrenciye verilecek olması, temel liselerin hemen hemen  her semte açılması çok önemli sonuçlar doğuracak. Öncelikle Devlet okullarındaki kalabalık sınıf ortamları eriyecek ve eğitimin kalitesi artacak, okulların öğrenci mevcudunun azalması güvenlikli okul ortamlarını oluşturacak.Özel okulların sahadaki mevcudiyetleri rekabeti artıracak, istihdamı artıracak. Son cümle olarak şunu söylemekte yarar var: Okullar, özeliyle resmisiyle hepsi bu devletindir ve hepsi MEB’e bağlı okullardır. Eğitimde kalitenin artması özel sektörün bu alana teşvik edilmesi ile mümkündür. Bizim devletimizden beklentimiz eğitim reformlarının geliştirilerek sürdürülmesi ve özel öğretim sektörünün desteklenmesidir.

Bu vesile ile tekrar 2015-2016 eğitim ve öğretim yılının ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Son Güncelleme: Salı, 29 Eylül 2015 17:41

Gösterim: 3984

Faruk Köprülü / ÖZDEBİR Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

Yeni bir öğretim yılına, çözülmeyen eğitim sorunları ve bunlara eklenen yeni sorunlarla giriyoruz. Üstüne üstlük ekonomiden güvenliğe pek çok alanda ülkemiz önemli sorunlarla karşı karşıya.

Bu sorunlar kuşkusuz birbirinden bağımsız düşünülmese de eğitime, özel olarak da özel öğretime ve dershanelerin dönüşüm sürecine ilişkin bir değerlendirme ile sınırlı olacak söyleyeceklerimiz.

Hatırlanacağı gibi Özel dershanelerin özel öğretim kurumlarına dönüşmeleri dönüşemeyenlerin kapanmaları 14 Mart 2014’te yürürlüğe giren 6528 sayılı Yasa’yla kabul edilmişti. Gerek bu yasanın kabul edilmesinden önce, gerek Anayasa Mahkemesine götürülmesi ve sonraki süreçte hem özel dershanelerin köklü bir kurumu ÖZDEBİR adına hem de şahsım olarak yaptığımız tüm çalışmalarımızda toplumsal yararı önde tuttuğumuzu, her aşamasında; üyelerimizi, eğitim çevrelerini, kamuoyunu konuyla ilgili olarak bilgilendirmeye çalıştığımızı bir kez daha belirtmek isterim.

18 Nisan 2014’te Anayasa Mahkemesine taşınan ve Mahkemenin 14 Mayıs 2014'teki toplantısında esastan görüşülmesine karar verilen bu Yasa’nın itiraza konu maddeleri 14 ay sonra Anayasa Mahkemesi’nin 13 Temmuz 2015 tarihli toplantısında görüşülmüş ve Özel Öğretim Kurumları Kanununda yer alan, dershanelerin özel öğretin kurumları kapsamından çıkarılması ve mevcut dershanelerin faaliyetlerinin 1 Eylül 2015 tarihine kadar devam edeceğine ilişkin düzenlemeler iptal edilmişti.

Anayasa Mahkemesi, bu kararından önce 8 Temmuz 2015 tarihinde sektör temsilcisi olarak ÖZDEBİR’i davet etmiş ve Kurumum adına Anayasa Mahkemesi Heyeti önünde “Türkiye’de dershaneciliğin gelişim süreci, Dünya’da dershanecilik ve ek eğitim hizmeti veren kurumlar, Dünya’da eğitim kurumlarının yasayla kapatılmasının örneğinin olmadığı ve Ülkemizde de dershanelere ihtiyacın devam ettiği ve yasayla kapatılmaması gerektiği” gibi bu ve buna benzer daha birçok konuya değinerek dershanelerin devamını savunmuştum. Burada yeri gelmişken AYM üyelerine; “birçok kurumun dönüştüğünü verilecek kararın her ne olursa olsun mutlaka bir diğer tarafın bundan zarar göreceğini, mahkemenin kararının çok gecikmiş bir karar olduğunu…” ifade ettiğimi de belirmek isterim.

Yüksek Mahkemenin konu hakkındaki gerekçeli kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra MEB tarafından gerekli düzenlemelerin yapılacağı bildirilmiş, 8 Ağustos 2015 tarih ve 9439 sayılı Resmi Gazete’de Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde değişiklik yapan Yönetmelik yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Dönüşen kurumlarımızın gecikme nedeniyle mevcut durumlarıyla kalması talepleri, dönüşemeyen kurumlarımızın haklı olarak dershanelerin devamını arzulamaları ikilemi bizleri de gerçekten çok zorlamıştır. Bir yanda dönüşüm sürecine dahil olan kurumlar, diğer yanda dönüşüme şu ya da bu nedenle dahil olamayan/olmayan kurumlarımızın durumları karşısında sürecin ÖZDEBİR açısından da ne kadar zor bir süreç olduğunu kamuoyunun ve özel öğretimcilerimizin takdirine sunuyorum.

Yayınlanan yönetmelik değişikliği ile gelinen nokta da henüz dönüşümünü gerçekleştirmeyen dershanelerin Özel Temel Liselerin yanı sıra Özel Öğretim Kurslarına ve Etüt Eğitim Merkezlerine dönüşebilmelerinin yolu açılmıştır.

Özel dershaneciler olarak bugüne değin eğitim sistemimizdeki değişiklikler karşısında zarar görsek, maddi kayıplara uğrasak da değişen koşullara göre eğitim hizmetlerimizi sürdürmeye çalıştık. Ancak bu son düzenlemelerle pek çok kurumumuzun önemli hak kayıplarına uğradığı da belirtilmesi gereken başka bir gerçektir.

MEB yetkililerinin açıklamalarına göre; Kanun’un yayımlandığı 14 Mart 2014 tarihi itibariyle faal olan 3530 dershanenin 2290’ı dönüşüm programına başvurduğunu, Ağustos 2015 itibariyle bu kurumlardan 1233’ü temel lise ve diğer özel öğretim kurumlarına dönüşüm işlemlerini tamamladığını biliyoruz.

Bu döneme kadar farklı nedenlerle dönüşüme başvurmayan ve faaliyetlerine devam edecek dershanelerin Özel Temel Lise, Özel Öğretim Kursları ve Etüt Eğitim Merkezlerine veya diğer özel öğretim kurumlarına dönüşebilmeleri için Bakanlığın açıkladığı son tarih 31 Ağustos 2015’e kadar başvuruda bulunmaları gerekmektedir.

Bu tarihten sonra dönüşemeyen kurumların kapanmak durumunda kalacağı, bunların uğradıkları/uğrayacakları hak kayıpları, dönüşen kurumların yaşayabileceği sorunlar, mevcut ve ortaya çıkabilecek izinsiz faaliyetlerin artması gibi sorunların yanı sıra açılmış ve yeni açılan özel okulların ve örgün eğitim sisteminin bu süreçten nasıl etkilenecekleri gibi pek çok konu özel öğretim kurumları açısından bakıldığında üzerinde durulmayı gerektiren sorunlardan olacaktır.

Gerek özel öğretim gerek eğitim çalışmalarıyla, temsil ettiği sektörün görüş ve önerilerini kamuoyuyla paylaşma, ülke genelinde öğrencilerimizi bir üst öğrenim kurumlarına hazırlama ve onların örgün eğitimdeki eksikliklerini tamamlama, ülke geneli sınav denemeleri uygulamaları, yayıncılık faaliyetleri, farklı eğitim etkinlikleriyle ve 30 yıllık geçmişiyle kamuoyunun saygınlığını kazanmış olan ÖZDEBİR; özel dershane kurucuları tarafından 1985’te kurulan ve 30 yıldır özel dershanelerimizin sorunlarına çözümler üretmenin yanında ülkemiz eğitimine de önemli katkılar veren; çağdaş, demokratik, laik ve bilimsel eğitim ilkelerini önde tutan ilk örgütlü yapısıdır.

2013 Kasım’ına kadar Özel Dershaneler Birliği Derneği adıyla çalışmalarını sürdüren ve sektörün önemli bir bölümünü çatısı altında toplayan ÖZDEBİR, 18 Kasım 2013’te yapılan 17. Olağan Genel Kurulundaki tüzük değişikliğiyle tüm özel öğretim kurumlarını kucaklayacak bir yapıya dönülmesine karar vermiş ve Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği adını almıştır.

Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği olarak son yıllarda 1300’e yakın dershaneye ve 500’e yakın resmi ve özel öğretim kurumuna kendi alanında hizmet sunmuştur. Yaptığımız tüm çalışmalarda dün olduğu gibi bugün de eğitimi, ulusal çıkarlarımızla bütünleştiren, üyelerinin yasal hak ve taleplerini önceliklendiren bir sivil toplum örgütü olma kararlılığımızla çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz.

31 Ağustos 2015’e kadar devam edecek dönüşüm başvuruları ile sürece dahil olacak dershane sayısı da ortaya çıkacaktır. Sürece dahil olamayan dershanelerimiz önemli hak kayıplarına uğrayacak ve ne yazık ki mevzuat gereği kapanmak durumunda kalacaklardır. ÖZDEBİR, yasal sınırlar içinde mevcut ve yeni üyelerinin sorunlarını yüksek sesle dillendirmeyi; eğitim öğretim hizmetlerini üyelerinden, hukuktan ve yasalardan aldığı güçle sürdürecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle 2015-2016 Öğretim Yılının ülkemize, tüm eğitimcilerimize, tüm ebeveyn ve öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum.

> Yeni Bir Öğretim Yılına Başlarken

Faruk Köprülü / ÖZDEBİR Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

Yeni bir öğretim yılına, çözülmeyen eğitim sorunları ve bunlara eklenen yeni sorunlarla giriyoruz. Üstüne üstlük ekonomiden güvenliğe pek çok alanda ülkemiz önemli sorunlarla karşı karşıya.

Bu sorunlar kuşkusuz birbirinden bağımsız düşünülmese de eğitime, özel olarak da özel öğretime ve dershanelerin dönüşüm sürecine ilişkin bir değerlendirme ile sınırlı olacak söyleyeceklerimiz.

Hatırlanacağı gibi Özel dershanelerin özel öğretim kurumlarına dönüşmeleri dönüşemeyenlerin kapanmaları 14 Mart 2014’te yürürlüğe giren 6528 sayılı Yasa’yla kabul edilmişti. Gerek bu yasanın kabul edilmesinden önce, gerek Anayasa Mahkemesine götürülmesi ve sonraki süreçte hem özel dershanelerin köklü bir kurumu ÖZDEBİR adına hem de şahsım olarak yaptığımız tüm çalışmalarımızda toplumsal yararı önde tuttuğumuzu, her aşamasında; üyelerimizi, eğitim çevrelerini, kamuoyunu konuyla ilgili olarak bilgilendirmeye çalıştığımızı bir kez daha belirtmek isterim.

18 Nisan 2014’te Anayasa Mahkemesine taşınan ve Mahkemenin 14 Mayıs 2014'teki toplantısında esastan görüşülmesine karar verilen bu Yasa’nın itiraza konu maddeleri 14 ay sonra Anayasa Mahkemesi’nin 13 Temmuz 2015 tarihli toplantısında görüşülmüş ve Özel Öğretim Kurumları Kanununda yer alan, dershanelerin özel öğretin kurumları kapsamından çıkarılması ve mevcut dershanelerin faaliyetlerinin 1 Eylül 2015 tarihine kadar devam edeceğine ilişkin düzenlemeler iptal edilmişti.

Anayasa Mahkemesi, bu kararından önce 8 Temmuz 2015 tarihinde sektör temsilcisi olarak ÖZDEBİR’i davet etmiş ve Kurumum adına Anayasa Mahkemesi Heyeti önünde “Türkiye’de dershaneciliğin gelişim süreci, Dünya’da dershanecilik ve ek eğitim hizmeti veren kurumlar, Dünya’da eğitim kurumlarının yasayla kapatılmasının örneğinin olmadığı ve Ülkemizde de dershanelere ihtiyacın devam ettiği ve yasayla kapatılmaması gerektiği” gibi bu ve buna benzer daha birçok konuya değinerek dershanelerin devamını savunmuştum. Burada yeri gelmişken AYM üyelerine; “birçok kurumun dönüştüğünü verilecek kararın her ne olursa olsun mutlaka bir diğer tarafın bundan zarar göreceğini, mahkemenin kararının çok gecikmiş bir karar olduğunu…” ifade ettiğimi de belirmek isterim.

Yüksek Mahkemenin konu hakkındaki gerekçeli kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra MEB tarafından gerekli düzenlemelerin yapılacağı bildirilmiş, 8 Ağustos 2015 tarih ve 9439 sayılı Resmi Gazete’de Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde değişiklik yapan Yönetmelik yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Dönüşen kurumlarımızın gecikme nedeniyle mevcut durumlarıyla kalması talepleri, dönüşemeyen kurumlarımızın haklı olarak dershanelerin devamını arzulamaları ikilemi bizleri de gerçekten çok zorlamıştır. Bir yanda dönüşüm sürecine dahil olan kurumlar, diğer yanda dönüşüme şu ya da bu nedenle dahil olamayan/olmayan kurumlarımızın durumları karşısında sürecin ÖZDEBİR açısından da ne kadar zor bir süreç olduğunu kamuoyunun ve özel öğretimcilerimizin takdirine sunuyorum.

Yayınlanan yönetmelik değişikliği ile gelinen nokta da henüz dönüşümünü gerçekleştirmeyen dershanelerin Özel Temel Liselerin yanı sıra Özel Öğretim Kurslarına ve Etüt Eğitim Merkezlerine dönüşebilmelerinin yolu açılmıştır.

Özel dershaneciler olarak bugüne değin eğitim sistemimizdeki değişiklikler karşısında zarar görsek, maddi kayıplara uğrasak da değişen koşullara göre eğitim hizmetlerimizi sürdürmeye çalıştık. Ancak bu son düzenlemelerle pek çok kurumumuzun önemli hak kayıplarına uğradığı da belirtilmesi gereken başka bir gerçektir.

MEB yetkililerinin açıklamalarına göre; Kanun’un yayımlandığı 14 Mart 2014 tarihi itibariyle faal olan 3530 dershanenin 2290’ı dönüşüm programına başvurduğunu, Ağustos 2015 itibariyle bu kurumlardan 1233’ü temel lise ve diğer özel öğretim kurumlarına dönüşüm işlemlerini tamamladığını biliyoruz.

Bu döneme kadar farklı nedenlerle dönüşüme başvurmayan ve faaliyetlerine devam edecek dershanelerin Özel Temel Lise, Özel Öğretim Kursları ve Etüt Eğitim Merkezlerine veya diğer özel öğretim kurumlarına dönüşebilmeleri için Bakanlığın açıkladığı son tarih 31 Ağustos 2015’e kadar başvuruda bulunmaları gerekmektedir.

Bu tarihten sonra dönüşemeyen kurumların kapanmak durumunda kalacağı, bunların uğradıkları/uğrayacakları hak kayıpları, dönüşen kurumların yaşayabileceği sorunlar, mevcut ve ortaya çıkabilecek izinsiz faaliyetlerin artması gibi sorunların yanı sıra açılmış ve yeni açılan özel okulların ve örgün eğitim sisteminin bu süreçten nasıl etkilenecekleri gibi pek çok konu özel öğretim kurumları açısından bakıldığında üzerinde durulmayı gerektiren sorunlardan olacaktır.

Gerek özel öğretim gerek eğitim çalışmalarıyla, temsil ettiği sektörün görüş ve önerilerini kamuoyuyla paylaşma, ülke genelinde öğrencilerimizi bir üst öğrenim kurumlarına hazırlama ve onların örgün eğitimdeki eksikliklerini tamamlama, ülke geneli sınav denemeleri uygulamaları, yayıncılık faaliyetleri, farklı eğitim etkinlikleriyle ve 30 yıllık geçmişiyle kamuoyunun saygınlığını kazanmış olan ÖZDEBİR; özel dershane kurucuları tarafından 1985’te kurulan ve 30 yıldır özel dershanelerimizin sorunlarına çözümler üretmenin yanında ülkemiz eğitimine de önemli katkılar veren; çağdaş, demokratik, laik ve bilimsel eğitim ilkelerini önde tutan ilk örgütlü yapısıdır.

2013 Kasım’ına kadar Özel Dershaneler Birliği Derneği adıyla çalışmalarını sürdüren ve sektörün önemli bir bölümünü çatısı altında toplayan ÖZDEBİR, 18 Kasım 2013’te yapılan 17. Olağan Genel Kurulundaki tüzük değişikliğiyle tüm özel öğretim kurumlarını kucaklayacak bir yapıya dönülmesine karar vermiş ve Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği adını almıştır.

Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği olarak son yıllarda 1300’e yakın dershaneye ve 500’e yakın resmi ve özel öğretim kurumuna kendi alanında hizmet sunmuştur. Yaptığımız tüm çalışmalarda dün olduğu gibi bugün de eğitimi, ulusal çıkarlarımızla bütünleştiren, üyelerinin yasal hak ve taleplerini önceliklendiren bir sivil toplum örgütü olma kararlılığımızla çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz.

31 Ağustos 2015’e kadar devam edecek dönüşüm başvuruları ile sürece dahil olacak dershane sayısı da ortaya çıkacaktır. Sürece dahil olamayan dershanelerimiz önemli hak kayıplarına uğrayacak ve ne yazık ki mevzuat gereği kapanmak durumunda kalacaklardır. ÖZDEBİR, yasal sınırlar içinde mevcut ve yeni üyelerinin sorunlarını yüksek sesle dillendirmeyi; eğitim öğretim hizmetlerini üyelerinden, hukuktan ve yasalardan aldığı güçle sürdürecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle 2015-2016 Öğretim Yılının ülkemize, tüm eğitimcilerimize, tüm ebeveyn ve öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum.

Son Güncelleme: Salı, 29 Eylül 2015 16:02

Gösterim: 3759


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.