Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Türkiye'nin çeviri destek programı TEDA ile dünya dillerinde en çok talep gören Türk edebiyatı yazarları Orhan Pamuk, Orhan Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin AA muhabirine verdiği bilgiye göre, dünyanın zengin edebi birikimine sahip ülkelerinin uzun yıllardır uyguladığı çeviri desteğini 2005 yılında 39 eserle başlatan Türkiye'nin "devri-i alemi" bugün bini aştı.
Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile ilgili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi (TEDA) kapsamında, 2005-2012 yılları arasında 791 farklı eser, 366 farklı yazar ve 357 farklı yayınevi desteklendi.
Bu süreçte, Türk edebiyatının dünya ile buluşması için 57 ülke ve 53 farklı dilde toplam bin 333 destek verilirken, bugüne kadar bin 5 eser de kitap tutkunlarının beğenisine sunuldu.
Orhan Pamuk, Orhan Kemal ve Ahmet Hamdi liste başı
Türk edebiyatının pek çok köşe taşı eseri ve önde gelen yazarlarının kitapları ard arda farklı dillerde yayımlanırken, TEDA'ya yapılan başvuralarla en çok çeviri desteği alan yazar Orhan Pamuk oldu. Eserleri 79 dile çevrilen Pamuk'un "Masumiyet Müzesi" kitabı 13 dilde yayımlanarak, en popüler eseri haline gelirken, "Kara Kitap"ı 11 dilde okuyucuyla buluştu.
Türk edebiyatında yazdığı toplumcu gerçekçi romanlarla tanınan Orhan Kemal, 51 destekle ikinci sırada yer aldı. Yazarın en bilinen eserlerinden "Baba Evi" 9, "Cemile" ise 8 dile çevrildi.
En çok desteklenen kitap "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"
43 dilde okura hitap ederek üçüncü sıraya yerleşen Ahmet Hamdi Tanpınar ise "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" eseriyle aynı zamanda en fazla desteklenen eserin de sahibi oldu. Türklerin doğu ile batı arasındaki bocalamasını irdeleyen eser, 22 dile çevrilirken, Tanpınar'ın en çok bilinen diğer eseri "Huzur" ise 18 dilde desteklendi.
Listede, Elif Şafak, Reşat Nuri Güntekin, Oya Baydar, Mario Levi, Aytül Akal, Ayfer Tunç, Hakan Günday da eserleri en çok dile çevrilen yazarlar arasında yerini aldı. "Kayıp Söz", "İstanbul Bir Masaldı", "Dualar Kalıcıdır", TEDA'dan destek verilen eserlerden oldu.
Türk edebiyatının devr-i alemi
Bakanlığın da yurt dışındaki kitap fuarlarına daha çok katılması ve TEDA'nın yaygınlaştırılması Türk edebiyatının bilinirliğini arttırdı. TEDA ile yalnızca çağdaş yazarları ve eserleri tanıştırılmadı, Yunus Emre, Mevlana, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif Ersoy gibi klasik yazar ve şairlerin de eserleri yabancı kitap severlerin beğenisine sunuldu.
Projeyle önceleri roman ve şiirde görülen talep yoğunluğuna tarih, tiyatro, gezi-inceleme türünde eserler de eklendi. En çok destek verilen diller arasında Almanca, Bulgarca, Arapça, Arnavutça, İngilizce, Farsça, Boşnakça, Fransızca ve Yunanca öne çıktı.
Türk edebiyatına gösterilen ilginin yükselmesinde, Orhan Pamuk'un 2006 yılı Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması ve Türkiye'nin 2008 yılı Frankfurt Kitap Fuarı'nda konuk ülke olarak yer almasının etkili olduğu bildirildi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Türkiye'nin çeviri destek programı TEDA ile dünya dillerinde en çok talep gören Türk edebiyatı yazarları Orhan Pamuk, Orhan Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin AA muhabirine verdiği bilgiye göre, dünyanın zengin edebi birikimine sahip ülkelerinin uzun yıllardır uyguladığı çeviri desteğini 2005 yılında 39 eserle başlatan Türkiye'nin "devri-i alemi" bugün bini aştı.
Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile ilgili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi (TEDA) kapsamında, 2005-2012 yılları arasında 791 farklı eser, 366 farklı yazar ve 357 farklı yayınevi desteklendi.
Bu süreçte, Türk edebiyatının dünya ile buluşması için 57 ülke ve 53 farklı dilde toplam bin 333 destek verilirken, bugüne kadar bin 5 eser de kitap tutkunlarının beğenisine sunuldu.
Orhan Pamuk, Orhan Kemal ve Ahmet Hamdi liste başı
Türk edebiyatının pek çok köşe taşı eseri ve önde gelen yazarlarının kitapları ard arda farklı dillerde yayımlanırken, TEDA'ya yapılan başvuralarla en çok çeviri desteği alan yazar Orhan Pamuk oldu. Eserleri 79 dile çevrilen Pamuk'un "Masumiyet Müzesi" kitabı 13 dilde yayımlanarak, en popüler eseri haline gelirken, "Kara Kitap"ı 11 dilde okuyucuyla buluştu.
Türk edebiyatında yazdığı toplumcu gerçekçi romanlarla tanınan Orhan Kemal, 51 destekle ikinci sırada yer aldı. Yazarın en bilinen eserlerinden "Baba Evi" 9, "Cemile" ise 8 dile çevrildi.
En çok desteklenen kitap "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"
43 dilde okura hitap ederek üçüncü sıraya yerleşen Ahmet Hamdi Tanpınar ise "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" eseriyle aynı zamanda en fazla desteklenen eserin de sahibi oldu. Türklerin doğu ile batı arasındaki bocalamasını irdeleyen eser, 22 dile çevrilirken, Tanpınar'ın en çok bilinen diğer eseri "Huzur" ise 18 dilde desteklendi.
Listede, Elif Şafak, Reşat Nuri Güntekin, Oya Baydar, Mario Levi, Aytül Akal, Ayfer Tunç, Hakan Günday da eserleri en çok dile çevrilen yazarlar arasında yerini aldı. "Kayıp Söz", "İstanbul Bir Masaldı", "Dualar Kalıcıdır", TEDA'dan destek verilen eserlerden oldu.
Türk edebiyatının devr-i alemi
Bakanlığın da yurt dışındaki kitap fuarlarına daha çok katılması ve TEDA'nın yaygınlaştırılması Türk edebiyatının bilinirliğini arttırdı. TEDA ile yalnızca çağdaş yazarları ve eserleri tanıştırılmadı, Yunus Emre, Mevlana, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif Ersoy gibi klasik yazar ve şairlerin de eserleri yabancı kitap severlerin beğenisine sunuldu.
Projeyle önceleri roman ve şiirde görülen talep yoğunluğuna tarih, tiyatro, gezi-inceleme türünde eserler de eklendi. En çok destek verilen diller arasında Almanca, Bulgarca, Arapça, Arnavutça, İngilizce, Farsça, Boşnakça, Fransızca ve Yunanca öne çıktı.
Türk edebiyatına gösterilen ilginin yükselmesinde, Orhan Pamuk'un 2006 yılı Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması ve Türkiye'nin 2008 yılı Frankfurt Kitap Fuarı'nda konuk ülke olarak yer almasının etkili olduğu bildirildi.
Son Güncelleme: Perşembe, 01 Ağustos 2013 11:46
Gösterim: 6960
Travmaları ya da sorunları yazıya dökmenin, bağışıklık sistemini harekete geçirdiği ve iyileşme sürecini hızlandırdığı belirlendi.
Yeni Zelanda'daki Auckland Üniversitesi'nden araştırmacılar, günde 20 dakika üzücü tecrübelerini ve hissettiklerini yazanların, deri yaralarının 3 kat hızlı iyileştiğini tespit etti. Araştırmacılar, bazı katılımcılardan üzücü tecrübelerini, bazılarından ise ertesi günkü planlarını yazmalarını istedi. 11 gün sonra, katılımcıların kolundan 4 milimetre deri parçası alındı. Duygularını yazıya dökenlerin yaralarının yüzde 76'sının, diğer gruptakilerin ise yüzde 42'sinin iyileştiği belirlendi. Yazmanın, stresi azalttığını belirten araştırmacılar, böylece bağışıklık sisteminin güçlendiğini ifade etti. Araştırmaya imza atanlardan Dr. Elizabeth Broadbent, sonuçların akıl-beden ilişkisini ve fiziksel durumun psikolojik müdahalelerle iyileştirilebileceğini gösterdiğini vurguladı. Broadbent, yazmanın kronik yarası olanlar ya da ameliyat edilmiş hastalarda iyileşme sürecine etkisi olup olmadığının belirlenmesi için başka araştırmaların gerekliliğine de dikkati çekti.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Travmaları ya da sorunları yazıya dökmenin, bağışıklık sistemini harekete geçirdiği ve iyileşme sürecini hızlandırdığı belirlendi.
Yeni Zelanda'daki Auckland Üniversitesi'nden araştırmacılar, günde 20 dakika üzücü tecrübelerini ve hissettiklerini yazanların, deri yaralarının 3 kat hızlı iyileştiğini tespit etti. Araştırmacılar, bazı katılımcılardan üzücü tecrübelerini, bazılarından ise ertesi günkü planlarını yazmalarını istedi. 11 gün sonra, katılımcıların kolundan 4 milimetre deri parçası alındı. Duygularını yazıya dökenlerin yaralarının yüzde 76'sının, diğer gruptakilerin ise yüzde 42'sinin iyileştiği belirlendi. Yazmanın, stresi azalttığını belirten araştırmacılar, böylece bağışıklık sisteminin güçlendiğini ifade etti. Araştırmaya imza atanlardan Dr. Elizabeth Broadbent, sonuçların akıl-beden ilişkisini ve fiziksel durumun psikolojik müdahalelerle iyileştirilebileceğini gösterdiğini vurguladı. Broadbent, yazmanın kronik yarası olanlar ya da ameliyat edilmiş hastalarda iyileşme sürecine etkisi olup olmadığının belirlenmesi için başka araştırmaların gerekliliğine de dikkati çekti.
Son Güncelleme: Salı, 23 Temmuz 2013 12:33
Gösterim: 667
Deloitte'un Harvard Business School ile 50 ülkeyi değerlendirerek oluşturduğu Toplumsal İlerleme Endeksi'nde Türkiye 20. sırada yer alırken, İsveç, İngiltere ve İsviçre ilk üçte bulunuyor.
Deloitte, 2013 Toplumsal İlerleme Endeksini yayımladı. Harvard Business School öğretim üyelerinden Profesör Michael Porter'ın önderliğinde çalışan grubun tasarladığı endeks, ulusal politikaların, yatırımların ve toplumsal ilerlemenin ekonomik büyüme ile nasıl bir bağlantısı olduğunu ortaya koyuyor.
Washington merkezli ve toplumsal gelişim araştırmalarına odaklanan Social Progress Imperative'in Deloitte işbirliği ile hazırladığı raporda 50 ülke, temel insan ihtiyaçları, refah ve fırsatların dayanakları özelinde toplumsal ve çevresel performanslarına göre incelemeye tabii tutuluyor.
Endekste, her ülkenin bu alanlar arasından hangilerinde kendisine yatırım yapması gerektiği belirtiliyor. Bu sonuçlara ise, uluslararası tanınırlığı olan datalar ve istatistiki teknikler kullanılarak ulaşılıyor.
Beslenme, hava, su ve besin güvenliği, barınma, kişisel güvenlik, temel bilgiye ulaşım, iletişim ve bilgi araçlarına ulaşım, sağlık ve iyi yaşam, ekosistemin sürdürülebilirliği, kişisel haklar, yükseköğrenime erişim, kişisel özgürlük ve seçme özgürlüğü ile eşitlik ve dahil edilme gibi 12 kategoriye sahip endekste hiçbir ülkenin bu alanlarda tam puan alamaması dikkat çekiyor.
Türkiye toplumsal ilerlemede 20. sırada
Kanada, Çin, İngiltere, İsveç ve İsviçre gibi ülkeleri geride bırakarak en yüksek altıncı puanı alan ve barınma konusunda iyi bir sıralamada bulunan Türkiye, sağlık ve iyi yaşam ile yükseköğrenime erişebilirlik alanlarında da genel sıralamaya paralel bir eğilim gösteriyor.
Endekse göre toplumsal ilerlemenin en ileri olduğu ilk üç ülke sırasıyla İsveç, İngiltere ve İsviçre olurken, Türkiye ise endeksin 20. sırasında bulunuyor.
Bu sıralamayla Çin, Rusya, Güney Afrika, Meksika, Kolombiya, Peru, Endonezya ve Hindistan gibi ülkeleri geride bırakan Türkiye, Arjantin, Birleşik Arap Emirlikleri, Brezilya, Bulgaristan, İsrail, Polonya, Kosta Rika gibi ülkelerin gerisinde kalıyor.
"Temel insan ihtiyaçları" açısından gelişmişlik düzeyi sıralamasında, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkelerini geride bırakarak 14. sırada bulunan Türkiye, refahın temini konusunda ise, Çin, Rusya ve Birleşik Arap Emirliklerini geride bırakarak listede 21. sırada yer alıyor.
Söz konusu "fırsatlar" olduğunda ise Türkiye 33. olurken, kadınların eğitimi alanında, Kenya ve Mısır ile hızlı bir artış eğilimi gösteren ülkeler arasında sayılıyor. Kadınların eğitimi konusunda ilk iki sırayı Kanada ve Güney Kore alıyor.
Refahta İsviçre, fırsatta ABD iyi
Temel insan ihtiyaçlarına göre 50 ülkenin en önüne çıkan Japonya iken, refahın en yüksek olduğu ülke İsviçre, fırsatların en iyi olduğu ülke ise ABD olarak belirtiliyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Deloitte'un Harvard Business School ile 50 ülkeyi değerlendirerek oluşturduğu Toplumsal İlerleme Endeksi'nde Türkiye 20. sırada yer alırken, İsveç, İngiltere ve İsviçre ilk üçte bulunuyor.
Deloitte, 2013 Toplumsal İlerleme Endeksini yayımladı. Harvard Business School öğretim üyelerinden Profesör Michael Porter'ın önderliğinde çalışan grubun tasarladığı endeks, ulusal politikaların, yatırımların ve toplumsal ilerlemenin ekonomik büyüme ile nasıl bir bağlantısı olduğunu ortaya koyuyor.
Washington merkezli ve toplumsal gelişim araştırmalarına odaklanan Social Progress Imperative'in Deloitte işbirliği ile hazırladığı raporda 50 ülke, temel insan ihtiyaçları, refah ve fırsatların dayanakları özelinde toplumsal ve çevresel performanslarına göre incelemeye tabii tutuluyor.
Endekste, her ülkenin bu alanlar arasından hangilerinde kendisine yatırım yapması gerektiği belirtiliyor. Bu sonuçlara ise, uluslararası tanınırlığı olan datalar ve istatistiki teknikler kullanılarak ulaşılıyor.
Beslenme, hava, su ve besin güvenliği, barınma, kişisel güvenlik, temel bilgiye ulaşım, iletişim ve bilgi araçlarına ulaşım, sağlık ve iyi yaşam, ekosistemin sürdürülebilirliği, kişisel haklar, yükseköğrenime erişim, kişisel özgürlük ve seçme özgürlüğü ile eşitlik ve dahil edilme gibi 12 kategoriye sahip endekste hiçbir ülkenin bu alanlarda tam puan alamaması dikkat çekiyor.
Türkiye toplumsal ilerlemede 20. sırada
Kanada, Çin, İngiltere, İsveç ve İsviçre gibi ülkeleri geride bırakarak en yüksek altıncı puanı alan ve barınma konusunda iyi bir sıralamada bulunan Türkiye, sağlık ve iyi yaşam ile yükseköğrenime erişebilirlik alanlarında da genel sıralamaya paralel bir eğilim gösteriyor.
Endekse göre toplumsal ilerlemenin en ileri olduğu ilk üç ülke sırasıyla İsveç, İngiltere ve İsviçre olurken, Türkiye ise endeksin 20. sırasında bulunuyor.
Bu sıralamayla Çin, Rusya, Güney Afrika, Meksika, Kolombiya, Peru, Endonezya ve Hindistan gibi ülkeleri geride bırakan Türkiye, Arjantin, Birleşik Arap Emirlikleri, Brezilya, Bulgaristan, İsrail, Polonya, Kosta Rika gibi ülkelerin gerisinde kalıyor.
"Temel insan ihtiyaçları" açısından gelişmişlik düzeyi sıralamasında, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkelerini geride bırakarak 14. sırada bulunan Türkiye, refahın temini konusunda ise, Çin, Rusya ve Birleşik Arap Emirliklerini geride bırakarak listede 21. sırada yer alıyor.
Söz konusu "fırsatlar" olduğunda ise Türkiye 33. olurken, kadınların eğitimi alanında, Kenya ve Mısır ile hızlı bir artış eğilimi gösteren ülkeler arasında sayılıyor. Kadınların eğitimi konusunda ilk iki sırayı Kanada ve Güney Kore alıyor.
Refahta İsviçre, fırsatta ABD iyi
Temel insan ihtiyaçlarına göre 50 ülkenin en önüne çıkan Japonya iken, refahın en yüksek olduğu ülke İsviçre, fırsatların en iyi olduğu ülke ise ABD olarak belirtiliyor.
Son Güncelleme: Çarşamba, 29 May 2013 15:11
Gösterim: 766
Melikşah Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kala, mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, fazla sorumluluk sahibi, işe ait hırsı olan, sorunlara karşı esneklik gösteremeyen, katı kişilik özelliklerine sahip, içine kapanık kişilerin daha çabuk tükendiğini belirtti.
Melikşah Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yusuf Kala, mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, fazla sorumluluk sahibi, işe ait hırsı olan, sorunlara karşı esneklik gösteremeyen, katı kişilik özelliklerine sahip kişilerin daha çabuk tükendiğini söyledi.
Kala, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bir televizyon kanalında yayınlanan "Muhteşem Yüzyıl" isimli dizinin başrol oyuncularından Meryem Uzerli'nin diziden ayrılmasıyla gündeme gelen tükenmişlik sendromunun, psikolojik ve duygusal çöküntü olduğunu belirterek, tükenmişliğin bir hastalık değil, durum tespiti olduğunu söyledi.
Tükenmişliğin, işe gitmek istememe, keyifsizlik, neşesizlik, halsizlik uyku bozukluğu, sinirlilik, dikkatini toparlayamama, buna bağlı olarak iş kazaları, huzursuzluk, çabuk sinirlenme, arkadaşlarıyla kavga etme, çevreye karşı duyarsızlık, iş veriminin düşmesi, çabuk yorulma gibi belirtileri olduğunu ifade eden Kala, bununla birlikte baş, boyun ve migren tipi ağrılar, çarpıntı, bulantı, kusma gibi bedensel belirtilerin de yaşanan stres ve sıkıntı sonrasında ortaya çıkabildiğini vurguladı.
Tükenmişlik sendromunun kişinin iş yerindeki veya özel ilişkilerinden dolayı yaşanabileceğine dikkati çeken Kala, insanlarla birebir iletişim gerektiren sanatçı, sağlık çalışanı, basın mensubu, polis, bankacı, pazarlamacı gibi meslek gruplarında sıklıkla görülen bir durum olduğunu belirtti.
Ayrıca gece mesaisini gerektiren, doyumun yüksek olmadığı mesleklerde çalışanlarda da sıklıkla karşılaşılan bir durum olduğunu dile getiren Kala, şöyle devam etti:
"Mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, fazla sorumluluk sahibi, işe ait hırsı olan, sorunlara karşı esneklik gösteremeyen, katı kişilik özelliklerine sahip, içine kapanık kişiler daha çabuk tükeniyor. Bu kişilerin beklentileri yerine gelmediği zaman stres ve sıkıntı yaşıyor. Çıkar yol bulamıyorlar. Kendi iç dünyalarında çatışma yaşıyorlar. Mesela gençlerin, yaptıkları işle alakalı fazla beklentileri oluyor, beklentileri karşılanmadığı zaman, ileri yaşlardaki insanlar ise iş yerinde yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle tükenmişlik sendromu yaşıyor."
"Kadınlarda daha çok görülüyor"
"Çalışan kadınlar hem iş hem de ev hayatını birlikte götürmek zorunda kaldıkları için kendilerine vakit ayıramıyorlar ve daha fazla tükenmişlik yaşıyorlar" diyen Yrd. Doç. Dr. Kala, erkeklerin futbol başta olmak üzere çeşitli spor dallarıyla daha fazla ilgilendikleri için rekabete daha açık bir şekilde yetiştiklerini söyledi.
Kadınların ise çocukluk ve gençlik dönemlerinde çok fazla rekabet ortamında bulunmadıklarını ifade eden Kala, "Kadınlar rekabetle ilk olarak iş hayatında tanışıyor. Bu durum onlara ağır geliyor. Bu duruma ev hayatının zorlukları da eklenince tükenmişlik kadınlarda daha çok görülüyor" şeklinde konuştu.
"Tükenmişlik giderek artıyor"
İşverenin çalışanlara yüklemiş olduğu aşırı beklentinin tükenmişliğe neden olan faktörlerin başında geldiği belirten Kala, şunları kaydetti:
"Çalışanlar da bu beklentiyi karşılamak için daha çok çalışma ihtiyacı hissediyor. İşsizlik onlar için geride bir kırbaç. Kendinden istenen yüksek beklentiyi karşılamak için çok büyük bir çaba sarf ediyor. Böyle olunca insanlar nitelikli zaman geçirmek için kendilerine zaman ayıramıyor. Evde bile iş düşünmek zorunda kalıyor. İnsanlar kendilerine zaman ayıramıyor, dinlenemiyor ve zamanla tükendiklerini hissediyor. İşyerinde kişiye yönelik baskı adı verilen mobbing de tükenmişlik sendromunu kolaylaştıran etkenlerden birisi. Bu nedenle tükenmişlik, giderek artıyor, daha çok sektörde görülmeye başlandı. İş kazalarında, insanların işleriyle ilgili memnuniyetsizliklerinde ve işte yaşanan sorunlar nedeniyle psikologlara başvuru sayılarında ciddi artışlar yaşanıyor."
"Tükenmişlik sendromu yaşayanlarda ilaç ve alkol bağımlılığı gelişiyor"
Tükenmişlik sendromundan kurtulabilmek için kişilerin ilaç ve alkole daha fazla başvurduğuna dikkati çeken Kala, "Dolayısıyla bu insanlarda sakinleştirici ilaç ve alkol bağımlılığı gelişiyor. Çünkü rahatlamak için alkol ve ilaca daha fazla yöneliyor. Şu anda toplumun en önemli sorunlarından birisi haline gelmiş durumda ama insanlar tükendiklerinin farkına varamıyorlar bu durum göz ardı ediliyor" şeklinde konuştu.
"Kendinize vakit ayırın"
Tükenmişlik sendromuna yakalanmamak ve yakalanan kişilerin de kurtulabilmesi için sosyal aktivitelere ağırlık vermesi gerektiğini belirten Kala, şöyle devam etti:
"Tükenmişlik, müdahale edilmediğinde depresyona dönüşür. Kişi kendisine nitelikli zaman ayırmalı, hobilerini geliştirmeli, iş haricinde ek bir uğraş bulmalı, bu uğraşa zaman ayrılmalı, eşine çocuğuna zaman ayırmalıdır. Haftada ve ayda mutlaka tatil yapmalıdır. Özellikle insanlarla etkileşim içerisinde olunan spor dallarına yönelmek gerekiyor. Salon sporunu önermiyoruz. Çünkü kişi salon sporunu vazife gibi gördüğü için yapamadığı, vakit ayıramadığı zaman daha fazla stres ve sıkıntıya giriyor. İşverenin de çalışanın tükenmişlik yaşamaması için dikkat etmesi gerekiyor. İşe göre eleman alınmalı, işe aldıktan sonra o kişiye uyum sürecinde rehberlik, dinlenme molaları, esnek iş özellikleri, zaman zaman iş değiştirme, çalışanlar arasında adil davranma, ödüllendirme ve cezalandırmanın adil yapılması, beklenti yüksekliğinin tekrar tekrar değerlendirilmesi ve çalışma saatlerine dikkat edilmesi gerekiyor."
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Melikşah Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kala, mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, fazla sorumluluk sahibi, işe ait hırsı olan, sorunlara karşı esneklik gösteremeyen, katı kişilik özelliklerine sahip, içine kapanık kişilerin daha çabuk tükendiğini belirtti.
Melikşah Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yusuf Kala, mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, fazla sorumluluk sahibi, işe ait hırsı olan, sorunlara karşı esneklik gösteremeyen, katı kişilik özelliklerine sahip kişilerin daha çabuk tükendiğini söyledi.
Kala, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bir televizyon kanalında yayınlanan "Muhteşem Yüzyıl" isimli dizinin başrol oyuncularından Meryem Uzerli'nin diziden ayrılmasıyla gündeme gelen tükenmişlik sendromunun, psikolojik ve duygusal çöküntü olduğunu belirterek, tükenmişliğin bir hastalık değil, durum tespiti olduğunu söyledi.
Tükenmişliğin, işe gitmek istememe, keyifsizlik, neşesizlik, halsizlik uyku bozukluğu, sinirlilik, dikkatini toparlayamama, buna bağlı olarak iş kazaları, huzursuzluk, çabuk sinirlenme, arkadaşlarıyla kavga etme, çevreye karşı duyarsızlık, iş veriminin düşmesi, çabuk yorulma gibi belirtileri olduğunu ifade eden Kala, bununla birlikte baş, boyun ve migren tipi ağrılar, çarpıntı, bulantı, kusma gibi bedensel belirtilerin de yaşanan stres ve sıkıntı sonrasında ortaya çıkabildiğini vurguladı.
Tükenmişlik sendromunun kişinin iş yerindeki veya özel ilişkilerinden dolayı yaşanabileceğine dikkati çeken Kala, insanlarla birebir iletişim gerektiren sanatçı, sağlık çalışanı, basın mensubu, polis, bankacı, pazarlamacı gibi meslek gruplarında sıklıkla görülen bir durum olduğunu belirtti.
Ayrıca gece mesaisini gerektiren, doyumun yüksek olmadığı mesleklerde çalışanlarda da sıklıkla karşılaşılan bir durum olduğunu dile getiren Kala, şöyle devam etti:
"Mükemmeliyetçi, ayrıntıcı, fazla sorumluluk sahibi, işe ait hırsı olan, sorunlara karşı esneklik gösteremeyen, katı kişilik özelliklerine sahip, içine kapanık kişiler daha çabuk tükeniyor. Bu kişilerin beklentileri yerine gelmediği zaman stres ve sıkıntı yaşıyor. Çıkar yol bulamıyorlar. Kendi iç dünyalarında çatışma yaşıyorlar. Mesela gençlerin, yaptıkları işle alakalı fazla beklentileri oluyor, beklentileri karşılanmadığı zaman, ileri yaşlardaki insanlar ise iş yerinde yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle tükenmişlik sendromu yaşıyor."
"Kadınlarda daha çok görülüyor"
"Çalışan kadınlar hem iş hem de ev hayatını birlikte götürmek zorunda kaldıkları için kendilerine vakit ayıramıyorlar ve daha fazla tükenmişlik yaşıyorlar" diyen Yrd. Doç. Dr. Kala, erkeklerin futbol başta olmak üzere çeşitli spor dallarıyla daha fazla ilgilendikleri için rekabete daha açık bir şekilde yetiştiklerini söyledi.
Kadınların ise çocukluk ve gençlik dönemlerinde çok fazla rekabet ortamında bulunmadıklarını ifade eden Kala, "Kadınlar rekabetle ilk olarak iş hayatında tanışıyor. Bu durum onlara ağır geliyor. Bu duruma ev hayatının zorlukları da eklenince tükenmişlik kadınlarda daha çok görülüyor" şeklinde konuştu.
"Tükenmişlik giderek artıyor"
İşverenin çalışanlara yüklemiş olduğu aşırı beklentinin tükenmişliğe neden olan faktörlerin başında geldiği belirten Kala, şunları kaydetti:
"Çalışanlar da bu beklentiyi karşılamak için daha çok çalışma ihtiyacı hissediyor. İşsizlik onlar için geride bir kırbaç. Kendinden istenen yüksek beklentiyi karşılamak için çok büyük bir çaba sarf ediyor. Böyle olunca insanlar nitelikli zaman geçirmek için kendilerine zaman ayıramıyor. Evde bile iş düşünmek zorunda kalıyor. İnsanlar kendilerine zaman ayıramıyor, dinlenemiyor ve zamanla tükendiklerini hissediyor. İşyerinde kişiye yönelik baskı adı verilen mobbing de tükenmişlik sendromunu kolaylaştıran etkenlerden birisi. Bu nedenle tükenmişlik, giderek artıyor, daha çok sektörde görülmeye başlandı. İş kazalarında, insanların işleriyle ilgili memnuniyetsizliklerinde ve işte yaşanan sorunlar nedeniyle psikologlara başvuru sayılarında ciddi artışlar yaşanıyor."
"Tükenmişlik sendromu yaşayanlarda ilaç ve alkol bağımlılığı gelişiyor"
Tükenmişlik sendromundan kurtulabilmek için kişilerin ilaç ve alkole daha fazla başvurduğuna dikkati çeken Kala, "Dolayısıyla bu insanlarda sakinleştirici ilaç ve alkol bağımlılığı gelişiyor. Çünkü rahatlamak için alkol ve ilaca daha fazla yöneliyor. Şu anda toplumun en önemli sorunlarından birisi haline gelmiş durumda ama insanlar tükendiklerinin farkına varamıyorlar bu durum göz ardı ediliyor" şeklinde konuştu.
"Kendinize vakit ayırın"
Tükenmişlik sendromuna yakalanmamak ve yakalanan kişilerin de kurtulabilmesi için sosyal aktivitelere ağırlık vermesi gerektiğini belirten Kala, şöyle devam etti:
"Tükenmişlik, müdahale edilmediğinde depresyona dönüşür. Kişi kendisine nitelikli zaman ayırmalı, hobilerini geliştirmeli, iş haricinde ek bir uğraş bulmalı, bu uğraşa zaman ayrılmalı, eşine çocuğuna zaman ayırmalıdır. Haftada ve ayda mutlaka tatil yapmalıdır. Özellikle insanlarla etkileşim içerisinde olunan spor dallarına yönelmek gerekiyor. Salon sporunu önermiyoruz. Çünkü kişi salon sporunu vazife gibi gördüğü için yapamadığı, vakit ayıramadığı zaman daha fazla stres ve sıkıntıya giriyor. İşverenin de çalışanın tükenmişlik yaşamaması için dikkat etmesi gerekiyor. İşe göre eleman alınmalı, işe aldıktan sonra o kişiye uyum sürecinde rehberlik, dinlenme molaları, esnek iş özellikleri, zaman zaman iş değiştirme, çalışanlar arasında adil davranma, ödüllendirme ve cezalandırmanın adil yapılması, beklenti yüksekliğinin tekrar tekrar değerlendirilmesi ve çalışma saatlerine dikkat edilmesi gerekiyor."
Son Güncelleme: Cumartesi, 08 Haziran 2013 15:45
Gösterim: 1195
Anneler çocuklarına en çok internet ve cep telefonu yasağı veriyor. Gerekçe ise eğitim ihmali. Odaya kapatma, harçlığını kesme ve arkadaşlarıyla görüştürmeme ise annelerin en az başvurduğu cezalandırma türleri.
Annelerin çocuklarına verdiği cezalar arasında azarlama ilk sırada gelirken, internet ve cep telefonu yasağı sıkça başvurulan cezalandırma yöntemleri arasında yer aldı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının araştırmasına göre, annelerin çocuklarına verdiği cezalarda azarlama, internet ve cep telefonu yasağı ilk sırada yer aldı. Odaya kapatma, harçlığını kesme ve arkadaşlarıyla görüştürmeme ise annelerin en az başvurduğu cezalandırma türleri oldu.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yapılan araştırmayla, annelerin çocuklarına en sık verdiği cezalar belirlendi. 3 bin 828 anneyle görüşülerek yapılan araştırmada, annelere "Son bir yıl içinde çocuğunuza hangi cezaları verdiniz" sorusu yöneltildi. Annelerin yüzde 7,4'ü çocuklarını sık sık azarladığını ifade ederken, yüzde 4,2'si "interneti yasakladım", yüzde 3,4'ü ise "televizyon izlemesine izin vermedim" yanıtını verdi.
Annelerin hiç vermediği cezaların başında yüzde 90,4 ile "odaya kapatma" gelirken, bunu yüzde 83,1 ile "harçlığını kesme", yüzde 81,1 ile de "arkadaşları ile görüştürmeme" izledi. Annelerin bazen verdiği cezaların başında ise yüzde 50,7 ile "azarlamak" ilk sırada gelirken, bu oranı yüzde 33,2 ile "televizyon izlemesine izin vermeme", yüzde 28,7 ile de "tokat atma" takip etti.
Babalar da anneler gibi düşünüyor
Aynı soru babalara yöneltildiğinde, annelerde olduğu gibi babalarda da en az başvurulan cezalandırma yönteminin "odaya kapatma" olduğu görüldü. Çocuğunu odaya kapatarak cezalandırma yöntemini hiç tercih etmeyen babaların oranı yüzde 93,7 olurken, bunun ardından yüzde 86,8 ile "dövme", yüzde 86,6 ile "arkadaşları ile görüştürmeme" geldi. Babaların bazen başvurduğu cezaların başında ise yüzde 44,7 ile "azarlama" il sırada yer aldı.
Araştırmaya göre, babaların sıklıkla başvurduğu cezaların başında, annelerde olduğu gibi "azarlama" ve "interneti yasaklama" geldi.
Eğitim ihmali en önemli gerekçe
Araştırmada, 6-17 yaş arasında çocuğu olanlara, en çok hangi nedenle ceza verdikleri soruldu. Katılımcıların yüzde 39,6'sı hiç ceza vermediğini belirtirken, yüzde 38,6'sı da eğitim ihmal sebebiyle ceza verdiğini belirtti. Bu oranı yüzde 14,8 ile "yalan söyleme", yüzde 12,2 ile "büyüklerine saygısızlık yapma", yüzde 10,8 ile "görevlerini yerine getirmeme" sebepleri ile ceza verme izledi.
"Yemek yememe", "televizyonu fazla izleme", "küfür etme", "evde hayvan besleme", "şımarıklık", "eve geç gelme" gibi sebeplerden dolayı çocuğuna ceza veren ebevyn hiç çıkmadı.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Anneler çocuklarına en çok internet ve cep telefonu yasağı veriyor. Gerekçe ise eğitim ihmali. Odaya kapatma, harçlığını kesme ve arkadaşlarıyla görüştürmeme ise annelerin en az başvurduğu cezalandırma türleri.
Annelerin çocuklarına verdiği cezalar arasında azarlama ilk sırada gelirken, internet ve cep telefonu yasağı sıkça başvurulan cezalandırma yöntemleri arasında yer aldı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının araştırmasına göre, annelerin çocuklarına verdiği cezalarda azarlama, internet ve cep telefonu yasağı ilk sırada yer aldı. Odaya kapatma, harçlığını kesme ve arkadaşlarıyla görüştürmeme ise annelerin en az başvurduğu cezalandırma türleri oldu.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yapılan araştırmayla, annelerin çocuklarına en sık verdiği cezalar belirlendi. 3 bin 828 anneyle görüşülerek yapılan araştırmada, annelere "Son bir yıl içinde çocuğunuza hangi cezaları verdiniz" sorusu yöneltildi. Annelerin yüzde 7,4'ü çocuklarını sık sık azarladığını ifade ederken, yüzde 4,2'si "interneti yasakladım", yüzde 3,4'ü ise "televizyon izlemesine izin vermedim" yanıtını verdi.
Annelerin hiç vermediği cezaların başında yüzde 90,4 ile "odaya kapatma" gelirken, bunu yüzde 83,1 ile "harçlığını kesme", yüzde 81,1 ile de "arkadaşları ile görüştürmeme" izledi. Annelerin bazen verdiği cezaların başında ise yüzde 50,7 ile "azarlamak" ilk sırada gelirken, bu oranı yüzde 33,2 ile "televizyon izlemesine izin vermeme", yüzde 28,7 ile de "tokat atma" takip etti.
Babalar da anneler gibi düşünüyor
Aynı soru babalara yöneltildiğinde, annelerde olduğu gibi babalarda da en az başvurulan cezalandırma yönteminin "odaya kapatma" olduğu görüldü. Çocuğunu odaya kapatarak cezalandırma yöntemini hiç tercih etmeyen babaların oranı yüzde 93,7 olurken, bunun ardından yüzde 86,8 ile "dövme", yüzde 86,6 ile "arkadaşları ile görüştürmeme" geldi. Babaların bazen başvurduğu cezaların başında ise yüzde 44,7 ile "azarlama" il sırada yer aldı.
Araştırmaya göre, babaların sıklıkla başvurduğu cezaların başında, annelerde olduğu gibi "azarlama" ve "interneti yasaklama" geldi.
Eğitim ihmali en önemli gerekçe
Araştırmada, 6-17 yaş arasında çocuğu olanlara, en çok hangi nedenle ceza verdikleri soruldu. Katılımcıların yüzde 39,6'sı hiç ceza vermediğini belirtirken, yüzde 38,6'sı da eğitim ihmal sebebiyle ceza verdiğini belirtti. Bu oranı yüzde 14,8 ile "yalan söyleme", yüzde 12,2 ile "büyüklerine saygısızlık yapma", yüzde 10,8 ile "görevlerini yerine getirmeme" sebepleri ile ceza verme izledi.
"Yemek yememe", "televizyonu fazla izleme", "küfür etme", "evde hayvan besleme", "şımarıklık", "eve geç gelme" gibi sebeplerden dolayı çocuğuna ceza veren ebevyn hiç çıkmadı.
Son Güncelleme: Pazartesi, 27 May 2013 12:26
Gösterim: 2730