Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Van'ın Gevaş ilçesinde 2011-2012 eğitim döneminin ilk yarıyılı bugün tamamlanırken, öğrenciler buruk da olsa karne sevinci yaşadı.

Van - Gevaş karne sevinciAtatürk İlköğretim Okulu'nda düzenlenen karne dağıtım programına katılan Kaymakam Yusuf Güni, böyle bir günde öğrencilerle beraber olmanın mutluluğunu yaşadığını belirterek tüm öğrencilere ikinci dönemde başarılar diledi. Konuşmasında, yeni yapılacak olan Atatürk İlköğretim Okulu'nun 2012-2013 eğitim öğretim yılında hazır olması için çalışmaların başlatıldığını belirten Kaymakam Güni, “İnşallah gelecek yıl karnelerimizi, içinde konferans salonu olan yeni Atatürk İlköğretim Okulu binamızda, velilerimizin ve öğrencilerimizin bir arada olduğu bir törenle vereceğiz” dedi.
 

Pazartesi tekrar ders başı

İlçe Milli Eğitim Müdürü Sait Bulduk ise yaptığı konuşmada, “Bugün öğrencilerimizin karnelerini dağıtacağız. Pazartesi günü tekrar ders başı yapacağız. İkinci dönemde geri kalan eksik derslerimizi de hafta sonu cumartesi günleri 6 saat olmak üzere ders yaparak açığımızı kapatacağız. Diğer kardeşlerimizle aynı yarış içerisinde olduğumuzu unutmayacağız. Biraz daha fazla çalışacağız. Yarıyıl tatili tüm öğretmen ve öğrencilerimize hayırlı olsun” dedi.

> Van’da buruk karne sevinci!

Van'ın Gevaş ilçesinde 2011-2012 eğitim döneminin ilk yarıyılı bugün tamamlanırken, öğrenciler buruk da olsa karne sevinci yaşadı.

Van - Gevaş karne sevinciAtatürk İlköğretim Okulu'nda düzenlenen karne dağıtım programına katılan Kaymakam Yusuf Güni, böyle bir günde öğrencilerle beraber olmanın mutluluğunu yaşadığını belirterek tüm öğrencilere ikinci dönemde başarılar diledi. Konuşmasında, yeni yapılacak olan Atatürk İlköğretim Okulu'nun 2012-2013 eğitim öğretim yılında hazır olması için çalışmaların başlatıldığını belirten Kaymakam Güni, “İnşallah gelecek yıl karnelerimizi, içinde konferans salonu olan yeni Atatürk İlköğretim Okulu binamızda, velilerimizin ve öğrencilerimizin bir arada olduğu bir törenle vereceğiz” dedi.
 

Pazartesi tekrar ders başı

İlçe Milli Eğitim Müdürü Sait Bulduk ise yaptığı konuşmada, “Bugün öğrencilerimizin karnelerini dağıtacağız. Pazartesi günü tekrar ders başı yapacağız. İkinci dönemde geri kalan eksik derslerimizi de hafta sonu cumartesi günleri 6 saat olmak üzere ders yaparak açığımızı kapatacağız. Diğer kardeşlerimizle aynı yarış içerisinde olduğumuzu unutmayacağız. Biraz daha fazla çalışacağız. Yarıyıl tatili tüm öğretmen ve öğrencilerimize hayırlı olsun” dedi.

Son Güncelleme: Cuma, 03 Şubat 2012 19:23

Gösterim: 2213

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile “Yeni Anayasa Çalışmasında Çocuk Görüşü Çalıştayı”na katılan çocuk temsilcilerini kabul etti

Cemil Çiçek ve Fatma ŞahinKabulde çocuklar adına konuşan Amasya Çocuk Hakları Temsilcisi Mirkan Özdemir, 81 ildeki 162 çocuğu temsilen burada olduklarını söyleyerek, yeni Anayasa'da çocukların görüşlerinin de yer almasını istediklerini ifade etti. Afyonkarahisar Çocuk Hakları temsilcisi Şevval İrem Lafçı ise çocuk hakları komitelerinin 2000'de kurulduğunu anımsatarak, her ilde eğitim verdiklerini belirtti.

Kabulde konuşan Bakan Fatma Şahin, UNICEF ile dün çocukların anayasaya katılımı ve çocuk gözüyle anayasadaki beklentilerin neler olduğu konusunda bir toplantı yaptıklarını anımsattı.

Cinsiyet eşitliğine bakarak bir kız bir erkek çocuğu buraya getirdiklerini belirten Şahin, anayasanın herkesin katılımı ile yapılması gerektiğini söyledi. Şahin, ''Çocuk bakış açısının, çocuk sorunlarını ve hakkını koruyacak şekilde anayasaya damgasını vurmasını arzu ediyoruz'' diye konuştu. Şahin, çocukların, kendi sorunlarını kendilerinin çözeceği bir anayasa istediklerini ifade etti. Çocuk işçiliğini azaltacak tedbirlerin alınması ve çocukların sigara ve içki gibi zararlı alışkanlıklardan korunması gerektiğine işaret eden Şahin, çocuk tecavüzü ve tacizi ile ilgili hem koruyucu tedbirlerin hem de cezai yaptırımların daha da artırılacağı yeni bir anayasa bakışını önemsediklerini söyledi.

(haberturk navigera över till den här sidan.com)

> Çocuklardan anayasa önerisi

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile “Yeni Anayasa Çalışmasında Çocuk Görüşü Çalıştayı”na katılan çocuk temsilcilerini kabul etti

Cemil Çiçek ve Fatma ŞahinKabulde çocuklar adına konuşan Amasya Çocuk Hakları Temsilcisi Mirkan Özdemir, 81 ildeki 162 çocuğu temsilen burada olduklarını söyleyerek, yeni Anayasa'da çocukların görüşlerinin de yer almasını istediklerini ifade etti. Afyonkarahisar Çocuk Hakları temsilcisi Şevval İrem Lafçı ise çocuk hakları komitelerinin 2000'de kurulduğunu anımsatarak, her ilde eğitim verdiklerini belirtti.

Kabulde konuşan Bakan Fatma Şahin, UNICEF ile dün çocukların anayasaya katılımı ve çocuk gözüyle anayasadaki beklentilerin neler olduğu konusunda bir toplantı yaptıklarını anımsattı.

Cinsiyet eşitliğine bakarak bir kız bir erkek çocuğu buraya getirdiklerini belirten Şahin, anayasanın herkesin katılımı ile yapılması gerektiğini söyledi. Şahin, ''Çocuk bakış açısının, çocuk sorunlarını ve hakkını koruyacak şekilde anayasaya damgasını vurmasını arzu ediyoruz'' diye konuştu. Şahin, çocukların, kendi sorunlarını kendilerinin çözeceği bir anayasa istediklerini ifade etti. Çocuk işçiliğini azaltacak tedbirlerin alınması ve çocukların sigara ve içki gibi zararlı alışkanlıklardan korunması gerektiğine işaret eden Şahin, çocuk tecavüzü ve tacizi ile ilgili hem koruyucu tedbirlerin hem de cezai yaptırımların daha da artırılacağı yeni bir anayasa bakışını önemsediklerini söyledi.

(haberturk navigera över till den här sidan.com)

Son Güncelleme: Perşembe, 02 Şubat 2012 15:15

Gösterim: 2347

AK Parti Kars Milletvekili Yunus Kılıç, ilköğretim öğrencilerine 2012 yılı eğitim-öğretim yılının ikinci döneminde ücretsiz süt dağıtılacağını kaydetti.
İlköğretim okullarında bedava süt uygulamasıMilletvekilliğinden önce Kafkas Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan AK Parti Kars Milletvekili veteriner hekim Prof. Dr. Yunus Kılıç Kılıç, Milli Eğitim Bakanlığı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ortaklaşa projesiyle ilköğretim öğrencilerine, haftada 2-3 gün ücretsiz 200 miligram kapalı pakette süt dağıtılacağını ifade ederek, ’’Çocukların daha sağlıklı yetişmesi için süt lazım’’ dedi.
Yunus Kılıç, süt dağıtımının 2012 eğitim-öğretim yılının ikinci dönemine yetişmesinin planlandığını söyledi. Çocukların sütü sağlıklı paketlerde içeceğini belirten Kılıç, ’’Eskiden süt tozu okula gelirdi, karıştırıldı ve çocuklara içerilirdi. Bu sağlıksızdı ama şimdi sağlıklı bir şekilde modern ortamlarda sunulacak. Çocuklar sınıfa geldiğinde sütü masalarında bulacak’’ dedi.

> Okullarda ücretsiz süt dönemi başlıyor!

AK Parti Kars Milletvekili Yunus Kılıç, ilköğretim öğrencilerine 2012 yılı eğitim-öğretim yılının ikinci döneminde ücretsiz süt dağıtılacağını kaydetti.
İlköğretim okullarında bedava süt uygulamasıMilletvekilliğinden önce Kafkas Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan AK Parti Kars Milletvekili veteriner hekim Prof. Dr. Yunus Kılıç Kılıç, Milli Eğitim Bakanlığı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ortaklaşa projesiyle ilköğretim öğrencilerine, haftada 2-3 gün ücretsiz 200 miligram kapalı pakette süt dağıtılacağını ifade ederek, ’’Çocukların daha sağlıklı yetişmesi için süt lazım’’ dedi.
Yunus Kılıç, süt dağıtımının 2012 eğitim-öğretim yılının ikinci dönemine yetişmesinin planlandığını söyledi. Çocukların sütü sağlıklı paketlerde içeceğini belirten Kılıç, ’’Eskiden süt tozu okula gelirdi, karıştırıldı ve çocuklara içerilirdi. Bu sağlıksızdı ama şimdi sağlıklı bir şekilde modern ortamlarda sunulacak. Çocuklar sınıfa geldiğinde sütü masalarında bulacak’’ dedi.

Son Güncelleme: Pazartesi, 23 Ocak 2012 07:37

Gösterim: 1742

Uzmanlara göre çocuklar zorla değil dans ederek daha kolay okuma yazma öğreniyor.

Çocuklar ritimle daha kolay öğreniyorBirinci dönem okuma yazmayı öğrenemeyen, öğrenmede güçlük çeken minikler; ses, müzik, ışık ve ritim eşliğinde, beş duyuyu çalıştıran öğrenme metodu sayesinde daha çabuk ve kolay okuma ve yazma öğrenebiliyorlar.

Psikolog İnci Özkoray; öğrenme güçlüğü çeken öğrencilerin farklı metodlarla öğrenebileceğini, bu metodları uygulayan uzmanların sabrının, sevgisinin ve empatisinin yeterli olduğunu belirtti.
 

Her çocuğun öğrenme şekli farklı

Öğrenme güçlüğünün bir kusur ya da eksiklik olmadığını belirten İnci Özkoray; “Her çocuk aynı yöntemle öğrenecek diye bir kural yok, farklı öğrenme metodları kullanılarak bu sorun ortadan kaldırılabilir” dedi.

Özel olarak hazırlanmış egzersizler sayesinde çocuklar ses ve görüntü farklılıklarını ayırt etmeyi, hafıza, yönelme ve beden farkındalığını kazanmayı öğreniyorlar. Algı fonksiyonlarını düzelterek okuma-yazma öğrenme sürecinde cesurca yerlerini alıyorlar.
 

5 duyuyu hitap eden öğrenme metodu

Özkoray; farklı öğrenme metodlarından biri olan 5 duyuyu çalıştıran bu yöntemin; ses, müzik ve ışık eşliğinde öncelikle hece farkındalığı yarattığını belirtiyor. Hece farkındalığını yapılan tekrarlarla ses ve ışık uyarıcıları ile beyne yerleştirdiklerini, müziğin yanında dramayı da kullanarak okumayı pekiştirdiklerini vurguluyor. Harflerin ve sayıların ritmik beden hareketleri ile canlandırıldığını, bu çalışmanın parmakları hazırladığını ve yazmayı kolaylaştırdığını belirtti. Özkoray; ünlü müzik eğitimcisi Wolfgang Löscher’in “Dinleme Oyunları” adlı kitabından alıntı yaparak şöyle diyor; “Yazıya geçişte müzik eşliğinde çalıştırılan minik parmaklar kalemleri dansettirerek bir ritm oluşturuyor ve yazı yazma kolaylaşıyor. Bedenin ritim alması ile kalem kullanımı kolaylaşıyor ve yazmayı öğrenmek bir problem olmaktan çıkıp çocuğun bütün akademik hayatını etkileyici zevkli bir faaliyete dönüşüyor.

Psikolog İnci Özkoray; en önemli becerinin duyulan sesleri sembollere yansıtılabilmek, yani harfleri oluşturulabilmek olduğunu belirtiyor. Duyuların işitsel – görsel – dokunsal işbirliği ile okuma zorluğunun üstesinden gelinebileceğini, bu güçlü işbirliğinin okuma yazma becerisinin (Literacy) kazanılmasında vazgeçilmez olduğunu belirtiyor.

> Çocuklar ritimle daha kolay öğreniyor!

Uzmanlara göre çocuklar zorla değil dans ederek daha kolay okuma yazma öğreniyor.

Çocuklar ritimle daha kolay öğreniyorBirinci dönem okuma yazmayı öğrenemeyen, öğrenmede güçlük çeken minikler; ses, müzik, ışık ve ritim eşliğinde, beş duyuyu çalıştıran öğrenme metodu sayesinde daha çabuk ve kolay okuma ve yazma öğrenebiliyorlar.

Psikolog İnci Özkoray; öğrenme güçlüğü çeken öğrencilerin farklı metodlarla öğrenebileceğini, bu metodları uygulayan uzmanların sabrının, sevgisinin ve empatisinin yeterli olduğunu belirtti.
 

Her çocuğun öğrenme şekli farklı

Öğrenme güçlüğünün bir kusur ya da eksiklik olmadığını belirten İnci Özkoray; “Her çocuk aynı yöntemle öğrenecek diye bir kural yok, farklı öğrenme metodları kullanılarak bu sorun ortadan kaldırılabilir” dedi.

Özel olarak hazırlanmış egzersizler sayesinde çocuklar ses ve görüntü farklılıklarını ayırt etmeyi, hafıza, yönelme ve beden farkındalığını kazanmayı öğreniyorlar. Algı fonksiyonlarını düzelterek okuma-yazma öğrenme sürecinde cesurca yerlerini alıyorlar.
 

5 duyuyu hitap eden öğrenme metodu

Özkoray; farklı öğrenme metodlarından biri olan 5 duyuyu çalıştıran bu yöntemin; ses, müzik ve ışık eşliğinde öncelikle hece farkındalığı yarattığını belirtiyor. Hece farkındalığını yapılan tekrarlarla ses ve ışık uyarıcıları ile beyne yerleştirdiklerini, müziğin yanında dramayı da kullanarak okumayı pekiştirdiklerini vurguluyor. Harflerin ve sayıların ritmik beden hareketleri ile canlandırıldığını, bu çalışmanın parmakları hazırladığını ve yazmayı kolaylaştırdığını belirtti. Özkoray; ünlü müzik eğitimcisi Wolfgang Löscher’in “Dinleme Oyunları” adlı kitabından alıntı yaparak şöyle diyor; “Yazıya geçişte müzik eşliğinde çalıştırılan minik parmaklar kalemleri dansettirerek bir ritm oluşturuyor ve yazı yazma kolaylaşıyor. Bedenin ritim alması ile kalem kullanımı kolaylaşıyor ve yazmayı öğrenmek bir problem olmaktan çıkıp çocuğun bütün akademik hayatını etkileyici zevkli bir faaliyete dönüşüyor.

Psikolog İnci Özkoray; en önemli becerinin duyulan sesleri sembollere yansıtılabilmek, yani harfleri oluşturulabilmek olduğunu belirtiyor. Duyuların işitsel – görsel – dokunsal işbirliği ile okuma zorluğunun üstesinden gelinebileceğini, bu güçlü işbirliğinin okuma yazma becerisinin (Literacy) kazanılmasında vazgeçilmez olduğunu belirtiyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 02 Şubat 2012 11:28

Gösterim: 3659

Prof. Dr. İrfan Erdoğan / Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

irfan erdoğanTürk eğitim sisteminin son on üç yıllık dönemi için tabi ki genel bir değerlendirme yapabilirim. Ancak benim son on üç yıllık dönemin iki yıl kadar süren (12. 05. 2006 - 21. 02. 2008) kısmı için görüşlerim bir tarafa sorumluluklarım da bulunmaktadır. Bu nedenle öncelikle bu dönemde, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olarak gerçekleşmesine öncülük ettiğim bazı çalışmalardan söz etmek istiyorum.

Son on üç yılın en temel icraatlarından biri olarak özellikle ilk yıllarda ilköğretim müfredatında yapılan değişiklik akla gelir. Ben şahsen 2 Haziran 2006 tarihinde TTK kararı haline gelen meslek liselerinin programlarıyla ilgili yapılan çalışmayı daha önemli görüyorum. Çünkü bu değişikle birlikte modüler yapıya dayalı sisteme geçildi. Bir anlamda meslek liselerindeki müfredat içeriği ve işleyişi ilk defa köklü olarak değişmiş oldu.

Bu arada ortaöğretim programlarının değiştirilmesi de önemli bir icraattı. Bu dönemde gerçekleştirilen müfredat çalışmalarında İlber Ortaylı, Nadir Devlet, Çağrı Erhan, Ömür Akyüz, Ömer Asım Saçlı, İzzet Tor, Nilüfer Tapan, Özcan Demirel gibi alanlarında tanınmış olan uzmanlarının katılımını sağladık. Ayrıca ilköğretim ders çizelgelerine Medya Okuryazarlığı, Satranç, Halk Kültürü ve Düşünme Eğitimi adıyla dersler kondu; bu da anlamlı ve başarılı bir adım oldu. Bu derslerden “Medya Okuryazarlığı” dersinin programı Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu ile “Satranç” dersininki de Türkiye Satranç Federasyonu’yla sağlanan işbirliği ile geliştirildi.

On üç yıllık dönemin ilk başlarında açılan Sosyal Bilimler Liseleri de önemli ve özgün bir çalışmadır. Sosyal Bilimler Liselerinin açılması zamanın Bakanı Sayın Hüseyin Çelik ve Müsteşar Sayın Nejat Birinci’nin başarısıdır.  

Ancak bu liselerin, uluslararası bir programın kopya edilmesiyle oluşturulan programı problemliydi. Bu nedenle bu liselerin müfredatını 2006 yılının ikinci yarısında tekrar ela aldık ve değiştirdik. Daha önceden “Sosyal Bilimler” adı altında kes yapıştır mantığı ile bir başlık altında toplanmış olan Tarih, Coğrafya, Psikoloji derslerini kendi özgün adıyla ve çerçevesi ile sunulacak şekilde ayrıştırdık. Ayrıca 10. ve 11. sınıflara da haftada 2 ders saati Psikoloji dersi ekledik. Çizelgede sadece 12. sınıfta iki saat olan felsefe dersine 11. sınıfta da olacak şekilde iki saatlik ders ilavesi yaptık. Ayrıca Antropoloji, Araştırma Teknikleri ve İstatistik adıyla yeni dersler de ilave ettik. Bu arada Araştırma Teknikleri ve İstatistik dersinin Fen Liselerinde de sunulmasına karar verdik.   Her ne hikmetse bu ders sonradan kaldırıldı.

Bu dönemde atılan adımların öğretmeni kalıplayacak şekilde değil özgürleştirecek nitelikte olmasına özen gösterdik. Bu anlamda bütün öğretmenlerin verdikleri derslerle ilgili olarak ders etkinlikleri hazırlamalarını teşvik etmek için 2006 yılının Ağustos ayında “Etkinlik Havuzu” adıyla bir çalışma başlattık. Maksat yapılandırma, oluşturma derken aşırı yapılanan ve özgünlüğünü kaybetme tehlikesi yaşayan öğretmeni özgürleştirmek ve kendine duyduğu güveni arttırmaktı.  

İlköğretim programında yer alan kazanımlar için okul dışı bir mekan olarak müzelerden nasıl yararlanılabileceği ile ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışma da son derece önemlidir. Bu, eğitim ve öğretimi zenginleştirecek, okulun dışına taşıyacak nitelikte de adım oldu. 

Yine okul dışı bir kaynak olarak gazetelerden yararlanabilmeyi sağlayacak bir başka çalışma daha yaptık. Bu doğrultuda derslerde gazetelerden yararlanabilmek için programlardaki kazanımlarla ilişkilendirilen etkinlik örnekleri geliştirdik.

Bir başka çalışma da derslerin sunulduğu dersliklerle ilgili yapıldı. Yayınladığımız 17.08. 2006 tarihli genelgeyle ilk ve ortaöğretim kurumlarında alan-branş derslikleri uygulamasına başladık. Özellikle devlet okullarımız için bu bir ilkti. Bu çalışma daha sonra ülke genelinde kabul gördü ve öğretmen/branş derslikleri yaygınlaştı.

Ayrıca ilköğretime devam eden öğrencilerin velilerinin çocuklarının eğitim ve öğretim çalışmalarına daha etkin olarak dahil olmalarını sağlamak için "İlköğretim Programlarını Anlamaya Yönelik Veli Kı­lavuzu" adlı bir yayın hazırladık. Kılavuzda velilerin çocuklarının izlediği müfredata dair aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi için bilgiler sunulmuştu. Bu çalışma biz görevden ayrıldıktan sonra maalesef kadük kaldı.

Bu dönemde MEB adına düzenlediğimiz 17. Milli Eğitim Şurası’nı da (13-17 Kasım 2006) önemli bir çalışma olarak görmek gerekir. Katılımcı yelpazesi çok geniş olan, her görüşün temsil edildiği bu Şura’da “Kademeler Arası Geçiş ve Avrupa Birliği’ne Giriş Bağlamında Küreselleşme” konuları ele alındı. Zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılması, katsayıların kaldırılması, ortaöğretimdeki okul türlerinin azaltılması gibi daha sonraki yıllarda atılacak adımların esin kaynağı olacak birçok karar alındı. Titiz bir hazırlıkla gerçekleştirdiğimiz bu Şura, aldığı kararlar, katılımcı niteliği, yayınladığı dokümanlar vs. her yönüyle tarihi bir niteliğe sahip olmuştur.

Bu dönemde zamanın Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik’in önderliği ve desteği ile tekli ve merkezi sınavların kaldırılmasına dair bir politika oluşturduk. İlk iş olarak da 2007 yılında Anadolu liselerine giriş için uygulanmakta olan Ortaöğretim Kurumları Sınavları­nı (OKS) kaldırıp yerine sürece dayalı 6.7. ve 8. sı­nıfların sonunda yapılan Seviye Belirleme Sınavlarını içeren okul başarısını da dikkate alan yeni Orta Öğretime Geçiş Sistemini (OGES) getirdik. Orta öğretime geçişi tayin etmek üzere geliştirilen yeni sistem üniversiteye geçişte alanları temel alarak iki aşamalı genel ve özel alanlardaki başarıyı ölçen Yüksek Öğretime Geçiş Sistemi’nin (YÖGES) geliştirilmesi için de model işlevi gördü.

Bu arada ölçme ve değerlendirme uygulamalarına yönelik olarak da 5’lik not sistemi yerine 100’lük puan sistemine geçtik. Bu çerçevede sınavlarda ilköğretimde en az 3, ortaöğretimde 5 soru sor­ma zorunluluğu, dönem içinde en az bir sınavın okul düzeyinde "ortak sınav" şeklinde yapıl­ması, soruların, ders işlenen her haftadan sorulacak şekilde belirlenmesi gibi düzenlemeler yaptık.   

Öğrenci başarısının sürekliliğini sağlamak için üç kez üst üste teşekkür alanlara "başa­rı", takdir alanlara da "üstün başarı" belgesi verilmesine karar verdik. Bu düzenlemenin kısa süre içinde öğrencileri çok iyi motive ettiğine tanık olduk.

Aynı dönemde ilköğretim 4. ve 5. sınıfta okutulmakta olan iki saatlik Yabancı Dil dersini üç sa­ate çıkardık. Yine aynı sınıflarda verilen birer saatlik beden eğitimi dersinin saatini de iki saate çıkardık. Bu arada karnelerle ilgili de çok önemli bir düzenleme yaptık. Bu şekilde karnelerde öğrencinin önceki yıllarda aldığı derslerden elde ettiği başarının gösterilmesine ve öğrencinin okuduğu kitap sayısının belirtilmesine başlandı.  

Yine bu dönemde yurt dışındaki Türk öğrencilerinin bulundukları ülkelerdeki eğitimleri esnasında kullanılmak üzere "Türkçe ve Türk Kültürü Programları" hazırlandı. Ayrıca Batı Trakya'daki Türk ço­cuklarının eğitimi için de ders kitapları hazırlanarak bu kitapların ilk defa kullanılması sağlandı. Bu çalışmaları eğitim için ulusal bir bakış açısına sahip olmanın değersizleştirildiği bir dönemde atılan önemli bir adımlar olarak görmek gerekir.   

Bu dönemin ilk başlarında Personel Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen ve Talim ve Terbiye Kurulu tarafından onaylanan “Kurum Kimliği” çalışmasıyla da Türkiye’deki bütün eğitim öğretim kurumlarında kullanılan yazı, tabela ve sembollerde bir ahenk ve uyum sağlandı.  

Ben bu çalışmaların ardından 21 Şubat 2008 tarihinde görevden ayrıldım. Yukarıda sıraladığım bazı çalışmalara öncü olmanın gururunu yaşadığım etkileşimlere şahit oluyorum. Branş derslikleri, ortak sınavlar, müze ve gazete yoluyla öğretim, yüzlük puan sistemi gibi değişikliklerin olumlu etkisi ile sürekli karşılaşıyorum. MEB’e dair genel değerlendirme içinde kaynayıp gitmesin diye zikretmek istedim. Bu arada yukarıda sıraladığım çalışmaları yapmamıza vesile olan zamanın Sayın Bakanı Hüseyin Çelik’e de şükran duyuyorum. Kendilerini ben şahsen felsefi olarak katılmadığım yönleri olsa da icraatçı başarılı bir bakan olarak görüyorum.

Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in hayata geçirilmesini sağladığı ilkokul, ortaokul ve lise yapılanması da önemli bir adımdır. Ancak özellikle yeni açılan ortaokulların ders çizelgeleri problemlidir ve düzeltilmeye muhtaçtır. Yine Sayın Dinçer’in öncülük yaptığı katsayının kaldırılması da son derece önemlidir.

Diğer taraftan son on üç yıl içinde Anadolu Öğretmen Liselerinin sayılarının arttırılması anlamsız ve gereksiz olmuştur. Dolayısıyla bu liselerin kapatılmasına dair alınan karar da yerindedir.

Son olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın teşkilat yapısında yapılan düzenlemenin ve özellikle Talim ve Terbiye Kurulu’nun bir danışma organı haline dönüştürülmesinin ve Teftiş Kurulu’nun işlevinin değiştirilmesinin doğru olmadığına inanıyorum. 

Bu arada Sayın Nabi Avcı zamanında dershaneler konusuna el atılırken ortaya çıkan özel okulların yaygınlaştırılmasına dair dönüşümün eninde sonunda başarılı olacağını düşünüyorum. Bu sürecin, şu sıralarda bir takım pratik sorunlara yol açsa da, Türkiye’de bir türlü anlaşılamayan özel okul gerçeğinin anlaşılmasına ve kavranmasına yol açması iyi olmuştur. Önümüzdeki yıllarda özel okulculuğun belli savrulmalardan sonra sistem için çekici bir güç odağı olacağı aşikar görünmektedir. Bu, Sayın Nabi Avcı’nın kredi hanesine yazılır mı bilmiyorum ama sonuçta da iyi bir gelişmedir.

Son on üç yıllık dönemde niceliğe dair önemli gelişmeler oldu. Yapılamayanlar da oldu. Yanlış yapılan icraatlar da oldu. Ancak bugün için eğitimde yaşanan sorunlara dair tablonun kolayca bir müsebbip bulup fatura kesecek kadar yalın olmadığını düşünüyorum.      

Mesela eğitim fakülteleri eğitime yabancılaşmıştır ve tablonun olumsuz taraflarından onlar da sorumludur.  Bunca yıl geçmesine rağmen toparlanamayan ve gittikçe de anlamsızlaşan Eğitim Fakültelerinin sınırlarının ve kapasitesinin daraltılarak temel eğitim bilimleri ve öğretmenlik alanlarında bir nevi giriş eğitimi sunması ve akabinde öğretmenliği ve eğitimciliği nihai olarak sağlayacak üst eğitimin MEB tarafından verilmesi bile düşünülebilir.

Bunun dışında eğitimle ilgili kişi, çevre ve kurumlar da eğitimde olup bitenlere tanıktır, hatta bazı başarısızlıklara da ortaktık. Nitekim müfredat yenileme, ders kitaplarının değiştirilmesi, teknoloji kullanımının arttırılması gibi birçok proje ve çalışmalar MEB dışı çevrelerin de enerjisi ve arzusu ile gerçekleştirilmiştir. Eğitimle ilgili sektör temsilcileri de geride kalan on üç yıllık dönem içinde MEB üst düzeyi ile hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler içinde olmuştur.   

MEB’e muhalif olan, itirazlar yapan, duruşlar ortaya koyan sendika, kurum ve kuruluşların kıymeti bilinmelidir.  Çünkü bu çevrelerin itirazları, zaman zaman açtığı davalar MEB için yol gösterici, yararlı ve öğretici olmuştur.  Genellikle “öteki” olarak kalan bu çevreler artık eğitim sistemini besleyen etkili ve işlevsel bir güç kaynağı olarak değerlendirilmelidir.

Bu anlamda önümüzdeki on yıl için iktidarın kimde olduğu önemli değil; eğitimle ilgili çok geniş bir çevrenin katılımının sağlandığı pedagojik temelli bir koalisyon oluşturulmasının ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Nitekim on üç yıllık dönemin ilk beş yılında yaşanan heyecan farklı görüşte olan üst düzey bürokratların, milli eğitim müdürlerinin ve okul yöneticilerinin oluşturduğu enerjiyle gerçekleşmiştir. Tek tipleşmeye geçiş ile birlikte de sistem yorulmuş ve durağanlaşmaya geçmiştir. Bilinmelidir ki; şu saatten sonra sistem sadece para pul, araç gereçle değil, aidiyet duygusu olan bilinçli idarecilerle, eğitimcilerle ve öğretmenlerle canlanır ve dinamikleşir.

> Türk Eğitim Sisteminin Son 13 Yılında Bir Parantez

Prof. Dr. İrfan Erdoğan / Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

irfan erdoğanTürk eğitim sisteminin son on üç yıllık dönemi için tabi ki genel bir değerlendirme yapabilirim. Ancak benim son on üç yıllık dönemin iki yıl kadar süren (12. 05. 2006 - 21. 02. 2008) kısmı için görüşlerim bir tarafa sorumluluklarım da bulunmaktadır. Bu nedenle öncelikle bu dönemde, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olarak gerçekleşmesine öncülük ettiğim bazı çalışmalardan söz etmek istiyorum.

Son on üç yılın en temel icraatlarından biri olarak özellikle ilk yıllarda ilköğretim müfredatında yapılan değişiklik akla gelir. Ben şahsen 2 Haziran 2006 tarihinde TTK kararı haline gelen meslek liselerinin programlarıyla ilgili yapılan çalışmayı daha önemli görüyorum. Çünkü bu değişikle birlikte modüler yapıya dayalı sisteme geçildi. Bir anlamda meslek liselerindeki müfredat içeriği ve işleyişi ilk defa köklü olarak değişmiş oldu.

Bu arada ortaöğretim programlarının değiştirilmesi de önemli bir icraattı. Bu dönemde gerçekleştirilen müfredat çalışmalarında İlber Ortaylı, Nadir Devlet, Çağrı Erhan, Ömür Akyüz, Ömer Asım Saçlı, İzzet Tor, Nilüfer Tapan, Özcan Demirel gibi alanlarında tanınmış olan uzmanlarının katılımını sağladık. Ayrıca ilköğretim ders çizelgelerine Medya Okuryazarlığı, Satranç, Halk Kültürü ve Düşünme Eğitimi adıyla dersler kondu; bu da anlamlı ve başarılı bir adım oldu. Bu derslerden “Medya Okuryazarlığı” dersinin programı Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu ile “Satranç” dersininki de Türkiye Satranç Federasyonu’yla sağlanan işbirliği ile geliştirildi.

On üç yıllık dönemin ilk başlarında açılan Sosyal Bilimler Liseleri de önemli ve özgün bir çalışmadır. Sosyal Bilimler Liselerinin açılması zamanın Bakanı Sayın Hüseyin Çelik ve Müsteşar Sayın Nejat Birinci’nin başarısıdır.  

Ancak bu liselerin, uluslararası bir programın kopya edilmesiyle oluşturulan programı problemliydi. Bu nedenle bu liselerin müfredatını 2006 yılının ikinci yarısında tekrar ela aldık ve değiştirdik. Daha önceden “Sosyal Bilimler” adı altında kes yapıştır mantığı ile bir başlık altında toplanmış olan Tarih, Coğrafya, Psikoloji derslerini kendi özgün adıyla ve çerçevesi ile sunulacak şekilde ayrıştırdık. Ayrıca 10. ve 11. sınıflara da haftada 2 ders saati Psikoloji dersi ekledik. Çizelgede sadece 12. sınıfta iki saat olan felsefe dersine 11. sınıfta da olacak şekilde iki saatlik ders ilavesi yaptık. Ayrıca Antropoloji, Araştırma Teknikleri ve İstatistik adıyla yeni dersler de ilave ettik. Bu arada Araştırma Teknikleri ve İstatistik dersinin Fen Liselerinde de sunulmasına karar verdik.   Her ne hikmetse bu ders sonradan kaldırıldı.

Bu dönemde atılan adımların öğretmeni kalıplayacak şekilde değil özgürleştirecek nitelikte olmasına özen gösterdik. Bu anlamda bütün öğretmenlerin verdikleri derslerle ilgili olarak ders etkinlikleri hazırlamalarını teşvik etmek için 2006 yılının Ağustos ayında “Etkinlik Havuzu” adıyla bir çalışma başlattık. Maksat yapılandırma, oluşturma derken aşırı yapılanan ve özgünlüğünü kaybetme tehlikesi yaşayan öğretmeni özgürleştirmek ve kendine duyduğu güveni arttırmaktı.  

İlköğretim programında yer alan kazanımlar için okul dışı bir mekan olarak müzelerden nasıl yararlanılabileceği ile ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışma da son derece önemlidir. Bu, eğitim ve öğretimi zenginleştirecek, okulun dışına taşıyacak nitelikte de adım oldu. 

Yine okul dışı bir kaynak olarak gazetelerden yararlanabilmeyi sağlayacak bir başka çalışma daha yaptık. Bu doğrultuda derslerde gazetelerden yararlanabilmek için programlardaki kazanımlarla ilişkilendirilen etkinlik örnekleri geliştirdik.

Bir başka çalışma da derslerin sunulduğu dersliklerle ilgili yapıldı. Yayınladığımız 17.08. 2006 tarihli genelgeyle ilk ve ortaöğretim kurumlarında alan-branş derslikleri uygulamasına başladık. Özellikle devlet okullarımız için bu bir ilkti. Bu çalışma daha sonra ülke genelinde kabul gördü ve öğretmen/branş derslikleri yaygınlaştı.

Ayrıca ilköğretime devam eden öğrencilerin velilerinin çocuklarının eğitim ve öğretim çalışmalarına daha etkin olarak dahil olmalarını sağlamak için "İlköğretim Programlarını Anlamaya Yönelik Veli Kı­lavuzu" adlı bir yayın hazırladık. Kılavuzda velilerin çocuklarının izlediği müfredata dair aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi için bilgiler sunulmuştu. Bu çalışma biz görevden ayrıldıktan sonra maalesef kadük kaldı.

Bu dönemde MEB adına düzenlediğimiz 17. Milli Eğitim Şurası’nı da (13-17 Kasım 2006) önemli bir çalışma olarak görmek gerekir. Katılımcı yelpazesi çok geniş olan, her görüşün temsil edildiği bu Şura’da “Kademeler Arası Geçiş ve Avrupa Birliği’ne Giriş Bağlamında Küreselleşme” konuları ele alındı. Zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılması, katsayıların kaldırılması, ortaöğretimdeki okul türlerinin azaltılması gibi daha sonraki yıllarda atılacak adımların esin kaynağı olacak birçok karar alındı. Titiz bir hazırlıkla gerçekleştirdiğimiz bu Şura, aldığı kararlar, katılımcı niteliği, yayınladığı dokümanlar vs. her yönüyle tarihi bir niteliğe sahip olmuştur.

Bu dönemde zamanın Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik’in önderliği ve desteği ile tekli ve merkezi sınavların kaldırılmasına dair bir politika oluşturduk. İlk iş olarak da 2007 yılında Anadolu liselerine giriş için uygulanmakta olan Ortaöğretim Kurumları Sınavları­nı (OKS) kaldırıp yerine sürece dayalı 6.7. ve 8. sı­nıfların sonunda yapılan Seviye Belirleme Sınavlarını içeren okul başarısını da dikkate alan yeni Orta Öğretime Geçiş Sistemini (OGES) getirdik. Orta öğretime geçişi tayin etmek üzere geliştirilen yeni sistem üniversiteye geçişte alanları temel alarak iki aşamalı genel ve özel alanlardaki başarıyı ölçen Yüksek Öğretime Geçiş Sistemi’nin (YÖGES) geliştirilmesi için de model işlevi gördü.

Bu arada ölçme ve değerlendirme uygulamalarına yönelik olarak da 5’lik not sistemi yerine 100’lük puan sistemine geçtik. Bu çerçevede sınavlarda ilköğretimde en az 3, ortaöğretimde 5 soru sor­ma zorunluluğu, dönem içinde en az bir sınavın okul düzeyinde "ortak sınav" şeklinde yapıl­ması, soruların, ders işlenen her haftadan sorulacak şekilde belirlenmesi gibi düzenlemeler yaptık.   

Öğrenci başarısının sürekliliğini sağlamak için üç kez üst üste teşekkür alanlara "başa­rı", takdir alanlara da "üstün başarı" belgesi verilmesine karar verdik. Bu düzenlemenin kısa süre içinde öğrencileri çok iyi motive ettiğine tanık olduk.

Aynı dönemde ilköğretim 4. ve 5. sınıfta okutulmakta olan iki saatlik Yabancı Dil dersini üç sa­ate çıkardık. Yine aynı sınıflarda verilen birer saatlik beden eğitimi dersinin saatini de iki saate çıkardık. Bu arada karnelerle ilgili de çok önemli bir düzenleme yaptık. Bu şekilde karnelerde öğrencinin önceki yıllarda aldığı derslerden elde ettiği başarının gösterilmesine ve öğrencinin okuduğu kitap sayısının belirtilmesine başlandı.  

Yine bu dönemde yurt dışındaki Türk öğrencilerinin bulundukları ülkelerdeki eğitimleri esnasında kullanılmak üzere "Türkçe ve Türk Kültürü Programları" hazırlandı. Ayrıca Batı Trakya'daki Türk ço­cuklarının eğitimi için de ders kitapları hazırlanarak bu kitapların ilk defa kullanılması sağlandı. Bu çalışmaları eğitim için ulusal bir bakış açısına sahip olmanın değersizleştirildiği bir dönemde atılan önemli bir adımlar olarak görmek gerekir.   

Bu dönemin ilk başlarında Personel Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen ve Talim ve Terbiye Kurulu tarafından onaylanan “Kurum Kimliği” çalışmasıyla da Türkiye’deki bütün eğitim öğretim kurumlarında kullanılan yazı, tabela ve sembollerde bir ahenk ve uyum sağlandı.  

Ben bu çalışmaların ardından 21 Şubat 2008 tarihinde görevden ayrıldım. Yukarıda sıraladığım bazı çalışmalara öncü olmanın gururunu yaşadığım etkileşimlere şahit oluyorum. Branş derslikleri, ortak sınavlar, müze ve gazete yoluyla öğretim, yüzlük puan sistemi gibi değişikliklerin olumlu etkisi ile sürekli karşılaşıyorum. MEB’e dair genel değerlendirme içinde kaynayıp gitmesin diye zikretmek istedim. Bu arada yukarıda sıraladığım çalışmaları yapmamıza vesile olan zamanın Sayın Bakanı Hüseyin Çelik’e de şükran duyuyorum. Kendilerini ben şahsen felsefi olarak katılmadığım yönleri olsa da icraatçı başarılı bir bakan olarak görüyorum.

Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in hayata geçirilmesini sağladığı ilkokul, ortaokul ve lise yapılanması da önemli bir adımdır. Ancak özellikle yeni açılan ortaokulların ders çizelgeleri problemlidir ve düzeltilmeye muhtaçtır. Yine Sayın Dinçer’in öncülük yaptığı katsayının kaldırılması da son derece önemlidir.

Diğer taraftan son on üç yıl içinde Anadolu Öğretmen Liselerinin sayılarının arttırılması anlamsız ve gereksiz olmuştur. Dolayısıyla bu liselerin kapatılmasına dair alınan karar da yerindedir.

Son olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın teşkilat yapısında yapılan düzenlemenin ve özellikle Talim ve Terbiye Kurulu’nun bir danışma organı haline dönüştürülmesinin ve Teftiş Kurulu’nun işlevinin değiştirilmesinin doğru olmadığına inanıyorum. 

Bu arada Sayın Nabi Avcı zamanında dershaneler konusuna el atılırken ortaya çıkan özel okulların yaygınlaştırılmasına dair dönüşümün eninde sonunda başarılı olacağını düşünüyorum. Bu sürecin, şu sıralarda bir takım pratik sorunlara yol açsa da, Türkiye’de bir türlü anlaşılamayan özel okul gerçeğinin anlaşılmasına ve kavranmasına yol açması iyi olmuştur. Önümüzdeki yıllarda özel okulculuğun belli savrulmalardan sonra sistem için çekici bir güç odağı olacağı aşikar görünmektedir. Bu, Sayın Nabi Avcı’nın kredi hanesine yazılır mı bilmiyorum ama sonuçta da iyi bir gelişmedir.

Son on üç yıllık dönemde niceliğe dair önemli gelişmeler oldu. Yapılamayanlar da oldu. Yanlış yapılan icraatlar da oldu. Ancak bugün için eğitimde yaşanan sorunlara dair tablonun kolayca bir müsebbip bulup fatura kesecek kadar yalın olmadığını düşünüyorum.      

Mesela eğitim fakülteleri eğitime yabancılaşmıştır ve tablonun olumsuz taraflarından onlar da sorumludur.  Bunca yıl geçmesine rağmen toparlanamayan ve gittikçe de anlamsızlaşan Eğitim Fakültelerinin sınırlarının ve kapasitesinin daraltılarak temel eğitim bilimleri ve öğretmenlik alanlarında bir nevi giriş eğitimi sunması ve akabinde öğretmenliği ve eğitimciliği nihai olarak sağlayacak üst eğitimin MEB tarafından verilmesi bile düşünülebilir.

Bunun dışında eğitimle ilgili kişi, çevre ve kurumlar da eğitimde olup bitenlere tanıktır, hatta bazı başarısızlıklara da ortaktık. Nitekim müfredat yenileme, ders kitaplarının değiştirilmesi, teknoloji kullanımının arttırılması gibi birçok proje ve çalışmalar MEB dışı çevrelerin de enerjisi ve arzusu ile gerçekleştirilmiştir. Eğitimle ilgili sektör temsilcileri de geride kalan on üç yıllık dönem içinde MEB üst düzeyi ile hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler içinde olmuştur.   

MEB’e muhalif olan, itirazlar yapan, duruşlar ortaya koyan sendika, kurum ve kuruluşların kıymeti bilinmelidir.  Çünkü bu çevrelerin itirazları, zaman zaman açtığı davalar MEB için yol gösterici, yararlı ve öğretici olmuştur.  Genellikle “öteki” olarak kalan bu çevreler artık eğitim sistemini besleyen etkili ve işlevsel bir güç kaynağı olarak değerlendirilmelidir.

Bu anlamda önümüzdeki on yıl için iktidarın kimde olduğu önemli değil; eğitimle ilgili çok geniş bir çevrenin katılımının sağlandığı pedagojik temelli bir koalisyon oluşturulmasının ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Nitekim on üç yıllık dönemin ilk beş yılında yaşanan heyecan farklı görüşte olan üst düzey bürokratların, milli eğitim müdürlerinin ve okul yöneticilerinin oluşturduğu enerjiyle gerçekleşmiştir. Tek tipleşmeye geçiş ile birlikte de sistem yorulmuş ve durağanlaşmaya geçmiştir. Bilinmelidir ki; şu saatten sonra sistem sadece para pul, araç gereçle değil, aidiyet duygusu olan bilinçli idarecilerle, eğitimcilerle ve öğretmenlerle canlanır ve dinamikleşir.

Son Güncelleme: Perşembe, 13 Ağustos 2015 14:39

Gösterim: 17031


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.