Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Uzmanlar, tedavi edilmeyen takıntı ve tiklerin özellikle çocuklarda özgüven kaybına yol açtığını sosyal yaşamı bozduğunu ve okul başarısını olumsuz etkilediğini belirtiyor.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elvan İşeri, AA muhabirine yaptığı açıklamada, takıntı ile tiklerin birbirinden farklı olduğunu ve tedavi yöntemlerinin değiştiğini söyledi.
Takıntı veya tik sahibi kişinin toplumda farkılaştırıldığını ve bunun kişinin yaşamını olumsuz etkileyebildiğini belirten İşeri, "Özellikle okul çağı çocuklarında, takıntı ve tiklerin çocuğun okul başarısını, duygusal ve sosyal yaşantısını olumsuz etkilediğini" vurguladı.
Takıntının, bilimsel olarak "obsesif kompulsif bozukluk" olarak isimlendirildiğini hem çocukluk hem de erişkinlikte başlayabileceğini ifade eden İşeri, bu bozuklukta kişinin aklına onu rahatsız eden zorlayıcı düşünceler geldiğini, aslında bu düşüncelerden çok da rahatsızlık duyduğunu hatta saçma bulduğunu ancak düşünmekten kendini alıkoyamadığını anlattı.
"Obsesyon" denilen bu zorlayıcı düşüncelerden kurtulabilmek için yapılan tekrarlayıcı davranışlara ise "kompulsiyon" isminin verildiğini ifade etti. İşeri, "Düşüncenin etkisiyle yapılan bu davranışlar belli bir amaca yöneliktir. Kişi, davranışı zihnindeki o düşünceden kurtulmak için yapar. Davranış sonrası rahatlama yaşansa da düşünce tekrar aynı şekilde zorlayabilir ve bu durum bir kısırdöngüye dönüşür ve kişinin çok zamanını alır" dedi.
Bir yere dokununca kirlendiğini düşünen kişinin bu fikirden uzaklaşmak için sürekli elini yıkamasının, yıkandığı ve temizlendiğinden emin olamayıp bu davranışı tekrarlamasının, bir yere 3 kez oturup kalkmazsa bir şeye dokunmaz ya da vurmazsa annesine kötü birşey olacağını düşünüp gün içince defalarca oturduğu yerden kalkıp kalkıp oturma, bir yere vurma, dokunma gibi davranış tekrarlarının "obsesif kompulsif bozukluk" olduğunu vurgulayan İşeri, bu durumun tik bozukluğundan çok farklı olduğunu tiklerdeki tekrarlayıcı hareketlerin istemsiz kas kasılmaları olduğunun altını çizdi.
İşeri, tiklerin gün içinde tekrarlayıcı ancak ritmik olmadığını, erkek çocuklarda daha fazla görüldüğünü ve en sık baş boyun bölgesinde olduğunu ifade etti.
Tiklerin göz kırpma, burun ya da ağız kenarının çekilmesi, omuz atma, boyun çevirme gibi motor tikler olabileceği gibi boğaz temizleme sesi, burundan nefes alma-verme halinde duyulan ses, inilti ya da çığlık atma gibi gibi ses tiklerine de rastlandığını belirten İşeri, bunların kısa süreli olarak baskılanabilse de uzun süre kontrol edilemeyeceğine işaret etti.
"Kesinlikle ceza verilmemeli"
Takıntı ve tikleri olan kişilere çevredekilerin "yapmamaları" konusunda ısrarcı olmamaları gerektiğinin altını çizen işeri, şunları kaydetti:
"Takıntı ve tik durumunda, bir çocuk psikiyatristine başvurulması gerekir. Tik yapan çocucuğun kesinlikle ceza almaması, utandırılmaması, kızılarak uyarılmaması gerekir. Özellikle ses tikleri sınıfta öğretmen ve diğer çocukları da etkiler, ses tiki olan bir çocuk ani ses çıkarabilir, boğaz temizleme, öksürük gibi arkadaşlarının konsantresini bozacak gürültüye neden olabilir ama unutulmamalıdır ki bu bilinçli yapılmamaktadır ve asla bu davranışından ötürü ceza almamalıdır.
Bu çocuklara olumsuz yaklaşıldığında tik bozukluğu olan kişinin üstündeki stres ve dolayısıyla tiklerin şiddeti artacaktır. Bu durumda, aile ve öğretmenine 'istemsiz' yapıldığına yönelik bilgi verilmesi ve bunun nöropsikiyatrik bir hastalığın belirtileri olduğu anlatılmalıdır"
Takıntı ve tikler tedavi edilmediğinde yalnızlaştırabiliyor
Takıntı ve tiklerin kişinin sosyal yaşam kalitesini bozduğunu, kimi zaman yalnızlaştırdığını kimi zaman özgüven kaybına neden olabildiğine dikkati çeken İşeri, "takıntılı olan bir çocuğun ev ödevlerini geç bitirme, okula geç kalma, sınavlarda soruları yetiştirememe" gibi sorunlar ile karşı karşıya kalabildiğini söyledi.
İşeri, "Kötü yazdığını düşünen bir çocuk, saatlerce ev ödevlerini bitiremez, yazıp yazıp siler, bir türlü beğenmez. Kapıyı kapatmadığını düşünen bir çocuk, defalarca evden çıktıktan sonra odasına girip kontrol etmek için eve döner ve okula geç kalır, sınavda doğru şıkkı belirgin işaretlemediğini düşünen çocuk, defalarca aynı soruya ilişkin cevap şıkkını işaretleyip siler ve diğer soruları yapamaz" dedi.
Tik bozukluğu olan çocukların da çevre tarafından tuhaf karşılanacağı endişesiyle içine kapanması, toplum içinde olmaktan kaçınma gibi sorunlar yaşayabileceğini ifade eden İşeri, bunların çocuğu yalnızlaştırabildiğini bildirdi.
Tedavisi mümkün
Takıntı ve tikin tedavisinin mümkün olduğunun altını çizen İşeri, tiklerin ortaya çıkmasında etkili olan biyolojik mekanizmaların ilaç kullanımıyla geriletilebildiğini söyledi.
İşeri, "Bir yıla kadar tüm tikler geçici tik olarak değerlendirilir. Çocuğun içinde bulunduğu ortamın değerlendirilmesi, stresin azaltılması gibi yöntemler uygulanır ve hem aileye hem çocuğa danışmanlık verilir. Süre bir yılın üstüne çıkıldığında ise kronik kabul edilir ve ilaç tedavisine alınır.Takıntılar içinse de hem ilaç tedavisinin hem de bilişsel davranışcı yöntemlerin yararı büyüktür " diye konuştu.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Uzmanlar, tedavi edilmeyen takıntı ve tiklerin özellikle çocuklarda özgüven kaybına yol açtığını sosyal yaşamı bozduğunu ve okul başarısını olumsuz etkilediğini belirtiyor.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elvan İşeri, AA muhabirine yaptığı açıklamada, takıntı ile tiklerin birbirinden farklı olduğunu ve tedavi yöntemlerinin değiştiğini söyledi.
Takıntı veya tik sahibi kişinin toplumda farkılaştırıldığını ve bunun kişinin yaşamını olumsuz etkileyebildiğini belirten İşeri, "Özellikle okul çağı çocuklarında, takıntı ve tiklerin çocuğun okul başarısını, duygusal ve sosyal yaşantısını olumsuz etkilediğini" vurguladı.
Takıntının, bilimsel olarak "obsesif kompulsif bozukluk" olarak isimlendirildiğini hem çocukluk hem de erişkinlikte başlayabileceğini ifade eden İşeri, bu bozuklukta kişinin aklına onu rahatsız eden zorlayıcı düşünceler geldiğini, aslında bu düşüncelerden çok da rahatsızlık duyduğunu hatta saçma bulduğunu ancak düşünmekten kendini alıkoyamadığını anlattı.
"Obsesyon" denilen bu zorlayıcı düşüncelerden kurtulabilmek için yapılan tekrarlayıcı davranışlara ise "kompulsiyon" isminin verildiğini ifade etti. İşeri, "Düşüncenin etkisiyle yapılan bu davranışlar belli bir amaca yöneliktir. Kişi, davranışı zihnindeki o düşünceden kurtulmak için yapar. Davranış sonrası rahatlama yaşansa da düşünce tekrar aynı şekilde zorlayabilir ve bu durum bir kısırdöngüye dönüşür ve kişinin çok zamanını alır" dedi.
Bir yere dokununca kirlendiğini düşünen kişinin bu fikirden uzaklaşmak için sürekli elini yıkamasının, yıkandığı ve temizlendiğinden emin olamayıp bu davranışı tekrarlamasının, bir yere 3 kez oturup kalkmazsa bir şeye dokunmaz ya da vurmazsa annesine kötü birşey olacağını düşünüp gün içince defalarca oturduğu yerden kalkıp kalkıp oturma, bir yere vurma, dokunma gibi davranış tekrarlarının "obsesif kompulsif bozukluk" olduğunu vurgulayan İşeri, bu durumun tik bozukluğundan çok farklı olduğunu tiklerdeki tekrarlayıcı hareketlerin istemsiz kas kasılmaları olduğunun altını çizdi.
İşeri, tiklerin gün içinde tekrarlayıcı ancak ritmik olmadığını, erkek çocuklarda daha fazla görüldüğünü ve en sık baş boyun bölgesinde olduğunu ifade etti.
Tiklerin göz kırpma, burun ya da ağız kenarının çekilmesi, omuz atma, boyun çevirme gibi motor tikler olabileceği gibi boğaz temizleme sesi, burundan nefes alma-verme halinde duyulan ses, inilti ya da çığlık atma gibi gibi ses tiklerine de rastlandığını belirten İşeri, bunların kısa süreli olarak baskılanabilse de uzun süre kontrol edilemeyeceğine işaret etti.
"Kesinlikle ceza verilmemeli"
Takıntı ve tikleri olan kişilere çevredekilerin "yapmamaları" konusunda ısrarcı olmamaları gerektiğinin altını çizen işeri, şunları kaydetti:
"Takıntı ve tik durumunda, bir çocuk psikiyatristine başvurulması gerekir. Tik yapan çocucuğun kesinlikle ceza almaması, utandırılmaması, kızılarak uyarılmaması gerekir. Özellikle ses tikleri sınıfta öğretmen ve diğer çocukları da etkiler, ses tiki olan bir çocuk ani ses çıkarabilir, boğaz temizleme, öksürük gibi arkadaşlarının konsantresini bozacak gürültüye neden olabilir ama unutulmamalıdır ki bu bilinçli yapılmamaktadır ve asla bu davranışından ötürü ceza almamalıdır.
Bu çocuklara olumsuz yaklaşıldığında tik bozukluğu olan kişinin üstündeki stres ve dolayısıyla tiklerin şiddeti artacaktır. Bu durumda, aile ve öğretmenine 'istemsiz' yapıldığına yönelik bilgi verilmesi ve bunun nöropsikiyatrik bir hastalığın belirtileri olduğu anlatılmalıdır"
Takıntı ve tikler tedavi edilmediğinde yalnızlaştırabiliyor
Takıntı ve tiklerin kişinin sosyal yaşam kalitesini bozduğunu, kimi zaman yalnızlaştırdığını kimi zaman özgüven kaybına neden olabildiğine dikkati çeken İşeri, "takıntılı olan bir çocuğun ev ödevlerini geç bitirme, okula geç kalma, sınavlarda soruları yetiştirememe" gibi sorunlar ile karşı karşıya kalabildiğini söyledi.
İşeri, "Kötü yazdığını düşünen bir çocuk, saatlerce ev ödevlerini bitiremez, yazıp yazıp siler, bir türlü beğenmez. Kapıyı kapatmadığını düşünen bir çocuk, defalarca evden çıktıktan sonra odasına girip kontrol etmek için eve döner ve okula geç kalır, sınavda doğru şıkkı belirgin işaretlemediğini düşünen çocuk, defalarca aynı soruya ilişkin cevap şıkkını işaretleyip siler ve diğer soruları yapamaz" dedi.
Tik bozukluğu olan çocukların da çevre tarafından tuhaf karşılanacağı endişesiyle içine kapanması, toplum içinde olmaktan kaçınma gibi sorunlar yaşayabileceğini ifade eden İşeri, bunların çocuğu yalnızlaştırabildiğini bildirdi.
Tedavisi mümkün
Takıntı ve tikin tedavisinin mümkün olduğunun altını çizen İşeri, tiklerin ortaya çıkmasında etkili olan biyolojik mekanizmaların ilaç kullanımıyla geriletilebildiğini söyledi.
İşeri, "Bir yıla kadar tüm tikler geçici tik olarak değerlendirilir. Çocuğun içinde bulunduğu ortamın değerlendirilmesi, stresin azaltılması gibi yöntemler uygulanır ve hem aileye hem çocuğa danışmanlık verilir. Süre bir yılın üstüne çıkıldığında ise kronik kabul edilir ve ilaç tedavisine alınır.Takıntılar içinse de hem ilaç tedavisinin hem de bilişsel davranışcı yöntemlerin yararı büyüktür " diye konuştu.
Son Güncelleme: Perşembe, 12 Eylül 2013 12:00
Gösterim: 937
Dünyada fiziksel hareketsizlik nedeniyle her yıl 3,2 milyon kişinin hayatını kaybettiği belirtildi.
Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Halk Sağlığı Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Hilal Özcebe, Türkiye'de 2001 yılından bu yana 3-9 Eylül tarihlerinin Halk Sağlığı Haftasıolarak kutlandığı söyledi. Sağlık Bakanlığı tarafından bu yılın konusunun "Sağlık için hareket edelim" olarak belirlendiğini ifade eden Özcebe, fiziksel aktivitenin, vücudun enerji harcaması gerektiren hareketleri olarak tanımlandığını bildirdi.
Özcebe, "dünyada fiziksel hareketsizlik nedeniyle her yıl 3,2 milyon kişinin yaşamını kaybettiğini" vurgulayarak, yürümek, bisiklete binmek, spor yapmak gibi düzenli aktivitenin insan sağlığı açısından çok yararlı olduğunu, Hareket etmenin, kalp ve damar hastalıkları, şeker hastalığı, bağırsak ve meme kanseri ile depresyon görülme riskini de düşürdüğünü ayrıca kemik kırıkları ve vücut ağırlığının artmasını da önlediğine işaret etti.
Hareket etmenin yüksek tansiyon riskini de önemli ölçüde azalttığının altını çizen Özcebe, bu nedenle düzenli fiziksel aktivite yapılması gerektiğine dikkat çekmek için farkındalığın artırılması gerektiğini dile getirdi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Dünyada fiziksel hareketsizlik nedeniyle her yıl 3,2 milyon kişinin hayatını kaybettiği belirtildi.
Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Halk Sağlığı Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Hilal Özcebe, Türkiye'de 2001 yılından bu yana 3-9 Eylül tarihlerinin Halk Sağlığı Haftasıolarak kutlandığı söyledi. Sağlık Bakanlığı tarafından bu yılın konusunun "Sağlık için hareket edelim" olarak belirlendiğini ifade eden Özcebe, fiziksel aktivitenin, vücudun enerji harcaması gerektiren hareketleri olarak tanımlandığını bildirdi.
Özcebe, "dünyada fiziksel hareketsizlik nedeniyle her yıl 3,2 milyon kişinin yaşamını kaybettiğini" vurgulayarak, yürümek, bisiklete binmek, spor yapmak gibi düzenli aktivitenin insan sağlığı açısından çok yararlı olduğunu, Hareket etmenin, kalp ve damar hastalıkları, şeker hastalığı, bağırsak ve meme kanseri ile depresyon görülme riskini de düşürdüğünü ayrıca kemik kırıkları ve vücut ağırlığının artmasını da önlediğine işaret etti.
Hareket etmenin yüksek tansiyon riskini de önemli ölçüde azalttığının altını çizen Özcebe, bu nedenle düzenli fiziksel aktivite yapılması gerektiğine dikkat çekmek için farkındalığın artırılması gerektiğini dile getirdi.
Son Güncelleme: Pazartesi, 09 Eylül 2013 14:49
Gösterim: 694
Okula yeni başlayan çocuklarda görülebilen "okul reddi" durumunda, çocuğun teşvik edilerek cesaretlendirilmesi, çabalarının övülmesi ve ödüllendirilmesi öneriliyor.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elvan İşeri, AA muhabirine, ayrılık kaygısının belirli derecesinin, çocuğun normal gelişiminin beklenen bir parçası olduğunu söyledi.
Okula yeni başlayan çocuklarda ayrılık kaygısının görülmesinin de belli seviyeye kadar normal karşılanması gerektiğine işaret eden İşeri, 3 yaşındaki çocukların çoğunun, ayrılmanın geçici olduğunu anlayabilecek bilişsel kapasiteyi kazandığını, yokluğunda annesine ait iç imajını koruyabildiğini anlattı.
Bu nedenle 3-5 yaşları arasında ayrılık kaygısının azaldığının altını çizen İşeri, "Ayrılık kaygısı bozukluğu olan çocuklardaki tepkiler okul reddi, ayrılma durumunda sıkıntı ve korku, ayrılma sezildiğinde mide ağrısı, başağrısı gibi yineleyen bedensel belirtiler ve ayrılmaya yönelik kabuslar şeklinde olabilir" diye konuştu.
İşeri, 12 yaş altındaki çocuklarda en yaygın görülen kaygı bozukluğunun, ayrılık kaygısı bozukluğu olduğuna dikkati çekerek, yaşla azalan budurumun en fazla 7-8 yaşlarında hissedildiğini anlattı. İşeri, "Ayrılık kaygısının yaygınlığı, okul çağı çocuklarında yüzde 4, tüm ergenlerde yüzde 1,6 olarak bildirilmektedir" dedi.
"İlaç tedavisi eklenebilir"
"Ayrılma kaygısı bozukluğunda, okul reddi sıktır" diyen İşeri, bunun davranım bozukluğuna bağlı okul reddinden ayırt edilmesi gerektiğini vurguladı. İşeri, "Ayrılık kaygısı bozukluğunda çocuk okuldan eve dönmek için kaçarken, diğer gruptaki çocuklar ailenin bilgisi dışında akranlarıyla gezmektedirler" ifadesini kullandı.
Bu sorunu yaşayan çocuklar için çocuk, aile, okul ve arkadaş çevresini içine alan kapsamlı bir tedavi planı gerektiğini ifade eden İşeri, "Çocuk okula devam etmesi konusunda cesaretlendirilmeli, teşvik edilmelidir. Çocuğun katkıları övülmeli ve ödüllendirilmelidir. Fakat tüm gün okula dönmek bunaltıcı oluyorsa çocuğun okulda kalma süresini giderek artırılacak bir program yapılmalıdır. Destekleyici ve davranışsal yöntemlerin yeterli olmadığı durumlarda ilaç tedavisi eklenebilir" bilgisini verdi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Okula yeni başlayan çocuklarda görülebilen "okul reddi" durumunda, çocuğun teşvik edilerek cesaretlendirilmesi, çabalarının övülmesi ve ödüllendirilmesi öneriliyor.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elvan İşeri, AA muhabirine, ayrılık kaygısının belirli derecesinin, çocuğun normal gelişiminin beklenen bir parçası olduğunu söyledi.
Okula yeni başlayan çocuklarda ayrılık kaygısının görülmesinin de belli seviyeye kadar normal karşılanması gerektiğine işaret eden İşeri, 3 yaşındaki çocukların çoğunun, ayrılmanın geçici olduğunu anlayabilecek bilişsel kapasiteyi kazandığını, yokluğunda annesine ait iç imajını koruyabildiğini anlattı.
Bu nedenle 3-5 yaşları arasında ayrılık kaygısının azaldığının altını çizen İşeri, "Ayrılık kaygısı bozukluğu olan çocuklardaki tepkiler okul reddi, ayrılma durumunda sıkıntı ve korku, ayrılma sezildiğinde mide ağrısı, başağrısı gibi yineleyen bedensel belirtiler ve ayrılmaya yönelik kabuslar şeklinde olabilir" diye konuştu.
İşeri, 12 yaş altındaki çocuklarda en yaygın görülen kaygı bozukluğunun, ayrılık kaygısı bozukluğu olduğuna dikkati çekerek, yaşla azalan budurumun en fazla 7-8 yaşlarında hissedildiğini anlattı. İşeri, "Ayrılık kaygısının yaygınlığı, okul çağı çocuklarında yüzde 4, tüm ergenlerde yüzde 1,6 olarak bildirilmektedir" dedi.
"İlaç tedavisi eklenebilir"
"Ayrılma kaygısı bozukluğunda, okul reddi sıktır" diyen İşeri, bunun davranım bozukluğuna bağlı okul reddinden ayırt edilmesi gerektiğini vurguladı. İşeri, "Ayrılık kaygısı bozukluğunda çocuk okuldan eve dönmek için kaçarken, diğer gruptaki çocuklar ailenin bilgisi dışında akranlarıyla gezmektedirler" ifadesini kullandı.
Bu sorunu yaşayan çocuklar için çocuk, aile, okul ve arkadaş çevresini içine alan kapsamlı bir tedavi planı gerektiğini ifade eden İşeri, "Çocuk okula devam etmesi konusunda cesaretlendirilmeli, teşvik edilmelidir. Çocuğun katkıları övülmeli ve ödüllendirilmelidir. Fakat tüm gün okula dönmek bunaltıcı oluyorsa çocuğun okulda kalma süresini giderek artırılacak bir program yapılmalıdır. Destekleyici ve davranışsal yöntemlerin yeterli olmadığı durumlarda ilaç tedavisi eklenebilir" bilgisini verdi.
Son Güncelleme: Cumartesi, 07 Eylül 2013 14:40
Gösterim: 1488
Uzmanlar, okul sıralarının çocukların gelişimine uygun olmasına önem verilmesi gerektiğini belirterek, birinci sınıfa giden çocukla beşinci sınıfa giden çocuğun oturduğu sıranın aynı olmaması gerektiği uyarısında bulunuyor.
Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi Travmotoloji ve Ortopedi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erhan Sesli, okullarda serbest kıyafet uygulaması ile çocukların sağlıklı giyinmesi konusunda anne babaların sorumluluğunun arttığını belirterek, "Mevsime uygun olmayan biçimde kalın giydirilen ve bu nedenle aşırı terleyen çocuklarda kas spazmları gelişebilir" dedi.
Prof. Dr. Sesli, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yeni eğitim ve öğretim yılında çok sayıda çocuğun ilk kez okulla tanışacağını, gelişim sürecindeki minik bedenlerin dikkatle takip edilmesi gerektiğini söyledi.
Öğrenci kılık ve kıyafetlerinde, velilerin tercihi doğrultusunda önlük ve forma zorunluluğunun ortadan kalkabildiğini hatırlatan Sesli, "Okullarda serbest kıyafet uygulamasıyla çocuğun doğru ve sağlıklı giyinmesi konusunda ebeveynlerin sorumluluğu arttı. Mevsime uygun olmayan biçimde çok kalın giydirilen ve bu nedenle aşırı terleyen çocuklarda kas spazmları gelişebilir" dedi.
Çocukların, doğumdan itibaren kemik gelişimine bağlı büyüme ağrısı yaşayabildiğini hatırlatan Sesli, şöyle konuştu:
"Küçük çocuklarda kıkırdaklardan kaynaklanan büyüme ağrıları olur. Sağlık açısından sıkıntı oluşturmayan ancak çocuğa dönem dönem sıkıntı verebilen bu fizyolojik ağrıların üzerine bir de kas spazmının sancısını eklememek için aileler biraz daha dikkatli olabilir. Kas spazmları açısından çocukların çok aşırı terlemesini önlemek gerekir. Buna karşılık çocuğun üşümediğinden de emin olmak şart. Kıyafetlerin mevsime uygun seçilmesi gerekli. Hatalı kıyafet tercihi nedeniyle ortopedik sıkıntıların yaşanmasına hiç gerek yok. Anne babalar, okula başlayan çocukları ne kadar küçükçe o kadar dikkatli olmalı."
"Birinci ve beşinci sınıftaki çocuk aynı sıraya oturmamalı"
Okulların açılmasıyla binlerce çocuğun, omuzlarında sırt çantasını taşımaya başlayacağını hatırlatan Sesli, "Özellikle okula yeni başlayan çocukların kemik gelişimleri yeteri kadar güçlü olmadığı için ağırlık taşımamaları konusunda çok dikkatli olunmalı" uyarısında bulundu.
Kemik gelişiminin sağlıklı yaşanmasının, yetişkinlikte karşılaşılabilecek ciddi sağlık sorunlarının önüne geçeceğine dikkati çeken Sesli, şöyle devam etti:
"Sırtta taşınan çantalar, omurga gelişimi açısından çok masum değil. Mümkünse çocukların, sırt ya da el çantası değil, sürüyerek çekilen çanta taşımalarında büyük yarar var. Ebeveyn, çeşitli nedenlerle o tür bir çanta alamıyorsa sırt çantasının her iki omuzda taşınmasını sağlamaları daha iyi olur. Elde taşınan özellikle ağır çantalar, omurga gelişimi için zararlı. Omurgaya ağırlık binmemesine çok dikkat etmek gerekir. Ayrıca anne babalar sınıfları ziyaret ederek sıraları incelemeli, çünkü çocuğun oturma şeklinde masa yüksekliğinin büyük önemi var. Bedenin masaya doğru yığılmaması, dik oturuşun sağlanması ve sırt ile bel kavisinin otururken de muhafaza edilmesi lazım. Okul sıralarının da çocukların gelişimine uygun olmasına önem verilmeli. Büyümekte olan çocukların vücut şekilleri sürekli değişir. Birinci sınıfa giden çocukla beşinci sınıfa giden çocuğun oturduğu sıra aynı olamaz."
Okul ayakkabısı tercihini yaparken, üzeri yumuşak olmayan, ayak bileğini kavrayan ayakkabıların tercih edilmesinin önemine işaret eden Sesli, anatomik ayakkabı seçiminin sağlıklı ayak gelişiminde ilk adım olduğunu kaydetti.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Uzmanlar, okul sıralarının çocukların gelişimine uygun olmasına önem verilmesi gerektiğini belirterek, birinci sınıfa giden çocukla beşinci sınıfa giden çocuğun oturduğu sıranın aynı olmaması gerektiği uyarısında bulunuyor.
Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi Travmotoloji ve Ortopedi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erhan Sesli, okullarda serbest kıyafet uygulaması ile çocukların sağlıklı giyinmesi konusunda anne babaların sorumluluğunun arttığını belirterek, "Mevsime uygun olmayan biçimde kalın giydirilen ve bu nedenle aşırı terleyen çocuklarda kas spazmları gelişebilir" dedi.
Prof. Dr. Sesli, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yeni eğitim ve öğretim yılında çok sayıda çocuğun ilk kez okulla tanışacağını, gelişim sürecindeki minik bedenlerin dikkatle takip edilmesi gerektiğini söyledi.
Öğrenci kılık ve kıyafetlerinde, velilerin tercihi doğrultusunda önlük ve forma zorunluluğunun ortadan kalkabildiğini hatırlatan Sesli, "Okullarda serbest kıyafet uygulamasıyla çocuğun doğru ve sağlıklı giyinmesi konusunda ebeveynlerin sorumluluğu arttı. Mevsime uygun olmayan biçimde çok kalın giydirilen ve bu nedenle aşırı terleyen çocuklarda kas spazmları gelişebilir" dedi.
Çocukların, doğumdan itibaren kemik gelişimine bağlı büyüme ağrısı yaşayabildiğini hatırlatan Sesli, şöyle konuştu:
"Küçük çocuklarda kıkırdaklardan kaynaklanan büyüme ağrıları olur. Sağlık açısından sıkıntı oluşturmayan ancak çocuğa dönem dönem sıkıntı verebilen bu fizyolojik ağrıların üzerine bir de kas spazmının sancısını eklememek için aileler biraz daha dikkatli olabilir. Kas spazmları açısından çocukların çok aşırı terlemesini önlemek gerekir. Buna karşılık çocuğun üşümediğinden de emin olmak şart. Kıyafetlerin mevsime uygun seçilmesi gerekli. Hatalı kıyafet tercihi nedeniyle ortopedik sıkıntıların yaşanmasına hiç gerek yok. Anne babalar, okula başlayan çocukları ne kadar küçükçe o kadar dikkatli olmalı."
"Birinci ve beşinci sınıftaki çocuk aynı sıraya oturmamalı"
Okulların açılmasıyla binlerce çocuğun, omuzlarında sırt çantasını taşımaya başlayacağını hatırlatan Sesli, "Özellikle okula yeni başlayan çocukların kemik gelişimleri yeteri kadar güçlü olmadığı için ağırlık taşımamaları konusunda çok dikkatli olunmalı" uyarısında bulundu.
Kemik gelişiminin sağlıklı yaşanmasının, yetişkinlikte karşılaşılabilecek ciddi sağlık sorunlarının önüne geçeceğine dikkati çeken Sesli, şöyle devam etti:
"Sırtta taşınan çantalar, omurga gelişimi açısından çok masum değil. Mümkünse çocukların, sırt ya da el çantası değil, sürüyerek çekilen çanta taşımalarında büyük yarar var. Ebeveyn, çeşitli nedenlerle o tür bir çanta alamıyorsa sırt çantasının her iki omuzda taşınmasını sağlamaları daha iyi olur. Elde taşınan özellikle ağır çantalar, omurga gelişimi için zararlı. Omurgaya ağırlık binmemesine çok dikkat etmek gerekir. Ayrıca anne babalar sınıfları ziyaret ederek sıraları incelemeli, çünkü çocuğun oturma şeklinde masa yüksekliğinin büyük önemi var. Bedenin masaya doğru yığılmaması, dik oturuşun sağlanması ve sırt ile bel kavisinin otururken de muhafaza edilmesi lazım. Okul sıralarının da çocukların gelişimine uygun olmasına önem verilmeli. Büyümekte olan çocukların vücut şekilleri sürekli değişir. Birinci sınıfa giden çocukla beşinci sınıfa giden çocuğun oturduğu sıra aynı olamaz."
Okul ayakkabısı tercihini yaparken, üzeri yumuşak olmayan, ayak bileğini kavrayan ayakkabıların tercih edilmesinin önemine işaret eden Sesli, anatomik ayakkabı seçiminin sağlıklı ayak gelişiminde ilk adım olduğunu kaydetti.
Son Güncelleme: Pazartesi, 09 Eylül 2013 09:15
Gösterim: 1475
Yalan söyleyenlerin, telefonda ya da bilgisayarda mesajlaşırken cevap verme süresinin daha uzun olduğu ortaya çıktı.
ABD'deki Brigham Young Üniversitesi'nden bilim adamlarının yaptığı araştırma, yalan söyleyenlerin, cevap verme süresinin daha uzun olduğunu, metinde daha fazla ekleme/çıkarma yaptıklarını ve normalden daha kısa cevaplar verdiklerini gösterdi.
Bilim adamları, mesajla destek hattına benzer, çevrimiçi görüşmelerin yapıldığı bir bilgisayar programı hazırladı.
ABD'deki iki büyük üniversiteden 100'den fazla öğrenci bilgisayar ortamında 30'ar soruya cevap verdi. Öğrencilerden cevapların yarısında yalan söylemeleri istendi.
Bilim adamları, "yalan cevapların" verilmesinin doğrulardan yüzde 10 daha fazla zaman aldığını ve bunlarda daha fazla ekleme/çıkarma yapıldığını, ayrıca bu yanıtların daha kısa olduğunu gördü.
Ancak araştırmacılar, "mesaja yanıt verme süresi daha uzun" diye kişileri hemen yalancılıkla suçlamamak gerektiğini, sonuçların "yalanın yakalanabilmesi" için bazı genel örnekler sunduğunu vurguladı.
Araştırma, "ACM Transactions on Management Information Systems" dergisinde yayımlandı.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Yalan söyleyenlerin, telefonda ya da bilgisayarda mesajlaşırken cevap verme süresinin daha uzun olduğu ortaya çıktı.
ABD'deki Brigham Young Üniversitesi'nden bilim adamlarının yaptığı araştırma, yalan söyleyenlerin, cevap verme süresinin daha uzun olduğunu, metinde daha fazla ekleme/çıkarma yaptıklarını ve normalden daha kısa cevaplar verdiklerini gösterdi.
Bilim adamları, mesajla destek hattına benzer, çevrimiçi görüşmelerin yapıldığı bir bilgisayar programı hazırladı.
ABD'deki iki büyük üniversiteden 100'den fazla öğrenci bilgisayar ortamında 30'ar soruya cevap verdi. Öğrencilerden cevapların yarısında yalan söylemeleri istendi.
Bilim adamları, "yalan cevapların" verilmesinin doğrulardan yüzde 10 daha fazla zaman aldığını ve bunlarda daha fazla ekleme/çıkarma yapıldığını, ayrıca bu yanıtların daha kısa olduğunu gördü.
Ancak araştırmacılar, "mesaja yanıt verme süresi daha uzun" diye kişileri hemen yalancılıkla suçlamamak gerektiğini, sonuçların "yalanın yakalanabilmesi" için bazı genel örnekler sunduğunu vurguladı.
Araştırma, "ACM Transactions on Management Information Systems" dergisinde yayımlandı.
Son Güncelleme: Cuma, 06 Eylül 2013 09:14
Gösterim: 942